DELAİLU

NÜBÜVVE

UHUD GAZVESİNE DAİR

BÖLÜMLER

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Uhud'a Çıkması ve Savaşın Seyri

 

Zühri anlatıyor: Kureyşliler dönüp kendilerine müşrik Araplardan toplayabildiklerini topladılar. Ebu Süfyan bin Harb de Kureyşlilerden bir grupla birlikte Bedir savaşının ertesi senesi Şevval ayında yola çıktı.

 

Nihayet Uhud dağına yetişmeden önceki vadiye konakladılar. Bedir savaşına katılmamış olan Müslümanlar, o savaşa katılamadıklarından pişman olmuşlar ve Bedir gününde mümin kardeşlerinin harcamış oldukları çabayı kendilerinin de harcaması için düşmanın karşısına çıkmayı arzulamışlardı. Ebu Süfyan ile müşrikler, Uhud dağının eteklerine indiklerinde Bedir savaşına katılmamış olan Müslümanlar sevindiler ve: "Allah istediğimizi bize gönderdi" dediler.

 

Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma gecesi bir rüya gördü ve sabah olup ashabından birkaç kişi yanına gelince onlara şöyle buyurdu: "Dün gece rüyamda sığırların boğazlandığını gördüm. Vallahi Allah'ın yaptığında hayır vardır. Kılıcım Zülfikar'ın da ağzının kırıldığını gördüm. Bundan hoşlanmadım. Bu gördüklerim birer musibet idiler. Kendimi sağlam bir zırh içinde gördüm ve bir koçu takip ettiğimi de gördüm. "

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu rüyasını ashabına anlattığında: "Ey Allah'ın Resulü! Bu rüyanı nasıl yorumladın?" diye sordular. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Boğazlanan sığırların bizden ve onlardan bazılarının ölmesi olarak tevil ettim. Ama kılıcımın ağzında gedik açılmasından hoşlanmadım. "

 

Bazıları şöyle dediler: "Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kılıcının yüzüne isabet eden rüyada ki darbeye gelince, Uhud gününde Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüzüne düşman tarafından darbe vuruldu ve onun dişini kırıp dudağını yardılar. Ona bu darbeyi vuran, Utbe bin Ebi Vakkas idi. Sığırların boğazlanmasına gelince bu, Uhud gününde öldürülen Müslümanlar şeklinde tevil edilmiştir."

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rüyasının tevilini anlatırken şöyle demişti:

"Peşi sıra gittiğim koça gelince, bu düşmanın reisidir ki; Allah onu öldürecektir. Sağlam zırha gelince, bunu Medine olarak tevil ettim. Bekleyin, çoluk çocuğunuzu evlere saklayın. Kalelerde muhafaza altına alın. Eğer müşrikler Medine 'ye girerlerse, sokaklarda onlarla savaşırız. Evlerin üstünden onlara ok atarız.''

 

Müslümanlar, Medine sokaklarına taş duvarlar örmüşler ve onu korunaklı hale getirmişlerdi.

 

Bedir savaşına katılmamış olan Müslümanlar: "Bugünün gelmesini arzuluyorduk. Bunun için Allah'a dua ediyorduk. işte Allah, arzumuzu gerçekleştirdi ve mesafeyi yakınlaştırdı" dediler.

Ensar'dan bazıları: "Ey Allah'ın Resulü! Mahallemizde onlarla savaşmazsak ne zaman savaşacağız?" deyince, bazıları da: "Eğer korkmuyorsak, bizi savaşmaktan alıkoyan nedir?" diyordu.

 

Aralarında Hamza bin Abdilmuttalib'in de olduğu, doğru sözlü olup, sözlerini yerine getiren bazı kişiler: "Sana Kitabı indirene yemin olsun ki ey Allah'ın Resulü! Müşriklerle mücadele edeceğiz" dediler.

 

Salim oğulları kabilesinden Nuaym bin Malik bin Sa'lebe: "Ey Allah'ın Resulü! Bizi Cennet'ten mahrum bırakma. Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, ben Cennet'e gireceğim" deyince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ne ile Cennet'e gireceksin?'' diye sordu. o: "Allah'ı ve Resulü'nü sevmiş olmakla ve savaş gününde cepheden kaçmamakla gireceğim" cevabını verince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Doğru söyledin'' buyurdu. Gerçekten bu zat, Uhud savaşında şehid oldu.

