MUKADDİME
Re'y e Dayanarak
Kuran'ı Tefsir, Buna Kalkışmak ile ilgili Tehditler ve Müfessirlerin
Mertebeleri:
Hz. Aişe'den şöyle dediği
rivayet edilmiştir: Resulullah (s.a.v.) Allah'ın Kitabı'ndan ancak Cebrail'in
açıklamalarını kendisine öğrettiği sayılı ayetleri tefsir ederdi.
İbn Atiyye der ki: Bu
hadis, Kur'an'da sözü geçen gaybi haberler, mücmelenin tefsir edilmesi ve buna
benzer ancak Yüce Allah'ın ihsan edeceği başarı ile bilinebilen hususlara
dairdir. Kıyametin kopma zamanı, lafızları itibariyle anlaşılır olan (ancak
gaybi özellikleri de bulunan) sur'a üfürme sayısı, göklerin ve yerin
yaratılışlarındaki tertip (sıralama) gibi hususlar Allah'ın bildirmediği gaybi
hususlara örnektir.
Tirmizi'nin İbn
Abbas'tan rivayet ettiğine göre, Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Bildikleriniz dışında bana bir söz isnad etmekten sakınınız. Çünkü kasdi
olarak bana yalan isnad eden kişi cehennemdeki yerine hazırlansın. "
(Tirmizi, h.no:2951)
Yine Cündüb'den rivayete
göre, Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Kim Kur'an'a dair kendi
görüşüne dayanarak bir söz söylerse, isabet etse dahi hata eder." Tirmizi
der ki, bu garib bir hadistir. Bunu ayrıca Ebu Davud da rivayet etmiştir.
(Tirmizi, h.no:2952; Ebu Davud, ilm 5)
Onun ravilerinden birisi
hakkında zayıf olduğunu belirten ifadeler kullanılmıştır.
Rezin, ayrıca şunları
ekler: Ve her kim kendi görüşüne dayanarak söz söyler ve hata ederse, o kafir
olur. Nahiv ve lügat alimi Ebu Bekr Muhammed b. el-Kasım b. Beşşar b. Muhammed
el-Enbari, ''Kutabur-Red'' adlı eserinde şunları söylemektedir: İbn Abbas
yoluyla gelen hadis-i şerif iki şekilde açıklanmıştır. Bu açıklamadan birisi
şöyledir: Her kim, Kur'an-ı Kerim'in müşkil lafızları ile ilgili olarak ashab
ve tabiinin teşkil ettiği ilk müfessirlerin görüşlerinden olduğu bilinmeyen
sözler söylerse, o kişi kendisini Allah'ın gazabına maruz bırakır. Diğer
açıklama şekli ise, -ki iki görüşten daha sağlam ve mana itibariyle daha doğru
olan açıklama şeklidir-: Her kim Kur'an-ı Kerim hakkında hakkın başkası
olduğunu bile bile bir söz söylerse, cehennemdeki yerine hazırlansın. Hadis-i
şerifte geçen: "hazırlansın (...) kelimesinin anlamı, orda konaklasın,
demektir. Şair şöyle demiştir: "Soyu itibariyle aşiretinin en şereflileri
arasında yerini almıştır Ve o kavmi arasında böylece yer edinmiştir."
(İbnu'l-Enbarl) Hz.
Cündüb yolu ile gelen hadis hakkında da şunları söylemektedir: Bazı ilim
adamları, bu hadis-i şerifte geçen "görüş" ile hevanın kastedildiğini
söylemişlerdir. Her kim Kur'an-ı Kerim'e dair kendi hevasına uygun, fakat selef
imamlarından da nakletmediği bir görüş söylerse isabet etse dahi hata eder.
Çünkü Kur'an-ı Kerim hakkında aslını astarını bilmediği bir şeyi söylemiş,
Kur'an'a dair rivayetleri nakleden kimselerin görüşlerini bilmeksizin kendi
kanaatini ortaya atmış olur.
İbn Atiyye der ki: Bunun
anlamı şudur: Kişiye, Yüce Allah'ın Kitabı'nda yer alan bir buyruğun manasının
ne olduğu sorulur. O da bu konuda ilim adamlarının dediklerine, nahiv ve usul
gibi ilimlerin konu ile ilgili kurallarının gereğine bakmaksızın haddi olmayan
görüşler ileri sürer. Dil bilginlerinin Kur'an-ı Kerim'in kelimeleri ve
lafızlarıyla ilgili, dil açısından açıklamalarda bulunmaları, nahivcilerin
nahiv kurallarını, fukahanın manasını açıklamaları bunun kapsamına girmez. Bu
ilim adamlarının her birisi, ilim ve inceleme yasaklarına uygun olarak kendi
ictihadını ortaya koyar. Bu şekilde görüş beyan eden bir kimse, sadece kendi
görüşüne dayanarak görüş beyan eden bir kimse değildir.
Derim ki: Bu doğru bir
açıklama şeklidir. ilim adamlarından birçok kişinin tercih ettiği görüş de
budur. Kur'an-ı Kerim'e dair kendi vehmine ve hatırına geldiği şekilde, ilgili
esaslara uygun istidIalde bulunmaksızın görüş belirten bir kimse hata eder.
Anlamı üzerinde ittifak edilen muhkem esaslara göre, açıklamalarda bulunarak
onun anlamını çıkartmaya çalışan kimse ise övülmüştür.
Bazı ilim adamları şöyle
demektedir: Tefsir, konu ile ilgili rivayetleri dinlemiş olmaya bağlıdır. Çünkü
Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Eğer bir şey hakkında anlaşmazlığa
düşerseniz, onu Allah'a ve Resulüne döndürünüz. "(en-Nisa, 59) diye
buyurmaktadır. Ancak böyle bir açıklama yanlıştır, tutarsızdır. Çünkü Kur'an-ı
Kerim'in tefsirinin yasaklanmasından kasıt, ya sadece nakil yoluyla gelen ve
kulaktan kulağa alınan rivayetler ile yetinip hüküm çıkarmayı terketmektir veya
başka birşey kastedilmiştir. Bununla kişinin Kur'an-ı Kerim hakkında ancak
işittiği rivayetlere dayanarak söz söylememesinin kastedildiği iddiası
batıldır. Çünkü ashab-ı kiram, Kur'an-ı Kerim'i okumuş ve onun tefsiri ile
ilgili farklı görüşler ortaya atmıştır. Onlar bütün bu söylediklerini Peygamber
(s.a.v.)'den işitmiş olamazlar. Çünkü Peygamber (s.a.v.), İbn Abbas'a dua etmiş
ve şöyle buyurmuştur: "Allah'ım, onu dinde fakih kıl ve ona te'vil ilmini
öğret." (Buhari Vudu' 10; Müslim, F.sahabe 138; İbn Mace, Mukaddime 11;
Müsned, 1, 266, 314)
Eğer te'vil de tenzil
(Kur'an-ı Kerim) gibi işitilerek nakledilmesi gereken birşeyolsaydı, İbn
Abbas'a böyle özel bir duada bulunmanın manası ne olurdu? Bu gayet açık bir
husustur. Bunun anlaşılmayacak bir tarafı yoktur. Bununla birlikte, buna dair,
etraflı açıklamalar -inşa allah- Nisa süresinde gelecektir. Burada görüşe
dayanarak Kur'an-ı Kerim'i açıklamanın yasaklanması şu iki anlamdan birisi
hakkında kabul edilir:
1- Herhangi bir şeye
dair bir görüşü olur, tabiatı ve hevası da ona meyletmekte olduğu için kalkar,
Kur'an-ı Kerim'i görüş ve hevasına uygun bir şekilde te'vil eder ve maksadının
doğruluğuna delil göstermeye çalışır. Şayet böyle bir görüş ya da hevası
olmamış olsaydı, Kur'an-ı Kerim'den böyle bir anlamı çıkartması sözkonusu
olmazdı. Bu şekilde bir açıklama, kimi zaman bilerek yapılır. Kur'an-ı Kerim'in
birtakım ayetlerini bid'at görüş ve kanaatlerinin doğruluğuna delil gösteren
kimsenin yaptığı gibi. Halbuki böyle bir kimse bu ayet-i kerimeden bunun
kastedilmediğini bilmektedir. Ancak onun bu şekilde bir açıklama yapmaktan
kastı, karşı tezi savunan kimseye iddiasının doğru olduğu izlenimini vermektir.
Kimi zaman da böyle bir açıklama bilmeden yapılır. Bu da ayet-i kerimenin o
anlama gelme ihtimali bulunduğu için maksadına uygun gördüğü anlama şekline
meyil göstermesi ve kendi görüş ve hevasından başka bir delile dayanmaksızın, o
yönü tercih etmesi şeklinde olur. Böylelikle Kur'an-ı Kerim'i kendi görüşüyle
tefsir etmiş olur. Yani sahip olduğu kişisel görüşünü, o açıklama şeklidir diye
takdim etmiştir. Şayet o görüşe kendisi sahip olmamış olsaydı, o açıklama şekli
onun için ağırlık kazanmazdı.
Kimi zaman da sağlıklı
ve doğru bir maksada sahip olur. O bakımdan Kur'an-ı Kerim'den ona uygun bir
delil araştırır. O ayet ile kendisinin kastetmek istediğinin anlatılmadığını bile
bile delil gösterir. Mesela, katılaşmış kalbe karşı bir mücahede vermeye davet
eden bir kimsenin kalkıp: Yüce Allah: "Fir'avn'a git, çünkü o
azmıştır" (Taha, 24) deyip bu esnada kalbine işaret etmesi ve burada geçen
"Fir'avn" lafzı ile böyle bir kalbin kastedildiğini hissettirmeye
çalışması gibi. Bu tür bir açıklama şekli sözlerine güzellik katmak,
dinleyenleri teşvik etmek üzere doğru maksatlar için birtakım vaizler
tarafından kullanılır. Ancak böyle birşey yasaktır. Çünkü bu tür bir açıklama
lügatte bir kıyastır. Bu da caiz değildir. Bazen batıniler, fasid maksatları
uğruna bu tür açıklama şeklini kullanırlar. Bundan kasıtları ise, insanları
aldatıp kendi batıl mezheplerine çekmektir. Böylelikle onlar, Kur'an-ı Kerim'i
kat'iyyen kastedilmedikleri bildikleri birtakım manalara yorumlayarak kendi
görüş ve mezheplerinin mahkumu haline getirirler. İşte bütün bu hususlar,
kişisel görüşe dayanarak yasaklanan tefsir (açıklama) şekillerinden bir
tanesidir.
2- İkinci şekil ise,
Kur'an-ı Kerim'in garip lafızları ile ilgili nakil ve kulaktan kulağa
aktarılarak gelen rivayetleri tesbit etmeye kalkışmaksızın, Kur'an'da bulunan
müphem (üstü kapalı) ve mübeddel lafızlara bakmaksızın, Kur'an'daki ihtisar,
(kısaltma) hazf, (anlamı bozmayacak şekilde kelimeyi / kelimeleri açıktan
zikretmeme), izmar (anlamı tamamlayan kelime takdir etme), takdim ve te'hirlere
dikkat etmeksizin, sadece Arapçanın zahirı kurallarını göz önünde bulundurarak
Kur'an'ın tefsirine kalkışmak ve gereken teenniyi göstermemek. Tefsirin
zahirini sağlam tutmayan VE sadece arapçayı anlayarak anlamları çıkartmaya
kalkışan bir kimsenin yanlışlıkları çok olur ve görüşüne dayanarak Kur'an-ı
Kerim'i açıklamaya çalışanlar zümresine girer. Yanlışlıklardan korunabilmek
için tefsirin zahirinde nakil ve sema'ın (kulaktan rivayet dinleme) kaçınılmaz
olduğu bilinmelidir. Artık bundan sonra kavrama ve istinbat alanı önünde
genişler. Ancak sema yoluyla anlaşılabilecek garib ifadeler pek çoktur. Zahirin
sağlamlaştırılmasından önce batının (derin anlamların) anlaşılabilmesini
ummamak gerekir. Çünkü Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu biliyoruz: "işte
Semud'a da gözleri göre göre, o dişi deveyi verdik de bu yüzden zulmettiler.
"(el-İsra, 59) Bunun anlamı şudur:
Biz onlara göz göre göre
bir ayet (mucize) verdik. Onlar da bu mucizeyi (dişi deveyi) öldürmekle
kendilerine zulmettiler. Arap dilinin zahiri anlamlarına bakan kimse, bu ifade
ile dişi devenin, gözleri gören bir deve olduğunu sanır ve kavminin ne surette
zulmettiklerini de bilmez, onlar ise hem kendilerine hem başkalarına
zulmetmişlerdir. İşte burada hazif ve izmar vardır. Kur'an-ı Kerim'de bunların
misalleri pek çoktur. İşaret ettiğimiz bu iki şeklin dışında kalan şekiller,
"şahsi görüşe dayanılarak yapılan tefsirlerin yasaklanması" kapsamına
girmez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
İbn Atiyye der ki:
"Sa'id b. el-Museyyeb, Amir eş-Şa'bi ve benzerleri selef-i saliha mensup
ileri gelen birtakım kimseler, Kur'an'ı Kerim'in tefsirini büyük bir iş kabul
ediyor, bilmelerine ve bu konuda oldukça ileri seviyede olmalarına rağmen,
kendileri adına ihtiyat ve takvayı elden bırakmıyor, tefsir yapmaktan
kaçınıyorlardı."
Ebu Bekr el-Enbari der
ki: Geçmiş selefin ileri gelen ilim adamları, Kur'an-ı Kerim'in müşkil
lafızlarını açıklamaktan çekinirlerdi. Onlardan kimisi, yapacağı bu açıklamanın
Yüce Allah'ın maksadına uygun düşmeyeceğini kabul ediyor ve bundan dolayı konu
ile ilgili söz söylemekten çekiniyordu. Kimisi de tefsirde bir imam kabul
edilerek onun izlediği yolun esas alınmasından ve bu yolun takip edilmesinden
korkuyordu. Olabilir ki, sonradan gelen bir kişi kendi görüşüne dayanarak bir
kelimeyi açıklar ve bu konuda hata eder ve: "Görüşüne dayanarak Kur'an-ı
Kerim'i tefsir etmekte benim uyduğum önder, selef'e mensup filan önder
kişidir" demesinden çekiniyorlardı.
İbn Ebi Müleyke'den
şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ebu Bekr es-Sıddık (r.a)'a Kur'an-ı
Kerim'deki bir yerin tefsiri soruldu, şu cevabı verdi: Ben Allah'ın Kitabı'ndan
bir buyruk hakkında Yüce Allah'ın muradının hilafına bir söz söyleyecek
olursam, hangi gök beni gölgelendirir, hangi yer beni taşır? Ben nereye giderim
ve ne yapabilirim?
İbn Atiyye der ki:
"Selefin ileri gelenlerinden sayıca pek çok kişi de Kur'an-ı Kerim'i
tefsir etmekten geri kalmazlardı. Onlar bu konuda gerçekten müslümanlara karşı
şefkatli ve merhametli davranmış oldular. Allah onlardan razı olsun.
Müfessirlerin başı ve aralarında Allah'ın yardımına mazhar olan kişileri Ali b.
Ebi Talib (r.a)'dır. Ondan sonra Abdullah b. Abbas gelir. Abdullah b. Abbas
kendisini bu işe vermiş ve tamamlamıştır. Bu konuda onun izinden Mücahid, Said
b. Cübeyr ve başkaları gitmiştir. Tefsire dair Abdullah b. Abbas'tan öğrenilen
ve kaydedilenler Hz. Ali'den gelenlerden daha fazladır."
İbn Abbas der ki: Ben
Kur'an tefsirine dair ne öğrendimse Ali b. Ebi Talib'den öğrendim.
Ali (r.a), İbn Abbas'ın
tefsir yapmasını över ve ondan tefsiri öğrenmeye teşvik ederdi. İbn Abbas'ın
kendisi de şöyle dermiş: Abdullah b. Abbas Kur'an-ı Kerim'in ne güzel
tercümanıdır!
Hz. Ali de onun hakkında
şöyle demiştir: İbn Abbas sanki incecik bir perdenin arkasından gayba
bakmaktadır.
Ondan sonra Abdullah b.
Mes'ud, Ubeyy b. Ka'b, Zeyd b. Sabit ve Abdullah b. Amr b. el-As gelir. Ashab-ı
Kiram'dan nakledilen her bir rivayet güzeldir ve önceliklidir. Çünkü onlar,
Kur'an-ı Kerim'in nüzulune tanık olmuşlardır ve Kur'an onların diliyle
yazılmıştır. Amir b. Vasile dedi ki: Ali b. Ebi Talib (r.a)'ı hutbe okurken
dinledim. Hutbesinde şöyle diyordu: Bana sorunuz. Allah'a yemin ederim, Kıyamet
gününe kadar olacak her neyi bana sorarsanız mutlaka onu size söylerim. Bana
Allah'ın Kitabı hakkında soru sorunuz. Allah'a yemin ederim Kur'an-ı Kerim'deki
bütün ayetlerin her birisinin gece mi yoksa gündüz mü nazil olduğunu, düzlükte
mi dağda mı nazil olduğunu bilirim. Bunun üzerine İbn'ül-Kevva ayağa kalkıp
şöyle dedi: Ey mü'minlerin emiri, "tozutup savuranlar'' (ez-Zariyat, 1) ne
demektir? diye sorar. Ondan sonra da rivayetin geri kalan kısmını kaydeder.
el-Minhal b. Amr dedi
ki: Abdullah b. Mes'ud dedi ki: Eğer Allah'ın Kitab'ını benden daha iyi bilen
birisinin olduğunu ve binek sırtında ona gidilebileceğini bilsem, mutlaka o
kimsenin yanına giderim. Adamın birisi ona: Ali b. Ebi Talib ile hiç
karşılaştın mı? diye sorar. Abdullah: Evet karşılaştım cevabını verir.
Mesruk dedi ki: Ben
Muhammed (s.a.v.)'ın ashabının, bir su havuzuna benzediklerini gördüm. Onlardan
kimisi bir kişiyi suya kandırır, kimisi iki kişiyi, kimisi de bütün insanlar
ondan su almaya gelecek olsa hepsine de yetecek kadar su verebilirdi. İşte
Abdullah b. Mes'ud bu tür havuzlardan birisidir.
Bu menkıbeleri Ebu Bekr
el-Enbari "Kitabu'r-Red'' adlı eserinde kaydetmektedir.
Ebu Bekr dedi ki: Bize
Ahmed b. el-Heysem b. Halid anlattı. Bize Ahmed b. Abdullah b. Yunus anlattı,
bize Sellam Zeyd el-Ammi'den, o Ebu Sıddik en-Nad'den, o Ebu Said el-Hudri'den
rivayetle dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "ümmetime karşı en
merhametli olan kişi Ebu Bekir, Allah'ın dininde en kavi olanları Ömer,
aralarında en içten haya duyanları Osman, en güzel hüküm verenleri Ali, miras
hukukunu en iyi bilenleri Zeyd, aziz ve celil olan Allah'ın Kitabı'nı en güzel
okuyup bilenleri Ubeyy b. Ka'b, helal ve haramı en iyi bilenleri Muaz b.
