DELAİLU NÜBÜVVE |
ARAP HEYETLERİNİN RESULULLAH'A (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) GELMESİNE DAİR BÖLÜMLER |
Necran Heyetinin
Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Gelmesi, Piskoposun Peygamberimizin Bekledikleri
Peygamber Olduğunu Bildirmesi, Sonra Lanetleşmeden Vazgeçmeleri ve Bu Yöndeki
Peygamberlik Mucizeleri
ibn ishak der ki: Necran
Hristiyanlarının heyeti Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına
Medine'ye geldi. Muhammed bin Cafer bin en-Nedi bana şöyle anlattı:
Necran heyeti
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldiği zaman Mescid'e
girdiler. ikindi namazlarının vakti gelmişti. Mescid'de namaz kılmak için
kalktıklarında insanlar kendilerine engel olmak istedi. Ancak Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bırakın onları'' buyurdu ve doğuya
yönelerek namaz kılmaya başladılar.
Kurz bin Alkame der ki:
Necran Hıristiyanlarının heyeti altmış süvari olarak Resulullah'a (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) geldi. Bunlardan yirmi dördü eşraftan kimseler idi. Yirmi
dört kişinin emirliğini de aralarından üç kişi yapmakta idi. Bunlardan biri
Akibi dir ki bu kişi kavmin emiri, görüş sahibi ve her konuda kendisine
istişare edilen kişisi idi. Onun görüşünden dışarı çıkmazlardı. Adı da
Abdulmesih idi. Seyyid de onların alimleri, binitlerinin ve toplantılarının
sahibi idi. Adı Eyhem'di. Ebu Harise bin Alkame ise onların bilgini idi ve
kitaplarını okumuştu. Hatta onların dinini güzel bir şekilde yaşamaya
başlamıştı. Bizanslı Hıristiyan krallar ona değer verip mal mülk vermişler ve
kendisine hizmetçiler tahsis etmişlerdi. Onun için kiliseler de inşa
etmişlerdi. Onun, kendi dinlerindeki ameli ve içtihadı hakkında durumunu
işittiklerinde ona daha da cömert davranıyorlardı.
Necran'dan Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğru yola çıktıkları zaman Ebu Harise kendi
katırına binmişti. Yanında da kendisine yoldaşlık eden kardeşi Kurz bin Alkame
vardı. Bir ara Ebu Harise'nin katırı tökezleyince, Kurz, Resulullah'ı
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kastederek: "Uzaktaki o kişi kahrolsun"
dedi. Bunun üzerine Ebu Harise: "Asıl sen kahrolasın" karşılığını
verdi. Kurz: "Niçin ey kardeşim?" deyince, Ebu Harise: "Vallahi
o, beklemekte olduğumuz peygamberdir" karşılığını verdi. Kurz: "Madem
bunu biliyorsun da ona inanmana engel nedir?" deyince, Ebu Harise:
"Şu kavmin bize yaptığı ikramlar, bahşettiği makam ve mevki buna engel
olmaktadır. Onlar kendisine inanmayı kabul etmedi. Eğer ben ona inanacak
olursam kavmim, bana verdiği bu şeref ve serveti elimden geri alır"
karşılığını verdi. Bu sebeple kardeşi Kurz bin Alkame onun böyle söylediğini
gizledi. Ancak daha sonra müslüman oldu.
ibn Abbas anlatıyor:
Necran Hıristiyanlarıyla Yahudilerin hahamları Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yanında toplanarak tartıştılar ve hahamlar: "İbrahim Yahudi
idi" dediler. Hıristiyanlar da: "İbrahim Hıristiyan idi"
dediler. Bunun üzerine Yüce Allah: "Ey kitap ehli! İbrahim hakkında niçin
tartışıyorsunuz. Oysa Tevrat da, İncil de ondan sonra indirilmiştir. Siz hiç
düşünmüyor musunuz? İşte siz böyle kimselersiniz! Diyelim ki biraz bilginiz
olan şey hakkında tartıştınız. Ya hiç bilginiz olmayan şey hakkında niçin
tartışıyorsunuz? Allah bilir, siz bilmezsiniz. İbrahim, ne Yahudi idi, ne de
Hıristiyan. Fakat o, hanif (Allah'ı bir tanıyan, hakka yönelen) bir Müslümandı.
