MENSUH
NASİHU’L-HADİS VE
MENSUHUHU
NASİH - NESH:
Sözlükte değiştirmek,
silip yok etmek, bir şeyin ardından bir başka şey getirmek, nakletmek ve kaydetmek
gibi manalara gelir. Terim olarak Hadis Usulünde nâsihu'l-hadîs ve mensûhuhû
şeklinde kullanılır. Bunun dışındaki ilimlerde kısaca nesh denir. Umumiyetle
şer'î bir hükmün yürürlükten kaldırılarak yerine bir başka hükmün getirilmesine
denir. Hükmü kaldıran da, kaldırdığı hükmün yerine bir başkasını getiren de
Allah Te'âlâ'dır. Onun emir veya müsaadesiyle Nebii de bir şer'î hükmü
neshedebilir.
Bir hükmü yürürlükten
kaldıran hükme nasih; bir diğer hükümle yürürlükten kaldırılana ise mensûh
denir.
İslâmî edebiyat içinde
en çok münakaşa konusu olmuş meselelerden birisi neshtir. Öyle ki islâm
âlimleri en azından vakıa olarak görülmüş nesh olayı üzerinde hayli münakaşalar
yapmışlardır. Bu münakaşaların sonunda neshin imkânı, vukuu, şartlan, aklî ve
naklî delilleri üzerinde durulmuştur. Sonunda konu ile ilgili zengin bir bilgi
birikimi meydana gelmiştir.
Bilinen bir gerçektir
ki, kainatın yaratıcısı olan yüce Allah kulları üzerinde mutlak hüküm
sahibidir. Dilediğini emreder; dilediğini yasaklar. Dilediğini de bir süre
yürürlükte bulunduktan sonra nesheder; yerine bir başka hüküm getirir. Kaldı ki
kainat üzerinde bunca değişim mevcuttur. Yaradan, bu gün yarattığını yarın yok
etmekte veya bir başka şekle getirmektedir. Şu hale göre nesh O'nun takdiri ve
kullan üzerindeki mutlak tasarrufu ve hükmü sayılmalı; yoksa Allah'ın -hâşâ-
koyduğu hükümden vaz geçtiği anlamına alınmamalıdır.
Neshin Kur'ân-ı
Kerim'deki delili şu ayettir:
“Biz bir ayeti (hükmünü
diğer bir ayetle değiştirir) neshedersek veya unutturursak ondan daha
hayırlısını, yahut onun benzerini getiririz. Allah'ın her şeye hakkiyle kadir
olduğunu bilmiyor musun?” [Bakara 106]
Nesh, yalnızca dinî
hükümlerde olur. Beşeri hükümlerin değiştirilmesi nesh anlamına gelmez. Bazı
toplumlarda İslâm Hukukunun tatbik edilmeyerek yerine beşeri hukuk
sistemlerinin getirilmesi de nesh demek değildir. Şu da var ki, ebediyet
kaydiyle bilinen hükümlerde mesela namazın, orucun, farziyyetinde nesh söz
konusu olmaz. Ayrıca haberlerde, olayların hikâye edilmesinde de nesh olmaz.
Bir hükümde neshe
hükmedebilmek, bir diğer deyişle şu hüküm nasihtir; şu ise mensûhtur diyebilmek
için bazı şartlar vardır. Önce nesh hakkında bir hitap olmalıdır. Meselâ,
İslâm'ın ilk devirlerinde yatsı namazını kıldıktan, uyuduktan sonra yemek, içmek,
kansına yaklaşmak caiz değildi.
“Oruç (tutacağınız
günün) gecesi kadınlarınıza yaklaşmak size helâl kılındı” ayetindeki hitap
önceki hükmü neshetti.
İkincisi gerek nâsih,
gerekse mensûh her ikisi de birer şer'î hüküm olmalıdır. Bilhassa, cahiliye devrindeki
bir âdeti kaldıran şer'î hüküm gibi nasih, mutlaka şer'î hüküm mahiyeti
taşımalıdır. Bundan başka mensûhun hükmü devamlı olmalı, belli bir süre için
konulmuş bulunmamalıdır. Muayyen bir vakit için konulmuş hüküm zaten o vakit
çıktığında yürürlükten kalkar. Bu itibarla böyle belirli bir zaman için
konulmuş hükümlerde nesh vaki olmaz.
