Ana Sayfa

 

BİD’AT  -  BİD’ATU’R-RAVİ

 

Değil Hadis ilminde, diğer islamî ilimlerin hemen hepsinde sıkça rastlanan bir terimdir. Sözlükte bir şeye başlamak, ibda ve ihdas etmek, yani bir şeyi ilk defa ortaya atmak; inşa etmek manalarına gelir. Genellikle İslâmiyet'in kemale ermesinden sonra ortaya atılıp dine nisbet ve izafe edilen şeylere denir. Bu şeyler Hz. Peygamber (s.a.s) 'in sağlığında yoktur. Sahabiler tarafından bilinmemektedir. Sonradan ortaya çıkmış ve dine sokulmuşlardır. Şu halde “dinin kemale ermesinden sonra ortaya- çıkan nesneye bid'at denir. Bir görüşe göre de bid'at, Hz. Peygamber'den sonra dinde ortaya çıkan işlere, heva ve heveslere de ıtlak edilir. Çoğulu bida' gelir.”

 

Genel manada bid'ate, emirlerin halk arasına karışmaktan çekinmeleri misal verilebilir. Hz. Peygamber hayatta iken böyle bir şey yoktur. Bizzat o, aile hayatı dışında devamlı olarak sahabilerin arasına karışmış, onlarla birlikte olmuştur. Sahabe zamanında da durum değişmemiştir. Toplum içinde söz sahibi herkes, özellikle emirler halk arasına girmemeleri lazım geldiği ileri sürülmüş; bu iddiayı desteklemek üzere bir takım deliller getirilmiştir. Hatta bu konuda hadis uyduranlar da olmuştur. Böylece bu iş, dinî bir kalıba sokulmaya çalışılmıştır.

 

Bid'atte en mühim noktayı Hz. Peygamber'in ebedî aleme göç edişinden sonra ortaya çıkan şeyler oluşu ile bunlara islâmî bir görünüm verilmesi teşkil eder. Birinci noktayı bazı İslâm âlimleri mutlak manada anlamışlar ve muhdes yani dinde sonradan ortaya konan her şeyi bid'at saymışlardır. Buna karşılık kimi âlimler de bid'at tarifîndeki ihdas edilen şey esasının mutlak manada alınmaması gerektiği görüşüne varmışlardır. Bunun sonucu olarak bid'at telakkisinde oldukça farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu görüşler münakaşalara yol açmıştır. Sonunda bid'at, bid'at-ı hasene ve bid'at-ı seyyi'e olarak iki grubda mütalaa edilmiştir. Bid'at-ı Hasene, iyi ve yararlı bid'at manasıyle “cinsine İslâm Şeriatinde bir asim şahidi olduğu” bir diğer ifadeyle “dini bir asılla izah edilebilen” Bid'at-i seyyi'e ise dinle ilgisi olmayan, çok kere dinî asıllara zıt düşen zararlı bid'atlerdir. Bunlara bid'ati dalâl (saptıran, sapık bid'at) da denir.

 

Hadis ilminde bid'at, ravinin akidesiyle ilgili ta'n sebeplerindendir. Özel terimiyle bid'atu'r-râvî, ravinin bid'ad ehlinden olması manasınadır ve metâ'in-i aşere denilen ravinin cerhinde göz önünde bulundurulan on tenkid noktasından biridir. Ravinin adaletiyle ilgilidir.

 

Ravinin bid'ati genel olarak iki grupta mütalaa edilir. Bunlardan birincisi, bid'at-i mükeffire denilen ve sahibini -Allah korusun- küfre götüren; sonunda tekfir edilmesine sebep olan bidattir. İkincisi küfre götürmese de sahibinin fâsık sayılmasına sebep olan bid'attir. Böyle bidatlere bid'at-i gayr-i mükeffire denilmiştir.

 

ez-Zehebî'ye göre ravinin bid'ati iki türlüdür. Birisi bid'at-i suğrâ, yani küçük bid'attir. Tâbi'în ve Tebe'u't-Tâbi'în dönemlerindeki şekliyle aşırı olmayan Şia taraftarlığı, yahut Hz. Ali'ye karşı harbedenler hakkında ileri geri söz söylemek gibi aşın Şi'a taraftarlığı küçük bid'at kabilindendir. İkincisi bid'at-i kubrâ (büyük bid'at) denilenidir. Rafızîlik, aşın Rafızî taraftarlığı, Hz. Ebu Bekr ile Hz. Ömer'e sövmek ve bu mezhebe davet etmek bu tür bidattir.

 

Hadis İlminde kimlerin bid'at ehlinden sayıldıklan ve mübtedi' denilen bidate kapılmış ravilerden hadis rivayeti ya da rivayetlerinin değerlendirilmesi için ehlu'l-bid'a maddesine bakılabilir.