EL-ESNA Fİ ŞERHİ ESMAİLLAHİ’L-HÜSNA VE SIFATİHİL ULYA |
21. BÖLÜM |
Alimler, isim, müsemma, tesmiye (isim koyma) ve sıfat, mevsuf ve vasfetme konularını ele alıp incelemişlerdir. Fukahadan birçok alim bu konuların
ele alınmasını tenkid etmişlerdir. Ancak bu tenkidlerinin bir dayanağı yoktur. Çünkü bu izahlar -izah
edeceğimiz gibi- kitap ve sünnetin manaları üzerine yapılan bir incelemedir.
Üstad Ebu İshak (rahimehullah)
der ki: Allah Teala: "Kelamım sıdktır."
Dediğinde, isim, müsemma ve tesmiye bir olur. (Aralarında farklılık yoktur).
Çünkü kelamı tesmiye (isimlendirme) kendisi de müsemma (isimlendirilen)nın bizzat kendisi, aynı zamanda ismin kendisidir. Bizden
biri "Allah" dediğinde ise tesmiye ile isim aynı, isim de müsemmanın
aynısıdır. Bunun dışında birtakım izahlar yapmıştır. Bu izahları elEnrasi, el-Mukni' adlı
kitabında aktarmıştır.
İbnü'l-Arabi (rahimehullah) "En
güzel isimler Allah'ındır" buyruğunu tefsir ederken şöyle der: Bu konuda
üç görüş vardır: Bazı alimlerimiz şöyle dedi: Bu ifade de isim ile müsemmanın
aynı olduğuna delil vardır. Zira başka olsaydı bu isimlerin Allah'tan başkasına
ait olması vacip olurdu.
Derim ki: Bu görüşü Kuşeyri (rahimehullah) de
aktarmıştır. Bu aynı zamanda Ebu Ubeyde
(rahimehullah), Sibeveyhi
(rahimehullah), Lisan'ul-ümme (ümmetin sözcüsü) lakablı Kadı (el-Bakıllani)'nin
görüşüdür. üstad Ebu Bekr b. Furek (rahimehullah) ve müteahhir alimlerin
tercihi de budur. Özetle bu görüş şöyle biri şöyle dese: "Allah Alimdir
bilendir), "Bilendir" sözü, bilmek vasfına sahip olan Rabb'e delalet eder. İsim, "Alim" olması aynı
zamanda müsemmanın aynısıdır. Yine Allah "Halik"tır (yaratandır)
dese, yaratan Rab Teala'dır. Bu da ismin aynısıdır.
Bunlara göre herhangi bir tafsilata bakılmaksızın isim, müsemmanın aynısıdır.
Kadı (el-Bakıllani) "Temhidü'l-eva'il"de der ki: Hak ehlinin benimsediği görüş isim,
müsemmanın aynısı veya ona tealluk eden sıfatıdır.
Ayrıca tesmiyeden (isimlendirmeden) de farklıdır. Mu'tezile
ve onlara uyan heva ve bid'at
ehli olanlar ise dediler ki; İsim, müsemmadan farklıdır, aynısı değildir. İsim,
isim verenin sözü ve isim verdiğine koyduğu isimdir.
Kadı (rahimehullah) der ki: Bizim dediğimizin doğru olduğunun
delili şudur: Lügat ehli -ki bu konuda dayanak onlardır- bunu açıkça
belirtmişlerdir. Dediler ki: İsim, müsemmanın aynısıdır. Lügat imamlarından Ebu Ubeyde (rahimehullah)
ve başka imamlarda böyle demektedirler. Ebu Ubeyde (rahimehullah) de bu
konuda şu şiiri delil olarak aktarır:
Bir yıla kadar, sonra
"Selam'ın ismi" üzerine olsun!
Bir yol boyunca ağlayan
kimseye özür bırakmaz.
