SÜNNET :
SÜNNET: Sünnet, lugatta, iyi olsun kötü olsun (yani ister
övülmeye, ister kötülenmeye layık olsun) tarîk (yol) ve sîre müstemirre
(devamlı gidiş) manasına gelir. Bu mananın kolaylıkla dökülen suyun gidişinden
alındığı söylenir ki, "senne aleyhi'l-mâe: (suyu yavaşça döktü)"
manası anlaşılır. Araplar, takip edilen yolu ve devamlı gidişi, dökülmüş bir
suyun bütün katrelerinin, sanki tek ve aynı şeymiş gibi, belirli bir yol
üzerinde gidişine benzetmişlerdir. Kur'an-ı Kerim'de sünnetin, zikrettiğimiz bu
lügat manasında kullanıldığını gösteren ayetler vardır: "Kendilerine
hidayet geldiği zaman insanları inanmaktan ve Rablarından mağfiret dilemekten
alıkoyan, sadece evvelkilerin sünnetinin (gidişatının ve başlarına gelenlerin)
kendilerine gelmelerini beklemeleridir." (Kehf (18), 55)
Aynı lügat manası, Hazret-i Nebiin bir hadisinde de görülür:
"Men senne sünneten haseneten kâne lehû ecruhâ ve ecru men amile bi-hâ; ve
men senne sünneten seyyieten...: Her kim iyi bir sünnet (yol-adet) ortaya
koyarsa, onun ve onunla amel edecek olanların sevabı o kimseye ait olur. Her
kim kötü bir yol ortaya koyarsa, ederse, onun ve onunla amel edecek olanların
günahı o kimseye ait olur."[Bak, Müslim, ilim; zekât; Nesaî, zekât; İbn
Mace, mukaddime; Darimi, mukaddime; Ahmed b. Hanbel, IV, 357.]
Lugatta yukarıda zikredilen manalarda kullanılmış olan sünnet
kelimesi, İslâmın başlangıcından itibaren hususi bir mana kazanmış, yine tarik
(yol) ve sîret (gidiş) manalarını muhafaza etmiş olmakla beraber, bu manalar
sadece Hazret-i Nebiin tarîk ve sîretine tahsis olunmuştur. Ancak Hazret-i
Nebiin tarîk ve sîretinin, Allah'ın tebliğine memur ettiği "din" ile
ilgili olması dolayısıyla, kelimenin lugatta görülen "kötü" veya
"mezmum yol" manası, ıstılahta kaldırılmıştır; çünkü Hazret-i Peygamberin
sünneti sözkonusu olduğu zaman, bu sünnetin zemme layık yol ve gidiş olması
mümkün değildir; aksine bu yol ve gidiş övülmeye ve örnek alınmaya layıktır.
Nitekim Kur'an-ı Kerim'de yer alan bazı ayetlerde sünnetin bu manasını görmek
mümkündür: "Allah'ın Rasulünde sizin için bir numune-i imtisal
vardır." (el-Ahzâb (33) 21); "Sen (insanları) dosdoğru yola, Allah'ın
yoluna hidayet edersin." (Şura, (42), 52)
Aynı mana, Hazret-i Nebiin şu hadisinde de görülebilir: "Size
iki şey bıraktım; bunlara sarıldığınız müddetçe asla dalâlete düşmeyeceksiniz:
Biri Allah'ın, Kitabı, diğeri Rasulünün sünneti."
İslam'ın başlangıcında sünnet, yukarıda açıkladığımız şekilde,
Hazret-i Nebiin tarîk ve siretine tahsis olunmakla beraber, tedvîn devrinin
başlamasından ve çeşitli ilimlerin ortaya çıkıp tedvin edilmesinden sonra her
ilmin konusu ile ilgili olması yönünden değişik tarifleri yapılmış ve böylece
farklı ıstılah manaları kazanmıştır.
Fıkıh usulü alimleri, sünneti şer'î deliller içinde incelerken,
fakihler onu farz, vacib, mendub, haram, mekruh gibi şer'î ahkâmın bir çeşidi
olarak mütâlâa etmişlerdir. Kelam ehli arasında ise, sünnet, bid'atın karşıtı
olarak görülür ve bazı kimseler bid'at ehlinden sayılırken, hakkında bir nass
bulunsun veya bulunmasın umumiyetle Hz. Nebiin düşünce ve davranışlarına uygun
bir hayat yolu takip edenlerin sünnet ehlinden oldukları söylenir.
Hadisçilere göre ise sünnet, Hz. Nebiin söz, fiil ve
takrirlerinden ibarettir. Keza onun ahlaki sıfatları, sîreti, meğazisi ve
kendisine vahiy gelmeden önce ibadet için çekildiği Hıra mağarasındaki yaşayışı
da sünnetten ayrılır. Bu manası ile sünnet hadisin müradifi (eş anlamlısı)
dir.
Söz, fiil ve takrirden ibaret olan sünnet, aynı zamanda, ilahî
vahyin iki kısmından birini teşkil eder; diğer kısmı Kur'an-ı Kerim'dir. Çünkü
Allah Teâlâ Hz. Nebiin: "Kendi hevâ ve hevesinden konuşmadığını, her ne
konuşmuş ise onun, kendisine vahyedilen bir vahiy olduğunu" beyan
buyurmuştur. Bu manayı teyid eden Hazret-i Nebiin bir hadisinde de: "Bana
Kur'ân verildi; bir de onunla birlikte onun gibisi" denilmiştir[Bak.
Sünen-i Ebu Davud, 4604 numaralı hadis.]. Kur'ân'la birlikte Hz. Nebie verilen
Kur1 an gibi vahye müstenid olan şeyin, sünnetten başka birşey olabileceğini
düşünmek mümkün değildir.
Kur'ân ve sünnetin vahye müstenid olmalarına rağmen her ikisi
arasında fark olduğunda şüphe yoktur. Kur'ân, mana ve lafız olarak
vahyedil-miştir. Bu sebeple onun manen rivayeti veya nakli caiz değildir.
Hazret-i Nebie gönderilişinden bugüne kadar, nasıl tebdil, tağyir ve tahriften
korunmuş ise, kıyamete kadar da korunacaktır. Çünkü onun korunmasını Allah
Teâlâ tekeffül etmiş ve: "O zikri (Kur'an'ı) biz indirdik, biz; onun
koruyucusu da elbette biziz" buyurmuştur.[Hicr 12] Lafzı ve manası ile
mu'ciz olan Kur'ân beşer kelamı ile kıyaslanamayacak kadar üstün vasfa
sahiptir. Hiç kimse onun bir benzerini getirmeye muktedir olamaz. Allah Teâlâ
bu gerçeği açık ve kesin bir ifade ile şöyle açıklamıştır: "De ki:
Andolsun, insanlar ve cinler şu Kur'an'ın bir benzerini ortaya koymak için bir
araya gelseler; birbirlerine arka olup yardım etseler bile bunu
yapamazlar."[Bak. İsra 88] İşte bu vasıfları ile Kur’an'-.ı Kerim'in
namazda ve namaz dışında okunması ibadet hükmündedir.
Vahye müstenid olduğuna işaret ettiğimiz söz, fiil ve
takrirlerinden ibaret olan sünnete gelince, onu Kur'an-ı Kerim'den ayıran en
büyük özellik, lafzen vahyedilmiş olmamasıdır. Bu sebepledir ki sünnetin
lafızları Kur'an'ın lafızları gibi muciz değildir, bu lafızlara ve manalarına
hakkı ile vakıf olanlarca manen rivayet edilmesi caizdir, okunması ibadet
hükmünde sayılmaz.
