DELAİLU

NÜBÜVVE

HENDEK -AHZAB- SAVAŞINA

DAİR BÖLÜMLER

 

İfk Hadisesi

 

Zühri der ki: "ifk hadisesi Mureysi' (Mustalik oğulları) savaşı sırasında vaki olmuştur."

 

 

Hz. Aişe bildiriyor: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kura çeker, kurada çıkanı da yanında götürürdü. Mustalik oğulları gazvesine çıkacağı sırada yine aynı şekilde aramızda kura çekti. Kurada ben çıkınca bazı kişiler söz konusu iftirayı dillerine doladı."

 

Meğazi alimlerinden Muhammed bin Yesar ve Muhammed bin Ömer elVakıdi bu şekilde rivayet etmişlerdir.

 

 

 

Yine Vakıdi bunu Abbad bin Abdillah kanalıyla rivayet ederken, Abbad'ın: "Anneciğim! Mustalik oğulları gazvesinde başına gelen olayı bana anlat" dediğini zikreder.

 

 

 

ibn Şihab der ki: Urve bin ez-Zübeyr, Said bin el-Müseyyeb, Alkame bin Vakkas ve Ubeydullah bin Abdillah bin Utbe, bazı insanların Nebi'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eşi Aişe hakkında konuştuğu ve Yüce Allah'ın onun masumiyetini ortaya çıkardığı ifk hadisesini bana naklettiler. Bu dördünden her biri de bana hadisin bir kısmını anlattı. içlerinden bazıları bu hadise daha fazla vakıf olsa da rivayetleri birbirini tasdik eder nitelikteydi. Bana Aişe'nin şöyle dediğini anlattılar:

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sefere çıkacağı zaman hanımları arasında kura çeker, kurada çıkanı da yanında götürürdü. Bir gazveye çıkacağı sırada yine aynı şekilde aramızda kura çekti. Kurada ben çıkınca onunla beraber yolculuğa çıktım. Bu olay örtünme ile ilgili ayetler nazil olduktan sonra vaki oldu. Yolculuk sırasında hevdecin içinde kalır, konaklama yerlerinde de hevdecimle birlikte indirilirdim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çıktığı gazveyi bitirince geriye dönüş için yola koyulduk. Dönüşte Medine'ye yakın bir yerde konakladıktan sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yolculuk için çağrı yaptırdı. Yola çıkmak üzere çağrı yapılınca kalktım ve bir ihtiyacımdan dolayı orduyu aşana kadar yürüdüm. işimi bitirip de geri konakladığımız yere döndüğümde boynumu yokladım. Yemen boncuğundan yapılmış gerdanlığımın kopup düştüğünü gördüm.

Onu aramak için kafileden geri kaldım. Beni taşıyanlar ise hevdecimi alıp bindiğim devemin üzerine koymuşlardı. Onlar benim hevdecin içinde olduğumu zannediyorlardı. Zira o zamanlar kadınlar hafifti, az yemek yedikleri için de şişman değillerdi. Hevdecimi taşıyanlar onun hafifliğini garipsememişler, kaldırıp deveye yüklemişlerdi. O zamanlar yaşı küçük bir kızdım. Deveyi sürüp yola çıktılar. Ordu yol aldıktan sonra ben de gerdanlığımı bulmuştum. Konakladıkları yere geldiğimde orada kimsenin olmadığını gördüm. Konakladığım yere gelip beklemeye koyuldum. Nasılsa benim yokluğumun farkına varıp geri almaya gelecekler, diye düşündüm. Konakladığım yerde oturmuşken gözlerim uykuya yenik düştü ve uykuya daldım. Safvan bin Muattal es-Sülemi ez-Zekvanı ordunun gerisinde görevliydi. Konaklama yerine geldiğinde uyuyan bir insan karaltısı gördü, beni görünce de tanıdı. Zira örtünme emri gelmemişken beni görmüştü. Safvan'ın beni tanıyıp, "inna lillahi ve inna ileyhi raciun" demesi üzerine uyandım. Hemen örtümle yüzümü kapadım. Vallahi onunla tek kelime bile konuşmadık.

 

Ondan "inna lillahi ve inna ileyhi raciun" cümlesinden başka tek bir söz dahi duymadım. Safvan devesinin ön ayağına basıp çöktürdü, ben de deveye bindim. Sonra bindiğim devenin dizginlerinden tuttu ve yola koyulduk. Öğle vaktinin sıcağında konaklamışlarken orduya yetiştik. Ancak adi kişiler hakkımda diyeceklerini demişlerdi. Yalanla iftira atanların başını Abdullah bin Ubey bin Selul çekiyordu.

 

Medine'ye döndükten hemen sonra bir ay boyunca hasta kaldım. iftira sahiplerinin yalanları bu arada insanlar arasında dolaşıyordu ve benim bundan hiç haberim olmadı. Ancak hastalığım sırasında beni endişelendiren bir şey, daha önce hastalandığım zaman Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana gösterdiği şefkati görememem idi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma giriyor, selam verip sadece: "Bu (hastanız) nasıl oldu?'' diye soruyor ve dönüp gidiyordu. Beni şüpheye düşüren tek şey buydu ve dışarıda dolaşan kötülükten haberim yoktu.

 

iyileşmeye başladığım günlerde bir gün Ümmü Mistah ile helaya çıktım. Ev dışında olduğundan ve bizi açıkça gösterdiği için ancak geceden geceye helaya çıkıyorduk. Bu, helalarımızı eve yakın bir yerde yapmamızdan önceydi. O zamanlar çöldeki eski Araplar gibiydik. ihtiyaç anında ev dışında uzak bir yere giderdik. Helalarımızı eve yakın bir yere yapmak da bize rahatsızlık veriyordu.

 

Ümmü Mistah'la beraber çıktım. Ümmü Mistah, Ebu Ruhm bin Abdi Menaf'ın kızıydı. Annesi, Ebu Bekr es-Sıddık'in teyzesi Sahr bin Amir'in kızıdır. Oğlu da Mistah bin Usase bin Abdilmuttalib'dir. ihtiyacımızı giderdikten sonra evime doğru gelirken Ümmü Mistah'ın ayağı çarşafına takılıp tökezledi. Tökezleyince de: "Kahrolası Mistah!" dedi. Kendisine: "Ne kötü bir söz söyledin! Bedir savaşına katılan, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından olan birine mi sövüyorsun?" diye çıkıştığımda, bana: "Ey saf kadın! Onun söylediklerini işitmedin mi?" dedi. "Hayır! Vallahi işitmedim" karşılığını verdiğimde, iftira atanların söylediklerini bana anlattı. Bunun üzerıne hastalığım bir kat daha arttı.

 

Eve döndüğümde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma girdi. Selam verdi ve:

"Bu (hastanız) nasıl?" diye sordu. Kendisine: "Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin?" dedim. Zira duyduklarımın doğruluğunu onlardan öğrenmek istiyordum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin verince yanlarına geldim ve anneme: "Anneciğim! insanlar neler konuşuyor?" diye sordum. Annem:

 

"Kızcağızım! Sen kendini üzme! Zira güzel bir kadın kendisini seven bir kocanın yanındaysa ve kumaları da varsa insanlar mutlaka onun hakkında konuşurlar" dedi. Ben: "Sübhanallah! insanlar gerçekten bunları konuşuyorlar mı?" dedim ve sabaha kadar ağladım. Sabaha kadar gözüme uyku girmedi ve gözyaşım kesilmedi.

 

Bu konudaki vahiy gecikince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), eşi ile ayrılıp ayrılmama konusunda danışmak üzere Ali bin Ebi Talib ile Usame bin Zeyd'i çağırdı. Usame bin Zeyd, eşlerinin masum olduğunu, onları ne kadar sevdiğini ve onlar hakkında düşündüklerini: "Ey Allah'ın Resulü! Eşlerin hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz" diyerek ifade etti. Ali bin Ebi Talib ise: "Ey Allah'ın Resulü! Yüce Allah bu konuda sana bir sınırlama getirmiş değiL. Ondan başka da evlenebileceğin bir sürü kadın var. Onun cariyesine de bunu sor. O sana bu konuda daha doğrusunu söyler" dedi.

 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Berire'yi çağırdı ve: ''Ey Berire!

Aişe'de şüphe uyandıracak bir şeyler gördün mü?'' diye sordu. Berire: "Seni hakla gönderene yemin olsun ki kendisini küçük düşürecek herhangi bir şeyini görmüş değilim. Ancak yaşı henüz küçük olduğu için bazen ailesinin hamurunu yaparken uyuklar, koyun da gelip o hamuru yerdi" karşılığını verdi.

 

Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aynı gün minbere çıktı, Abdullah bin

Ubey'den dolayı maruz kaldığı sıkıntıyı anlattı ve şöyle buyurdu: ''Ey Müslümanlar! Ailem hakkında bana sıkıntı veren adamı kim susturur? Vallahi ailem hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Adı iftiraya karıştırılan bir adamdan söz ettiler. Onun hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum ve ben olmadan ailemin yanına asla girmez.''

 

Bunun üzerine Sa'd bin Muaz el-Ensari kalktı ve: "Ey Allah'ın Resulü! Senin adına ben onu sustururum! Şayet o adam Evs kabilesinden biriyse onun boynunu vururum. Yok, eğer Hazrecli kardeşlerimizden biriyse, bize emir buyur ve emrini yerine getirelim!" dedi. Bunu duyan Hazrec kabilesinin efendilerinden Sa'd bin Ubade ayağa kalktı. Sa'd bin Ubade daha önce salih bir kişiydi. Ancak kabilevi duyguları ağır basmış olacak ki Sa'd bin Muaz'a:

 

"Allah'a yemin olsun ki yalan söylüyorsun! Zira sen onu öldüremezsin! Buna gücün de yetmez!" şeklinde çıkıştı. Bunun üzerine Sa'd bin Muaz'ın amcası oğlu olan Useyd bin Hudayr ayağa kalktı ve Sa'd bin Ubade'ye: "Asıl yalan söyleyen sensin! Allah'a yemin olsun ki onu öldürürüz! Sen bir münafıksın ve münafıkları savunuyorsun!" dedi. Bu şekilde Evs ve Hazrec kabileleri ayaklanıp neredeyse birbirlerine gireceklerdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hala minberin üzerindeydi. Durumu gören Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları sakinleştirip susturmaya çalıştı. Onlar susunca kendisi de sustu.

 

O gece ben yine sabaha kadar ağladım ve gözüme uyku girmedi. Annem ve babam da yanımda sabahladılar. Bir gün iki gece boyunca ağladım. Ne gözümün yaşı kesildi, ne de gözüme uyku girdi. Öyle ki anne babam ağlamaktan dolayı ciğerimin parçalanacağını düşündüler.

 

Annem babam yanımda oturuyorlarken ve ben de ağlıyorken Ensar'dan bir kadın girmek için izin istedi. Ona izin verince de geldi ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Bizler bu durumdayken yanımıza Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) girdi, selam verdi ve oturdu. iftira olayları ortaya çıktıktan sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanımda hiç oturmamıştı. Bir ay geçmiş olmasına rağmen durumum hakkında da vahiy nazil olmamıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) otururken şahadet getirdi, sonra da: "Ey Aişe! Şöyle şöyle yaptığın bana ulaştı. Şayet masumsan Yüce Allah senin masumiyetini ortaya koyacaktır. Ama eğer öyle bir suç işlediysen Yüce Allah'tan mağfiret dile ve tövbe et. Zira kul suçunu itiraf edip tövbe ederse Yüce Allah onun tövbesini kabul eder'' buyurdu.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözlerini bitirince gözyaşlarım bitti. Artık akıtacak tek damla dahi kalmamıştı. Babama: "Benim yerime, söyledikleri için Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sen cevap ver" dedim. Babam: "Vallahi Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne diyeceğimi bilemiyorum!" karşılığını verdi. Anneme: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dediklerine sen cevap ver" dediğimde, o da: "Vallahi Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne diyeceğimi bilemiyorum!" karşılığını verdi.

 

Henüz yaşı küçük bir kızdım ve Kur'an'dan da fazla bir bilgim yoktu. Buna rağmen şöyle dedim: "Vallahi anlıyorum ki insanların dedikleri içinizde yer etmiş ve onlara inanmışsınız. Şayet size suçsuz olduğumu söylesem -ki Allah suçsuz olduğumu biliyor- bana inanmayacaksınız. Oysa size bunu yaptığımı itiraf etsem -ki Yüce Allah bundan uzak olduğumu biliyor- o zaman bana inanırsınız. Durumumuzu ifade edecek bir söz bulamıyorum, ama sadece Hz. Yusuf'un babasının dediğini diyebiliyorum. Ki o: ‘‘Bana güzelce sabır gerekir. Anlattıklarınıza ancak Allah'tan yardım istenir’‘[Yusuf 18] demişti."

Bunu dedikten sonra da yatağıma uzandım. Masum olduğumu ve Yüce Allah'ın masumiyetimi göstereceğini de biliyordum. Ancak benim hakkımda okunur bir vahiy indirileceğini hiç beklemiyordum. Kur'an'da benimle ilgili bir şeyler indirilecek kadar değerli değilim. Sadece Yüce Allah'ın benim masumiyetim yönünde Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir rüya göstermesini dilemiştim.

 

Vallahi henüz Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oradan ayrılmadan ve bizden hiç kimse henüz dışarı çıkmadan vahiy nazil oldu. O esnada vahyin ağırlığından dolayı Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir terleme aldı. Vahiy indiği zaman kış günü olsa dahi Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) alnında boncuk boncuk ter olurdu. Bu hali geçtikten sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sevinçten gülüyordu. Söylediği ilk söz: ''Müjde ey Aişe! Vallahi Yüce Allah senin masum olduğunu vahyetti!" oldu. Annem bana: "Kalk ve Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) teşekkür et!" deyince, ben: "Vallahi kalkmam! Masum olduğum hakkında vahiy indiren Allah'tan başkasına da şükretmem!" karşılığını verdim.

 

Yüce Allah bu konuda: "O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır ... Ey inananlar! Şeytana ayak uydurmayın. Kim şeytanın ardına takılırsa, bilsin ki, o, hayasızlığı ve fenatığı emreder. Allah'In size lütuf ve merhameti bulunmasaydı, hiçbiriniz ebediyen temize çıkamazdı. Fakat Allah dilediğini temize çıkarır. Allah işitir ve bilir"[Nur 11-21] şeklinde tam on ayet indirmişti.

 

Yüce Allah bu ayetleri indirince, yoksulluğundan ve yakınlığından dolayı Mistah bin Usase'ye yardım eden Ebu Bekr: "Aişe'ye bunları dedikten sonra Vallahi Mistah'a asla bir yardımda bulunmayacağım!" dedi. Ancak Yüce Allah: "İçinizde lütuf ve servet sahibi olanlar, yakınlarına, düşkünlere ve Allah yolunda hicret edenlere, vermemek için yemin etmesinler, affetsinler, geçsinler. Allah'ın sizi bağışlamasından hoşlanmaz mısınız? Allah bağışlayandır, merhametli olandır"[Nur 22] ayetini indirince, Ebu Bekr: "Tabi ki Yüce Allah'ın beni bağışlamasını dilerim" dedi. Daha önce Mistah'a yaptığı yardımlara tekrar devam ederek: "Vallahi ona yaptığım yardımları kesmeyeceğim!" dedi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Zeyneb binti Cahş'a da: ''Ey Zeyneb! Ne gördün? Neler biliyorsun?'' diyerek benim durumumu sormuştu. Zeyneb de:

 

"Ey Allah'ın Resulü! Kulağımı ve gözümü yalandan sakınırım. Vallahi onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyorum" demişti. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında, diğer zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek bir tek Zeyneb vardı. Yüce Allah onu da takvası sebebiyle bu iftiraya katılmaktan korumuştu. Kız kardeşi Hamne ise onun gibi davranmadı ve iftiradan dolayı helak olanların arasına kendisi de katıldı.

 

Lafız Ebu Abdillah el-Kattan'ın lafzıdır. Buhari, Sahih'de Yahya bin Abdillah bin Bukeyr'den ve Müslim ise ibnu'l-Mübarek kanalıyla Yunus bin Yezid'den rivayet etmiştir.

 

 

 

Zühri der ki: Velid bin Abdilmelik'in yanındayken bana: "iftira olayında günahın en büyüğünü üstlenen kişi Ali'dir" deyince ona: "Hayır! Said bin elMüseyyeb, Urve bin ez-Zübeyr, Alkame bin Vakkas ve Ubeydullah bin Utbe bin Mes'ud'un bana bildirdiğine göre Hz. Aişe'nin: ‘‘iftira olayında günahın en büyüğünü üstlenen kişi Abdullah bin Ubey'dir’‘ dediğini işitmişlerdir" karşılığını verdim. Abdulmelik: "Abdullah'ın günahı neydi?" diye sorunca da şu karşılığı verdim: "Sübhanallah! Kabilenden iki kişi olan Ebu Seleme bin Abdirrahman bin Avf ve Ebu Bekr bin Abdirrahman bin el-Haris bin Hişam, Hz. Aişe'nin: ‘‘Benim hakkımda uydurulan iftirada çok kötü şeyler yapmıştı’‘ dediğini işitmişlerdir."

 

Buhari, Sahih'de Ma'mer'den rivayet etmiştir.

 

 

 

Zühri der ki: "Velid bin Abdilmelik'in yanındaydım ... " Sonrasında Zühri söz konusu hadisi tüm uzunluğuyla Urve, ibnu'l-Müseyyeb, Alkame ve Ubeydullah bin Abdillah kanalıyla Hz. Aişe'den nakleder. Bu rivayetinde Ebu Seleme ile Ebu Bekr bin Abdirrahman'ı zikretmez. Velid'in: "Neden?" sorusuna, Hz. Aişe'den naklen: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Mustalik oğulları gazvesine çıkacakken eşleri arasında kura çekti. Kurada ben ve Ummü Seleme çıktık" der ve hadisin geri kalanını zikreder.

 

 

 

Mesruk der ki: Hassan bin Sabit, Hz. Aişe'nin yanına girip şu beyitleri okudu: "İffetli, anlayışlıdır ve bunda şüphe yoktur Kimse hakkında dedikodu yapmadan sabahı bulur."

 

Hz. Aişe ona: "Ancak sen öyle biri değilsin!" karşılığını verdi. Ona: "Yüce Allah: ‘‘İçlerinden o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır’‘[Nur 11] buyurmuşken böylesi birini yanına girmesine neden izin veriyorsun?" dediğimde, Hz. Aişe: "Körlükten daha büyük azap mı olur?" karşılığını verdi. Yine: "(Hassan, Müşriklere karşı) Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savunurdu" dedi.

 

Buhari, Sahih'de Muhammed bin Beşşar Bundar'dan ve Müslim ise Muhammed bin el-Müsenna'dan rivayet etmiştir.

 

 

 

Hz. Aişe der ki: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), masum olduğuma dair nazil olan ayetleri Müslümanlara okuduktan sonra minberden indi, ikisi erkek biri de kadın olmak üzere bu iftirayı yayan üç kişiye iftira cezası olarak kamçı attırdı."

 

Ravi der ki: "Bu iftirayı Abdullah bin Ubey, Mistah bin Usase, Hassan ve Zeyneb binti Cahş'ın kız kardeşi Hamne binti Cahş yaymıştı. Safvan bin Muattal es-Sülemi ile çirkin şeyler yaptığı iftirasını atmışlardı."

 

 

 

Muhammed bin ibrahim et-Teymi der ki: Hassan bin Sabit, Safvan bin Muattal'ın Hz. Aişe hakkında çirkin şeyler konuştuğu için çok şiir söyledi. Daha sonraları ise hem onu, hem de benzerlerini bu konuda kınama mahiyetinde şu beyiti söylemiştir:

"Resulullah'ın ashabı güçlenip çoğaldı Feria'nın oğlu ise yalnız başına kaldı."

Bu yaptığından dolayı bir gece Safvan, dayıları olan Saide oğullarından gelen Hassan'ın yolunu gözledi. Gelince de kılıcıyla kafasına vurdu. Sabit bin Kays bin Şemmas da koşup Safvan'ı yakaladı ve siyah bir iple ellerini boynuna bağladı. Bağladıktan sonra da onu Harise oğullarının evine götürdü. Abdullah bin Revaha onunla karşılaşınca: "Bu ne?" diye sordu. Sabit:

 

"Yaptığını beğeniyor musun? Hassan'a kılıçla saldırdı. Sanırım da onu öldürdü" dedi. Abdullah: "Bu yaptığından Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haberi var mı?" diye sorunca, Sabit: "Hayırı" karşılığını verdi. Abdullah da: "Vallahi haddini aşmışsın! Onu serbest bırak!" dedi.

 

Sabah Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gidip olanları anlattılar.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İbnull-Muattal nerede?" diye sorunca, Sabit kalkıp yanına gitti ve: "Ey Allah'ın Resulü! işte burada!" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Safvan'a: ''Neden öyle bir şey yaptın?" diye sorunca, Safvan: "Ey Allah'ın Resulü! Hakkımda çok şeyler söyleyerek bana eziyet etti. Yetmedi hakkımda şiirler söyledi. Ben de öfkelendim ve olanlar oldu. Şayet haksızsam cezamı ver" dedi.

 

Sonrasında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Hassan'ı yanıma çağırın'' buyurunca, onu getirdiler. Ona: ''Ey Hassan! Yüce Allah kavmine doğru yolu gösterdikten sonra onları karalıyor musun? Ey Hassan! Başına gelen bu şeye iyilikle karşılık ver'' buyurunca, Hassan: "Ey Allah'ın Resulü! istediğin olsun" dedi. Buna karşılık Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hassan'a Kıbti cariye Sirin'i verdi. Sırın'in Hassan'dan Abdurrahman bin Hassan isimli oğlu oldu. Cariyenin yanında, daha önceden Ebu Talha'nın kendisine hibe etmiş olduğu bir tarlayı verdi.

 

 

 

Yakub bin Utbe bin el-Muğire bin el-Ahnes bildiriyor: Safvan bin el-Muattal, Hassan'a vurduğu zaman şöyle dedi:

 

"Kılıcımın ucunun tadına bak, ben ki köleyim Hicvedildiğim zaman şiirle cevap veren bir şair değilim." Daha sonraları Hassan, Hz. Aişe'ye şöyle demiştir:

"Allah seni bağışlasın! İffetli gördüm seni Namuslu ve çirkin şeylerden beri İffetli ve anlayışlı, yok bunda şüphe Kimse hakkında dedikodu yapmayan Hakkında söylenen şeylere gelince

Bir ömür senden uzaktır, sinsi kişilerin sözleridir Denildiği gibi hakkınızda şiirler söylüyorsam Ellerim bir daha kamçı tutamasın Nasıl derim bunları sevgim ve desteğim ortadayken İnsanların en hayırlıları olan Resulullah'ın ailesine Herkesi geride bırakan bir iz zetleri vardır İzzet onlarda en üst seviyeye ulaşmıştır."

 

 

 

Musa bin Ukbe, Mustalik oğulları gazvesinde su başında Cahcah ile Ensar'dan bazı gençler arasında olan kavgadan bahsederken şöyle der: O sırada Cahcah el-Gifari ile Ensarlı gençler arasında bulunan şair Hassan, olanları duyunca çok öfkelendi. Müslüman olarak Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına hicret eden muhacirleri kastederek şöyle dedi:

 

"Resulullah'ın ashabı güçlenip çoğaldı Feda'nın oğlu ise yalnız başına kaldı."

Süleym oğullarından bir adam -söylendiğine göre bu kişi Safvan bin elMuattal'dır ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hassan'a kılıçla vuran Safvan'ın ceza olarak elini kesmemiştir- Hassan'ın bu sözüne çok kızdı ve Hassan'a pusu kurup çıkmasını bekledi. Hassan çıkınca da ona öyle bir vurdu ki herkes öldüğünü düşündü. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Süleym oğullarından olan adamın Hassan'a vurduğunu duyunca: "Adamı yakalayın! Hassan ölürse karşılığında onu da öldürün" buyurdu.

 

Adamı yakalayıp bağladılar. Sa'd bin Ubade bunu duyunca kabilesiyle birlikte yanlarına geldi ve: "Adamı serbest bırakın!" dedi. Bırakmayı kabul etmediklerinde ise: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından olan birine dil uzatıp eziyet mi ediyorsunuz? Oysa onlara yardım ettiğinizi söylüyordunuz" dedi. Sa'd, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı için çok kızdı ve bir daha: "Adamı serbest bırakın!" dedi. Yine bırakmaya yanaşmayınca az daha aralarında kavga çıkacaktı.

 

Daha sonra ise onu bıraktılar. Sa'd onu alıp evine götürdü. Ona bir cübbe verip gönderdi. Bize anlatılana göre Süleym oğullarından olan bu adam namaz için Mescid'e girince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu gördü ve:

 

"Sana bu giysiyi kim verdi? Allah ona cennet giysilerinden giydirsin'' buyurdu. Adam: "Sa'd bin Ubade verdi" dedi.

 

Sonrasında Musa bin Ukbe, Abdullah bin Ubey'in, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına yönelik nifakını ve bu konuda nazil olan ayetleri zikreder. Ancak bu gazveyi anlatırken ifk hadisesine değinmez.

 

Zühri ise birkaç ravi kanalıyla bunu Aişe'den rivayet ederken Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Abdullah bin Ubey'in susturulmasını istemesini, buna karşılık Sa'd bin Muaz'ın kalkıp: "Ey Allah'ın Resulü! Senin adına ben onu sustururum!" dediğini zikreder. Daha önce de geçtiği gibi Urve'nin Hz. Aişe'den naklettiği hadiste Sa'd bin Muaz'ın Hendek savaşında kol damarından yaralandığı ve Kurayza oğullarıyla yapılan savaş sonrası da bu yaradan dolayı vefat ettiğini zikretmiştik. ifk hadisesinin Mureysı' yani Mustalik oğulları savaşı sırasında olduğunu söyleyenlerin bu rivayeti mahfuz ise buna göre Sa'd bin Muaz'ın yarası Mureysı' savaşından ve ifk hadisesinden sonra patlamış olsa gerektir.

 

Ebu Abdillah bin Mende el-Hafız'ın da zikrettiğine göre Sa'd bin Muaz hicri altı yılında Medine'de vefat etmiştir.

 

Daha önce de zikrettiğimiz gibi Mustalik oğulları savaşı hicri beşinci yılın Şaban ayında vaki olmuştur. Belki de Sa'd bu yılın Şaban ayından sonra vefat etmiştir. Doğrusunu da Allah bilir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Necd Müfrezesi