EL-ESNA Fİ ŞERHİ ESMAİLLAHİ’L-HÜSNA VE SIFATİHİL ULYA |
1- ALLAH |
Bu isim, isimlerin en
büyüğü, isimlerin manalarını en kapsayıcı olanıdır. Allah Teala
yüce kitabını bu isimle açmıştır: Bismillah ...
(Allah'ın adıyla) "el-Hamdulillah"
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de buna uymuştur. Bundan dolayı mektuplarına
"Bismillah" ile başlardı. Hitabetine de "Bismillah", "Elhamdulillah"la giriş yapardı. Ardından bütün alimler buna uymuşlardır. Hangi biri bir kitap yazacak veya
bir konuşma yapacak olursa mutlaka "Bismillah ve Elhamdülillah" ile
başlardı. Allah Teala buyuruyor ki:
"En güzel isimler
Allah'ındır. O'na bu isimleri vesile ederek dua edin."(A'raf,
180) İsimlerin hepsini bu isme nispet etmiştir. Aynı şekilde Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Muhakkak ki Allah'ın doksan dokuz ismi
vardır, yüzden bir eksik. Kim bu isimleri ezberlerse cennete girer. Vitrdir (tektir) vitri sever." buyurmuş, aynı isimle
başlamıştır.
Sonra bu ismin kitapta
ve sünnette ne kadar tekrarlanacağı sana gizli değildir. Özellikle Haşr suresinin sonu AyetüI kürsi ve Mücadele suresinde. Zira Allah'ın bu ismi, bu
surenin bir veya iki ayeti müstesna her ayetinde zikredilmiştir. Bu ismin
Allah'ın en azim (büyük) isimlerinden olduğunda ihtilaf yoktur. Çünkü Yüce Mevla'dan
bahsederken şayet bu isimleri tefsir etmek istersen bu isme dönersin. Örneğin,
şöyle dersin: el-Melik, Allah'tır, el-Kadir Allah'tır, el-Alim,
Allah'tır, el-Halik, Allah'tır v.b. isimler. Dünyada Ademoğullarından
hiçbir ümmet bu isme yabancı değildir, hepsi bu ismi bilir. Bilakis
atalarından, bugüne dillerindedir. Nitekim Nuh'un kavmi şöyle demişti:
"Allah dileseydi melekleri indirirdi. Biz geçmiş atalarımızdan böyle bir
şey (peygamberlik) işitmedik."(Mü'minun, 24) Hud'un kavmide: "Sen bize
yalnız Allah'a ibadet edelim diye mi geldin."(A'raf,
70) dediler. Yine dediler ki: "Bu adam ancak Allah'a yalan iftirasında
bulunmuş bir adamdır."(Mü'minun, 38)
Ğafir suresinde de Allah Teala
yalanlayan ümmetleri helakinden haber verirken şöyle buyurmuştur: "Bizim
azabımızı (gücümüzü) görünce biz yalnız bir olarak Allah'a iman ettik
dediler."(Ğafir, 84) Allah Teala'nın
kıssalarını bize anlattığı hiçbir ümmet yoktur ki bu isim onlar tarafından
biliniyor olmasın, dillerinde kullanılıyor olmasın. Bu ismi ancak nadir sayıda
kişi tanımaz olabilir. Firavun, Nemrud ve bunların
dinine mensup olan Dehriler ancak bilmeyebilirler.
Allah Teala bu en büyük ismi aralarında bilinir
bırakıt ki haklarında hüccet kaim kılsın. Bu vesile ile Allah, hüccetini,
peygamberlerinin hüccetini apaçık ayetlerini inkar
eden, yalanlayan kafirlere karşı takrir etmiştir. Buyuruyor ki: "Onlara
sorsan, gökleri ve yeri kim yarattı" "Allah"
diyecekler."(Lokman, 25) Bunun benzeri Hz. Muhammed'i yalanlayanlara karşı
daha birçok takdiri vardır.
Şu da var ki bunun böyle
olması onların bazılarının iddia ettiği gibi bu ismin medulünü
bildiklerine delalet etmez. Onlar için yaygın olan bu isimdi. Ancak ismin
medlulünü bilmiyorlardı. Bundan dolayı şöyle buyurmuştur: "Onların
çoğunluğu Allah'a ancak şirk koşarak iman ederler."(Yusuf, 106) ümmetlerde
galip olan hal buydu. Kur'an ayetlerinin çoğunluğu
buna şahitlik eder. Buhari ve Müslim'de de İbn Mesud'dan rivayet edildiğine
göre dedi ki: Kabe'nin yanında üç kişilik bir gurup
toplandı. İkisi Kureyş'li biri Sakifliydi
veya ikisi Sakif'li biri Kureyş'liydi...
Bu hadis "Semi' bölümünde geçmişti. Bu ismin delalet ettiği manaları
bilselerdi, O'nun Rab ve Rahman ile isimlendirilmesini inkar
etmezlerdi. Şuayb (a.s) da: "Rabbinizden
bağışlanma dileyin sonra ona tevbe edin. Şüphesiz
benim rabbim Rahim'dir, Vedud'dur."(Hud, 90-91) deyince: Allah Teala da Kureyş kafirleri
hakkında: "Onlara Rahman'a secde edin denilecek olursa "Rahman
nedir" senin bize emrettiğine mi secde edeceğiz" derler.(Furkan, 60)
Buhari ve Müslim'de de Süheyl b. Amr'ın Hudeybiye olayında rivayet olunduğu üzere Nebi (s.a.v.)'e
şöyle dedi: Rahman'a gelince biz, Rahman nedir bilmiyoruz. Ancak "Bismikellahümme" şeklinde yaz.
