VAHİY-İ
ĞAYRİ MATLUV – VAHY-İ MATLUV
VAHİY :
Sözlükte “gizlice
bildirmek, fısıldamak” manalarına gelen vahiy, islamî terimler arasında
kainatın yaratıcısı Yüce Allah'ın emir ve yasaklarını özel yollarla peygamberlerine
bildirmesine denir. Bu tarife göre vahiy, bir anlamda Yaratan'ın peygamberlikle
görevlendirdiği kullarıyla konuşması mesabesindedir.
Bununla birlikte
Allah'ın vahiy yoluyla bildirdiklerine de vahiy denilmiştir. Kur'ân-i Kerim
ayetleri bu manada birer vahiydirler.
Vahyin çeşitleri
şekilleri vardır. En önemlileri şunlardır:
a) Sadık rüya şeklinde
vahiy. Hz. Aişe'nin bildirdiğine göre Hz. Peygamber'e vahiy ilk önce sadık
rüyalar görmesiyle başlamıştır. Öyle ki, Allah Resulü bir rüya gördüklerinde
gördüğü fecir aydınlığı gibi çıkardı.
b) Vahiy meleği Cebra'il
(a. s)'in görünmeksizin peygamber'in kalbine yerleştirmesi şeklinde vahiy.
c) Cebrail'in insan
şeklinde görünerek konuşmasıyla olan vahiy. Cibril Hadîsi denilen rivayette
Cebrail'in elbisesi bembeyaz, saçları simsiyah, üzerinde yolculuk eseri
görülmeyen ve sahabîlerden kimsenin tanımadığı bir insan şeklinde gelerek Hz.
Peygamber'le konuştuğundan bahsedilir. Bu, böyle vahye misaldir. Kaynaklarda
Cebrail'in daha çok sahabeden Dihye b. Halife el-Kelbî şeklinde geldiği
kaydedilmiştir.
d) Meleğin çıngırak
sesine benzer bir sesle gelerek hitapta bulunmasıyle vahiy. Peygamberin bu sesi
duyunca vahiy geldiğini anlayarak bütün dikkatini toplayıp vahyedileni almaya
hazır hale geldiğinde şüphe yoktur. Ses kesildiğinde vahyedilenler kalbe
yerleşmiş olur. Bir Hadîste bizzat Hz. Peygamber tarafından açıklandığına göre
vahyin en zor ve şiddetli şekli budur. Aynı Hadîste Hz. Aişe, çok soğuk bir gün
vahiy gelirken Allah Resulünü alnından buram buram terler akarken gördüğünü
söylemiştir. Mü’minlerin annesinin bu sözleri bu şekilde gelen vahyin şiddetini
belirtmeye yeterlidir.
e) Meleğin asıl şekliyle
gelerek vahyetmesi
f) Arada vasıta olmadan
vahiy.
g) Arada perde
olmaksızın Cenâb-ı Hakk’ın bizzat vahyetmesi şeklinde vahiy.
İslâm âlimleri vahyi iki
kısımda mütalaa etmişlerdir. Birincisi vahy-i metluv denilen ve Kur'ân-ı
Kerim'den ibaret olan vahiydir ki tamamen vahiy eseridir. Uyku ve rüya halinde
vahiy hariç daha çok vahyin diğer birkaç şekli ile nazil olmuştur. Allah
tarafından indirildiği şekliyle korunmuştur. Bu bakımdan hiçbir değişikliğe
uğramadan nakledilmiş tek semavî kitaptır. İkincisi vahy-i gayrı metluv
(okunmayan vahiy) dir ki sünnetten ibarettir. Vahyin Hadîs ilmiyle ilgisi zaten
bu noktadadır.
Sünnet başlığı altında
da söz konusu edildiği gibi sünnet, kısmen vahye dayanır. Buna delâlet eden
aklî ve naklî deliller vardır. Bir kere Hz. Peygamber (s.a.s)'in Kur'ân-ı Kerim
haricinde vahiy alması gerekli, hatta zorunludur. Şu da var ki o ne yapmışsa
kendisini peygamberlikle görevlendiren makamın adına yapmıştır. Kendiliğinden
dinî bir asıl getirmesi imkan dışıdır. Aynı zamanda bağlı olduğu makamın
“gözleri önünde” yani kontrolü altındadır. Allah ona kitaptan başka bir de
hikmet indirmiş, bilmediklerini öğretmiştir. Vahyin i'cazı çok kere teferruata
yer vermediğinden ilahî emirlerin tatbik şekillerini göstermesi ve insanlar
arasında Allah'ın gösterdikleriyle hükmetmesi için de kendisine kitap
indirilmiştir. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in sünnetin özünü teşkil eden
uygulamalarının, uygulama sırasında ve başka maksatlarla söylediği bazı
sözlerinin vahiy eseri olduğunu gösteren açık delillerdir, bunun yanısıra bir
ayeti kerimede şöyle buyurulmuştur:
“O, heva ve hevesinden
konuşmaz. Onun konuştukları kendisine vahyedilenlerden başkası değildir.”
Ayetteki “huve” zamirinin Kur'ân-ı Kerim'e raci olduğu söylenmiştir. Ancak
başka manaya ihtimalden uzak değildir; zira nutk, mücerred konuşmaya denir.
Kur'ân okuyan kimse ise elbette konuşmaktan başka bir işi yapıyordur. Bu karine
ile zamirin
nutka ait olduğu
düşünülürse onun konuştukları vahye dayanır manasına kolayca varmak mümkündür.
Ayrıca sünnetten ibaret tatbikatların, emir ve nehiylerin çok kere konuşarak
olduğu da hesaba katılırsa sünnetin yerine göre vahiyden kaynaklandığı sonucuna
varılır. Ancak kaydetmek gerekir ki, Hz. Peygamber'in bütün yaptıkları ve
söylediklerinin vahiy eseri olduğunu söylemeye imkan yoktur. O hale göre
sünnetin bir dinî emir veya nehiy getiren ya da bir hüküm koyan kısmının vahye dayandığını
söylemek yerinde olur.
Diğer taraftan bunu
destekler mahiyette hayli nakiller vardır. Bunlarda açıkça vahiy hali
görülmüştür. Şu misallere dikkat edilerse hepsinde bir vahiy alma hali bahis
mevzuudur:
“Hz. Peygamber bir gün yiyecek
satan birinin yanına vardı. Ona nasıl satış yaptığını sordu. Adam haber verdi.
Derken elini satılan yiyecek maddesinin içine sokması vahyedildi. Elini sokunca
bir de ne görsün, alt tarafı ıslak (küflenmiş). Bunun üzerine şunları söyledi:
“Hile yapan bizden
değildir.”
Ya'la isimli bir sahabî
Hz. Peygamber'e vahiy geldiği sırada geçirdiği hali merak etmektedir. Bunu
birkaç kere Hz. Ömer'e açmış; Allah Resulünü vahiy geldiğinde görmek arzu
ettiğini söylemiştir. Hz. Peygamber bir gün Ci'râne denilen yerde aralarında
Hz. Ömer'in de bulunduğu bir grup sahabî ile gölgelik yapılmış örtü altında
oturmakta iken biri gelir. Üzerinde yünden bir cübbe vardır. Aşın bir şekilde
güzel koku sürünmüştür. Hz. Peygamber (s.a.s)'e bu halde iken umre yapmak üzere
ihrama girme konusundaki fikrini sorar. Hz. Peygamber cevap vermez. Bir süre
susar. Derken kendisinde vahiy hali görülür. Bunun üzerine Hz. Ömer Ya'la'ya
işaret eder. Ya'la gelerek başını Hz. Peygamber'in üzerine örtülen örtünün
içine sokar. Onu yüzü kızarmış derin derin nefes alır bir halde görür. Sonra bu
hal gider. Allah Resulü açılır ve sorar:
“Umre hakkında soru
soran kimse nerede?” Adam getirilir. Sorusuna şu cevabı alır:
“(Süründüğün) kokuyu üç
kere yıka. Haccederken yaptıklarını umre sırasında da yap.”
Verilen misaller açıkça
göstermektedir ki Hz. Peygamber'e dinî bir esas olan veya son derece önemli
konularda yahutta hüküm vermede vahiy gelmiştir. Bu ise böyle meselelerdeki
sünnetin vahiyden kaynaklanmasından başka bir şey değildir.
Diğer taraftan kudsî
Hadîslerin kaynağını da bir anlamda vahiy oluşturmaktadır. Şu hale göre
İslam'ın temelini oluşturan vahiy, bazı önemli konularda sünnete de kaynaklık
etmektedir. Hadisler daha çok sünnetin ifadesi olduklarından onlar da geniş
ölçüde aynı kaynaktan beslenmişlerdir.