MUSTEMLİ
İstif’al babından ismi
fail olan müstemli, aslında şeyhten kendisine hadis yazdırmasını isteyen talibe
denir. Hadis rivayetine yeni başlamış olan biri tanınmış bir hadis şeyhinin
ilim meclisine katılarak ondan hadis yazmaya başlarsa mustemli sayılır.
Cami ve mescit gibi
ibadethanelerde, açık havada veya uygun yerlerde meclisler akdedip bu
meclislerde hazır olanlara imla suretiyle hadis rivayet etmek, İslâm tarihinin
ilk devirlerinden itibaren görülegelen ilmi faaliyetler arasındadır. Hadis
meclislerinde toplanan talebeye hadisleri yazdırarak rivayette bulunmak her
devirde büyük ilim merkezlerinden nisbeten küçük yerlere kadar her yerde
uygulanmış ve bu usul hadis rivayet metodlarından biri sayılmıştır. Bu
meclislere katılıp şeyhin hadislerini yazmak isteyenler talip adıyla bilindiği
gibi mustemli diye de anılır.
Bununla birlikte
mustemli, daha çok hadis meclislerinde yüksekçe bir yere oturarak hadislerini
yazdıran şeyhin sesini uzak yerlerde oturanlara duyurmak için tekrar edene
denir.
İmlâ maddesinde söz
konusu edildiği gibi, hadis meclislerinde bazen binlerce talib toplanırdı.
Haliyle şeyhten uzak yerlerde oturanların onun sesini uzaktan işitmeleri
imkansızdı. Bu durumda meclisin büyüklüğüne göre belli yerlerde gür sesli bir
veya bir kaç kişi bulunur, şeyhin okuduğu yahutta kendisine okunan hadislerin
lafızlarını tekrar ederek uzakta bulunanların duymalarını sağlardı. Kısacası
günümüzde hoparlörün yaptığı İşi hadis meclisinde kişiler yapar, bunlara
müstemli denirdi.
Mustemli'nin şeyhin
okunan hadis lafızlarını uzaktakilere duyurmak maksadıyla tekrar etmesine
tebliğ denir.
Müstemlilik vazifesinin
hadis meclislerinin kalabalık oluşu ve şeyhden uzak düşenlerin sözlerini
işitmemeleri üzerine ihdas edildiğine şüphe yoktur. Veda haccında Nebi
(s.a.s)'in Arafatta söylediği hutbenin Hz. Ali tarafından tekrar edilişi benzer
tatbikatın Nebi (s.a.s) zamanına kadar gittiğini gösterir. Kalabalık
meclislerde şeyhin sesinin uzaktakiler tarafından işitilmemesi üzerine
hadisleri yazanların duymadıkları yerleri yanındakilere sormaları yüzünden
gürültü çıkmasının da mustemli kullanmakta tesirli olduğu söylenebilir.
Rivayete göre Sufyân b. Uyeyne hadis meclisinde Ebu Müslim el-Mustemli
“Meclis çok kalabalık
uzaktakiler işitmiyorlar” deyince
“Sen işitiyorsun değil
mi?” diye sormuş o da
“Evet işitiyorum”
cevabını vermiştir. Bunun üzerine Sufyan
“Onlara sen duyur”
demiştir. el-A’meş de şöyle demiştir:
“İbrahim en-Neha'i'nin
hadis meclislerine devam ederdik. Bazen halka genişlerdi de uzakta olanlar
söylediklerini duymazlar, birbirlerine sorarlardı. Sonra da ondan işitmeyip
başkasından duydukları sözleri ona nisbet ederek rivayet ederlerdi.”
Her iki rivayet hadis
meclislerinde kalabalık yüzünden şeyhe uzak düşenlerin onun rivayet ettiği
hadislerin lafızlarını işitmemeleri halinde bir tedbir olarak birisinin
tekrarladığını açıkça göstermektedir. İbrahim en-Nehai birinci hicri asır
âlimlerinden olduğuna göre hadis meclislerinde mustemli kullanmanın erken devirlerde
başladığı söylenebilir. Ne var ki kesin tarih sınırı içinde başlangıcını
kestirmek imkânsızdır.
Hadis meclislerine
gösterilen rağbet şeyhin ilmi mevkii ile şöhretine bağlıdır. Her devirde isim
yapmış hadis alimlerinin meclisleri diğerlerine nisbetle fazla kalabalık
olmuştur. Bu durum ise meclisin büyüklüğüne göre birkaç mustemlinin birden
görev yapmasını zorunlu kılmıştır. Rivayete göre Basra'lı meşhur muhaddis Ebu
Müslim İbrahim b. Abdillah el-Kecci (el-Keşşi)'nin meclisinde aynı anda yedi
mustemli vazife yapmıştır.
el-Hatibu'l-Bağdâdi'nin
kaydettiğine göre mustemli'nin mecliste yüksekçe bir yere veya kürsü üzerine
oturması uygun olur. Böyle yüksek bir yer ya da oturacağı kürsü bulamayan
ayakta durur. Tebliğ esnasında şeyhin lafızlarını aynen tekrar etmesi iyi olur.
Özellikle raviler dirayetli ve rivayet esaslarını iyi bilen kimselerse bu
lüzumlu hale gelir. Mustemlinin şeyhin sözlerini aynen tekrar etmemesi halinde
isnadların hadis lafızlarına karışması ve yanlış yazılması tehlikesi vardır. Şu
olay bunu gösterir:
“Hârûnu'd-Dik el-Basri,
Dâvud b. Raşid'in müstemlisi idi. Davud, Haddesenâ Hammâd b. Hâlid dese bunu
kitabına “haddesenâ Hammâd b. Zeyd” diye yazar; istimla anında Hammâd b. Seleme
diye okurdu. Sonra evine gider yazdıklarını okumak ister, doğru dürüst
okuyamayınca da kalkar karısını döğerdi. Kadın da gelip Davud'a şikayet ederdi.
Mustemlinin vazifesi
sadece şeyhin okunan hadislerinin sözlerini tekrar ederek mecliste bulunanlara
duyurmak değildir. Yine el-Hatib'in kaydettiğine göre bir hadis âliminin
meclisinde mustemi olarak bulunan kimsenin görevleri arasında şu işleri yapmak
da vardır:
İmlâya başlamadan Kur'ân
okumak; Kur'ân okunduktan sonra cemaatı susturmak; besmele çekmek; hamdele edip
Nebi (s.a.v.)'e salât ve selam okumak; daha sonra muhaddise dönüp dua ederken o
gün okunacak hadisleri kimlerden rivayet ettiğini sormak, Bundan başka Nebi
(s.a.s)'in ismi her geçtiğinde (Sallallahu aleyhi ve sellem), sahabi ismi
geçtiğinde (radiyallahu anh) demek de mustemlinin görevleri arasındadır.
Şeyhin sesini işitmeden
mustemliden duyulan hadisleri şeyhe nisbet ederek rivayet etmenin cevazı
konusunda basit de olsa görüş ayrılığı vardır. İbnu's-Salâh’ın işaret ettiğine
göre pek çok muhaddis mustemlinin söylediği sözleri mumli denilen şeyhten
rivayet etmeyi caiz görmüşlerdir. Ne var ki müstemlinin tekrar ettiği sözleri
işitmeyip yanındakine sorup öğrendikten sonra şeyhe nisbet ederek rivayetin,
hadis rivayetinde tesahül olduğunu söyleyerek bu cevaza katılmayanlar vardır.
Sufyân b. Uyeyne caiz olduğu; Buhâri şeyhi Ebu Nuaym el-Fadl b. Dukeyn caiz
olmadığı görüşünde olanlardandır. Sufyan b. Uyeyne'nin yukarıda nakledilen
haberi onun hadis meclisi büyük olduğu takdirde şeyhin sözleri müstemliden işitip
ona isnad ederek rivayeti caiz gördüğüne delil addedilmiştir. Rivayete göre
el-Fadl b. Dukeyn pratikte el-A’meş, Sufyân gibi muhaddislerden dinlediği
hadislerden bir harf, bir isim bile olsa, kulağıyla işitmeyip arkadaşlarından
sorarak öğrendiği tek tük kelimeleri şeyhinden değil arkadaşlarından rivayet
eder, başka türlü hareketi caiz görmezdi. Aynı konuda Halef b. Temim şöyle
demiştir: “Sufyan es-Sevri'den onbin kadar hadis işittim. Rivayet esnasında
bazen bazı hadislerin lafızlarını iyice anlamak ister, yanımda oturandan
sorardım. Bir gün de Zaide b. Kudâme'ye sordum. Bana “kalbinin hıfzettikleri
ile kulağının duyduklarından başkasını sakın rivayet etme” dedi. Ben de hepsini
kaldırıp attım.”
el-Irâki ise şeyhin
hadislerini mustemlinin sözlerinden rivayet etmenin ötedenberi
uygulanageldiğini kaydettik den sonra mustemlinin, şeyhe hadislerini okuyup
arzeden kimse hükmünde olduğuna işaret ederek şöyle der: “Ancak bu durumda
hadislerini imlâ ettiren şeyhin, hadislerini okuyan kârinin sesini işitmesi şart
olduğu gibi mustemlinin sesini duyması da şarttır. Bu konuda ihtiyata uygun
olan, İbn Huzeyme ve diğer bazı alimlerin yaptıklarını yaparak nakledilen
hadisin veya kimi lafızlarının müstemliden işitilmiş olduğunu edâ sırasında
“ahberanâ fulânun bi-tebliği fulânin” diyerek açıklanmasıdır.”
Buhâri'nin rivayet
ettiği bir hadisde Câbir b. Semure şöyle demiştir:
“...Nebi (s.a.s)'i “On
iki emir gelir...” derken duydum. Allah Resulü bir şey daha söyledi ama ben onu
işitemedim. Nebiin burada ne dediğini babam haber verdi ve “hepsi de
Kuteyş’tendir” buyurduğunu söyledi” Burada da Câbir b. Semure kendisi bizzat
Nebi (s.a.s)'in mübarek ağızlarından duydukları sözlerle babası vasıtasıyla
işitmiş olduklarının arasını ayırmıştır.
Hadis meclislerinde imlâ
sistemi ile hadis rivayetinin gördüğü ilgi nisbetinde müstemlilik de önem
kazanmış ve zamanla bir meslek haline gelmiştir. Rical kitaplarında el-mustemli
nisbesi ile görülen pek çok kişi aynı zamanda bu işi görenlerdir.905 Bunlar
yaptıkları işe karşılık ya belirli bir ücret alırlar; ya da şeyhin imlâ ettiği
hadislerin yazılı bir nüshasına sahip olurlardı. Bu ikincisi, hadisle meşgul
olan müstemliler için paha biçilmez bir kazanç sayılırdı.