Onlar, kefaleti ve
terbiyesi altında bu kadar açık delillerine Zahir beyanlarına rağmen
"Rab" isminin manasını bilmiyorlarsa, nimetleri içinde yüzmelerine,
rahmeti sayesinde azaplarını ertelemelerine rağmen "Rahman"ı
bilmiyorlarsa manası kapalı olan, gerektirdiği manaların esasların cahili
oldukları "Allah" isminin manasını nasıl bilsinler. Zira bu isim iade
ettiği mana ile herhangi bir sıfata işaret etmemektedir. Ayrıca kendisiyle
bilinirlilik kazanacağı herhangi bir nispet veya tealluku
yoktur. Veya özel bir neticesi olan bir fiili de gerektirmemektedir.
"Rahman"ı ismini bilmemeleri bu ismin mefhumunu bilmediklerinin
delilidir. Bilakis bu isim onlara taklid ve telkin
yoluyla geçmiştir. Allah'ın bu ismi yeryüzünde muhafazası büyük bir hikmettir.
Onların dillerinde bu ismi icra etmiştir. Manasını bilmeseler de ikrar ederler.
Buna dayanarak onun için vacip olan ali sıfatlarını ve
güzel isimlerini inkar ederler. Halbuki bu isimlerin
tecellisi ve onun varlığına şahit olan delaleti açıktır. Öyle ki Allah dünyanın
zevalini istese mü'minlerin ruhunu kabzeder bu ismi inkarcıların dilinden alır. Tam o sırada yakin olan hak
onları bastırır. Buhari'de şöyle geçer:
"Yeryüzünde "Allah" diyen var oldukça kıyamet kopmaz."
Nitekim bu hususu Tezkire kitabımızın sonunda açıklamıştık.
Hiç kimse de bu isimle
isimlendirilmiş değildir. Bu Celil olan Allah'ın hususi ismidir. Allah
cahillerin akıllarından ve dillerinden bu isim ile isimlendirilmeyi çekip
almıştır. Bu konuda görünen fiziki bir mani bulunmamaktadır. Çünkü bu ismi
diline dolayan cahiller'in çoğunluğu onu alemlerin rabbi olan yaratıcıya mahsus isim olarak dile
getirmişlerdir. Bu ismin bir mahlukun ismi
olamayacağını bilirler. Kulların çoğunluğu bu esas üzere taklid
olarak kullanmışlardır. Bunu beyan ederken Yüce Mevla şöyle buyurur:
"Onlara sarsan gökleri ve yeri kim yarattı?,
"Allah" diyecekler. "(Lokman, 25)
Allah var olan, uluhiyet sıfatlarını, cem eden, vahdaniyyet
ile münferid olan, rububiyet
sıfatlarıyla vasfedilmiş Hak Teala'nın
ismidir. Ondan başka ilah yoktur. Vacibü'ı-vücud'dur. Rab'dir, hak mabuddur.
Her türlü noksanlıktan afetten, ayıptan münezzehtir. Ortağı yoktur. Benzeri
yoktur. Dengi yoktur. Hayır onun katındadır. Ne
dilerse onu yapar. O münezzehtir. Azameti, kibriya,
izzet, şeref, övgü, dilediği her şeye kadir olma, düşmanları kahr ve mağlup etme yalnız onundur. Şefkat, merhamet, kerem,
minnet, sevgi, af, iyilik, verilerine nimet yalnız onundur. Ondan başka İlah
yoktur.
Bu isim hakkında alimler farklı kanaatler bildirmişlerdir. Bu isim zatın alemi (özel ismi) midir? Şöyle ki Yüce Mevla'ya konulmuş onu
ifade etmek adına kullanılan diğer özel isimler gibi bir özel isim midir?
Başında bulunan elif lam da isimden ayrılmaz bir parçadır. Tarif veya başka bir
şey için değildir. Bu görüş, Şafii, Halimi, Ebü'l-Meali,
Hattabı, Gazzall, Kadı Ebu Bekr b. Arabı,
Ebü'l-Hasen b. el-Hassar ve birçok muhakkim alimin mezhebidir. Aynı şekilde (lügatçilerden) Ebü Osman el-Mazini, Ebü'l-Hasen b. Keysan ve Mufaddal'ın mezhebidir. Bu konuda Halil'den iki görüş
gelir, Sibeveyhi bunları aktarmıştır.
Sonra bu konuda iki
vecih üzere ihtilaf etmişlerdir. Birincisi: Bu isim Arapçadır. Bu ismi ilk
olarak araplar koymuşlardır. İkincisi: İbranicedir.
Sonra Araplar bu isme dillerine taşımışlardır.
İlim ehlinin çoğunluğu
bu ismin müştak (türemiş) bir isim olduğu görüşünü benimsemişlerdir. Sibeveyhi şunu rivayet etmiştir: Bu ismin aslı, el-İlah
idi. Elif lam hemzeye bedelolarak getirilmiştir. Sibeveyhi der ki: Aynı en-Nas
gibidir. Aslı "ünas"tır. Sibeveyhi'in bir görüşü daha vardır ki, bu görüş
talebelerinin de tercihidir. Bazı Kufe'liler ise bu
ismin kökünün "Lah" olduğu sonra da üzerine
elif lam'ın getirildiğini söylemişlerdir. Elif -lam'ın getirilme hikmeti
tazimdir.
Şu da denildi: İsmin
aslı, "e-li-he"dir. Eman
vermek, korumaya almak manasındadır. Tıpkı "İmam" kalıbında
"ilah" şeklinde bir isimdir. Sonra bu isim benzeri olmayan yüce zatın
ismin olunca bunu elif lam ile tazim etmek istediler. Bunun üzerine
"el-ilah" oldu. Ardından çok kullanılan bir isim olması hasebiyle
"lam"dan sonraki hemzeyi dile ağır kabul edilip tahfiyen
hazfedildi. Lam lama idğam edilince Kur'an'daki şekliyle telaffuz edilir olmuştur. Küfeliler bu
şekilde izah etmişlerdir.
Bazı alimler
ise şöyle demişlerdir: Kelimenin aslı "Vilah"
idi. Sonra başında vav harfi hemzeye değiştirildi. Bu
sefer "İlah" şeklini aldı. "Velah"
kökünden türemiştir. Çünkü kalpler ona doğru tutkun kalırlar. Allah Teala buyuruyor ki: "Sonra size zarar dokunduğunda ona
yalvarıp yakarırsınız."(Nahl 53) Kural bunun
"mabud" gibi "ma'luh"
şeklinde gelmesini gerektirirdi. Ancak araplar özel
bir isim olsun diye kalıbını değiştirip "ilah" demişlerdir. Tıpkı
mektuba kitap, maksuba hisap
demeleri gibi.
Şöyle de denildi: Şaşkın
kalmak manasında olan "e-li-he" kökünden
gelmektedir. Çünkü akıllar onun azametini tefekkür ederken şaşkın ve künhüne
ulaşmaktan aciz kalırlar.
Bazı lügatçiler şunu
aktarır: Bu ibadet manasından türemiştir. İbn
Abbas'ın "A'raf suresi 127 ayet-i kerimede geçen
"Aliheteke" (ilahlarını) kelimesi "İlaheteke" şeklinde okuduğu rivayet edilmiştir.
"Ve yazereke ve İlaheteke"(A'raf 127) yani seni ve ibadetini bırakmasına müsaade mi
edeceksin. İbn Abbas dedi ki: "Teellüh" teabbüd (ibadet
etmek) manasındadır. "el-İlah"ın manası el-Mabud'dur.
Muvahhid'lerin "La ilahe illellah"
sözünün manası, Allah'tan başka mabud yoktur."
Bazıları da şunu iddia ettiler: Bu isimde kök "he (hu)" harfidir. Bu
zamir gaib ismin kinayesidir. Çünkü onlar evvela onu
fıtratlarında ispat ettiler sonra kinaye harfi ile işaret ettiler ( hü )." sonra bu "hu" harfine mülkiyete
delalet eden "lam" harfi eklendi. Zira O'nun her şeyin yaratıcısı ve
maliki olduğunu bildiler. Böylece "La-hu (lah)"
oldu. Sonra da başına elif-lam takısı bu manayı tekid
ve de tazim için eklendi. Böylece "Allah" oldu.
Hattabi der ki: Bu isim hakkında arap
dili ve nahiv ulemasının görüşleri bunlardır. Görüşler içinde en çok
beğendiğim, sevimli gelen bu isim, özel bir isimdir sair müştak isimler gibi
müştak değildir. Başında bulunan "elif-lam"ın marifelik
için olmadığının delili de başına nida harfinin girmesidir. "Ya
Allah" dersin. Halbuki (Arapçada) nida edatı ile marifelik edatı olan elif-lam bir arada olmaz. Görmez misin
ki arapça da "Ya erRahman"
"Ya er-Rahim" diyemezsin. Halbuki "Ya
Allah" dersin. Bu da gösteriyor ki ismin kalıbındandır, aslındandır. Zaid bir elif-lam değildir. Allah azze
ve celle daha iyi bilir.
İbnü'l-Hassar der ki: Allah'ın,
"Allah" isminde iştikak yoktur. Lakap kabilinden de değildir. Çünkü
bu isim, misli, dengi olmayan bir müsemmayı ifade etmiştir. Dolayısıyla bu
ismin başkasına kullanımı söz konusu olamaz. Halbuki
lakap her müsemmaya verilebilir. Dedi ki: Hocamız (r.a.) şöyle dedi: Bu isim
(Allah) isim türlerinden her birinden bir pay almıştır. Kullanım esnasında
herhangi muayyen bir sıfat veya iştikak ifade etmemesi açısından lakaba daha
çok benzemektedir. İfade ettiği mana açısından müştak olan sıfatları kapsaması
ile müştak olan isimlerdeki yerini almıştır. Avflere
diğer isimlendirmelerden ayırd eden, bir müsemma
ifade etmesi açısından ise "müfid (alem)''e daha çok benzemektedir.
