ALİ - ALİ
HADİS -
ALİ İSNAD
Kelime olarak yüksek
olan nesneye denir. Şerif kelimesiyle eş manalı olarak mevki, şöhret, şan ve
şeref sahibi kimse manasına da kullanılır.
Hadis ıstılahı olarak alî,
isnadın ravi sayısının azlığından ibaret bir özelliğini ifade eder. Buna göre
âlî isnad, herhangi bir hadisin ravisi ile kaynağı olan Hz. Peygamber (s.a.s)
veya o hadisi rivayet etmiş bulunan meşhur hadis imamlarından birisi arasında
en az sayıda ravinin bulunduğu, veyahut da tanınmış hadis kitaplarından birinin
musannıfına arada en az ravi ile ulaşılabilen isnaddır. Bir diğer ifadeyle,
herhangi bir ravi ile Hz. Peygamber veya meşhur bir hadis alimi arasındaki
rivayet zincirini teşkil eden ravi sayısının en az olduğu, yahutta muhaddisler
arasında meşhur olmuş bir hadis kitabının rivayetinde ravi ile o kitabın
musannifi arasındaki ravi adedinin en az seviyede olduğu isnad, âlî isnaddır.
Buna göre isnadın âlî oluşunun esasını, ravi ile Hz. Peygamber veya hadis alimi
arasındaki yakınlık teşkil eder. Bu yakınlığa uluvv adı verilir. Buradan da
anlaşılacağı gibi âlı isnad, aynı zamanda uluvv özelliği taşıyan isnaddır.
İmam Mâlik'in en âlî
isnadı sunâ'îdir ki kendisi ile Hz. Peygamber arasında bir tabiî, bir de sahâbi
olmak üzere iki ravi vardır. Buharînin en âlî isnadı ise sulâsîdir, yani onunla
Hz. Peygamber arasında tâbi'ut-tâbi'î, tâbi'î ve sahâbî olmak üzere üç ravi
vardır.
Âlî terimi, daha çok
isnad için kullanılmakla birlikte, tarifindeki özelliğe sahip isnadla rivayet
edilen hadisler için de kullanılmıştır. Buna göre âlî hadis, kısaca âlî isnadla
rivayet edilen hadise denir. Bu manada çoğulu avâlî gelir. Bununla beraber bu
terim esas itibariyle isnada ait bir özelliği ifade ettiğinden daha çok isnad için
kullanılmıştır.
Hadis alimleri âli
isnada büyük önem vermişlerdir. Kimi muhaddislere göre isnadda uluvv aramak
sünnettir. Kimi muhaddisler ise isnadın dinden olduğu görüşünü âlî isnadın
dinden olduğu şeklinde kabul etmişlerdir. Böylelerinin sayısı hayli fazladır.
Buna karşılık âlî
isnadın pek de lüzumlu olmadığı görüşünde olanlar da vardır ve sayıları hiç de
az değildir, er-Râmehurmuzî, konuyla ilgili olarak, bazı son devir Fıkıh
âlimlerinin sırf âlî isnad peşinde diyar diyar gezenler hakkında şunları söylediklerini
kaydeder:
“... Talebi (her
müslümana) vacip olan ilmi, esaslı bir faydası olmayan haberler elde etmek
uğruna diyar diyar gezip dolaşmak haline getirdiler. Geceleri uykusuz,
gündüzleri (aç ve) susuz kaldılar. Bindikleri hayvanları yordular. Yurtlarından
ayrı düştüler. Geride bıraktıklarının haklarını ziyan ettiler. Ana babalarına
asi oldular. Onlara karşı üzerlerine düşen vazife ve hakları yerine
getirmemekle günaha girmede pek acele ettiler. Aile içinde çoluk çocuklarıyla
diledikleri gibi yaşamanın zevkinden kendilerini mahrum bıraktılar. Böylece
dünya zevklerinden ayrı kaldılar. Bunun sonucu olarak, ahirette ikabı
celbettiler.”