EL-ESNA Fİ ŞERHİ ESMAİLLAHİ’L-HÜSNA VE SIFATİHİL ULYA |
24- EL-MELİK |
Kur'an'da varid olmuştur. Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Din gününün
'Maliki'dir."(Fatiha, 4) Ebu Hüreyre
hadisinde de geçmiş, sünnette tekrar tekrar zikredilmiştir.
Ümmet de üzerinde icma etmiştir. Beş farklı kullanım
şekli vardır: Melik, Malik, Melik, Melk, Melekiy Melik ve Malik Kur'an'da
geçmiştir. Allah Teala buyuruyor ki: "Melik, Hak
olan Allah ne yücedir."(Taha, 114) "Deki: Ey mülkün malik'i olan
Allah'ım!"(Al-i İmran, 26) Tirmizi'de de
"melik" ve "malik" geçer. Fatiha suresinde de her iki
şekilde kıraat edilmiştir. Her iki kıraat de Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'den rivayet edilmiştir. "Melikne gelince bu isimde Kur'an'da
geçer: "Kudret sahibi Meliik'in
katında."(Kamer, 55) Arap şiirlerinde de çokça geçer:
Melik kısmetine
(paylaştırmasına) kanaat et.
Zira rızıkları
aramızda her şeyi bilen payetti.
Bir başkası da şöyle
der:
Yeryüzünün hazinelerini
araştır, "Meliik"ine (sahibine) dua et Bir
gün duana icabet edilir de rızıklanırsın.
Abdulaziz'in rivayet ettiği hadiste de "el-Melekiy"
geçer. Sonundaki "ya" mübalağa içindir. "Melk"e
gelince bu kullanıma örnek olarak Amr b. Külsum der ki:
Nice meşhur, uzun
günlerimiz vardır"Melk"e (hükümdara) o
günlerde isyan ettik
Ki zelil düşmeyelim
"Melekiy"e gelince bu da Arapçada bir lügattır. Mehdevi tefsirinde
zikretmiştir.
Bu isim ona isimlerden
biridir. Çünkü tadil ve tecviz (adalet ve bir hususun caiz olup olmaması) bu bab üzerinde kaimdir. İspat makamında tenzih ve kemal
sıfatları bu isme dayanan bir manadır. Farklı tasriflerine göre sahip olma,
hükümdarlık etme, bir şeyi güzelce yapma v.b. manalara gelir. Örneğin,
"hamuru temlik ettim" güzelce yoğurdum manasına gelir. Meleklere de
"melek" denmesinin sebebi, melekutu
tutmalarındandır. Yani, Rablerinin yardımı, onlara yüklediği -izni ile- işleri
tedbir etme vazifesi ile melekutu tutarlar.
Yeryüzündeki hükümdarlara da "melik" denilmiştir. Çünkü onlar da
Allah'ın onların yönetimine verdiği memleketlerde tedbir ve yönetim işini
üstlenmişlerdir. Nikah akdine de "milak" denilmiştir. Çünkü bu akit sayesinde sevgi bağı
kurulmakta, sıla-ı rahm hasıl
olmaktadır.
Allah Teala'nın "din gününün maliki"dir."
buyruğuna gelince, tefsiri: Din gününde mülkün tek sahibidir. "Din
günü" de ceza ve hesap günüdür. Allah Teala
kendisinden başka melikin olmadığı dünyada birilerinin mülkü iddia ettiği gibi
asla iddia edemeyeceği günde kendini "melik" sıfatıyla
nitelendirmiştir. Bunun delili de: "Bugün "mülk" kimindir? Bir
ve Kahhar olan Allah'ındır."(Ğafir, 16)
Bu izahlara göre bu isim
hem zati hem de fiili sıfatlardan olur. Zati sıfatlardan olduğunda manası,
zatında ve sıfatlarında kemal üzere olmaktan, zatından zan için olan
müstağniliğinden ibarettir. Fiil sıfatlarından olduğunda ise, eşsiz mülkünden
yoktan var eden san'atından ibaret olur. Bu da bütün
varlığı ulvi ve süfli olmak üzere hepsini kuşatır. Varlık alemi
de onun mülkünün hazinesidir. Melik de yine "Mülk sahibi" manasında
olur. Bu da yine fiil sıfatlarındandır. Bu son mana Şeyh Ebü'l-Hasen el-Eş'ari'nin de
tercihidir. Kadı, iki manayı da sahih görmüştür. "Hidaye"
kitabında bu hususu izah etmiştir. "malik" şeklinde okuyanların iki
tevili vardır:
Birincisi: Bu konuda iki
görüş vardır. Denildi ki: Tevili, din gününe malik olur. Bu durumda mülk fiili
günün üzerinde gerçekleşmiş olur. Şöyle de denildi: Tevili ,
din gününde malik olur. Yani din gününde her şeyin maliki olur.
"Din gününe" mahsus kılınması şundandır: "Din günü" hiç
kimsenin hiçbir şeye malik olmadığı gün olması sebebiyledir. Allah'ın dünyada
verdiği mülk de ellerinden çıkar. Bu izaha göre "malik"
"melik" manasına döner ki bu durumda iki kıraat de aynı manada olur.
Denilecek olursa: Din
günü henüz yokken nasılolur da "din gününün
malikidir" der. Henüz mevcut olamayan bir gününün malik olmakla nasıl vasfedilir. Bunu söyleyene denilir ki: Bu Arap dilinde caiz
olan bir kullanımdır. Çünkü ism-i fail arkasından
gelen kelama izafe edilir. Aynı zaman ism-i fail
gelecek zaman fiili manasında da kullanılır. Buna göre doğru, sahih bir
kelamdır. Örneğin: "Bu yarın Zeyd'i döven"
dersin, manası: dövecek olandır. Aynısı, bu zat gelecek sene Beyti hac edendir.
Manası: gelecek sene hac yapacaktır. Görüyorsun ki daha fiili gerçekleştirmeden
fiil ona nispet edilmiştir. Bununla kastedilen gelecek zamandır. Allah Teala'nın "din gününün malikidir" buyurğu da aynıdır. Yani gelecek zaman tevilindendir.
Manası: Din günü geldiğinde, din gününe malik olacaktır.
Başka bir vecihte şudur:
"Malik"in manasının kudret ile aynı olmasıdır. Yani, din gününde
Kadir olandır veya din gününü getirmeye, yaratmaya Kadir olandır. Çünkü arap dilinde bir şeye malik olan, onda tasarruf edip ona
Kadir olandır. Allah Teala da her şeyin Malikidir, onları iradesi ile evirip çevirir. Hiçbir şey
kudretine karşı gelemez, Ancak ilk mana Arapçada daha çoktur ve kaidelere daha
uygundur. Zeccaci Ebü'l-Kasım
böyle demiştir.
"Melik" ise
mübalağa siğasıdır. Çünkü Arapçada "fail" ism-i fail'in mübalağası için kullanılır. Melik, Allah Teala'nın fiili bir sıfatıdır. Mülkünde muradına göre
tasarruf ettiğini ifade eder. Melik fiili vasıf olduğunda varlık aleminin onun yaratması ile olduğunu ifade eder. Ve o varlık
alemi onun memleketidir. Aralarında böyle bir fark
vardır. Çünkü "melik" mülkün sahibi, "malik" de "melk"in yani sahip olmanın sahibidir.
İbnü'l-Hassar dedi ki: Allah Teala'dan başkasının bu isimle çağırılması caiz değildir.
Şu hadisten dolayı: Buhari ve Müslim'in Ebu Hüreyre'den rivayet
ettiklerine göre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: "Allah Teala kıyamet günü sağıyla
yeri kabzasına alır, gökleri de katlar. Sonra şöyle der: Şüphesiz Melik benim.
Yeryüzünün melikleri (hükümdarları) nerede? Yine Ebu Hüreyre'den rivayetle Nebi (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Allah katında
en kötü isim kendine "melik'ul-müluk (hükümdarların hükümdarı)" sıfatı verilen
adamdır." Müslim rivayetinde "(Halbuki)
Allah'tan başka Malik (mülk sahibi) yoktur." Süfyan
es-Sevri dedi ki: örnek: Şahenşah
(şahların şahı) Ahmed b. Hanbel
dedi ki: Ebu Amr eş-Şeybani'ye sordum "ah-na':
en kötü"den maksat ne? Dedi ki: En alçak isim."
Müslim'in Ebıl Hüreyre'den aktardığı
rivayette dedi ki: Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
Kıyamet günü Allah'ın en çok öfkeleneceği, katında en habis görüleceği kimse
(dünyada, önceleri) "melik'ul-müluk" diye isimlendirilen kimsedir. Allah'tan başka
melik yoktur."
İbnü'l-Hassar dedi ki: "Din gününün
Maliki"(Fatiha, 4), "Malik'ul-Mülk (ey
mülkün sahibi)" (Al-i İmran, 26) Bu sıfatların kulların hepsi açısından
kullanımının haram olmasında ihtilaf edilmemelidir. "Melik'ül-emlek" de böyle haramdır. Yalın olarak "melik,
malik, me lk"
şeklindeki kullanıma gelince, bu vasfa sahip olanın bu isimlerle adlandırılması
caizdir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Muhakkak ki Allah, sizlere Talut'u
"Melik" (komutan) olarak gönderdi."(Bakara, 247) Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de
şöyle buyurmuştur: "ümmetimden birtakım insanlar bana arzedildiler.
Allah yolunda gazidirler. Denizde sefer düzenleyecekler. Tahtlar üzerinde
melikler olarak veya tahtlara kurulan melikler (hükümdarlar) gibi."
Bununla ne derece önemli ve iktidar sahibi olacaklarına işaret etmiştir. Şöyle
de buyurmuştur: "Yeryüzü önümde toplandı, doğu taraflarını da batı taraflarını
da gördüm. Ümmetimin mülkü de önümde toplanıp gördüğüm yere kadar
ulaşacaktır." Allah Teala'nın bu kullanıma izin
vermesinin sebebi mülkün, şeri bir naiblik olmasındandır. Arap örfünde "mülk" arızi
bir vasıftır. Herhangi bir şeye sahip olan kimseye bu vasıf verilir.
"Mülk",
"melik" "malik" veya "melik"ten gelir. Çoğulu: Müluk vaya Emlaktır.
Mülkün olduğu yerde "memleket" denir. Malik: Cehennem muhafızının
özel ismidir. Binaenaleyh "malik" arapça
sadece sıfat veya özel isim olarak kullanılmıştır.
İbnü'l-Hassar dedi ki:
"Melik"in özel isim olarak kullanıldığını bilmiyorum. Ancak acemler
isim yapıp özel isim olarak kullanmaya başladılar. Çünkü onlarda
"melik" özel bir soyda bulunur başkasına geçmezdi. Bundan dolayı bu
vasfı özel isim olarak kullanmaya başladılar. Çünkü bu vasfa sahip olan
kimsenin bu ismi hususiyetle hak ettiğine inanıyorlardı. Büzüm "mülk"
için "dilediğini gerçekleştirme" şeklinde yaptığımız izah,
birilerinin "mülk, icad etme kudretidir"
şeklindeki izahlarından evladır.