İbnü'l-Hassar der ki: Bu ismin müştak
olduğunu söyleyen herhangi birini görmedim ki buna bağlı olarak
"el-ilah" aslına dayandırsın. Bunun başka bir isim olduğuna delil
getirdiğimizde "müştak" olduğunu söyleyenlerin hücceti iptalolur. Kaldı ki özel bir sıfat ifade etmiyorsa nasıl
müştak olur? Diğer taraftan mahlukat isimleri içinde
bir benzeri yoktur. Alem (özel) olan isme gelince her
ne kadar bir sıfattan veya cins isimden alınmış olsa da alem olduğu zaman
iştikak hükmünden nakledilmiş olur. Artık müştak sıfatlar gibi kullanılamaz.
Bilakis mahsus bir zata ve ona vacip olan hususlara mutlak olduktan sonra gayrı
hiç kimsenin şeriatta varid olan şekil dışında
kullanması caiz değildir. Çünkü bu Thhakküm olur,
delili yoktur.
Bu azim ismin manasını
bilen ona boyun eğer kalbini korku ile doldurur. Kalbine heybet ve tazimini
yerleştirir. Bu hususlara Allah Tealanın,
"Allah'tan, kulların ancak alim olanlar
korkar."(Fatır, 28) "Mü'minler
ancak o kimselerdir ki, Allah zikredildiği zaman kalpleri ürperir."(Enfal, 2) Binaenaleyh Allah'ı ve ona vacip olan hakları
sıfatları bilen, Hak Tealanın vasfedilmiş
olduğu sıfatlarla başkasının asla vasfedilmeyeceğini
bilir. Bu da onun izni olmadan isimlerden bir ismi almaktan uzak kalmasını
gerektirir. Buna bağlı olarak "Allah" Allah'ın en hususi ismidir.
Çünkü O'ndan başka bu ismi alan kimse yoktur. Bundan dolayı da tesniyesi (ikili kalıb) veya
cem'i (çoğulu) asla varid olmamıştır. Allah Teala'nın "Allah'ın ismini taşıyan başka birini bilir
misin?(Meryem, 65) Buyruğunun tefsirlerinden biri budur. Yani
"Allah" ismini alan başka birini biliyor musun.
Ancak diğer isimleriyle
isimlendirilmiş mahluklar vardır. Örneğin müseylime el-Kezzab'a
"Rahman" denilmiştir.
Ayetin manası ile
alakalı şöyle de denilmiştir: "Allah'a denk olan, benzer olan birini
biliyor musun."
Bu ismin diğer isimlere
göre birtakım hususiyetleri vardır. 1- İsimlerin ilki olması. 2- En azimi (büyüğü) olması. 3- Mana itibariyle en kapsayıcı. 4-
Manaları sınırlandırılmaz. 5- İsim olmaya en evla olandır. Diğer isimleri ise
vasıf olmaya evladır. 6- Hem şer'an hem de naklen
Allah'a mahsus olması. 7- Allah kalpleri ve dilleri bu isme karşı tutmuştur.
Hiç kimse bu ismi almaya cesaret edemez. 8- Bereket ve ümidiyle her işe
başlanılan isimdir. 9- Herkes tarafından bilinir. Bilmeyen bir ümmet yoktur.
10- Yeryüzünden kalkacak olursa kıyamet kopar.
Bu saydıklarımıza ek
olarak şu hususiyetler de vardır: Başındaki elifi hazfettiğinde geriye "Ullah" kalır. (Allah'ındır). Göklerin ve yerin mülkü
"lillah" yani Allah'ındır. Başındaki elif
lamı hazfettiğinde geri "Lehu" (onundur),
kalır. Her şey de O'nundur. Başındaki elif-lam ile
lamı hazfedersin geri "hü"
(huve) kalır. "O". Deki: O, Allah'dır, birdir." Bazı tasavvuf şeyhleri şöyle
derler: Bu isim Allah'ın ism-i azam'ıdır.
Çünkü herhangi bir harfinin düşmesi ile mana değişmiyor. Bilakis yine O'nu
ifade ediyor. Daha önce İbn Furek'in
şöyle dediğini aktarmıştık, "Hu-ve" iki harften oluşmaktadır. İlki
"He" harfi, boğaz harflerindendir. Diğeri vav
harfi, o da dudak harflerindendir. Boğaz harflerin mahrecinin başlangıç noktasıdır.
Dudaklar da mahreçlerin bitiş noktasıdır. Bu da başlangıcın ondan nihayetinde
ona olacağına delalet etmektedir.
Bu ismin
hususiyetlerinden: Diğer isimlerin hepsi ona nispet edilir.
Bu isim ise hiç birine
nispet edilmez. Bu hususu izah etmiştik.
Yine özelliklerinden:
Yeminle başka isimlerde bulunmayan bir kullanımı vardır. O da, "tellahi" ve "eymunullahi"
şeklindeki kullanımdır. Diğer isimleri bu şekilde kullanılmaz.
- Hemzesinin yerine gelen elif-lam lazım görülmüştür. Başka hiçbir isim
de bu yoktur. Bir de "ya Allah" şeklinde kullanımı vardır. Arapça
kurallara göre "ya" nida harfinden sonra başında elif-Iam bulunan bir harfe gelmez. Bu şekildeki kullanım sadece
"Allah" ismi için geçerlidir.
- Başına lam harf -i ceri gelince teaccüb manası ifade eder. Örneğin "lillahi ebuke" ne acaip bir adamsın manasında kullanılır.
- Ayrıca O (Allah) kuldan ilk istenen ve son istenen husustur.
Resulullah (s.a.v) şöyle buyurur: "Ben "La ilahe
illallah" deyinceye kadar insanlarla savaşmakla emrolundum."
Şöyle de buyurmuştur:
Kim La ilahe illallah'ı (Allah'tan başka ilah
olmadığını bilerek ölürse cennete girer."
Ayrıca kelime-i şehadet ve kelime-i tevhid, bir
de ezanda zikredilme hususiyeti vardır. Zat'a ve zata vacip olan hak ve
vasıflara delalet eder. Hem ispat sıfatlarını hem de noksanlıklarını nefy manasına dönen tenzih sıfatlarını kapsar. Yaratma,
yoktan var etme, inşa etme, icad etme, sıfatlarını
kapsar. "Hamd"in mutlak olarak gerektirdiği
her türlü celal, kemal, yücelik ve şeref sıfatlarını herhangi bir kısıtlama
veya izafe olmaksızın ifade eder. Her şeyde müstakil, mutlak ve tek hükümran ve
mutlak münezzeh olmaya delalet eder. Yüce Mevla'nın "Hüve'l-Ganiy (el-Ganiy
O'dur)."(Yunus, 68) buyruğu ile işaret ettiği mana budur. Diğer isimler
hakkında yapılan izahların hepsi de bu ismin manaları kapsamında yapılmış bir
izahtır. Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Allah vardı. Onunla beraber hiçbir şey yoktu."
Bu ismin Allah'ın ism-i azam'ı olduğu görüşünü
benimseyenler her halde bu zikrettiğimiz ve başka isimlerde bulunmayan bu
hususiyetler sebebiyle bu kanaate varmışlardır. En doğrusunu Allah bilir.
Kadı Ebu
Bekr b. Arabi der ki: Bu
ismi beş manadan dolayı ism-i azam olarak kabul
edebiliriz. 1- Kendisine mahsus olması ve başkasının onda ortak olmasının şer'an ve kaderen engellenmesi.
2- Manalarının genelliği ve her manaya tealluk
etmesi. 3- Sevabının büyüklüğü, çokluğu. 4- Dua edildiğinde icabeti
gerektirmesi. 5- Künhüne (maliyetine) vakıf olunamaması ve kuşatılmadan çok
yüce olması.
İbnü'I-Hassar der ki: Kuşatılmamasına
gelince çünkü kuşatılması, nihayetinin bulunması imkansız
olana delalet etmektedir. Bu mana tecellisinin her şeyde bulunduğunu ve ayrıca
kendisine mahsus olduğunu gerektirir. Böyle olmasının sebebi, çünkü bu isim
özel isim hükmündedir. Zata ve o zat için vacip olan manalara mutlak olarak
delalet eder. Herhangi bir benzeri veya dengi olmayınca başkasının bu ismi
alması engellenmiştir. Kendisine mahsus olan sıfatların ona hususiyeti vuku
bulsun. Sevabının büyüklüğü ve çokluğuna gelince, şayet bu konuda sahih bir
hadis sabit ise, bunun sebebi her hususun, herşeyin
bu isme bağlı olması ve delaletinin azameti, bunu dışındaki her şeyin de bu
manaya tabi olmasından dolayıdır. İcabeti gerektirmesine gelince de buna da
Yunus (a.s)'ın duasını delil getirmiştir.
"Derken karanlıklar (yutulduğu balığın karnında) içinde: "Senden
başka hiçbir İlah yoktur. '...Sübhaneke inni kuntu mine'z-zalimin' = Seni
bütün noksanlıklardan tenzih ederim. Gerçekten ben, zulm
edenlerden oldum."(Enbiya, 87)
İbnü'I-Hassar dedi ki: Kur'an ve hadisi düşündüğünde rasüllerin,
Nebilerin ve sair mü'minlerin dualarının Rab ismiyle
olduğunu görmekteyiz. Bunlara örnek, İbrahim (a.s.)'ın
duası: "Rabbim! Beni namazı ikame eden eyle! Zürriyetimi de. Rabbimiz!
Duamı kabul eyle!"(İbrahim, 40) Bu ayetten önceki ve sonraki ayetleri de
inceleyebilirsiniz. Bakara suresinde de şöyle der: "Rabbimiz! Bizden kabul
et! Şüphesiz Sen işitensin, bilensin."(Bakara, 127) Yine şöyle demiştir:
"Rabbimiz! Onlara, onlardan olan bir rasül
gönder."(Bakara, 129) "Rabbimiz! Bizleri sana teslim olmuş kıl!
Zürriyetimizden de sana teslim olmuş bir ümmet var eyle!"(Bakara, 128) Bu
duaların hepsi de kabul edilmiş dualardır. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurmuştur: "Ben İbrahim'in duasıyım." Nuh (a.s )'ın sözü olarak da: "Rabbim! Beni de anne-babamı da
bağışla!"(Nuh, 28) Musa (a.s )'dan: "Rabbim!
Beni ve kardeşimi bağışla"(A'raf, 151),
"Rabbimiz! Şüphesiz sen Firavun'a ve onun ailesine dünya hayatında
ziynetler ve mallar verdin. Rabbimiz! Yolundan saptırsınlar diye mi? Ey
Rabbimiz! Mallarını mahvet ve kalplerini şiddetle sık ki, o acıklı azabı
görmedikçe iman etmeyecekler." Dedi ki: Her ikinizin duası kabul
edildi."(Yunus, 88-89) Firavun da azabı görmeden
iman etmedi. "Hani İmran'ın hanımı şöyle demişti: Rabbim! Ben karnımdaki
her kayıttan azade olarak sana adadım. Adağımı kabul buyur."(Al-i İmran,
35), "Bunun üzerine rabbi (Meryem'i) güzel bir kabul ile kabul
buyurdu."(Al-i İmran, 37) Firavun'un hanımı da şöyle demişti:
"Rabbim! Bana senin yanında, cennette bir ev bina et."(Tahrim, 11) Allah Teala da
"Rabbimiz! Bizlere dünyada iyilikler ihsan eyle! Ahirette
iyilik ihsan eyle! Bizi cehennem azabından koru!"(Bakara, 201) diyenleri
övmüştür. Bakara suresinin son ayetlerini de tefekkür et, "Rabbimiz! Unutur
veya hata edersek bizi muaheze etme!"(Bakara, 286) buyruğundan başlayarak
surenin sonuna kadar. Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de Allah'tan haber vererek
"Kesinlikle yaptım" demiştir. Al-i İmran suresinin de sonunu
inceleyip tefekkür et. Orada da dua edenlere "Rableri onların dualarını
kabul etti."(Al-i İmran, 195) demiştir. İblis dahi şöyle demiştir:
"Rabbim! Öyle ise, insanların kabirlerinden kaldırılacakları güne kadar
mühlet ver."(Hicr, 36) Bunlara binaen bazı alimler bunun ism-i azam olduğunu
söylemişlerdir. Çünkü bu isimle dua edenler o kadar çok ki. Böyle olması da bu
ismin Rab ile terbiye ettiği zat arasındaki bağ'a, kapsadığı rahmet, şefkat ve
her konuda ona muhtaç olma sıfatlarını hissettirmesinden dolayıdır. Adem ve Havva da şöyle demişlerdir: "Rabbimiz!
Kendimize zulmettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen, muhakkak
ziyan edenlerden oluruz."(A'raf, 23) Zekeriya da
şöyle demiştir: "Rabbim! Beni yalnız (evladsız)
bırakma! Sen varislerin en hayırlısısın! Biz de duasını kabul
ettik."(Enbiya, 89-90) Müsa
da şöyle demiştir: "Rabbim! Doğrusu ben nefsime yazık ettim. Artık
günahımı bağışla! Allah da onu bağışladı."(Kasas,
16)
İbnü'l-Hassar der ki: Dua eden kimse dua
ederken haline en münasip evla olan ismi seçebilir. Örneğin; Eyyüb (a.s) şöyle demiştir: "Bana, gerçekten hastalık
isabet etti. Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin."(Enbiya, 83)
Dolayısıyla (İbnü'l-Arabi'nin) Yünus kıssasıyla getirdiği delilden ona delil çıkmaz. Çünkü
o haldeyken her ne kadar tevhid üzere olmasına rağmen
Rabbini tevhid etmiştir. Ancak Allah'tan icabet
isteyince bu halini tekid etmiştir. Çünkü o
sıkıştırılmayacağını zannediyordu. Halbuki hiç
kimsenin böyle bir zanda bulunma hakkı yoktur. Nitekim peygamberimiz şöyle
buyurmuştur: "Ben bana da size de ne yapılacağını bilmem."
Denilirse ki: Peki nasıloluyor da bu isimle veya başka isimlerle dua ettiği
halde bazan dua edenin duasına icabet edilmiyor? Bu
bölüm bu sorunun cevabı hakkında olacaktır. Cevap şu: Bilmelisin ki, Yüce
Mevla'nın, "Rabbiniz dedi ki: Bana dua edin size icabet edeyim."(Ğafir, 60) Buyruğu mutlak olarak ferden fert her dua edenin
duasına icabet edeceğini ifade etmez. Ayrıca her istenilenin verileceğini ifade
etmez. Ayrıca her istenilenin verileceğini gerektirmez. Çünkü Allah Teala bir başka yerde: "Rabbinize yakararak ve gizlice
(kısık sesle) dua edin! Muhakkak ki O, haddi aşanları sevmez."(A'raf, 55) Büyük günahta bilerek veya cahilane ısrar eden
fert haddi aşanlardandır. Allah da haddi aşanları sevmediğini haber vermiştir.
Dualarına nasıl icabet etsin. Resulullah (s.a.v) de
şunu belirtmiştir. Adam uzun yolculuk yapmıştır. Saçı başı dağınık toz duman
için de ellerini göğe kaldırır, "Ya Rab! Ya Rab!" der. Halbuki yediği haram, içtiği haramdır. Haramla da gıdalanmıştır. Böyle birine nasıl icabet edilsin? Allah Teala da şöyle buyurur: "Doğrusu ancak Allah'a dua
edersiniz de "dilerse" O, bertaraf edilmesine yalvardığınız (belayı)
kaldırır."(En'am, 41)
Resulullah (s.a.v) de üç husus için dua etmiş ikisi kendisine verilmiş
biri ise verilmemiştir." Allah Teala
"Kullarım beni sana soracak olurlarsa, şüphesiz ben onlara yakınım. Dua
ettiği zaman da dua edenin duasına icabet ederim."(Bakara, 186) buyruğuna
gelince bunun izahı da öncekilerle aynıdır. İki ayetten maksat, mü'minleri muhatap alıp Rablerinin vasfının bu olduğunu
onlara bildirmektir. O, genelolarak dua edenin
duasına icabet eder. Ve O, kuluna yakındır, duasını işitir. Darlığını,
zorluğunu bilir. Ona da dilediği şeyle ve dilediği şekilde icabet eder. Dua
edenin duasını işitince o kullardan her birinin ihlasını,
ilmi seviyesini, ne kadar yakardığını, zaruret ve ihtiyacının miktarını bilir.
Bütün bunlar hakkındaki hükmü hikmetine ve de her şeyi layıkolduğu
makama oturtma esasına göre cereyan eder. Bütün işler cümleten ve tafsilen malum kader üzere gerçekleşir. Bu konuda her bir
sıfatının bunda bir payı vardır. Her bir isminin bu konulardan birine cümleten
ve tafsilen bir tealluku,
bağı bulunur. İcabet dua edenin arzularına göre gerçekleşmez. "Hak,
onların arzularına tabi olsaydı gökler ve yer ifsad
olur, bozulurdu."(Mü'minun, 71)
Ebü Said el-Hudri'den
rivayet edildiğine göre dedi ki: Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle buyurdu: Dua eden hiçbir müslüman yoktur ki
duasında günah, akrabalık bağını koparma bulunmuyorsa Allah o duasına mukabil
şu üç hasletten birini vermesin. Ya duasına hemen icabet eder veya o duasını
kendisi için ahirete saklar veya o duaya mukabil
misli bir belayı ondan defeder." Dediler ki: O zaman çok dua ederiz."
Buyurdu ki: Allah daha çok (icabet eder)." Ebu Amr b. Abdilberr rivayet etmiş, Ebu Muhammed Abdülhak sahih
olduğunu belirtmiştir. Muvatta'da senedi kopuk olarak
geçer. Bu hadiste icabetin üç şeyden birini vermek olduğunu beyan etmiştir. Bu
da seni az önce değindiğimiz duada haddi aşmak hususuna da irşad
eder. Ayrıca duaların hepsi meşietullaha bağlıdır.
İstenilen hususun muayyen olarak verilmesi hiç kimse için garanti değildir. Bu
konuda kimseye de söz verilmemiştir. Yalnız her peygamberin bir duası vardır.
Bunun dışındaki dualar ise Allah'ın meşietine
bağlıdır. Hepsi hakkında hüküm ve hikmetine göre hükmeder. Şayet her duada
istenilen muayyen matlubun olacağına dair bir söz olsaydı bu durumda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, "Her peygamberin icabet edilen bir duası
vardır. Ben ise duamı kıyamet gününde ümmetime şefaat olarak saklamak
istiyorum." buyruğu iptalolmuş olurdu. Manası,
onlar bu dualarına icabet edileceğinden yakin üzeredirler. Diğer dualarında ise
peygamberler sair salihler gibidirler. Ola ki Allah
onların bu duasına icabet etmez. Nice dualarını da kabul etmiştir. Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in da nice dualarına dua eder etmez icabet
edilmiştir.
Binaenaleyh her
mükellefin, Allah'ın var olduğunu, varlığının vacip olduğunu, Baki ve Daim
olduğunu, onun dışındaki varlıkların varlığının devamının mümkün olduğunu,
bunlardan var olmasını dilediğini var ettiğini, dilemediğinin ise varlığının
söz konusu olamayacağını, varlığını dilediği varlıkların iki Adem
(yokluk) başlangıç -nihayet arasında bulunduğunu- yalnız bu konuda cennet ve
cehennem hakkında haber verdiği husus müstesnadır. Bu ikisinin nihayeti yoktur.
Biri evliyasına diğeri de düşmanlarına aittir. Her iki kesim de edebidir. Her
varlığın zatından bir varlık hakkı olmadığını, bilakis varlığını onun varlığından
aldığını bilmesi ve buna itikat etmesi vaciptir. Sonra da kul şunu bilmelidir.
"O'na dönecek ve huzuruna çıkacaktır. Ameline göre büyüğünden küçüğüne
karşılığını verecektir. Bunlara bağlı olarak en büyük himmeti Mevlasına ibadet olacaktır. Ondan başkasını görmeyecek,
ondan başkasına iltifat etmeyecektir. Nefsine onun azametini, keremini müşahede
ettiğini hissettirecektir. Devamlı zikir yaparak onun yakınlığıyla ünsiyet
bulmaya Allah ile hali olmaya (baş başa kalmaya) rağbet halinde olacaktır. Zira
Allah ile ünsiyet bulmanın alameti yalnızlığı tercih etmektir. Nitekim Allah Teala şöyle buyurmuştur: "Onlar ki iman edenler ve
kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Dikkat edin! Kalpler ancak
Allah'ı zikrederek mutmain olurlar."(Ra'd, 28)
Sonra şunu bilmelidir:
Bütün işlerinin başında Allah'ın adını zikretmesi kendisine ibadet kılınmıştır.
Yeme içme, kara deniz yolculuğu, taharet, eve giriş çıkış, uyku, cinsel
beraberlik v.b. hususların hepsinde. Bu işlerin hepsinde Allah'ı zikir talep
edilmiştir. Hele hele meşru işlerin başında bu daha tekidlidir. Resulullah (s.a.v)
şöyle buyurmuştur: "Allah'ın zikri ile başlamayan her iş ebterdir (sonuçsuzdur )." Güzel isimler koymak, çirkin
lakapIardan da kaçınmakla emrolunduğunu
bilmelidir. Allah Teala buyuruyor ki: "Birbirinize
lakaplar takmayın."(Hucurat, 11) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:
"Peygamberlerin
isimlerini koyun." "Allah'ın en çok sevdiği isimler Abdullah ve Abdurrahman'dır."
"Allah"
isminin diğer isimlerin delalet ettiği manaları kuşattığını ziyadesi
bulunduğunu bilen bu ismin en büyük isim olduğunda şüphesi kalmaz.
Alimler, isimlerin birbirine, ayetlerin birbirine tafdili konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bir gurup Alim dedi ki: Birinin diğerine fazileti yoktur. Çünkü hepsi
Allah'ın kelamıdır. İsimleri de böyledir, aralarında fazilet olmaz. Bir başka
gurup ise dediler ki: Tafdil vardır. Hakkında delil
bulunan da budur. Resulullah (s.a.v) Ebu Said b. el-Mualla'ya şöyle
demiştir: "Sana mescitten çıkmadan önce öyle bir sure öğreteceğim ki o, Kur'an'daki en muazzam suredir." Sonra elimi tuttu.
Tam çıkmak istediğinde ona dedim ki: Sana bir sure öğreteceğim. O Kur'an'daki en muazzam suredir." demiştir. Buyurdu ki:
"Elhamdülillahi rabbilalemin."
O, çok tekrarlanan yedi ayet ve bana ihsan edilen Kur'an-ı
Azim'dir." übey b. Ka'b'a
da dedi ki: "Ey übey! Allah'ın kitabında bulunan
ve ezberinde olan en büyük ayet hangisidir? Dedim ki: Allah ve Resulü daha iyi
bilir. Buyurdu ki: "Ey übey! Allah'ın
kitabındaki en büyük ayet hangisidir? Dedi ki: Dedim ki: "Allah la İlahe
ille hu. el-Hayy,
el-Kayyum."(Bakara, 255) Dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
göğsüme vurdu ve şöyle dedi: İlmin mübarek olsun ey Ebü'l-Münzir! Tirmizi'nin Ebu Hüreyre'den rivayet ettiğine göre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Her şeyin bir zirvesi vardır. Kur'an'ın zirvesi Bakara suresidir. O surede bir ayet var, Kur'an ayetlerinin efendisidir. O ayet, Ayet'ül-Kürsi'dir.
Yine Abdullah b. Zeyd yoluyla babasından rivayet ettiğine göre dedi ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir adamın dua ederken şöyle dediğini işitti:
Allah'ım! Muhakkak ki sen Allah'sın, senden başka İlah yoktur. Birsin, Samed'sin. Doğurmamış ve doğmamışsın. Senin bir dengin
yoktur. Bu şahitliğimi vesile edinerek niyaz ediyorum. Dedi ki: (bunu duyan) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin
olsun ki Allah'tan kendisi ile dua edildiğinde icabet ettiği, bir şey
istendiğinde verdiği ism-i azam-ı (en büyük ismi) ile
dua etti." Yine Esma bim Yezid'den
rivayet ettiğine göre Nebi (s.a.v) şöyle buyurdu: Allah'ın ism-i
a'zam-ı (en büyük ismi) şu iki ayettedir: "Sizin
İlahınız bir İlahtır."(Bakara, 163) ve Al-i İmran suresinin başı
"Elif-lam, mim. Allahu la İlahe illa hüvel hayyul kayyum."
Enes b. Malik'ten
rivayet edildiğine göre şöyle dedi: Nebi (s.a.v) mescide girdi. Bir adam namaz
kılmış dua ediyordu. Duasında şöyle diyordu: Allah'ım! Senden başka İlah
yoktur. Sen Hannan'sın. (rahmet eden, şefkat
gösteren) gökleri ve yeri eşsiz bir şekilde yoktan var edensin. Celal ve ikram
sahibisin. Ey Hayy Ey Kayyum! Nebi (s.a.v) şöyle
buyurdu: Allah'a ne ile dua ettiğini biliyor musunuz? Allah'a ism-i azam'ı ile;
Kendisi ile dua edildiğinde icabet ettiği, bir şey istendiğinde verdiği ismi
ile dua etti."
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: