DELAİLU

NÜBÜVVE

NEBİ'İN (S.A.V.) ZUHURU'NUN BİLİNİP

BEKLENMESİNE DAİR DİĞER RİVAYETLER

 

Selman el-Farisi'nin Müslüman Olma Sebebi

 

Simak bin Harb bildiriyor: Kufe halkından iki kişi Zeyd bin Suvhan'ın arkadaşı idi. Bu iki kişi Zeyd bin Suvhan'ın kendilerini Selman ile görüştürmesini ve kendilerine nasıl Müslüman olduğunu anlatmasını istedikleri için yanına gelmişlerdi. Bunun üzerine birlikte çıktılar ve Selman ile karşılaştılar. O zaman Selman Medain'de vali idi. Kendisi kürsüsünde oturmuş hurma yapraklarını örmekteydi. Bu iki kişi anlatmaya şöyle devam ettiler: Selam verdik ve yanında oturduk. Zeyd kendisine: "Ey Ebu Abdillah! Bu ikisi benim arkadaşımdır ve arkadaşlıkları güzeldir. Bunlar senden nasıl Müslüman olduğunu dinlemek istiyorlar" dedi.

Bunun üzerine Selman şöyle anlattı: "Ben Ramahurmuz'da yetim bir kişi idim. Ramahurmuz idarecisinin oğlu sürekli olarak öğretmeninin yanına gider gelirdi. Bu sebeple ben de onun yakınında bulunmak istedim. Benden büyük kendini beğenmiş kibirli bir abim vardı. Ben ise fakir bir kişi idim. Öğretmen dersi bitirip öğrenciler dağıldığı zaman, Ramahurmuz idarecisinin oğlu giysisiyle yüzünü kapatır ve dağa çıkardı. Bunu çok sık olarak yapardı. (Bir gün kendisine) ‘‘Niçin şöyle şöyle yapıyorsun ve beni beraberinde götür müyorsun?’‘ dediğimde: ‘‘Sen daha çocuksun ve durumumuzu ifşa etmenden korkuyorum’‘ cevabını verdi. Ona: ‘‘Korkma’‘ dediğimde: ‘‘Bu dağda bir mağarada, ibadet edip Yüce Allah'ı ve ahireti anan salih kişiler vardır. Bunlar ateşperestlerin ve putperestlerin dinsiz olduğunu iddia etmektedir’‘ karşılığını verdi. Kendisine: ‘‘Beni de beraberinde bu kişilerin yanına götür’‘ dediğimde: ‘‘Onlardan izin almadan öyle bir şey yapamam. Senin bizi açığa çıkarıp da babamın bu durumu öğrenip onları öldürmesinden ve bu kişilerin benim yüzümden helak olmasından korkuyorum’‘ karşılığını verdi. ‘‘Ben öyle bir açık vermem’‘ dedim. Onlardan benim için izin alıp: ‘‘Yanımda yetim bir çocuk vardır. Bu çocuğun yanınıza gelip sizleri dinlemesini istiyorum’‘ dedi. Onlar da: ‘‘Eğer kendisine güveniyorsan getir’‘ deyince: ‘‘Kendisinden size ancak sevdiğim şeylerin gelmesini temenni ederim’‘ dedi. Onlar da: ‘‘O zaman onu da beraberinde getir’‘ dediler.

 

Bunun üzerine bana: ‘‘Senin benimle gelmen için kendilerinden izin aldım. Benim dersten çıkış saatimde gittiğimi gördüğünde yanıma gel ve bunu kimse bilmesin. Eğer babam bunu bilirse onları öldürür’‘ dedi. Dersten çıkış saati geldiğinde kendisini takip ettim. Bir dağa çıktık ve bahsettiği kişilerin yanına vardık. Onlar bir mağaradaydılar. -Ali der ki: "Zannımca Selman: "Bunlar altı veya yedi kişiydiler" dedi- Onların ibadet etmekten sanki canları çıkmıştı. Onlar gündüzleri oruç tutup geceleri ibadet ediyor ve buldukları yeşilliklerden yiyorlardı. Yanlarına oturduk. idarecinin oğlu beni methederek hakkımda hayırlı şeyler söyledi. Onlar da, Allah'a hamdü sena ederek geçmiş Resuller ve Peygamberlerden bahsettiler. İsa bin Meryem'e yetiştiklerinde: ‘‘Allah onu (Meryem'den) erkeksiz olarak gönderdi. Allah onu Peygamber olarak gönderip ona ölüleri diriltme, çamurdan kuş yaratma, amaları ve sedef hastalarını iyileştirme gücü verdi. Bazı kavimler kendisine tabi olurken bazıları da inkar etti. O, Allah'ın kendisiyle imtihan ettiği kulu ve Resulü'ydü’‘ dediler. Bunları söylemeden önce de: ‘‘Ey çocuk! Senin bir Rabbin vardır. Yine senin geri döneceğin bir yer vardır. Önünde cennet ve cehennem vardır ki, gideceğin yer ikisinden biridir. Ateşperestler sapıklığa düşmüş delalet ehlidir. Allah onların yaptıkları şeylerden razı değildir ve onlar hiçbir din üzere değildirler’‘ dediler.

 

idarecinin oğlunun yanlarından çıkış saati gelince ben de kendisiyle beraber gittim. Sonra bir daha yanlarına gittiğimizde önceki gibi ve daha güzel şeyler söylediler. Ben de yanlarında kalmak istedim. Bana: ‘‘Ey Selman! Sen daha çocuksun, sen bizim yaptığımızı yapmaya güç yetiremezsin. Sen ye, iç, namaz kıl ve yat’‘ dediler. Ramahurmuz idarecisi, oğlunun bu yaptığını gördü ve atına binip onu takip ederek bu mağaraya yanlarına geldi. Onlara: ‘‘Ey sizler! Bana komşu oldunuz ve ben size iyi komşuluk ettim. Benden bir kötülük görmediniz. Ancak siz oğlumu bana karşı bozdunuz. Size üç gün fırsat veriyorum. Eğer üç gün sonra sizi burada bulursam mağaranızı yakarım. Siz kendi topraklarınıza geri dönün. Benim tarafımdan size bir kötülük gelmesini istemiyorum’‘ dedi. Onlar da: ‘‘Biz sana karşı kötü bir şey kastetmedik. Ancak senin için hayırlı şeyler istedik’‘ dediler. Bu idareci oğlunu onların yanına gitmekten alıkoydu. idarecinin oğluna: ‘‘Allah'tan kork, bu dinin Allah'ın dini olduğunu, babanın ve bizim başka dine tabi olduğumuzu biliyorsun. Bunlar ateşe tapmaktadır ve Allah'ı bilmemektedirler. Ahiretini başkasının dünyası için satma’‘ dedim. O: ‘‘Ey Selman! Mesele söylediğin gibidir. Babam onları yok etmesin diye yanlarına çıkmamaktayım. Eğer yanlarına gidecek olursam babam beni yine atıyla takip edecektir. Zaten benim yanlarına gitmemden korkarak onları oradan kovdu. Onların haklı olduğunu bilmekteyim’‘ deyince: ‘‘O zaman sen bilirsin’‘ dedim.

 

Sonra abi me durumu anlatıp bu kavmin yanına gitmeyi teklif ettim. Abim: ‘‘Ben kendi maişetim için uğraş gösteren biriyim’‘ dedi. Bunlar dağdan göçecekleri gün yanlarına çıktım. Bana: ‘‘Ey Selman! Biz sakınmaktaydık, ancak olanları görmektesin. Allah'tan kork ve bil ki, din sana vasiyet ettiğimiz gibidir. Bu ateşperestler Allah'ı bilmemekte ve zikretmemekteler. Onlardan kimse seni aldatmasın’‘ dediler. Onlara: ‘‘Ben sizden ayrılacak değilim’‘ deyince: ‘‘Sen bizimle olmaya güç yetiremezsin. Biz gündüz oruç tutup gece de ibadet ederiz. Biz bitkilerden ve bulduğumuz şeylerden yeriz. Sen buna güç yetiremezsin’‘ dediler. Ben yine: ‘‘Ben sizden ayrılacak değilim’‘ dedim.

 

Onlar: ‘‘Sen bilirsin, biz durumumuzu sana bildirdik. Eğer bizden ayrılmayı kabul etmiyorsan seninle beraber gelecek birini getir ve beraberinde yiyecek şeyler al. Çünkü sen bizim yaptıklarımıza güç yetiremezsin’‘ dediler. Ben de öyle yapıp abime benimle gelmesini söyledim, ama abim bunu kabul etmedi.

 

Yanlarına çıktığımda eşyalarını yüklendiler ve beraber yola çıktık. Allah, selametle Musul'a yetişmemizi nasip etti. Orada bir mabede gittik. içeri girdiklerinde oradakiler kendilerini neşe ve sevinçle karşılayarak: ''Neredeydiniz?’‘ dediler. Onlar da: ''Biz, Allah'ın zikredilmediği

ateşperestlerin bulunduğu bir şehirdeydik. Bizi oradan kovdular ve sizin yanınıza geldik’‘ dediler. Bir zaman sonra: ‘‘Ey Selman! Bu dağda dindar bir topluluk bulunmaktadır. Biz onların yanına gitmek istiyoruz. Sen de bunlarla beraber burada kal. Bunlar dindardır ve onlardan seveceğin şeyler göreceksin’‘ dediler. Onlara: ‘‘Ben sizden ayrılacak değilim’‘ deyince, mabeddekiler de bana nasihat ederek: ‘‘Bizimle beraber kal, gücümüz nispetinde bir şeyden geri kalmazsın’‘ dediler. Ben yine: ‘‘Ben sizden ayrılacak değilim’‘ dedim ve kendileriyle birlikte yola çıktım.

 

Dağların arasına vardığımızda dibinde birçok su testileri ve çokça ekmek bulunan bir kayanın yanına ulaştık. Bu kayanın dibinde konakladık. Güneş çıktığı zaman dağların arasından birer birer birçok kişi çıkıp gelmeye başladı. Sanki canları çıkmış gibiydiler. Toplandıkları zaman arkadaşlarımı sevinçli ve neşeli bir şekilde karşılayarak: ‘‘Neredeydiniz, sizi görmüyorduk?’‘ dediler. Arkadaşlarım: ‘‘Biz, Allah'ın zikredilmediği ve ateşperestlerin bulunduğu bir şehirdeydik. Biz orada Allah'ı zikrediyorduk, ama bizi oradan kovdular’‘ cevabını verdiler. Bu gelenler: ‘‘Bu çocuk ta kimdir?’‘ diye sorunca, arkadaşlarım beni överek: ‘‘Bu o şehirden bir arkadaşımızdır, ondan hayırlı şeylerden başka bir şey görmedik’‘ dediler. Vallahi bu esnada mağaradan bir kişi çıkıp geldi ve selam vererek oturdu. Arkadaşlarım onu sevinçli ve neşeli bir şekilde saygıyla karşılayıp çepeçevre etrafında oturdular.

 

Bu kişi kendilerine: ‘‘Neredeydiniz?’‘ diye sorunca durumu kendisine anlattılar. ‘‘Bu çocuk ta kimdir?’‘ dediğinde beni methederek kendilerine katılışımı anlattılar. Daha önce hiç görmediğim bir şekilde ona saygı gösteriyorlardı. Bu kişi Allah'a hamdü sena ettikten sonra Allah'ın göndermiş olduğu peygamberleri zikrederek karşılaştıkları ve yaptıkları şeyleri anlattı. İsa bin Meryem'e gelince de, Allah'ın onu erkeksiz olarak Meryem'den yarattığını, peygamber olarak gönderdiğini, Allah'ın, kendisine ölüleri diriltme, amaları ve sedef hastalarını iyileştirme, çamurdan kuş yapıp ona üfleyerek Allah'ın izniyle ona can verme gücü verdiğini, Allah'ın kendisine incil'i indirdiğini ve Tevrat'ı öğrettiğini, kendisini israil oğullarına peygamber olarak gönderdiğini ve bazı kavimlerin kendisine iman edip bazılarının da inkar ettiğini söyledi.

 

Yine Hz. isa'nın karşılaştığı bazı şeyleri anlatarak Allah'ın kendisine nimetler verdiği bir kul olup Allah'ın kendisini mükafatlandırdığını ve ondan razı olduğunu söyledi. Etrafındakilere nasihat etmeye devam edip: ‘‘Allah'tan korkun ve isa'nın getirdiklerine tabi olun. Ona karşı gelmeyin, aksi takdirde Allah sizi ayrılıklara düşürür’‘ diyordu. Sonra: ‘‘Kim bu şeylerden (yiyecek ve içecekten) almak isterse alsın’‘ dedi. Bunun üzerine her kişi kalkıp bir testi su ve yemeklerden bir şeyler almaya başladı. Sonra beraberlerinde geldiğim arkadaşlarım bu kişinin yanına gelip kendisine saygıyla selam verince kendilerine: ‘‘Bu dinde sebat edin ve fırkalara ayrılmaktan sakının. Bu çocuk hakkında da hayırlı muamelede bulunun’‘ dedi. Bana da: ‘‘Ey çocuk! Bu demiş olduğum Allah'ın dinidir. Diğerleri ise küfürdür’‘ dedi. Kendisine: ‘‘Ben senden ayrılacak değilim’‘ dediğimde: ‘‘Sen benimle olmaya güç yetiremezsin, çünkü ben bu mağaradan sadece pazar günleri çıkmaktayım. Bu şekilde sen benimle kalamazsın’‘ karşılığını verdi. Sonra arkadaşlarına dönünce, onlar da: ‘‘Ey çocuk! Sen onunla olmaya güç yetiremezsin’‘ dediler. Ben yine: ‘‘Ben senden ayrılacak değilim’‘ deyince: ‘‘Ey çocuk! Ben şimdi sana bir daha söylüyorum ki, ben buraya gireceğim ve gelecek pazar gününe kadar çıkmayacağım. Artık sen bilirsin’‘ dedi. Ben yine de: ‘‘Ben senden ayrılacak değilim’‘ dedim. Arkadaşları bu kişiye: ‘‘Ey filan! Bu daha bir çocuktur, ona bir şeyolmasından korkuyoruz’‘ deyince, bu kişi bana: ‘‘Yine de sen bilirsin’‘ dedi. Ben yine: ‘‘Ben senden ayrılacak değilim’‘ dedim.

 

Benim ilk beraber olduğum arkadaşlarım kendilerinden ayrılacağım zaman ağlamaya başladılar. Bu kişi bana: ‘‘Bu yemekten ve sudan sana gelecek haftaya yetecek kadar al’‘ deyince, ben de onlardan bir miktar aldım. Her kişi de tekrar kendi yerine geri döndü. Bu kişi dağdaki mağaraya girinceye kadar arkasından gittim. Bana: ‘‘Üzerindekileri indir ve yiyip iç’‘ diyerek kendisi namaza durdu. Ben de kendiSiyle namaza durdum. O bana doğru dönüp: ‘‘Senin buna gücün yetmez, fakat namaz kıl ve yat, yemek ye ve iç’‘ dedi. Ben de öyle yaptım. Onun yemek yiyip bir şey içtiğini görmedim. Diğer pazar gününe kadar onu sadece rükuda ve secdede gördüm.

 

Sabahladığımız zaman: ‘‘Su testini al ve dışarı Çık’‘ dedi. Ben de çıktım ve o kayanın dibine gittim. Yine o kişiler dağlardan çıkıp geldiler ve toplanmaya başladılar. Bu kişinin çıkmasını bekliyorlardı. Bu kişi çıkıp oturduktan sonra çok güzel şeyler anlatarak bir hafta önce anlatmış olduğu konulara benzer bir şeyler anlattı. Sonra: ‘‘Bu dine tutunun ve fırkalara ayrılmayın. Allah'tan korkun ve bilin ki İsa bin Meryem, Allah'ın kulu ve nimetlendirdiği kişidir" dedi. Sonra oradakiler beni zikrederek: ‘‘Ey Filan! Bu çocuğu nasıl buldun?’‘ deyince, beni övüp hayırlı şeyler söyledikten sonra Allah'a hamdü senalar etti. Ekmek ve su bolca var idi. Her kişi kendine yetecek kadar bir miktar almaya başladı. Ben de öyle yaptım. Sonra yine geldikleri dağlara dağıldılar. Bu kişi tekrar mağarasına dönünce ben de kendisiyle döndüm. Bir müddet öyle devam etti. Her pazar günü mağaradan çıkıyor ve arkadaşları her pazar yanına geliyordu. Her haftada her zamanki gibi onlara nasihatlar veriyordu.

 

Yine bir pazar günü toplandıklarında Allah'a hamd edip onu ta'zim ettikten sonra her zamanki gibi diyeceğini dedi ve: ‘‘Ey sizler! Ben artık yaşlanmış ve zayıf biriyim. Ecelim de yaklaşmış bulunmaktadır. Şimdiye kadar Beyt-i Makdis'e gitmedim. Oraya muhakkak gitmeliyim. Bu çocuğa dikkat edin ve hakkında hayırlı şeyler yapın. Onun iyi bir çocuk olduğunu görüyorum’‘ dedi. Arkadaşları bu dediğinden dolayı korkmuştu. Daha önce onların korkuları gibi bir korkuyu hiç görmemiştim. Onlar: ‘‘Ey filanın babası! Sen yaşlı ve yalnız birisin. Senin başına bir şey gelip gelmemesinden emin değiliz. Şimdi de sana her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var’‘ deyince: ‘‘Beni yolumdan geri çevirmeyin, ben muhakkak gitmeliyim. Fakat bu çocuk hakkında hayırlı muamelede bulunun’‘ karşılığını verdi.

 

Bunun üzerine ben de kendisine: ‘‘Ben senden ayrılacak değilim’‘ dediğimde: ‘‘Ey Selman! Benim durumumu ve ne üzere olduğumu biliyorsun. Bu ise diğer şeyler gibi değildir. Ben yürürüm ve gündüz oruç tutar gece ibadet ederim. Bu sebeple beraberimde azık veya başka bir şey taşıyamam. Senin ise buna gücün yetmez’‘ dedi. Ben yine: ‘‘Ben senden ayrılacak değilim’‘ dedim. Bunun üzerine: ‘‘Sen bilirsin’‘ dedi. Oradakiler: ‘‘Ey filan! Biz sana ve yanındaki çocuğa korkuyoruz’‘ deyince: ‘‘Bu çocuk durumu bilmektedir. Ben kendi durumumu ona anlattım. Bundan daha önceki durumumu da gördü’‘ karşılığını verdi. Ben yine: ‘‘Ben senden ayrılacak değilim’‘ dedim. Sonra ağlayarak onunla vedalaştılar. -Onlara: ‘‘Allah'tan korkun ve nasihat ettiğim gibi olun. Eğer yaşarsam umulur ki size tekrar dönerim. Eğer ölürsem, Allah diridir ve ölmeyendir'' dedi. Sonra onlarla vedalaşıp bana: ‘‘Bu ekmekten yiyeceğin kadar bir şeyler al’‘ dedi ve beraber yola çıktık. O yürürken Allah'ı zikrediyordu. Etrafına bakmıyor ve hiçbir şeyin yanında durmuyordu. Akşam olunca bana: ‘‘Ey Selman! Sen namaz kıl ve yat. Yemek ye ve iç (sürekli oruç tutma)'' dedi. Sonra kendisi namaza kalktı. Beyt-i Makdis'e varıncaya kadar bu böyle devam etti. O akşamladığı zaman hiç gökyüzüne bakmazdı.

 

Beyt-i Makdis'e ulaştığımız zaman kapıda kötürüm biri oturuyordu. Bu kötürüm kişi: ‘‘Ey Allah'ın kulu! Benim halimi görüyorsun. Bana bir tasaddukta bulun’‘ dedi. Ancak o, bu kötürüm kişiye bakmadan mescide girdi. Ben de beraberinde girdim. O mescidin değişik yerlerinde namaz kılmaya başladı. Sonra: ‘‘Ey Selmanl Ben şu şu zamandan beri uyumamışım ve bir uyku tadı bulamamaktayım. Gölge filan filan yere ulaştığı zaman beni uyarırsan uyuyacağım. Çünkü bu mescidde uyumak istiyorum. Yoksa gene de uyumazdım’‘ deyince: ‘‘Tamam ben seni uyarırım’‘ dedim. O yine: ‘‘Gölge filan filan yere ulaştığı zaman beni uyandır'' dedi ve uyudu.

 

Ben de kendi kendime: ‘‘Bu filan filan zamandan beri uyumamaktadır. Bu sebeple uykuya doyuncaya kadar onu uyarmayacağım’‘ dedim. O yürürken bana doğru döner ve nasihat vererek benim Rabbimin olduğunu, önümde cennet, cehennem ve hesabın bulunduğunu söylerdi. Yine bana bunları öğretip, pazar günleri arkadaşlarına hatırlattığı şeyleri bana hatırlatırdı. Hatta bana anlattıkları arasında: ‘‘Ey Selman! Yüce Allah, Ahmed adında Tihame'den çıkacak bir Peygamber gönderecektir. -O, Arap olmadığı için Tihame ve Ahmed diyemeyen biri idi- "Onun alameti hediye olan şeyden yemesi sadakadan ise yememesidir. Omuzları arasında peygamberlik mührü vardır. Bu zaman da yaklaşmış bulunmaktadır. Ben yaşlı biriyim. O zamana yetişeceğimi sanmıyorum. Eğer sen ona yetişirsen onu tasdik et ve ona tabi ol’‘ demişti. Ona: ‘‘Dinimi terk etmemi emretse bile mi?’‘ dediğimde: ‘‘Dinini terk etmeni emretse bile ona uy. Çünkü getirdikleri hak üzeredir ve Allah'ın rızası söyledikleri şeylerdedir'' demişti. Az bir zaman geçmişti ki, korkup Allah'ı zikrederek uyandı ve: ‘‘Ey Selman! Gölge burayı geçti; ama ben Allah'ı zikretmedim, hani beni uyaracaktın?’‘ dedi. Bunun üzerine ona: ‘‘Sen bana: "ŞU şu zamandan beri uyumadım'' demiştin. Ben de bu sebeple uykuya doyuncaya kadar uyumanı istedim’‘ dedim. O, Allah'a hamd ederek kalkıp yürüyünce ben de arkasından gittim. Kötürüm kişi: ‘‘Ey Allah'ın kulu! Mescide girerken senden sadaka istedim bir şey vermedin. Çıkarken de istedim yine bir şey vermedin’‘ dedi. Bunun üzerine o etrafına bakınıp kendisini kimsenin görüp görmediğine baktı ve kötürüme yaklaşarak: ‘‘Bana elini ver’‘ dedi. Kötürüm elini verince: ‘‘Allah'ın adıyla kalk’‘ dedi ve kötürüm bağlı olduğu ipinden kurtulan kişi gibi ayağa kalktı. Kötürümlüğünden hiçbir eser kalmamıştı. Sonra onun elini bırakıp yoluna devam etti. Yine hiçbir tarafa bakmıyor ve hiç kimsenin yanında durmuyordu.

 

Kötürümlükten kurtulan kişi: ‘‘Ey çocuk! Bana eşyalarımı yüklenmeme yardım et te gidip durumumu aileme haber vereyim’‘ dedi. Ben eşyalarını yüklenmesine yardım ettikten sonra adam bana bakmadan yoluna devam etti. Ben de kendisini iyileştiren yaşlı kişinin peşine düştüm. Onu her karşılaştığım kişiye sorduğumda: ‘‘Önündedir’‘ dediler. Kelb kabilesinden bir kafileyle karşılaştım ve bu yaşlı kişiyi kendilerine sordum. Konuşma şivemi işittiklerinde biri devesini çöktürüp beni devesinin terkisine bindirdi. Memleketlerine yetiştiğimizde beni Ensar'dan bir kadına sattılar. O da bakmam için beni bir bahçesine koydu. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiği bana haber verilince hurmalardan bir miktar olarak yanına gittim. Yanında bazı kişiler vardı ve en yakınında Ebu Bekr bulunmaktaydı. Hurmaları önüne koyunca: "Bu nedir?'' diye sordu. ‘‘Sadakadır’‘ dediğimde, oradakilere: ‘‘Yiyin’‘ buyurdu ve kendisi yemedi. Bir zaman sonra bir daha hurma alarak yanına gittim. Yine Ebu Bekr kendisine en yakın kişiydi. Hurmaları önüne bıraktığımdo: ‘‘Bu nedir?’‘ diye sordu. ‘‘Hediyedir’‘ dediğimde: ‘‘Bismillah’‘ dedi ve yanındakilerle beraber yemeye başladı. Kendi kendime: ‘‘işte bu onun işaretleridir’‘ dedim. Arkadaşım Arap olmayan biri idi. Bu sebeple Tihame diyemeyip: ‘‘Tihmet ve Ahmed’‘ demişti. Arkasına geçtiğimde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mührü görmek istediğimi sezip elbisesini gevşetince sol omzunun kenarında Peygamberlik mührünü gördüm. Mühre dikkatlice baktıktan sonra tekrar Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önüne gelip: ‘‘Allah'tan başka ilah olmadığına ve senin Allah'ın Resulü olduğuna şahadet ederim’‘ dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘‘Sen kimsin?’‘ diye sorunca: ‘‘Ben bir köleyim’‘ diye cevap verdim. Sonra da beraber olduğum adamın dediklerini ve bana emrettiklerini anlattım. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘‘Sen kimin kölesisin?’‘ buyurunca: ‘‘Beni bakmam için bir bahçesine bırakan Ensar'dan bir kadının kölesiyim’‘ dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘‘Ey Ebu Bekr!’‘ buyurunca, Ebu Bekr: ‘‘Buyur, emrindeyim’‘ karşılığını verdi.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘‘Onu satın al’‘ buyurdu. Bunun üzerine Ebu Bekr beni satın alıp azad etti.

 

Bir müddet sonra Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelip selam verdim ve önünde oturarak: ‘‘Ey Allah'ın Resulü! Hıristiyanlar hakkında ne diyorsun?’‘ diye sordum. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘‘Ne onlarda, ne de dinlerinde bir hayır vardır’‘ buyurdu. içime çok büyük bir şey düşmüştü. Beraber olduğum kişi, kendisinden öyle şeyler gördüğüm kişi ve Allah'ın kötürümü eliyle iyileştirdiği kişide ve dininde bir hayır yok muydu? içimde birçok şeylerle çıkıp gittim. Sonra Yüce Allah, Nebi'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘‘Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar’‘ [Maide 82] ayetini indirdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ‘‘Selman'ı çağırın’‘ buyurunca elçisi beni çağırmaya geldi. Ben korkmuştum. Gelip Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önünde oturduğumda: ‘‘Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla’‘ deyip: ‘‘Çünkü onların içinde keşişler ve rahipler vardır. Onlar büyüklük de taslamazlar''[Maide 82] ayetini okudu. Sonra: ‘‘Ey Selman! Beraber olduğun arkadaşların Hıristiyan değildir, onlar müslümandır’‘ buyurdu. ‘‘Ey Allah'ın Resulü! Seni hak olarak gönderene yemin olsun ki, senin dinine tabi olmamı emretmişti. Ona: "Dinini ve üzere olduğun şeyi terk etmemi emretse bile terk edeyim mi?" dediğimde: "Evet terk et, çünkü hak olan ve Allah'ın sevdiği şeyler sana emrettiği şeylerdedir" karşılığını verdi’‘ dedim.

 

--- Hakim, Müstedrek (3/599-602) Bakın: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-nihaye (2/316).

 

 

 

ibn Abbas'ın bildirdiğine göre Selman el-Farisi der ki: Ben isfahanlı, Cey denen bir köyden idim. Babam köyünün lideri idi ve beni çok severdi. Öyle ki çocuklarından ve sahip olduğu şeylerden hiç bir şeyi beni sevdiği gibi sevmezdi. Bu sevgisi beni bir evde bir cariyenin hapsedildiği gibi hapsetmesine kadar vardı. Ben o zamanlar Mecusilik dini ile meşgul ateş bekçisi idim ve ateş yakardım. Asla sönmesine fırsat vermezdim. Ben bu halde iken insanların ne durumda olduğunu hiç bilmez ve sadece kendi yaptığımı bilirdim. Bir gün babam kendine bir ev yapmaya başladı. Kendisinin bir takım işini yürüttüğü küçük bir çiftliği vardı. Beni çağırıp:

 

"Evladım! Gördüğün gibi bu evi inşa etmekle uğraşmak beni çiftliğimle ilgilenmeden alıkoydu. Halbuki orada neler olduğunu mutlaka bilmem gerekir. Oraya git ve işçilere şöyle şöyle yapmalarını emret. Benden kayboluşunda uzun sürmesin. Eğer sen benden başka bir şey için kendini gizleyecek olursan seni aramak beni her işimden alıkoyacaktır" dedi. Ben de çiftliğe gitmek üzere yola koyuldum. Yolda Hıristiyanlara ait bir kiliseye rastladım, seslerini işittiğimde: "Bu da nedir?" dedim. "Bunlar Hıristiyanlardır, namaz kılıyorlar" dediklerinde bakmak için içeri girdim. Durumları hoşuma gitmişti. Vallahi güneş batıncaya kadar yanlarında oturmuştum. Babam ise her tarafa beni aramaya adam yollamıştı. Gece vakti çiftliğe gitmeden doğru babamın yanına gittim. Bana "Neredeydin? Ben sana ne demiştim?" deyince: "Ey babacığım! Kendilerine Hıristiyan denilen kişilere rastladım. Namazları ve duaları hoşuma gitti. Bu sebeple de nasıl ibadet ettiklerine bakmak için orada oturdum" cevabını verdim. Babam: "Evladım! Senin ve atalarının dini onların dininden daha iyidir" deyince: "Hayır! Vallahi onların dininden daha iyi değiL. Onlar Allah'a ibadet eden, ona dua edip ona namaz kılan bir toplumdur. Biz ise ateşe tapıp onu elimizle yakıyoruz, bırakınca da sönüyor" dedim. Babam durumumdan korkup ayaklarıma zincir vurdu ve beni hapsetti.

 

Ben de bu Hıristiyanlara haber gönderip: "Sizin amel ettiğiniz bu dinin aslı nerdedir?" diye sordurdum. Onlar da: "Şam'dadır" dediler. "Oradan yanınıza gelen olursa bana haber verin" dediğimde: "Tamam, veririz" dediler. Nihayet onların tüccarlarından bir kaç kişi gelince bana haber verdiler. Ben de ayaklarımdan demirleri çıkarıp onlara katıldım. Birlikte Şam'a geldim. Orada: "Bu dinin en üstün adamı kimdir?" dediğimde:

 

"Kilisenin sahibi papazdır" dediler. Ona gelip: "Ben seninle birlikte kilisende kalmak istiyorum. Orada Allah'a seninle beraber kulluk eder ve senden iyi şeyler öğrenirim" dediğimde: "O zaman benimle kal" dedi. Ben de onunla kaldım. Bu papaz kötü birisiydi. insanlara sadaka vermeyi emredip teşvik ederdi. Onlar sadakayı toplayıp ona getirdiklerinde onları depolar ve yoksullara bir şey vermezdi. Bu durumunu gördüğümde ona çok öfkelenmiştim. Sonra papaz ölünce onu defnetmeye geldiler. Onlara: "Bu papaz kötü biriydi. insanlara sadaka vermeyi emreder ve onu depolar ve yoksullara bir şey vermezdi" dedim. Bana: "Bu konuda delilin nedir?" dediklerinde: "Size hazinelerini çıkarabilirim" deyip altın ve gümüş dolu yedi küp altını onlara çıkarıp verdim. Bunu görünce: "Vallahi bu kişi asla defnedilmez" dediler ve onu çarmıha gerip taşladılar. Sonra başka birini getirip onun yerine geçirdiler.

 

Hayır, Vallahi ey ibn Abbas! Beş vakit namazını kılan kimselerden ondan daha faziletli, daha çalışkan, dünyaya hiç aldırış etmeyen, gece ve gündüz durmadan didinen birini görmedim. Ondan önce hiç bir şeyi onu sevdiğim gibi sevdiğimi bilmiyorum. Vefat anı gelinceye kadar yanında kaldım. Vefat edeceği zaman da kendisine: "Gördüğün gibi sana da Allah'ın emri gelmiş bulunmaktadır. Vallahi seni sevdiğim gibi de hiçbir şeyi sevmedim. Bana ne emredersin? Senden sonra kime gitmemi tavsiye edersin?" dedim. Bunun üzerine: "Eyoğul! Vallahi Musul'da bulunan bir kişi dışında kimse tanımıyorum. Sen ona git. Onu da aynen benim gibi bulacaksın" dedi.

 

Bu kişi ölünce, Musul'a geldim ve arkadaşına gittim. Onu da gayretini ve dünyaya ilgisiz kalışını aynen önceki gibi buldum. Ona: "Falanca bana sana gelmemi ve yanında kalmamı vasiyet etti" dediğimde: "O zaman kal ey oğul" karşılığını verdi. Onun da yanında arkadaşının yanında kaldığım hal üzere kaldım. Ölüm anı gelince: "Seni bana falanca tavsiye etmişti. Allah'ın emri gelmiş bulunmaktadır. Bana kimi tavsiye edersin?" dedim. O da: "Eyoğul! Vallahi Nusaybin'de bulunan biri dışında tavsiye edecek birini bilemiyorum. O da bizim yaşadığımız haldedir. Sen onun yanına git" dedi. Kendisini defnettiğimizde dediği kişinin yanına geldim ve: "Ey Filan! Filan kişi bana filan kişiyi tavsiye etti. O da bana seni tavsiye etti" dediğimde: "O zaman kal, ey oğul" karşılığını verdi. Onun da yanında diğerlerinin yanında kaldığım hal üzere kaldım. Ölüm anı gelince: "Ey filan! Gördüğün gibi sana da Allah'ın emri gelmiş bulunmaktadır. Filan kişi bana filan kişiyi tavsiye etmişti. O da filan kişiyi tavsiye etti. O kişi de bana seni tavsiye etti. Sen bana kimi tavsiye edersin?" dediğimde: "Eyoğul! Vallahi Rum topraklarında Ammuriye'de bulunan bir kişi dışında bizim bulunduğumuz hal üzere olan bir kimse tanımıyorum. Sen ona git, onu bizim bulunduğumuz hal üzere bulacaksın" dedi.