 

insanların bir çoğu, Medine'den çıkıp düşmanla karşılaşmak istedi.

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözüne uymadılar. Eğer onun kendilerine emrettiğine razı olsalardı, belki daha iyi olurdu. Ama nihayet kaza ve kader işe galip oldu. Uhud savaşı için Medine'den çıkmayı tavsiye edenlerin çoğu, Bedir savaşına katılmamışlardı. Bunlar Bedir savaşına katılanların sahip oldukları üstünlüğü kaçırmış olduklarını bildiklerinden Medine'den çıkarak düşmanla savaşmayı tavsiye etmişlerdi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma namazını kılıp halka nasihatte bulundu.

Gayret gösterip cihad etmelerini emretti. Hutbesini ve namazını tamamladıktan sonra zırhını getirmelerini emretti ve zırhını giydikten sonra insanlara Medine'den çıkış emrini verdi.

 

ileri görüşlü olan bazıları bu durumu görünce: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de kalmamızı emretmişti. Ama Allah'ın ne istediğini o daha iyi bilir. Çünkü gökten ona vahiy geliyor" dedikten sonra Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Allah'ın Resulü! Daha önce bize emrettiğin gibi Medine'de kalsak iyi olmaz mı?" diye sordular.

 

Bunun üzerine Nebi şöyle buyurdu: "Bir peygamberin zırhını giydikten ve düşmana karşı çıkmaları için insanlara duyuruda bulunduktan sonra düşmanla savaşmadıkça geri dönmesi ve zırhını çıkarması doğru olmaz. Daha önce Medine'de kalmanız için size çağrıda bulunmuştum. Ama siz çıkalım dediniz. Savaş anında düşmanla karşılaştığınızda Allah'a karşı takvalı olmanızı ve sabır göstermenizi tavsiye ediyorum. Allah'ın size vereceği emri bekleyin. O emri yerine getirin."

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlar, Medine'den çıkıp Bedai' yoluna koyuldular. Bin kişi idiler. Müşrikler ise üç bin kişi idiler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Uhud'a varıp ordugahını kurdu. Abdullah bin Ubey bin Selul, üç yüz adamıyla birlikte Müslümanların saflarından ayrılınca Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında yedi yüz kişi kaldı.

 

Bunun üzerine Ka'b bin Malik el-Ensari şöyle dedi:

Öyle korkunç bir yerdeydik ki, eğer başkaları olsaydı, gece çekilip

kaçarlardı. Biz, savaşın çocuklarıyız. Söylediğimiz bir şeyi yapmaktan yorulmayız. Savaşın çekip götürdüğü şeylere karşı da sabırsızlık göstermeyiz. Üç bin kişiydiler. Biz ise kavmimizden seçkin kişiler olarak üç yüz kişi idik veya dört yüz civarında idik. Onlar süratle yürüdüler. Sanki yerinden kopmuş, rüzgar suyunu akıtmış da, içinde su bulunmayan ince bir buluttur. Biz de yürüdük, geridekilerimiz yavaşça geliyorlardı. Sanki et üzerine üşüşmüş ormandaki aslanlar idik.

 

Abdullah bin Ubey üç yüz kişiyle geri dönünce Müslümanlardan iki grup pişman oldular ve neredeyse birbirleriyle çarpışacaklardı. Bunlar Harise oğulları ile Seleme oğulları idi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Müslümanlara Uhud dağı eteğinde harp düzeni aldırdı. Müşrikler de Uhud'dan Sebha denilen yerde savaş düzenini aldılar. iki fırka da çarpışmaya hazır hale geldi. Müşrikler süvari birliklerinin başına Halid bin el-Velid'i komutan yaptılar. Müslümanların ise hiç atı yoktu. Onların sancaktarı Abdüddar oğullarından biri idi. Ebu Süfyan, Abduddar oğullarında olan sancaktarları sancak uğrunda çarpışmaya teşvik için: "Ey Abduddar oğulları! Bedir gününde sancağımızı siz üstlenmiştiniz. Gördüğünüz gibi, o musibet bize isabet etti. Milletler bayraklarıyla yaşarlar. Bayrakları zail olduğu zaman, onlar da zail olurlar. Ya sancağımızı siz taşır, onun hakkını yerine getirirsiniz, ya da bizimle onun arasından çekilirsiniz, onu biz taşırız" dedi. Abduddar oğulları: "isterseniz başka sancak taşıyın; ancak onu da Abduddar oğullarından başkası taşıyamaz" karşılığını verince, Ebu Süfyan: "Sancağı taşıma hakkı sizindir. Siz ona sahip çıkın" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) elli okçuyu müşriklerin atlıları tarafına yerleştirerek, Havvat bin Cubeyr'in kardeşi Abdullah bin Cubeyr'i komutan tayin etti ve onlara şöyle dedi: "Ey okçular! Savaş meydanında yerimizi aldıktan sonra, siz müşriklerin yenilip atlarının hareket ettiğini görseniz bile yerinizden ayrılmayın, sizden hiç biri yerinden ayrılmasın. Siz süvarilere engel olun yeter." Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Uhud'da başına gelenler, yerlerini terk eden bu okçular sebebiyle gelmiştir.

 

Müslümanların sancağını Muhacirlerden bir sahabi taşıyordu. Bu zat: "inşallah ben bu taşıdığım şeyi koruyacağım" diyordu. Müşriklerin sancaktarı Talha ona: "Ey sancak koruyucusu vuruşmaya var mısın?" diye sorunca bu sahabi: "Evet" diyerek meydana atıldı ve kılıcını Talha'nın kafasına vurunca tepeden sakalına kadar kesip onu öldürdü. işte bu olay Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben bir koçun peşi sıra gittiğimi gördüm'' diye anlattığı rüyasını doğrulamış oldu.

 

Müşrik sancaktar öldürülünce, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve arkadaşları küçük müfrezeler halinde düşmana karşı dağılarak hücuma geçip, öyle bir darbe indirdiler ki düşman güçlerini harb aletlerinin yanından sürüp geri püskürttüler. Müşrik süvarileri üç kere Müslümanlara arkadan saldırdı ise de her seferinde atılan oklar sebebiyle hezimetle geri dönüyorlardı. Müslümanlar saldırıya geçerek onları yenilgiye uğrattılar.

Bunu gören okçular, Allah'ın kardeşlerine zafer ihsan ettiğini anlayınca:

"Vallahi hiç bir şey için burada oturmayız. Allah düşmanlarımızı kahretti, kardeşlerimiz düşman ordugahına girdi" deyince, başka bir grup ta: "Allah düşmanları hezimete uğratmışken neden hala burada bekliyoruz" dediler ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Terk etmeyin!'' diye tenbih ettiği yeri terk ettiler. Böylece birbirleriyle tartışıp dağılarak Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emrine isyan ettiler. işte o an müşrik süvarileri arkadan saldırdı ve onları öldürmeye başladı.

 

Bu sırada küçük gruplar halinde savaşmakta olan ashab, müşrik süvarilerin yapacağını yapmış olduğunu görünce hepSi bir araya toplandı. O sırada birisinin "Geri kaçın, geri kaçın! Peygamber öldürüldü" diye bağırdığı işitildi. Bu meyanda Müslümanların bir kısmı öldürüldü ve müşriklerin eli ile Allah onlara şehitlik ikram etti.

 

Geri kalan Müslümanlar, dağa doğru çekilirken hiç kimse birbirine bakacak halde değildi. Ashabının bir kısmı kendini bırakıp dağılmakta olan Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah, o anda sebat vermiş idi. O kaçan arkadaşlarının arkasından çağırarak yanına gelebilenlerle beraber Mihras adlı suya kadar geldiler.

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böylece meydandan çekilip görünmeyince, içlerinden biri: "Herhalde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürüldü, haydi kavminize gidin ve sizi kılıçtan geçirmeden onlardan aman dileyin. Zira onlar evlere girecekler" dedi.

 

içlerinden biri ise: "Eğer bize haktan bir emir olmuş olsaydı burada kılıçtan geçirilmezdik" bile dedi. Başkaları ise: "Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürülmüş olsa bile, siz dininizi savunmak ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savunduğu şey için şehid olarak Allah'a kavuşana kadar çarpışmayacak mısınız?" dediler. Bunlardan biri de Enes bin en-Nadr idi. "Eğer bize haktan bir emir olmuş olsaydı burada kılıçtan geçirilmezdik" diyen kişinin Kuşeyr oğullarından bir adam olduğu söylenmiştir.

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını aramak üzere hareket edince müşriklerin izi sıra kendisine doğru geldiklerini gördüğünde: "Allahım! Sen dilersen seni yer yüzünde mağlup edecek kimse yoktur. Allahım! Sen dilersen kimse tarafından tapınılmazsın'' dedi. Müşrikler ayrılıp giderken Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hem dağa tırmanıyor, hem de ashabını çağırıyordu. Beraberinde içlerinde Talha bin Ubeydillah ve Zübeyr bin el-Avvam'ın da bulunduğu kendisiyle beraber sabreden ufak bir topluluk vardı. Bunlar Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ölüm üzere biat etmişlerdi ve canlarıyla Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) siper oluyorlardı. içlerinden altı veya yedisi şehit edilmesine rağmen Mihras pınarı etrafında pervane gibi dönüyorlardı. Denildiğine göre kaybedilişinden sonra, miğferin aralığından Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözünü ilk tanıyan Ka'b bin Malik olmuş ve olanca sesiyle:

 

"Allahu Ekber! işte Allah Resulü" diye bağırmış ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona eliyle: "Sus'' diye işaret etmişti. Burada Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüzü yaralanıp dişi kırılmıştı.

 

Ubey bin Halef fidye verilip te canını kurtarınca: "Vallahi bir atım var her gün ona çekirdek vererek besiye çektim. Kesinlikle bu atın sırtında Muhammed'i öldüreceğim" demişti. Bu sözü, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ulaşınca: ''İnşaallah, o değilı ben onu öldüreceğim'' buyurmuştu. Uhud günü bu Ubey, o atı üzerinde demir zırh içinde: "Eğer Muhammed kurtulursa ben kurtulmayayım" diyerek gelip Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saldırmak için atını sürdü.

 

Musa bin Ukbe, Said bin Müseyyeb'in şöyle dediğini nakleder: Ubeyy'in geldiğini gören müminlerden bazıları ona engel olmak için karşısına çıkınca Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara yolu açmalarını emretti. Tam yaklaşınca Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) korumak için Mus'ab bin Umeyr, Ubey bin Halef'in karşısına çıktı ancak, Mus'ab şehit düştü. Bu sırada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zırh ile miğferin birleştiği halka boşluğunun arasından Ubey bin Halef'in köprücük kemiğini gördü ve mızrağını tam oraya sapladı. Ubey atından yere yuvarlandı. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu darbesinden dolayı herhangi bir kan çıkmamış, ama kaburgalarından biri kırılmıştı. işte bu konuda: "Attığın vakit sen atmadın, Lakin Allah attı"[Enfal 17] ayeti nazil olmuştur. Ubey yerde öküz gibi böğürürken arkadaşları gelip, "Neden bu kadar korkuyorsun? Bir tırnak yarasına bu kadar bağırılır mı" dediler. Kendisi arkadaşlarına Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O beni değil ben Ubeyy'i öldüreceğim'' dediğini anlattı ve: "Siz ne sanıyorsunuz, canım elinde olan zata yemin olsun ki bana indirilen şu darbe Mecaz halkına isabet etseydi kesinlikle hepsi ölürdü" dedi. Ubey geri götürülürken daha Mekke'ye ulaşamadan yolda öldü.

 

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının yanına yetişince yanında Talha, Zübeyr, Sehl bin Huneyf ve Beni Neccar'dan Harise bin es-Simme vardı. Sahabenin yanına yaklaştıklarında ashab onları düşmanlardan zannettiler ve içlerinden biri oku yaya yerleştirip vurmak istedi. Bu sırada Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara seslenince tanıdılar ve sanki hiçbir musibete uğramamış gibi sevinip moralleri yerine geldi. Bu sırada onlara şeytanın vesvese vermesiyle düşman tarafından öldürülen sahabeyi hatırlayıp üzüntüye düştüler. Kimin öldürüldüğünü araştırmaya başlayınca da üzüntüleri daha da arttı. Üzüntüleri daha da artınca Yüce Allah bu üzüntülerini gidermek için onlara düşmanı gönderdi. Müslümanlar müşrikleri dağda karşılarında görünce, onlarla meşgul olup kardeşleri sebebiyle olan üzüntülerini unuttular. Yüce Allah bununla ilgili şöyle buyurmuştur: "Kederden sonra, bir takımınızı kendinden geçirecek şekilde size huzur ve emniyet indirdi; oysa bir takımınız da kendi dertlerine düşmüşlerdi. Haksız yere Allah hakkında, Cahiliye devrinde olduğu gibi inanıyorlar. ‘‘Bu işte bizim bir fikrimiz var mı?’‘ diyorlardı; De ki: ‘‘Buyruğun hepsi Allah'ındır’‘. Sana açmadıklarını içlerinde gizliyorlar. ‘‘Bu işte bizim fikrimiz alınsaydı, burada öldürülmezdik’‘ diyorlar. De ki: Evlerinizde olsaydınız, haklarında ölüm yazılı olan kimseler, yine de devrilecekleri yere varırlardı. Bu, Allah'ın içinizde olanı denemesi, kalplerinizde olanı arıtması içindir. Allah gönüllerde olanı bilir."[Al-i İmran 154]

 

Müslümanlar iki defa kedere düşmüşlerdi. Ayette geçen keder ikinci kederdir. Birinci keder ise hezimete uğrayıp dağa çıktıkları zaman olmuştur. Düşmanla karşılaşmaları onlara sahabe için olan kederlerini unutturmuştu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'a yemin olsun yanımıza kadar artık çıkamazlar''' buyurmuştur. Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını çağırınca bir grup gelip dağa çıktılar ve düşmanla aynı seviyeye gelince onlara ok atarak dağdan inmeye zorladılar. Bunun üzerine müşrikler dağdan inip müslüman şehitlerin, kulaklarını, burunlarını, cinsel organlarını keserek, karınlarını deşerek müsle yapmaya başladılar. Müşrikler Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabın ileri gelenlerini öldürdüklerini zannediyorlardı. Sonra müşrikler savaşçılarını toplayınca Ebu Süfyan müslümanlara şöyle seslendi:

 

"Bugün Bedir gününe karşılıktır. Savaş dönerlidir. Ölülerinizin burun ve kulaklarının kesilmiş olduğunu göreceksiniz, ama ben bunu emretmedim ve bundan ötürü de üzülmedim." Sonra: "Yücel ey Hubel!" dedi. Hz. Ömer: "Ey Allah'ın Resulü! Allah düşmanının dediğine bak" deyince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ona: ‘‘Allah daha üstün ve daha yücedir. Bizim ölülerimiz cennette, sizin ölüleriniz cehennemdedir'' de" buyurdu. Müşrikler: "Bizim Uzza'mız var, sizin ise Uzza'nız yoktur" deyince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

"Bizim mevlamız Allah'tır. Sizin ise mevlanız yoktur" buyurdu. Sonra Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ismiyle çağırdılar. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sağ olduğunu anlayınca ashabın ileri gelenlerinden bazılarına isimleriyle seslendiler. Onların da hayatta olduğunu anlayınca, yüklerinin yanına gittiler. Müslümanlar onların ne yapacağını bilemediğinden Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

"Bineklerine binip yüklerini atlarının peşinden çekiyorlarsa, bilin ki; Medine'deki çocukların bulunduğu ev ve sığınaklara saldırmayı düşünüyorlar. Allah'a yemin olsun ki, onlar böyle bir şey yapacak olurlarsa onları evlerin içinde kıstırırız. Yok, eğer ağırlıkları yükler ve atları yanlarına alırlarsa kesinlikle kaçmak istiyorlardır" buyurdu. Müşrikler gidince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Sa'd bin Ebi Vakkas'ı ne yapacaklarını öğrenmesi için peşlerinden gönderdi. Sa'd peşlerinden gidip ne yapacaklarını öğrendikten sonra döndü ve: "Onları develerinin üzerinde gider bir halde, atları da yedeklerine almış olarak gördüm" dedi. işte o zaman Müslümanların yüzü güldü ve vakit geçirmeden şehitlerini aramak üzere harp meydanına dağıldılar. işkence edilerek organı kesilmemiş hiç bir şehide rastlamadılar. Sadece Hanzala bin Ebi Amir işkence görmemişti. Babası kafirlerle birlikte olduğundan onun hatırına Hanzala'nın organları kesilmemişti. Ravilerin iddiasına göre, Hanzala öldürüldüğünde babası başucuna gelip, ayağıyla göğsüne tekme atmış ve: "iki günah işledin. Buraya düşüp ölmekten seni alıkoymuştum. Ama dinlemedin. Vallahi sen akrabalık bağlarına riayet eder, babana da iyi davranırdın. Ama bu sözüme riayet etmedin" dedi.