Allah'a ortak koşanlardan da değildi. Şüphesiz, insanların İbrahim'e en yakın
olanı, elbette ona uyanlar, bir de bu peygamber (Muhammed) ve müminlerdir.
Allah da müminlerin dostudur"[Al-i İmran 65-68] ayetlerini indirdi.
Necran halkından olan
Yahudilerin ve Hıristiyanların hahamları Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yanında toplandıkları zaman ve Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onları İslam'a davet ettiği zaman Ebu Rafi' el-Kurazi: "Ey
Muhammed! Hıristiyanların İsa bin Meryem'e taptıkları gibi sana tapmamızı mı
istiyorsun?" dedi. Necran ahalisinden Rıbbıs adlı Hıristiyan bir kişi de:
"Ey Muhammed! Sen bunu mu istiyorsun? Sen buna mı davet ediyorsun?"
diye sordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'tan başkasına
kulluk etmekten ve ondan başkasına kulluk edilmesini emretmekten Allah'a
sığınırım. Allah beni bunun için göndermedi ve bana bunu emretmedi'' buyurdu.
Bunun üzerine Yüce Allah: "Allah'ın kendisine Kitab'ı, hükmü, peygamberliği
verdiği insanoğluna: ‘‘Allah'ı bırakıp bana kulluk edin’‘ demek yaraşmaz,
fakat: ‘‘Kitab'ı öğrettiğinize, okuduğunuza göre Rabbe kul olun’‘ demek
yaraşır. Onun size, ‘‘Melekleri ve peygamberleri ilahlar edinin’‘ diye
emretmesi de düşünülemez. Siz Müslüman olduktan sonra, o size hiç inkarı
emreder mi?"[Al-i İmran 79, 80] ayetlerini indirdi.
Sonra, onlara ve
atalarına, kendilerine peygamber geldiğinde onu tasdik edeceklerine dair söz
aldığını ve onların bunu ikrar ettiğini anlattı ve: "Hani, Allah
peygamberlerden, "Andolsun, size vereceğim her kitap ve hikmetten sonra,
elinizdekini doğrulayan bir peygamber geldiğinde, ona mutlaka iman edeceksiniz
ve ona mutlaka yardım edeceksiniz" diye söz almış ve, ‘‘Bunu kabul ettiniz
mi; verdiğim bu ağır görevi üstlendiniz mi?’‘ demişti. Onlar, ‘‘Kabul ettik’‘
demişlerdi. Allah da, ‘‘Öyleyse şahid olun, ben de sizinle beraber şahid
olanlardanım’‘ demişti"[Al-i İmran 81] ayetini okudu.
Ebu Abdillah bunu ibn
ishak kanalıyla Muhammed bin Sehl bin Umame'den naklederek şu eklemede
bulunmuştur: "Necran ahalisi Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
geldiği zaman kendisine İsa bin Meryem hakkında sormaya başladılar. Bunun
üzerine onlar hakkında AI-i imran Suresinin ilk seksen ayeti nazil oldu."
Seleme bin Abdi Yeşu',
babası kanalıyla dedesinden bildiriyor -ki ravi Yunus: "Dedesi Hıristiyan
idi ve sonra Müslüman olmuştu" dedi-: Neml Suresi nazil olmadan önce
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Necran ahalisine şöyle bir mektup
yazdı: ''İbrahim'in, İshak'ın ve Yakub'un ilahı adıyla! Muhammed'den Necran
başrahibine ve Necran halkına. Eğer Müslüman olursanız İbrahim'in, İshak'ın ve
Yakub'un ilahı olan Allah'a hamd ederim. Derim ki: ''Sizi kulların ibadetinden
Allah'ın ibadetine, kulların himayesinden Allah'ın himayesine davet ediyorum.