Dediler ki: Burada
"Selam'ın ismi"nden bizzat Selamı kastetmiştir.
Böyleyken nasıl olur da
isim, isim verenin sözü olan tesmiye (isimle ndirmenin)nin kendisi olur. Yine buna Allah Teala'nın
"Sizler onun (Allah'ın) dışında ancak birtakım isimlere tapıyorsunuz. Bu
isimleri sizler ve ... koydunuz"(Yusuf, 40) buyruğu delil olur. Allah Teala onların kelam olmayan şahıslara ibadet ettiklerini
haber vermiştir.
Şayet derlerse ki:
Burada ancak, "Sizler ancak bu isimlere sahip olanlara tapıyorsunuz"
demek istemiştir. Ona denilir ki: Kelamı Zahir manadan başka manaya yorumlamak
için akli ve nassı delillerin varid
olduğu şekliyle kullanımını men etmiş olması gerekir. Burada ise kelamın Zahiri
manaya yorumlanmasına mani bir delil yoktur. Bilakis deliller Zahiri manayı
gerektirmekte vacip kılmaktadır. Dolayısıyla yaptıkları tevil düşmüştür.
Ebü'l-Kasım el-Ensarı (rahımehullah) der ki: Mu'tezile,
isim ile tesmiyeyi, sıfatile vasfetmeyi
aynı görme görüşünü benimsemiştir. Bu konuda çok çirkin bir bid'ate
dayanmışlardır. Dediler ki: Ezelde Bari Teala'nın ne
bir ismi ne de bir sıfatı vardı. isim ve sıfat isim verenlerin ad koyanların
sözüdür. Ezelde zaten onların bir kavli (sözleri) yoktur. (Böyle demişlerdir)
Halbuki Allah Teala ezelde uluhiyet sıfatına sahip
olmadığını söyleyen dinden çıkar, Müslümanların icmaına
aykırı davranmış olur.
İsmin, tesmiyeden
farklı, bundan maksadın müsemma olduğunun, tesmiyenin ise sözlere bağlı
bulunduğunun delili Allah'ın kitabından ayet -i kerimelerdir. Biri "Ey
Zekeriya! Biz sana adı Yahya olan bir erkek evlat müjdeliyoruz."(Meryem,
7) buyruğudur. Bundan sonra da "Ey Yahya Kitab'a
sımsıkı sarıl."(Meryem, 12) buyurmuştur. Şayet isim ile müsemma ayrı
olsaydı o zaman çağırılan kişi Yahya'dan başkası olmalıydı. Bu da mümkün
değildir. Yine Allah Teala buyuruyor ki: "Ve
benden sonra gelecek ismi Ahmed olan bir resulü
müjdeleyici oIarak."(Saf, 6) Resülün
adının "Ahmed" olduğunu haber vermiştir.
"Ahmed" ise şahsın bizzat kendisidir, isim
verenin tesmiyesi, konuşanın sözü değildir. Yine buyuruyor ki "Ulu, Yüce
Rabbinin ismini tesbih et."(A'la,
1) Tesbih edilen, zikredenlerin lafızları değil
bilakis var olan ilahın kendisidir. Yine buyuruyor ki: "Rabbinin ismi
mübarektir."(Rahman, 78) Mana Rabbin mübarektir. Yine Allah Teala putperestleri zemmederken şöyle buyurur: "Sizler
onun dışında ancak birtakım isimlere tapıyorsunuz. Bu isimleri sizler ve ...
koydunuz"(Yusuf, 40) Bilinmektedir ki putperestler lafızlara sözlere; yani
Hubel, Lat, Uzza lafızlarına değil bilakis isim verdikleri müsemmalara
(putların kendisine) tapmışlardır.
İkinci görüş: Bundan
maksat tesmiyeler (isimlendirmeler)dir. Zira Allah
birdir, isimleri çoktur.