 

Bunu da defnettikten sonra Ammuriye'linin yanına vardım ve onu bizim yaşadığımız hal üzere buldum. Onun yanında kaldım ve çalıştım. Hatta bir miktar koyun ve biraz sığırlarım oldu. Sonra onun da vefat anı gelince, kendisine: "Ey filan! Filan kişi bana filan kişiyi tavsiye etmişti. O da filan kişiyi tavsiye etti. O kişi de bana seni tavsiye etti. Senin de ölüm anın gelmiş bulunmaktadır. Sen bana kimi tavsiye edersin?" dediğimde şu karşılığı verdi:

 

"Eyoğul! Vallahi, bizim yaşadığımız şekilde yaşayan kimse kaldı mı bilemiyorum ki seni ona göndereyim. Ama Harem'den çıkacak olan peygamberin gelme zamanı yaklaştı. Onun hicret edeceği yer iki kara taşlık arasında kır, hurmalık bir yer olacaktır. Onda gizlenmesi imkansız olan bir takım alametler vardır. iki omuzu arasında peygamberlik mührü bulunmaktadır. O, hediyeden yer. Sadakayı kabul eder, ama ondan yemez. Eğer sen o ülkeye gitme imkanı bulursan git. Çünkü onun gelme zamanı yakındır."

 

Onu da defnettiğimizde, Arap tüccarlarından Kelb kabilesine mensup olan bir takım adamlar bana uğrayıncaya kadar orada kaldım. Onlara: "Beni Arap topraklarına götürün ben de size şu koyunlarla sığırlarımı vereyim" dedim. Onlar da: "Olur" dediler. Ben de dediklerimi onlara verdim böylece kervana beni de aldılar. Vadi'l-kura'ya geldiğimizde bana zulmedip orada beni bir Yahudiye köle olarak sattılar. Vallahi hurma ağaçlarını görünce o arkadaşımın bana sıfatlarını anlattığı yer midir diye ümitlendim, ama öyle değildi.

 

Nihayet Kurayza oğullarından biri gelip beni Vadi'l-kura Yahudisinden satın aldı. Sonra yola çıkıp Medine'ye geldik. Vallahi orayı görür görmez sıfatlarından tanıdım. Köle olarak orada sahibimin yanında kaldım. Bu sırada Allah, Mekke'de peygamberini göndermişti. Ama bana onun faaliyetlerinden bir şeyanlatılmıyordu. Çünkü ben bir köleydim. Nihayet Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Kuba'ya geldi. Ben de sahibimin hurma bahçesinde çalışıyordum. Vallahi ben bahçede iken birden sahibimin amcası oğlu gelip: "Ey filan! Allah Beni Kayle'yi kahretsin! Vallahi onlar şimdi Mekke'den gelen bir adamın etrafında toplandılar. O kendisinin peygamber olduğunu söylemektedir" dedi. Vallahi bu sözü duyar duymaz beni sıtma titretmesi gibi bir titreme tuttu. Hatta (ağacın üzerinden) sahibimin üzerine düşeceğim sandım. Ağaçtan inip:

 

"Bu haber de neyin nesidir?" dediğimde, sahibim bana sert bir yumruk attı ve: "Bundan sana ne? Sen işine bak" dedi. Kendisine: "Yok bir şeyı ancak bir haber duydum ve onu bilmek istedim" dedim.

 

Geceyi geçirdiğimde yanımda biraz yemek vardı. Onu alıp Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldim. O, Kuba'daydı. Ona: "Bana ulaşan habere göre sen salih birisisin. Senin beraberinde yabancı arkadaşların varmış. Yanımda biraz sadaka malı vardı. Bu beldede ona en fazla hak sahibi olarak sizleri görüyorum, işte al ve ye" dedim. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına:

 

"Yiyiniz'' buyurdu. Ama kendisi yemedi. Kendi kendime: "işte bu (işitmiş olduğum) peygamberlik sıfatlarından biridir" dedim. Sonra da geri döndüm.

 

Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Medine'ye hareket etti. Biraz bir şeyler biriktirip kendisine getirdim ve: "Bu hediyedir" dedim. O da bunun üzerine ondan yedi, ashabı da ondan yediler. Yine kendi kendime: "işte bu da ikincisidir" dedim.

 

Sonra Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir cenazenin arkasından giderken yanına vardım. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerinde iki giysi vardı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı arasındaydı. Sırtındaki mühre bakmak için arkasına geçtim. Benim arkasına doğru yöneldiğimi görünce bana anlatılan bir şeyi tespit etmek istediğimi anladı ve giysisini sırtından kaldırdı. Baktığımda iki omuzu arasındaki mührü gördüm. Aynen arkadaşımın bana anlattığı gibiydi. Bunun üzerine mührün üzerine kapanıp onu öpmeye ve ağlamaya başladım. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Selman? Bu tarafa gel!! buyurdu. Gelip önüne oturdum (ve başımdan geçenleri kendisine anlattım). Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu ashabının da duymasını istemişti. Ey ibn Abbas! Sana anlattığım gibi Resulullah'a da (Sallallahu aleyhi ve Sellem) anlattım. Anlatmayı bitirince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Selman! Sahibinle mükatebe yap'' buyurdu. Ben de sahibimle onun adına yetiştireceğim üç yüz hurma ağacı ve kırk okka gümüş karşılığında mükatebe yaptım. Sonra Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabı gücüne göre bana otuzar yirmişer ve onar hurma fidanı yardımda bulundular.

 

Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana: "Git ve çukurları kaz. İşini bitirince bana haber ver. Onları elimle ben dikeyim'' buyurdu. Ben çukurları kazdım, ashab da bana yardımda bulundu. Kazma işini bitirdiğimde Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip: "Ey Allah'ın Resulü! Biz işimizi bitirdik" dedim. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benimle çıktı. Biz Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dikeceği fidanları veriyorduk. O da onları eliyle dikip toprağını düzeltiyordu. Onu hak olarak gönderene yemin olsun ki bir tek fidan bile kurumadı. Borç olarak üzerimde dirhemler kalmıştı. Adamın biri madenlerden birinde ele geçirdiği yumurta gibi bir altını Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirmişti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O, İranlı Müslüman mükateb nerededir?'' buyurunca, yanına çağrıldım. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Selman! Şunu al ve borcunu öde'' buyurdu. Kendisine: "Ey Allah'ın Resulü! Bu benim borcumun yanında nedir ki?" dediğimde: "Allah bununla senin borcunu ödeyecektir'' buyurdu. Selman'ın canı elinde olan Allah'a yemin olsun ki, ben bu altından onlara kırk okka tartıp verdim ve borcumu ödedim. Selman da artık hür oldu. Köle olmamdan dolayı Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Bedir ve Uhud savaşlarına katılamamıştım. Ancak azat olunca Hendek savaşında bulundum. Bundan sonra da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bulunduğu bütün savaşlara katıldım.

 

--- Ahmed, MÜsned (5/438-411), İbn Hişam, es-Sire (1/233-242), Ebu Nuaym, Delailu'n-nübüvve (213) Bakın: Zehebi, Tarihu'l-İslam (2/51) ve Suyuti, Hasaisu'l-kübra (1/45).

 

 

 

Ebu't-Tufayl'ın bildirdiğine göre Selman: "Allah Resulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sadaka götürdüğümde onu reddetti. Hediye götürdüğümde ise onu kabul etti" demiştir.

 

--- Ahmed, Müsned (5/437, 438).

 

 

 

Aynı isnad ile Selman'dan şöyle bildirmiştir: "Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana şunun gibi bir altın verdi." -Bu arada Şerik altının nasıl olduğunu göstermek için başparmağı ile işaret parmağını birleştirip dirhem büyüklüğünde bir halka yaptı.- Eğer kişi bir kefeye ve o altın bir kefeye koyulacak olsa kişinin azat edilmesinde o altın daha ağır basardı."

 

 

 

Selman der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana o altını verip: "Bununla borcunu öde" buyurduğunda: "Ey Allah'ın Resulü! Bu benim borcumun yanında nedir ki?" dedim. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) altını dili üzerinde çevirdikten sonra onu bana attı ve: "Haydi onu al ve git. Allah bununla senin borcunu ödeyecektir" buyurdu. Ben de gidip ondan tartıp verdim ve kırk ukiyye olan borcumu kendilerine ödedim.

 

--- İbn Hişam, es-Sire (1/241).

 

 

 

Ömer bin Abdülaziz, Selman'dan işiten bir kişiden şöyle bildirir:

''Ammuriye'li adam vefat edeceği zaman Selman'a: ‘‘Şam topraklarındaki iki sık ağaçlık olan yere git. Her yılın bir gecesinde bu iki ağaçlıkta bulunan bir adam bir ağaçlıktan diğer ağaçlığa gitmek için çıkar. Hasta olanlar da onun yanına gelir. O da onlardan birine dua ettiği zaman hasta kişi mutlaka şifa bulur. Sen İbrahim'in hanif dinini ona sor’‘ dedi."

 

Selman şöyle devam etti: "Ben de oraya gidip orada bir yıl kaldım. O gece olunca bu kişi o ağaçlıktan çıkıp diğer ağaçlığa geldi. Ancak o geçip gitmek üzere (veya gizlice) çıkmıştı. Çıkınca da insanlar bana galip geldi. Ben insanların arasından kurtulmaya uğraşırken, o da ağaçlığa girmiş bulundu. Sadece bir omuzu görünüyordu. Onu omzundan tutup: ‘‘Allah sana rahmetiyle muamele etsin! Bana İbrahim'in hanif olan dininden bahset’‘ dedim. Bunun üzerine o: ‘‘Sen bu günün insanlarının artık sormadığı bir şeyi soruyorsun. Harem'in yanında şu Beyt'te çıkacak olan peygamberin gelmesi artık yakındır. O işte bu dediğin din ile gönderilecektir’‘ karşılığını verdi."

 

Selman bu durumu Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zikredince, Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Ey Selman! Eğer bana doğru söylüyorsan, sen İsa bin Meryem'i gördün demektir'' buyurdu.

 

--- İbn Hişam, es-Sire (1/241) ve İbn Asakir, Tezhıb Tarih Dimaşk el-Kebir (6/195).

 

 

 

Ebu Osman bildiriyor: "Selman el-Farisi (vefat eden papaz arkadaşının tavsiyesi ile Ammuriye'linin yanına gelene kadar) on küsur kişiyi dolaşıp durdu."

Buhari bunu Hasan bin Ömer bin Şakik kanalıyla Mu'temir bin Süleyman'dan rivayet etmiştir.

 

--- Buhari, menakibu'l-ensar (53) ve Fethu'l-bari (7/277).

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Kuss bin Saide el-İyadi