EL-ESNA Fİ ŞERHİ ESMAİLLAHİ’L-HÜSNA VE SIFATİHİL ULYA |
1- EL-VAHİD |
Kitap ve Sünnette varid
olmuş, ümmet de üzerinde icma etmiştir.
Bu isim Allah'ın Esma-i
hüsna'sının en büyüklerinden hususiyetlerinden olan isimlerin de başında yer alır.
Allah Teala buyuruyor ki: "Allah ancak bir tek İlahtır."(Nisa, 171),
"Sizin İlahınız bir tek İlahtır."(Bakara, 163), "Bir tek olan
İlahtan başka İlah yoktur."(Maide, 73), "Bir ve kahhar olan Allah'tan
başka hiçbir İlah yoktur."(Sad, 65)
Bu ismi Allah'tan
başkasına kullanmak caiz değildir. Ancak mecazen kullanılabilir. Çünkü makul
kanunlarda hadis olup tek olacak bir şeyin varlığı caiz değildir. Çünkü bu
mahluk cevher ise arizi hallerden hali olarak var olması imkansızdır. Arizi ise
bu durumda mahalli dışında varlığının kendi zatı ile kaim olması imkansızdır.
Allah'ın dışındaki her varlığı Vahid (bir) olmakla vasfetmek caizdir. Ancak
aklın kabulüne göre bu mecazdır, hakikat değildir. Hakikat bir tek olan
Allah'ındır. O'nun ikincisi, ortağı, misli, benzeri, dengi yoktur. Ezeliyetinde
ondan önce gelen yoktur.
Bundan dolayı sayı
alimleri: "Vahid" sayı değildir, derler. Çünkü sayıl ar birbirine
eklenen sayıların terkibinden oluşur. Vahid ise bir sayının başka bir sayıya
eklenmesinden oluşmaz ki sayı olsun. Sanki onlara göre bir (Vahid) sayı değilde
sayıların maddesidir. Allah Teala birdir: Şöyle ki zatı için başkasıyla
çoğuloluşturmasının caiz olmaması açısından. Bu da onun cevher veya araz
olmadığına işarettir. Çünkü cevher başka bir Cevherin kendisine eklenmesiyle
çoğalıp bir isim oluşturabilir. O isim üzerindeki arazlar da çoğalabilir. Araz
-zaten- başkası olmadan bir başına kaim olamaz.
Kelamcıların ıstılahında
cevher mekan işgal eden ve bölünemeyen varlıktır. Mütehayyiz diye
isimlendirilmesinin sebebi Cevherin bir Thhayyüzü (iç mekanı) ve bir hayyizi
(işgal ettiğin mekan) vardır, Cevherin hayyizi, kendi gibi bir Cevherin yerini
işgal etmesine mani olan cüziyatından ibarettir. Kelamcıların ıstılahında
hayyız, Cevherin zatının doldurduğu boşluktur. İster onu yukarı doğru çıkıyor
olarak ister aşağı iniyor olarak istese yatay ilerliyor olarak takdir et, zatı
işgal ettiği bir hayyizden ayrı düşünülemez. Hayyiz'den maksat yön, taraf
değildir. Ayrıca ondan cismin durduğu yerde kastedilmez. Bilakis kelamcıların
maksadı söylediklerimizdir.
Araz ise cevherde kaim
olan manadan ibarettir. Araz olarak isimlendirilmesi cevher ve cisimde arizi
olmasındandır. Onda kaim olunca bir halden başka bir hale değişir. Cisim cevher
ve araz toplamıdır. Cisim ismi verilebilecek en küçük şey iki cevherden
oluşandır.
İşte Allah, mahlukattan
birine benzemekten, kainattan biriyle karışmaktan çok çok yüce uludur. Bilakis
o, zatı ile mahlukatın cümlesinden ayrıdır, tektir. Hristiyanların ve
Mücessime'nin dediğine hilafen cevher veya araz veya cisim değildir. Kainat
cevher veya araz cisim değildir. Kainat onda hulul etmez. Mahlukat ona
karışmaz. Onun: Kendisini kuşatan bir mekanı içinde bulunduğu bir zaman yoktur.