Çünkü kudret, mülkün ifade
ettiği sıfatlardan sadece bir tanesidir. "Muradı gerçekleştirmek" ise
mümkün olan hususları nefy ve ispat ile tahsis etmeyi
gerektirir, kapsar. Bu vasıf da bütün sıfatları, kasdın
tamama ulaşmasını, her türlü emrin yerine getirilmesine ve bunlara benzer
hususları kapsar. Bu hususların beyanı ileride tafsilatlı gelecektir.
Fakih Ebu Bekr b. Arabi
Ebü'I-Hasen el-Eş'ari'den şunu nakleder:
Mülkün hakikatı mutlak tasarruftan gelir. Bu izah az önce
"melik" için yaptığımız izaha yakındır. Bazıları dedi ki:
"Mülk" lafzı "gayb ve müşahade" alemini bilene
delalet eder. "Meleküt" lafzı ise "gaybı bilene" delalet eder. Ancak Allah Teala'nın "O ki her şeyin melekutu
onun elindedir."(Yasin, 83) Buyruğu bu izaha muhalif bir mana ifade
etmektedir. Çünkü "melekutu" her şeyi
kuşatan bir isim olarak kullanmıştır. Bazıları da her iki manayı (gayb-müşahede) her iki lafız ile ifade etmişlerdir.
Bazı alimler
dediler ki: "Mülk Gıpta, nimet, mutluluk, sevinç, lezzet gibi sıfatlarda
mevcut olan bunlarla beraber memleketlerin çokluğu, sınırların genişliğine
sahip olmak, güzel bir itaat görüp emellerin tamamına ulaşmak bunların peşinden
de birçok izzet -ikram, ta'zim ve takdire layık
görülmektedir. Allah Teala'nın "Orada nereye
baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün"(İnsan, 20) buyruğu da bu
manaları ifade eder. Yine "mülk" mülkiyet altında olan şeylerin
adıdır. Bunların hepsi de mahlukun sıfatlarındandır.
Rabbimiz bundan münezzeh ve yücedir. Azim olan yücelik, yüksek şeref O'nundur.
Her şeyona boyun eğmiştir. Rahmeti ve lütfu her şeyi kuşatmıştır. Her emel sahibi onun rahmetini
ummuştur. Her zorda kalan ona sığınmıştır. Hamdeden
ona hamdetmiş, şükreden ona şükretmiştir. Bütün her
şey isteyerek veya istemeyerek ona teslim olmuştur. Onun izni olmadan kimsenin
ondan uzak kalmasa da veya ona yakın bulunmada bir umudu olmamıştır. Hak olarak
Melik O'dur, Mülk yalnız O'nundur.
Tartışması olmayan açık
hususlardan biri de şudur: Mülk, Melik olmayı kapsar. Ancak her bir şeye sahip
olana "Melik" denmez. Lakin her "melik" aynı zamanda
"malik"tir, "Melik" mübalağalı kullanım için evladır. Bir
de şu vardır: "Melik"in emri "malik"e geçer. Öyle ki
"melik"in tedbir ve takdiri olmadan mülkünde tasarruf edemez. Ebu Ubeyde ve Müberred
böyle izah etmişlerdir.
Şöyle de denildi:
"Malik" daha mübalağalıdır. Çünkü hem İnsanlara hem de başkalarına
sahip olur. Malik tasarruf itibariyle yetki alanı daha geniştir. Çünkü şeriat
kanunlarını tatbik onun yetkisindedir. Buna ek olarak sahip olma (temellük)
yetkisine de sahiptir.
İbnü'l-Arabi der ki: Bazı alimler
"Malik"in "Melik"ten daha mübalağalı olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü üç yönden daha kapsamlıdır.
1- Hem hususi şeylere
hem umumi (genel) şeylere izafe edersin. Örneğin, "evin maliki, elbisenin
maliki, arsanın maliki" dediğin gibi, "malik'ul-müluk" hükümdarların maliki de dersin.
2- Çok şeye sahip olana
"malik" denildiği gibi az şeye sahip olana da "malik"
denir. "Melik" ise ancak büyük mülke sahip olana kullanılır. Bu iki
izahı düşünsen ikisinin aynı olduğunu görürsün.
3- Malik'ül-Mülk"
dersin fakat "Melikül-Mülk" diyemezsin.
İbnü'l-Hassar der ki: Bunun böyle
olmasının sebebi şudur: "Malik"ten maksat "mülk" (bir şeyin
mülkünü elinde bulundurmaya) delalet etmektedir. Bu ise "mülk"ü
(kudret, otorite) kapsamaz. "Melik" ise her ikisini ifade eder ve
kapsar. Bundan dolayı mübalağa manasına evladır.
Ebu Hatim dedi ki: Yüce yaradam medh sıfatı olarak "Malik", "Melik"ten
mübalağalıdır. Mahluklar hakkında ise
"melik" "malik"ten mübalağalıdır. İkisi arasındaki fark
şudur: Mahluklardan "Malik" olan
"Melik" olmayabilir. Ancak Allah "Malik" olduğu her şeyde
aynı zamanda "Melik"tir. Binaenaleyh Allah, "Melik" olmakla
sıfatlandığında bu zatının sıfatlarından olur. "Malik" ile
sıfatlanacak olursa bu fiilinin sıfatlarından olur.