Eğer bunu kabul etmezseniz cizye verirsiniz. Onu da kabul etmezseniz size karşı
savaş açarım. Vesselam ... "
Piskopos bu mektubu
okuyunca mesele gözünde büyüdü ve şiddetli bir şekilde korktu. Sonra Necran
halkından olan Şurahbil bin Vedaa'nın gelmesi için bir adam gönderdi. Bu kişi
geldiğinde ona Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) göndermiş olduğu
mektubu verdi. O da mektubu okuyunca, piskopos kendisine: "Ne
diyorsun?" diye sordu. Şurahbil: "ismail'in zürriyetindeki
peygamberlik konusunda Allah'ın, İbrahim'e verdiği vaadi biliyorsun. Bu kişinin
o olmadığını garanti edebilir misin? Peygamberlik konusunda benim bir bilgim
yoktur. Eğer durum dünyevi işlerle alakalı olsaydı sana o konuda görüşlerimi
bildirirdim ve bu hususta senin için çaba sarf ederdim" deyince, piskopos:
"Bir kenara çekil" dedi. Bunun üzerine Şurahbil bir kenara çekilip
oturdu. Piskopos, Necran halkından kendisine Abdullah bin Şurahbil denilen
kişiye gelmesi için haber gönderdi. Bu kişi Himyerlilerden Zu'l-Asbah'dan bir
kişidir. Piskopos ona da mektubu okutarak fikrini sorunca, o da Şurahbil'in
dediklerinin aynısını söyledi. Piskopos ona da: "Bir kenara çekil"
deyince, o da bir kenara çekilip oturdu.
Bunun üzerine piskopos,
Necran halkından kendisine Cebbar bin Fayd denilen bir adama gelmesi için haber
gönderdi. Cebbar, Hemmas oğullarından biri olan Haris bin Kab oğullarından bir
kişidir. Piskopos ona da mektubu okutarak fikrini sorunca, o da Şurahbil ile
Abdullah'ın dediklerinin aynısını söyledi. Piskopos ona da: "Bir kenara
çekil" deyince, o da bir kenara çekilip oturdu.
Hepsinin görüşlerinin
aynı olması üzerine piskopos, çan çalınmasını ve kiliselerde ve manastırlarda
örtülerin kaldırılmasını emretti. Gündüz vakti korkulacak bir şeyolduğu zaman
böyle yaparlardı. Gece vakti korkulan bir şeyolduğu zaman da çan çalar ve
manastırlarda ateş yakarlardı. Çan çalınıp örtüler çekilince vadinin alt
tarafında, üst tarafında kim varsa gelip orada toplandı. Hızlı giden bir
binitli vadiyi ancak bir günde geçebilirdi. Bu vadide yetmiş üç köy ve yüz
yirmi bin savaşçı vardı. Hepsi gelip orada toplanınca, piskopos, Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) mektubunu okudu ve onlara bu konudaki görüşlerini
sordu. Onlardan görüş sahibi kimseler de Şurahbil bin Veda'a el-Hemdani'yi,
Abdullah bin Şurahbil Asbah'ı ve Cebbar bin Fayd elHaris'i, Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gönderme konusunda birleştiler. Bu kişiler
Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gidecek ve Nebi (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) hakkında kendilerine haber getireceklerdi.
Bunun üzerine heyet yola
çıkıp Medine'ye geldiğinde üzerlerindeki giysilerini çıkardılar, Yemen işi uzun
kaftanlarını giydiler ve altın yüzükler takındılar. Sonra Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelerek selam verdiler. Ancak Nebi
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamlarını almadı. Resulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ile gün boyu konuşmaya çalıştılar, ama üzerlerindeki kaftanlardan ve
altın yüzüklerden dolayı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendileriyle
konuşmadı.
Bunun üzerine daha
önceden tanıdıkları Osman bin Affan ve Abdurrahman bin Avf'a gittiler. Bunlar
Cahiliye zamanında Necran'a kurbanlıklar gönderirler, onlar da kendileri için
kumaş, meyve ve mısır alırlardı. Tanışmaları da buradan gelmekteydi. Osman bin
Affan ile Abdurrahman bin Avf'ı, Muhacir ve Ensar'dan bazı kimselerle otururken
buldular. Bu heyet yanlarına gelip: "Ey Osman! Ey Abdurrahman!
Peygamberiniz bize bir mektup yazdı ve biz de icabet ederek kalkıp yanına geldik.
Ancak selam verdiğimizde selamımızı almadı ve gün boyu kendisiyle konuşmaya
çalıştık, ama bizimle konuşmadı. Bu konuda sizin fikriniz nedir? Tekrar yanına
gidelim mi? Yoksa memleketimize mi dönelim?" dediler. Bunun üzerine onlar
da aralarında olan Ali bin Ebi Talib'e: "Ey Ebu'l-Hasan! Bunlar hakkında
sen ne dersin?" dediler. Ali, Osman ve Abdurrahman'a: "Benim görüşüm
bu giysilerini ve yüzüklerini çıkarsınlar, yolculuk giysilerini giysinler,
sonra da yanına dönsünler" dedi. Onlar da öyle yaptılar ve Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gidip selam verdiler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) selamlarını aldı ve: ''Beni hak olarak gönderene yemin olsun ki, bana
birinci gelişlerinde İblis te kendileri ile birlikte idi" buyurdu.
Sonra Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onlara ve onlar da Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sorular sordular. Sonunda Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İsa
bin Meryem hakkında ne dersin? Biz Hıristiyanlar olarak kavmimize geri
döneceğiz. Eğer peygamber isen bu konuda bize bilgi vermen hoşumuza gider"
dediler. Bunun üzerine Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Bu konuda bugün
size söyleyeceğim bir şey yoktur. İsa hakkında söylenenleri size haber verene
kadar burada kalın'' buyurdu. Ertesi sabah Yüce Allah: "Allah nezdinde
İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Sonra ona ‘‘Ol!’‘ dedi ve oluverdi.
Gerçek Rabbindendir, o halde şüphelenenlerden olma. Sana ilim geldikten sonra,
bu hususta seninle kim tartışacak olursa, de ki: "Gelin, oğullarımızı,
oğullarınızı, kadınlarımızı, kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım,
sonra lanetleşelim de, Allah'ın lanetinin yalancılara olmasını
dileyelim"[Al-i İmran 59-61] ayetlerini indirdi.
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onlara bu ayetleri bildirince) onlar böyle bir şey yapmayı
kabul etmediler. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara bu haberi verdiği
günün ertesi günü Hasan ve Hüseyin'i kadifeden izarının altına almış bir
şekilde geldi. Kızı Hz. Fatıma'da lanetleşmek için arkasından geliyordu. O gün
lanetleşmek için Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kaç hanımı da
bulunmaktaydı.
Şurahbil iki arkadaşına:
"Ey Abdullah bin Şurahbil! Ey Cebbar bin Fayd! Biliyorsunuz ki vadinin alt
ve üst tarafında olanlar bir araya geldiklerinde benim görüşümün dışına
çıkmamışlardır. Vallahi ben ağır bir işin geldiğini görmekteyim. Eğer bu adam
gönderilmiş bir kral ise onun gözünde Araplardan öldürülecek ve işleri
kendisine teslim edilecek ilk kişiler bizleriz. Onun ve kavminin içinden geçen
ancak bizi yok etmek olabilir. Araplardan onlara en yakın komşu da biziz. Eğer
bu adam bir peygamber ise ve biz onunla lanetleşirsek yeryüzünde bizden ne bir
kıl, ne de bir tırnağın kalmayacağını ve hepsinin helak olacağını
görüyorum" deyince, arkadaşları ona: "Ey Ebu Meryem! Bu konuda senin
görüşün nedir?" dediler. O da: "Benim görüşüm onu aramızdaki mesele
için hakem kılmaktır. Onun asla adaletsiz olarak hükmedeceğini
düşünmüyorum" dedi. Arkadaşları: "Sen istediğini yap" dediler.