Nâsih hükmün mensûhtan
sonra gelmesi, ikisinin birbirine zıt olup aralarını belirleştirmenin veya
ikisiyle birlikte amel etmenin imkânsız oluşu da neshin şartlarındandır.
Nesh denilince akla ilk
defa bir Kur'ân-ı Kerim hükmünün, başka bir Kur'ân-ı Kerim hükmünü neshetmesi
gelir. Bundan başka, Kur'ân-ı Kerim'in Sünneti neshi ile Sünnetin Sünneti neshi
vardır. Kur'ân-ı Kerim'in sünneti neshine Hz. Nebi (s.a.s)'in önceleri
Kudüs'deki Mescidi Aksâ'ya yönelerek namaz kılmasını Kur'ân-ı Kerim'in,
“(Namaz kılarken) artık
yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey Mü’minler!) Siz de nerede
bulunursanız bulunun (namaz kılarken) yönünüzü o tarafa dönün” ayetinin
neshetmesi misal gösterilebilir. Sünnetin sünneti neshine gelince, nesh veya
nâsihu'l-hadîs ve mensûhuh denilince kasdedilen budur. Hz. Nebi'in Sünneti
olarak varid olmuş bir hükmün, yine Hz. Nebi tarafından neshedilmesinden
ibarettir. Meselâ,
“Sizi kabirleri ziyaret etmekten
men etmiştim. Artık ziyaret edebilirsiniz.” Hadiste görüldüğü gibi Hz. Nebi
Mü’minleri mezar ziyaretinden önce men etmiş; sonra bu yasağı kendisi
kaldırmıştır. Dolayısiyle Sünnetle konulmuş bir hüküm yine Sünnetle
kaldırılmıştır.
Hadiste neshin bulunduğuna,
bir başka deyişle neshin şartlarına göre, birbirine zıt manada varid olup
aralarının birleştirilmesi veya her ikisiyle amel edilmesinin mümkün olmayıp
birinin nâsih, ötekininse mensûh olduğuna hükmedilmesi çeşitli yollarla olur.
Bunlara neshin alâmetleri denir. Hadislerde nesh vaki olduğunun belli başlı
alâmetleri şunlardır:
a) Hz. Nebi'in kendi
açıklaması. Yukarıda verilen kabir ziyareti hadisinde olduğu gibi Hz. Nebi
(s.a.s) önceleri bir şeyi men ettiğini, sonradan o önce men edilen şeyin yapılmasına
izin verdiğini bizzat kendisi açıklar. Bu, önceden koyduğu hükmü sonradan
neshetiğine delalet eder. O hadisin Müslimdeki devamı da aynı konuda iki misal
oluşturur:
“... Kurban etlerini üç
günden fazla tutmaktan sizleri men etmiştim. Artık onu da lüzum görülen müddet
tutabilirsiniz. Deri kaplarda saklananlar hariç sizleri hurma şırası içmekten,
de men etmiştim. Bundan böyle bütün kaplardan içebilirsiniz. Şu var ki, (hangi
kapta olursa olsun) sarhoşluk verecek şekilde şarap haline gelmişse yine de içmeyin”
Rivayete göre Hz. Nebi
(s.a.s) zamanında çevre kabilelerde yaşayan fakir müslümanlar bir Kur'ban
Bayramı yaklaştığında akın akın Medine'ye gelmeye başladılar. Bu durumu gören
Hz. Nebi sahabîlere “Kurban etlerinizi üç gün tutun. Sonra geri kalanı sadaka
verin” buyurdu. Ertesi yıl sahabîler
“Yâ Resûlallah, dediler;
bazıları kurbanlarından kaplar dolusu erzak elde ediyorlar. Yağ eritip
saklıyorlar.” Allah Resulü,
“Bunu bana niçin
soruyorsunuz?” buyurdu. Sahabiler
“Geçen sene kurban
etlerinin üç günden fazla tutulmasını men etmiştiniz de ondan” cevabını
verdiler. Bunun üzerine
“Ben o zaman gruplar
halinde akın edip yavaş yavaş gelen fakir çöl ahalisi(ni düşündüğüm) için sizi
(kurban etlerinizi üç günden sonra yemekten) men etmiştim. Artık kurban
etlerinizi yeuiniz. Biriktiriniz, sadaka veriniz” buyurdu.”
Bu hadiste de açıkça
görüldüğü gibi Hz. Nebi (s.a.s) kurban etlerinin çölden Medine'ye gelen
fakirlere dağıtılması maksadiyle üç günden fazla tutulmasına önce müsaade
etmemiştir. Ancak aradan bir yıl geçince bu yasağı kaldırmış, müslümanları
diledikleri şekilde hareket etmekte serbest bırakmıştır. Şu hale göre ilk
koyduğu hükmü sonradan kaldırmıştır. Bu da Sünnetin Sünnetle neshidir.
Önceleri deri tulumlarda
muhafaza edilenin dışında hurma şırası içmenin yasaklanması, sonradan
şaraplaşmadığı sürece hangi kapta muhafaza edilirse edilsin, içilmesine izin
verilişi de öyledir. Her iki nesh olayı Hz. Nebi'in bizzat kendisinin söylediği
sözlerinden anlaşılmaktadır.
b) Sahabîlerin ifadesi
de hadislerde neshe delâlet eder. Bu durumda Hz. Nebi (s.a.s)'in bir
hadisindeki hükmün bir başka hadisinin hükmüyle neshedilmiş olduğu sahabî
sözünden anlaşılır. Şu misal bunu gösterir. Hz. Nebi önceleri, “Ateş dokunmuş
(deve eti yemek) sebebiyle abdest alın” buyurarak ateşte pişen deve eti yemenin
abdest almayı gerektirdiğini hükme bağlamıştır. Bu hükmün sonradan neshedilmiş
olduğu sahabeden Câbir b. Abdillah'ın şu sözlerinden anlaşılmaktadır:
Hz. Nebi (s.a.s)'in son
olarak yaptığı iki işten biri ateşte pişmiş (deve eti) yemek yüzünden abdest
almayı bırakmak idi.”
Mensûh ile nâsih
hükümleri bildiren sahabî ifadesi bazen bir arada bulunabilir. Meselâ,
“Hz. A'işe'den
nakledildiğine göre Hz. Nebi hamama gitmekten men etti. Sonra erkeklerin
peştemallı olarak gitmelerine müsaade etti.”
c) İcmâ'da neshe delâlet
eder. Bir diğer ifadeyle, hadiste neshin bulunduğu icmâ' ile sabit olur. Burada
işaret etmek gerekir ki, icmâ' daha çok nâsihi gösterir; mensuha delâlet etmez.
Meselâ Hz. Nebi (s.a.s) üç defa içki içtiği için had cezasına çarptırılan bir
kimsenin dördüncüde öldürülmesini emretmiştir. Hz. Nebi'in bu emrinin tatbik
edildiğini gösteren herhangi bir haber yoktur. Kaldı ki, bu hükmün tatbik
edilmediğinde icmâ' vardır. Böyle bir hüküm tatbik edilseydi sahabe bunu
rivayet ederlerdi. İşte içki içene dördüncü içişinde verilen ölüm cezası
hükmünün tatbik edilmediği konusunda icmâ bulunması o hükmün Hz. Nebi
tarafından neshedildiğini gösterir.
İcmâ'ın neshe delâlet
ettiğini gösteren ikinci misal şu hadistir:
“Câbir'den rivayet
edilmiştir. “Biz, demiştir; Hz. Nebi (s.a.s)'in maiyetinde haccettiğimiz zaman
kadınların yerine telbiye etmiş; çocukların yerine cemreleri taşlamıştık”
Haccederken -bedel haccı hariç- kadınların seslerini yükseltmemek kaydiyle
kendilerinin telbiye etmelerinde icmâ' vardır. Nitekim Tirmizî, bu hadisi
naklettikten sonra şunları söylemiştir: “Kadının haccederken kendi yerine
başkasının telbiye edemiyeceği, aksine telbiyeyi kendisinin yapması konusunda âlimlerin
icma'ı vardır. Yalnız kadının telbiye ederken sesini yükseltmesi mekruh
görülmüştür.
Anlaşıldığına göre Hz.
Nebile birlikte hacceden kadın sahabîlerin yerine erkeklerin telbiye etmesine
önce izin verilmiş, bu izin Hz. Nebi tarafından kaldırılmıştır. Bütün âlimlerin
icma'ı, kadının haccederken -yüksek sesle olmamak kaydiyle- kedisinin telbiye
etmesi yönündedir. Şayet Cabir'in bahsettiği hüküm mensûh olmasaydı hac
menasiki arasında tatbik edilir ve haberi bize kadar ulaşırdı. Aksine sahih bir
rivayet olduğu sürece de icmâ' hasıl olmazdı.
d) Tarih itibariyle
nâsihin sonra, mensûhun önce oluşu da neshe delâlet eder. Buna göre birbirine
zıt iki hüküm taşıyan Sünnetten biri önce diğeri sonra vaki olmuşsa önceki
mensûh; sonraki nâsihtir. Meselâ, “Şeddad b. Evs'ten nakledilmiştir. Demiştir
ki, “Biz Fetih senesi Hz. Nebi (s.a.s)'le birlikteydik. Ramazanın on sekiziydi.
Allah Resulü kan aldıran birini gördü. Şöyle dedi:
“Kan alan da aldıran da
iftar etmiş (orucunu bozmuş) oldu” Aynı konuda bunun aksine bir rivayet daha
vardır ve şöyledir:
“İbn Abbas'tan Hz. Nebi
(s.a.s)'in oruçlu iken kan aldırdığı rivayet edilmiştir.” Bu iki hadisin
ilkinde, dikkat edilirse Şeddâd Hz. Nebi'in oruçlu iken kan aldıran birini
gördüğünde alanın da aldıranın da orucunu bozmuş olacağını Mekke'nin
fethedildiği yıl söylediğini belirtmiştir. Mekke, hicretin 8. yılında
fethedilmiştir. İbn Abbas ise Hz. Nebi (s.a.s)'i onuncu hicret yılında Veda
Haccı sırasında görmüştür. Şu hale göre Hz. Nebi (s.a.s)'in oruçlu iken kan
aldırması olayı Mekke Fethinden sonra olmuştur. Dolayısıyle oruçlu iken kan
aldırmanın orucu bozacağı hükmü, Hz. Nebi'in oruçlu olduğu halde kan aldırması
fiilî sünnetiyle nesh edilmiştir. Önceki mensûh, sonraki nâsihtir. Nesh olayı
ise böylece iki olayın tarihlerinden anlaşılmaktadır.
Öte yandan aynı konudaki
bir başka rivayette Hz. Nebi (s.a.s)'in oruçlu olduğu halde kan aldıran Ca'fer
b. Ebî Talibin yanına vararak “işte bu, şimdi iftar etmiş oldu” dediği
nakledilmiştir, bilindiği gibi Ca'fer, 8. hicri yılda yapılan Muta savaşında
şehit düşmüştür. Buna göre Hz. Nebi'in onu kan aldırırken görüp orucunun
bozulduğunu söylemesi bu yıl dolaylarında olmalıdır. Oysa İbn Abbas’ın Hz.
Nebi'i oruçlu olduğu halde kan aldırırken germesi olayı tarih bakımından daha
sonradır. İlk rivayetin mensûh olduğu da olay tarihinin önce olmasından
anlaşılmaktadır. Haliyle daha sonraki nâsihtir.
Nesh konusu hadis
ilminin en çetin konularından biri sayılır; zira rivayet şartlarını yerine
getirerek birbirleriyle tezat teşkil eden hükümler taşıyan iki hadis rivayet
ettiklerinden bunlardan birinin mensûh olduğunu bilmeyenler, ondan yanlış hüküm
çıkarırlar. Böyle bir durumda hükümde nâsih değil, mensûh esas alınmış olur.
Bununla birlikte nesh, hadislerdeki nasih mensûh konularıyla meşgul olan bu ilimde
şöhret yapmış âlimler vardır. İmam Şâfi'î nesh konusunda önde gelen isimdir.
Hadislerin nâsih ve
mensûh olanlarına dair günümüze iki kıymetli eser kalmıştır. Bunlardan
birincisi Ahmed b. Hanbel'in Kitâbu'n-Nâsih ve'l-Mensûhu, diğeri el-Hâzimî'nin
Kitâbu'l-İ'tibar fi'n-Nâsihi ve'l-Mensûhi mine'l-Asâr isimli eseridir.