 

Savaş meydanında Hamza bin Abdilmuttalib'i karnı deşilip ciğeri çıkarılmış bir halde buldular. Vahşı onu öldürüp ciğerini çıkarıp götürmüş ve Hind binti Utbe'ye teslim etmişti. Hind, Bedir harbinde babasını öldüren Hamza'nın, fırsat eline geçerse ciğerini söküp yiyeceğine dair adak adamıştı. Hamza, üzerinde bulunan çizgili bir kumaş parçası içine sarılarak defnedildi. Bu bez küçük geldiği için başına doğru çekilse ayakları açıkta kalıyordu. Bu yüzden ayakları üzerine ağaç yaprakları ve taş gibi şeyler örtmüşlerdi.

 

Musa der ki: ibn Şihab şöyle dedi: Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şehitler defnedileceği zaman: "Onları kanlarıyla örtün! Zira Allah yolunda açılan hiç bir yara sahibi yoktur ki kıyamet günü, rengi kan renginde, kokusu misk gibi olduğu olan yarası kanar bir halde gelmesin'' buyurdu. Sonra:

 

"Kıyamet günü ben buna şahidim'' buyurdu. Sonra şehitler yıkanmadan ve namazları kılınmadan defnedildiler. Onları savaştıkları giysilerle defnettiler. Birden çok kişi aynı mezara defnedilirken hangisi daha çok Kur'an ezberlemişse lahdin ön tarafına o konuluyordu.

 

Aralarında Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızı Hz. Fatıma'nın da bulunduğu Muhacir ve Ensar'dan kadınlar sırtlarında su ve yiyecek taşıyarak Uhud'a geldiler. Hz. Fatıma babasını kanlar içinde görünce boynuna sarılıp: "Allah'ın gazabı, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüzünü kanatan bir topluluğa artmıştır. Allah'ın gazabı Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öldürdüğü kişiye artmıştır" diyerek O'nun (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüzündeki kanları silmeye başladı.

 

Sehl bin Sa'd es-Saidi'nin bildirdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Allahım! Kavmimi bağışla. Onlar bilmiyorlar" diye dua etti .

 

 

 

Musa bin Ukbe der ki: ibn Şihab şöyle dedi: Uhud günü Harise bin Abdimenaf oğullarından ibn Kamia adında bir adam Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ok atmıştı. Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ok atan kişinin Utbe bin Ebi Vakkas olduğu da söylenmiştir. Ali bin Ebi Talib, Mihras suyuna doğru koşup Hz. Fatıma'ya: "Görevini yapan şu kılıcı al" dedi ve kalkanıyla su getirdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sudan içmek isteyince suyun koktuğunu gördü ve sadece ağzını çalkaladı. Hz. Fatıma babasının kanlarını yıkadı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ali'nin kılıcının kana bulanmış olduğunu görünce: ''Eğer güzel savaştıysan, Asım bin Sabit bin Ebi'l-Aklah, Haris bin es-Sımme ve Sehl bin Huneyfte güzel savaştı" buyurdu. Sonra: ''İnsanların nereye gittiğini ve ne yaptığını söyleyin" dedi. "çoğu küfre girdi" dediklerinde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah bize fetih müyesser kılıncaya kadar müşrikler artık bu Uhud gibisini başımıza getiremezler" buyurdu. Ebu Süfyan ve beraberindekiler oradan ayrılıp uzaklaştıkları zaman: "Gelecek sene buluşma yerimiz Bedir'dir" dediler. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Evet gelecek sene Bedir'de buluşalım diye söyleyin" buyurunca Ebu Süfyan: "O zaman anlaştık" dedi.

 

Söylendiğine göre o gün Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kılıcını ashaba gösterip: "Kim bunu hakkıyla alır?" diye sorunca: "Onun hakkı nedir?" diye sordular. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Düşmanla karşılaşınca onunla vurmaktır" cevabını verince Hz. Ömer: "Onu ben alırım" dedi; ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ondan yüz çevirdi. Sonra Zübeyr: "Ben alırım" dedi; ancak Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ondan da yüz çevirdi. Ebu Dücane Simak bin Hareşe kalkıp: "Ben onu hakkıyla alırım, ey Allah'ın Resulü!" deyince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kılıcı ona verdi. Ebu Dücane düşmanla karşılaşınca sözünde durup kılıcın hakkını verdi.

 

Söylendiğine göre Ka'b bin Malik şöyle dedi: Müslümanlarla birlikte sefere çıkanlardan biri de bendim. Müşriklerin Müslüman ölülere müsle yaptığını görünce yanlarında durdum ve müşriklerden bir adamın zırhları toplayıp Müslüman ölülerine: "Koyun gövdeleri gibi yan yana dizilin bakalım" dediğini gördüm. Bir de baktım ki, bir Müslüman ona bakıyor. Zırhı da üzerinde duruyordu. Geçip arkasında durdum. Sonra Müslümanla kafire baktım ve kafirin daha gösterişli, teçhizatının daha sağlam olduğunu gördüm. ikisine bakmaya devam ettim. Nihayet karşı karşıya geldiler. Müslüman, kafirin omuzuna bir kılıç darbesi indirdi. Kılıç onun baldırına kadar indi. Sonra Müslüman yüzünü açtı ve: "Nasıl görüyorsun ey Ka'b! işte ben Ebu Dücane'yim" dedi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine sokaklarına girince evlerden ağıt sesleri geldiğini gördü ve: ''Bu nedir?" diye sordu. Sahabe: "Ensar kadınları ölüleri için ağlıyorlar" cevabını verdiler. Oğlunu ve kocasını bir deve üzerinde taşıyan bir kadın onları Medine'ye doğru götürüyordu. Onları bir iple bağlayıp kendi de aralarına binmişti. Diğer şehitlerden de getirilenler oldu. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu yasakladı: "Onları vuruldukları yere defnedin'' buyurdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağlama sesi duyunca: "Ancak Hamza'nın ağlayanı yoktur'' buyurdu ve onun için bağışlanma diledi. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle dediğini işiten Sa'd bin Muaz, Sa'd bin Ubade, Muaz bin Cebel ve Abdullah bin Revaha evlerine gidip Medine'deki bütün ağıtçı kadınları topladılar. Ağıtçı kadınları getirenin Abdullah bin Revaha olduğu söylenmiştir. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağlama sesi duyunca: "Bu nedir?'' diye sordu. Ona Ensar'ın yaptıkları anlatılınca: ''Ben bunu kastetmemiştim. Ben ağıt sevmem'' buyurarak bunu yasakladı. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda şöyle buyurdu: "Üç şey vardır ki, bunlar Cahiliye geleneklerinden olduğu halde ümmetim bunları asla bırakamayacaktır: Ölülere ağıt yakmak, nesebe sövmek ve şu yağmur, ?afak yıldızı tarafından veya şafak vakti batıdan kaybolan yıldız tarafından yağdırıldı sözü. Oysa yağmur bu yıldızla yağmaz O, Allah'ın bir lütfu ve verdiği bir rızkıdır.''

 

Münafıklar, Müslümanların şehitlerine ağlayıp sızlamalarını Müslümanları Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayırmak için bir fırsat saydılar. Yahudilerin hıyanet ve yaramazlıkları da açığa çıktı. Medine'de nifak ve fesat kazanı kaynamaya başladı.

 

Yahudiler, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında: "Eğer gerçekten peygamber olsaydı, Kureyş müşriklerini yener, onlara yenilmezdi! Kendisinin hükümdarlıktan, saltanattan başka bir maksadı yoktur! Bize itaat etmiş olsaydınız, uğradığınız musibete uğramazdınız!" diyorlardı. Münafıklar da Yahudiler gibi söylemişler ve Müslümanlara: "Eğer bize uysaydınız, bu felaket başımıza gelmezdi" demişlerdi.

 

Mekke halkından bir adam Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ebu Süfyan ve arkadaşları hakkında ondan bilgi istedi. Adam şöyle dedi: "Yanlarına vardım. Birbirlerini kınayıp şöyle dediklerini işittim: Müslümanlara bir şey yapamadınız. Güçlerini kırdınız, ama onları daha da hiddetlendirdiniz. Köklerini kazımadan bıraktınız. Size karşı tekrar ordu kurabilecek liderlerini hayatta bıraktınız!" Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabın bir kısmı ağır yaralı oldukları halde düşmanı takip etmek için yola çıkma emrini verdi ki, müşrikler bunu duysunlar. Bu emrı verdikten sonra: "Ancak savaşta hazır bulunmuş olanlar benimle gelsin" dedi. Abdullah bin Ubey: "Ben de seninle birlikte geleceğim" deyince Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır" karşılığını verdi. Emri duyan ashab, Allah ve Resulü'ne icabet ettiler, içinde bulundukları belaya aldırış etmeksizin hemen yola çıktılar. Bunun üzerine Allah: "Kendileri savaşta yara aldıktan sonra Allah ve Peygamber'in çağrısına koşanlara, hele onlardan iyilik edip sakınanlara büyük ecir vardır"[Al-i İmran 172 ] ayetini indirdi.

 

Cabir bin Abdillah es-Sülemi Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelerek şöyle dedi:

"Ey Allah'ın Resulü! Babam: ‘‘Kadınlarımızı yalnız bırakma’‘ deyip yeminle beni geri çevirdiği için Uhud'a gitmek için yola çıktığım halde geri döndüm. Beni geri çevirmesinin sebebi şehit olmayı istemesidir ve Allah ona şehitliği nasib etti. Beni de geride kalanlara bakmam için Medine'de bıraktı. Halbuki sen hangi yöne gitsen seninle gitmeyi isterim. Bu sefere de sadece seninle Uhud'a katılanların gideceğini öğrendim. Benim de gelmeme izin ver." Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona izin verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hamrau'l-Esed'e kadar düşmanın peşinden gitti. itaat edenler ve münafıklar hakkında şu ayet nazil olmuştur: "Sen inananları savaş için duracakları yerlere yerleştirmek üzere, erkenden evinden ayrılmıştın. Allah işitir ve bilir ... İki topluluğun karşılaştığı gün, içinizden yüz çevirenlerin, yaptıklarının bir kısmından ötürü şeytan ayaklarını kaydırıp yoldan çıkarmak istemişti. Allah, and olsun ki, onları affetti. Allah bağışlayandır, Halim'dir."[Al-i İmran 121-155]

 

Yüz çevirenler şunlardır: Beni Zurayk'tan Said bin Osman ve kardeşi Ukbe bin Osman ve Muhacirlerden bir adam. Bunlar kaçıp Hazm kuyusuna kadar geldiler, ancak Allah onları bağışladı. Müslümanlar Uhud günü başlarına gelen şeyi çok ağır gördüler. Halbuki Bedir günü müşriklere iki katı zarar vermişlerdi. Allah bu konuda: "Başkalarını iki misline uğrattığınız bir musibete kendiniz uğrayınca mı: ‘‘Bu nereden?’‘ dersiniz? De ki: ‘‘O, kendi tarafınızdandır’‘. Doğrusu Allah her şeye Kadir'dir" ayetini indirdi.

 

Sonra Musa bin Ukbe, Uhud günü şehid olanların isimlerini saydı. Bunlar arasında Huzeyfe bin el-Yeman'ın babası Yeman'ın -ki ismi Huseyl bin Cubeyr'dir- adını da saymıştır. Yeman, Uhud günü Müslümanlar tarafından yanlışlıkla vurulup öldürüldü ve harp sırasında kimin vurduğu belli olmadı. Huzeyfe onun kanını, vuran kimseye sadaka olarak bağışlayıp kan davası gütmedi.

 

Musa bin Ukbe der ki: ibn Şihab şöyle dedi: Urve bin ez-Zübeyr dedi ki: "Müslümanlar onu müşriklerden zannederek yanlışlıkla kılıçla vururken Huzeyfe: "O babamdır" diyordu ancak kimse anlamıyordu. Onu öldürdükleri zaman Huzeyfe: "Allah sizi bağışlasın. O, merhametlilerin en merhametlisidir" dedi.

 

Uhud günü Kureyşlilerden ve Ensar'dan şehid olan müslümanlar kırk dokuz kişidir. Müşriklerden ise on altı kişi öldürülmüştür.

 

Uhud kısasını Musa bin Ukbe'nin Megazi'sinden naklettik. Değişik hadislerde bu hadisin şahitleri vardır. Bazı hadislerde burada olmayan ilaveler vardır ve ileride zikredilecektir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Uhud Günü Müslümanların ve Müşriklerin Sayısı