Şu var ki, İslam uleması, Hazret-i Nebiin, ilahi vahyin gelmediği
bazı meselelerde ietihadda bulunduğunu ve kendi görüşü ile hüküm verdiğini
ittifakla kabul etmişlerdir. Bu husus, ilk anda sünnetin vahye müstenid olduğu
görüşüne aykırı görünür. Fakat bazı meselelerde, Hz. Nebiin ictihadlannda
yanılması halinde bu yanılgının ilahi vahiyle tashih edildiği gözönünde
bulundurulursa, Hz. Nebiin ictihadlannda da tamamıyla yalnız bırakılmadığı,
Rabbi tarafından daima kontrol edildiği, yanıldığı ietih adi arının
düzeltildiği, yapılmadıklarının ise tasvib gördüğü anlaşılır ki, bu da sünnetin
vahye müstenid olduğunu leyid eder. Keza Kur'an-ı Kerim'de yer alan Hz. Nebie
itaati emreden ayetler de bu teyidin diğer örnekleridir:
"Allah'a ve Nebiine itaat ediniz; ola ki rahmet
olunursunuz.”[Al-i İmran 132]
"Kim Nebie itaat ederse, Allah'a itaat etmiş olur.”[Nisa 80]
"Ey Nebi de ki: Allah'ı seviyorsanız bana ittiba ediniz ki Allah da sizi
sevsin ve günahlarınızı affetsin."[Bak Al-i İmran 31]
"Ey Nebi de ki: Allaha ve Nebie itaat ediniz, eğer yüz
çevirirseniz biliniz ki Allah kâfirleri sevmez.”[Al-i Imran 32]
"Nebi size neyi getirmiş ise onu alınız; neden sizi nehyetmiş
ise ondan da sakınınız."[Haşr 1]
Zikrettiğimiz bu ayet meallerinde Hz. Nebie itaat, Allah Teâlâ'ya
itaatla birlikte zikredilmiş, bu itaatlar arasında hiçbir ayırım yapılmamış,
hatta Nebie itaatin Allah'a itaat etmek olduğu, bir ayette apaçık
belirtilmiştir. Nebie itaatla ilgili olan bu emrin, onun sünnetine raci
olduğu, ona itaatin onun sünnetine itaat manasına geldiği hiç bir şekilde inkâr
edilemez. Bu mütalaa bizi şu neticeye ulaştırır: Allah'a itaatla Nebie itaat
arasında hiçbir fark mevcut değildir. Şu var ki insan yegane halik ve hakim-i
mutlak olan Rabbına bir kul olarak ibadet eder; fakat onun yine kendisi gibi
kulu olan Nebiine ibadet etmekle mükellef değildir. Yahut bir başka ifade ile
Nebi ibadet olunan bir varlık değil, fakat insan olarak o da Allah'ın bir
kuludur. Öyle bir kul ki, Allah diğer insanlar arasından seçip çıkarmış,
elçisi, Nebii yapmış ve böylece şereflendirip yüceltmiş, sonra da diğer
insanlara ona itaat etmelerini emretmiş ve bu itaatin kendisine itaattan farkı
olmadığını bildirmiştir. Tıpkı bunun gibi, Kur'an-ı Kerim Hz. Nebie
vahyedilmiş bir "Allah Kelamı"dır. Sünnet ise yine Hz. Nebie
vahyedümiştir; fakat Kur'an gibi "Allah Kelamı" değil, "Nebi
kelami"dır. Bu bakımdan sünnete itaat, Kur'an'a itaat gibidir; şu farkla
ki yukarıda da işaret ettiğimiz gibi "Nebi Kelamı" olması
dolayısıyla, kıraati, Kur'an kıraati gibi ibadet sayılmaz.
İşte sünnet, açıkladığımız bu manası ile Kur'an'la birlikte dinin
temeli ve teşriin kaynağı olmuştur. İster Hz. Nebiin söz (kavl)ü, ister
fiili, ister takriri olsun, her üç şekilde Hz. Nebi'den nakledildiği zaman
nakledilen bu sünnet İstılahta hadis adını almış, Kur'an-ı Kerim'le birlikte
dinin bir aslı kabul edilerek, Hz. Nebiin haJyatta bulunduğu devirden itibaren
müslümanlar tarafından toplanmaya ve öğrenilmeye başlanmıştır. Çeşitli dallan
ile sünnet veya hadis, bir ilim hüviyeti kazanıp hakkında kütüphaneler
dolduran eserler meydana getirilmiş ise, bu sünnetin İslam dininde sahip olduğu
büyük öneminden başka bir şeyle ifade edilemez.[Prof. Dr. Koçyiğit. Talât.
Hadis Istılahları, s. 399-403.]