Derim ki: İmam Ebu Muhammed b. Atıyye (rahimehullah) tefsirinde şunu zikreder: Ayette isimler,
tesmiye manasındadır. Müfessirler bu konuda icma
etmişlerdir. Başka manaya yorumlamak caiz değildir.
Kadı Ebu
Bekr (rahimehullah) der ki:
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in
Şüphesiz ki Allah'ın doksan dokuz ismi vardır. Kim bunları ezberlerse cennete
girer" buyruğunun manası şudur. Yani Allah Teala'nın
ihtilafsız doksan dokuz tesmiyesi bulunmaktadır. Bu isimler Allah Tealanın birçok sıfata sahip olduğunu ifade etmekten
ibarettir. Bir kısmı zatından dolayı ona verilir. Bir kısmı ona Müteallik olan
bir sıfattan dolayı ona verilir. Zatına ait olan isimler bizzat O'dur. Ona tealluk eden sıfata bağlı olan isimler de onun ismidir. Bir
kısmı da zatına ait olan sıfatlardır. Bir kısmı da fiillerdir. Allah Teala'nın, "En güzel isimler Allah'ındır"
buyruğunun manası da budur. Yani en güzel tesmiyeler (isimlendirmeler)
demektir.
Kadı (rahimehullah) der ki: Bunu da (peygamberimizin) "O,
vitirdir (tektir) vitri sever" buyruğu izah eder, Onun isimleri
bulunduğunu, ancak zatının bir olduğunu haber vermiştir. Bu ifade aynı zamanda
isimlerden maksadın tesmiyeler olduğuna, müsemmanın ise bir, tek, vitir
olduğuna delalet eder.
Kadı (rahimehullah) der ki: Biz ise her isim müsemmanın
kendisidir demiyoruz. Bilakis ismi, müsemma da olabilir müsemmadan farklı da
olabilir. Bazan da "ne kendisi ne de
başkası" olabilir.
İbnü'l-Hassar (rahimehullah)
der ki: Bu ayette isim, müsemma üzerine vuku bulmuştur.
Tesmiye için
kullanılmasına gelince "...Allah'ındır" buyruğu, müsemma içindir.
"İsimler" buyruğu ve çoğuldur, tesmiyeler için kullanılmıştır. Bu
dediğimizin doğru olduğunun delili: "Ona o (isimlerle) dua edin"
buyruğudur. "Ona dua edin" derken kastedilen müsemma yani Allah Teala'nın kendisidir. Zira dua edilen O'dur. Onlarla
"deren de maksat isimlerdir. Bunlar da başkalarıyla değil de kendileriyle
dua edilen (çağrılan) tesmiyelerdir. Arap dilinin gerektirdiği mana da budur.
Bunun bir benzeri de Resulullah'ın "Benim beş
ismim vardır. Ben Muhammed'im, Ahmed'im ... "
Üçüncü görüş: Başkaları
ise dediler ki: (En güzel) sıfatlar Allah'ındır.
İbn'ul-Arabi (rahimehullah) dedi ki:
İsmin hakikati tarifi şudur: Manaya delalet etmek üzere konulan ve müştak
(türemiş) olmayan ve her lafızdır. Eğer müştak olursa isim olmaz bilakis
sıfattır. Nahiv imamlarının görüşü de budur. Biz göre "Alim" "Zeyd" gibi bir isimdir. İsimdir, lakin biri sadece var
olana delalet eder. Diğeri ise var olanla beraber ek bir manaya delalet eder.
