ADABU MUHADDİS
“Muhaddisin âdabı”
anlamını veren bir tabir olup Hz. Peygamber (s.a.s)'in hadislerini, bunların
sahih olarak rivayetini ve sahih olmayanlardan ayırd edilmesini konu olarak
alan hadis ilmiyle meşgul olan muhaddislerin riayet etmeleri öngörülen esaslara
denir. Hadis Usûlü kaynaklarında aynı başlık altında yer alan söz konusu
esasların en önemlileri şunlardır:
A) Hadis rivayet edecek veya hadis ilimlerinden birini
öğrenmede görev alacak muhaddis, önce iyi niyetli ve ihlaslı olmalıdır. Kalbini
dünya gailelerinden temizlemeli; mevki, şan ve şeref dertlerinden uzak
kalmalıdır.
B) Tahdise, yani hadis rivayetine olgunluk yaşı denebilecek
bir yaşa gelmeden başlamamalı; ihtiyarlamaya başladığında ise rivayeti
bırakmalıdır.
Muhaddisin kendisine
müracaat edenlere hadis rivayet etmeye başlama zamanı konusunda ayrı görüşler
vardır. Sözgelişi, er-Râmehurmuzî'ye göre, rivayetin lâyıkıyla edâ
edilebileceği yaş haddi, olgunluk ve bedenî güçlerin kemâle erdiği yaş olan
ellidir. Bununla birlikte muhaddisin kırk yaşından sonra tahdise başlaması da
yadırganamaz; zira bu yaş da olgunluk yaşıdır. Öyle olduğu için Hz. Peygamber,
kırk yaşında peygamber olmuştur.
Kadi İyad,
er-Ramehurmuzî'nin bu görüşüne itiraz ederek, selef ve daha sonraki nesillerden
pek çok muhaddisin henüz olgunluk yaşı sayılabilecek bir yaşa gelmeden sayısız
hadis rivayet ederek öldüklerine işaret eder. Ömer b. Abdilaziz'in kırkına
varmadan, Sa'id b. Cubeyr ile İbrahim en-Nehai'nin ellisine ermeden öldüklerini
de misal gösterir, daha sonra ise İmam Mâlik'in bir rivayete göre yirmi, bir
diğerine göre onyedi yaşlarında iken hadis meclisleri akdetmeye başladığını,
Rebî-'atur-Rey, İbn Şihâb ez-Zuhrî, İbn Hurmuz, Muhammed İbnu'l Munkedir ve
diğer bazı şeyhleri henüz hayattalarken hadis taliplerinin kapısına
yığıldıklarını; İmam Şafii'den genç yaşlarında ilim alındığını sözlerine ekler.
İbnu's-Salâh'a göre
tahdise başlama vakti konusunda er-Râmehurumuzî'nin zikrettiği yaş sınırına
diyecek yoktur. Kadı İyad'ın zikrettiği, henüz olgunluk yaşı denebilecek bir
yaşa gelmeden taliplerine hadis rivayet edenler ise bu işi hadis ilminde genç
yaşta parladıkları, yüksek mevkiler elde ettikleri için yapmışlardır. Açıkça
veya hal karinesiyle kendilerinden hadis rivayet etmeleri istenmiş, onlar da
kabul etmişlerdir. O halde uygun olan, bir muhaddisin hangi yaşta olursa olsun,
ihtiyaç halinde hadislerini rivayet ederek neşretmesidir.
Muhaddisin hadis
rivayetini bırakması gereken yaş haddi konusunda da alimler arasında birlik
yoktur. Rivayete başlama vakti için yaş haddi öngören er-Râmehurmuzî,
talebelerine hadis rivayet etmeyi bırakma vakti için de yaş sınırı çizer. Ona
göre muhaddis seksen yaşına gelince rivayeti bırakmalıdır; çünkü bu yaş,
ihtiyarlığın son haddidir. O yaştan sonra artık tesbih, zikir, Kur'ân okumakla
meşgul olmak daha doğru olur. Ancak muhaddis, bu yaşa geldiği halde aklı
başında, görüşü kuvvetli, rivayet ettiği hadisleri iyi bilen, onları layıkıyla
edâ edebilen, üzerlerine titreyen ve sırf Allah rızası için hasbi olarak
rivayette bulunan birisi ise, böylesine hayır dilemekten başka yapacak şey
yoktur.
er-Râmehurmuzînin,
muhaddisin rivayeti bırakması için çizdiği yaş sının da isabetli bulunmamıştır.
Gerçekten vücutça zayıf düşmenin ya da akli melekelerin sağlam olup olmamasının
kesin bir yaş sınırı çizilemez. Bu yaştan önce ihtilata maruz kalan muhaddisler
olduğu gibi, daha yaşlı oldukları halde aklî melekeleri tam olarak rivayete
devam edenler de olmuştur. Sahabeden Enes b. Malik, Sehl b. Sa'd, Abdullah b.
Ebi'l-Evfâ, daha sonraki tabakalardan İmam Mâlik, el-Leys b. Sa'd, Sufyan b.
Uyeyne, Ali İbnu'l-Ca'd gibi muhaddisler seksen yaşını geçtikleri halde
rivayeti bırakmamışlardır. Hatta el-Hasen İbnu'l-Arefe, Ebu'l-Kasım el-Beğavî,
Ebu İshak el-Huceymî, Kâdî Ebu't-Tayyibi't-Taberi gibi yüz yaşından sonra bile
rivayet faaliyetini başarıyla yürütenler olmuştur. Şu hale göre rivayetin
bırakılacağı yaş haddinin tayini isabetli görülemez. Bu konuda sahih kabul
edilen görüş şudur: Bir muhaddis, ihtiyarlık veya hastalıkla gelen ihtilat ya
da bunaklık yahut sonradan görme duygusunu yitirmek sonucu rivayet ettiği
hadisleri birbirine karıştırmaktan korktuğu; lafızlarını değiştirmekten endişe
duyduğu zaman rivayeti bırakmalıdır. Nitekim Abdurrezzak, Sa'id b. Ebî Arûbe ve
daha pek çok sika muhaddisin başına bu hal gelmiştir.
C) Muhaddis, Hadis ilminde kendisinden üstün, dolayısıyla
rivayete daha layık başka bir muhaddisin yanında rivayeti bırakmalıdır. Bazı
hadis alimleri, bir muhaddisin yaş yahut hadis ilmindeki yeri itibariyle
rivayete kendisinden daha layık bir diğer muhaddisin memleketinde hadis rivayet
etmesini mekruh görerek aynı konuya dahil etmişlerdir. Rivayete göre İbrahim
en-Neha'i ile eş-Şa'bî aynı hadis meclisinde bir araya geldiklerinde İbrahim
susar; rivayette bulunmazmış. Meşhur cerh ve ta'dil âlimi Yahya b. Ma'în ise
bir muhaddisin kendisinden daha liyakatli birinin bulunduğu yerde hadis rivayet
etmesini ahmaklıkla nitelemiştir.
Bununla birlikte
es-Suyûtî, Hz. Peygamber'in sağlığında fetva veren sahabilerin bulunuşunu delil
getirerek rivayete daha layık bir muhaddisin olduğu yerde hadis rivayet etmenin
hiç de mekruh sayılamayacağını söylemiştir.
D) Bir muhaddisten, aynı yerde bulunan başka bir muhaddisin
hadisi olarak bilinen veya kendi isnadından daha âlî bir isnada sahip, yahutta
herhangi bir cihetten kendisine tercih edilmesi gereken başka bir muhaddisin
hadisini rivayet etmesi istenirse, öbür muhaddise haber vermesi gerekir.
E) Muhaddis iyi niyetli olarak görmediği kimselere de rivayetten
kaçınmamalıdır. Bilinmez, iyi niyetli görünmeyen biri, ilerde ihlaslı bir
muhaddis olabilir.
F) Muhaddis, ecrini Allah'tan umarak bildiği hadislerin
neşrine gayret etmeli; rivayetten kaçınmamalıdır. Bir hadiscinin herhangi bir
art niyetle bildiği hadisleri rivayet etmekten kaçınması caiz görülmemiştir.
Aksine bildiği hadislerin yayılmasına çalışması hadis aliminin olgunluğuna
delil sayılmıştır. Bu görüşte olanlar, Hz. Peygamber'in hadislerin yayılması
konusunda söylediklerine dayanırlar.
G) Muhaddis, hadis meclisine gelirken mümkünse boy abdesti,
değilse normal abdest almalı, güzel kokular sürünmelidir. Meclisteki yerine
vakar ve ciddiyetle oturmalıdır. Talebelerinden biri hadisten başka bir şeyle
meşgul olur veya yüksek sesle konuşursa uyarmalı, gerekirse meclisinden
çıkarmalıdır. Rivayete göre İmam Mâlik böyle yapar; meclisinde densizlik eden
olursa “Cenâb-ı Hak (meâlen)
“Ey iman edenler!
Sesinizi Allah Resulü'nün sesi üzerine yükseltmeyin” (Hucurat 2) buyuruyor.
Hz. Peygamber'in hadisleri
okunurken sesini yükseltmek, onun sesini bastırmak gibidir” dermiş.
H) Muhaddis, hadis meclisine gelenlerin hepsini kabul etmeli,
birini diğerinden ayırmamalıdır.
İ) Hadis meclisini Kur'ân-ı Kerim okumakla başlatmalı, tahdîs
sonunda okunacak Kur'ân-ı Kerim, hamd, Hz. Peygambere salât ve selâm, duruma
göre yapacağı dua ile bitirmelidir, el-Hâkimu'n-Nisâbûrî'nin Ebu
Sa'idi'l-Hudri'den rivayet ettiğine göre sahâbîler bir araya gelip aralarında
hadîs müzakere ettikten sonra Kur'ân-ı Kerim'den bir sure okuyup dağılırlardı.
K) Muhaddis, rivayet ettiği hadisleri acele ve anlaşılmayacak
şekilde serdetmemelidir. Hadislerin yanlış imla edilmesi veya hatalı olarak
ezberlenmesinin önüne geçilebilmesi bakımından bu hususa riayet edilmesi
gerektiğinde hadis alimlerinin görüş birliği vardır. Bu konuda Hz. A'işe'nin
bir hadisi delil getirilir. Bu hadiste Hz. Peygamber (s.a.s)'in konuşurken
sözlerinin sayılabileceği, açık ve anlaşılır bir şekilde konuştuğu
belirtilmiştir.
L) Hz. Peygamber'in ismi geçtiği yerde tasliyede bulunmalı,
sahâbî isminden sonra tardiye söylemelidir.
M) Muhaddislerin hadis imlâ meclisleri akdetmeleri müstahab
sayılır. Ayrıca hadis meclisinde talebenin kalabalık olması halinde şeyhin
okuduğu veya kendisine okunan hadisleri tekrar ederek uzaktakilere duyuran
müstemlî denilen birinin görevlendirilmesi de muhaddisler arasında adet
olmuştur.