musannef

Abdurrezzak

Meğazi

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

Hudeybiye Savaşı

 

9720- Misver b. Mahmere ile Mervan b. el-Hakem (her biri diğerinin rivayetini doğrulayarak) şöyle anlatırlar: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hudeybiye anlaşmasının yapıldığı yıl ashabından bin küsür kişilik bir toplulukla yola çıktı. Zu'I-Huleyfe'ye vardıklarında kurbanlıklara gerdanlıklar takıldı ve çizilerek işaretlendi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umre için de ihrama girdi. Önden Huza'a kabilesinden birisini Kureyşlilerden haber getirmek üzere gözcü olarak gönderdi ve kendi de yola çıktı. Usfan yakınlarında Gadiru'I-Eştat denilen yere vardığında gözcü geldi ve: "Ka'b b. Luey ile Amir b. Luey sana karşı kuvvet hazırlamışlar. Savaşçı olan Habeşlileri sana karşı savaşmak ve Kabe'den menedip uzaklaştırmak için toplamışlar" dedi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey insanlar! Bana ne yapmamız gerektiği hususunda görüşlerinizi bildirin. Bizi Kabe'den alıkoymak isteyenlere yardım edenlerin aileleri ve çocukları üzerine mi yürüyelim? Bu şekilde onları kurtarmak için geri döner biz de Kureyşle baş başa kalır, Yüce Allah'm inayetiyle onları bertaraf ederiz. Yoksa Kabe'ye doğru yolumuza devam edip, karşımıza çıkanlarla savaşalım mı?" buyurdu. Ashab: "Ya Resulallah! Bilmelisin ki biz birileriyle savaşmak için değil, umre için geldik. Ancak Kabe'yle aramızda girecek olanlarla da savaşırız" karşılığını verdiklerinde, Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O zaman yola koyulun!" buyurdu.

 

Ma'mer'in Zühri' den bildirdiğine göre Eba Hureyre: "Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadar ashabıyla iştişarede bulunan başka birini daha görmüş değilim" derdi.

Zühri, Misver ile Mervan'dan naklen şöyle devam etti: Yolun bir yerine ulaştıklarında Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Halid b. el-Velid, Kureyşli bir grup atlıyla gözcü olarak Gamim mevkiinde bulunuyor. Yolun sağ tarafını tutun!" buyurdu. Halid, ancak Müslüman ordusunun kaldırdığı tozu görünce bunun farkına varabildi ve hemen Kureyş'i uyarmak için atını sürdü. Resulullah da (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yoluna devam etti. Kendisinden Kureyş'in üzerine inilen tepeye vardığında devesi çöktü. insanlar deveye: "Yürü! Yürü!" diye çıkıştılar, ama deve çökmekte ısrar etti. Bunun üzerine: "Kasva çöküp kaldı!" demeye başladılar. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kasva çöküp kalmadı! Öylesine çöküp kalamaz! Huyu da değil, ancak (zamanında) fili durduran onu da böyle durdurmuştur" buyurdu. Sonra da: "Canım elinde olana yemin olsun ki Kureyş, Yüce Allah'ın kutsal saydığı şeyleri yüceltmek amacıyla benden ne isterse onlara vereceğim!" buyurdu. Ardından Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devesine bağırınca deve harekete geçti. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem),

 

Hudeybiye'nin bir ucundaki Semed'e gidip orada konakladı. Semed kuyusunun suyu azdı. insanlar kuyunun suyunu azar azar çekince kuyuda hiç su kalmadı. susuzluktan dolayı Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şikayette bulunduklarında, Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ok torbasından bir tane ok çekti ve ashabına onu kuyuya atmalarını emretti. Vallahi kuyunun yanından ayrılana kadar içinden susuzluklarını fazlasıyla giderecek bir şekilde su fışkırmaya başladı.

 

Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı bu durumdayken Budeyl b. Verka el-Huzai, kabilesi Huza'a'dan bir grup insanla yanlarına geldi. Bunlar, Tihame kabileleri arasında öteden beri Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sırdaşıydılar. Budeyl: "Ka'b b. Luey ile Amir b. Luey'yi, Hudeybiye'nin en bol sulu yerlerinde, sütlü ve yavrulu develeriyle birlikte konaklamış bir şekilde bıraktım. Seninle savaşıp, Kabe'den alıkoymak istiyorlar" deyince, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Biz kimseyle savaşmaya gelmedik. Yalnızca umre yapma niyetiyle geldik. Savaş Kureyşi zayıflatlp zarara uğratmıştır. Yine de isterlerse aramızda (barış için) belli bir zaman tayin eder, onlar da insanlarla aramdan çekilirler. Eğer insanlara karşı galip gelirsem, Kureyşliler de diğerleri gibi bu yola girebilirler. Yok. eğer galip gelemezsem Kureyşliler de bu şekilde rahat ederler. Ancak buna karşı gelirlerse canım elinde olana yemin olsun ki başım bedenimden ayrılana veya Yüce Allah (fetih) vaadini yerini getirinceye kadar onlarla savaşırım. "

 

Bunun üzerine Budeyl: "Bu dediklerini Kureyşlilere iletirim" dedi ve Kureyşlilerin yanına geldi. Onlara: "O adamın yanından geliyoruz. Bir teklif getirdi eğer isterseniz size bu teklifi sunabiliriz" deyince içlerinden düşüncesiz olanlar: "Onun hakkında bir şey söylemene ihtiyacımız yok" dediler. içlerinden akıllı olanlar ise: "Ondan işittiğini bize anlat" karşılığını verdiler. Budeyl: "Şöyle şöyle dediğini işittim" dedi ve Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurduğunu onlara aktardı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ud essekafı kalkıp: "Ey kavim! Sizler benim çocuklarım gibi değil misiniz?" diye sordu. "Evet!" dediler. "Ben sizin babanız gibi değil miyim?" diye sorunca da yine: "Evet!" karşılığını verdiler. "Beni herhangi bir şeyle itham edebilir misiniz?" diye sorunca: "Hayır!" karşılığını verdiler. Sonra: "ukaz halkını yardıma çağırdığımı ancak bu çağrıma icabet etmediklerinde çoluk çocuğumla ve bana tabi olanlarla birlikte sizin yardımınıza geldiğimi de biliyorsunuz değil mi?" diye sorduğunda: "Evet! Biliyoruz" karşılığını verdiler. Bunun üzerine: "Bu adam size doğru olan bir teklif sundu. Bu teklifi kabul edin ve konuşmak için yanına gitmeme izin verin" dedi. Onlar da: "Tamam! Yanına git!" karşılığını verdiler.

 

Urve, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gitti ve onunla konuşmaya başladı. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona da Budeyl'e söylediklerine benzer şeyler söyledi. O zaman Urve: "Ey Muhammed! Şayet kavminin kökünü kazıyacak olsan, bu güne kadar senden önce Araplardan kavminin kökünü kazıyan kimseyi duydun mu? Şayet bunun tersi olursa Vallahi seni yalnız bırakıp yanından kaçmaya hazır karakterde insanlar ve kalabalıklar görüyorum!" dedi. Bunu duyan Ebu Bekr ona: "Sen git de Lat'ın bızırını em! Biz mi onu yalnız bırakıp kaçacağız!" diye çıkıştı. Urve: "Bu kim?" diye sorunca: "Ebu Bekr" dediler. Bunun üzerine Urve: "Canım elinde olana yemin olsun ki bizde henüz karşılığını veremediğimiz bir iyiliğin olmasaydı bil ki ben de aynı tarzda sana bir cevap verirdim!" karşılığını verdi.

Urve tekrar Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile konuşmaya başladı ve konuşurken ikide bir (Arapların adeti üzere) Allah Resulü' nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sakalını tutuyordu. Muğire b. Şu'be, Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başının ucunda duruyordu. Elinde kılıcı, başında da miğferi vardı. Urve elini Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sakalına her uzatışında Muğire kılıcının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve: "Elini Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sakalından çek!'" diyordu. Urve başını kaldırıp: "Kim bu?" diye sordu. "Muğire b. Şu'be" dediler. Urve ona: "Ey hain! Ben hala senin ihanetinin bedelini ödemiyor muyum!?" diye çıkıştı. Muğire, Cahiliye'de bir grupla yoldaşlık etmiş, sonra da onları öldürüp mallarını almıştı. Sonra gelip Müslüman olduğunda Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Müslümanlığını kabul ediyorum, ama aldığın maldan bir şeyi kabul edemem!" buyurmuştu. Urve bir yandan da Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını gözüyle süzüyordu. Urve (daha sonra arkadaşlarına) şöyle demişti: "Vallahi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tükürecek olsa bu tükürüğü mutlaka bir sahabisinin avucuna düşüyordu. O da bunu yüzüne ve bedenine sürüyordu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir şeyemrettiği zaman herkes bunu yerine getirmek için hemen harekete geçiyordu. Abdest almak istediğinde suyunu dökmek için aralarında mücadele ediyorlardı. Kendisi konuştuğunda susuyorlar ve saygıdan dolayı ona keskin bakışlarla bakmıyorlardı."

 

Sonra Urve arkadaşlarının yanına geldi ve onlara şöyle dedi: "Ey kavim! Vallahi ben krallara, Kayser'e, Kisra'ya ve Necaş,'ye elçi olarak gittim, ama Muhammed'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının gösterdiği saygıyı bunların arkadaşları tarafından gösterildiğini görmedim! Vallahi tükürecek olsa bu tükürüğü mutlaka bir sahabisinin avucuna düşüyordu. O da bunu yüzüne ve bedenine sürüyordu. Onlara bir şeyemrettiği zaman herkes bunu yerine getirmek için hemen harekete geçiyordu. Abdest almak istediğinde suyunu dökmek için aralarında mücadele ediyorlardı. Kendisi konuştuğunda susuyorlar ve saygıdan dolayı ona keskin bakışlarla bakmıyorlardı. O size doğru bir teklif sundu, bunu kabul edin!" Bunun üzerine Kinane'den bir adam: "Bana izin verin, bir de ben gideyim" diye teklif edince, ona: "Git!" dediler.

 

Bu kişi Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile ashabına gidip de onu gördüklerinde Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu, kurbanlara saygı duyan bir kabileden filan kişidir. Siz de kurbanlıklarınızı ona doğru salın" buyurdu. Kurbanlıklar ona doğru salındı ve insanlar telbiye getirerek onu karşıladılar. Adam bunu görünce: "Sübhanallah! Bunların Kabe'den menedilmeleri doğru değildir" demeye başladı. Arkadaşlarının yanına dönünce de: "Onların kurbanlıklarına gerdanlıklar takıldığını ve işaretlendiğini gördüm. Bunun için Kabe'den menedilmelerini uygun görmüyorum" dedi. içlerinden Mikraz b. Hafs denilen biri kalktı ve: "izin verin, bir de ben onun yanına gideyim" dedi. Ona da: "Git!" karşılığını verdiler. Bu da Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile ashabına

doğru gidip göründüğünde Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu kişi Mikraz'dır ve günahkar biridir!" buyurdu. Mikraz, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile konuşmaya başladı. Onunla konuştuğu sırada da Suheyl b. Amr geldi.

Ma'mer der ki: Eyyub'un ikrime'den bildirdiğine göre Suheyl b. Amr geldiği zaman Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "işiniz biraz daha kolaylaştı" buyurmuştur.

Zühri, Misver ile Mervan'dan naklen şöyle devam etti: Suheyl b. Amr gelip: "Hadi aramızda bir anlaşma metni yazalım" dedi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katibini çağırdı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katibine:

"Bismillahirrahmanirrahim, yaz!" buyurarak anlaşma metnine başlamak istedi, ama Suheyl: "Rahman'ın ne olduğunu bilmiyorum. Onun için daha önceleri yazdığın gibi ''Allahım! Senin adınla (Bismikellahumme)'' diye yaz" dedi. Müslümanlar: "Bismillahirrahmanirrahim'den başkasını yazmayız!" diye itiraz ettiler, ama Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) katibe: "Allahım! Senin adınla, diye yaz" buyurdu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonra: "işte bu metin Resulullah olan Muhammed'in hükümlerini içerir" diye yazmasını buyurdu. Ancak Suheyl: "Vallahi senin Allah'ın Resulü olduğunu bilseydik seni Kabe'den menetmez ve seninle savaşmazdık. Onun için bunun yerine ''Muhammed b. Abdillah'' yaz" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Beni yalanlasanız da ben Allah'ın Resulüyüm! Peki, ''Muhammed b. Abdillah'' yaz" buyurdu.

 

Zühri der ki: Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu şekilde davranması, daha önce "Canım elinde olana yemin olsun ki Kureyş. Yüce Allah'ın kutsal saydığı şeyleri yüceltmek amacıyla benden ne isterse onlara vereceğim!" buyurduğu içindir.

 

Zühri, Misver ile Mervan'dan naklen şöyle devam etti: Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devamla: "Bizi Kabe'den menetmeyecek ve onu tava! etmemize izin vereceksiniz!" buyurunca, Suheyl: "Vallahi Arapların, bizim zorla bunu kabul ettiğimizi konuşmalarını istemeyiz. Onun için gelecek sene bunu yapın" dedi ve: "Bizden birisi sana gelirse, senin dinine geçmiş olsa onu bize iade edeceksin" diye ekledi. Müslümanlar ise buna: "Sübhanallah! Sana Müslüman olarak gelirse nasıl müşriklere geri iade edilebilir!" diye çıkıştılar.

 

Onlar bunu konuşurlarken (Müslüman olduğu için zincire vurulan) Ebü (endel b. Suheyl b. Amr zincirleriyle Mekke'nin aşağısından çıkıp geldi ve kendini Müslümanların arasına bıraktı. Bunu gören Suheyl: "Ey Muhammed! işte bize iade edeceğin ilk kişi de bu olacak!" dedi. Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Henüz anlaşmayı bitirmedik" buyurunca, Suheyl: "Vallahi o zaman seninle asla hiçbir şeyde anlaşmam!" karşılığını verdi. Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sadece EbU Cendel'i almama izin ver!" buyurunca, Suheyl: "izin vermem!" dedi. Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ona izin ver!" buyurdu, ama Suheyl yine: "Bunu yapamam!" karşılığını verdi. Bunun üzerine Mikraz:

 

"Onu almana izin veriyoruz!" dedi. Ebü (endel de: "Ey Müslümanlar topluluğu! Müslüman olarak size geldiğim halde müşriklere geri mi iade edileceğim! Maruz kaldığım eziyetleri görmüyor musunuz!" diye seslendi. Gerçekten de Ebü (endel, Müslüman olduğu için Yüce Allah'ın yolunda ağır eziyetlere maruz kalmıştı.

Ömer b. el-Hattab der ki: "Vallahi Müslüman olduğumdan beri o günü dışında asla şüpheye düşmedim. Resülullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldim ve: "Sen Allah'ın peygamberi değil misin?" diye sordum. "Evet! Peygamberiyim" karşılığını verdi. "Biz hak yolda, düşmanlarımız ise batı! yolda değiller mi!" diye sordum. "Evet! Öyle!" buyurdu. "O zaman dinimizde neden taviz veriyoruz!" dediğimde, Resülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben Yüce Allah'm Resulüyüm ve ona karşi gelemem! O bana yardım edecektir!" karşılığını verdi. Ona: "Kabe'ye gelip tavaf edeceğimizi bize söylememiş miydin?" diye sorduğumda: "Evet! Söyledim, ama bu yıl içinde tava! edeceğimizi söyledim mi?" buyurdu. Ben: "Hayır!" dediğimde: "Muhakkak Kabe'ye gelip tava! edeceksin!" buyurdu.

 

Bunun üzerine Ebu Bekr'e gelip: "Ey Ebu Bekr! Bu, Allah'ın peygamberi değil midir?" diye sordum. Ebu Bekr: "Evet!" karşılığını verdi. "Bizler hak yoldayken, düşmanlarımız batıl olan yolda değiller mi?" diye sordum. "Evet!" karşılığını verdi. "O zaman neden dinimizden böyle taviz veriyoruz?" diye sorduğumda da: "Be adam! Şüphesiz o, Allah'ın Resulüdür ve Rabbine asla karşı gelmez. Rabbi de ona yardım edecektir! Onun için ölene dek emrine tutun! Vallahi o, hak üzeredir!" karşılığını verdi. Ebu Bekr'e:

"Kabe'ye gelip tavaf edeceğimizi bildirmemiş miydi?" diye sordum. Ebu Bekr: "Bilakis dedi, ama bu sene içinde gelip tavaf edeceğini söyledi mi?" dedi. Ben: "Hayır!" karşılığını verince, Ebu Bekr: "O zaman muhakkak Kabe'ye gidip tavaf edeceksin!" dedi.

Zühri der ki: Bundan dolayı Hz. Ömer: "Bu itirazlarımın karşılığı (kefareti) için çok çabalar sarfettim" demiştir.

 

Zühri, Misver ile Mervan'dan naklen şöyle devam etti: Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) anlaşma metni yazılıp imzalandıktan sonra ashabına: "Kalkın kurbanlarınızı kesin ve saçlarınızı traş edin!" buyurdu. Ancak Vallahi ashabdan tek bir tanesi bile kalkmadı. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu emrini üç defa tekrarlamasına rağmen yine kimse kalkmadı. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve insanlardan çektiğini ona aktardı. Ümmü Seleme: "Ya Resulallah! Bu emrinin yerine getirilmesini istiyor musun? O halde dışarıya çık, kimseyle konuşmadan kurbanını kes ve berberini çağırarak traşını ol" dedi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dışarıya çıktı kimseyle konuşmadan Ümmü Seleme'nin dediği gibi yaptı. Kurbanını kesip berberini çağırttı ve traşını oldu. Ashab bunu görünce kalkıp kurbanlarını kesmeye başladılar. Sonra birbirlerini traş etmeye koyuldular. Ancak üzüntüden dolayı birbirlerini traş ederken neredeyse birbirlerini öldürecek gibiydiler.

Sonra Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına mü min kadınlar geldi. Onlar hakkında da Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Ey inananlar! İnanmış kadınlar hicret ederek size gelirler se onları deneyin, hicretlerinin sebebini inceleyin. Allah onların imanlarını çok iyi bilir. Onların mümin kadınlar olduklarını öğrenirseniz, inkarcılara geri çevirmeyin. Bu kadınlar, o inkarcılara helal değildir Onlar da bunlara helal olmazlar. İnkarcıların bu kadınlara verdikleri mehirleri iade edin: Bu kadınların mehirlerini kendilerine verdiğiniz zaman, onlarla evlenmenizde bir engel yoktur. İnkarcı kadınları nikahınızda tutmayın; onlara verdiğiniz mehri isteyin; inkarcı erkekler de hicret eden mümin kadınlara verdikleri mehirleri istesinler. Allah'ın hükmü budur; aranızda O hükmeder. Allah bilendir, Hakim'dir."[Mümtemne, 10] Bu ayetin inişinden sonra Hz. Ömer, müşrikken evlendiği iki hanımını boşadı. Bunlardan birisiyle Muaviye b. Ebi Süfyan evlenirken diğeriyle Safvan b. Umeyye evlendi. Sonra Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geri döndü.

 

Medine'deyken Kureyş'ten Ebu Basır Müslüman olarak yanına geldi. Mekke bu adamı geri almak için iki adam gönderdi. Bu iki adam gelip: "Bizimle bu konuda anlaşma yapmıştın" dediler. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ebu Basır'i bu iki adama teslim etti. iki adam onu alıp yola koyuldular. Zu'I-Huleyfe'ye geldiklerinde kendilerine ait hurmalardan yemek için konakladılar. Ebu Basır ikisinden birine: "Ey filan! Vallahi gördüğüm kadarıyla şu kılıcın pek de güzelmiş" dedi. Bunun üzerine kılıcın sahibi kılıcı kınından çıkardı ve: "Evet! Vallahi çok güzeldir. Onu çok kullanmışımdır" karşılığını verdi. Ebu Basir: "Versene bir bakayım!" deyince, adam kılıcı verdi. Ebu Basir de kılıcı iyice kavrayınca adama vurup öldürdü. Diğer adam ise kaçıp Medine'ye geldi. Koşarak Mescid'e girdi. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu görünce: "Bu adam bir şeyden ürkmüş" buyurdu. Adam Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına varınca: "Arkadaşım öldürüldü, ben de öldürülmek üzereyim" dedi. O esnada Ebu Basir geldi ve: "Ya Resulallah! Yüce Allah senin sözünü ifa ettirdi. Sen beni onlara iade ettin, ama Yüce Allah beni onlardan kurtardı" dedi. Bunun üzerine Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):

 

"Vayanasma! Yanında birileri olsa bu adam savaşı ateşleyecek!" buyurdu.

Ebu Basir bunu duyunca Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu tekrar onlara iade edeceğini anladı ve oradan ayrıldı. Deniz sahiline kadar geldi. Bu arada müşriklerden kurtulan Ebu Cendel b. Suheyl de Ebu Basır'in yanına geldi. Bu şekilde Müslüman olup da Mekke'den kaçan herkes Ebu Basır'e katıldı. Bu şekilde de Ebu Basır'in etrafında kalabalık bir topluluk oluştu. Bu topluluk ne zaman Kureyş'ten Şam'a doğru müşriklere ait bir kervanın yola çıktığını duysa kervana saldırıp müşrikleri öldürüyorlar ve mallarını ele geçiriyorlardı. Bunun üzerine Kureyş, Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haber salıp Allah aşkına ve aradaki yakınlığa hürmeten bu olayın durdurulmasını ve Mekke'den Müslüman olup da Medine'ye giden herkesin iade edilmeyeceğini söyledi. Resulullah da (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ebu Basir'e bu konuda haber gönderdi. Yüce Allah da bu konuda: "Sizi onlara üstün kıldıktan sonra, Mekke bölgesinde, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan geri tutan, savaşı önleyen O'dur. Allah yaptıklarınızı görendir. Onlar inkar edenlerdir, sizi Mescidi Haram'ı ziyaretten ve bağlı kurbanları yerlerine gitmekten alıkoyanlardır. Eğer, oradaki henüz tanımadığınız inanmış erkeklerle inanmış kadınları bilmeyerek ezmek suretiyle üzüntüye kapılmanız ihtimali olmasaydı Allah savaşı önlemezdi. Allah, dilediklerine rahmet etmek için böyle yapmıştır. Eğer inananlarla inkarcılar birbirinden ayrılmış olsalardı, inkar edenleri can yakıcı bir azaba uğratırdık. İnkar edenler, gönüllerindeki cahiliye çağının asabiyet ateşini alevlendirdiklerinde, Allah, Peygamberine ve inananlara huzur indirdi; onların takva sözünü tutmalarını sağladı. Onlar, bu söze layık ve ehil kimselerdi. Allah her şeyi bilmektedir"[Fetih, 24-26] ayetlerini indirdi. 

 

Cahiliye asabiyeti de, müşriklerin (anlaşmada) Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) olduğunu kabul etmemeleri, "Bismillahirranmanirrahim" yazmayı reddetmeleri ve Müslümanları Kabe'yi tavaftan menetmeleridir. 

 

Tahric: Buhari (3/252, 5/208-225),

 

 

 

9721- İbn Abbas: "Hudeybiye savaşında anlaşmayı yazan kişi Ali b. Ebi Talib'dir" demiştir.

 

 

 

9722- Ma'mer der ki: Bunu Zühri'ye sorduğumda güldü ve: "(Hudeybiye savaşında anlaşmayı yazan) bu kişi Ali b. Ebi Talib'dir. Eğer bunu şunlara soracak olursan: "(Hudeybiye savaşında anlaşmayı yazan kişi) Osman'dır" yani Umeyye oğulları böyle derler" dedi.

 

Tahric: Fethu'l-Bari'de (5/217) geçtiği üzere İshak b. Rahuye, Müsned'inde rivayet etti.

 

 

 

9723- Zühri der ki: Hirakl (Heraklius) yıldızlara bakarak kahinlik eden bir kişiydi. Birgün meclisinde bulunanlar onun halini garipseyip: "Neyin var?" diye sorunca; "Bu gece yıldızlara baktım ve sünnetli kralın zuhur ettiğini gördüm" cevabını verdi. Onlar: "Bu ağırına gitmesin. Sünnet olanlar Yahudilerdir. Hakimiyetin altındaki ülkelere yaz, oradaki Yahudileri öldürsünler" dediler. Zühri der ki: "Hirakı, kendisi gibi kahin olan birine mektup yazıp yıldızlara bakmasını istedi. Bu kahin de Hirakl'ın gördüğü şeyin aynısını cevap olarak yazdı. Busra kralı Hirakl'e Araplardan birini Hz. Peygamber'den haber vermesi için getirince, Hirakl: "Sünnetli olup olmadığına bakınız?" dedi. Baktıklarında adamın sünnetli olduğunu gördüler ve: "Sünnetli kral zuhur etti" dediler.

 

Tahric: Buhari (1/3), "Şuayb- İbn Abbas" kanalıyla rivayet etti.

 

 

 

9724- İbn Abbas anlatıyor: Ebu Süfyan bizzat kendi ağzıyla bana şunları anlattı: Resulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda olan anlaşma müddeti içinde bir defasında Şam'a uğramıştım. O sıralarda Heraklius'a Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gönderdiği mektup geldi. Mektubu Dihyetu'I-Kelbi getirmişti. ilk önce onu Busra liderine vermiş Busra lideri de mektubu getirip Heraklius'a vermişti. Heraklius: "Buralarda, peygamber olduğunu söyleyen bu adamın kavminden olan var mı?" diye sorunca, yanındakiler: "Evet! Var" dediler. Bunun üzerine Kureyş'ten bir grupla birlikte Heraklius'un yanına davet edildik. Heraklius'un yanına alınıp önünde oturtulduk. Heraklius: "Peygamber olduğunu söyleyen bu adama soyca hanginiz daha yakınsınız?" diye sorunca, ben: "Ben daha yakınım!" dedim. Bunun üzerine beni alıp önünde oturttular; arkadaşlarımı da arkama aldılar.

 

Heraklius daha sonra tercümanını çağırdı. Ona: "Onlara de ki: "Ben şu adama, peygamber olduğunu söyleyen kişi hakkında sorular soracağım. Şayet bana yalan cevaplar verirse, arkadaşları bunu bana söylesinler" dedi. Oysa arkadaşlarım benim orada yalan söylediğimi daha sonra anlatacak olmasalardı Vallahi Heraklius'a orada yalan cevaplar verecektim. Heraklius, tercümanına: "Bu (peygamber olduğunu söyleyen) adamın asaleti nasılmış, sor" dedi. Ben: "Çok asil bir soyu var" karşılığını verdim. "Atalarından kral olan biri var mı?" diye sorunca, ben: "Hayır" dedim. "Peygamber olduğunu söylemeden önce hiç yalan söyler miydi?" diye sorunca, ben: "Hayır!" dedim. "Ona tabi olanlar toplumun seçkin kişileri mi, yoksa zayıf olanlar mı?" diye sorunca, ben: "Zayıflar olanlar" dedim. "Ona tabi olanlar artıyorlar mı, yoksa azalıyorlar mı?" diye sorunca, ben: "Artıyorlar" dedim. "içlerinden Müslüman olduktan sonra yeni dini beğenmeyip geri bu dinden dönen var mı?" diye sorunca, ben: "Hayır!" dedim. "Onunla savaştınız mı?" diye sorunca, ben: "Evet!" dedim. "Savaşmanızın sonucu ne oldu?" diye sorunca, ben: "Galibiyet bir onda, bir bizde oldu. Bazen o kazandı, bazen de biz" dedim. "Yefasızlığı ve ihaneti var mı?" diye sorunca, ben: "Hayır! Ama şu an aramızda bir anlaşma var; neler yapacağını bilmiyoruz" dedim. Vallahi bu cümle dışında, içine yanımdan bir şey katabileceğim tek cümle kurmama dahi fırsat vermedi. "Ondan önce peygamberlik iddiasında bulunan oldu mu?" diye sorunca, ben: "Hayır!" dedim.

Sonra tercümanına şöyle dedi: "Ona de ki: "Ben, sana onun asaletini sordum. Sen, içinizde onun asil bir soyu olduğunu söyledin. Peygamberler de kendi kavimlerinin asal et sahibi kişileri arasından çıkarlar. Ben sana, ataları arasında daha önce bir kral var mıydı diye sordum. Sen, olmadığını söyledin. Şayet ataları arasında kral olan biri olsaydı, atasının bu krallığını geri istediğini düşünürdük. Ona tabi olanların, toplumun seçkinleri mi, yoksa zayıfları mı olduğunu sordum. Sen zayıfları olduğunu söyledin. Peygamberlerin tabileri de her zaman zayıflar olurdu. Daha önce yalan söylediğini gördünüz mü diye sordum. Sen, yalanını görmediğinizi söyledin. O halde insanlara yalan söylemeyi bırakıp da Yüce Allah adına yalan söyleyecek biri değildir. Dinine giren birinin bu dini beğenmeyip de geri döndüğü oldu mu diye sordum. Sen, olmadı dedin. işte insanların kalplerine yerleşen iman da öyle bir şeydir. Ona tabi olanlar artıyor mu eksiliyorlar mı, diye sordum. Sen, arttıklarını söyledin. iman tamamlanana kadar da zaten hep böyle olur. Onunla savaşıp savaşmadığınızı sordum. Sen, savaştığınızı, savaşın bazen onun lehine, bazen de sizin lehinize olduğunu, bazen onun sizi yendiğini, bazen de sizin onu yendiğinizi söyledin. Peygamberler de hep buna maruz kalırlar. Ama sonuç hep onların lehlerine olur. Vefasızlık yapıp, ihanet edip etmediğini sordum. Sen, vefasızlığının olmadığını söyledin. Peygamberler de böyledir. Asla ihanet etmezler. Sana, daha önce böyle bir iddiada bulunan oldu mu diye sordum. Sen, olmadığını söyledin. Şayet ondan önce biri öyle bir iddiada bulunsaydı o zaman kendinden önce söylenmiş bir şeye uymuş derdik."

 

Sonra bana: "Size neleri emrediyor?" diye sordu. Ben: "Namazı, zekatı, akrabalık bağını canlı tutmayı ve iffetli olmayı emrediyor" karşılığını verdim. Bunun üzerine bana dedi ki: "şayet onun hakkında söylediklerin doğru ise o gerçekten bir peygamberdir. Onun yakın bir zamanda zuhur edeceğini biliyordum; ancak sizin içinizden biri olacağını tahmin etmemiştim. Şayet ona kavuşabileceğimi bilsem onunla görüşmek isterdim. Şu an yanında olsaydım ayaklarını yıkar hizmetini görürdüm. Ve onun hakimiyeti benim bu topraklarıma kadar ulaşacaktır."

 

Sonra Resalullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona gönderdiği mektubu getirtip okudu. içinde şöyle yazıyordu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın Resulü Muhammed'den. Bizansın lideri Heraklius'a. Selam. hidayete tabi olana olsun. Sonrasına gelince; Seni islam dinine davet ediyorum. Müslüman ol ki selamete eresin ve Yüce Allah da bunun karşılığında sana sevabını iki katıyla versin! Şayet bundan yüz çevirirsen bil ki sana tabi olanların günahlarının vebali sana da olacaktır! Ve siz ''Ey Kitap ehli! Ancak Allah'a kulluk etmek, O'na bir şeyi eş koşmamak, Allah'ı bırakıp birbirimizi rab olarak benimsememek üzere, bizimle sizin aranızda müşterek bir söze gelin. Eğer yüz çevirirlerse: "Bizim müslüman olduğumuza şahid olun" deyin.''[Al-i İmran, 64]''

Heraklius'un mektubu okuması bitince yanında sesler yükseldi ve bir gürültü koptu. Emredildi; biz oradan çıkarıldık. Çıktığımız zaman arkadaşlarıma: "ibn Ebi Kebşe'nin (Resulullah'ın) işi de işmiş yani!" dedim. Sonrasında Yüce Allah, islam dinini gönlüme düşürdü.

 

Zühri der ki: "Daha sonra Heraklius, Bizansın liderlerini çağırıp kendi evinde bir araya topladı. Onlara: "Ey Bizans topluluğu! Sonsuza kadar bir kurtuluş içinde ve doğru yolda olmayı, hakimiyetinizin hep sizde kalmasını ister misiniz?" diye sordu. Bunu duyduklarında yabani eşekler gibi kapılara doğru koşuştular. Ancak kapıların kapalı olduğunu gördüler. Heraklius onları geri çağırdı ve: "Sizin dininize olan bağlılığınızı denedim ve sizden görmek istediğim şeyi gördüğüm için de çok sevindim!" dedi. Bunun üzerine onlar da Heraklius'a secdeye kapanıp ona bağlılıklarını gösterdiler."

 

Tahric: Farklı kanallarla Buhari: (8/148-155) ve Müslim (1723) Abdurrezzak kanalıyla rivayet ettiler.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

Bedir Savaşı