İbnü'l-Hassar dedi ki:
"Melik"e gelince açık bir şekilde emirlerinin tatbik edildiğine,
yerine geldiğine delalet eder. Çok daha eşsiz mana da ifade eder. Bu manalardan bazıları: Zatın keremi (yüceliği) sıfatlarının,
münezzehliği. Bundan dolayı şöyle buyurur: "Hak, Melik olan Allah"
Müteali olmuştur (münezzehtir, ne
yücedir)."(Taha, 114) Mukaddes zatının tenzihi ile başlamıştır. "Mülk
elinde olan mübarektir (Ne yücedir )."(Mülk, 1) "Gökte olan her şey
ve yerde olan her şey Melik, Kuddus, Aziz ve Hakim olan Allah'ı durmaksızın tesbih
eder."(Cuma, 1) Resulullah da şöyle buyurur:
"üç kimse vardır ki kıyamet gününde Allah onlarla konuşmaz onları
arındırmaz, yüzlerine bakmaz. Onlar için can yakıcı bir azap vardır."
Bunlar arasında yalan söyleyen "Melik"i (hükümdar, devlet başkanı)
zikretmiştir. Bu "yalancı melik"e yöneltilen tehdit kendini adi
şeylerden tenzih etmesinin vacip olması, onun da buna riayet etmemesi
dolayısıyladır. Çünkü hükümdar için bu yalan söylemeyi gerektirecek bir zaruret
de yoktur. Demek ki buna alışmış ve artık sefil insanların ahlakını huyedinmiştir.
Hükümdarların kerem, nezahat ve alicenaplılıklarına
örnek Mesudi'nin yolunu kaybeden hükümdar ile
aktardığı kıssadır. Def -i hacet için inmiş atını da çobanlardan birine
vermişti. Çoban da gemin süslerini çözmeye başlayınca hükümdar onu gördü. Bunun
üzerine onu görmediğini ima etmek için yüzüne perde indirdi ve işini tamamen
bitirinceye kadar bekledi.
Derim ki: Bu kıssanın
benzeri de Behram-ı Ğur'dan
aktarılır. Avlanmak için çıkmıştı. Karşısına bir zebra çıktı. Kovalamaya
başladı. Nihayet o zebrayı yakaladı. Arkadaşlarından ayrılmış, yalnız kalmıştı.
Zebrayı boğazlamak için
atından indi. Yakında bir çoban gördü. Ona dedi ki: Atımı tutarmısın?
Kendisi hayvanı boğazlamakla meşguloldu. Şöyle bir
gözü çobana kaydı. Baktı ki çoban atının eyerinin mücevherini söküyordu. Yüzünü
başka tarafa çevirip, "ayıbı izlemek ayıptır" kendini savunma gücü
olmayanı cezalandırmak basitliktir. Affetmek de hükümdarların
karakteridir." dedi. Sonra da şöyle dedi: Genç! Atımı getirirmisin?
Getirince Behram çobanını omuzuna
vurarak şöyle dedi:
Genç! Hayırdır, şah
damarın atıp duruyor. Sanki atımızla senin topraklarına girmemiz seni korkutmuş
gibi. Dedi ki: Evet, öyle oldu. Bende başka yere gitmeye karar verdim. Behram dedi ki: Korkma! Burası içindekilerle beraber
senindir. Çoban dedi ki: Hükümdarlar bir şey söylediklerinde hemen bunu
yaparlar. Behram atına bindi ve şöyle dedi:
Peşimden gel. Bu araziyi
sana belgeleyeyim. O da peşinden gitti. Veziri onu görünce dedi ki: Şevketli
padişahım atının eyerinin mücevherinin sökülmüş olduğunu görüyorum. Dedi ki:
Doğru. Onu geri vermeyecek biri çıkardı. İspiyon etmeyecek biri de onu gördü.
Kim de onları bulursa almaya kalkmasın.
Derim ki: Buna benzer
bir şey Said b. el-Asi'den rivayet edilmiştir. Arkadaşlarıyla
beraber otururken çocuklarından biri getirildi. Boynunda altın bir kolye vardı.
Hizmetçiler mecliste oturanlara arasında gezdirmeye başladılar.
Meclistekilerden biri o kolyeyi aldı. Said de onu
gördü. Çocuk cariyeye geri verilince kolyeyi sordu. Said
dedi ki: Çocuğu al git, kolyeyi geri vermeyecek biri aldı. Onu ispiyon
etmeyecek biri de gördü.
İbnü'l-Hassar dedi ki: Bu merhub olan bir zatın keremli bir davranışıdır. Gayrı alimlerin Rabbinin suçlulara nasıl davranacağını var sen
düşün. Dedi ki: Bu sıfat kemali de kapsar. Bundan dolayı her şeyin maliki
olmaya hak sahibidir.
Allah'ın şu buyruğunu
görmez misin? "Allah onu size tercih etti, hükümdar seçti. İlim ve bedeni
kuvvet bakımından üstünlük verdi."(Bakara, 247)
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in
de şu buyruğunu? "İmamet Kureyş'tedir." Kureyş Araplar'ın en faziletli
kabilesidir. Araplar da acemlerden (arap
olmayanlardan) faziletlidirler. Aynı şekilde cemal sıfatı da mülkün kemalinden,
melikin ziynetindendir. Bu konuda herhangi bir ihtilaf yoktur. Aynı zaman mülk,
kudret ve iradeyi gerektirir. Bu iki sıfat da melik için zaruridir. Çünkü eğer
kudret ve irade sahibi değilse, emirleri hükümleri yerine gelmiyorsa düşmanları
onu mağlup ederler, reayası da ona olan saygılarını kaybederler. Bu sıfat aynı
şekilde kurtuluşu olmayan kuvveti, emir -nehiy sahibi olmayı, mükafaat ve cezaya kadir olmayı gerektirir. Süleyman'ın şu
sözünü görmez misin? "Hüdhüd'ü neden yerinde
göremiyorum? Yoksa gaiblere mi karıştı?" Elbette
onu şiddetli bir azaba çarptıracağım veya onu boğazlayacağım yahut bana
kuvvetli bir delil getirir."(Neml, 20-21) Peygamberimizin siretinde
böyle bir şeyasla bulamazsın. Çünkü Allah onu kul bir
peygamber olmakla melik bir peygamber olmak arasında muhayyer edince o da kul
bir peygamber olmayı seçince hiçbir zaman uzanarak yediği dahi görülmedi.