Şurahbil, Allah
Resulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Benim, seninle lanetleşmekten
daha hayırlı bir görüşüm vardır" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): ''Nedir bu görüşün?'' diye sorunca: "Bu gün akşama kadar,
akşamdan da sabah kadar bizim için ne hüküm kılarsan kabulümüzdür"
dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Ya arkandan hükmünü kabul
etmeyecek biri çıkarsa?'' buyurunca, Şurahbil: "Arkadaşlarıma sor"
dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu iki arkadaşına sorunca:
"Vadide ancak ve ancak Şurahbil'in görüşü ile hareket edilir"
karşılığını verdiler. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
''Kabul ediyorum" buyurdu.
Ertesi gün Resulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldiklerinde Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine
şöyle bir belge yazdı:
''Rahman ve Rahim olan
Allah'ın adıyla. Bu, Allah'ın elçisi ve Peygamberi Muhammed'in Necran'a yazdığı
belgedir. Necran halkı, ihtiyaçlarından fazla olarak ne kadar tarım ürünleri
sarı, beyaz ve siyah renkli malları, köle ve cariyeleri varsa hepsinden vergi
vermek zorundadırlar. Ancak bütün bunlar Receb ve Safer aylarında biner elbise
olmak üzere iki bin elbise vermeleri karşılığında kendilerine bırakılacaktır.
Her elbise ile birlikte de bir ukiyye gümüş verilecektir. Elbiselerin haraç
vergisine nazaran fazlalığı ve ukiyye kıymetinden eksikliği hesaplanacaktır.
Onların haraç olarak ödemeleri gereken binek hayvanları veya atlar veya zırhlar
veya diğer mallar kendilerinden hesapla alınacaktır. Elçilerimin yirmi gün veya
daha az müddetle konuklanmaları ve ağırlanmalarıyla Necranlılar mükelleftir.
Elçilerim, bir aydan fazla bekletilemezler. Bir savaş veya bir yaramazlık baş
gösterdiği zaman,
Necranlılar emanet
olarak otuz adet zırh, otuz adet at ve otuz adet deve vermekle mükelleftirler.
Elçilerime emanet olarak verilen şeyler Necranlılara iade edilinceye kadar
elçilerimin kefaleti altındadır. Necran ve Necran'a bağlı yerlerin canları,
milleti, toprakları, malları, hazır bulunanları, bulunmayanları, aşiretleri,
kiliseleri, ruhbanlıkları, piskoposlukları, az veya çok ellerinin altındaki her
şeyleri Allah'ın himayesinde ve Peygamberi Muhammed'in himayesindedir. Piskopos
piskoposluğundan, rahip rahipliğinden, kilise bakıcısı bakıcılığından, kahin
kahinliğinden değiştirilmeyecek, bulundukları hal ve durumları, haklarından
herhangi bir hak da değiştirilmeyecektir. Necranlılara zulüm ve kötülük
yapılmayacaktır! Cahiliye devrinden kalma kan davası da güdülmeyecektir. Onlar
ne kendileri savaş için toplanacaktır, ne mahsullerinden öşür alınacak, ne de
asker gelip yurtlarını çiğneyecektir! Necran'da kim bir hak talebinde bulunacak
olursa, aralarında insaf ve adalet üzere davranacaklar ne zulüm yapacaklar, ne
de zulme uğrayacaklardır. Gelecekte faiz yiyen kişi zimmetimden beridir. Onlardan
hiç kimse başkasının yaptığı bir haksızlıktan dolayı sorumlu tutulmayacaktır.