Derim ki: Bunun izahı
şöyledir: örnek olarak "Zeyd" diyecek
olursan, bu lafız varlık aleminde herhangi bir ziyade veya noksanlık
bulunmaksızın "müşahhas" olan bir zata delalet eder, ancak
"Alim" diyecek olursan bu lafız ilme mensup olmak (manasıyla beraber)
o zata delalet eder. Diğerleri de böyledir. İşte buradan kaynaklanarak bir
zatın birden fazla isminin bulunması aklen sahih olmuştur. İsimlerin çok olması
zatın sayılı veya çok olmasını gerektirmez. Aynı şekilde kudret, irade v.b.
sıfatlar da böyledir. Bu sıfatlar bizim "kudret, ilim, irade"
sözlerimiz ile isim olmamıştır. Bilakis Kur'an,
sünnet ve ümmetin icmaının naslarıyla,
belirtmesiyle bu ismi almıştır. Ayrıca bu isimleri ifade ettikleri manaları
birbirinden ayırt etmek için isimlendirilmiştir. Her varlık da gerektirdiği
sıfatlarla bilinsin diye isim olmuştur. Dolayısıyla varlık o isim ve sıfatlarla
anılır. Fail (yapan), murid (idrak eden), Alim
(bilen) birdir, tektir. Sıfatlarının hepsi de birdir. Aralarında farklılık
değişiklik kesinlikle yoktur. Bilakis, güç yetirilen, bilinen, irade edilen
şeyler açısından farklılık vardır. Tüm muktezalar da böyledir. Aynısını isimler
için düşün, itikat et. Alimlerimizin görüşü budur.
Dediler ki: Muhakkak ki,
"isim hakikaten müsemmanın kendisidir" diyenler yanlış yapmışlardır.
Nitekim Haşeviyye taifesinin cahillerinden bazı
guruplar böyle demişlerdir. Zira bunlar bunu açıkça beyan etmiş ve buna itikat
etmişlerdir. Öyle ki bunlar şunu vacip görürler: "Zehir" diyen ölür,
"Ateş" diyen yanar, ''Tatlı" diyenin ağzı tatlanır.
Nahiv ve kelam
imamlarından, "İsim, müsemmanın kendisidir" diyenlerin haşa bu tür
bir ahmaklığı kastetmezler. Bilakis onların maksadı ismin sadece müsemmaya
delalet ettiğini, yalnız müsemmayı ifade ettiğini belirtmek açısından böyle
demişlerdir.
İbnü'l-Hassar (rahımehullah)
der ki: Makalat (mezhepler hakkında yazılmış eserler)
sahipleri Ehl-i Sünnet ile Ehl-i
bid'at arasında olan bir ihtilafı nakletmişlerdir ve
şöyle demişler: Ehl-i Sünnet isim, müsemmanın
kendisidir derler. Ehl-i bid'at
ise, isim, müsemmadan farklıdır derler. Bu isim ile müsemma arasındaki bu
ihtilafın Zahiri, kolay, gerçeği ise oldukça zordur. Çünkü bid'at
ehlinden sıfatları inkar edenler tesmiyelerin zat olmadan bir manası
olmayacağını iddia ederler. Bundan dolayı isim müsemmadan farklıdır derler.
Sıfatları ispat edenler ise, isimlere, zatın özellikleri olan delaletler ispat
ederler. Bunlar ise "ibare"lerden başkadır. Onlara göre bunlar
isimlerdir. Bu konuda hak olan ise şöyle dememizdir: İsim, müşterek bir
lafızdır. Bazan tesmiye için, bazan
müsemma için kullanılır. Aynı şekilde tesmiye. Bazen bundan, müsemmaya delalet
eden lafız, bazan da isim verenin, müsemmaya
(isimlendirilene) isim verene hali kastedilir. Bu müşterekliğin delili Allah'ın
kitabında ve arap dilindeki varlığıdır. Bu konuda
neyin hakikat neyin mecaz olduğunu tespite herhangi bir geri hüküm tealluk etmez.