Uzanarak yemek, hükümdarların en alt seviyedeki vasıflarıdır. Bunu yapmamışken
ondan nasılolur da Süleyman (a.s.)'dan
sadır olan bir fiil sadır olur. Allah Teala
Süleyman'a böyle davranması için izin vermiştir. Çünkü mülk ancak böyle bir
disiplin ile elde tutulur. Bu sıfat yine kuvvet, azamet, kudret, kahr, üstünlük, hükümde istibdadı da gerektirir. Bunların
hepsini de Allah Teala'nın "Bugün mülk kimindir?
Yalnız Bir ve Kahhar olan Allah'ındır."(Ğafir,
16) toplar. Aynı şekilde verme-men etme, zarar verme- fayda verme sıfatlarını
kapsar. Herhangi bir sebep veya istihkak olmaksızın bunlara sahip olmayı
gerektirir.
Şu buyruklarını görmez
misin: "Bütün mülk kudret elinde olan Allah, her türlü noksanlıktan
münezzehtir, ne yücedir. O, her şeye kadirdir. Amelce hanginiz daha güzeldir,
diye sizi imtihan etmek için hem ölümü hem hayatı yaratan O'dur. O, Aziz'dir, Hakim'dir." buyruğundan surenin sonundaki "Dedi
ki: Bana söyleyin, eğer suyunuz, yerin dibine kadar giderse size bir akarsu kim
getirir?"(Mülk, 30) buyruğuna kadar. Dünya ve ahiretin
her hususu her zarar ve fayda, her verme ve mahrum bırakma, diriltme ve öldürme
kudretine, mükellefiyetlerle imtihan etme hususuna bağlıdır. Bu husus da
"hak melik"e ait olan her sıfatı kapsar.
Aynı şekilde iyiliklerin
ve kötülüklerin karşılığını vermeyi, cürüm işleyenlerden intikam almayı,
emirleri yerine getirmenin mükafaatını vermeyi,
nehiyleri çiğnemenin cezasını vermeyi, iyilik yapanlara lütuflarda bulunmayı,
hata edenleri affetmeyi gerektirir. Bundan dolayı kendini, "Din gününün
Malik'i" olmakla vasfetmiştir.
Aynı zamanda
"mülk" yardımcıların ve orduların bulunmasını gerektirir. Bundan
dolayı Süleyman şöyle dedi: "Onlara dön (ve şunu söyle):
Andolsun karşı gelemeyecekleri ordularla varırım da oradan
kendilerini zillet içinde hor, hakir halde çıkarırım."(Neml,
37) Peygamberi hakkında da şöyle buyurmuştur: "Onu göremediğiniz ordularla
(askerle) destekledi. "(Tevbe, 40) Yine şöyle
buyurmuştur: "Onların üzerine rüzgar (fırtına) ve
görmediğiniz ordular gönderdik."(Ahzab, 9) Yine
buyuruyor ki: "Rabbinin ordularını ondan başka bilen yoktur."(Müdessir, 31) Cenneti müttakilere,
cehennemi de mücrimlere hazırladığını haber vermiştir.
Aynı şekilde
takdim-tehir, velayet verme-az at etme yetkisini de gerektirir. Bundan dolayı
Allah Teala şöyle buyurur: "Dedi ki: Ey mülkün
maliki olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin Mülkü dilediğinden çekip
alırsın. Dilediğini aciz kılarsın, dilediğini zelil edersin. Hayır
bütünüyle senin elindedir. Muhakkak ki sen her şeye Kadirsin."(Al-i İmran,
26)
Aynı zamanda lütfetmeyi,
ihsanda bulunmayı, affetmeyi, bağışlamayı gerektirir. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bunu emretmiştir. Bu hususa delalet eden ayetler de sayılamayacak kadar çoktur.
"Melik'te bulunması
gereken hasletlerden biri de adalettir. Bu konudaki ayet ve hadisler oldukça
çoktur. Sahih hadiste Allah Teala: "Melik benim,
Deyyan (amellerin karşılığını veren) benim. "
Mülk hasletlerinden biri
de hikmettir. Hikmet de her şeyi yerli yerince değerlendirmek, memleketinde
bulunan ilim, akıl ve tecrübe ehliyle mülkünün idaresinde yardımlaşmak,
istişare etmektir. İşte Belkıs, güneşe tapan cahili bir kadın olmasına rağmen
şöyle demiştir: "Ey seçkin topluluk! Bana bu işim hakkında bir fikir
verin. Sizin görüşünüz olmadan ben, hiçbir işi yapmış değilim."(Neml, 32) Onların düşmana mukavemetteki azimlerini,
iktidarlarının devamını sağlayacak konudaki kararlılıklarını, ona itaatteki
samimiyetlerini sınamak istemiştir. Çünkü Belkıs da biliyordu ki canlarını
mallarını bu uğurda fedaya hazır değillerse düşmana mukavemete gücünün
yetmeyeceğini biliyordu. Sözleri, kararlılıkları ve azimleri bir değilse bu
karışıklık düşmana yardımcı olur. Onları sınamasa, ne derece azimli olduklarını
bilmese onlar hakkında yeterli malumata sahip olamaz. İstişare etmeden başına
buyruk karar alması da ona itaati gevşetebilir, görüş ayrılıklarına sebep
olabilir. Onlarla istişaresi onlarla istediğine de yardımcı olmuş olur. Onlarınne cevap verdiğini görmez misin? "Dediler ki:
Biz güçlüyüz ve cesur savaşçılarız. Bununla beraber emir, karar senindir. Artık
bak, ne karar vereceksin."(Neml, 33) Emre
itaatte en ileri adımı attılar. Bununla beraber savaşa, ölüme hazır olduklarını
ilan edip güç ve kuvvetlerinden söz ettiler. Onlar bu konuda üzerlerine düşeni
yapınca O, onlar için daha az zararlı olanı gözetti, ihtiyat üzere bir karar
aldı. Allah Teala'da vahiyle düşmanlara mukavemet
eden peygamberine şöyle demiştir: "İş konusunda onlarla istişare
et."(Al-i İmran, 159)
Bazan "Melik" kimseyle paylaşmadığı bir sırra, bir
karara sahip olabilir. Allah Teala şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet bilgisi onun yanındadır. Yağmuru yağdırır."(Lokman, 31) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de bir gazveye niyetlendiğinde başka tarafları ima
ederdi. "Melik"in (hükümdarın) kapıyı (reayaya) kapattığında özel
hükümleri, perdeyi kaldırdığında da özel hükümleri vardır. Bol bol dağıtırken, kemer sıkarken, hassa ile muamelenin, amme
ile muamelenin, yönetimi vezirler arasında taksim ederken, vezirlerle
otururken, heyetlerle görüşürken, orduyu idare ederken, gelirleri payederken, mülkü elde tutmaya gayret gösterirken. Bu
konuların hepsinin kendine ait özel hükümleri vardır. Bu hususların tafsilatını
vermek mümkün değildir. Maksat sadece bu hususlara dikkat çekmektir. Uzatmak
niyetinde değiliz.
Bu ismin Allah Teala için varid olduğu
kullanımları Kur'an-ı Kerim'den düşünmek istersen,
Mevcudatın hepsinin ona muhtaç olduğunu göz önünde tutmakla beraber şöyle yap:
Kendini en büyük melikin
huzurunda duruyormuş gibi temsil et. O ki, gizli açık her şeye muttalidir. Her
şeyi kuşatmıştır. Kullarına şöyle hitap etmekte: "Ey kullarım! Benden
korkun!"(Zümer, 16), "Ey insanlar!
Rabbinize ibadet edin."(Bakara, 21) Öğüt veriyor, müjdeliyor, hatırlıyor,
uyarıyor, tehdit ediyor, korkutuyor, sevgi gösteriyor. Rahmetiyle müjdeliyor,
kendisine karşı seni uyarıyor. Geçmişte dostlarına veya düşmanlarına neler
yaptığını anlatıyor. Her bir fırkanın sonunun ne olduğunu, hepsinin de
dönüşünün ona olduğunu haber veriyor. Her nefse kazandığının karşılığını
vereceğini söylüyor. Sonra sana duyularınla veya aklınla idrak edeceğin
ayetlerini açıklıyor. Sana senden önce geçen atalarını, geçmişlerini
hatırlatıyor. Sıhhatin ve afiyetin üzerindeyken bunların Daim olup kesilmemesi
için yapman gerekenler konusunda seni uyarıyor. Bununla beraber iyliği on katıyla mükafaatlandırdığını,
kötülüğe ise mislince ceza verdiğini birçoğunu da affettiğini anlatıyor. Ek
olarak sana tuzak kuranların tuzaklarını tarif ediyor, dostlarını, münafıkların
içindeki itikatları muttali kılıyor, gizledikleri hainlikleri ortaya saçıyor.
Salih kullarını övgülerle yad ediyor, menkibe ve faziletlerini anlatıyor. Dünya ve ahirette onlara ihsan ettiği güzel akıbetlerden söz ediyor.
Dostlarına hazırladığı eşsiz nimetleri, düşmanlarına hazırladığı elem verici
azabı dile getiriyor. Sonra yakın olduğunu, her haline muttali olduğunu ve
cezasının hızlı olduğunu anlatıyor. Kim ona tevekkül ederse ona yeteceğini, kim
onunla yetinirse ona kafi geleceğini, kim ona sığınırsa
onu koruyacağını, kim ondan yardım isterse yardım edeceğini, kim de yüz
çevirirse ondan yüz çevireceğini vaad ediyor.
Sonra onun her şeyi
kuşattığını, her şeyin üzerinde adaletle, muhafaza ve riayetle kaim olduğunu, mesietinin nafiz, muradının tam olduğunu, dilediğini
yaptığını, dilediği hükmü verdiğini, emrini reddedecek, hükmüne şerh düşecek
bir varlığın bulunmadığını ifade eden ayetler üzerinde iyice düşün.
Sonra herkesin önünde
zelil olduğunu, ona yalvardığını, her şeyin emrine boyun eğdiğini, her şeyi
emrince musahhar kıldığını, azimet ehlinin azmini
kırdığını, devletleri değiştirip yok ettiğini, takdir ve sebeplerin sonuçlara
muvafık olduğunu, bunların hepsinin bozulmayan bir nizam, şaşmayan bir hesap
üzere devam ettiğini iyice düşün.
İbrete şayan en büyük
hususlardan biri, müjdelerinin ve tehditlerinin gerçekleşmesi, evliyaların
düşmanlarına galip gelip, peygamberlerin doğruluğunun ispat olmasıdır.
Bu isim ona isimlerden
biridir. İsimlerin çoğunun veya hepsinin manasını muhtesidir.
İsimler arasında buna benzer yoktur. Bundan dolayı özel isim olarak sadece onun
hakkı olmuş ve başkasında olmayan on hususi vecihten dolayı bu isimle
isimlendirilmeye hak sahibi olmuştur:
1- Mülkün ona muhtaç
olmasının varlığı.
2- Her melikin mülkü,
ondandır.
3- Bir şeye
"ol" der "oluverir."
4- Mülkler, memluklar
olmadan mülk onun için sabittir, vardır.
5- Yardımcılara muhtaç
değildir.
6- Mülkün dünya ve ahireti kuşatması.
7- Ordularının gücünü
kuşatmak, sayısını bilmek mümkün değildir.
8- Mülkü hiçbir şekilde
zail olmaz.
9- Akıllılar, ona
ortaklığı imkansız görür.
10- Mülkünü, mülkünde
küçük-büyük hiçbir şey kendisinde gizli kalmayacak şekilde kuşatması, "O
evveldir, ahirdir. Zahir'dir, Batın'dır. Ve O, her şeye Kadirdir."(Hadid, 3) Bunu bilen, onun hak- "Melik" olduğunu,
başkasının bu ismi almayacağını bilir. Allah Teala
buyuruyor ki: "Dedi ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım!.."(Al-i
İmran, 26-27) Bu iki ayeti hakkıyla düşünen Allah'tan başka melik, Allah'tan
başka mülk olmadığını bilir.
Kadı Ebu
Bekr b. Arabı der ki: Allah
Teala melik olmasının gerektirdiği birtakım
sıfatlarla mahsustur. Bunları on bir hüküm idare eder:
1- O dilediğini aziz
eder (yüceltir), dilediğini zelil eder. O'nu küçük düşürmek mümkün değildir.
2- Başkasına mülk veren,
başkasından mülkü çekip alan O'dur.
3- Başkasına imkan veren, başkasını mahrum bırakan O'dur.
4- Velayet verir,
azleder. Kimse onu azledemez.
5- İzzet ve sultan
yalnız onundur. Kimse bunlarda ona ortak değildir.
6- Hükmeder, kimse onun
hakkında hüküm veremez.
7- İnfak onun elindedir.
Rızık verir, vermez. Yedirir, yedirmez.
8- Acı verir, acı
çekmez.
9- Zarar fayda verir.
Onun için zarar-fayda söz konusu değildir.
10- Korur, korunmaya
ihtiyacı yoktur.
11- Arz ona olunacaktır.
Sevap ceza onundur. Af yalnız ondan umulur. Her sıfata dair bir ayet bir hadis
de vardır.
Binaenaleyh her
mükellefin, bunu itiraf etmesi, Allah'ın apaçık hak melik olduğunu, bir
olduğunu, ortağı bulunmadığını bilmesi vaciptir. Kendini her melikin maliki olana
memluk (köle) gibi görmelidir. Melekutuna ibretle
bakmalıdır. İzhar ettiği mülk ve kudreti ile vahdaniyyetine
delil aramalı, getirmelidir. Melik olsa da rabbine muhtaç olduğunu bilmelidir.
Eğer bazı hususlarda kendisine ihtiyaç duyuluyorsa ihtiyaç duyulan hususlarda
mülkten bir payı olur. Bununla da melik olarak isimlendirilir. Ancak bu da ona
rabbinden gelmiştir.
İbadette mülkün hakikati
ise Allah'tan başkasına ait kölelikten kaçınan, onunla müstağni olup başkasına
iltifat etmeyendir. Bundan dolayı bazı salih zatlara,
bazı hükümdarlar şöyle cevap vermişlerdir: Asıl benim bunu sana söylemem
gerekir. Benim iki kölem var bunlar senin efendin konumunda. Hırs ve heva (arzu), ben bunları mağlup etmişim, onlarsa seni
mağlup etmişler. Ben onlara malik olmuşum, onlarsa sana malik olmuşlar.
Şair ne güzel de
söylemiş:
Nefsime malik oldum
-önceleri köleydim-
Özgür oldum, hayatım
huzur doldu.
Artık rabbimin her
hükmüne razı oldum.
Rabbimin hükmüne rıza
göstermeyeceksem, ne yapayım?
Kul, Allah'a ait olan mülk
ve otoriteyi bilirse o zaman emanet olarak sahip olduklarıyla cimrilik etmemesi
vazifesidir. Müsamahakar bir karaktere sahip
olmalıdır. Elindekilerle sadece sayılı birkaç gün malik olmuştur. Eğer bunları
sahibine güzel bir şekilde iade ederse mülkün en şereflisine kavuşur. Yerine
çok daha büyük bir mülke nail olur.
Şeyh Ebu
Ali ed- Dakkak şöyle derdi: Halefe (yerine
geleceğine) inanan teleften korkmaz. Anlatıldığına göre: Hatim el-Asamm bir gün oruçluydu. İftarlığı önüne konuldu. O sırada
bir dilenci geldi. Tabağı ona verdi. Tam o sırada her türden yiyecek ve
tatlının olduğu bir sofra önüne konuldu. Yine bir dilenci geldi, tepsiyi olduğu
gibi verdi. Bu sefer altın dolu bir kese önüne bırakıldı. Bu sefer kendine hakim olamadı ve "Haleften imdat! Haleften imdat! (Yani
her verdiğimin yerine Allah'ın daha güzelini halef olarak vermesine nasıl
mukabele edeceğim, nasıl şükredeceğim?) diye haykırdı. Komşuları arasında Halef
adında biri vardı. İnsanlar ona koşuştular, dediler ki: Hocaya neden eziyet
ediyorsun? Baksana nasıl bağırıyor. Sonra adamı tutup Hatim'in yanına
getirdiler. Hatim dedi ki: Ben onu kastetmedim. Fakat Allahın nimetine şükürden
aciz kaldım. Zira ne versem hemen yerini dolduruyor.
Rabbiyle iktifa edip
başkasına ihtiyaç duymaması hakkıdır. Çünkü hak olarak Melik olan O'dur, mülk onundur.
Şakik el-Belhi'den anlatıldığına göre,
şöyle dedi: Tevbemin ilk adımı şu olaydı: Kurak geçen
bir senede sevinçten eğlenen bir köle gördüm. İnsanlar ekinlerin iyi gelir
vermemesinden dolayı çok üzgünlerdi. üzgünlükleri
hallerinden belli oluyordu. Ben de ona dedim ki: Bu sevincin, mutluluğun sebebi
ne? İnsanlarınne derece üzgün olduklarını görmüyor
musun? Bana dedi ki: Benim ekinle, biçmekle ne alakam olabilir? Efendimin
(sahibimin) kendine ait bir köyü var. İhtiyacı olan oraya gidip ihtiyacını
alıyor. Bunun üzerine kendi içimde şöyle dedim: Bu köle efendisinin kendine ait
bir köyü olduğu için tedirgin olmuyorsa ben nasıl tedirgin olur, endişe
duyarım. Halbuki benim efendim Meliku'l-müluk'tur. Yaptıklarımdan vazgeçip Allah'a yöneldim.
Sonra alimler
arasında herhangi bir ihtilaf olmaksızın Müslümanlar'ın
başkalarına bir imam tayin etmeleri vaciptir. Sahabeler de ilk olarak Sıddık (r.a.)'ı öne geçirmekte icma
ettiler. İlk adımı Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem)'in vefat ettiği gün olmuştu. Sonra icmaları tamamlanmıştı. Bu konuda sağır olandan başkası
muhalefet etmez çünkü muhalefet eden şeriatın emirlerine karşı sağırdır,
demektir. İmametin hükümleri ve şartlarını "el-Cami' li
ahkami'l-Kur'an"
tefsirimizde izah etmiştik. Ancak burada bir kısmını aktaralım.
Alimlerin, en alimi, en faziletli ve en müttaki
olanı seçmeleri vaciptir. Şayet imamet şartlarının hepsi
bulunuyorsa. Nitekim ashab-ı kiram böyle
yapmışlardır. İmametin şartları on bir tanedir: Akıl, büluğ,
erkek olmak, hürriyet, İslam, adalet, müctehid olacak
şekilde hükümleri bilmek, neseb; Kureyş'ten
olmalı, savaş vs, tedbirlerle İslam vatanını koruyabilecek görüş ve kabiliyette
olma, azalarında herhangi bir özrün, noksanlığın olmaması. Bu şartların aslını
oluşturan delil, Allah Teala'nın:
"İlim ve bedeni
kuvvet bakımından ona üstünlük verdi."(Bakara, 247) buyruğudur. Önce
azaların selametine delalet edecek sıfatı zikretti. "Onu seçti."
ifadesi de nesep şartına delalet etmektedir.
Sahih hadiste de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "İmamet Kureyşte'dir."
ehliyet sahibi, tecrübe ehli, ileri görüşlü olmanın aranmasına gelince çünkü
böyle olmazsa İslam vatanın istilaya uğramasından Müslümanlar'ın
helak olmasından ve beldelerin harap olmasından korkulur. En faziletli olması
gerektiğine gelince çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur: İmamlarınız şefaatçilerinizdir. Kimden şefaat isteyeceğinize
dikkat edin. Alim olması gerektiğine gelince çünkü
imam hadleri ikame etmek, husumetleri karara bağlamakla mükelleftir. Ayrıca zekatı toplar, Müslüman erkeklerin ve kadınların maslahatını
gerçekleştirmeye çabalar. Bunlar ancak ilim ile olur.
Bundan sonra da bütün insanların
dinlemek ve itaat Allah'ın kitabı ve Resulünün sünnetini ikame etmek üzere biat
etmeleri vaciptir. Kim de bir mazeretten dolayı geri durursa mazur görülür. Kim
de bir mazereti olmadan geri durursa Müslümanlar'ın
birliği bozulmasın diye zorla biat etmeye mecbur edilir. İki halifeye biat
edilmesi halinde ikinci çıkan öldürülür. Bu da iki imamın olamayacağına delil
olur. Çünkü bu nifak, muhalif cephenin çıkması ve tefrikaya, bölünmeye yol
açar. Neticesinde fitneler baş gösterir, nimetler zail olur. Ancak sınırlar
genişler, memleketler uzak kalırsa -örneğin Endülüs ile Horasan gibi- bu
durumda caiz olur. Nitekim aynı asırda iki peygamberin gönderilmesi caizdir.
Nübüvvet böyle ise imamette de caiz olması evladır. Bu ise imameti iptale yol
açmaz. Fakat cumhuru ulema aynı asırda iki imamın bulunmasının caiz olmayacağı
görüşündedirler. Çünkü Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur: "İki halifeye beyat edilecek
olursa son çıkanı öldürün." Denildi ki: Öldürülmesi, azledilmesi,
imametten indirilmesi manasındadır. Su da denildi: Hayır öldürmek, boynunu
vurmak, kanını mübah saymaktır. Ne ümmet içinde ne de
imamlar arasında bir dönemde aynı beldede iki halife tayin etmenin caiz
olmayacağı konusunda herhangi bir ihtilaf yoktur. Bunu bilmiş olasın, Tevfik
Allah'tandır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: