DELAİLU

NÜBÜVVE

RESULULLAH'IN (S.A.V.) DOĞUMUYLA

İLGİLİ BÖLÜMLER

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Emzirilmesi ve Süt Annesi

 

ibn ishak der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğunca annesine verildi ve kendisine bir süt anne arandı. Süt annesi de Halime binti Ebi Zueyb oldu. Ebu Zueyb'in adı, Abdullah bin el-Haris bin Şicne bin Cabir bin Rızam bin Nasıra bin Sa'd bin Bekr bin Hevazin bin Mansır bin ikrime bin Hafsa bin Kays bin Mudar'dır.

 

Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt babasının adı, Haris bin Abdiluzza bin Rifaa

b. Mallan bin Nasıra bin Sa'd bin Bekr bin Hevazin'dir.

 

Sütkardeşleri, Abdullah bin el-Haris, Üneyse binti'l-Haris, Huzafe binti'l-Haris -Şeyma- dır. Huzafe, Şeyma adıyla tanındı ve o, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt annesi Halime binti Zueyb'in kızıdır. 

 

--- İbn Hişam, Siyer (1/173).

 

 

 

Söylendiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt annesinin yanındayken Şeyma, Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) taşırdı.

 

 

 

Abdullah bin Cafer bin Ebi Talib der ki: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt annesi Halime binti el-Haris'in şöyle dediği bildirildi: Kıtlığın olduğu bir yılda diğer dişi merkebime binerek Sa'd bin Bekr kabilesinden bazı kadınlarla emzirecek çocuk bulmak için Mekke'ye geldim. Yanımda bir oğlumuz ve yaşlı bir devemiz vardı. Vallahi deve bir damla bile süt vermiyordu. Sütüm olmadığı ve deve süt vermediği için çocuk ağlayıp durduğundan gece uyuyamıyorduk. Vallahi, Mekke'ye geldiğimizde bizimle gelen bütün kadınlara Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verilmesi teklif edilmesine rağmen: "Bu yetimdir" denilince hepsi reddetti ve: "Annesi bize ne verebilecek ki? Biz alacağımız çocuğun babasından ihsanlar umarak onları alıyoruz. Annesi bize ne verebilir ki?" diyordu. Vallahi benden başka bütün kadınlar emzirecek çocuk aldı, sadece ben emzirecek birini bulamadım ve kocam Haris bin Abdiluzza'ya:

 

"Vallahi; ben arkadaşlarım arasında emzirecek bir çocuk almadan geri dönmeyi istemiyorum. Gidip o yetimi alacağım" dedim. Kocam: "Bunu yapmanda bir sakınca yoktur" deyince gidip onu aldım. Vallahi başka birini bulamadığım için onu almıştım. Onu kucağıma koyar koymaz, onun yüzünden memelerime dilediğim kadar süt geldi. Bebek ve kardeşi kanıncaya kadar süt emdiler. Kocam kalkıp o yaşlı ve sütsüz devemizin yanına vardığında memelerinin sütle dolu olduğunu gördü. Deve bize dilediğimiz kadar süt verdi. Kocam doyasıya içti. Ben de aynı şekilde doyup kanıncaya kadar süt içtim. Karnımız tok, su ve süte ihtiyaç duymadığımız hayırlı bir gece geçirdik. Kocam: "Ey Halime! Senin pek mübarek bir çocuk almış olduğun görüşündeyim. Onu aldıktan sonra nasıl da bereketli bir gece geçirdiğimizi görüyor musun?" dedi.

 

Memleketimize dönünceye kadar bu bereket devam etti. Vallahi merkebim kafiledekilerin hepsinin önüne geçti. Hiçbirisi ona yetişemiyordu. Hatta onlar şöyle diyorlardı: "Ey Ebu Zueyb'in kızı! Bu, senin gelirken üzerine bindiğin merkep mi?" Ben onlara: "Evet, vallahi" diyordum. Onlar da: "Bu merkebin şaşılacak bir durumu var" diyorlardı.

 

Nihayet, Sa'd oğulları diyarındaki evlerimize geldik. Allah'ın yarattığı yerlerin en kurağına gelmiştik. Benim davarlarım otlanmaya gidip geldiğinde tok ve sütle dolu olurdu ve dilediğimiz kadar süt sağardık. Etrafımızda olanların davarları ise aç ve bitkin bir halde dönüyorlar ve bir damla bile süt vermiyorlardı. Sürü sahipleri çobanlarına: "Yazıklar olsun size! Ebu Zueyb'in kızının çobanı nerede otlatıyorsa, siz de onunla birlikte otlatsanıza" diyorlardı. Onlar, benim davarlarımın olduğu yerlerde otlatıyorlar; ama onların davarları, karınları aç, sütsüz, benim davarlarım ise memeleri süt dolu olarak dönüyordu.

 

Bu durum Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki yaşına gelinceye kadar böyle devam etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir çocuğun büyümediği kadar hızlı büyüyüp gelişiyordu. Vallahi iki yaşına gelince iri ve gösterişli bir çocuk olmuştu. Onu annesine götürdüğümüzde, onun sebebiyle gördüğümüz hayır ve bereketten dolayı yanımızda bir müddet daha tutmaya çok istekliydik. Annesi onu görünce ona: "Bırak ta bunu gelecek yıl getirelim. Mekke'de veba hastalığına yakalanmasından korkuyoruz" dedik. Vallahi o kadar ısrar ettik ki sonunda: "Olur" deyip Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizimle yolladı. Onu yanımızda iki veya üç ay kaldıktan sonra bir gün bir süt kardeşiyle beraber evlerimizin arkasındayken, süt kardeşi gelip: "Kureyşli o kardeşime beyaz giysili iki adam gelip onu yatırdılar ve karnını yardılar" dedi. (Süt) babasıyla birlikte koşarak yanına gittiğimizde renginin sararmış bir şekilde ayakta durduğunu gördük. Babası onu kucaklayıp: "Evladım! Neyin var?" diye sordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Beyaz giysili iki adam gelip beni yatırarak karnımı yardılar, sonra içinden bir şey çıkarıp attılar, sonra beni eski halime getirdiler" dedi. Onu eve götürdüğümüzde babası: "Ey Halime! Oğluma bir şeyolmasından korktum. Haydi başına korktuğumuz bir şey gelmeden gidip onu ailesine verelim" dedi. Halime şöyle dedi: Onu alıp annesine gittiğimizde, annesi endişeye kapılıp: "Neden onu geri getirdiniz? Onu yanınızda alıkoymayı çok istiyordunuz" dedi. Biz: "Allah bize görevimizi yerine getirmeyi nasib etti. Onun başına bir şey gelmesinden korkuyoruz" dedik. Amine: "Neyiniz var? Bana doğruyu söyleyin" deyip olanları kendisine anlatmadıkça bizi bırakmadı. Amine şöyle dedi: "Şeytanın ona zarar vermesinden mi korktunuz. Hayır vallahi! Şeytan ona zarar veremez. Şüphesiz oğlumun büyük bir şanı olacaktır. Size onun haberini bildireyim mi?" Biz:

 

"Olur, bildir" karşılığını verince şöyle dedi: "Ona hamile kaldığımdo, bana hamilelikten daha kolay bir şey yoktu. Ona hamile kaldığım zaman rüyamda, benden Şam saraylarını aydınlatan bir nurun çıktığını gördüm. Doğduğu zaman, o, başka çocukların yere düştükleri gibi düşmeyip ellerini yere dayamış, başını semaya kaldırmış olarak doğdu. Onu bana bırakın."

 

--- İbn Hişam, Siyer (1/176), İbn Sa'd, Tabakat (1/112) ve Ebu Nuaym, Delailu'n-Nübüvve (111) Bakın: İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye (2/275).

 

 

 

Muhammed bin Zekeriyya el-Galabı bunu aynı isnadla ibn Abbas'tan, Halime'den daha uzun bir şekilde nakletmiştir. Ancak Muhammed bin Zekeriyya uydurma hadis nakletmekle itham edilmiştir. Megazı alimleri muhtasar olan rivayetin daha sahih olduğunu söylemiştir.

