DELAİLU NÜBÜVVE |
NEBİ'İN (S.A.V.) ZUHURU'NUN BİLİNİP BEKLENMESİNE DAİR DİĞER RİVAYETLER |
Kuss bin Saide el-İyadi
Enes bin Malik der ki:
iyad ka bilesinden bir heyet Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelince,
Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kuss bin Saide el-İyadi ne
yaptı?" diye sordu. Gelen heyet: "Vefat etti" deyince, Allah
Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ondan bazı sözler işitmiştim, ama
şimdi aklımda değil" buyurdu. Oradakilerden birkaç kişi: "Ey Allah'ın
Resulü! Söyledikleri bizim aklımızdadır'' deyince, Allah Resulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Haydi deyin bakalım" buyurdu. Bunun üzerine
içlerinden bir kişi şöyle dedi: "Kendisi Ukaz çarşısında durup şöyle dedi:
"Ey insanlar! Dinleyin, anlayın ve ibret alın! Her yaşayan ölür, ölen
gider, gelecek olan her şey de görülür. Karanlıktır gece, gökyüzü burçlarla
dolu, yıldızlar yürür, denizler dalgalanır, dağlar dikilir ve nehirler akar.
Gökte haber, yerde ibret alınacak şeyler var. insanların gittiğini fakat
dönmediğini görüyorum. Bunlar gittikleri yerden memnunlar mı orada kaldılar?
Yoksa terk mi edildiler de orada uyudular?"
Sonra şöyle dedi:
"Kuss günaha girmeden Allah adına yemin eder ki; Allah katında, ona şu
inandığınız dininizden çok daha sevimli olan bir din var" dedi. Sonra da
şöyle dedi:
"Evvel gelip
geçenlerden bizim için ibretler çoktur Ölüp de geri döneni görmedim hiç ondan
dönüş yoktur Kavmimin küçüğü de, büyüğü de o yolda gitmektedir İnandım ki
herkese takdir edilen bize de gelmektedir."
Abdullah bin Abbas
anlatıyor: iyad kabilesinden bir heyet Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gelince, Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara Kuss bin
Saide el-iyadl'yi sordu. Onlar da: "Ey Allah'ın Resulü! Vefat etti"
deyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Hac
mevsiminde onun Ukaz'da kırmızı devesi üzerinde insanlara şöyle dediğine şahit
oldum: "Ey insanlar! Toplanın, dinleyin, öğüt alın ve faydalanın. Her
yaşayan ölür, ölen gider, gelecek olan her şey de görülür. Derim ki; gökte
haber, yerde ibret alınacak şeyler var. Yıldızlar yürür, denizler dalgalanır,
gökyüzü yüksek bir tavan, yeryüzü büyük bir divandır ve nehirler akar. Kuss
yalan söylemeden ve günaha girmeden Allah adına yemin eder ki; (yeryüzünde)
şimdi razı olacağınız şeyler varsa bir gün istemediğiniz şeyler de olacaktır.
Bu bir oyun değildir ve arkasında şaşılacak şeyler vardır. Kuss yalan
söylemeden ve günaha girmeden Allah adına yemin eder ki; Allah katında, ona şu
inandığınız dininizden daha çok razı olduğu bir din vardır. Ne oluyor da
insanlar gidiyor ve geri gelmiyor? Yoksa gittikleri yerden memnunlar mı orada
kaldılar? Yoksa terk mi edildiler de orada uyudular?''
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): ''Sonra Kuss bazı şiirler okumuştu, ama şimdi onlar aklımda
değil'' buyurunca, Ebu Bekr kalkıp: "Ben o zaman orada idim ve dediklerini
ezberlemiştim" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Ne
demişti?" buyurunca, Ebu Bekr şöyle dedi: Kuss bin Saide sözlerinin
sonunda şöyle demişti:
"Evvel gelip
geçenlerden bizim için ibretler çoktur Ölüp de geri döneni görmedim hiç ondan
dönüş yoktur Kavmimin küçüğü de, büyüğü de o yolda gitmektedir
Ne giden geri gelmekte,
ne de buradakiler ondan kaçabilmektedir İnandım ki herkese takdir edilen bize
de gelmektedir."
Sonra Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), iyad kabilesinin heyetine dönerek: "Kuss
bin Saide'nin bir vasiyeti var mıydı?" buyurunca şöyle dediler: Evet,
başının altında yazılı bir kağıt bulduk ve onda şöyle yazılıydı:
"Ey ölüm haberini
veren kişi! Ölüler mezardadır Üzerlerinde yıpranmış olan o eski giysileri
vardır.
Bırak onları, zira
onların çağrılacakları bir günleri vardır Uykularından kabus ile uyananlar gibi
kaldırılacaklardır Kimileri çıplak olarak gelecektir, kimileri giysileriyle
Kimileri yenisi ile gelirken kimileri gri olan eskisiyle."
Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Beni hak olarak gönderene yemin olsun ki
Kuss (öldÜkten sonra) tekrar dirilişe iman etmiştir" buyurdu.
ibn Abbas der ki:
"Abdulkays kabilesinden bir heyet Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geldi." Sonrasında ravi mana olarak bir önceki hadisin aynısını
zikretti. Ancak rivayetinde: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
‘‘Hanginiz şiirini okur?’‘ diye sorunca, kendisine şiirini okudular"
ibaresi geçmiştir ve Ebu Bekr'i zikretmemişt r.
Muhammed bin el-Haccac
el-Lahmi bunu Mücalid kanalıyla rivayette tek kalmıştır. Muhammed bin el-Haccac
metruk birisidir.
Başka bir kanalla ibn
Abbas'tan bundan çok daha uzun bir ziyadeyle rivayet edilmiştir.
Abdullah bin Abbas der
ki: -Kavminin efendisi olan, aşiretinde kendisine itaat edilen, sözü dinlenen,
kadri yüksek, hatırı sayılır kişi, ahlaklı, soylu, güzel ahlaklı, kuvvetli ve
mal sahibi olan- Carud bin Abdillah, hatırı sayılır, kadri yüksek, faziletli,
cömert, fasih olan Abdulkays heyeti ile Allah Resulüine (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geldi. Her biri bir hurma ağacı gibiydi. Binekleri damızlık erkek deve
gibiydi. Bineklerini hızlıca sürüyorlardı. Vuruşmak için hazırdılar.
Seyirlerinde aceleci, işlerinde akıllıca davranmakta idiler. Hızlıca seyrederek
millerce yol kat ediyorlardı. Carud kavmine doğru dönerek şöyle dedi:
"Ey kavim! Bu,
Muhammed'dir. Arapların efendisidir. Abdulmuttalib'in hayırlı oğludur. Yanına
girdiğinizde ve önünde durduğunuzda kendisine güzel bir şekilde selam verin ve
yanında az konuşun" dedi. Bunun üzerine heyetin tümü: "Ey azimli ve
kahraman kral! Sen bulunduğun zaman biz konuşmayız ve emrettiğin zaman emrini
yerine getiririz. Sen istediğini söyle, biz seni dinleriz, sen istediğini yap
biz sana uyarız" karşılığını verdi. Carud asilzade ve kahraman kişilerle
birlikte kalktı. Bunlar sarıklarını düzelttiler ve kılıçlarını kuşandılar. Kılıçları
ve giysileri yere değiyordu. Yolda şiirler okuyarak hayırlı kişilerin
menkıbelerinden bahsediyorlardı. Uzun süreli konuşmadıkları gibi uzun süre de
susmuyorlardı. Emrettiğinde emre uyuyorlar ve yasakladığında yasağa
uyuyorlardı. Sanki dişi aslana yaklaşan erkek aslan gibiydiler. Bu şekilde
Allah Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldiler. Kavim Mescid'e
girince ve oradakiler kendilerini görünce, Carud kısa adımlarla Allah
Resulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önüne gelip yüzünü açtı ve güzel bir
şekilde selam verip şöyle dedi:
"Ey hidayet
peygamberi! Sana gelen bu adamlar Sahraları aşarak geldiler Sana varmak için
çölleri aşk ile kat ettiler Yolunda ne güçlükler çektiler Bakmaya kıyamayacağın
yağız atlarla Mesafeleri hızlı bir şekilde geçtiler Ağzı gemli, huysuz ve
yıldız gibi Parıldayan atlarla çölleri kat ettiler Kalpleri titreten ve korku
veren Günün şiddetinden kurtulmak istediler."
Resulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bunu işitince çok sevindi. Onu yanına yaklaştırıp oturttu ve
ona ikramda bulundu. Sonra: "Ey Carud! Sen de, kavmin de gelmekte
geciktiniz'' buyurunca, Carud: "Ey Allah'ın Resulü! Senden başkasına giden
hata etmiştir ve yolunu kaybetmiştir. Bu durumda olan kişi, en büyük şeyi
kaybetmiş ve büyük üzüntüler içindedir demektir. Kavmin idarecisi kavmine yalan
söylemez ve kendi kendini kandırmaz. Sen hak olarak geldin ve doğruları
konuştun. Seni hak peygamber olarak gönderene, müminlere veli kılana yemin
olsun ki ben senin vasfını incil'de buldum. Seni, bakire Meryem'in oğlu
müjdeledi. Sana devamlı selam olsun ve seni gönderen Allah'a da hamdolsun.
Yakinden sonra şüphe yoktur. Elini uzat, ben şahadet ederim ki Allah'tan başka
ilah yoktur ve sen, Allah'ın Resulü'sün!" diyerek iman etti. Onun
kavminden diğer arkadaşları da iman ettiler. Bu durumdan fazlasıyla memnun olan
Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Carud! Abdulkays heyeti
arasında Kuss'u tanıyan kimse var mıdır?" diye sorunca, Carud: "Ey
Allah'ın Resulü! Hepimiz onu tanırız. Ben de kavmim içinde onu soran ve
haberlerini alan biri idim. Kuss, Arap torunlarından bir torundur. Nesebi
güzeldir. Konuşması fasihtir. Saçlarına ak düşmüş güzel biri idi. Yedi yüz yıl
yaşadı. Dağlarda dolaşır ve bir yeri mesken edinmezdi. Hiçbir yerde sürekli
olarak durmazdı. Dağlarda dolaşırken deve kuşu yumurtasını içerdi. Vahşi
hayvanlar ve haşerelerle teselli olurdu. Meshleri giyer, seyahat eder ve Mesih
gibi hep dolaşırdı. Ruhbanlıktan hiç geri durmazdı. Allah'ın tek olduğunu ikrar
ederdi. Onun hikmeti örnek olarak gösterilirdi. Sıkıntılar onunla giderilirdi.
Ebdallar ona uyardı. Havarilerin reisi olan Sem'an zamanına yetişti. Kendisi
Araplar arasında Allah'ı tanıyan ilk kişi olduğu gibi aralarında en çok ibadet
eden idi. Tekrar diriliş ve hesap günü olduğuna iman ederdi. Ölümden sonra
gidilecek kötü yerden sakındırır ve uyarırdı. Ölümü hatırlatır ve hayat
bitmeden önce güzel şeyler yapmayı öğütlerdi. O, Ukaz çarşısında güzel konuşan
biri idi. O, doğuyu ve batıyı, kuruyu ve yaşı, acıyı ve tatlıyı en iyi bilen
idi. Sanki şimdi onu Araplar önünde olduğu halde görür gibiyim. Rabbi adına
yemin ederek artık peygamberin gelme zamanı geldiğini bildirmekte ve herkesin
yaptığının karşılığını mutlaka alacağını söylemekte idi. Sonra Carud şu şiiri
okudu:
"Kalbim eski
hatıralarla çarptı Her gecenin arkasında bir gündüz vardır Yıldızları süren ay
vardır Her gün doğan bir güneş vardır Onun ışığı gözleri kamaştırır Kainatta
şiddetli gök gürültüsü vardır. Çocuk, yaşlı ve bebek olmak üzere Hepsi bir gün
toprak altında ziyaret edilecektir. İçinde birçok nimetler olan saraylar varken
Fakir ve muhtaç kimseler vardır. Kimsenin dikkat edip bakmadığı İbretlik birçok
şey vardır. Benim zikrettiklerim Allah'a delalet etmektedir Ders alacak
kimselere de ibretler vermektedir."
Allah Resulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): ''Yavaş ol ey Carud! Ukaz çarşısında onun boz devesi
üzerindeki konuşmasını unutmadım. Ancak sözleri aklımda kalmadı. Ey Muhacirler
ve Ensar topluluğu! Ondan bir şeyler ezberleyen var mı?" buyurdu. Bunun
üzerine Ebu Bekr kalkıp şöyle dedi: "Ey Allah'ın Resulü! O gün ben Ukaz
çarşısında idim. Teşvik edip korkuttuğunda, sakındırıp uyardığında ben
oradaydım ve sözlerini ezberlemiştim. O konuşmasında şöyle demişti:
"Ey insanlar!
Dinleyin, anlayın ve anlamanız halinde faydalanın! Her yaşayan ölür, ölen
gider, gelecek olan her şey de görülür. Yağmur yağar, otlar biter. Rızıklar ve
azıklar var. Babalar var, anneler var. Diriler var, ölüler var. Her şeyin her
çeşidi var. Delillerden sonra deliller var. Gökte haber, yerde ibret alınacak
şeyler var. Karanlıktır gece, gökyüzü burçlarla dolu, yeryüzü serilidir.
Denizler de dalgalanır. Ne oluyor da insanlar gidiyor ve geri gelmiyor? Yoksa
gittikleri yerden memnunlar mı orada kaldılar? Yoksa terk mi edildiler de orada
uyudular? Kuss yalan söylemeden ve günaha girmeden Allah adına yemin eder ki,
Allah katında, ona şu inandığınız dininizden daha çok razı olduğu bir din
vardır. Gönderilecek peygamberin zamanı gelmiştir, artık gönderilmesi yakındır.
Ona iman edip hidayete erene ne mutlu! Ona asi ve muhalif olanın da vay
haline!"
Sonra şöyle dedi:
"Daha önceki ümmetlerden ve geçmiş asırlardan gafil olan kişilerin vay
haline! Ey iyad kabilesi topluğu! Hani babalar, dedeler? Hani hastalar ve
onları ziyaret edenler? Nerede o zalim firavunlar? Hani o süslü saraylar ve
mermer binalar yükseltenler nerede? Mal ve çocuklar ile aldananlar nerede?
Azgınlık edip asi olanlar nerede? Hani mal biriktirip de:
"Ben sizin en büyük
Rabbiniz değil miyim?'' diyen nerede? Onların malı, sizin malınızdan daha fazla
değil miydi? Emelleri sizinkilerden daha çok değil miydi? Ömürleri sizinkinden
daha uzun değil miydi? Bu yer onları değirmeninde öğüttü, toz etti ve dağıttı.
Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini,
yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor. Hayır, ibadet edilecek olan tek olan
Allah'tır. O, doğmamıştır ve doğurmamıştır.'' Sonra şöyle dedi:
"Evvel gelip
geçenlerden bizim için ibretler çoktur Ölüp de geri döneni görmedim hiç ondan
dönüş yoktur. Kavmimin küçüğü de büyüğü de o yolda gitmektedir Ne giden geri
gelmekte, ne de buradakiler ondan kaçabilmektedir İnandım ki herkese takdir
edilen bize de gelmektedir."
Sonra Ebu Bekr oturdu ve
Ensar'dan iri başlı, koca cüsseli, azametli, avurtları büyük, tok sesli dağ
gibi bir adam kalktı ve sarığını sarıp saç örgülerini salarak: "Ey
gönderilmişlerin efendisi! Ey Alemlerin Rabbinin seçtiği! Ben, Kuss'ta
şaşılacak bir şey gördüm. Onda rağbet edilecek şey de gördüm" dedi.
Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Ondan işittiğin ve ezberlediğin
nedir?" diye sorunca, adam şu karşılığı verdi: "Cahiliye döneminde
benden kaçmış olan bir devemi kum tepeleri arasında ona seslenerek aramaya
çıkmıştım. Gittiğim yerler yolcuların geçip dinleneceği yerler değildi. Yani
cinlerden başka kimse oralara gelmezdi. Bir ara kendimi baykuşlardan başka
kimselerin bulunmadığı yüksek ve korkunç bir kumlukta buldum. Orada da gece
olmuştu. Korku içinde orada geceledim. Kendimi güven içinde hissetmiyordum.
Kılıcımdan başka bir şeyle sükun bulmuyordum. O gece çok uzun bir geceydi.
Sanki geceler birbirine eklenmişti. Hem yıldızları seyrediyor, hem de karanlığa
bakıyordum. Gece karanlığında şafak sökmeye yakın iken bir kişinin:
"Ey karanlıklarda
karar kılıp kalmış kimse, Şüphesiz, Allah bir Nebi gönderdi Harem'de.
O, Beni Haşim'den,
vefalı, kerem sahibi,
O karanlıkları aydınlığa
kavuşturandır" diye seslendiğini işittim. Bunları işitince, ne kadar
etrafıma baktıysam da sesin sahibini göremedim. Bunun üzerine ben de:
"Ey karanlıklardan
bana seslenen kimse, Bu sıkıntılı zamanda hoş geldin bize. Yüce Allah hidayet
versin sana, Söylediğini iyice açıklasana" dedim.
Ben böyle deyince, bir
öksürme ve şöyle diyen bir ses işittim:
"Nur zahir oldu,
batıl yok oldu. Yüce Allah, Muhammed'i her bakımdan en üstün olarak gönderdi. O
kırmızı at, tacın ve miğferin sahibidir. Nur yüzlü biridir. Hilal kaşlı kara
gözlüdür. o: "La ilahe illallah'' diyen kişidir. O siyaha ve beyaza
köylüye ve şehirliye peygamber olarak gönderilmiştir."
Sonra şöyle dedi:
"Bizleri başıboş
olarak yaratmayan İsa'dan sonra da başıboş bırakmayan Allah'a hamd olsun.
İçimizden Muhammed'i gönderdi, o peygamberlerin en üstünüdür. Ona salat ve
selam olsun. Hiç bir topluluk, ona karşı galib gelemez". Sabah olduğunda
sevincimden devemi unutmuştum. Gün doğmuş ve her taraf görünmeye başlamıştı.
Bunun üzerine düz tarafa değil de, dağ tarafına yola koyuldum. Bir de baktım ki
karşımda böğüren devem durmaktadır. Onu yularından tutup bindim. Deve
uysallaşmıştı. Bir müddet yol aldıktan sonra oturduğum yer ısınmış ve acıkmaya
başlamıştım. Deveyi bıraktığımda yerinde durdu. Onu saldığımda yemyeşil,
taptaze çimenlerle, nilüferlerle, yavşan otlarıyla, papatyalarla, fesleğenlerle
ve rengarenk çiçeklerle dolu çayırların üzerinde çöküp oturdu. Sanki yağmuru
henüz yeni görmüş, bulutlar üzerinden henüz yeni çekilmişti.
Deve otlamaya başladı.
Ben de bir keler avladım. ikimiz de karnımızı doyurduk. ikimiz de dinlendik ve
rahatladık. Sonra tekrar yularını alıp ona bindim ve onu yürümesinde serbest
bıraktım. Yükünden hiç etkilenmeden bir ok gibi gidiyordu. Sanki rüzgarla
yarışıyor ve düzlükleri aşıyordu. Sonunda içinde ağaçlar olan bir vadiye
geldik. Bu ağaçlar Ad kavmi zamanından kalmış ağaçlar idi. Dalları yere
eğilmişti ve meyveleri biber gibiydi. Yaklaştığımda bir de baktım ki, Kus bin
Saide bir ağaç altında oturmuş, elindeki erak (misvak) ağacından olan sopayı
yere vurarak şöyle diyordu:
"Ey ölüm haberini
veren kişi! Ölüler mezardadır Üzerlerinde yıpranmış olan o eski giysileri
vardır.
Bırak onları, zira
onların çağrılacakları bir günleri vardır Uykularından kabus ile uyananlar gibi
kaldırılacaklardır. Onların halleri başka bir halde olacaktır Daha önce de
olduğu gibi yeniden yaratılacaktır. Kimileri çıplak olarak gelecektir kimileri
giysileriyle Kimileri yenisi ile gelirken kimileri soluk ve eskisiyle."
Yanına yaklaşıp selam
verdim. Selamıma cevap verdi. Orada bir çeşme ve iki mezar arasında bir mescid
vardı. Yanında iki tane de aslan vardı. Aslanlar kendilerini ona sürerlerdi.
Aslanlardan biri oradaki çeşmeye su içmeye giderken, diğeri de peşine düştü.
Kuss bin Saide elindeki bastonu arkadaki aslana vurup: "Geri dön, annesi
tarafından kaybedilesice. Senden önce giden su içip gelsin, sonra da sen
git" dedi. Önce giden aslan su içip gelince, beklemekte olan diğer aslan
gidip su içti. Kendisine: "Bu mezarlar kimin mezarıdır?" dediğimde:
"Benim iki arkadaşım vardı. Burada benimle birlikte Allah'a ibadet
ederlerdi. Allah'a asla şirk koşmazlardı. Onlar vefat edince ikisini de burada
defnettim. Gördüğün gibi ben de iki mezarın arasındayım ve onlara yetişme
zamanımı bekliyorum" dedi. Sonra onlara bakarak gözleri yaşla doldu ve
üzerlerine kapanarak şöyle dedi:
"Kalkın ey
dostlarım! Çoktan beri burada uyumaktasınız Gördüğüm kadarıyla uykuya doymamaktasınız
Benim Seman denilen yerde tek olduğumu Sizden başka bir dostumun olmadığını
görmüyor musunuz? Ben sizin mezarınızdan ayrılmayıp belemekteyim Sesinizi
işitmek için geceler boyu beklemekteyim. Ömrüm boyunca sizin için ağlamaktayım
Sizin için ağlayan
hüzünlü kişiye kim cevap verecek? Uykunuz derin olduğu için mi ses
vermiyorsunuz? Oysa size seslenen toprağınızı suluyor gibi Sanki ölüm size
kavuşmak için ruhumun istediği şeydir Ben de sizin yanınıza geleceğim Eğer bir
can bir cana feda olsaydı Kendimi sizin için feda ederdim"
Bunun üzerine Resulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Allah, Kuss'a rahmet etsin.
Ümit ederim ki Allah,
onu bir ümmet olarak haşr eder" buyurdu.
Aynısı başka bir kanalla
Hasan el-Basri'den munkatı' olarak rivayet edilmiştir. Sa'd bin Ebi Vakkas ve
Ebu Hureyre kanalıyla da muhtasar olarak aktarılmıştır. Bir kısmı zayıf olsa
bile bir hadisin farklı kanallarla rivayet edilmesi hadisin sağlam olduğuna
delalet eder. Doğrusunu da Allah bilir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: