SAHİBU’R-RESUL
SAHABE – SAHABİ –
SAHABİYYE :
Sözlük bakımından bir
arada bulunmak, sohbet veya arkadaşlık etmek manasına gelen ve dördüncü babdan
çekimi yapılan “sahibe” kök fiilinden alınma bir kelime olup bu fiilin ismi
mensubu olan sahabînin çoğuludur. Aynı fiilden ismi fail olan ve bir arada
yaşayan, dost, arkadaş anlamına gelen sahib kelimesinin çoğulu sahb;
cem'u'l-cem'i ashab da aynı manada kullanılır.
Sahabe terimi, hadis
edebiyatı içinde tekil olarak sahibu'r-Resûl, sahabî; çoğul olarak da
ashabu'r-Resûl ve sahabe şeklinde görülür. Kısaca Hz. Nebi (s.a.s)'i Nebiliği
sırasında Mü’min olarak gören, Mü’min olarak ölen kişilere denir. Bu tarif,
hadiscilerin tarifidir. Buna göre bir kimsenin sahabî sayılabilmesi için Hz.
Nebi (s.a.s)'i Nebiliği sırasında müslüman olarak görmesi ve imanla ölmüş
olması gerekir. Buradan açıkça anlaşılır ki, bu tarife uyan körler de sahabeden
sayılırlar. Bunun yanısıra onu Nebi olmazdan önce görüp de Nebiliği sırasında
görmeyenler sahabî sayılmayacakları gibi Mü’min olarak görüp -Allah korusun-
sonradan dinden dönenler de sahabî değildirler.
Hz. Nebi'i gören Mü’min
kadına sahabiyye denir. Çoğulu sahabiyyat gelir.
Sahabînin tarifinde
basit de olsa görüş ayrılığı vardır. Kimi alimlere göre bir kimsenin sahabî
sayılabilmesi için Hz.Peygmber'Ie görüşüp konuşması, hatta ondan hadis rivayet
etmiş olması lazımdır. Fakat çoğunluk sahabîyi yukarıdaki tarifteki gibi kabul
etmiştir. Bu kanaatte olanlara göre Hz. Nebi'i uzaktan veya çok kısa bir süre
için bile olsa görenler sahabîdirler. Nitekim Buhari,
“Hz. Nebi (s.a.s) le bir
arada bulunan veya onu sadece gören müslümanlar sahabî sayılırlar.” diyerek
aynı tarifi vermiştir.
el-Hakimü'n-Nîsabûri
sahabeyi on iki tabakaya ayırmıştır:
1. Hz.Ebubekr, Hz. Ömer,
Hz. Osman, Hz. Ali gibi Mekke'de ilk müslümanlığı kabul edenler. Aşere-i
mübeşşereyi teşkil eden diğer altı sahabî de bu tabakadandır.
2. Daru'n-Nedve ashabı.
Daru'n-Nedve, Mekkeli müşriklerin toplandıkları yerdir. Hz. Ömer müslüman
olunca Hz. Nebi'i buraya götürmüştür. Orada bulunanlardan bir grup İslamiyeti
kabul etmişlerdir. Sahabenin ikinci tabakasını bunlar oluşturur.
3. Habeşistan'a göç
edenler.
4. Birinci Akabe
Bey'atmda Hz. Nebile görüşenler. Akabî nisbesini alan sahabîler bu
tabakadandırlar.
5. İkinci Akabe
Bey'atında bulunan ve Hz. Nebi'e Medine'ye geldiği takdirde kendisini
koruyacaklarına söz verenler. Bunlar yetmiş erkek, iki kadındır.
6. Hz. Nebi henüz
Medine'ye ulaşmayıp Küba'da bulunduğu sırada bu şehre gelen ilk muhacirler.
7. Bedir Savaşına
katılanlar. Ashab-i Bedir de denir. Bir kısmı Bedrî nisbesini almıştır.
8. Bedir Savaşı ile
Hudeybiye Barışı arasında Medine'ye hicret edenler.
9. Hudeybiye'de ağaç altında
rıdvan bey'atında Hz. Nebi'e bağlılıklarını sunanlar.
10. Halid b. Velid gibi
Hudeybiye ile Mekke fethi arasında hicret ederek Medine'ye gelenler.
11. Mekke'nin
fethedildiği gün Müslüman olanlar.
12. Mekke fethi ve Veda
Haccı sırasında Hz. Nebi'i gören çocuklar.
Bir kimsenin sahabî
olduğu önce tevatür yoluyla belli olur. Söz gelimi Hz. Ebu Bekr'in sahabî
olduğu tevatür yoluyla sabittir. Şöhret yoluyla da bir kimsenin sahabî olduğu
meşhur olmuştur. Ancak tevatür derecesine varmamıştır. Misal olarak Ukkaşe b.
Mihsan ve Dimam b. Sa'lebe verilebilir. Dimam, Sa'd b. Bekr kabilesindendir.
Kabilesinin temsilcisi olarak Hz. Nebi'in yanına Medine'ye gelmiş, ona bazı
sorular sorarak İslamiyet hakkında bilgi edindikten sonra kabilesine geri
dönmüştür. Hz. Nebi'le kısa bir süre için görüşmüş olmasının yanında Mekkeli ve
Medîneli olmadığından diğer sahabilerin kendisini tanımayışları yüzünden sahabî
olduğuna dair bilgi tevatür derecesine ulaşmamıştır.
Bir sahabînin Hz.
Nebi'le görüştüğünü söylemesiyle de bir kimsenin sahabî olduğu belli olur. Buna
misal olarak da Humame b. Ebî Humame verilebilir. Humame, müslümanların
İsfahan'ı fethetmeleri sırasında geçirdiği bir mide hastalığı sonucu ölmüştür.
Tanınmış bir sahabî olan Ebu Musa'l-Eş'arî Humame'nin sohbeti olduğunu, Hz.
Nebi'in onun şehit olarak ölceeğini haber verdiğini söylemiştir. Böylece onun
sahabî olduğu bir başka sahabînin rivayetiyle anlaşılmıştır.
Son olarak bir kimsenin
bizzat kendisinin sahabî olduğunu söylemesiyle de onun sahabî olduğu anlaşılır.
Bu takdirde sahabî olduğunu söyleyen kimsenin adaletli ve hicri 110 tarihinden
önce yaşamış olması şartları aranır; zira en son sahabînin bu yılda öldüğü, o
tarihten sonra artık yeryüzünde Hz. Nebi'i gören kimsenin kalmadığı kesin
olarak bilinmektedir. Bundan dolayı bu tarihten sonra sahabi olduğunu ileri
sürenin iddiası makbul değildir. Bu şekilde kendisi ben sahabîyim diyerek Hz.
Nebi'i gördüğünü söylemesiyle sahabî olduğu anlaşılana misal olarak Ebu Şeybe
el-Ensari verilebilir. Adı bilinmeyen bu sahabî Kostantiniyye seferine
katılmıştır. Nakledildiğine göre surlar önünde etrafında toplanan kalabalığa
hitap ederek “beni bilen bilir. Ben, Ebu Şeybe el-Hudrîyim. Hz. Nebi'in
sohbetinde bulundum. Onun “ihlasla la ilahe illallah diyenler Cennet'e
girerler” dediğini kulağımla duydum” demiştir. Böylece hadisini rivayetten
sonra kendisini dinleyenlere çalışmalarını, tenbel ve uyuşuk olmamalarını
tavsiye etmiştir. Sahabi olduğu kendi söylemesiyle alaşılan Ebu Şeybe,
Kostantiniyye'de vefat etmiş, orada gömülmüştür.
Sahabe, Hz. Nebi'in
oluşundan ebedi aleme göç edinceye kadar onunla birlikte olan, onun
tebligatını, sözlerini, nasihatlarmi işiten, hareketlerini gören, emirlerini ve
tavsiyelerini can kulağıyla dinleyip yerine getiren Mü’minlerdir. Bu itibarla
sünnetin ravileri olmuşlardır. Sünneti aksettiren hadisleri Hz. Nebi'den
öğrenmişler, yeri geldiğinde kendilerinden sonraki tabiiler nesline rivayet
etmişlerdir. Bundan dolayı sahabenin hadis tarihinde son derece önemli yeri
vardır. Faziletleri aklen ve naklen sabittir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyurulmuştur:
“Siz, insanlar için
çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkorsunuz.
Allah'a da inanırsınız.”
“Böylece sizi, insanlara
karşı hakkın şahitleri olasınız, Allah Resulü de size şahit olsun diye vasat
(orta, seçkin, adaletli) bir ümmet kılmışızdır”
“Muhammed Alllah'ın
Resulüdür. Onan maiyyetinde bulunan (sahabî)ler kafirlere karşı çetin, kendi
aralarında ise merhametlidirler. Onlan devamlı rüku ve secde edici olarak
görürsün. Allah'tan bir fazl ve rıza gösterirler. Secde izinden (hasıl olan)
nişanları yüzlerindedir,”
Sahabenin faziletine
dair hadisler de vardır. En önemli ikisini nakledelim.
“İnsanların hayırlısı
benim (yaşadığım) devirde yaşayanlardır. Sonra onları takip eden (tabiî)ler,
sonra da onları takip eden (tebe'u't-tabi'în) gelir.”
“Ashabıma sakın
söğmeyiniz. Sakın ha, ashabıma söğmeyiniz. Nefsim kudretinde olan (Allah)'a
yemin ederim ki, sizden biriniz Uhud Dağı kadar altın sadaka vermiş olsa (sevabı)
sahabîlerimden birinin bir müd (iki avuç hurma) sadakasına ulaşamaz. Yarısına
da erişemez.”
Ehl-i Sünnet alimleri de
sahabenin fazilet sahibi bir nesil olduğunda görüş birliğine sahiptirler. Bunda
icma vardır. Bir kere sahabe Hz. Nebi (s.a.s)'in terbiye ettiği bir nesildir.
Ondan ilim, ahlak, fazilet öğrenmiş, onun terbiyesi altında yetişmişlerdir.
Bunun yanısıra İslam Dini ve Hz. Nebi uğruna büyük sıkıntılara göğüs germişler,
yerlerinden yurtlarından işlerinden güçlerinden, çoluk çocuklarından, ana, baba
ve akrabalarından ayrı düşmüşlerdir. Hz. Nebi'in etrafında halka oluşturmuşlar,
kanlarını, canlarını, mallarını onun yoluna feda etmekten çekinmemişlerdir. Bu
bakımdan sahabe bir yandan Hz. Nebi'in terbiyesi altında yetiştikleri, öte
yandan İslamiyet uğruna görülmemiş fedakarlık örnekleri gösterdiklerinden
dolayı üstün ve faziletli bir nesil sayılmaya hak kazanmışlardır. Aslında
sahabe, Kur'an-ı Kerim ve Hz. Nebi'in hadislerinde öğülen bir nesildir. Bu
itibarla faziletleri üzerinde uzun uzadıya açıklamalar yapmaya hiç de gerek
yoktur.
Hz. Peyganmber'in
çevresini oluşturan sahabe onun Kur'an-ı Kerim'i açıklayan, hükümlerini
uygulayan söz ve fiillerine, bunun yanısıra emir ve yasaklarına, nasihat ve
tavsiyelerine büyük ilgi duymuşlardır. Bu ilgi onları hadis öğrenmeye
sevketmiştir. Sünneti aksettiren hadisleri büyük bir şevkle öğrenmişlerdir. Hz.
Nebi'in bir sözünü işiten, herhangi bir davranış veya hareketini gören sahabî,
işittiğini veya gördüğünü iyice öğrenmiş, kendi aralarında müzakere yoluyla başka
sahabilere de nakletmiştir. Sahabenin bu tutumu hadislerin aralarında
yayılmasını sağlamıştır. Hz. Nebi'in ebedi hayata göç etmesinden sonra islam
fütuhatının genişlemesiyle yeni meseleler ortaya çıkmaya başlayınca hadise
ihtiyaç daha da artmıştır. Genişleyen İslam aleminin meselelerini çözüme
bağlayacak esaslar gerektiğinde ilk baş vurulacak kaynak Kur'an-ı Kerim, sonra
hadisler olmuştur. Böylece sahabenin günlük hayatın safhalarında uygulamak
maksadiyle öğrendikleri hadislerin rivayet edilmesi zamanla zaruri hale
gelmiştir. Bu zarurete tabiîlerin, Hz. Nebi'den öğrendiklerini kendilerine
nakletmeleri için ısrarlı bir şekilde istekte bulunmaları eklenince sahabe
bildiklerini rivayete başlamıştır. Onların bu faaliyeti hadislerin kaybolmadan
tabiilere aktarılması neticesini vermiştir.
Hadis tarihinde sahabe
devrinin en önemli hareketi hadis rivayetinin yanında hadislerin yazılıp
yazılmaması meselesidir. Kitabetu'l-hadîs bahsinde söz konusu edildiği gibi,
Hz. Nebi önceleri hadislerin yazılmasına izin vermemiştir. Onun izin vermemesi
üzerine sahabeden bazıları hadisleri ezberlemiş, ezberinden rivayet etmiştir.
Şu da var ki, sa-habîlerden hepsinin kültür seviyesi ve öğrendiği hadisleri
hıfzetme derecesi bir değildir. Aralarında yazı bilenler de son derece azdır.
Bütün bu sebeplerle sahabîlerden çoğunun hadisleri yazmadıkları görülür. Bunlar
öğrendiklerini yazmamış, hatta bir kısmı hadislerin ezberden nakledilmesi
gerektiği fikrini savunmuştur. Daha sonra hadis yazma yasağının kalkması
üzerine sahabeden yazı bilenler öğrendikleri hadisleri yazmaya başlamışlardır.
Abdullah b. Amr, Cabir b. Abdillah, Ali b. Ebî Talib, Enes b. Malik gibi
tanınmış sahabîlerin hadis yazdıkları bilinen bir gerçektir. Bazı sahabîlerin
yazdıkları hadisler sahîfe denilen ilk yazılı hadis metinlerini meydana
getirmiştir.
Sahabe devrinin hadis
rivayeti'yle ilgili ikinci önemli meselesi, çok hadis rivayet etme konusudur.
Sahabenin ileri gelenleri Hz. Nebi'den her işitilenin rivayet edilmesini hoş
görmemişlerdir. Ebu Hureyre bu konuda hayli eleştiriye uğramıştır. Onun
kendisini savunmak için söylediği şu sözleri bir taraftan fazla hadis rivayet
etmesinin, öte yandan bütün sahabenin hadis rivayetiyle meşgul olmasının
sebeplerini açıklamaktadır:
“Ebu Hureyre çok hadis
rivayet ediyor diyorsunuz. Allah'a yemin ederim ki Kur'an-ı Kerim'deki şu
manadaki iki ayet olmasaydı o tek bir hadis bile rivayet etmezdi:
“O kimseler ki, bizim
indirdiğimiz burhanları ve hidayeti, insanların faydalanması için kitapta
açıklamamızdan sonra yine de gizlerler.
Allah ve lanet ediciler
onlara lanet ederler. Ancak tevbe edenlerin, kendilerini islah edenlerin ve
hakkı açığa çıkaranların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri kabul edici ve
günahları bağışlayıcıyım.” Muhacirler çarşı pazarda ticaretle, Ensar, bağ ve bahçelerinde
ziraatle meşgullerken Ebu Hureyre karın tokluğuna Hz. Nebi'e hizmet ediyor ve
hadis topluyordu. Başkalarının bilmedikleri şeylere şahit oluyordu.”
Sahabe, hadisleri
rivayet konusunda üstün bir azim ve gayret gösterdikleri gibi bildiklerini yaymak
konusunda da aynı azim ve gayreti göstermiştir. Ebu Zerri'l-Gıfari'nin boynunu
işaret ederek söylediği şu sözleri bu azmi dile getirmiştir: “Kılıcı (beni
öldürmek için) şuraya dayassanız, ben de Allah Resulünden işitmiş olduğum bir
sözü siz işinizi tamamlayıncaya (başım kesilinceye) kadar tebliğ etmeye vakit
bulacağımı bilsem o sözü size mutlaka yetiştirirdim.” Bu azim iledir ki sahabe
Hz. Nebi'den görüp işittiklerini veya görüp işitenlerin nakletmesiyle
öğrendiklerini yaymak hususunda birbirleriyle adeta yarışmışlardır. Kendi
bilmediklerini bilenlere sorup öğrenmek için uzun mesafeleri hiçe sayarak çetin
ve yorucu yolculuklar yapmışlardır. Terim olarak adına nhle denilen hadis
öğrenme yolculuklarını ilk defa başlatanlar sahabîlerdir. Bu yolculukların bir
çoğunun İslam aleminin çeşitli yörelerine göç edip birbirlerinden
uzaklaştıkları için çetin şartlar altında ve sırf bir hadisi öğrenmek veya
bilinen bir hadisi karşılaştırıp sağlama bağlamak maksadiyle yapilıdği
söylenirse sahabenin hadis rivayet ve yayma konusundaki hizmetleri daha açık
bir şekilde belirtilmiş olur.
Sahabîlerin hal
tercümelerine dair pek çok kitap te'lif ve tasnif edilmiştir. En önemli birkaçı
şunlardır:
1. el-İsti'ab fi
Ma'rifeti'l-Ashab: İbn Abdilberri'l-Kurtubî.
2. Usudu'l-Ğabe fi
Ma'rifeti's-Sahabe: İbnu'l-Esîr.
3. el-İsabe fî
Temyîzi's-Sahabe: İbn Haceri’l-Askalanî.