MÜSNED-İ HANBEL

AYET VE SURE TEFSİRİ

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

146- "Andolsun Allah; Nebi ile içlerinden Bir Kısmının Kalpleri Eğrilmeğe Yüz Tuttuktan Sonra, Sıkıntılı Bir Zamanda Ona Uyan Muhacirlerle Ensarın Tövbelerini Kabul Etmiştir"[Tevbe 117] Ayeti

 

1. Ka'b b. Malik

 

21555 (1) Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, Ka'b kör olduğunda oğulları arasında onun rehberliğini yapan Abdullah b. Ka'b b. Malik'ten bildirir: (Babam) Ka'b b. Malik'in TEbuk savaşından geri kalışını anlatırken şöyle dediğini işittim: Bedir savaşı hariç TEbuk savaşına kadar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in katıldığı hiçbir savaştan geri durmadım. Bedir savaşından geri duranlar da kınanmamıştır. Zira o zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kureyş kervanını hedefleyerek çıkmıştı, ama Allah beklenmedik bir şekilde Müslümanlarla müşrikleri (Bedir'de) karşı karşıya getirmişti. İslam dini üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesinde Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberdim. Bedir savaşı insanları Akabe biatından daha fazla etkilemiş olsa da Bedir'de bulunmayı Akabe'de bulunmaya tercih etmem. TEbuk savaşından geri durduğumda hiç olmadığım kadar güçlü ve bolluk içindeydim. Zira o savaşa kadar iki deveyi yanımda bir araya getirebilmiş değildim.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir yere savaşa çıkmak istediği zaman düşmanı şaşırtmak için mutlaka başka bir yere çıktığını gösterirdi. Ancak bu savaşa çıkarken öyle yapmadı. Şiddetli bir sıcakta uzun bir yolculuğa, çölolan bir yere ve kalabalık bir düşman üzerine yola koyuldu. Müslümanların savaş için hazırlanmaları için gideceği yönü de bildirdi. Resulullah'ın da (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında büyük bir Müslüman topluluğu toplandı. O kadar kalabalıklardı ki büyük bir kitap bile askerlerin adlarını kaydetmeye yetmezdi. Öyle ki Müslümanlardan biri savaşa katılmasa hakkında vahiy inmedikten sonra fark edilmeyeceğini düşünürdü. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) O savaşa meyvelerin olgunlaşıp çok sevdiğim gölgelerin de çoğaldığı bir zamanda çıktı. Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte Müslümanlar da savaş hazırlıklarını yaptılar. Ben de savaş hazırlığımı onlarla beraber yapmaya çalışıyordum, ama hazırlık adına hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. İçimden: "Ben istersem hazırlığımı hemen yapabilirim" diyordum.

 

Hazırlanmam bu şekilde uzayıp gitti. Sonra hazırlıklar bitip de Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlar tam olarak hazır olduklarında ben hala hazırlık adına bir şey yapmamıştım. Kendi kendime: "Resulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir veya iki gün sonra hazırlığımı bitirir ve onlara yetişirim" diyordum. Yola çıktıkları zaman ben de hazırlığımı yapıp onlarla birlikte çıkmak istedim, ama yine hiçbir şey yapamadan geri döndüm. Bir daha denedim ve bir daha boş olarak geri döndüm. Ben bu şekilde gidip gelirken Müslümanlar aceleyle yola çıktı. Onlara yetişmek için ben de yola çıkmak istedim ve keşke böyle yapsaymışım! Çıkmak bana nasip olmadı.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaşa çıktıktan sonra geride kalan insanların arasına çıkıp dolaştığımda, münafık olduğu bilinen veya Allah'ın özürlü saydığı zayıf kimseleri görüyor ve üzülüyordum. TEbuk'e ulaşana kadar da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yokluğumu fark etmemişti. TEbuk'te müslümanların arasında otururken: ''Ka'b b. Malik ne yaptı?'' diye sormuş. Seleme oğullarından bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! İki hırkası ile sevdikleri onu savaşa katılmaktan alıkoydu" deyince, Muaz b. Cebel: "Ne kötü söyledin! Vallahi ey Allah'ın Resulü! Ka'b'ı ancak hayırlı olmasıyla tanırız!" karşılığını vermiş. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) susmuş.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in (bu) savaştan döndüğü haberi ulaştığında bana sıkıntı bastı. Ona nasıl bir yalan söyleyeceğimi düşünüyor ve kendi kendime: "Yarın geldiğinde öfkesinden nasıl kurtulabilirim?" diyordum. Ailemden aklı başında olanlardan bu konuda yardım da istedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gelmek üzere olduğu söylendiğinde yalan benden uzaklaştı ve içinde yalan olan hiçbir şeyle ondan kurtulamayacağımı anladım. Onun için ona doğruyu söylemeye karar kıldım.

Sonunda "Resulullah ulaştı" dediler. Hz. Peyganıber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir yolculuktan döndüğü zaman ilk önce Mescid'e uğrar, iki rekat namaz kılar ve Müslümanlarla otururdu. Yine öyle yaptığında savaşa katılmayanlar yanına geldiler. Mazeret bildirmeye ve yeminler etmeye başladılar. Savaşa katılmayanlar seksen küsur kişiydi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların niyetlerine göre mazeretIerini kabul etti. Tekrar onlardan biat aldı, bağışlanmalarını diledi ve içindekileri Allah'a havale etti. Ben de yanına geldim. Ona selam verdiğimde öfkeyle karışık bir tebessümle beni karşıladı ve: ''Gel!'' buyurdu. Yürüyerek gelip önünde oturdum. Bana: ''Neden savaşa katılmadın? Oysa bineğini bile satın almamış mıydın?" diye sordu. Şöyle karşılık verdim: "Ey Allah'ın Resulü! Senden başka birinin önünde dünyalık bir konu için bu şekilde otursaydım mazeret sunarak onun öfkesinden kurtulacağımı düşünürdüm. Sana ne söyleyeceğim konusunda çok çabaladım. Ama bugün sana, benden razı olmanı sağlayacak şekilde yalanla konuşsam, Allah'ın seni benden yana öfkelendirmesi pek uzak olmaz. Sana doğruyu söylesem bana karşı içinde kızgınlığın olacak. Bu konuda Allah'ın bağışlamasını dilerim! Doğrusu savaşa katılmamak için herhangi bir mazeretim yoktu. Vallahi seninle savaştan geri durduğumda imkanlarım hiç olmadığı kadar iyiydi."

 

Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu adam doğruyu söyledi.

Kalk ve git. Allah senin hakkındaki hükmünü bekle bakalım!" buyurdu. Ben kalkınca Seleme oğullarından bazı adamlar yanıma geldiler ve: "Vallahi bundan önce senin bir günah işlediğini görmedik. Sen de savaşa katılmayan diğerleri gibi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e mazeret gösteremez miydin? Nebi'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara yaptığı gibi sana da bağışlanma dilemesi bu günahın için yeterdi" demeye başladılar. Böyle diyerekten benim peşimden o kadar geldiler ki geriye dönüp kendi kendimi yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara: "Benim bu durumumla karşılaşan başka birileri oldu mu?" diye sordum. "Evet! İki adam daha senin dediğin şeyleri dediler. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sana söylediği şeylerin aynısını onlara da söyledi" karşılığını verdiler. "O iki kişi kim?" diye

sorduğumda: "Murare b. er-Rabi' el-Amri ile Hilal b. Umeyye el-Vakifi"

diyerek bana Bedir savaşına katılan salih ve örnek iki adamı zikrettiler. Onların adlarını bana verdiklerinde ben de yoluma devam ettim.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisiyle beraber savaşa katılmayanlar arasından bu üç kişiyle Müslümanların konuşmasını yasakladı. Müslümanlar bizden uzak durdu ve bize karşı farklı davranmaya başladılar. Her şey bana karşı yabancılaştı. Dünya artık bildiğim dünya değildi. Bu şekilde elli gün geçirdim. Benle beraber olan o iki arkadaşım evlerine kapanmış devamlı ağlıyorlardı. Bense onlardan daha genç ve daha güçlüydüm. Dışarıya çıkıp Müslümanlarla namaz kılıyor, çarşıda dolaşıyordum. Ama hiç kimse benimle konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde oturan Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gelip selam veriyordum. İçimden de: "Acaba dudaklarını oynattı mı? Selamımı aldı mı? Yoksa almadı mı?" diyordu m. Ona yakın bir yerde namaz kılıyor ve gizlice ona bakıyordum. Namazıma durduğum zaman bana bakıyor, ona doğru baktığımda ise yüzünü çeviriyordu.

 

İnsanların bu tavrı beni daralttığı bir zamanda gidip amcam oğlu ve en sevdiğim kişilerden biri olan Ebu Katade'nin bahçe duvarına çıktım. Ona selam verdim, ama vallahi o da selamımı almadı. Kendisine: "Ey Ebu Katade! Allah için söyle! Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dediğimde, sustu. Bir daha aynı şekilde sorduğumda yine cevap vermedi. Tekrar aynı şekilde and verip sordum. Bu kez: "Allah ve Resulü bilid" dedi. Bu cevabı üzerine gözlerim doldu. Bahçe duvarını aşıp oradan ayrıldım.

 

Bir defasında çarşıda gezerken Şam ahalisinden Medine'de satmak için gıda maddesi getiren bir Nabatl'nin: "Bana Ka'b b. Malik'i kim gösterir?" diye sorduğunu duydum. İnsanlar da ona beni gösterince yanıma geldi ve Gassan kralından bana bir mektup verdi ki okuma yazması olan biriydim. Mektupta şöyle yazıyordu: "Bana ulaştığına göre dostun (Muhammed) sana katı davranmış. Allah da seni rahat bir mekanda kılmamış. Vakit kaybetmeden gel bize katıl, biz seni teselli ederiz." Mektubu okuyunca: "Bu da karşılaştığım musibetlerden biri" dedim ve mektubu tandıra atıp yaktım.

O elli günlük sürenin kırk günü geçmişti ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elçisi bana geldi ve: "Nebi, karından ayrıImanı emrediyor" dedi. Ona: "Boşayayım mı ne yapayım?" dediğimde: "Boşama, ama ondan uzak dur ve ona yaklaşma" karşılığını verdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diğer iki arkadaşıma da aynı şekilde haber göndermişti. Karıma: "Ailenin yanına git! Allah bu durumum hakkında hükmünü verinceye kadar onlarda kal" dedim. Hilal b. Umeyye'nin karısı ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına geldi ve: "Ey Allah'ın Resulü! Hilal çok yaşlı biridir ve hizmetçisi de bulunmuyor. Onun hizmetini benim görmemi hoş karşılamaz mısın?" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Kal, ama ona yanaşma'' buyurdu. Karısı da: "Zaten kımıldayacak hali yok. Vallahi bu durumla karşılaştığından beri ağlıyor" dedi. Ailemden bazıları bana: "Hilal b. Umeyye'nin karısının, kocasına hizmet konusunda Resulullah'tan izin istediği gibi sen de karın için Resulullah'tan izin istesen" dediklerinde ben: "Vallahi bu konuda Nebi'den izin isteyemem. İzin istersem onun bana ne diyeceğini bilmiyorum, üstelik genç de biriyim" karşılığını verdim.

Bir on gün daha bu şekilde geçirerek, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gün geçmiş oldu. Ellinci günden sonraki ilk sabah . namaz ını evimin damında kıldım. Allah'ın bizleri ayetlerinde andığı gibi bir halin içindeydim. İçim daralmıştı. Yeryüzü bana dar gelmişti. O esnada Sel' dağının tepesinde birinin yüksek bir sesle: "Ey Kab b. Malik! Müjde!" diye bağırdığını işittim. O an hemen secdeye kapandım. Sıkıntımızın bittiğini, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldıktan sonra, Allah'ın tövbemizi kabul ettiğinin ilan ettirdiğini anladım. Müslümanlar bizleri kutlamaya koşuştular. O iki arkadaşıma da müjdeciler gitti. Müjdesini almak için biri atına binip yola koyulmuştu. Eslemli biri de dağın tepesine çıkıp o şekilde bağırmıştı. Tabi ki adamın sesi attan daha hızlı gelmişti. Sesini duyduğum adam yanıma müjde vermek için varınca üzerimdeki giysimi çıkarıp ona verdim. Vallahi o günü başka giysim de yoktu. Daha sonra iki parçalı bir elbise ödünç aldım Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru gittim.

Müslümanlar beni akın akın karşılıyorlar ve tövbemin kabulünden dolayı beni: "Allah'ın, tövbeni kabul etmesi sana hayırlı olsun!" diyerek kutluyorlardı. Mescid'e girdiğimde Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturuyordu ve çevresinde de insanlar vardı. Talha b. Ubeydillah koşarak bana sarıldı ve beni kutladı. Vallahi Muhacirler içinde ondan başka beni kutlamak için kalkan olmadı. -Ravi der ki: Ka'b, Talha'nın bu davranışını hiç unutmadı. - Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e selam verdiğimde, sevinçten parlayan bir yüzle: ''Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı haber sana kutlu olsun'' buyurdu. "Ey Allah'ın Resulü! Bu haber senden mi, yoksa Allah'tan mı?" diye sorduğumda: ''Bilakis, Allah'ın katından!'' buyurdu.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir şeye sevindiği zaman yüzü bir ay parçası gibi parlardı. Bu halini biz de biliyorduk. Önünde oturduğum zaman: "Ey Allah'ın Resulü! Tövbem kabul edildiği için tüm malımı sadaka olarak vermek istiyorum" dedim. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Malının bir kısmını sende bırakırsan daha hayırlı olur'' buyurdu. "O zaman Hayber'deki hissemi elimde tutayım" dedim. Sonra: "Ey Allah'ın Resulü! Allah doğru söylediğim için tövbemi kabul etti. Bunun için yaşadığım sürece doğruluktan ayrılmayacağım! Zira doğru söylediği için Allah'ın kendisini ,benim kadar sınadığı başka bir Müslüman tanımıyorum" dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e, "En güzel denenmem buydu" dediğim günden bu yana asla yalana başvurmadım. Bu günden sonra da Allah'ın beni yalandan korumasını dilerim.

Sonra Allah, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e şu ayetleri indirdi: "And olsun ki, Allah, sıkıntılı bir zamanda bir kısmının kalbIeri kaymak üzere iken Nebi'e uyan Muhacirlerle Ensar'ın ve Nebi'in tövbelerini kabul etti. Tövbelerini, onlara karşı şefkatli ve merhametli olduğu için kabul etmiştir. Ve geri kalmış üç kişinin de tövbelerini kabul etti. Yeryüzü, genişliğine rağmen onlara dar gelmiş, vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştı. Nihayet Allah'tan yine Allah'a sığınmaktan başka çare olmadığını anlamışlardı. Sonra eski hallerine dönmeleri için Allah onların tövbesini kabul etti. Çünkü Allah tövbeyi çok kabul eden, pek esirgeyendir. Ey inananlar! Allah'tan sakının ve doğrularla beraber olun."[Tevbe 117-119] Müslüman olduğumdan beri Allah bana, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru söylememden daha büyük bir nimet ihsan etmemiştir. Zira ona diğerleri gibi yalan söyleseydim ben de onlar gibi helak olacaktım. Allah vahyini indirdiği zaman yalan söyleyenlere çok ağır ifadeler kullanmış, şöyle buyurmuştur: "Döndüğünüzde kendilerine çıkışmamanız için Allah'a yemin edeceklerdir. Siz onlardan yüz çevirin; çünkü pistirler. Yaptıklarının karşılığı olarak varacakları yer cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olasınız diye, size and verirler. Siz onlardan hoşnut olsanız bile, Allah, yoldan çıkmış kimselerden razı olmaz.[Tevbe 95, 96] Biz üç kişi, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e yeminler ederek mazeretler bildiren ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in de onların biatlarını kabul ettiği, onlara bağışlanma dilediği kişilerden olmadık. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizim hakkımızdaki kararını Allah hükmünü verene dek ertelemişti. Bunun içindir ki Allah ayetinde "Geri kalan üç kişi" denilirken, savaştan geri kalanlar anlamında değil, yeminlerle mazeret beyan edenler ve bu mazeretleri kabul edilenlerden geri kalanlar kastedilmiştir.

 

[Sahih]

 

Diğer tahric: Müslim 8/342 (4677), 4/2120 (3769), Tirmizi 5/281 (3102) ve Nesai 2/53 (731) rivayet ettiler.

 

 

 

21556 (2)- Abdurralıman b. AbdilIah b. Ka'b b. Malik, Ka'b kör olduğunda oğulları arasında onun rehberliğini yapan Abdullah b. Ka'b b. Malik'ten bildirir: Ka'b b. Malik'in TEbuk savaşından geri kalışını anlatırken şöyle dediğini işittim: Bedir savaşı hariç TEbuk savaşına kadar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in katıldığı hiçbir savaştan geri durmadım. Bedir savaşından geri duranlar da kınanmamıştır. Zira o zaman Hz, Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kureyş kervanını hedefleyerek çıkmıştı. Kervanda, Ebu Süfyan b. Harb ve Kureyş'ten bir grup vardı. (TEbuk dönüşü) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni çağırınca gidip önünde oturdum. Bana: "Neden savaşa katılmadın? Oysa bineğini bile satın almamış mıydın?'' diye sordu. Şöyle karşılık verdim: "Evet ey Allah'ın Resulü! Senden başka birinin önünde dünyalık bir konu için bu şekilde otursaydım mazeret sunarak onun öfkesinden kurtulacağımı düşünürdüm. -Ka'b hadisin devamını anlatıp şöyle devam etti- Bu konuda Allah'ın bağışlamasını dilerim! Hanımıma: "Ailene git ve Allah bu konuda hüküm verinceye kadar yanlarında kal" dedim. (Elli gün sonra) Sel' dağının tepesinde birinin yüksek bir sesle: "Ey Kab b. Malik! Müjde!" diye bağırdığını işittim. O an hemen secdeye kapandım. Sıkıntımızın bittiğini, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabah namazını kıldıktan sonra, Allah'ın tövbemizi kabul ettiğinin ilan ettirdiğini anladım. Müslümanlar bizleri kutlamaya koşuştular. O iki arkadaşıma da müjdeciler gitti. Müjdesini almak için biri atına binip yola koyulmuştu. Eslemli biri de dağın tepesine çıkıp o şekilde bağırınıştı. Tabi ki adamın sesi attan daha hızlı gelmişti. Sesini duyduğum adam yanıma müjde vermek için gelince üzerimdeki gi ysimi çıkarıpona verdim. Vallahi o günü başka giysim de yoktu. Daha sonra iki parçalı bir elbise ödünç aldım Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru gittim ... Hadis devamla bir önceki rivayet gibi devam etmekte olup farklı olarak: "Kendi kendime, acaba Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı alırken dudaklarını oynattı mı" dedim" ibaresi geçmiştir.

 

[Sahih]

 

Diğer tahric: Bu kanalla Nesai (6/153; 7/23) rivayet etti.

25507 (1)'de tekrar edecektir.

 

 

 

21557 (3)- Ömer b. Kesir b. Eflah'ın bildirdiğine göre Ka'b b. Malik şöyle anlattı: TEbuk gazvesi zamanında olduğu kadar hiçbir gazvede binek hazırlayacak kadar bolluk içinde değildim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gazveye çıkınca ben: "Yarın hazırlanıp ona yetişirim" dedim ve hazırlık yapmak için çıktım, ama hazırlanamadan akşam oldu. "Yarın hazırlanırım. İnsanlar hala yakındadır. Onlara yetişirim" dedim, ama yine hazırlanamadan akşamladım. üçüncü gün hazırlanmak için çıktım, ama yine hazırlığımı tamamlamadan akşam olunca: "Heyhat! İnsanlar üç gündür gitmiş" dedim ve Medine'de kaldım. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geri dönünce (gazveye katılamayan) halk ona özür beyan etmeye başladılar. Ben de gelip önünde durdum ve: "Bu gazvede olduğu kadar hiçbir gazvede binek hazırlayacak kadar bolluk içinde değildim" dedim. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benden yüz çevirdi ve halka bizimle konuşmamalarını emretti. Hanımlarımızın da bizden uzaklaşmaları emredildi. Bir gün bir bahçenin duvarına çıktım ve Cabir b. Abdullah ile karşılaştım. Kendisine: "Ey Cabir! Allah için söyle! Allah'ı ve Resulünü hiçbir gün aldatmadım değil mi?" dedim ama cevap vermedi. Ben bu durumdayken bir gün bir adamın bir tepede: "Ey Ka'b! ey Ka'b!" dediğini duydum; adam bana yaklaşınca: "Müjde ey Ka'b!" dedi.

 

[Sahih]

 

Diğer tahric: Bu kanalla Taberi (17446) ve Taberani, el-Mu'cemu'l-kebir'de (19/202) rivayet ettiler.

 

 

 

21558 (4)- Abdurrahman b. Abdillah b. Ka'b b. Malik babasının şöyle dediğini naklader: Bedir savaşı hariç Tebuk savaşına kadar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in katıldığı hiçbir savaştan geri kalmadım. Bedir savaşından geri kalanlar da kınanmamıştır. Zira o zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kureyş kervanını hedefleyerek çıkmıştı. Kureyş kervanlarının yardımına gelince savaş için çıkmamalarına rağmen Müslümanlar onlarla karşı karşıya geldiler. Yemin ederim ki, insanlar arasında (ki kanaate göre) Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in katıldığı en şerefli vak'a Bedir'dir. Bedir savaşı insanları Akabe biatından daha fazla etkilemiş olsa da Bedir'de bulunmayı İslam dini üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesinde bulunmaya tercih etmem. Bedir gazvesinden sonra, TEbuk gazvesine kadar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in katıldığı hç bir gazveden geri kalmadım. TEbuk ise, Nebi'in yaptığı son gazveydi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise, yola koyulacağını halka ilan etti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabenin gazveye hazırlanmalarını istemişti. Bu olay, sıcakların şiddetlendiği ve meyvelerin olgunlaştığı zamana denk gelmişti.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çoğu zaman, bir yere savaşa çıkmak istediği zaman düşmanı şaşırtmak için mutlaka başka bir yere çıktığını gösterir ve: ''Savaş hiledir'' derdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) TEbuk gazvesinde halkın hazırlık yapmasını istemişti. Ben güç ve bolluk içindeydim. Yanımda iki binek vardı ve cihada hazırlanmak benim için çok kolaydı. Ben bunun yerine gölgelere ve meyvelerin güzelliğine dalmıştım. Bu durum, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gazveye çıkmasına kadar böyle devam etti. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gazveye Perşembe günü çıkmıştı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Perşembe günü çıkmayı severdi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkınca: "Yarın çarşı ya gider, lazım olan şeyleri alıp onlara yetişirim" dedim. Sabah olunca çarşıya çıktım ama hazırlanamadan geri dönüp: "İnşallah yarın çıkıp hazırlanarak onlara yetişirim" dedim. Yine çarşıya çıktığımda hazırlanamadım ve bu durum böyle devam edip gitti ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber gazveye katılamadım. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaşa çıktıktan sonra çarşılarda yürüyüp Medine'de dolaştığımda, savaşa katılmayanların sadece münafık olduğu bilinen kişilerin olduğunu görüyor ve üzülüyordum. Savaşa katılmayanların hepsi, bunun gizli kalacağını zannediyordu. çünkü savaşa katılanların listesi yapılmıyordu ve savaşa katılmayanların toplamı seksen küsur kişiydi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) TEbuk'e ulaşıncaya kadar benden bahsetmemiş. TEbuk'e varınca: ''Ka'b b. Malik ne yaptı?'' diye sorunca da, kavmimden bir adam: "Ey Allah'ın Resulü! İki hırkası ve bu elbiselerin kenarına bakması onu savaşa katılmaktan alıkoydu" deyince, Muaz b. Cebel: "Ne kötü söyledin! Vallahi ey Allah'ın Nebii! Ka'b'ı ancak hayırlı olmasıyla tanırız!" karşılığını vermiş. Bu sırada serapta hareket eden bir adam görmüşler ve Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ebu Hayseme olasın" buyurmuş. Gerçekten de onun Ebu Hayseme olduğunu görmüşler.

Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) TEbuk gazvesinden dönüp Medine'ye yaklaşınca, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gazabından nasıl kurtulabileceğimi düşünmeye başladım ve bu konuda ailemden aklı başında olan herkesten yardım istedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in gelmek üzere olduğu söylendiğinde yalan benden uzaklaştı ve ancak doğruyu söyleyerek kurtulabileceğimi anladım. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kuşluk vakti, Medine'ye gelince Mescid'e girerek iki rekat namaz kıldı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir seferden döndüğü zaman ilk önce Mescid'e uğrar, iki rekat namaz kılar ve Müslümanlarla otururdu. Yine öyle yaptığında savaşa katılmayanlar yanına geldiler. Mazeret bildirmeye ve yeminler etmeye başladılar. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bağışlanmalarını diledi ve içindekileri (gerçek niyetlerini) Allah'a havale etti. Ben de Mescid'e girdim ve onun oturduğunu gördüm. Beni görünce öfkeyle karışık bir tebessümle beni karşıladı. Gelip önünde oturduğumda: ''(Gazveye katılmak için) binek satın almamış mıydın?'' diye sordu. Ben: "Evet ey Allah'ın Resulü!" karşılığını verince: ''Neden savaşa katılmadın?'' diye sordu. Ben: "VAllahi, senden başkasının önünde otursaydım, bir özür beyan ederek gazabından kurtulurdum. çünkü bana tartışabilme gücü verilmiştir" dedim. Ama bugün sana, benden razı olmanı sağlayacak şekilde yalanla konuşsam, Allah'ın seni benden yana öfkelendirmesi pek uzak olmaz. Sana doğruyu söylesem bana karşı içinde kızgınlığın olacak. Bu konuda Allah'ın bağışlamasını dilerim! Vallahi ey Allah'ın Nebii! Seninle gazveye katılmaktan geri durduğum zaman, imkanlarım hiç olmadığı kadar iyiydi." Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Bu adam doğruyu söyledi. Kalk ve git. Allah senin hakkındaki hükmünü bekle bakalım!'' buyurdu. Ben kalkınca Seleme oğullarından bazı adamlar yanıma geldiler ve: "VAllahi bundan önce senin bir günah işlediğini görmedik. Sen de savaşa katılmayan diğerleri gibi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e mazeret beyan edemez miydin? Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in onlara yaptığı gibi sana da bağışlanma dilemesi bu günahın için yeterdi ve hakında ne hüküm verileceğini bilmez bir duruma düşmezdin" demeye başladılar. Böyle diyerek benim peşimden o kadar geldiler ki geriye dönüp kendi kendimi yalanlamayı düşündüm. Sonra onlara: "Benim bu durumumla karşılaşan başka birileri oldu mu?" diye sordum. "Evet! İki adam daha senin dediğin şeyleri dediler. Allah Resulü sana söylediği şeylerin aynısını onlara da söyledi" karşılığını verdiler. "O iki kişi kim?" diye sorduğumda: "Hilal b. Umeyye ile Murare b. er-Rabi' el-Amri" diyerek bana Bedir savaşına katılan salih ve örnek iki adamı zikrettiler. Onların adlarını bana verdiklerinde ben de: "Vallahi, geri dönüp kendimi yalanlamam" dedim.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisiyle beraber savaşa katılmayanlar arasından bu üç kişiyle Müslümanların konuşmasını yasakladı. Ben çarşıya çıkınca kimse benimle konuşmuyor ve sanki tanımıyorlarınış gibi bize farklı davranıyorlardı. Her şey bize karşı yabancılaştı. Artık duvarlar bile bildiğimiz duvarlar, dünya bile bildiğimiz dünya değildi. Ben diğer iki arkadaşımdan daha güçlüydüm. Dışarıya çıkıp çarşıları dolaşıyor, Mescid'e gidip Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Müslümanlarla namaz kılıyor, çarşıda dolaşıyordum. Ama hiç kimse benimle konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde oturan Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gelip selam veriyordum. İçimden de: "Acaba dudaklarını oynattı mı? Selamımı aldı mı? Yoksa almadı mı?" diyordum. Ona yakın bir yerde namaz kılıyor ve gizlice ona bakıyordum. Bir direğin dibinde namazıma durduğum zaman bana bakıyor, ona doğru baktığımda ise yüzünü çeviriyordu. İki arkadaşım gece gündüz ağlıyor, dışarıya çıkmıyorlardı. Ben çarşıda dolaşırken, gıda maddesi satmaya gelen Hıristiyan bir adam: "Kim bana Ka'b b. Malik'i gösterir?" deyince, halk beni işaret etmeye başladılar. Adam gelip bana Gassan kralından bir mektup verdi. Mektupta şöyle yazıyordu: "Bana ulaşana göre dostun (Muhammed) sana katı davranmış. Allah da seni rahat bir mekanda kılmamış. Vakit kaybetmeden gel bize katıl, biz seni teselli ederiz." Mektubu okuyunca: "Bu da karşılaştığım musibetlerden biri" dedim ve mektubu tandıra atıp yaktım. o elli günlük sürenin kırk günü geçmişti ki Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in elçisi bana geldi ve: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), karından ayrılmanı emrediyor" dedi. Ona: "Boşayayım mı ne yapayım?" dediğimde: "Boşama, ama ondan uzak dur ve ona yaklaşma" karşılığını verdi. Hilal b. Umeyye'nin karısı ise Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Hilal çok yaşlı biridir. Onun hizmetini benim görmemi hoş karşılamaz mısın?" dedi. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Kal, ama ona yanaşma'' buyurdu. Karısı da: "Zaten kımıldayacak hali yok. Vallahi bu durumla karşılaştığından beri ağlıyor" dedi. Bu durum uzayınca, amcam oğlu olan Ebu Katade'nin bahçesinin duvarından aşıp kendisine selam verdim, ama selamımı almadı. Kendisine: "Ey Ebu Katade! Allah için söyle! Allah'ı ve Resulünü sevdiğimi biliyorsun değil mi?" dediğimde, sustu. Bir daha aynı şekilde sorduğumda yine cevap vermedi. Tekrar aynı şekilde and verip sordum. Bu kez: "Allah ve Resulü bilir!" dedi. Bu cevabı üzerine gözlerim doldu. Bahçe duvarını aşıp oradan ayrıldım.

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in, bizimle konuşulmasını yasaklamasının üzerinden elli gün geçince, evimizin damında sabah namazını kıldım. Allah'ın bizleri ayetlerinde andığı gibi bir halin içindeydim. İçim daralmıştı. Yeryüzü bana dar gelmişti. O esnada Sel' dağının tepesinde birinin yüksek bir sesle: "Ey Ka'b b. Malik! Müjde!" diye bağırdığını işittim. O an hemen secdeye kapandım ve Allah'ın tövbemizi kabul ettiğini anladım. Bir adam da at üstünde koşturarak müjdelemek için bana doğru geldi. Adamın sesi atı yetişmeden önce bana ulaştı. Sesini duyduğum adam yanıma müjde vermek için gelince üzerimdeki giysimi çıkarıp ona verdim ve ben iki parçalı (ödünç) bir elbise giydim. Tövbemizin kabul edildiğini bildiren ayet Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e gecenin üçte biri geçtikten sonra inmişti. Ümmü Seleme o gece: "Ey Allah'ın Resulü! Ka'b b. Malik'i müjdeleyelim mi?" diye sorunca, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''O zaman insanlar etrafınızda toplanır ve geceyi uykusuz geçirmek zorunda bırakır'' buyurdu. Ümmü Seleme, hakkımda hüsnü zam besleyen ve durumuma üzülen biriydi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'in yanına gittiğimde, Mescid'de oturduğunu ve Müslümanların etrafında toplandığını ve yüzünün ay gibi parladığını gördüm. Nebi (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir şeye sevindiği zaman yüzü bir ay parçası gibi parlardı. Önünde oturduğum zaman: "Ey Ka'b b. Malik! Annenin seni doğurduğu günden beri senin için en hayırlı olan günle müjdelen" buyurdu. Ben: "Ey Allah'ın Nebii! Senden mi, yoksa Allah katından mı?" diye sorunca Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah katından buyurup: "Andolsun Allah; Nebi ile içlerinden bir kısmının kalpleri eğrilmeğe yüz tuttuktan sonra, sıkıntılı bir zamanda ona uyan muhacirlerle Ensarın tövbelerini kabul etmiştir ... Allah, tövbeyi çok kabul eden ve çok merhamet edendir"[Tevbe 117-118] ayetini okudu.

"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve doğrularla beraber olun"[Tevbe 119] ayeti de bizim hakkımızda nazil oldu. Ben: "Ey Allah'ın Nebii! Tövbemim kabulünün nişanesi olarak bir daha doğrudan başka şey söylemeyeceğim ve bütün malımı Allah ve Resulü için sadaka olarak vereceğim" dedim. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): ''Nalının bir kısmını sende bırakırsan daha hayırlı olur'' buyurdu. Ben: "O zaman Hayber'deki hissemi elimde tutayım" dedim.

Müslüman olduğumdan beri Allah bana ve iki arkadaşıma, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)'e doğru söylemekten daha büyük bir nimet ınsan etmemiştir. Zira ona diğerleri gibi yalan söyleseydik onlar gibi helak olacaktık. Dilerim ki, Allah hiç kimseyi beni doğrulukla sınadığı gibi sınamasın. Bundan sonra hiç yalan söylemeye kalkışmadım. Dilerim ki, bundan sonra da Allah beni yalan söylemekten korur.

 

[Sahih]

 

Diğer tahric: Buhari: (2950), Ebu Davud (2637), Tirmizi (3102), İbn Mace (1393) ve Nesai, esSünenu'l-kübra'da (5619) rivayet ettiler.

 

 

SONRAKİ