Evveldir, öncesi yoktur. Ahir'dir sonrası yoktur. "Hiçbir şeyonun gibi değildir.
O işiten ve görendir."(Şura, 11) Allah Teala ortağı bulunmaması açısından
birdir. Dolayısıyla sayı hükmüne tabi olup vahdaniyyeti iptalolmaz.
Yüce Mevla, "Sakın
iki ilah edinmeyin" buyruğu ile buna dikkat çekmiştir. Hak İlah'ın sayılı
olamayacağını, sayılı olan her şeyin İlah olamayacağını belirtmiştir.
"İki" sayısıyla yetinmiştir. Çünkü asıl gaye sayılı olmayı
nehyetmektir. "Ortaklık" iki ortaktan biri müstakil olarak tek başına
yapamadığından fiili yerine getirmekte yardımlaşmaktan ibarettir. Şayet bir
ortağın İlah olduğu farzedilse, ortada da bir nesne varsa; Biri bu nesneyi
kımıldatmak diğeri de sakin tutmak istese: Bu durumda ya her ikisinin aynı anda
birlikte iradesi nafiz olmalı veya her ikisinin olmamalı yahut birinin iradesi
nafiz olmalıdır. Birinci ihtimal imkansızdır. Çünkü hareket ve sükunun tek bir
mahal üzerinde aynı anda gerçekleşmesi imkansızdır. İkinci ihtimal de her
ikisinin aczine delalet eder. Geriye üçüncüsü ihtimal kalır. Hangisinin iradesi
nafiz ise Kadir olan odur, diğeri ise acizdir. Acizlik de ancak bir aciz
bırakandan sadır olur. Bu hususu güzelce kavra zira bu tevhidin delilidir.
Temanu delili diye isimlendirilen delil de budur.
Denilse ki: Peki ittifak
etmelerine mani nedir? Ona denilir ki: İhtilaf da edebilirler. İttifak
ettiklerini kabul edelim. Lakin şu var ki, alem cevher ve arazlardan meydana
gelmiştir. Bunlar üzerinde hangisi müessir ise İlah odur, diğerine ihtiyaç
kalmaz. Çünkü iki Kadir (güç yetiren) iki makdur (güç yetirilen) imkansızdır.
Bunu kavradıysan şunu da bil ki: Lügat alimleri şöyle dediler: Arap kelamında
"Vahid"in iki manası vardır.
Birincisi: Varlığın
başlangıcı
İkincisi: Benzeri ve
dengi olmayandır. Örneğin "falan, kavmine şeref, kerem ve cesarette
Vahid'dir." derler, şair der ki:
Ey Arapların Vahidi, sen
ki Alemde benzerin yoktur Senin gibi biri daha olsa Dünyada fakir olmazdı
Bu zatın liderleri ve
müracaat makamları olduğunu dile getirmiştir.
işte Allah Teala benzeri
olmayan Vahid (bir) olan ilahtır. Kullarının dayandıkları ve ihtiyaçlarında
müracaat ettikleri O'dur. Ondan başkasına tevekkül etmezler.
Vahdet
"teklik", Vahid "tek" olandır. Dokuz farklı kalıbı vardır.
Vaahid, Ahad, Vahiyd,
Vahid, Vahad, Vahd, Mevhed, Uhaad, Evhad, ibnü'l- Arabi (rahimehullah) bunları
zikretmiştir.
Cevheri (rahimehullah)
der ki: Vahid, Vühdan ve Uhdan kalıpları üzerine çoğul yapılır. Alimler
"Vahid" konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazıları Bari Teala bu isimle
vasfedilmez demişlerdir. Çünkü "yerme" manasında varid olmuştur.
Allah Teala buyuruyor ki: "Beni "Vahid" olarak yarattığım
kişiyle başbaşa bırak."(Müddessir, 11) Manası, yalnız, fakir, malı,
evladı, olmayan olarak yarattığım, sonra ona mal, evlat verdiğim. Bazı alimler
ise dediler ki: Ayette ki "Vahid" Bari Teala'ya ait bir sıfattır.
Takdiri, "Ben, tek başına yaratmış olduğum yaratmasında kimsenin bana
ortak olmadığı kimse ... " şeklindedir. Yaratmasını ben üstlendiğim gibi
kıyamet günü de azabını ben üstleneceğim.
İbnü'l-Arabi
(rahimehullah): Arap alimlerine göre ibarenin izahı şu şekilde: ilk tevile göre
"Vahid" yaratılmış olan kimsenin özelliğini, halini belirtmektedir.
ikinci tevile göre ise failin (yaradan) halini, sıfatını belirtmektedir. Ancak
bu zayıf bir istidlaldir. Bari Teala'nın isimleri ve sıfatları bu tür bir delille
sabit olmaz. Bu ayette de zem manası daha uygundur.
Dil Alimleri dediler ki:
"Vahid" zata mahsus, "Ahad" sıfatlara mahsustur. Ezheri
(rahimehullah) der ki: Ahad, adedi nefyetmek için kullanılır. Vahid ise,
sayıları başlatan (sayının) adıdır. Şöyle de denilmiştir. "Ahad"
akıllı varlıklar için kullanılır, Vahid ise her ikisi için kullanılır. Allah'ın
sıfatı olarak "Vahid"in manası, misli, benzeri, dengi nefyetmektedir.
Ebü'I-Meali
(rahimehullah) der ki: Manası, "parçalara ayrılmayı" nefyetmektedir.
Allah Tealanın zatının parçaları yoktur. Yüce Mevla terkiplerden meydana gelmiş
değildir.
İsferayıni
(rahimehullah) der ki: Vahid'in izahı şöyle: Vehim aleminde parçalara, fiilen
de cüzlere ayrılmayandır. Bu Ahad'ın da tefsiridir. Mahluklardan hiçbir şeye
benzemez. Tahkiki: Vehimde (hayal aleminde) tasavvur edilemez. Onun dışındaki
her şey bu sıfata kabildir.
Binaenaleyh her
mükellefin bunu itikat etmesi vaciptir. Sonra tevhid manasının hakikatine vakıf
olmaya çalışmalı, koymuş olduğu delillerden sürekli istidlal ederek tevhidin
manasını kavramalıdır. Allah Teala isim ve sıfatlarıyla bilinmek, tevhid ile
kendisine boyun eğdirmek için yarattığı göklerin yerin, içindekilerin ve
arasındakilerin yaratılışındaki deliller üzerinde düşünmelidir.
Allah Teala buyuruyor
ki: Bakara 163-164 Allah Teala bu ayette vahdaniyyetini zikrettikten sonra
ayetlerinden, akıl sahiplerine mürşid hakka doğru (kaim) önder olacak deliller
zikretmiştir. Gök ayeti: Altından direkleri, üstten bağları, askıları olmadan
yükseltilmesi diğer yandan içinde bulunan güneş, ay, dönen yıldızlar, doğup
batan parlak ışıklı sönmüş yıldızlar...
Yer ayeti: Denizleri,
nehirleri, kayalarından fışkıran pınarları, madenleri, ağaçları, ovaları,
kayalıkları. Yine gece gündüz ve bunlar arasındaki değişim, biri giderken
diğerinin gelmesi. Aralarındaki değişimin nür, karanlık, uzunluk, kısalık
açısından olması da muhtemeldir. Yine aleme hayat veren ve bununla bitkiler
rızıklar çıkaran yağmurlar yağdırması. (Ra'd, 4)
Bu ve buna benzer
ayetlerde, "fail tabiattır" diyenlerin sözünü iptal vardır. Çünkü
Allah Teala yeryüzünden çeşitli ağaçlardan çıkan çeşitli ürünlerin farklı
tatlarını tabiattan başka bir şeye nispet etmiştir. Buyuruyor ki:
"Bahçeleri çardaklı çardaksız, hurmaları, ekinleri, tatları (ürünleri)
farklı olacak şekilde inşa eden (yaratan) O'dur."(En'am, 141) Yine
buyuruyor ki: "Hepsi aynı su ile sulanmaktadır. Bir kısmını bir kısmına
ürünlerde üstün tutarız."(Ra'd, 4)
Şayet fail olan yer, su,
güneş, ay olsaydı o zaman bu ürünlerin hepsinin tad, renk, yaratılış, koku,
görünümü, heyet ve şekilde tek bir tür olması gerekirdi. Cinsleri farklı renk
ve tatları da türlü türlü olunca ve de hepsi aynı su ile sulanınca akıl sahibi
alimler yaradanın, irade buyuranın, Kadir olanın, Kahir olanın Allah olduğunu
bildiler. O ki, ondan başka İlah yoktur.
Şair ne güzel söylemiş:
Yücelik sahibini
-azizdir O- tefekkür etme
Yaparsan yuvarlanır ve
rezil olursun
İşte mahlukatı bunlardan
ibret al
Değerli dostun (halilin)
dediği gibi de.
İnsan bu ayetlere
bakacak, kalbiyle bunlar üzerinde tefekkür edecek olursa bu ayetler onu,
kendisinin Kadir, Alim, Hakim olan bir rabbi olduğuna irşad eder. "Onlar
göklerin ve yerin melekutuna, Allah'ın yaratmış olduğu şeylere bakmazlar
mı?!"(A'raf, 185) Şair ne güzel söylemiş:
Bir malik ki, idrak
edilmekten çok yüce
Ancak hak olan ilim ve
ispatla
Her akıl onu idrakten
kasırdır
Hayallerden, kıyaslardan
ulvidir.
Onu arayan ''bir ve
Aziz" olduğunu görür
Kulların rabbi, ölüleri
dirilten
Yalnız ona ibadet et,
onun sendeki payı budur.
Hiçbir şey tesbih ve
namaz gibi değildir.
Bedevilerden birine
soruldu: Alemin bir yaratıcısının olduğunun delili nedir? Dedi ki: Ba'ra (deve
terkisi) "bair"e (deveye) ayak eseri (izi) de mesire (yürümeye)
delalet eder. Bu kadar ince olan ulvi bir heykel (gökler) bu kadar keşif saflı
bir merkez (yer) her şeyden haberdar olan yaradana delalet etmez mi?
Artık bundan sonra
nefsini ona kulluğu tahkik etmede istihdam et. Onu tevhid ederek yalnız ona
ibadet edip ona ibadetinde hiçbir şeyi ortak koşmayarak, bu konuda şükrü ona
halis kılarak ibadet et. İnsanların çokluğu ve yaptıkları seni aldatmasın. Zira
her insan kendi amelinin rehinidir. O, amellerden yalnız kendisi tevhid
edilerek yalnız kendisi için işlenmiş olan amelleri kabul eden Vahid (bir)dir.
Bu esas üzere, riya, ucb (kendini beğenme) gibi şeyler bulaştırmadan amel edin.
İddialardan kaçın, sakın
"ben, ben" deme. Kendi güç ve kuvvetinden beraet et. Zira bunu
düşüren marifete nail olur ve korunur, inşallah. Sonra da şunu öğren: Allah her
meleğine bir makam tahsis etmiştir. Bu konuda buyuruyor ki: "Bizim her
birimizin bilinen bir makamı vardır."(Saffat, 164) Bu şekilde her meleği
kendine has bir sıfatla mahsus kılmıştır. Peygamberleri de böyledir. Allah'tan
bir lütuf ve kerem ile meziyete sahip olmuşlardır. Nitekim onlara ilim ve iman
lütfu ve onları İslam'a hidayet etmekle lütuf ta bulunmuştur. Dolayısıyla senin
de bir himmetin varsa kendi asrında amelde sana has bir meziyet kazanmalısın.
Öyle ki zamanının ve akranlarının vahiydi (teki) olasın.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: