DELAİLU

NÜBÜVVE

HAYBER'İN FETHİNDEN SONRA KAZA UMRESİNDEN ÖNCE YAPILAN MÜFREZELER

 

Amr bin el-As'ın Müslüman Olması, Necaşi'yle Konuşmaları ve Bunlarda Nebi'in Risalet'ine Dair Mucizevi İşaretler

 

Amr bin el-As anlatıyor: İslam'a düşman ve inatla muhalif biriydim. Bedir savaşına müşriklerin yanında katılıp ölmekten kurtuldum. Sonra Uhud savaşına katıldım ve yine kurtuldum. Sonra Hendek savaşına katıldım ve kurtuldum. Sonra kendi kendime: "Allah kaçtır bizleri hezimete uğratıyor. Muhammed, Kureyşlilere galip gelecek" dedim. Sonrasında mallarımı ticarete verdim ve Kureyşlilerle görüşmelerimi aza indirdim. Hudeybiye anlaşması yapılıp da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye döndüğü zaman: "Gelecek yıl Muhammed, ashabıyla birlikte Mekke'ye girecek! Artık ne Mekke, ne de Taif ikamet edilecek bir yer değil! En iyisi buralardan çıkıp gitmeli" demeye başladım. Bu arada hala İslam'dan yüz çeviriyordum ve Kureyş'in hepsi Müslüman olsa yine de Müslüman olmam diye düşünüyordum.

 

(Hendek savaşı sonrası) Mekke'ye geldiğimde Kureyş'ten görüşlerime itibar edip sözümü dinleyen bazı adamları topladım ve: "Beni nasıl bilirsiniz?" diye sordum. "Görüşleri sağlam, saygın ve seçkin birisin" karşılığını verdiler.

 

"Benim gibi siz de biliyorsunuz ki Muhammed hoşumuza gitmeyecek bir şekilde giderek güçleniyor. Bu konuda bir şey düşünüyorum" dediğimde:

 

"Nedir?" diye sordular. Onlara: "Necaşi'nin yanına gidip hakimiyeti altında yaşamayı düşünüyorum. Zira Necaşi'nin emri altında yaşamamız, Muhammed'in emri altında yaşamamızdan daha iyidir. Kureyş ona galip gelirse kendi kavmimiz içinde değeri olan kişileriz" karşılığını verdiğimde: "En uygun olanı da budur" dediler. Sonra onlara: "Necaşi'ye götüreceğiniz hediyeleri hazırlayın" dedim. Necaşi de bizim bölgemizden kendisine en fazla deri hediye edilmesinden hoşlanırdı. Bundan dolayı kendisine bol miktarda deri toplayıp yola çıktık.

 

Necaşi'nin yanındayken içeriye Amr bin Umeyye ed-Damri girdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu bir mektupla Necaşi'ye göndermişti. Mektupta Ebu Süfyan'ın kızı Ümmü Habibe'yi kendisiyle evlendirmesini yazmıştı. Amr bin Umeyye yanına girip çıktıktan sonra arkadaşlarıma: "Bu adam Amr bin Umeyye'dir. Necaşi'nin yanına girip onu bana teslim etmesini isteyeyim. Teslim alınca gidip boynunu vurur, bu şekilde Kureyşlileri sevindirmiş, Muhammed'in elçisini onların yerine öldürmüş olurum" dedim.

 

Necaşi'nin huzuruna girdim ve her zaman yaptığım gibi secdeye kapandım. Necaşi: "Arkadaşım hoş geldin!" diyerek beni karşıladı ve: "Yurdunuzdan bana hediye getirdin mi?" diye sordu. Ona: "Ey kral! Evet, sana bol miktarda deri getirdim" dedim. Derileri önüne koyduğumda çok beğendi ve birazını yanındaki patriklere dağıttı. Geri kalanlarının kayda geçirilip bir yere konulmasını ve muhafaza edilmesini söyledi.

 

Keyfinin yerinde olduğunu görünce: "Ey kral! Az önce yanından bir adam çıkmıştı. O kişi birliğimizi bozan, seçkin ve saygın adamlarımızı öldüren düşmanımızın elçisidir. Onu bana teslim et de öldüreyim" dedim. Necaşi bu isteğime çok kızdı. Elini kaldırıp burnuma öyle bir vurdu ki burnumun kırıldığını zannettim. Burnumdan kanlar akmaya başlayınca kanları giysimle silmeye çalıştım. Öyle küçük düştüm ki keşke yer yarılsaydı da içine girseydim diye düşündüm.

 

Sonra: "Ey kral! Bu isteğimden hoşlanmayacağını bilseydim hiç dile getirmezdim" dedim. Necaşi de biraz mahcubiyetle: "Ey Amr! Daha önce Musa'ya ve isa'ya gelen Namus-u Ekber'in (Cebrail'in) kendisine geldiği kişinin elçisini öldürmek için sana vermemi mi istiyorsun?" karşılığını verdi. işte o zaman Yüce Allah kalbimi yumuşattı ve kendi kendime: "Araplar ve Acemler hak olan dini tanımalarına rağmen sen hala karşı duruyorsun!" diye düşünmeye başladım. Ardından: "Ey kral! Sen buna şahadet ediyor musun?" diye sordum. Necaşi: "Evet! Allah'ın huzurunda buna şahadet ediyorum! Ey Amr! Sen de sözümü dinle ve ona tabi ol! Vallahi o adam hak üzeredir ve Musa nasıl Firavun ve ordularına karşı galip gelmişse bu da düşmanlarına karşı galip gelecektir" dedi. Ona: "Onun adına benden biat alır mısın?" diye sorduğumda: "Evet!" dedi ve elini uzattı. Bu şekilde İslam üzere biatımı kabul etti.

 

Biattan sonra bir kapta su istedi. Üzerimdeki kanları yıkayıp sildi.

Giysilerim kan içinde kaldığı için onları atıp yerine başka giysiler verdi. Ardından arkadaşlarımın yanına çıktım. Necaşi'nin bana verdiği giysileri görünce sevindiler ve: "Arkadaşından istediğini alabildin mi?" diye sordular. "ilk görüşmede ona böyle bir konuyu açmak istemedim, daha sonra gelip söylemeyi daha uygun gördüm" karşılığını verdiğimde: "Nasıl istersen" dediler.

 

Daha sonra işim varmış gibi arkadaşlarımdan ayrıldım ve gemilerin olduğu yere gittim. Hazırlanmakta olan bir gemi bulunca bindim. Gemiyle Şuayba'ya kadar geldim. Orada gemiden inip kendime bir deve satın aldım. Deveye binip Medine'ye doğru yola çıktım. Merru'z-Zahran'a uğrayıp yoluma devam ettim. Hudat'a ulaştığımda az ilerde konaklamış iki adam gördüm. Biri çadırın içindeyken diğeri ayakta binekleri tutuyordu. Yanlarına vardığımda ayakta duranın Halid bin el-Velid olduğunu gördüm. Ona: "Ebu Süleyman! Sen misin?" dediğimde: "Evet!" dedi. Ona: "Nereye gidiyorsun?" diye sorduğumda: "Muhammed'in yanına! Herkes Müslüman oldu! Aklı başında olanlardan Müslüman olmayan kimse kalmadı. Ben de Müslüman olmazsam sırtlanın boynundan tutulup ininden çıkarılması gibi Muhammed bizleri boynumuzdan yakalayıp çıkaracak" karşılığını verdi. Ona: "Vallahi ben de Muhammed'in yanına gidiyor ve Müslüman olmak istiyorum" dedim.

 

O sırada Osman bin Talha çardaktan çıktı. Onunla da merhabalaştıktan sonra birlikte konakladık. Medine'ye ulaşana kadar da birbirimize arkadaşlık ettik. Ebu Anebe kuyusunda karşılaştığımız bir adamın: Ey Rebah! Ey Rebah!" şeklinde seslenmesini unutmam. Onun böyle dediğini işittiğimizde moral bulduk. Biz adamı geçip gittikten sonra: "Mekke bu ikisinden sonra liderliğini kaybetti" dediğini duyuyordum. Bu sözle beni ve Halid bin el-Velid'i kastettiğini düşündüm. Sonra Mescid'e doğru koşmaya başladı. Sanırım Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelişimizin müjdesini verdi.

 

Sandığım gibi de çıktı. Harre'de mola verip temiz giysilerimizi giydik. O sırada ikindi ezanı okundu. Gidip Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) baktığımızda yüzü sevinçten parlıyordu, ashabı da Müslüman olmamızdan dolayı sevinç içinde etrafını sarmışlardı. Önce Halid bin el-Velid yaklaşıp Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) biat etti. Sonra Osman bin Talha yaklaşıp Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) biat etti. Onların ardından ben yaklaştım. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önünde oturduğumda utancımdan başımı kaldırıp yüzüne bakamadım. Önceki günahlarımın bağışlanması üzerine ona biat ettim. Sonraki günahlarımın da bağışlanmasını istemek o an aklıma gelmedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Müslüman olmak önceki günahları yok eder, hicret de kendisinden öncesini siler" buyurdu.

 

Vallahi Müslüman olduktan sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önemli gördüğü işlerde benle Halid bin el-Velid'e diğer ashabından daha fazla değer verirdi. Ebu Bekr'in hilafeti zamanında da aynı değere sahiptik. Ömer'in hilafeti zamanında ben aynı değere sahiptim, ancak Ömer'in Halid bin elVelid'e karşı sitemkar bir tavrı vardı.

 

Abdulhamid bin Cafer der ki: Bu hadisi Yezid bin Ebi Habib'e zikrettiğimde:

"Habib bin Ebi Üveys es-Sekafi'nin azatlısı Raşid, Habib'den, o da Amr'dan naklen bana aynısını bildirdi" dedi. Yezid'e: "Raşid, Amr ile Halid'in Medine'ye geldikleri tarih konusunda bir şey dedi mi?" diye sorduğumda: "Hayır, ama Mekke'nin fethinden önce olduğunu söyledi" karşılığını verdi. Bunun üzerine ona: "Babamın bana bildirdiğine göre Amr, Halid ve Osman bin Talha, hicri sekizinci yılda, Safer ayının başlarında Medine'ye gelmişlerdir" dedim.

 

 

 

Amr bin el-As anlatıyor: Hendek savaşından döndüğümüzde Kureyş'ten bazı adamları topladım ve: "Vallahi Muhammed'in durumu hoşumuza gitmeyecek bir şekilde yükselip iyiye gidiyor. Vallahi karşısında hiçbir şey duramıyor. Bu konuda bir şey düşünüyorum, ama siz ne dersiniz bilmiyorum" dedim. "Nedir?" diye sorduklarında, onlara: "Necaş'i"nin yanına gidip yerleşelim. Şayet kavmimiz Muhammed'e karşı zafer elde ederse kim olduğumuz herkesçe malum, geri döneriz. Muhammed'in galip gelmesi durumunda ise Necaş'i"nin emri altında yaşamak Muhammed'in emri altında yaşamaktan daha iyidir" karşılığını verdim. Onlar da: "Doğru düşünmüşsün" dediler.

 

Sonra onlara: "Necaş'i"ye götüreceğiniz hediyeleri hazırlayın" dedim.

 

Necaşide bizim bölgemizden kendisine en fazla deri hediye edilmesini severdi. Bundan dolayı kendisine bol miktarda deri toplayıp yola çıktık. Necaş'i"nin yanına geldiğimizde Amr bin Umeyye ed-Damri içerideydi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onu Cafer ve arkadaşları ile ilgili olarak göndermişti. Onu orada gördüğümde arkadaşlarıma: "Bu adam Muhammed'in elçisidir. Hediyeleri Necaş'i"ye vereyim ve ondan Amr'ı bana teslim etmesini isteyeyim. Teslim alınca gidip boynunu vururum. Bu şekilde Kureyşliler, onların yerine Muhammed'in elçisini öldürdüğümü görürler" dedim.

 

Necaş'i"nin yanına girdiğimde: "Arkadaşım hoş gelmiş safa getirmiş!" diyerek beni karşıladı ve: "Hediye olarak bana bir şey getirdin mi?" diye sordu. Ona: "Evet" dedim ve getirdiğimiz derileri yanına yaklaştırdım. Derileri beğenip aldığında ona: "Ey kral! Muhammed'in elçisinin yanına girdiğini gördüm. O kişi birliğimizi bozan, seçkin ve saygın adamlarımızı öldüren düşmanımızın elçisidir. Onu bana teslim et de boynunu vurayım" dedim. Necaşi bu isteğime aşırı bir şekilde öfkelendi. Elini kaldırıp kendi burnuna öyle bir vurdu ki burnunun kırıldığını zannettim. Karşısında öyle küçük düştüm ki keşke yer yarılsaydı da içine girseydim diye düşündüm.

 

Sonra: "Ey kral! Bu isteğimden hoşlanmayacağını bilseydim hiç dile getirmezdim" dedim. Necaşi: "Namus-u Ekber'in (Cebrail'in) kendisine geldiği kişinin elçisini öldürmek için sana vermemi mi istiyorsun?" diye çıkıştı. Ona: "Ey kral! Gerçekten öyle mi?" diye sorduğumda: "Yazık sana ey Amr! Tabi ki öyle! Nasihatimi dinle! Müslüman olup ona uy! Vallahi Musa nasıl Firavun ve ordularına karşı galip gelmişse kendisi ve yanındakiler onlara karşı duranlara galip gelecektir" karşılığını verdi. Ona: "Onun adına müslüman olduğuma dair benden biat alır mısın?" diye sorduğumda: "Evet!" dedi ve elini uzattı. Bu şekilde İslam üzere Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adına ona biat ettim.

 

Arkadaşlarımın yanına çıktığımda düşüncelerim tamamen değişmişti.

 

Bana: "Ne oldu?" diye sorduklarında: "Hayırlı şeyler oldu" dedim. Akşam olunca bineğime bindim, arkadaşlarımı bırakıp yola düştüm. Vallahi hızlıca (Medine'ye doğru) giderken yolda Halid bin el-Velid ile karşılaştım. Ona: "Ey Ebu Süleyman! Nereye gidiyorsun?" diye sorduğumda: "Vallahi Müslüman olmaya gidiyorum! Adamın gerçekten peygamber olduğu artık şüphe kaldırmayacak kadar açık oldu. Benim de bu konuda şüphem kalmadı" karşılığını verdi. Ona: "Vallahi ben de Müslüman olmak için gelmiştim" dedim.

 

Medine'ye vardığımızda Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzurunda oturduk.

Önce Halid öne geçip Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) biat etti. Sonra ben öne geçtim ve: "Ey Allah'ın Resulü! Önceki günahlarımın bağışlanması şartı ile sana biat ediyorum" dedim. Sonraki günahlarımın da bağışlanmasını istemek o an aklıma gelmedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Amr! Müslüman olmak önceki günahları (zaten) yok eder, hicret de kendisinden öncesini siler'' buyurdu.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Halid bin el-Velid'in Müslüman Olması