'Cebel, bu ümmetin emini Ebu Ubeyde b. el-Cerrah'tır. Ebu Hureyre, ilim dolu
bir kap, Selman ise dipsiz bir ilim denizidir. Ebu Zer'den daha doğru sözlüsünü
ise ne sema gölgelendirmiş, ne de yer sırtında taşımıştır." (Tirmizi,
Menakib 22; İbn Mace, Mukaddime 11; Müsned, 3, 184, 281)
İbn Atiyye der ki:
"Tabiin müfessirleri arasında öne geçenlerden Hasan-ı Basri, Mücahid, Said
b. Cübeyr ve Alkame sayılabilir. Mücahid, İbn Abbas'tan iyice anlayarak,
belleyerek, her ayet üzerinde dura dura ilim öğrenmiştir. Bunlardan sonra
İkrime ve Dahhak gelir. İbn Abbas'ı görmemekle birlikte Dahhak, İbn Cübeyr'den
ilim öğrenmiştir. es-Süddi'ye gelince Amir eşŞa'bi, onu ve Ebu Salih'i tenkid
ederdi. Çünkü onun görüşüne göre onlar gerekli tedkiki yapmakta ihmalkar
davranırlardı."
Derim ki: Yahya b. Main
şöyle demiştir: el-Kelbi birşey değildir.
Yahya b. Said'den,
rivayete göre o, Süfyan'dan şöyle dediğini rivayet etmiştir: el-Kelbi dedi ki:
Ebu Salih şöyle dedi: Sana ne anlattımsa yalandır.
Habib b. Ebi Sabit der
ki: Biz ona -yani Um Hani'in azatlısı Ebu Salih'e "dürüğ-zen" derdik.
Bu ise Farsların dilinde "yalan söyleyen kişi" demektir.
Daha sonra Yüce Allah'ın
Kitabı'nın tefsirini, sonradan gelenlerin en adil olanları taşıdı. Nitekim
Peygamber (s.a.v.) da şöyle buyurmuştur: "Sonradan gelen her bir neslin
arasından bu ilmi adaletli olanları yüklenip taşır. Bunlar aşırı gidenlerin
tahriflerini, batılcıların hırsızlıklarını ve cahillerin yanlış te'villerini
bertaraf ederler." Bunu Ebu Ömer ve başkaları rivayet etmiştir. (Bk. İbn
Abdi'l-Berr, et-Temhid- Dar el-Beyan el-Arabi, I, 59-60)
el-Hatib Ebu Bekr Ahmed
b. Ali el-Bağdadi der ki: İşte bu Resulullah (s.a.v.)'dan gelen ve bu ilim
adamlarının dinin bayrakları, müslümanların önderleri olduklarına dair bir
tanıklıktır. Çünkü bu ilim adamları, şeriatı tahriften ve batılın
değiştirmelerinden korumuş, ahmak ve cahillerin te'villerini reddetmişlerdir.
Din hususunda bunlara başvurmak ve bunların dediklerini esas almak gerekir.
Allah onlardan razı olsun.
İbn Atiyye der ki:
"Abdurrezzak, el-Mufaddal, Ali b. Ebi Talha, el-Buhari ve başkaları
tefsire dair telifler yapmışlardır. Daha sonra Muhammed b. Cerir -Allah'ın
rahmeti üzerine osun- dağınık şekilde bulunan tefsir rivayetlerini toplayıp bir
araya getirdi, uzaklıkları dolayısıyla erişilmesi zor olanları yaklaştırdı ve
isnadları kaydetmek hususunda da sadra şifa verdi. Müteahhirler arasında öne
çıkanlardan Ebu İshak ez-Zeccac ile Ebu Ali el-Farisi de yer alır. Ebu Bekr
en-Nakkaş ve Ebu Ca'fer en-Nahhas'ın ise, çoğunlukla ilim adamları tarafından
eksikleri tesbit edilmiştir. Mekki b. Ebi Talib de onların yolundan gitmiştir.
Ebu'l-Abbas el-Mehdevi, telifi sağlam birisidir. Bunların hepsi de ecre layık,
ecri hak eden müctehidlerdir. Allah onlara rahmetini ihsan buyursun ve onların
yüzlerini ak etsin."
SONRAKİ SAYFA İÇİN AŞAĞIDAKİ LİNK’E
TIKLAYIN
Kitabın Sünnet
ile Açıklanması ve Bu Hususta Gelen Rivayetler