 

 

 

ibn Abbas anlatıyor: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt annesi Halime binti Zueyb Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sütten kestiği zaman konuştuğunu söyleyip şöyle dedi: Acayip sözler söylediğini işittim. Şöyle dediğini işittim: "Allahu Ekber, Allahu Ekber. Büyük övgüler Allah içindir. Sabah akşam Allah'ı bütün noksanlıklardan tenzih ederim." Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geliştiği zaman çıkıp çocukların oynadığını görür, ancak onlara katılmazdı. Bir gün bana:

 

"Anneciğim! Neden kardeşlerimi gündüz göremiyorum?" diye sorunca: "Canım sana feda olsun. Davarlarımızı geceden otlatmaya gidip gece geliyorlar" cevabını verdim. Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözlerinden yaşlar aktı ve: "Anneciğim! Ben burada tek başıma ne yapıyorum. Beni de onlarla gönder" deyince: "Bunu mu istiyorsun?" diye sordum. Bana: "Evet" cevabını verdi. Sabah olunca saçlarına yağ sürüp gözlerine sürme çektim, gömleğini giydirdim ve bir oğlağın üzerinde olan Yemen işi bir nazar boncuğunu alıp nazardan korunması için boynuna astım. Sonra bir sopa alıp kardeşleriyle beraber gitti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) artık davar otlatmaya mutlu bir şekilde gidip geliyordu. Bir gün evlerimizin etrafında davarları otlatırken gündüzün tam ortasında, oğlum Damra korkmuş bir şekilde kan ter içinde ağlayarak koşup geldi ve: "Babacığım, anacığım koşunuz! Kardeşim Muhammed'e yetişiniz! Koşunuz, ancak onun ölümüne yetişeceksiniz!" diye bağırdı. Ben:

 

"Ona ne oldu?" diye sorunca Damra dedi ki: "Biz oynarken bir adam geldi ve gözümüzün önünden onu alıp dağın zirvesine doğru götürerek karnından göğsüne kadar yardı. Daha sonra ne yaptıklarını bilmiyorum. Onun ancak ölüsüne yetişirsiniz." Ben ve babaları koşarak gittik. Muhammed dağın tepesinde oturmakta ve gözlerini yukarıya dikmiş bakmakta idi. Kendisi tebessüm ediyor ve gülüyordu. Hemen kendisini kucaklayıp bağrıma bastım ve: "Canım sana feda olsun! Sana bir şey mi oldu?" deyip iki gözü arasından öptüm. O bana şöyle cevap verdi:

 

''Hayırdır! iyiliktir! Ben kardeşlerim le dururken üç adam geldi. Bu üç adamdan birinin elinde gümüş bir ibrik, diğerinin elinde yeşil zümrütten içi karla dolu bir leğen vardı. Beni alıp dağın zirvesine götürdüler ve burada usulca yere yatırıp göğsümden karnı ma kadar yardılar. Ben ne yaptıklarına bakıyor, hiç acı duymuyordum. Sonra göğsümü yaran adam, elini karnımın içine sokup orada ne varsa dışarı çıkardı ve tastaki kar ile bir güzelce yıkadı. Sonra tekrar yerine koydu. İkinci adam buna: ‘‘Sen çekil bakalım, sen Allah'ın sana emrettiğini yerine getirdin!’‘ deyip bana yaklaştı ve elini karnımın içine sokarak kalbimi dışarı çıkardı, yararak içinden kanla dolu bir şey çıkardı ve onu atıp: ‘‘İşte bu, şeytanın nasibidir! Onu senin içinden çıkarıp atıyoruzı ey Allah'ın Habibi/’‘ dedi. Sonra kalbimi ince bir şeye sararak tekrar yerine koydu. Sonra göğsümü kapatıp nurdan bir mühür ile mühürledi. Göğsüme vurduğu mühür o kadar soğuk idi ki, hala vücudumda onun serinliğini duymaktayım. Sonra üçüncü şahıs onlara: ‘‘Siz ikiniz de şöyle kenarda durun! Sizler, Allah'ın yapılmasını sizlere emrettiğini yaptınız!’‘ dedi. Onlar da çekildiler. Bu üçüncü adam bana yaklaşıp göğsümün yarılıp kapatılan kısmı üzerinde elini gezdirdi ve: ‘‘Haydin bakalımı onu ümmetinden on kişi ile tartınız!’‘ dedi. Tarttılar ve ben, ümmetimden on kişiden daha ağır geldim. Sonra o dedi ki: ‘‘O'nu bırakın! Eğer siz Onu, bütün ümmeti ile tartsanız, o yine bütün ümmetinden daha ağır gelir.’‘ Sonra o üçüncü şahıs, elimden tuttu ve usulca beni yerimde doğrulttu. Sonra her üçü beni kucaklayıp alnımdan ve başımdan öperek tebrik ettiler ve dediler ki: ‘‘Ey Allah'ın Habibi! Sakın korkma ve zaten kokmayacaksın! Eğer sen, Allah tarafından senin hakkında ne büyük hayırlar murad edildiğini bilmiş olsan, şüphesiz gözlerin aydın olur, ruhun mutlulukla dolar.’‘ İşte böyle deyip beni burada böylece bırakıp gittiler. Uçarak semaya doğru yükseldiler ve sonunda gök kubbede kaybolup gittiler. İstesem gök kubbede kayboldukları yeri sana gösterebilirim.''

 

Ben onu alarak Beni Said bin Bekr evlerinden birine götürdüm. insanlar bana: "Sen bu çocuğu bir kahine götür! Kahinler onu tedavi ederler" dediler. Yavrum: "Ben hasta değilim, bende sizin söylediğiniz şeylerden hiçbir şey yoktur!" dedi. Benim, bu hususta hiçbir endişem bulunmamakta idi. Kalbim doğru ve salim idi. insanların: "Belki aklına bir şeyolmuştur, belki de ona cin dokunmuştur" diye söyleyip durmaları, nihayet bana tesir edip kendisini kahine götürerek olanları anlattım. Kahin: "Ben, bir de bütün olup bitenleri çocuğun kendisinden dinlemek istiyorum. Çocuk başına gelenleri daha iyi bilir. Anlat ey çocuk" deyince yavrum, bütün olup bitenleri kahine de anlattı. Bunun üzerine kahin, hızla ayağa fırlayıp onu kucaklayarak avazının çıktığı kadar şöyle bağırdı: "Ey Araplar! Yaklaşan bir şer var. Bu çocuğu öldürün ve beni de onunla öldürün. Eğer bu çocuğu sağ bırakırsanız ve o büyüyüp adam olursa; vay sizlerin halinize. işte o zaman bu çocuk, hepinizi akılsız sayacak, sizin atalardan kalma dininizi yalanlayacak ve sizleri, sizin hiç bilmediğiniz, tanımadığınız bir Rabbe ibadet etmeye çağıracak! Sizi, hiç hoşlanmayacağınız yepyeni bir dine davet edecek!"

 

Kahinin böyle bağırması üzerine çocuğumu çekip elinden aldım ve ben de ona şöyle haykırdım: "Ey kahin! Sen, bu çocuktan daha çocuksun! Sen, akılsız delinin birisin! Sen, illa da öldürülmek istiyorsan, kendini öldürecek bir adam bul! Fakat benim yavrum Muhammed'i asla öldüremezsin ve öldürtemezsin." Sonra çocuğumu alarak kabileme döndüm. Vallahi, Said bin Bekr kabilesinin evlerinden hangisine gittiysem o evi misk kokusu kaplıyordu. Her gün iki beyaz adam geliyor, Muhammed'in yanına sokuluyor, sonra onun elbisesi içinde kaybolup görünmez oluyorlardı. insanlar: "Ey Halime! Onu götürüp dedesi Abdulmuttalib'e teslim ederek üzerindeki emanetin uhdesinden çık!" diye telkin ediyorlardı. Ben de buna karar verince bir ses:

 

"Ne mutlu sana Ey Mekke vadisi! Bugün, sana senin nurun, senin dinin, senin güzellik ve olgunluğun iade ediliyor! Sen bundan ve sana layık olan güzellikten, ebediyen emin olabilirsin! Ne mutlu sana!" dedi. Bunun üzerine ben bineğime binip Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önüme bindirerek Mekke'nin en büyük kapısına vardım. Bu sırada orada bir grup insan vardı. Bir işimi görmek için Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yere bırakınca şiddetli bir gürültü işittim ve dönüp baktığımda Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) göremedim. Bunun üzerine:

 

"Ey insanlar! Çocuk nerede?" diye sorunca: "Hangi çocuk?" karşılığını verdiler. Ben: "Yüce Allah'ın onun vesilesiyle yüzümü aydınlattığı, fakirlikten kurtardığı, açlığımı giderdiği, umduğuma erişene kadar besleyip büyüttüğüm, sonra üzerimdeki emaneti teslim etmek için getirdiğim Muhammed bin Abdillah bin Abdilmuttalib. Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki, eğer onu göremezsem kendimi şu dağdan aşağıya atar parça parça olurum" deyince halk: "Gördüğümüz kadarıyla onu yolcular arasında kaybetmişsin. Muhammed seninle beraber değildi" karşılığını verdiler. Ben: "Şimdi önünüzdeydi" deyince, onlar: "Bir şey görmedik" karşılığını verdiler. Onlardan umudumu kesince ellerimi başıma koyup: "Ah Muhammed'im! Vah evladım!" ağlamaya başladım ve benim ağlamamla etrafımdaki kadınlar ve insanlar da ağlamaya başladılar. Bu sırada bir ihtiyar asasına dayanarak geldi ve: "Ey Sa'diyye! Neden ağlayıp feryad ediyorsun?" diye sordu. Ben:

 

"Oğlum Muhammed'i kaybettim" cevabını verince: "Ağlama! Onun nerede olduğunu bilen birini sana söyleyeceğim. Eğer o isterse Muhammed'i sana geri getirebilir" dedi. Ben: "Bana onu göster" deyince, ihtiyar: "Büyük put" karşılığını verdi. Ben: "Annen seni kaybetsin. Muhammed doğduğu gece Lat ve Uzza'nın başına ne geldiğini bilmiyor gibisin" dedim. ihtiyar: "Sen onların yanına gidersen ne diyeceğini bilmezsin. Ben yanlarına girip onu sana geri vermelerini isteyeceğim" dedi. ihtiyar girip Hubel'i yedi defa tavaf edip başını öptü ve: "Efendim! Sen Kureyş'e nimetler verip duransın. Sa'd kabilesinden olan bu kadın Muhammed'in kaybolduğunu söylüyor" dedi. Hubel yüzüstü yere yığıldı ve diğer putlar da birbirlerinin üzerine düştüler ve: "Yanımızdan git ey ihtiyar! Bizim helakımız Muhammed'in eliyle olacaktır" dediler. ihtiyar korkudan titreyerek, asasını elinden atıp ağlayarak geldi ve: "Ey Halime! Ağlama! Oğlunun, onu bırakmayacak bir Rabbi var" dedi. Abdulmuttalib'in ben söylemeden önce bundan haberdar olmasından korktum ve yanına gittim. Abdulmuttalib bana bakıp: "Başına gelen şey hayır mı yoksa uğursuzluk mu?" diye sordu. Ben: "Büyük bir uğursuzluk" cevabını verince, ne demek istediğimi anladı ve: "Oğlunu kaybetmiş olmayasın" dedi. Ben:

 

"Evet. Kureyş'ten biri ona düşmanlık edip öldürmüş olabilir" deyince Abdulmuttalib kızarak kılıcını çekip -ki Abdulmuttalib kızınca önünde kimse duramazdı- avazı çıktığı kadar: "Ey Yuseyl!" diye seslendi. Cahiliye döneminde halk böyle çağrılırdı. Bütün Kureyş etrafında toplanıp: "Ey Ebu'l-Haris! Neyin var?" dediler. Abdulmuttalib: "Oğlum Muhammed kayboldu" cevabını verince: "Atına bin, biz de seninle birlikte atlarımıza binelim ve onu arayalım. Atını denize sürsen bile biz de seninle geliriz" dediler. Abdulmuttalib ve Kureyşliler atlarına bindiler ve Mekke'nin üst tarafına çıkıp aradılar, alt taraflarına baktılar ve kimseyi bulamadılar. Bunun üzerine Abdulmuttalib, Kureyşlilerden ayrılıp ihram giyerek Kabe'ye geldi. Yedi şavt tavaf yaptıktan sonra da şu beyti söyledi:

 

Ey Rabbim! Muhammed bulunamadı Bütün kavmim aramasına rağmen bulamadı.

 

Bu sırada bir kişinin şöyle seslendiğini işittik: "Ey cemaat! Feryad etmeyiniz. Şüphesiz ki Muhammed'in Rabbi vardır ve onu yardımsız bırakmaz ve terk etmez."

 

Abdulmuttalib: "Ey seslenen kişi! Bize onun yerini kim söyler?" deyince ona: "Tihame vadisinde sağdaki ağacın yanındadır" karşılığını verdi. Abdulmuttalib yola çıkınca, yolun bir yerinde karşısına Varaka bin Nevfel çıktı ve beraberce yola devam ettiler; tarif edilen yere vardıklarında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağacın altında durmuş dallarını çekip yapraklarıyla oynuyordu. Abdulmuttalib: "Sen kimsin ey çocuk?" diye sorunca: "Ben, Muhammed bin Abdillah bin Abdilmuttalib'im" cevabını verdi. Abdulmuttalib: "Canım sana feda olsun. Ben deden Abdulmuttalib'im" deyip onu kucağına alıp bağrına bastı ve ağlamaya başladı. Sonra onu hayvanının önüne bindirip Mekke'ye götürdü. Sonra Abdulmuttalib yirmi deve, davar ve sığırlar kesip yemek yaparak Mekke halkına yedirdi.

 

Halime şöyle dedi: Sonra Abdulmuttalib benim için hazırlanacak herşeyi en güzel şekilde hazırlatıp yurduma gönderdi. Ben yurduma tarif edemeyeceğim her dünyalık ve hayırla döndüm. Muhammed de dedesinin yanında kaldı. Abdulmuttalib'e Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile ilgili herşeyi anlattığımda onu bağrına basarak ağlamış ve: "Ey Halime! Bu oğlumun büyük bir şanı olacaktır. Ben de o zamana yetişmeyi çok isterdim" demişti.

 

 

 

Halid bin Ma'dan'ın sahabeden bildirdiğine göre sahabe Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bize kendinden bahset" dediler ... -Ravi hadisi zikretti-Şöyle buyurdu: "Sa'd bin Bekr oğulları arasında süt annemin yanında, sütkardeşlerimden biriyle hayvanlarımızı otlatırken beyaz giysili iki adam geldi. Yanlarında karla dolu bir leğen vardı. Beni yatırıp karnımı yardılar ve kalbimi çıkarıp yararak içinden siyah bir parça çıkarıp attılar. Sonra kalbimi ve karnımı o karla yıkayıp temizleyerek eski haline döndürdüler. Sonra biri diğerine: ‘‘Bunu ümmetinden on kişi ile tart’‘ dedi. Tarttılar ve ben, ümmetimden on kişiden daha ağır geldim. Sonra: ‘‘Onu yüz kişiyle tart’‘ dedi. Tarttılar ve ben, ümmetimden yüz kişiden daha ağır geldim. Sonra: ‘‘Onu bin kişiyle tart’‘ dedi. Tarttılar ve ben yine daha ağır geldim. ‘‘Onu bırak. Eğer onu, bütün ümmeti ile tartsan, o yine bütün ümmetinden daha ağır gelir’‘ dedi. ''

 

--- Hakim, Müstedrek (2/600) ve İbn Hişam, Siyer (1/177).

 

 

 

Yahya bin Ca'de'nin bildirdiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "İki melek turna kuşu suretinde, yanlarında kar ve soğuk suyla gelerek biri göğsümü açtı, diğeri de gagasıyla yıkadı.'1

 

Bu hadis mürseldir. Göğsün yarılması hadisi sahih bir isnadla mevsul olarak nakledilmiştir.

 

 

 

Enes bin Malik'in bildirdiğine göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çocuklarla oynarken Cibril gelip onu alarak yere yatırıp göğsünü yararak kalbini çıkardı. Ondan bir parça çıkarıp: "Bu, şeytanın sendeki payıdır" diyerek kalbini altın bir leğende zemzem suyuyla yıkadı. Sonra onu tekrar yerine koydu. Çocuklar koşarak Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt annesine gelip: "Muhammed öldürüldü" dediler. Nebi'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gördüklerinde onun rengi atmıştı.

Enes der ki: "O dikiş izlerini Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) göğsünde görürdüm."

 

--- Müslim, iman (1/74) ve Ahmed (3/121, 149(288).

 

 

 

Enes'in bildirdiğine göre Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Ailemin yanındayken zemzeme götürülüp göğsüm açıldı, sonra zemzem suyuyla yıkandı. Sonra iman ve hikmetle dolu altın bir leğen getirilip göğsüm onunla dolduruldu." -Enes der ki: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu yarılma izlerini bize gösterirdi- "Sonra melek beni dünya semasına çıkardı ve kapının açılmasını istedi ...'' Ravi daha sonra Mirac hadisini zikretti.

 

Müslim bu hadisi Sahih'te Behz bin Esed kanalıyla Süleyman bin el-Muğire'den nakletmiştir. Şerik bin Abdillah bin Ebi Numeyr de Enes bin Malik'ten, Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aynı manada bir rivayette bulunmuştur.

 

Zühri de Enes bin Malik'ten, Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aktarmıştır.

Katade de Enes bin Malik kanalıyla Malik bin Sa'sa'a'dan, o da Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakletmiştir.

 

Göğsün yarılması olayının iki defa gerçekleşmiş olması muhtemeldir. Bir defası süt annesi Halime'nin yanındayken, diğeri de Mekke'deyken Mirac gecesi.

 

Ebu Leheb bin Abdilmuttalib'in azatlısı Süveybe de, Ebu Seleme bin

Abdilesed el-Mahzumi ile beraber Resulullah'a da (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süt vermişti.

 

 

 

Ümmü Habibe binti Ebi Süfyan der ki: Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Allah'ın Resulü! Ebu Süfyan'ın kızı olan kız kardeşimi nikahla" dediğimde:

"Bunu mu istiyorsun?" diye sordu. Ben: "Evet ey Allah'ın Resulü! Ben senin bir tanen değilim. O halde bana hayırda kız kardeşimin ortak olmasını dilerim" cevabını verince Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O bana helal olmaz'' buyurdu. Ben: "Ama senin Durre binti Ebi Seleme'yi istemekte olduğunu konuşuyoruz" deyince: "Ümmü Seleme'nin kızını mı?" diye sordu. Ben: "Evet" cevabını verince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "O benim himayem altında bulunan üvey kızım bile olmasa bana yine helal değildir; çünkü o benim süt kardeşimin kızıdır. Beni ve (onun babası) Ebu Seleme'yi Süveybe kadın emzirmiştir. Artık bana ne kızlarınızı ve de kardeşlerinizi arz etmeyiniz.''

 

Urve der ki: Ebu Leheb'in azatlısı Süveybe'yi Ebu Leheb azad etmişti.

 

Süveybe Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emzirmişti. Ebu Leheb öldükten sonra ailesinden biri rüyasında onu çok kötü bir durumda gördü ve: "Neyle karşılaştın?" diye sordu. Ebu Leheb: "Sizden sonra rahatlık görmedim. Sadece Süveybe'yi azad etmem sebebiyle başparmağımla işaret parmağım arasındaki küçük bir delikten bana su verildi" cevabını verdi.

 

Buhari bu hadisi Sahih'te rivayet etmiştir.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) büyüyene kadar Ümmü Eymen ona dadılık yapmıştır.

 

 

 

Enes bin Malik: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'den Medine'ye gelince ... " deyip bir hadis zikretti ve hadiste şöyle dedi: Ümmü Süleym, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine ait hurma ağaçları vermişti. Hz. Peygam ber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunları Ümmü Eymen'e verdi.

 

ibn Şihab der ki: Üsame bin Zeyd'in annesi Ümmü Eymen, Abdullah bin

Abdilmuttalib'in hizmetçisiydi ve Habeşistanlıydı. Amine, babası vefat ettikten sonra Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dünyaya getirince, büyüyene kadar Ümmü Eymen ona dadılık yaptı. Daha sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu azad edip Zeyd bin Harise ile evlendirdi. Ümmü Eymen, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefatından beş ay sonra vefat etti. Müslim bu hadisi Sahih'te Ebu't-Tahir'den rivayet etmiştir. 

 

--- Müslim, cihad (22/24)

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Resulullah'ın (s.a.v.) İsimleri