ESANİD
İSNAD
Sözlükte: İf'al babından
mastardır. Lazım (geçişsiz) ve müteaddi (geçişli) manalarıyla kullanılır. Buna
göre dağ'a çıkmak yada çıkarmak, yaslamak veya yaslanmak, desteklemek, dayanak
yapmak anlamlarında kullanılır.
Hadis terimi olarak
İsnad kısaca bir Hadis yada haberi söyleyenine nisbet etmeye denir. Bir Hadis'i
başkasına nakleden ravi onun kimden işittiğini veya kimden aldığını aldığı
kimsenin kimden naklettiğini bazı özel tabirler kullanarak muhakkak belirtir.
Böyle Hadis'in ilk kaynağı olan Nebi s.a.v. 'e ulaşıncaya kadar kesiksiz bir
nakil zinciri kurulur. Böyle bir nakil zinciri kurmaya İsnad denir.
Bir Hadis bütünüyle iki
kısımdan meydana gelir. Bunlardan biri sened ikincisi ise metindir. Sened Nebi
s.a.v.'e ulaşan rivayet zincirini oluşturan ravilerdir. Ravilerin isimlerini
-Haddesena, ahberana, enbeena, an, enne ve benzeri eda lafızlarıyla zikretmeye
ise isnad tabir edilir.
Mesela:
Ahberana Malik an Nafi
an Abdullahi'bni Umer enne Resulullahi sallallahu aleyhi ve sellem kale.
...... (Muvatte 476) Bu Hadisin metnini İmam Malik'in Ahberana an,
enne gibi eda lafızlarıyla Nebi s.a.v.'e ulaştırmasına isnad denir.
İsnad Hadis ilminin
üzerine döndüğü sadece Müslümanlara has bir sistemdir. Abdullah b. Mubarek:
İsnad dindendir. İsnad olmasaydı dileyen dilediğini söylerdi. (Müslim muk.
5.bab) İsnad'ın dinden olduğunda hemen
hemen tüm ulemanın ittifakı vardır.
Diğer taraftan İbn Hazm'a göre ALLAH (C.C.) Hadis'in Nebi s.a.v.'e
varana kadar sika'nın sika'dan rivayet ederek muttasıl bir şekilde naklini
öteki ümmetlerden çok müslümanlara has kılmıştır. Her ne kadar Yahudilerin
çoğunda irsal veya i'dal türünden rivayetlere rastlanırsada bunlarla Musa A.S.
'a bizim Nebi s.a.v.'e yakınlaşmamız gibi yakın olamazlar. Hatta Musa A.S. ile
aralarında otuz asırlık bir zaman olan devre kadar giderler. Ancak Şem'un ve
devrinde yaşayanlara kadar ulaşır, orada kalırlar. Hristiyanlara gelince
onların ellerinde de kadın boşamanın haram olduğuna dair haber haric tutulursa
isnad vasfına sahip hiç bir haber yoktur. Yalancılara yada kim oldukları
belirsiz kimselere isnad edilen haberler ise gerek yahudilerde gerekse
hristiyanlarda bol miktarda vardır. Yahudilerde bizim sahabe ve tabiin
kavilleri gibi aslında bir Nebi'nin arkadaşlarına veya onlara tabi olan birine
ulaşmak suretiyle naklettikleri sözlerde yoktur. Hristiyanların Şem'un ve
Pol'den yukarıya ulaşmaları da imkansızdır.
Ebu Ali el-Ceyyani'ye
göre ise ALLAH'U TEALA müslümanlara önceki ümmetlere vermediği üç şey
vermiştir. İsnad, ensab ve i'rab. el-Hakim'in ve diğer bazı Muhaddislerin
Mataru'l-Verrak'tan rivayet ettiklerine göre
''ev esaretin min ilmin'' nazmına
(Ahkaf 4) isnad manası verilmiştir. (Tedrib 1/59,60)
Denilebilir ki Hadis
rivayetinde isnad tatbikatı Sahabe devrinde başlamıştır. Nitekim Ebu Bekr r.a.
torunundan miras isteyen ninenin miras hakkının olup olmadığını bilmediğini
söylemesi üzerine Muhammed b. Mesleme Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in
nine'ye altıda bir hisse takdir ettiğini söyleyince, Ebu Bekr r.a.'in bu başka
bilenin olup olmadığını sorduğu tarihi
bir gerçektir. Ömer r.a. de istizan Hadisini rivayet eden Ebu Musa el-Eş'ari
r.a. den delil istemiş bu arada Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in bu
sözlerini duyan başka bir sahabinin olup olmadığını araştırmıştır. (Mecruhin, 1/36/7)
Sahabiler rivayet
ettikleri Hadisleri Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den işitmiş yada
fiillerini görmüş olduklarından onların isnad tatbik ettiklerinden bahsetmek
çok zordur. Öte yandan sahabenin tümü uduldür, yani adalet sahibi insanlardır.
Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'den işitmedikleri bir sözü, görmedikleri veya
görenden öğrenmedikleri bir fiili ona nisbet ederek rivayet etmeleri mümkün
değildir. Sahabeden sonraki Tabii ler nesline gelince durum değişir. Bu devirde
Hz. Osman r.a. 'ın şehid edilmesiyle karışıklıklar çıkmış, devam eden siyasi ve
ictimai olaylar sonunda müslümanlar gruplara ayrılmıştır. Bu guruplaşma sonucu
Hadis uydurma faaliyetleri başlamıştır. Böyle bir durum karşısında Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem'in ağzından Hadis uydurmanın önüne geçebilmek için
isnad tatbikine başvurulmak zorunda kalınmıştır. Muhammed b. Sirin bu konuda
şunları söylemiştir. ''Başlangıçta kimse
isnad sormuyordu. Ne zaman ki fitne zuhur etti (hadis rivayet edenler) bize
hadis aldıklarınızın isimlerini söyleyiniz'' demeye başladılar. Hadis'i rivayet
edene bakılıyor; ehl-i sünnetten ise Hadis'i alınıyor, bid'a ehlinden ise
Hadis'i alınmıyordu. (Müslim muk. 5.bab)
Osman r.a.'ın şehid
edilmesiyle başlayan olaylar üzerine müslümanların guruplaşması ve ortalıkta
hadis diye hayli rivayetin dolaşması üzerine Hadis'i naklaedenin onu kimden
aldığını açıklaması istenmeye başlamıştır. İşta bu olay isnad tatbikatının
başlangıcı sayılır.
Şu da var ki İbn-i
Sirin'in bu sözleri fitneden önce isnadın bilinmediğine delalet etmez. Ancak
Hadis ıstılahlarının yerleşmesinden sonraki manasıyla ilk isnad tatbiki siyasi
olaylar üzerine başlamıştır denilebilir.
Diğer taraftan Müslim mukkaddimesinde nakledilen bir haberde aynı konuya
ışık tutacak mahiyettedir. Mücahidden rivayet edildiğine göre : Buşeyr el Adevi
bir gün İbn-i Abbas'ın yanına gelerek: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle
buyurdu: ALLAH Resulü şöyle dedi diye Hadis rivayet etmeye başladı. İbn-i Abbas
onun ne Hadis rivayet etmesine aldırıyor, nede ona bakıyordu. Bunun üzerine
Buşeyr ''İbn-i Abbas dedi: Görüyorum ki sözlerimi dinlemiyorsun. Ben Nebi
sallallahu aleyhi ve sellem 'den Hadis rivayet ediyorum, sense kulak bile
vermiyorsun.'' İbn-i Abbas Buşeyr'e şu
cevabı verdi: ''Bir zamanlar bizler (yalancılığın görülmeye başlamasından
önceki günlerde) birinin ''Nebi sallallahu aleyhi ve sellem buyurdu ki... ''
dediğini duyduk mu gözlerimiz hızla ona döner, ne dediğine kulak verirdik. Ne
zaman ki insanlar güçlü ve arık develere binmeye başladılar (sağlam Hadisler
gibi uydurma hadisleri de rivayet eder oldular) artık insanlardan
bildiklerimizden başkasını almaz olduk. (Müslim muk. 4.bab)
Şu halde isnad, Hulefa-i
raşidinden sonra müslümanların guruplara ayrılmasıyla başlayan mevdu (uydurma)
Hadisler'in önüne geçebilemk için tatbikata geçmiş ve birinci hicri asrın
sonlarına doğru iyice yerleşmiştir. Yalnız Hadisler değil, diğer Haber ve
eserlerde isnad ile rivayet edilir olmuştur.
Yukarıda adı geçen İbn-i
Sirin ''Bu ilim dindir. Dinini kimden aldığına dikkat et. '' diyerek hadislerin
dinin ta kendisi olduğunu, hadis rivayet edenlerin onları kendilerine
nakledenlere dikkat etmeleri gerektiğini vurgulamıştır. İbn-i Şihab ez-Zuhri
''Kale Resulullah'' diyerek irsal yapan ibn-i Ebi Ferve'yi uyarmış ve
''hadis'ini niçin isnad'a bağlamıyorsun da bize ipi ve halkası olmayan hadisler
rivayet ediyorsun?'' demiştir. (Ma'rife
6)
Sufyanı's-Sevri de
isnad'ın mu'min'in silahı olduğunu söylemiştir. (Kavaid, 186)
İsnad tatbikatının her
önüne gelenin hadis rivayet etmesine dolaysıyla hadis'e yalan karışmasını geniş
çapta önlediğine şüphe yoktur. Bunun yanı sıra senedi teşkil eden ravilerin
kimlikleri, halleri, güvenilir olup olmadıkları, hadis rivayetine engel teşkil
eden hallerinin bulunup bulunmadığı gibi
önemli noktalar araştırma konusu yapılmıştır.
Buradan ise Rical, Cerh ve Ta'dil gibi ilimler doğmuştur. Herbirine dair
kitaplar yazılmak suretiyle Hadis ilmi geniş çapta gelişme kaydetmiştir. Tesbih
edilen kaidelerle de Hadis metodolojisi zengin bir kültür oluşturmuştur. Bütün
bunların temelinde isnad'ın yattığını söylemek gerçeği bir başka yönüyle
aksettirmek olur.