İbn Atiyye (rahimehullah)
der ki: Zeyd, aslan, at gibi isimler dilde varid olur ve bundan zat kastedilir. Örneğin Zeyd alimdir, aslan cesurdur demen gibi. Bazen de bunlardan
isimlendirmenin kendisi kastedilir. Örneğin, Zeyd (arapça) üç harften meydana gelir, ilki için denir ki: İsim
müsemmanın kendisidir, yani ondan müsemma kastedilmez denilir. Elif, sin ve
mim'den oluşan "İsm"e gelince arap lügatinde bazen zat olarak kullanılır. "Zat, nefs, ayn, isim" aynı manaya
gelir. Alimlerin çoğunluğu, "Yüce Rabbinin ismini tesbih
et"(Ala, 1)
"Celal ve şeref
sahibi Rabbinin ismi mübarektir."(Rahman, 78) "Sizler onun dışında
ancak bir takım isimlere tapıyorsunuz. Bunları sizler ve atalarınız
isimlendirdiniz."(Yusuf, 40) ayetlerini bu manaya yorumlamışlardır. Lebid'in "Bir yıla kadar, sonra Selam'ın ismi üzerine
olsun" şiiri de bu manaya destek olur. Bazen de isim lügatte ibarenin
bizzat kendisi olarak kullanılır. Bunun kullanımı daha çoktur. Allah Teala'nın, "Adem'e isimlerin hepsini
öğretti"(Bakara, 31) buyruğundan maksat -en meşhur tefsirlere göre- budur.
Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem)'in,
"Şüphe yok ki Allah'ın doksan dokuz ismi vardır" buyruğu da böyledir.
Nahiv imamları da izahlarında ismi bu çerçevede kullanmışlardır.
Bütün bu izahlardan
özetle çıkan şudur: İsimler bazen kullanırken müsemmaların zatı kastedilir.
İşte bunda isim, müsemmanın kendisidir denilir. Bazan
da kullanırken müsemma değil de ismin bizzat kendisi kastedilir. İbn Atiyye der ki: Önümden şöyle
bir kıssa geçti. Malik'e soruldu: İsim, müsemmanın kendisi midir? Dedik ki: Ne
kendisidir ne de başkadır. Demek istediği her zaman bu veya bu olmaz. Bu ise
bizim dediğimize muvafıktır.
Derim ki: Bu Kadı Ebü Bekr b. el-Tayyib (rahimehullah)'den aktardığımız ile aynıdır. Bunu iyice
belle.
Akleşi (rahimehullah)'i der ki: İsim -Eş'arilere göre- müsemmanın kendisidir. Sıfat da mevsufun
kendisidir. Tesmiye ise, isimden başka, vasfetme de
sıfattan başkadır. Muhalif ise bundan başka şeyler söylemektedir. Her fırkada
Allah'ın kitabını kendi mezhebine göre yorumlamıştır. Muhalif Allah'ın,
"En güzel isimler Allah'ındır" buyruğunu Zahirine göre yorumlamış ve
"zat birdir, isimler çoktur" demiştir.
Eş'ari ise iki açıdan yorumlamıştır: İlki: İsim tesmiye yerinde, manasında
kullanır. Bu dilde kurala uygun bir kullanımdır.
İkincisi: İsimlerden
maksat, sıfatlar ve fiillerdir. Bunlar da onlara göre birden fazla olabilir.
Sıfatın ismi de sıfatın, fiilin ismi de fiilin kendisidir. ''Yüce Rabbinin
ismini tesbih et" buyruğunu Eş'ari:
Tesbih edilen ile izah etmiştir. Muhalif ise iki
veçhe yormuştur: Birincisi: İsim burada sıladır ( araçtır). Buna göre zatın
ibaresi olan ismi tenzih etmeyi emretmiş olur.
Nitekim Kur'an'a saygı olarak da mushafı
tenzih etmeyi emretmiştir.
"Sizler onun
dışında birtakım isimlere tapıyorsunuz."(Yusuf, 40) Buyruğunu Eş'ari, ibadet edilen şahıslara, nesnelere yorumlamıştır.
Muhalif ise şöyle demiştir: Onlar uluhiyetten gerçek manada payı olmayanlara
ibadete yöneliyorlardı. Onlar ise bunlara İlah demişlerdi. Bu şekliyle gerçeği
olmayan lafızlara ibadet etmiş gibi oldular. Bundan dolayı Allah Teala: ''Sizler ve atalarınız onlara bu isimleri verdiniz.
Allah bunlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir"(Yusuf, 40) buyurmuştur.
Her iki izahı da birçok dil alimi dile getirmiştir. Ancak dil yapısında ve
manaya isim koymakta gerçek şudur ki isim, isim koyma işleminden, sıfat da vasfetme işleminden farklıdır. Eş'ariler
böyle demişlerdir.
Geriye şu konu kalır.
İsim ve sıfat müsemma ile mevsufun aynı mıdır değil midir? Bu ise bakan
kimsenin baktığı açıya bağlıdır. Eğer kasa harfler ise bunların mahluk
olduğunda şüphe yoktur. İlahi manaları kastediyorsa bunların da Kadim olduğu
katidir. Bu önemli meselenin özeti budur.
İbnü'l-Hassar (rahimehullah)
der ki. "Celal ve ikram sahibi Rabbimin ismi mübarektir"(Rahman, 78)
"Te-ba-re-ke" "bereket" kökünden türemiştir. Manası,
bereketi büyük, velilerine ihsan ettiği faydalar çoktur. Burada isimden
maksadın, Allah Teala'ya vacip olan isimleri ile
isimlendirmenin olması, muhtemel bir husustur. Bu ihtimal çerçevesinde Rab
kelimesinin sıfatı (olan (zi'l-celal...) ismin
kendisine veya munafun ileyhi
(tamamlayan) olan "Rab" kelimesine icra noktasında kıraat
imamlarından farklı kıraatler aktarılmıştır. Kimisi "ismin" sıfatı olarak
merfu (Zü'l-celal) kimisi
de munafın ileyhin
(tamlayanın) sıfatı olarak mecrur (Zil-celal)
okumuşlardır. Her iki kıraat de nakil ile sabittir. Bu da gösteriyor ki
isimden, bazan müsemma, bazan
da tesmiye (isim koyma işlemi) kastedilir. Kıraat imamları surenin başında yer
alan sıfatı ise merfu olarak okuma konusunda ihtilaf
etmemişlerdir. Bu kıraate göre o zaman "vecih"ten maksat Allah Teala'nın mü'minleri karşılarken
kendisi ile karşıladığı, böylece güzel mükafaat,
güzel karşılama ile müjdelere erdikleri "vechi"dir.
Dedi ki: "Yüce
Rabbimin ismini tesbih et"(A'la,
1) buyruğuna gelince burada isimden maksadın müsemma olduğu açıktır, herhangi
bir mana karışıklığına yol açmaz. Zira tesmiye, her ne kadar bir muhafaza
etmemiz, riayet edip saygı duymamız gereken bir hürmeti olsa da bizler onu
tenzih ve takdis ile emrolunmadık. Çünkü tesmiye
bizden vakidir. Yaratılmış varlıkları tenzih, takdis, caiz değildir. Bunları, yaradanı tazim gibi tazim etmemiz helalolmaz.
Çünkü bu adım, onlara ibadet etmeye ve onlar için vacip olan çerçevenin dışına
çıkmaya yol açar. Şayet isimlerin bizzat kendisini tesbih
ve takdis caiz olsaydı o zaman bu isimleri bir kağıda yazıp tespih ve takdis
ile onlara yönelmemiz caiz olurdu. Bu ise çirkin bir söz, batıl bir itikat fasid bir ameldir. Bilakis bize vacip olan hıfz etmek,
hürmet duymaktır. Yücelteni yüceltmeli, saygısızlık edene hürmet etmemeliyiz.
Bu saygının temeli, bu isimlerin delalet ettikleri zattır. Hacerülesved'i
öptüğümüz gibi öperiz. Yalnız onu tesbih ve takdis
etmeyiz. Aksine Ömer (r.a.)'ın dediği gibi deriz:
Allah'a yemin olsun ki ben biliyorum ki sen faydası veya zararı olmayan bir
taşsın. Resulullah (s.a.v.)'ın
seni öptüğünü görmesem asla seni öpmezdim.
Bu konuda Kureyşi Bişr el-Hafi kıssasını
aktarır. Ameller de niyetlere göredir.
Derim ki: Bu mana ile
alakalı merfu bir hadis rivayet edilmiştir. Ali b. Ebi Thlib (r.a.)'ten rivayet
edildiğine göre dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "üzerinde Allah'ın isimlerinden bir isim yazılı hiçbir kitap,
kağıt parçası (nesne) yoktur ki ıssız bir yere atılacak olursa Allah Teala mutlaka yetmiş bin melek gönderir ki, o ismi
kanatlarıyla muhafaza ederler, yüceltirler. Ta ki Allah Teala
evliyalarından birini o ismi kaldırmak üzere gönderinceye kadar. üzerinde
Allah'ın isimlerinden bir isim yazılı bir kağıdı kim kaldırırsa Allah onun
ismini "İlliyyine" yüceltir. Anne babası
müşrik de olsalar azaplarını hafifletir.
Enes (radıyallahu anh)'ten rivayet
edildiğine göre dedi ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Kim Allah'ın ismini yüceltmek ve üzerine basılmasından korumak
için üzerinde bismillahirrahmanirrahim yazılı bir
kağıdı kaldırırsa Allah katında sıddıklardan yazılır.
Anne babası, müşrik de olsalar azapları hafifletilir.
Ebu Hamid (rahimehullah)
dedi ki: Şayet denilirse ki: Allah Teala "Yüce
Rabbinin ismini tesbih et" buyurmuştur. Burada
isimden tesbih edilen zatın kendisidir. Deriz ki:
İsim burada, anaç (bağlaç) mahiyetinde zaiddir.
Arapların bu tür kullanımları vardır. Bu, "Onun misli gibi
yoktur"(Şura, 11) buyruğundaki kaf harfi (gibi
diye tercüme edilen) zaiddir. (Buna göre mana)
"Onun hiçbir misli yoktur"
Ebu Bekr b. ArabI
(rahimehullah) der ki: Alimlerimiz, Yüce Mevlanın, "Rabbimin ismi ne mübarektir"(Rahman,
78) buyruğunda geçen "ismin" bağlaç (araç) yani zaid
olduğu konusunda ittifak etmişlerdir. Mana, "Rabbin ne mübarektir"
şeklindedir. Çünkü "mübareklik" ile ifade edilen manadan kastın
Allah'tan başkası olması doğru olmaz. Aynı izahı, "Yüce Rabbinin ismini tesbih et"(A'la, 1)
buyruğunda yapmışlardır. Burada "İsim" sıladır, mana Yüce Rabbini tesbih et demektir. Böyle demelerinin sebebi tesbih ve tenzilin Allahın ismine izafesinin doğru
olmadığına itikat etmelerindendir. Bu ise manaların tahkikinde bir daraltmadır.
Zira Allah'ın isminin hakkı, tazim, takdis, tenzih, ikram ve ona imandır, inkar
etmemektir. Aynen Rab Teala'nın bunu hak etmesi gibi
isimleri buna müştehak olmalı, onun ismi olmalarından
dolayı hürmete layık olmalarındandır. Allah'ın ismine fayda ve bereketin isnadı
haktır. Allah Teala buyuruyor ki "Rabbimin ismi
mübarektir" denildi ki: Manası, mukaddestir. Ferra
böyle demiştir. Denildi ki: Büyüktür. Şöyle de denildi: bereket kökünden
türemiştir. Bunu da Zeccac (rahImehullah)
demiştir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: