MUKADDİME
Kur'an'ın Toplanması
ve Hz. Osman'ın Mushafı Yazdırma Sebebi:
Hz. Osman'ın Kur'an yazılı
diğer belgeleri yakması, Peygamber (s.a.v.) döneminde ashab-ı kiramdan Kur'an-ı
Kerim'i hıfz edenler. Kur'an-ı Kerim, Peygamber (s.a.v.) döneminde ashab-ı
kiram tarafından değişik miktarlarda ezberlenmiş bulunuyor idi. Ashab-ı kiram
Kur'an-ı Kerim'den bazı bölümleri sahifelere, hurma ağaçlarının kabukları
üzerine, ince beyaz taşlara, uçları sivri keskin taşlara yazmışlar idi. Ebu
Bekr es-Sıddik (r.a) döneminde Yemame savaşında, söylenildiğine göre, Kur'an
hafızlarından yetmiş kişinin öldürülmesi üzerine, Ömer b. el-Hattab (r.a), Ebu
Bekr es-Sıddik (r.a)'a Ubeyy, İbn Mes'ud ve Zeyd gibi ileri gelen hafızlarının
ölümü korkusu ile Kur'an-ı Kerim'in toplanması tavsiyesinde bulundu. Hz. Ebu
Bekir ile Hz. Ömer bu iş için Zeyd b. Sabit'i tayin ettiler. O da oldukça
yorucu bir mesaiden sonra sureler arasında sıra gözetmeksizin, Kur'an-ı Kerim'i
bir araya topladı.
Buhari'nin rivayetine
göre Zeyd b. Sabit bu olayı şöyle anlatmaktadır: Yemame'de hafızların
öldürülmesinin akabinde Ebu Bekir bana, yanında Ömer'in de bulunduğu bir sırada
haber gönderdi ve şöyle dedi: Ömer yanıma gelip bana dedi ki: Yemame günü bir
çok kimse öldü. Ben, değişik yerlerde girişilecek savaşlarda Kur'an
hafızlarının öldürülüp telef olmalarından ve böylelikle Kur'an'ın birçoğunun
kaybolacağından korkuyorum. O bakımdan mutlaka onu toplamalısınız. Ben senin
Kur'an-ı Kerim'i derleyip toplamanı (emretmeni) uygun görüyorum. Ebu Bekir dedi
ki: Ömer'e dedim ki: Rasülullah (s.a.v.)'in yapmadığı bir şeyi nasıl
yapabilirim? Ömer bana: Allah'a yemin ederim ki bu hayırlı bir iştir. Bu konuda
bana ısrarla isteğini tekrarlayıp durdu, nihayet Allah onun doğruluğuna dair
kalbime ilham verdi. Ve ben de Ömer'in görüşüne sahip oldum. Zeyd der ki:
Yanında da Ömer oturuyor ve konuşmuyordu. Ebu Bekir bana şöyle dedi: Sen genç,
aklı başında ve herhangi bir olumsuz hasletle itham etmediğimiz bir kişisin.
Rasülullah (s.a.v.)'e de vahyi yazıyor idin. O bakımdan Kur'an-ı Kerim'i iyice
tesbit et ve onu bir araya getir. Allah'a yemin ederim (Ebu Bekir) eğer bana
herhangi bir dağı yerinden taşımamı teklif etmiş olsaydı, Kur'an-ı Kerim'i
toplamak için bana verdiği emirden daha ağır gelmezdi. Onlara şöyle dedim:
Rasülullah (s.a.v.)'ın yapmadığı bir şeyi nasıl olur da yaparsınız? Ebu Bekir
dedi ki: Allah'a yemin ederim bu hayırlı bir iştir. Ben de bu konuda tekrar
meseleyi gözden geçirmesini, tekrar tekrar söyleyip durdum, nihayet Allah bu
konuda Ebu Bekir ile Ömer'in kalbine nasıl bir genişlik verdi ise, benim de
içime öyle bir genişlik verdi. Bunun için kalktım, Kur'anı Kerim'i yazılı
olduğu deri parçalarından, kol kemiklerinden, hurma ağaçları kabuklarından ve
Kur'an'ı ezberlemiş olanların hafızalarından toplamaya başladım. Nihayet Tevbe
süresinin son taraflarındaki iki ayeti Ensar'dan Huzeyme'nin yanında buldum. Bu
iki ayeti ondan başkasının yanında görmedim. Sözkonusu iki ayet: "Andolsun
ki içinizden size öyle bir Peygamber gelmiştir ki ... "(et-Tevbe, 128) den
itibaren sürenin sonuna kadar olan iki ayettir. İçinde Kur'an-ı Kerim'in
toplandığı sahifeler, vefat edinceye kadar Ebu Bekir (r.a)'in yanında durdu.
Daha sonra bunlar yine vefat edene kadar Ömer'in yanında kaldı, ondan sonra da
Ömer'in kızı Hafsa'nın yanında kaldı. (Buhari, F.Kur'an 3; Tefsir 9. süre 20;
Ahkam 37; Tirmizi, Tefsir 9. süre 18. had)
el-Leys dedi ki: Bana
Abdurrahman b. Galib İbn Şihab'dan anlatarak şöyle dedi: .... Ensar'dan Ebu
Huzeyme'nin yanındaydı.. .. Ebu Sabit dedi ki: Bize İbrahim anlatarak dedi ki:
"Yüz çevirirlerse de ki: Bana Allah yeter. O'ndan başka hiçbir ilah
yoktur. Ben ancak O'na güvenip dayandım. O en büyük Arşın Rabbidir.
"(et-Tevbe, 129) buyruklarını Huzeyme veya Ebu Huzeyme'nin yanında bulduk.
''(Buhari, Tefsir 9. süre 20)
Tirmizi'nin de Zeyd b.
Sabit'ten rivayetine göre: Tevbe süresinin sonlarını Huzeyme b. Sabit'in
yanında bulduk: "Andolsun ki içinizden size öyle bir Peygamber gelmiştir
ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona pek ağır gelir. Size çok düşkündür,
mü'minlere cidden şefkatli ve merhametlidir. Yüzçevirirlerse de ki: Bana Allah
yeter; O'ndan başka hiçbir ilah yoktur; ben ancak O'na güvenip dayandım, O en
büyük Arşın Rabbidir." (et-Tevbe, 128-129). Tirmizi: Bu hasen sahih bir
hadistir, demiştir.
Yine Buhari'de Zeyd b.
Sabit'ten şöyle dediği rivayet edilmektedir: Bizler Kur'an sahifelerini
mushafta istinsah edince, Ahzab süresinde Resulullah (s.a.v.) tarafından
okunduğunu işitmiş olduğum bir ayet-i kerimeyi (kimse gelip bana okumadığından)
bulamadım. Ancak bunun ensardan olan Huzeyme tarafından ezberlenmiş olduğunu
gördüm. -Zaten Rasülullah (s.a.v.) onun şahitliğini iki kişinin şahitliğine
denk kabul etmiştir. Ahzab süresindeki sözkonusu ayet de şudur: ''Mü'minlerden
Allah'a verdikleri sözde duran nice yiğitler vardır .." (el-Ahzab, 23).
(Buhari, F.Kur'an 3)
Tirmizi de, Zeyd b.
Sabit'ten şunu rivayet etmektedir: Ben Resulullah (s.a.v.)'ın okurken
dinlediğim Ahzab süresinde yer alan: Mü'minlerden Allah'a verdikleri sözde
duran nice yiğitler vardır. Onlardan kimisi adağını yerine getirdi kimisi de
bekliyor .... " (el-Ahzab, 23) ayetini bulamadım. Ben bunu araştırdım,
Huzeyme b. Sabit -veya Ebu Huzeymenın onu ezberlemiş olduğunu (ve
hatırladığını) gördüm, onun için bu ayeti, içinde yer aldığı süresine
yerleştirdim. (Tirmizi, Tefsir 9. sure 19. had)
Derim ki: Buhari ve
Tirmizi'nin açıklamalarına göre, Tevbe süresinin son iki ayetinden birincisi
Kur'an-ı Kerim'in toplanması sırasında sonradan tesbit edildi. İkinci toplamada
da Ahzab süresindeki ayet-i kerime sonradan tesbit edildi. Taberi, Tevbe
süresindeki ayet, ikinci toplamada sonradan tesbit edildi demekte ise de,
birinci görüş daha sahihtir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Şöyle bir soru
sorulabilir: Hz. Ebu Bekir daha önce Kur'an-ı Kerim'i toplayıp bu işi bitirdiği
halde Hz. Osman'ın bütün müslümanlardan kendisinin çoğalttığı mushafa göre
okumalarını istemesi nasıl açıklanabilir? Cevap şudur:
Hz. Osman, yaptığı
uygulama ile, insanların mushafı yeniden derlemelerini sağlamak değildir. Onun
Hz. Hafsa'ya gönderdiği şu habere dikkat edelim: Bize yanında bulunan
sahifeleri gönder, biz bunu mushaflar halinde çoğaltıp sonra o sahifeleri sana
geri vereceğiz. - İleride buna dair açıklama gelecektir- Hz. Osman'ın bunu
yapma sebebi, insanların okuyuşIarında farklılık başgöstermesidir. Çünkü
ashab-ı kiram, İslam ülkesinin değişik yerlerine dağılmış, böyle bir işe
ihtiyaç kendisini oldukça hissettirmeye başlamıştı. İnsanların okuyuşları
arasında alabildiğine farklılıklar ve herkesin kendi okuyuşuna taassupla
bağlanması ileri derecelere kadar gitmişti. Huzeyfe (r.a)'ın sözkonusu ettiği
ayrılıklar Şam halkı ile Irak halkı arasında vukua gelmişti. Şöyle ki,
Şamlılarla Iraklılar, Ermenistan'a yapılan gazada bir araya gelmişlerdi. Her
bir kesim, kendisine gelen rivayete uygun olarak Kur'an okudu. Fakat bu konuda
aralarında ayrılık başgösterdi, anlaşmazlığa düştüler. Kimileri kimisini tekfir
etti, ondan beri olduğunu ifade etti ve karşılıklı biri birilerine lanet
ettiler. Hz. Huzeyfe onların bu durumlarından oldukça endişelendi, korktu.
-Buhari ve Tirmizi'nin açıkladıklarına göre- Hz. Huzeyfe, Medine'ye gelince
evine daha girmeden Hz. Osman'ın yanına gitti ve şunları söyledi: Helak olmadan
önce bu ümmete yetiş. Hz. Osman: Ne hususunda onlara yetişeyim, diye sorunca
Hz. Huzeyfe: Allah'ın Kitabı ile ilgili bir hususta. Ben bu gazada bulundum.
Irak, Şam ve Hicaz bölgelerinden birtakım insanlar bu savaşta bir araya
geldiler, dedikten sonra az önce açıkladığımız durumu ona anlatıp şunları
ekledi: Ben yahudilerle hristiyanların ihtilafa düştükleri şekilde bunların da
kendi kitapları hakkında ihtilafa düşeceklerinden korkarım. (Buhari, F.Kur'an
3; Tirmizi, Tefsir 9. sure 19. had)
Derim ki: Bu, Yedi
harften kasıt yedi kıraattir, diyenlerin görüşlerinin yanlış olduğunun en açık
delilidir. Çünkü hak olan bir şeyde ayrılık olmaz. Suveyd b. Gafele'nin Ali b.
Ebi Talib'den rivayet ettiğine göre, Hz. Osman şöyle sormuş: Mushaflar
hakkındaki görüşünüz nedir? Çünkü insanlar Kur'an'ı okumak hususunda ayrılığa
düştüler. Artık herkes: Benim kıraatim senin kıraatinden daha hayırlıdır, benim
kıraatim senin kıraatinden daha efdaldir, demeye başladı. Bu ise küfür gibi bir
şeydir. Bizler: Ey mü'minlerin emiri senin görüşün nedir, diye sorduk, şu
cevabı verdi: Benim görüşüm insanların tek bir kıraat etrafında
toplanmalarıdır. Çünkü sizler bugün anlaşmazlığa düşecek olursanız, sizden
sonra gelecek olanların anlaşmazlıkları daha çetin olacaktır. Bizler: Görüşün
en isabetli görüştür ey mü'minlerin emiri, dedik. Bunun üzerine Hz. Osman, Hz.
Hafsa'ya şu haberi gönderdi: Bize yanında bulunan sahifeleri gönder. Onları
mushaflar halinde çoğaltıp sonra bu sahifeleri sana geri göndereceğiz. Hz.
Hafsa da yanında bulunan sahifeleri ona gönderdi. Hz. Osman, Zeyd b. Sabit,
Abdullah b. ez-Zübeyr, Said b. el-Asi, Abdurrahman b. el-Haris b. Hişam'a emir
vererek bu sahifeleri mushaflar halinde çoğalttırdı.
Hz. Osman,
Kureyşlilerden oluşan topluluğa şunları söyledi: Sizler ile Zeyd b. Sabit
arasında Kur'an-ı Kerim'deki herhangi bir ifade hakkında, anlaşmazlığa
düşerseniz, onu Kureyşlilerin lehçesi ile yazınız. Çünkü Kur'an-ı Kerim onların
lehçesiyle nazil olmuştur. Onlar da bu talimata uydular. Nihayet sahifeleri,
mushaflar halinde teksir edince Hz. Osman salıifeleri Hz. Hafsa'ya gönderdi.
Her bir bölgeye çoğalttıkları mushaflardan birer nüsha gönderdiler. Daha sonra
Hz. Osman, Kur'an-ı Kerim'den herhangi bir sahifede veya mushaf'ta yazılı bulunan
ne varsa, yakılması emrini verdi. Hz. Osman, bu emri, muhacirleri, ensarı,
müslümanların ileri gelen insanlarını toplayıp bu hususta onlarla danıştıktan
sonra vermiştir. Kendileriyle danıştığı bu kimseler Peygamber (s.a.v.)'den
nakledilen meşhur kıraatlerden sahih ve sabit olan şekillerin toplanması,
bunların dışında kalanların da bir kenara bırakılması üzerinde ittifak ettiler
ve onun görüşünü tasvip ettiler. Gerçekten de Hz. Osman'ın görüşü doğru ve
hakka ulaştırılmış başarılı bir görüş idi. Allah'ın rahmeti onun da, danıştığı
kimselerin de üzerinde olsun.
Taberi, kaydettiği
rivayetinde şöyle demektedir: Hz. Osman, Zeyd ile birlikte sadece Said b.
el-Asi'yi görevlendirmiştir. Ancak bu görüş zayıftır. Buhari, Tirmizi ve
başkalarının zikrettiği daha sahihtir. Yine Taberi: Hz. Hafsa yanında bulunan
sahifeler, bu son toplanmada imam (önder nüsha) kabul edildi, demektedir ki, bu
doğrudur.
İbn Şihab der ki: Bana
Ubeydullah b. Abdullah'ın haber verdiğine göre, Abdullah b. Mes'ud, Zeyd b. Sabit'in
mushafları çoğaltma işinin başına getirilmesini pek hoş görmedi ve şöyle dedi:
Müslümanlar, mushafların çoğaltılması işinden ben uzaklaştırılıyorum da bu iş
bir başka adama görev olarak veriliyor. Allah'a yemin ederim, o daha kafir bir
adamın sülbünde iken ben İslam'a girmiş idim. Abdullah b. Mes'ud bu sözleriyle
Zeyd b. Sabit'i kastediyordu. Bundan dolayı Abdullah b. Mes'ud şöyle demiştir:
Ey Iraklılar, yanınızda bulunan mushafları gizleyiniz ve saklayınız. Çünkü Yüce
Allah şöyle buyurmaktadır: "Kim, birşey gizlerse, Kıyamet günü o gizlediği
şeyi getirerek gelir. ''(AI-i İmran, 161). Siz de bu mushaflarla Allah'ın
huzuruna çıkınız. Bunu Tirmizi rivayet etmiştir. (Tirmizi, Tefsir 9. süre 19.
had)
Buna dair açıklamalar,
inşaallah Al-i İmran suresinde gelecektir.
Ebu Bekr el-Enbari der
ki: Abdullah, Zeyd'den daha faziletli, İslam'ı kabulü daha önce, İslam'a
hizmetleri daha çok, faziletleri daha büyük olduğu halde, Kur'an'ın toplanması
işinde Ebu Bekir, Ömer ve Osman'ın Zeyd'i Abdullah b. Mes'ud'dan öne geçirip bu
iş için seçmelerinin tek sebebi Zeyd'in Kur'an-ı Kerim'i Abdullah'tan daha iyi
ezberlemiş olmasıdır. Çünkü Zeyd, Resulullah (s.a.v.) daha hayatta iken
Kur'an'ın tümünü ezberlemiş idi. Resulullah (s.a.v.) hayatta iken Abdullah'ın
Kur'an'dan ezberlediği miktar ise yetmiş küsur suredir. Diğer sureleri
Abdullah, Resulullah (s.a.v.)'ın vefatından sonra öğrenmiştir. Dolayısıyla
Resulullah (s.a.v.) henüz hayatta iken Kur'an'ı baştan sona hatmedip ezberlemiş
bir kimsenin, mushafın toplanması işinde öne geçirilmesi daha uygundur, bu iş
için tercih edilmesi ve seçilmesi daha hakkaniyetlidir. İşin iç yüzünü bilmeyen
bir kimse bu davranışın Abdullah b. Mes'ud'daki bir kusur dolayısıyla olduğunu
sanmasın. Çünkü Zeyd'in Kur'an-ı Kerim'i daha iyi ve daha çok ezberlemiş olması
(faziletçe) onun Abdullah b. Mes'ud'un önüne geçmesini gerektirmez. Zira Zeyd,
Hz. Ebu Bekir ile Hz. Ömer'den de daha çok miktarda Kur'an'ı ezberlemiş olduğu
halde fazilet ve menkıbeler açısından onlardan daha hayırlı ve hatta onlara eşit
olamazdı.
Ebu Bekr el-Enbarı der
ki: Abdullah b. Mes'ud'un bu işe gösterdiği tepki, kızgınlık sonucu gösterilmiş
bir tepki idi. Bunun gereğince amel edilmez ve bu delil diye kabul edilmez.
Ayrıca onun kızgınlığının geçmesinden sonra Hz. Osman'ın ve beraberinde bulunan
Resulullah'ın ashab-ı kiramının güzel seçimini kabul ve itiraf ettiğinde,
onlara muvafakat edip muhalefeti terkettiğinde de şüphe yoktur. Çünkü rivayet
ve nakil bilginlerince yaygın olarak bilinen şu ki, Abdullah b. Mes'ud,
Kur'an-ı Kerim'in geri kalan kısımlarını Resulullah (s.a.v.)'ın vefatından
sonra öğrenmiştir. Önder ilim adamlarından birisi der ki: Abdullah b. Mes'ud,
Kur'an-ı Kerim'i hatmetmeden (tamamını hıfzetmeden) vefat etmiştir. Yezid b.
Harun der ki: İki muavvize (Felak ve Nas sureleri) Bakara ve Al-i İmran
sureleri ayarındadır. Onların Kur'an-ı Kerim'den olmadıklarını iddia eden bir
kimse Yüce Allah'ı inkar eden bir kafirdir. Ona: Peki Abdullah b. Mes'ud bunlar
hakkında ne diyordu? diye sorulunca şu cevabı verir: Abdullah b. Mes'ud'un
vefat ettiği vakit Kur'an-ı Kerim'in tümünü hıfzetmemiş olduğu hususunda
müslümanlar arasında görüş ayrılığı yoktur.
Ben derim ki: Bu iddia
tartışılabilir bir kanaattir. İleride bunun tartışması gelecektir.
İsmail b. İshak ve
başkaları rivayetle der ki: Hammad -sanırım Enes b. Malik'ten- rivayetle şöyle
demiştir: Ashab-ı kiram bir ayet-i kerime hakkında ihtilafa düşerlerdi. Bu
sefer: Bu ayeti Resulullah (s.a.v.) filan oğlu filana okutup öğretti derlerdi.
Kimi zaman bu kişinin bulunduğu yer Medine'den üç günlük uzaklıkta olurdu. Ona
haber gönderilir, bu adam getirilir ve şöyle denilirdi: Resulullah (s.a.v.) şu
şu ayeti sana nasıl okutup öğretti? O da, öğrendiği şekli söyler ve onun dediği
gibi yazarlardı.
İbn Şihab der ki: Günün
birisinde "Tabut (sandık)" (el-Bakara, 248; Taha, 39) kelimesinin
yazılışında ihtilafa düştüler. Zeyd, "et-tabuh" şeklinde yazılsın,
deyince İbn ez-Zübeyr ile Said b. el-Asi: "et-tabut" şeklinde
yazılması gerektiğini ileri sürdüler. Bu anlaşmazlıklarını Hz. Osman'a söyleyince
o, "t" ile "et-tabut" şeklinde yazınız, dedi. Çünkü
Kur'an-ı Kerim Kureyş'in diliyle (lehçesiyle nazil olmuştur. Bunu Buhari ve
Tirmizı rivayet etmişlerdir. (Tirmizi, Tefsir 9. sure 19. had; Buhari, F.Kur'an
2)
İbn Atiyye der ki: Zeyd
bu kelimeyi "h" ile "et-tabuh" şeklinde, Kureyşliler ise
"t" ile "et-tabut" şeklinde okudular, sonunda "t"
ile tesbit ettiler ve mushaflar o günden bu yana hep bu şekilde yazılageldi.
Hz. Osman da bundan nüshaları çoğalttı.
Başka birisi der ki:
Denildiğine göre çoğalttığı nüsha sayısı yedidir. Dört olduğu da söylenmiştir.
Çoğunluk bu görüştedir. Hz. Osman bu nüshaları İslam aleminin çeşitli yerlerine
gönderdi: Irak'a, Şam'a ve Mısır'a birer ana mushaf gönderdi. O bölgelerin
kurraları (Kur'an okuyucuları) okuma tercihlerinde buna dayandılar. Onlardan
herhangi bir kimse, kendisine ulaşan şekliyle bölgesindeki mushafa muhalefet
etmedi. Ve bu yedi kıraat imamı arasında kimisinin artırdığı kimisinin
eksilttiği şekliyle harflerde bir ayrılık yoktur. Çünkü onların her birisi, bölgesindeki
mushaftan kendisine ulaşana ve kendisinin yaptığı rivayete dayanarak okumuştur.
Hz. Osman da bu yerleri (kıraat ihtilafı olan yerleri) bazı nüshalarda yazmış,
bazılarında yazmamıştır. Bununla her bir şeklin sahih olduğunu ve hepsini
okumanın caiz olduğunu anlatmak istemiş idi.
İbn Atiyye der ki: Daha
sonra Hz. Osman, bu nüshaların dışında kalan mushafların (...) şeklindeki
rivayete göre: yakılmasını veya (...) şeklindeki rivayete göre de:
parçalanmasını sonra da yere gömülmesini emretti. Ancak, burada "ha"
harfinin noktasız olarak (yani yakılması anlamını veren) rivayeti daha
güzeldir.
Ebu Bekr el-Enbari
"Kitabu'r-Red"adlı eserinde, Suveyd b. Gafele'nin şöyle dediğini
zikretmektedir: Ben, Ali b. Ebi Talib (r.a.)'ı şöyle derken dinledim: İnsanlar!
Allah'tan korkunuz, Osman hakkında aşırıya gitmekten ve onun için mushafları
yakan kişi demekten çekininiz, vazgeçiniz. Allah'a yemin ederim o, bunları
ancak biz Muhammed (s.a.v.)'ın ashabından bir grubun görüşüne dayanarak
yapmıştır.
Umeyr b. Said'den
rivayete göre Ali b. Ebi Talib (r.a) şöyle demiştir: Eğer Osman zamanında (onun
yerine) ben vali (halife) olsaydım, onun mushaflara yaptığının aynısını ben de
yapardım.
Ebu'l-Hasan b. Battal
der ki: Hz. Osman'ın Kur'an'ı topladığı sırada sahifelerin ve diğer mushafların
yakılmasını emretmesi, Yüce Allah'ın isimlerinin yer aldığı kitapları yakmanın
caiz olduğunu göstermektedir. Böyle bir uygulama onlara bir ikramdır, ayaklar
altında çiğnenmeye karşı durmadır. Yerde gelişigüzel, sağa sola atılmasına karşı
onları muhafazadır.
Ma'mer, İbn Tavus'tan, o
babasından rivayetle: Yanında "rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla"
(besmele)nin yazılı olduğu mektuplar birikti mi, bu yazıların bulunduğu
sahifeleri yakardı. Urve b. ez-Zübeyr de el-Harre gününde, yanında bulunan
birtakım fıkıh kitaplarını yakmıştır. İbrahim ise, Yüce Allah'ın adının
zikredildiği sahifelerin yakılmasını mekruh görmüştür. Ancak yakılır diyenlerin
görüşü doğruya daha yakındır. Nitekim Hz. Osman da bunu yapmıştır. ümmetin
konuşan dili olan Kadı Ebu Bekr der ki: İctihad ederek böyle bir kanaate
varması halinde, İmam'ın (İslam devlet başkanının, halifenin) Kur'an-ı Kerim'in
yazılı olduğu sahifeleri yakması caizdir.
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN
Sonradan Ortaya
Çıkan Bazı Yanlış Görüşler