Necranlılar bu belgede yazılı olan şartları gereğince yerine getirdikleri ve
iyi davrandıkları sürece, Allah'ın emri gelinceye kadar Allah'ın ve Peygamberi
Muhammed'in himayesi altında bulunacaklardır.''
Ebu Süfyan bin Harb,
Gaylan bin Amr, Nasr oğullarından Malik bin Avf, Akra' bin Habis el-Hanzal, ve
Muğire buna şahit oldular. Heyet belgeyi aldıktan sonra Necran'a döndüklerinde
Necran Hıristiyanları kendilerini bir günlük yol mesafesinden karşıladılar.
Piskopos ile birlikte anne bir kardeşi ve amcası oğlu olan Bişr bin Muaviye de
vardı. Künyesi de Ebu Alkame idi. Heyet belgeyi piskoposa verince piskopos onu
okumaya başladı. Bu sırada yanında olan Bişr'in devesi tökezledi. Bişr de
Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) açıkça adını vererek: "Filan
kişi kahrolsun" dedi. Bunun üzerine piskopos: "Vallahi sen Allah
tarafından gönderilen bir peygambere beddua ettin" deyince, Bişr:
"Öyle ise Vallahi
ben şu devemden inmeden O'na gideceğim" dedi ve devesini Medine'ye doğru
çevirip yola çıktı.
Piskopos arkasından
devesini koşturmak: "Beni dinle, ben Arapların, bizim onun hakkını gasp
ettiğimizi ya da onun bu şöhret ve parlayışına razı olduğumuzu yahut herkesten
daha kuvvetli ve toplu olduğumuz halde bu adama boyun eğdiğimizi
zannetmelerinden korktuğum için bunu benden işitsinler diye söyledim"
demeye başladı. Ancak Bişr: "Vallahi bundan sonra senin hiçbir sözüne
inanmam" dedi ve piskoposa arkasını dönüp devesinin sırtına vurarak:
"Devesinin sırtına
binmiş te geliyor Yüklü olan devesinin kalanını gevşetmeden Hıristiyan dine
muhalif olarak sana geliyor" demeye başladı.
Sonra Allah Resulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldi ve Müslüman oldu. Bir savaşta şehit
düşünceye kadar da Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanından
ayrılmadı.
Heyet, Necran'a geldiği
zaman rahip kilisede kendi özel odasında idi.
Leys bin Ebi Şemr
ez-Zebidi rahibe gelip şöyle dedi: "Tihame'de bir adama peygamberlik
gelmiş ve piskoposa bir mektup yazmıştı. Piskopos vadi halkının görüşünü alarak
Şurahbil bin Veda'a, Abdullah bin Şurahbil ve Cebbar bin Fayd'ın heyet olarak
kendisine gitmesi kararına vardı. O da bu heyete lanetleşme teklifinde
bulununca heyet lanetleşmeyi kabul etmedi ve Şurahbil onun vereceği hükme razı
oldu. Bunun üzerine o da bu konuda kendilerine bir belge yazdı. Heyet geri
dönüp belgeyi piskoposa verdi. Piskopos belgeyi okurken kendisiyle birlikte
olan Bişr'in devesi tökezledi ve Bişr bu kişi için kahrolması yönünde beddua
etti. Piskopos bu kişinin gönderilmiş bir peygamber olduğunu söyleyince Ebu
Alkame Müslüman olmak için kendisine doğru yola çıktı. Bunun üzerine rahip:
‘‘Beni buradan indirin, yoksa kendimi buradan aşağı atacağım’‘ dedi. Bunun
üzerine kendisini indirdiler.
Rahip bir takım
hediyelerle Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gitti. Götürdüğü
hediyelerin içinde bugün halifelerin giydiği kürk ile bir büyük bardak ve bir
baston vardı. Rahip yıllarca Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yanında kalıp vahiyleri, sünnetleri farzları ve hadleri dinlediyse de, Allah
ona Müslümanlığı nasip etmedi. Sonra rahip bir daha geri gelmek kaydıyla
kavmine dönmek üzere Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin istedi.
Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine izin verince de kavminin yanına
geri döndü. Ancak Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat edinceye
kadar bir daha geri gelmedi.
Ancak piskopos
Ebu'l-Haris yanına Seyyid ile Akib'i ve kavminin eşrafını alarak Resulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldi. Bunlar, Resulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yanında bir süre kaldılar. Yüce Allah'ın kendisine indirdiği
vahiyleri dinliyorlardı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Necran
piskoposlarına Şu mektubu yazdırdı: ''Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla.
Peygamber Muhammed'den piskopos Ebu'l-Haris ile Necran'ın diğer piskoposlarına,
kahinlerinin ve bunların idaresi altında bulunan büyük küçük halkına. Allah ile
Allah Resulü'nün himayesi, ne bir piskoposun piskoposluğunu, ne bir rahibin rah
ipliğini, ne de bir kahinin kahinliğini elinden almaz. Onların hiçbir hakkını
değiştirmez. Onların yetki ve salahiyetlerine dokunmaz. Bunları halkın
hizmetinde olup onlara nasihat ve irşadda bulundukları sürece ne kimsenin
onlara, ne de onların kimseye zulüm ve haksızlık etmesine imkan
vermeyecektir.'' Mektubu yazan Muğire bin Şu'be idi. Piskopos mektubu alınca
kendisiyle olanlarla birlikte kavmine gitmek için izin istedi. Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onlara izin verince gittiler ve onlar geri
gelmeden Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat etti.
ibn Mes'ud bildiriyor:
Seyyid ve Akib, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelip
kendisiyle lanetleşmek istediler. Biri diğerine: "Onunla lanetleşme,
Vallahi eğer o bir peygamber ise ve biz de onunla lanetleşirsek iflah olmayız.
Artık bizden sonraki neslimiz de devam etmez" dedi. Bunun üzerine her
ikisi Allah Resulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sana istediğini
vereceğiz. Ancak sen bizimle birlikte emin bir adam gönder. Ama göndereceğin
adam kesinlikle emin biri olsun" dediler. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): ''Sizinle beraber gerçekten emin olan bir adamı göndereceğim!"
buyurdu. Bunun üzerine Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bütün ashabı
bu iş için hep öne çıktı. Ancak Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
''Ey Ebu Ubeyde bin el-Cerrah, Kalk!'' buyurdu. Ebu Ubeyde kalkınca da,
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''İşte bu, bu ümmetin emin
kişisidir'' buyurdu.
Ubeydullah bin Musa,
israil kanalıyla bunu bu şekilde aktarmıştır. Yunus bin Ebi ishak kanalıyla da
Ebu ishak'tan bu şekilde rivayet edilmiştir.
Buhari, Sahih'de
"Abbas bin el-Hüseyn - Yahya bin Adem - israil - Ebu ishak - Cabir" kanalıyla
Huzeyfe bin el-Yeman'dan rivayet etmiştir.
Süfyan, Şu'be ve
başkaları bunu Ebu ishak kanalıyla bu şekilde muhtasar olarak aktarmışlardır.
--- İbn Mace, Sünen (135).
Muğire bin Şu'be der ki:
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni, Necran ahalisine gönderdiğinde
Necranlılar bana: "Siz: ‘‘Ey Harun'un kız kardeşi’‘ diye bir ayet
okuyorsunuz. Oysa Musa, isa'dan şu şu kadar zaman önce yaşamıştır?"
dediler. Geri dönüp bunu Allah Resulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
zikrettim. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Kendilerinden önce gelen
peygamberler ve salih kimselere nisbet edildiklerini söyleseydin ya!"
buyurdu.
Lafız es-Susi'nin
lafzıdır.
Müslim, Sahih'de Ebu
Bekr bin Ebi Şeybe'den rivayet etmiştir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: