RAMAZAN AYI
|
|
Bir İki Gün Oruç Tutarak Ramazanı Karşılamanın
Yasaklanması (Beyhaki, Külliyat)
BİLGİ: Bu ay da ibadetler de günahlarda kat kattır. Oruc’unun
değeri diğer günlerle ölçülemez. Kur’an bu ayda dünya semasına indi. Şeytanlar
zincirlenir, böylece bu ayda gittikçe kişi din’e yaklaşır. Aşağıda bu ay’a dair
hadisler ve açıklamaları için söz konusu kitap sayfalarına giderek gerçek ve
ayrıntılı bilgi alabilirsiniz.!
KURTUBİ
BAKARA SURESİ 185.
AYET: Ramazan ayı ki, Kur'an o ayda indirilmiştir. İnsanlara hem bir hidayet olmak,
hem de hidayet ile hak ve batılı ayırdeden hükümleri apaçık bildirmek üzere.
Sizden her kim bu aya erişirse orucunu tutsun. Kim de hastalanır veya
yolculukta olursa o halde o günler sayısınca diğer günlerde (oruç tutsun) Allah
size kolaylık diler, güçlük istemez. Ta ki o sayılı günleri tamamlayasınız.
Sizi doğru yola iletmesine karşılık Allah'ı büyük tanıyasınız ve şükredesiniz.
Bu buyruğa dair
açıklamalarımızı yirmibir başlık halinde sunacağız:
1- Ramazan Ayı:
2- Ramazan Ayının Fazileti:
3- Allah Ramazan Ayı-nın Orucunu Farz
Kılmıştır:
4- Ramazan Hilalinin Sübutu:
5- Tek Başına Ramazan ya da Şevval
Hilalini Görenin Hükmü:
6- Birisi Bir Başka Beldede Hilalin
Görüldüğü Haberini Getirirse:
7- Bu Ayetin Baş Taraflarının Gramer
Bakımından Durumu:
8- Kur'an'ın indiği Ay Olan Ramazan
Ayı:
9- "Kur'an'':
10- insanlara Bir Hidayet Olmak üzere
..
11- Mukim ile Yolcunun Ramazan Ayı
Orucunu Tutması:
12- Ramazan Ayında Oruç Tutmaları Farz
Olanlar:
13- Allah, Hakkınızda Kolaylık Diler,
Zorluk Dilemez:
14- Yüce Allah'ın iradesi:
15- "Sayılı Günlerin Tamamlanması.
''
16- Ramazanın Otuzuncu Günü Gündüzün
Şevval Hilali Görülürse:
17- Bayram Namazı:
18- 'Ta ki o Sayılı Günleri
Tamamlayasınız ... "
19- Allah'ı Büyük Tanımak:
20- Tekbirin Sözleri:
21- Hidayete ilettiği için Allah'ı
Büyük Tanımak:
1- Ramazan Ayı:
Yüce Allah'ın:
"Ramazan ayı ki .. " buyruğunda adı verilen bu ay ile ilgili olarak
tarihçiler şu bilgileri vermektedir:
Ramazan ayında oruç
tutan ilk kişi gemiden çıktığı vakit oruç tutan Nuh (a.s)'dır. Yüce Allah'ın
Ramazanı her ümmete oruçla geçirmeyi farz kıldığına dair Mücahid'in sözleri az
önce 083. ayetin 4. başlığında) geçmiş bulunmaktadır. Hz. Nuh'tan önce daha
başka birtakım ümmetlerin geçtiği de bilinen bir husustur. Doğrusunu en iyi
bilen Allah'tır.
(Ayanlamına gelen): Şehr
kelimesi açıkça ortaya koymak teşhir etmek anlamına gelen "işhar"dan
türetilmiştir. Çünkü onu öğrenmek isteyen hiçbir kimsenin bunu bilmemesini
mazur kılacak herhangi bir sebep yoktur. Kılıç çekme anlamını ifade etmek üzere
de bu kökten gelen kelime kullanılır.
"Ramazan"
kelimesi ise ileri derecedeki susuzluktan dolayı içten sıcak basması anlamına
gelen "ra-ma-da" kökünden gelmektedir. "Ramda'" ise ileri
derecede sıcaklık demektir.
Hadis-i şerifte geçen:
"Evvabin (Allah'a dönenler)in namazı deve yavrularının tabanlarını sıcağın
yakmaya başladığı (ra mi da) vakitte kılınan (kuşluk) namazıdır." Bu
hadisi Müslim rivayet etmiştir. Deve yavrularının tabanlarının ıs ınan taş ve
kumlar tarafından yakılması ve ileri derecedeki sıcaktan dolayı yavruların
çökmek zorunda kalmaları halidir.
Belirtildiğine göre
"Ramazan" bu anlamı ile ileri derecedeki sıcak anlamına uygun
düşmektedir. Çünkü Ramazan "aşırı sıcak" anlamına gelen:
"erramda'''dan alınmadır.
el-Cevherı der ki:
Ramazan ayı: Ramadanat ve ermida şeklinde çoğul yapılır.
Denildiğine göre Araplar
ayların isimlerini eski dilden değiştirdiklerinde o ayların denk geldikleri
zamana göre adlandırdılar. Bu ay da sıcağın ileri derecede olduğu günlere denk
geldi. O bakımdan ona bu isim verildi.
Bir diğer görüşe göre
Ramazana bu adın veriliş sebebi günahları salih amellerle yaktığından
dolayıdır. Buna göre bu kelime yakmak anlamına gelen "İrmad" dan
gelir. Güneşin sıcağı ile aşırı derecede ısınmış ve "er-ramda" diye anılan
sıcak yerden dolayı ayağın yanmasını ifade etmek üzere kullanılan
"ramida" fiili de buradan gelmektedir.
Bir diğer görüşe göre;
Ramazan ayında kalpler ahiret hakkında düşünüp öğüt alma hararetinden dolayı
tıpkı kum ve taşların güneşin ışığından ısınıp yandıkları gibi yandıklarından
dolayı bu adı almıştır. er-Ramda' ise ısıtılmış taş demektir.
Bir diğer açıklama da
şöyledir: Okun ucunu incelsin diye iki taş arasında dövmek anlamına gelen
"ramd"dan gelmektedir. Ucu inceltilmiş ok anlamına gelen "ramıd"
de buradan gelmiştir. Bu açıklamaları İbnu's-Sikkıt yapmıştır.
Bu ay onların Şevval,
ayında haram ayların girişinden önce savaşmak amacıyla Ramazan ayında
silahlarını inceltmeye başladıklarından dolayı bu ismi almıştır. el-Maverdı'nin
naklettiğine göre bu ayın cahiliyye dönemindeki adı "natik" idi.
el-Maverdı, el-Mufaddal'a ait şu beyiti buna delil gösterir: "Ve Ramazan
(natik) ayında Has'amlıların atlıları Savaşın en kızıştığı zamanda açılıp
dağıldılar ve gerisin geri döndüler."
"Ramazan ayı ..
" mübteda "ki Kur'an o ayda indirilmiştir" buyruğu da onun
haberidir. Ya da bir mübteda takdiri ile merfu' olabilir. Anlamı şudur:
Üzerinizde oruç tutmanız farz kılınan Ramazan ayıdır. Veya; size farz
kılınanlar arasında Ramazan ayı (Orucu) da vardır.
"Ay" kelimesinin
mübteda "ki Kur'an o ayda indirilmiştir" buyruğunun da onun sıfatı
olması da mümkündür. (Buna göre meal şöyle olur: Kendisinde Kur'an'ın
indirildiği ay olan Ramazan ayı). Bunun haberi de: "Sizden her kim bu aya
erişirse orucunu tutsun" buyruğu olur. "Ay" kelimesinin
tekrarlanması ise ta'zim içindir. Yüce Allah'ın: "el-Hakka) o el-Hakka)nın
mahiyeti nedirr (el-Hakka, 1-2) buyruğunda olduğu gibi.
Bu "ay"
kelimesinin şart ve cevap içinde kullanılmasının mümkün oluşu, Ramazan ayı her
ne kadar özel bir isim ise de "ay" kelimesinin bizzat marife
olmadığından dolayıdır. Çünkü bu "Ramazan ayı" ayın gelecek olan
bütün günleri hakkında yaygın (şayi') olan bir kelimedir. Bu açıklamayı Ebu Ali
yapmıştır.
Mücahid ve Şehr b.
Havşeb'in "(-şehr-): Ay" kelimesini mansub okuduğu rivayet
edilmiştir. Bu rivayeti Harun el-A'ver Ebu Amr'dan yapmaktadır ki anlamı şu
olur: Ramazan ayına yani onun orucuna bağlı kalınız, demektir. "Ki Kur'an
o ayda indirilmiştir" buyruğu da onun sıfatıdır. Bir önceki ayette geçen:
"Oruç tutmanız" buyruğu dolayısıyla "şehr" kelimesinin
nasbedilmesi caiz değildir. Böylelikle sıla ile mevsulu arasında "sizin
için daha hayırlıdır" şeklinde gelen (...)'in haberi birbirinden
ayrılmamış olur. erRummanı der ki: Buradaki "ay" kelimesinin Yüce Allah'ın
daha önceki ayette geçen: ''sayılı günlerde'' buyruğundan bedel olmak üzere
nasbedilmesi de caiz olur. (Buna göre bu bölümün anlamı şöyle olur: O sayılı
günler Ramazan ayıdır ki ... )
2- Ramazan Ayının
Fazileti:
"Ay"
kelimesine izafe edilmeksizin sadece "Ramazan" denilip denilmeyeceği
hususunda farklı görüşler vardır. Mücahid bunu hoşgörmeyerek şöyle der: Yüce
Allah'ın buyurduğu gibi söylenir. Rivayet edilen haberde ise: "Ramazan
demeyiniz, aksine siz de Yüce Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de nisbet ettiği gibi
nisbet ederek Ramazan ayı buyurduğu gibi (siz de Ramazan ayı deyiniz)."
Mücahid şöyle dermiş:
Bana "Ramazan"ın Allah'ın isimlerinden bir isim olduğuna dair haber
ulaşmıştır. İşte bu husus dolayısıyla bu kelimenin çoğul yapılmasını hoş
karşılamazdı.
Bu konuda rivayet edilen
"Ramazan Yüce Allah'ın isimlerinden bir isimdir" ifadesi delil
gösterilir ise de bu sahih değildir. Çünkü bu Ebu Ma'şer Necih'in rivayet
ettiği hadistendir ki bu da zayıftır.
Sahih olan, sahih
rivayetlerde ve başkalarında da sabit olduğu üzere izafesiz olarak
"Ramazan" kelimesinin kayıtsız bir şekilde kullanmanın caiz
olduğudur. Müslim'in Ebu Hureyre'den rivayetine göre Rasülullah (s.a.v.) şöyle
buyurmuştur: "Ramazan geldiğinde rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları
kapatılır ve şeytanlar zincirlere vurulur."
el-Büsti'nin Sahih'inde
de Ebu Hureyre'den şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasülullah (s.a.v.)
buyurdu ki: "Ramazan oldu mu rahmet kapıları açılır, cehennem kapıları
kapatılır ve şeytanlar zincirlere vurulur."
İbn Şihab'dan rivayet
edildiğine göre o Enes b. Ebi Enesten Ebu Enes'in Enes'e naklettiğine göre
(babası) Ebu Enes, Ebu Hureyre'yi şöyle derken dinlemiş .. dedi ve yukarıdaki
hadisi nakletti. el-Büstı der ki: Burada sözü geçen Enes. b. Ebi Enes, Malik b.
Enes'in babasıdır. Ebu Enes'in adı Malik b. Ebu Amir'dir. Medinelilerin sika
(sağlam ve güvenilir) ravilerindendir. Malik'in nesebi ise (geriye doğru)
şöyledir: Ebu Amir, Amr, Haris, Osman, Cuseyl, Amr. Yemen kollarından Zu
Asbahlılardandır.
Nesai'nin rivayetine
göre de Ebu Hureyre şöyle demiş: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Ramazan
size geldi, o mübarek bir aydır. Aziz ve celil olan Allah size o ayda oruç
tutmanızı farz kıldı. Bu ayda semanın kapıları açılır. Onda cehennemin kapıları
kapatılır. Allah'a karşı isyan eden şeytanların azgınları zincire vurulur. O
ayda bin aydan daha hayırlı bir gece vardır. O gecenin hayrından mahrum edilen
gerçek anlamıyla mahrum edilmiş olur."
Bu hadisi ayrıca Ebu
Hatim el-Büsti de rivayet etmiş ve şöyle demiştir:
"Şeytanların
azgınları" buyruğu bir başka rivayette geçen: "Şeytanlar zincire
vurulur ve zincire bağlanır" buyruğunu kayıtlamaktadır.
Yine Nesai'nin
rivayetine göre İbn Abbas şöyle demiş: Rasülullah (s.a.v.) Ensardan olan bir
hanıma şöyle buyurmuş: "Ramazan ayı oldu mu umreni yap, çünkü o ayda bir
umre bir hacca denktir."
Yine Nesai, Abdurrahman
b. Avf'ın şöyle dediğini rivayet etmektedir: Rasülullah (s.a.v.) buyurdu ki:
"Şüphesiz Yüce Allah üzerinize Ramazan orucunu farz kıldı. Ben de size o
ayın (teravih) namazını sünnet kıldım. Her kim bu ayı (orucunun farz, teravihin
sünnet) olduğuna inanarak ve ecrini umarak orucunu tutar ve (teravih) namazını
kılarsa annesinden doğduğu günkü gibi günahlarından kurtulur."
Bu husustaki rivayetler
pek çoktur. Hepsinde de ayrıca "ay" kelimesi kullanılmamaktadır.
Bazan Araplar da "ay" kelimesini "Ramazan" kelimesiyle
birlikte zikretmezler.
Şair der ki: "Bir
genç kız ki geniş elbisesi içinde Bembeyaz, İbazoğullarından bir kız Bir genç
kız ki geçen Ramazanda Tebessümleriyle konuşmaları kesip duruyor(du)."
Ramazan ayının fazileti
çok büyük sevabı pek fazladır. Buna, bu ayın adının günahları yakmayı ifade
eden bir kelimeden türetilmesi ve kaydettiğimiz hadis-i şerifler delildir.
3- Allah Ramazan
Ayı-nın Orucunu Farz Kılmıştır:
Allah, Ramazan ayının
orucunu yani hilali süresince oruç tutmayı farz kılmıştır. Şehr (ay) a
"hilal" adı verilir. Nitekim hadis-i şerifte: "Şayet şehr (ay)
size bulutlu olduğu için görülmezse" denilmektedir ki burada
"şehr"den kasıt hilaldır. İleride bu hadis-i şerif gelecektir. Şair
de şöyle der:
"Güvenilir olarak
Necid'den iki kardeş O sırada şehr (hilal) kesilen tırnak gibiydi Nihayet tam
bir yuvarlak haline geldi Ayın ondördünde ... "
Hava bulutlu olduğu için
hilal görülmediği takdirde Şa'ban ayını otuz güne tamamlamamız bize farz
kılınmıştır. Aynı şekilde Ramazan ayında da (Şevval hilali buluttan dolayı
görülmezse) otuz güne tamamlamak gerekir. Böylelikle yakin ile ibadete
başlayalım ve yakın ile ibadeti bitirelim. Yüce Allah Kitab-ı Kerim'inde
"Biz sana bu zikri (Kur'an'ı) insanlara neyin indirildiğini apaçık
bildiresin diye indirdik.'' (en-Nahl, 44)
Güvenilir hadis imamları
Peygamber (s.a.v.)'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmektedirler: "Onu
(hilali) görünce oruç tutunuz, yine onu görünce oruç açınız, Eğer buluttan
dolayı göremeyecek olursanız sayıyı tamamlayınız." Bir diğer rivayette ise
"eğer hilal (şehr) buluttan dolayı tarafınızdan görülmezse otuz gün
sayınız" denilmektedir.
Tabiin'in büyüklerinden
olan Mutarrif b. Abdullah b. eş-Şihhir ile dilcilerden İbn Kuteybe şöyle
demişlerdir: Bulut olması halinde ayın katettiği mevkiler takdir edilerek ve bu
mevkiler hesaba katılarak Ramazan orucuna başlamakta hesaba başvurulur ve bu
hesapta eğer hava açık olsaydı Hilal'in görüleceği hususu göz önünde
bulundurulur. Çünkü Peygamber Efendimiz: "Eğer buluttan dolayı
tarafınızdan görülmezse onun için takdirde bulununuz" diye buyurmuştur.
Onun katettiği mevkileri onun hilal olarak görünüşüne delil kullanınız ve
hesabını yaparak ayın tamamlanmasını takdir! olarak bulunuz demektir.
Cumhur ise şöyle
demektedir: "Onun hesabını takdir ediniz" ifadesinin anlamı miktarını
tamamlayınızdır. Nitekim bunu Ebu Hureyre tarafından rivayet edilen ve:
"Sayıyı tamamlayınız" şeklindeki hadis açıklamaktadır.
ed-Davudi de şunu
zikretmektedir: Hz, Peygamber'in: "Onun için takdirde bulununuz"
buyruğunun anlamı ile ilgili olarak şunu söyler: Ayın katettiği mevkileri
takdir ediniz, demektir. Ancak biz bu görüşü herhangi bir kimsenin ileri sürdüğünü
bilmiyoruz. Şu kadar var ki Şafii'nin mezhebine mensup birisi bu hususta
müneccimlerin (hesapçılar) sözlerine itibar edileceğini belirtmektedir. Ancak
bu konudaki icma onlara karşı bir delildir.
İbn Nafi' de Malik'ten,
hilali görmekle oruca başlamayan ve hilali görmekle bayram yapmayan, buna
karşılık hesaba göre oruca başlayıp bitiren imam (İslam devlet başkanı)
hakkında böyle bir imama uyulmaz ve onun ardından gidilmez dediği rivayet
edilmiştir.
İbnu'l Arabi de der ki:
Mezhebimize mensup bazı kimseler, yanılarak Şafii'den: Hesaba itibar edilir,
diye nakl etmişlerdir. Ancak bu nakledilmemesi gereken hatalı bir nakildir.
4- Ramazan Hilalinin
Sübutu:
Ramazan hilali bir
kişinin şahitliği ile mi yoksa iki kişinin şahitliği ile mi sabit olur, hususunda
Malik ve Şafii arasında görüş ayrılığı vardır. Malik der ki: Bu hususta tek
kişinin şahitliği kabul edilmez. Çünkü bu hilale dair bir şahitliktir. Bu
hususta iki kişiden daha aşağısının şehadeti makbul değildir. Bu görüşünün aslı
Şevval ve Zülhicce hilaline dair şahitliktir.
Şafii ve Ebu Hanife ise
tek bir kişinin şahitliği kabul edilir; demişlerdir.
Çünkü Ebü Davud'un
rivayetine göre İbn Ömer şöyle demiştir: İnsanlar hilali gözetlemeye
çıkmışlardı. Ben Rasülullah (s.a.v.)'a hilali gördüğümü bildirdim. Kendisi de
oruç tuttu, halka da oruç tutmalarını emretti.
Bu hadisi ayrıca
Darakutni de rivayet etmiş ve şöyle demiştir: Bunu sadece Mervan b. Muhammed,
İbn Vehb yoluyla rivayet etmiştir ki sika bir ravidir. (Darakutni, II, 156)
Darakutni ayrıca şunu
rivayet etmektedir: "Bir adam Ali b. Ebu Talib'in huzurunda Ramazan ayı
hilalini gördüğüne dair şahitlik etti, o da oruç tuttu. Zannederim (hadisin
ravisi) şöyle de dedi: İnsanlara da oruç tutmalarını emretti. Ve dedi ki:
Ramazan ayından bir gün oruç açmaktansa Şa'ban ayından bir gün oruç tutmayı
tercih ederim. Şafii der ki: Şayet herkes Ramazan hilalini görmeyip adaletli
bir erkek, o hilali görürse bu konudaki rivayet ve ihtiyat dolayısıyla onun
şahitliğini kabul etmeyi uygun görürüm. Daha sonraları Şafii şöyle dedi:
Ramazan hilaline dair ancak iki kişinin şahitliği kabul edilebilir. Yine Şafii
der ki: Arkadaşlarımızdan birisi şöyle demiştir: Ramazan hilalinin görüldüğüne
dair ancak iki şahidin şehadetini kabul ederim. Bu ise hazır olunmayan herşey
hakkındaki (öngörülen şehadet hükmüne) kıyasen söylenmiştir." (Darakutni,
II, 170)
5- Tek Başına Ramazan
ya da Şevval Hilalini Görenin Hükmü:
Tek başına Ramazan ya da
Şevval hilalini gören kimsenin hükmü hakkında fukahanın farklı görüşleri
vardır.
er-Rabi' Şafii'den şunu
rivayet etmektedir: Tek başına Ramazan hilalini gören kimse Ramazan orucunu
tutsun, tek başına Şevval hilalini gören kimse de orucunu açsın ve bunu
saklasın. İbn Vehb tek başına Ramazan hilalini gören kişi hakkında İmam
Malik'ten oruç tutması gerektiğini rivayet etmiştir. Çünkü o günün Ramazan
olduğunu bilmekle birlikte oruç açmaması gerekir. Tek başına Şevval hilalini
gören kimse ise oruç açamaz. Çünkü insanlar aralarından (Şevval hilalini
gördüğünü ileri süren tek kişinin şahitliği oruç açmaya yeterli
görülmediğinden) güvenilir olmayan bir kimseyi oruç açmış olarak görürlerse
ithamda bulunurlar. Daha sonra başkaları (da) hilali gördükleri takdirde,
hilali gördük, derler. İbnu'I-Münzir der ki: Leys b. Sa'd ve Ahmed b. Hanbel de
bu görüştedir. Ata ve İshak ise böyle bir kimse ne oruç tutar ne de orucunu
açar, derler. İbnu'I-Münzir ise oruç tutar ve açar, demiştir.
6- Birisi Bir Başka
Beldede Hilalin Görüldüğü Haberini Getirirse:
Bir kimse bir başka
beldede hilalin görüldüğü haberini getirdiği takdirde ne yapılır, hususunda
fukahanın farklı görüşleri vardır. Hilalin görüldüğü yer ya yakın veya uzak bir
yerdir. Eğer yakın ise bu hüküm birdir değişmez. Şayet uzak olursa her bir
belde halkı kendi görüşlerine göre amel ederler. Bu hüküm İkrime, Kasım ve
Salim'den rivayet edilmiştir. İbn Abbas'tan da bu görüş nakledilmiştir.
İshak'ın kabul ettiği görüş de budur. Buharı de: "Her bir belde halkı
kendi rü'yetleriyle hareket eder" şeklinde koyduğu başlık ile buna işaret
etmiştir.
Başkaları ise şöyle
demektedir; İnsanlar bir belde halkının hilali gördüklerini tesbit edecek
olurlarsa tutmadıkları günlerin kazasını yapmaları gerekir. Leys b. Sa'd ve
Şafii'de böyle demiştir. İbnu'l-Münzir der ki; Ben bunun ancak Müzenı ve
Kufi'nin görüşü olduğunu biliyorum.
Derim ki; el-Kiya
et-Taberi (Ahkamü'l-Kur'an" adlı eserinde şöyle demektedir; Ebu Hanife'nin
mezhebine mensup ilim adamları icma ile şunu kabul etmişlerdir: Hilali
gördükleri için bir belde halkı otuz gün oruç tutsa bir başka belde de
yirmidokuz gün oruç tutsa yirmidokuz gün tutanların bir gün kaza etmeleri
gerekir. Şafii'mezhebine mensup ilim adamları ise bu görüşte değildir. Çünkü
değişik beldelerde matla'ların (ayın doğuş yeri) farklı olmaları caizdir. Ebu
Hanife'nin mezhebinde olanların delili Yüce Allah'ın: "Ta ki o sayılı
günleri tamamlayasınız" buyruğudur. Bir belde halkının hilali görmesi ile
de bu tamamlanması gereken sayının otuz olduğu sabit olmuştur. O bakımdan
ötekilerinin de bu sayıyı tamamlamaları icab eder. Onların görüşlerini kabul etmeyenler
ise Peygamber Efendimizin: "Hilali görmekle oruca başlayınız, hilali
görmekle de oruç açınız" hadisini delil gösterirler. Bu ise adeten her bir
topluluğun kendi beldelerindeki görmeye itibar etmelerini gerektirir.
Ebu Ömer'in naklettiğine
göre ise Endülüs'ün Horasan'dan uzaklığı gibi birbirinden uzak bölgelerden
(birisinde) görülmesinin (başkaları tarafından) itibara alınmayacağı hususunda
icma vardır. Daha sonra Ebu Ömer şöyle der: Her bir belde kendi görmesine
itibar eder. Ancak büyükçe bir şehirmiş gibi olan yerler ile birbirlerine yakın
müslüman beldeleri bundan müstesnadır.
Müslim'in Kureyb'den
rivayetine göre Haris'in kızı Umm el-Fadl kendisini Şam'da bulunan Muaviye'nin
yanına göndermiş. Kureyb der ki: Şam'a gittim. Umm el-Fadl'ın ihtiyacını
gördüm. O sırada Ramazan ayının hilali ben Şam'da bulunuyorken görüldü. Ben de
hilali Cuma gecesi gördüm. Daha sonra ayın sonunda Medine'ye geldim. Abdullah
b. Abbas (Allah ikisinden de razı olsun) bana (bazı hususlara dair) soru sordu.
Sonra da hilali sözkonusu ederek: Hilali ne zaman gördünüz, dedi. Ben, biz
hilali Cuma akşamı gördük; deyince, sen de gördün mü, diye sordu ben: Evet
dedim. Başkaları da gördüler, herkes oruç tuttu, Muaviye de oruç tuttu. İbn
Abbas dedi ki: Biz ise burada Cumartesi akşamı hilali gördük. Otuz gün
tamamlayıncaya veya hilali görünceye kadar orucumuza devam edeceğiz. Ben:
Muaviye'nin hilali görmesi ve oruca başlaması ile yetinmiyor musun, diye
sorunca o da şu cevabı verdi: Resulullah (s.a.v.) bize böylece emretti.
İlim adamlarımız der ki:
İbn Abbas'ın: "Resulullah (s.a.v.) bize böylece emretti" şeklindeki
ifadesi bu hususun açıktan açığa Peygamber (s.a.v.)'a ref'edildiğini ve onun
böyle emrettiğini ifade etmektedir. O bakımdan bu şunun delilidir: Şam'ın Hicaz'dan
uzaklığı gibi bölgeler birbirinden uzak olursa her bir belde halkına düşen
bizzat kendi rü'yeti gereğince amel etmesi, başkasının rü'yetine göre amel
etmemesidir. Bu görme İmam-ı Azam (İslam devletinin halifesi) tarafından da
sabit kabul edilse bile rai'yeye buna göre davranmayı emretmedikçe bilgisine
göre amel edilir. Eğer kendisinin görüşüne göre amel etmelerini isterse ona
muhalefet etmeleri caiz olmaz.
el-Kiya et-Taberı der
ki: İbn Abbas'ın: "Rasülullah (s.a.v.) bize böylece emretti" demesi
Hz. Peygamber'in: "Onu görerek oruca başlayınız, onu görerek orucunuzu
açınız" şeklindeki buyruğunu bu anlamda yorumlamış olmasından dolayı
olabilir.
İbnu'l-Arabı de der ki:
"İbn Abbas'ın bu sözünün açıklanması hususunda ihtilaf edilmiştir. O bu
sözü (Küreyb'in dediğini) vahid bir haber olduğundan dolayı reddetmiştir,
denildiği gibi; bölgelere göre hilalin doğuşu farklı olduğundan dolayı bu
görüşünü reddetmiştir, de denilmiştir. Sahih olan da budur. Çünkü Kureyb'in
kendisi şahitlik etmemişti. O sadece şehadet ile sabit olmuş bir hükmü haber
vermişti. Sabit olmuş bir hüküm hakkında tek bir kişinin haberinin geçerli
olacağı hususunda da görüş ayrılığı yoktur. Buna benzer bir diğer husus şudur:
Hilalin Ağmat (Marakeş yakınlarında Fas'ta bir bölge adı)da Cuma akşamı görüldüğü
buna karşılık İşbiliye (Endülüs'teki büyükçe bir şehir)de Cumartesi akşamı
görüldüğü sabit olsa her bir belde halkı kendi rü'yetlerine göre hareket eder.
Çünkü Süheyl yıldızı Ağmat'tan görüldüğü halde İşbiliye'den görülmeyebilir. Bu
ise aradaki doğuş farklılığının delilidir."
Derim ki: Bu mes'ele
hakkında Malik (Allah'ın rahmeti üzerine olsun)ın kabul ettiği görüşe gelince;
İbn Vehb'in ve İbn Kasım'ın el-Mecmua'da ondan rivayet ettiğine göre; Basra
halkı Ramazan hilalini görecek olurlarsa sonra bu haber Küfe, Medine ve Yemen
halkına ulaşırsa onların da oruç tutmaları yahut da eğer eda etme imkanını
kaçırmış iseler kaza etmeleri gerekir.
Kadı Ebu İshak'ın,
İbnu'I-Macuşün'dan rivayetine göre ise hilalin görüldüğü Basra'da oldukça
yaygın bir şekilde sabit olursa, o takdirde bu konuda ayrıca şehadette
bulunmaya, şehadette bulunanların adil olup olmadıklarını araştırmaya gerek
olmaksızın diğer belde halkının (tutmadı iseler) o günü kaza etmeleri gerekir.
Şayet onlar yanında (mesela Basra halkına göre) kendi hakimleri huzurunda iki
şahidin şehadeti ile sabit olmuş ise bu ancak o hakimin velayeti altında
bulunan ve hükmünün bağlayıcı olduğu bölgelerde yaşayan kimseler için bağlayıcı
olur. Ya da bu husus eğer mü'minlerin emiri nezdinde sabit olmuş ise bütün müslümanların
(tutmadıkları günün) kazasını yapmaları gerekir. İbnu'l-Macişun der ki: İşte
İmam Malik'in görüşü budur.
7- Bu Ayetin Baş
Taraflarının Gramer Bakımından Durumu:
Çoğunluk "ay"
anlamına gelen: "şehr'' kelimesini mahzuf bir mübtedanın haberi olmak
üzere merfu' okumuşlardır. Yani: O ay, Ramazan ayıdır. Veya:
üzerinize oruçla
geçirilmesi farz kılınan ay, Ramazan ayıdır. Yahut: Oruç veya sözü geçen günler
Ramazan ay'ıdır, demektir.
Bir diğer görüşe göre bu
kelimenin merfu' okunması "yazıldı" fiilinin "naib-i faili"
olduğundan dolayıdır. Yani size Ramazan ayında oruç tutmak farz kılındı,
demektir.
"Ramazan"
kelimesi, sonundaki "nün" harfinin zaid olması dolayısıyla munsarıf
değildir.
Bu ayetteki "şehr''
kelimesinin mübteda olmak üzere merfu olması da mümkündür. O vakit haberi
"Kur'an o ayda indirilmiştir" buyruğu olur. Bunun haberinin:
"Sizden her kim bu aya erişirse .. " buyruğu olduğu söylenmiştir.
"Kur'an o ayda indirilmiştir" buyruğu ise "ay"ın sıfatıdır.
Burada bu kelimenin
"oruç"tan bedel olmak üzere ref' edildiği de söylenmiştir. (Buna
göre: "Oruç ... üzerinize yazıldı." Sözkonusu bu oruç Ramazan
ay'ıdır, anlamında olur).
Yüce Allah'ın:
"Oruç ... üzerinize yazıldı" buyruğunda sözü geçen oruçtan kasıt,
Aşura günü ile birlikte üç gün oruç tutmaktır, diyen; burada (yani; Ramazan ayı
... ile ilgili olarak) mübteda olduğu için kelimenin merfu' olduğunu kabul
eder.
Orada sözü geçen oruç
Ramazan orucudur, diyen ise burada kelimenin mübteda veya oruçtan bedel
olduğunu kabul eder. Yani; sizin üzerinize Ramazan ayı (orucu) farz kılındı,
demek olur.
Mücahid ile Şehr b.
Havşeb "şehI'a" şeklinde mansub olarak okumuşlardır. el-Kisai der ki:
Bunun anlamı şöyle olur: üzerinize oruç ve Ramazan ayında oruç tutmanız farz kılındı.
el-Ferra der ki: Sizin üzerinize oruç tutmak yani Ramazan ayını oruçla geçirmek
farz kılındı, demektir.
en-Nehhas da şöyle der:
Burada "şehra Ramazane" kelimesinin "oruç tutunuz" ile
mansub okunması caiz değildir. Çünkü o takdirde bu sılaya (ki .. ) girer ve
ondan sonra sıla ile onun mevsulunu birbirinden ayırır. Yine "sıyam (oruç
tutmak)" ile nasbedilmesi de böyledir. Şu kadar var ki iğra olmak üzere
nasbedilmesi caizdir. Yani; Ramazan ayına dikkat ediniz ve Ramazan ayında oruç
tutunuz. Ancak bu da uzak bir ihtimaldir. Çünkü daha önceden "ay
(şehr)" kelimesi sözkonusu edilmemiştir ki onun ile ilgili iğranın gelmesi
sözkonusu olabilsin.
Derim ki: "Oruç
üzerinize .. yazıldı" buyruğu bu "şehr (ay)" kelimesine delalet
etmekre olduğundan burada iğra yapmak caiz olur. Ebu Ubeyd'in tercih ettiği
görüş de budur.
el-Ahfeş de der ki:
Burada "şehra" kelimesinin mansup okunması zarf olduğu içindir.
el-Hasen ve Ebu Amrdan "şehr" kelimesinin 'rı' harfiyle
"Ramazan" kelimesinin 'rı' harfini idğamlı olarak okudukları
nakledilmiştir. Bu ise iki sakinin bir arada olmaması için caiz değildir.
Bununla birlikre 'rı' harfinin (ötre olan) harekesi he 'ye nakledilerek he
harfi ötreli okundukran sonra idğam yapılabilir. (Şehur Ramazan şeklinde). Bu
da Küfelilerin görüşüdür.
8- Kur'an'ın indiği Ay
Olan Ramazan Ayı:
Yüce Allah'ın:
"Kur'an o ayda indirilmiştir" buyruğu Kur'an-ı Kerim'in Ramazanda
indirildiğine dair açık bir nastır. Aynı zamanda bu Yüce Allah'ın: ''Ha-Mim.
Açıkça bildiren kitaba yemin olsun ki şüphesiz biz onu mübarek
birgecede"yani Kadir gecesinde "indirdik. "(Duhan, 1-3) buyruğu
ile: '''Muhakkak biz onu Kadir gecesinde indirdik" (el-Kadr, 1)
buyruklarını açıklamaktadır. İşte bu da kadir gecesinin ancak Ramazan ayında
olduğunun başka bir ayda olmasının sözkonusu olmadığının deli lidir. Kur'an-ı
Kerim'in önceden de açıklamış olduğumuz gibi Kadir gecesinde Levh-i Mahfuz'dan
toptan indirildiğinde görüş ayrılığı yoktur. Levh-i Mahfuz'dan indirildikten
sonra dünya semasında Beytü'l İzze'de konulmuştur. Daha sonra Cebrail (a.s)
Kur'an-ı Kerim'i emir, nehiy ve sebeplere göre peyderpey indiriyor idi. Bu ise
yirmi sene gibi bir zamanda tamamlanmıştı.
İbn Abbas der ki:
Kur'an-ı Kerim Levh-i Mahfuz'dan toptan dünya semasındaki yazıcı meleklere
indirildi. Daha sonra Cebrail (a.s.) ise yirmibir sene boyunca değişik
zamanlarda kısım kısım onu indirdi.
Mukatil de Yüce
Allah'ın: "Ramazan ayı ki ... Kur'an o ayda indirilmiştir" buyruğu
hakkında şöyle demektedir: Kur'an-ı Kerim Levh-i Mahfuz'dan her sene Kadir
gecesinde dünya semasına indirildi. Daha sonra elçi meleklere Levh-i Mahfuz'dan
yirmi ayda nazil oldu. Hz. Cebrail de onu yirmi sene zarfında indirdi.
Derim ki: Mukatil'in
naklettiğimiz bu görüşü, bu hususta: "Kur'an-ı Kerim (dünya semasına) bir
defada indirilmiştir" şeklinde nakledilen icmaa muhaliftir. Doğrusunu en
iyi bilen Allah'tır.
Vasile b. el-Eska' da
Peygamber (s.a.v.)'dan şöyle buyurduğum..! nakletmektedir: "İbrahim'in
sahifeleri Ramazan ayının ilk gecesinde, Tevrat ise altıncı gecede, İncil
onüçüncü gecede, Kur'an-ı Kerim ise yirmi dördüncü gecede nazil olmuştur."
Derim ki: Bu hadis-i
şerifde el-Hasen'in söylediği Kadir gecesi yirmidördüncü gecedir, şeklindeki
görüşüne delalet vardır. Yüce Allah'ın izniyle buna dair açıklamalar ileride
(el-Kadr, 5. ayet 1. başlıkta) gelecektir
9- "Kur'an'':
"Kur'an" Yüce
Allah'ın kelamının adıdır. Okunan şey (makru') anlamındadır Nitekim içilen şeye
(meşrub) "Şarap," yazılı şeye de (mektup) "kitap" denilir
Buna dayanarak bu kelimenin masdarının "kaf, re ve hemze" olduğu
söylenmiştir Kıraet ve Kur'an o bakımdan aynı anlama gelir. Şair der ki:
"Saçlarına ak
düşmüş secde izleri onda (yüzünde) görülene baskın yaptılar
Ki o geceyi kimi zaman
tesbih kimi zaman Kur'an (okumak) ile geçiriyordu."
Müslim'in Sahih'inde
Abdullah b. Ömer'den gelen rivayete göre; denizde Hz. Süleyman'ın bağladığı
hapsedilmiş birtakım şeytanlar vardır. Aradan fazla zaman geçmeden bunlar çıkıp
insanlara bir Kur'an (birşeyler) okuyacaklardır, demiştir.
Kur'an-ı Kerim'de de
şöyle buyurulmaktadır: "Bir de sabah Kur'anı (namazını eda et). Çünkü
sabah Kuran'ı (sabah namazında okunan Kur'an) tanık olunandır." (el-İsra,
78)
Arapların mef'ul olana
masdar anlamını vermekteki adetleri üzere okunan şeye (makru') Kur'an adı verilir.
Nitekim Araplar ma'luma (bilinen şeye) ilim, madruba (sikke olarak vurulmuş
şeye) darb, meşruba (içilen şeye) şarap (az önce de belirttiğimiz gibi)
demektedirler.
Daha sonra bu şekilde
kullanmak yaygınlık kazanmış, arkasından şer'i örf de böylece devam etmiştir.
Bunun sonucunda da "Kur'an" Allah'ın kelamının adı olmuştur. O kadar
ki: "Kur'an mahluk değildir" denilince bununla anlatılmak istenen
"okunan şey" kastedilmektedir. Yoksa okumak değiL.
Yüce Allah'ın kelamının
yazılı olduğu mushaf da -kelime anlamı genişletilerek-: "Kur'an" diye
adlandırılabilir. Nitekim Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Kur'an'ı
beraberinizde götürerek düşman arazisine yolculuk etmeyiniz." Burada Hz.
Peygamber mushafı kastetmiştir.
Bu kelime birşeyin
toplanması anlamına gelen (...) dan türetilmiştir. "Kur'an"
kelimesinin Allah'ın kitabının özel adı olduğu ve herhangi bir kökten
türemediği de söylenmiştir. Tevrat ve İncil gibi. Bu görüş Şafii'den
nakledilmektedir. Doğrusu ise bütün bu kelimelerin belli bir kökten türetildiği
şeklindedir ki, ileride de buna dair açıklamalar gelecektir.
10- insanlara Bir
Hidayet Olmak üzere ..
Yüce Allah'ın:
"İnsanlara bir hidayet olmak ... üzere" buyruğu Kur'an-ı Kerim'in
halini bildirmek üzere nasb durumundadır. Yani Allah Kur'an-ı Kerim'i insanları
hidayete iletici olarak göndermiştir. " ... apaçık bildirmek" ona
atfedilmiştir.
Hidayet: İletmek ve
beyan etmek demektir ki buna dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2. ayet
3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yani Allah Kur'an-ı Kerim'i insanlara bir
açıklayıcı ve yol gösterici olmak üzere indirmiştir. Maksat muhkemiyle
müteşabihiyle, nasih ve mensuhuyla Kur'an-ı Kerim'in tümüdür. Daha sonra
özellikle Kur'an-ı Kerim'in "beyyinatı (hükümleri apaçık olanları)"
özellikle zikredip onların şerefine işaret buyurmaktadır. Bundan kasıt ise
helal, haram, öğütler ve hükümlerdir.
Beyyinat (apaçık
bildirilmiş hükümler): "Beyyine"nin çoğuludur. Birşeyin açık ve seçik
olarak ortada olması demektir.
"Furkan" ise
(mealde: hak ve batılı ayırdeden) hakkı batıldan ayıran, aralarındaki farkı
beyan eden demektir ki buna dair açıklamalar da daha önceden (el-Bakara, 50.
ayette) geçmiş bulunmaktadır.
11- Mukim ile Yolcunun
Ramazan Ayı Orucunu Tutması:
Yüce Allah'ın:
"Sizden her kim bu aya erişirse orucunu tutsun" buyruğunda yer alan:
"Orucunu tutsun" buyruğundaki "lam" harfini genel olarak
sakin okumuşlardır.
Ancak el-Hasen ve
el-A'rec esreli olarak okumuşlar. Buradaki "lam" harfi emir lam'ıdır.
Tek başına olduğu takdirde esreli olarak okunur. Herhangi bir şey ile mevsul
olursa biri sükün, biri de esreli olmak üzere iki şekilde okunabilir. Başına şu
üç harften birisi geldiği takdirde sakin ve onlarla bitiştirilerek okunur:
Bunlardan birincisi "fa" harfidir. Yüce Allah'ın: (...) "Orucunu
tutsun (...): ibadet etsinler" buyruğunda olduğu gibi. İkincisi, Yüce
Allah'ın: "... Yerinegetirsinler"(el-Hac, 29) buyruğunda olduğu gibi
"vav" harfidir. üçüncüsü ise: "(Sonra anlamına gelen):
Sümme" buyruğu ile birlikte kullanılırsa: "Sonra .. gidersinler"
(Hacc, 29) buyruğunda olduğu gibi.
Burada
"erişmek" hazır bulunmak, ikamet halinde olmak anlamındadır ki,
hazfedilmiş birtakım ifadeler vardır. Yani; sizden her kim aklı başında, baliğ,
sihhatli ve mukim olarak şehirde (Ramazan ayında) hazır bulunursa o ayın orucunu
tutsun, demektir.
Denildiğine göre bu
buyruk umumi bir emir olup Yüce Allah'ın: "Sizden kim hasta veya yolcu
olursa .. "(Bakara, 184) buyruğu ile tahsis edilmiştir.
Burada geçen "bu
aya" buyruğu mef'ul değil, zaman zarfıdır.
İlim adamları bunun te'vili
hususunda farklı görüşlere sahiptir. Ali b. Ebi Talib, İbn Abbas, Süveyd b.
Gafele ve Hz. Aişe -dört tane sahabi ile- Ebu Miclez Lahik b. Humeyd ve Abide
es-Selmani şöyle demişlerdir: Her kim bu aya erişirse -yani Ramazan ayının
başlangıcında o beldesinde, ailesi ile birlikte mukim ise- Ramazan ayının
orucunu tamamlasın. Bundan sonra ister yolculuğa çıksın, isterse ikamet etsin.
Ancak kendisi yolcu iken Ramazan ayına giren kimse yolculukta oruç açabilir.
Bunlara göre bu buyruğun
anlamı şöyle olur: Yolcu iken Ramazan'a erişen kimse orucunu açar ve diğer
günlerden oruç açtığı kadarını da oruç tutar. Her kim haderde (ikamet halinde)
iken Ramazan ayına yetişirse o da bu ayda oruç tutsun.
ümmetin cumhuru
(çoğunluğu) ise şöyle demektedir: Her kim ayın başına ve sonuna erişirse mukim
olduğu sürece oruç tutsun. Yolculuğa çıktığı takdirde de orucunu açsın. Sahih
olan budur. Sahih olan haberler de buna delalet etmektedir.
Buhari (Allah'ın rahmeti
üzerine olsun) birinci görüşe karşı şöyle bir başlık kullanır: "Ramazan
ayından birkaç gün oruç tuttuktan sonra yolculuğa çıkan": Bize Abdullah b.
Yusuf anlatarak dedi ki: Bize Malik, İbn Şihab'dan bildirdi, o Ubeydullah b.
Abdullah b.Utbe'den, o İbn Abbas'tan naklederek dedi ki: Resulullah (s.a.v.) Ramazan
ayında Mekke'ye gitmek üzere yola çıktı. el-Kedid denilen yere varıncaya kadar
oruç tuttu. Oraya varınca orucunu açtı, beraberindekiler de oruç açtı. Ebu
Abdullah (Buhari) der ki: Kedid ise Usfan ile Kudeyd arasındaki yerin adıdır.
Derim ki: Hz. Ali ile
onun görüşü doğrultusunda kanaat belirtenlerin bu görüşleri faziletli, salih
kardeşlerin ziyaret edilmesi gibi mendup olan yolculuk ya da yeterinden fazla
rızık talebi için yapılan mübah yolculuk hakkında kabul edilebilir, bu anlama
gelme ihtimali vardır. Zorunlu gıda ihtiyacını elde etmek kastı ya da tahakkuk
etmesi halinde bir beldenin fethi veya bir düşmana karşı savunmak uğrunda
yapılan vacip yolculuğa gelince; bunlarda kişi muhayyerdir ve orucuna devam
etmesi farz değildir. Aksine takva için böyle bir yolculukta oruç açmak daha
faziletlidir. İsterse kendi beldesinde ayın bir kısmında hazır bulunsun ve
orada bir kısmını oruçla geçirmiş olsun. Çünkü İbn Abbas'ın ve başkalarının
rivayet ettiği hadis bunu gerektirmektedir. Bu şekilde bir yorum yapılması
halinde inşaallah görüşler arasında bir farklılık olmaz. Doğrusunu en iyi bilen
Allah'tır.
Ebu Hanife ve
arkadaşları der ki: Mükellef olma şartları ile birlikte deli ve baygın
olmayarak Ramazan ayına erişen bir kimse o ayın orucunu tutsun. Deli iken
Ramazan ayına erişir ve ay boyunca deliliği devam ederse orucunu kaza etmesi
gerekmez. Çünkü o, oruç tutmayı gerektiren bir nitelikte Ramazan ayına erişmiş
değildir. Ayın başında ve sonunda deliren kimse delirdiği günler sayısınca kaza
yapar. Bu açıklamaya göre ise "şehr (... aya ... )" kelimesinin
mansub (üstünlü) okunması "şehide (erişirse)" kelimesinin sarih
mef'ulü olduğundan dolayıdır.
12- Ramazan Ayında
Oruç Tutmaları Farz Olanlar:
Müslüman, baliğ, Ramazan
ayında olduğunu bilen kimseye oruç tutmanın farz olduğu hükmü, bilinen bir
hüküm halindedir. Kafir tan yerinin ağarmasından önce İslam'a girse yahut küçük
çocuk baliğ olsa o günün sabahından itibaren oruç tutması gerekir. Şayet tan
yerinin ağarmasından sonra kafir İslam'a girmiş, küçük çocuk da baliğ olmuş ise
akşama kadar imsak etmeleri (orucu bozan hallerden uzak kalmaları) gerekir.
Bununla birlikte ayın geçmiş günlerini ve çocuğun büluğa erdiği, kafirin de
İslam'a girdiği günün kazasını yapmaları gerekmez. İlim adamları Ramazanın son
günü İslam'a giren kafir hakkında Ramazanın tümünü kaza etmesi gerekir mi
gerekmez mi ve İslam'a girdiği günün kazasını yapması gerekir mi gerekmez mi
hususunda farklı görüşlere sahiptir.
İmam Malik ve cumhur der
ki: Geçmiş günlerin kazasını yapması gerekmez. Çünkü o İslam'a girdiği andan
itibaren aya erişmiş kabul edilir. Malik der ki: Bununla birlikte İslam'ı kabul
ettiği günün kazasını yapmasını daha çok severim.
Ata ve el-Hasen der ki:
Kalanın orucunu tutar, geçmişin de kazasını yapar. Abdülmelik b. el-Macuşun der
ki: Müslüman olduğu gün yemek yemez ve o günün kazasını yapar. Ahmed ve İshak
da böyle demiştir.
İbnu'I-Münzir ise der
ki: Ayın geçen günlerini kaza etmesi de gerekmez, İslam'ı kabul ettiği günün
kazasını yapması da gerekmez. el-Baci der ki: Bizim mezhep alimlerimizden
kafirler İslam'ın şer'ı hükümlerine muhataptır diyenler -ki bu İmam Malik'in ve
arkadaşlarının çoğunluğunun görüşünün bir gereğidir-; bunların günün geri kalan
kısmında oruç bozucu davranışlardan kaçınmasını vacip görmüşlerdir. Bunu
el-Müdevvene'de İbn Nafi', Malik'ten rivayet etmiş, eş-Şeyh Ebu'l-Kasım da bu
görüşü ifade etmiştir. Mezhebimize mensup alimlerden, hayır kafirler İslam'ın
şer'ı hükümlerine muhatap değildir, görüşünde olanlar şöyle der: Günün geri
kalan kısmında imsak etmesi gerekmemektedir. Bu ise Eşheb'in ve Abdülmelik b.
el-Macuşun'un görüşlerinin gerektirdiği bir hükümdür. İbnu'l-Kasım da bu görüşü
benimsemiştir.
Derim ki: Sahih olan da
budur. Çünkü Yüce Allah: "Ey iman edenler .. " diye buyurarak
yalnızca mü'minlere hitap ta bulunmuştur. Bu ise gayet açıktır. Buna göre
İslam'a giren kafirin günün geri kalan bölümünü imsakla geçirmesi gerekmediği
gibi, geçen günlerin kazasını yapması da gerekmez.
Yüce Allah'ın: "Kim
de hastalanır veya yolculukta olursa o halde o günler sayısınca diğer günlerde
(oruç tutsun)." buyruğuna dair açıklamalar ise az önce (184. ayetin ilgili
bölümünün birinci başlığında) geçmiş bulunmaktadır. Cenab-ı Allah'a hamdolsun.
13- Allah, Hakkınızda
Kolaylık Diler, Zorluk Dilemez:
"Allah size
kolaylık diler" buyruğunda yer alan ve "kolaylık" anlamına gelen
(...) kelimesini bir grup "sin" harfini ötreli olarak (...) şeklinde
okumuşlardır. Bu iki ayrı ağızdır. Aynı şekilde (zorluk anlamına gelen): (...)
kelimesi de bu şekildedir.
Mücahid ve Dahhak der
ki: "Kolaylık" yolculukta oruç açma, "zorluk" ise
yolculukta oruç tutmaktır.
Ancak uygun olan
açıklama bu lafzın dine dair bütün hususlarda genel olduğudur. Nitekim Yüce
Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "O, dinde size güçlük vermedi.
"(el-Hac, 78) Peygamber (s.a.v.)'den de: "Allah'ın dini
kolaylıktır" ve: "Kolaylaştırınız zorlaştırmayınız" diye
buyurduğu da rivayet edilmiştir.
Zenginlik anlamına gelen
"el-yesar" kelimesi de aynı kökten (el-yusr)den gelmektedir. Sol ele
"el-yedu'l-yusra" adının verilmesi ise tefeul yoluyladır. Ya da sol
elin sağ ele yardımcı olması dolayısıyla işlerin kolayca yapılmasından dolayı,
bu isim verilmiş de olabilir. Görüldüğü gibi bu hususta iki ayrı görüş vardır.
"Güçlük
istemez" buyruğu Yüce Allah'ın: "Allah size kolaylık diler"
buyruğunun anlamını ifade eder. Te'kid olmak üzere tekrarlanmıştır.
14- Yüce Allah'ın
iradesi:
Ayet-i kerime Yüce
Allah'ın zatından ayrı olarak kadim ve ezell bir irade ile murid (irade sahibi
dileyici) olduğunu göstermektedir. Ehl-i Sünnet'in kabul ettiği görüş budur.
Nitekim O, aynı şekilde kendine has bir ilim ile alim, kendine has bir kudret
ile kadir, kendine has bir hayat ile hayy, kendine has bir işitme ile semi',
kendine has bir görme ile basir, kendine has bir söz ile mütekellimdir. Bütün
bunlar zatından ayrı ezeli ve varolan birtakım manalardır. Filozoflar ve Şia
ise bu sıfatların olmadığı görüşündedir. Ancak Yüce Allah, haktan sapanların
sözlerinden ve batılcıların batıl iddialarından Yüce ve münezzehtir.
Bu şekilde Allah'ın
sıfatlarını kabul etmeyenlerin iddialarının kökünü şu sözlerle kesmek
mümkündür: Yüce Allah'ın irade sahibi olmadığını söylemek O'nun iradesiz
olduğunu söylemektir. Böyle birşeyolsa, irade sahibi olmayan herkesin irade
sahibi olana göre eksik olması gerektiği açıktır. Çünkü irade sıfatına sahip
olanların herhangi birşeyi tahsis etme ya da etmeme imkanları vardır. Selim
akıl bunun bir kemal olması gerektiğine bir eksiklik olmamasına hükmeder. Hatta
eğer vehim yoluyla bu irade sıfatının ondan alındığı varsayılacak olur ise,
önceki halinin daha sonraki halinden daha mükemmel olması gerekir. Geriye
sadece şu kalır: Bu sıfata sahip olmayan bu sıfata sahip olandan daha eksiktir.
Bunun imkansızlığı ise açıktır. Çünkü yaratılmışın yaratandan daha mükemmel,
yaratanın da ondan daha eksik olması nasıl düşünülebilir? Böyle bir iddianın
reddedilmesi ve çürütülmesi gerektiği ise gayet açıktır. Şanı Yüce ve kutsal
isimlere sahip Allah, kendi zatını irade sahibi olarak nitelendirmiş
bulunmaktadır. O şöyle buyuruyor: "Şüphesiz Rabbin dilediğiniyapandır."
(Hud, 107) Yüce Allah bu ayet-i kerimede de: "Allah size kolaylık diler,
güçlük istemez" diye buyurmaktadır. Bir başka yerde de: ''Allah sizden
(yükünüzü) hafifletmek ister.'' (en-Nisa, 28) diye buyurmaktadır.
Diğer taraftan Yüce Allah
bir işi diledi mi ona sadece "ol" der, o da oluverir.
Ayrıca bu evren son
derece hikmetli, sağlam, düzenli ve mükemmel bir şekilde yaratılmıştır. Bununla
birlikte bu evrenin varlığı da mümkündür, yok olması da mümkündür. Ona var
olmak özelliğini verenin, onun varolmasını irade etmesi, onu varetmeye kadir ve
onu bilen bir alim olması gerekir. Eğer o, alim ve kadir değil ise, herhangi
bir işin O'ndan sadır olması düşünülemez. Alim olmayan bir zat ise kadir dahi
olsa, hikmetli ve sağlam bir düzene sahip olarak herhangi birşey yaratmaya
kadir olamaz. İrade sahibi olmayan bir zat ise varlığı caiz (mümkün) olan
birtakım şeyleri bazı hal ve durumlarla özellikli kılamaması, bunun aksinden
(yani özel hallere ve zamanlara sahip kılmasından) daha uygun ve yerindedir.
Çünkü bütün bu caiz şeylerin ona nisbeti arasında bir fark yoktur.
İlim adamları der ki:
Allah'ın kadir, irade sahibi olması sabit olduğuna göre O'nun hayy (hayat
sahibi) olması da icabeder. Çünkü hayat bu sıfatların bir şartıdır. Hayat
sahibi olması dolayısıyla da semi', basir ve mütekellim (söz söyleyen kelam
sahibi) olması gerekir. Eğer Allah hakkında bu sıfatlar sabit olmazsa mutlaka
O, bunların zıddı olan sıfatlarla muttasıftır. Kör olmak, sağır olmak, dilsiz
olmak gibi. Nitekim tanık olunan şeylerden bilip gördüğümüz budur. Şanı Yüce ve
yaratıcı ise, zatında eksikliği gerektiren herhangi bir sıfata sahip olmaktan
mukaddestir.
15- "Sayılı
Günlerin Tamamlanması. ''
Yüce Allah'ın: "Ta
ki o sayılı günleri tamamlayasınız" buyruğu iki şekilde açıklanmıştır:
Birincisine göre yolculuk veya hastalığı halinde oruç açan kimsenin eda etmesi
gereken günlerin sayısını tamamlamak, ikincisine göre ise ister yirmidokuz,
ister otuz gün çeksin hilal günlerinin sayısını tamamlamaktır. Cabir b.
Abdullah der ki: Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Ay yirmidokuz gün
olur."
Bu buyruk Hz.
Peygamber'in "İki bayram ayı olan Ramazan ve Zülhicce eksik olmaz"
şeklindeki hadisi otuz günden daha eksik olmazlar şeklinde açıklayanların
te'vilini reddetmektedir. Bu hadisi Ebü Davüd rivayet etmiştir.
İlim adamlarının cumhuru
ise bunu şu şekilde te'viI etmişlerdir: Bu iki ay ecir bakımından ve günahlara
keffaret olmaları açısından eksik olmazlar. İster yirmidokuz gün çeksinler,
isterse de otuz gün.
16- Ramazanın Otuzuncu
Günü Gündüzün Şevval Hilali Görülürse:
Ramazanın otuzuncu günü
gündüzün Şevval hilalinin görülmesi mu'teber değildir. Aksine o ertesi günün
hilali olarak kabul edilir. Sahih olan görüş budur. Bu mes'ele ile ilgili
olarak Hz. Ömer'den gelen rivayetler farklıdır.
Darakutni, Şakik'ten
şöyle dediğini rivayet etmektedir: Bizler Hanikin'de iken Ömer'den bir mektup
aldık. Mektubunda şöyle diyordu: Kimi hilaller kimilerine göre büyük görünür.
Gündüzün hilali gördüğünüz takdirde iki şahit o hilali dün akşamdan
gördüklerine şahitlik etmedikçe orucunuzu açmayınız. (Darakutni, II, 168)
Bunu ayrıca Ebu Ömer
(İbn Abdi'l-Berr) şu rivayet yoluyla da zikretmiştir: Abdurrezzak, Ma'mer'den,
o el-A'meş'ten, o Ebu Vail'den (bir önceki hadiste geçen Şakik'ten) dedi ki:
Ömer bize bir mektup yazdı ... Ebu Ömer der ki: Ali b. Ebu Talib'ten de
Abdürrezzak'ın zikrettiğine benzer bir rivayet gelmiştir. Aynı zamanda bu İbn
Mesud'un, İbn Ömer'in ve Enes b. Malik'in de görüşüdür. Malik, Şafii, Ebu Hanife,
Muhammed b. el-Hasan, el-Leys ve Evzai de bu görüştedir. Ahmed ve İshak da bu
görüştedir. Süfyan es-Sevrı ile Ebu Yusuf ise şöyle derler: Eğer hilal zevalden
sonra görülecek olursa o bir sonraki günün hilalidir. Eğer zevalden önce
görülecek olursa bir önceki günün hilalidir. (Yani hilalin görüldüğü o gün
Ramazandan değildir).
Bunun bir benzeri Hz.
Ömer'den de rivayet edilmiştir ki bunu Abdürrezzak, es-Sevri'den, o Muğire'den,
o Şibak'tan o da İbrahim'den şöyle dediğini zikretmektedir: Ömer, Utbe b. Ferkad'a
yazılı mektubunda şöyle dedi: "Gündüzün güneş zevale ermeden önce otuzuncu
günde hilali gördüğünüz takdirde oruç açınız. Güneşin zevalinden sonra onu
gördüğünüz takdirde ise akşam oluncaya kadar orucunuzu açmayınız."
Hz. Ali'den de bunun
benzeri bir rivayet vardır.
Şu kadar var ki Hz.
Ali'den isnad bakımından bu mes'ele ile ilgili herhangi bir rivayet gelmiş
değildir. Süleyman b. Rabia'dan da es-Sevrı'nin görüşüne benzer bir görüş
rivayet edilmiştir. Abdülmelik b. Habib'in kabul ettiği görüş de budur.
Kurtuba'da da buna göre fetva verilirdi.
Bu mes'elede Ömer b.
Abdülaziz'den farklı rivayetler gelmiştir: Ebu Ömer der ki: Ömer (b.
Abdülaziz)den gelen rivayet, Malik, Şafii ve Ebu Hanife'nin kabul ettiği görüşe
uygun olarak muttasıl bir şekilde gelmiştir. Şu kadar var ki es-Sevrı'nin
görüşüne uygun olarak ondan nakledilen rivayet muttasıl değil, munkatı'dır. Bu
gibi durumlarda muttasıl olan bir rivayeti kabul etmek daha uygundur.
es-Sevrı'nin görüşünü
kabul edenler şu sözleriyle onun lehine delil gösterirler: el-A'meş'in rivayet
ettiği hadis mücmeldir ve burada zevalden önce veya sonra diye özel bir ifade
kullanılmamıştır. İbrahim'in rivayet ettiği hadis ise açıklayıcı (müfessir)dir.
O bakımdan bu görüşün kabul edilmesi daha uygundur.
Derim ki: Hz. Ömer'den
muttasıl olarak gelen rivayet merfu' ve mevkuf olarak da rivayet edilmiştir.
Bunu Peygamber (s.a.v.)'ın hanımı Hz. Aişe şöylece rivayet etmektedir: Otuzuncu
günün sabahı Rasülullah (s.a.v.) oruçlu sabah etti. Gündüzün Şevval hilalini
gördü, akşam oluncaya kadar orucunu açmadı. Bunu Darakutni el-Vakidı yoluyla
gelen bir senedle rivayet etmiş ve şöyle demiştir: el-Vakidı dedi ki: Bize Muaz
b. Muhammed el-Ensari anlatarak dedi ki: ez-Zühri'ye erken vakitte şevval
hilalinin görülmesine dair soru sordum, dedi ki: Şevval hilali tan yerinin
ağardığından itibaren ikindiye kadar veya güneş batana kadar görülecek olursa
bu hilal gelen gecenin hilalidir. Ebu Abdullah der ki: Bu üzerinde icma olunmuş
bir husustur. (Darakutni, II, 173)
17- Bayram Namazı:
Darakutni rivayet ediyor
.. Rib'ı b. Hiraş Peygamber (s.a.v.)'ın ashabından birisinden rivayetle dedi
ki: Ramazanın son günü hususunda insanlar arasında görüş ayrılığı çıktı. İki
bedevı Arap geldi. Peygamber (s.a.v.)'ın huzurunda, dün akşam hilali gördüklerine
dair şehadette bulundular. Rasülullah (s.a.v.) da insanlara oruçlarını
açmalarını ve (ertesi sabah) namazgaha (bayram namazı için) gitmelerini
emretti. Darakutni der ki: Bu Hasen ve sabit bir isnaddır.(Darakutni, II, 169)
Ebu Ömer (İbn
Abdi'l-Berr) der ki: Bayram namazının, bayram(ın birinci günü) dışında ve
birinci günü zevalden sonra dahi olsa kılınmayacağı hususunda İmam Malik ve
ashabından gelen rivayetler arasında görüş ayrılığı yoktur. Bu görüş Ebu
Hanife'den de rivayet edilmiştir. Bu mes'ele ile ilgili olarak Şafii'den farklı
görüşler gelmiştir. Bir defasında Malik'in görüşüne uygun görüş belirtmiştir.
Müzeni de bu görüşü tercih eder ve şöyle der: Bayramın birinci günü zevalden
sonra namazın kılınması caiz olmadığına göre ikinci günü namazın asıl vaktinden
daha uzak bir vakittir ve ikinci günde kılınmaması daha bir uygundur. Şafii'den
gelen bir diğer rivayete göre ise ikinci gün kuşluk vakti bayram namazı
kılınır. el-Buveyti der ki: Bu namaz - bu hususta (aksini ortaya koyan) bir
hadis sabit olması dışında - kılınmaz.
Ebu Ömer der ki: Eğer
bayram namazı vaktinin çıktığından sonra kaza edilecek olursa farz namazlara
benzemiş olur. Fukaha sair sünnet namazların kaza olunmayacağı hususunda icma
etmişlerdir. İşte bu da onun gibidir.
es-Sevri, el-Evzai ve
Ahmed b. Hanbel ise şöyle der: Ertesi günü çıkar namaz kılarlar. Ebu Yusuf da
el-imla adlı eserinde böyle demiştir. el-Hasen b. Salih b. Hay ise şöyle
demektedir: (İkinci gün) Ramazan bayramında namaz kılmak için çıkmazlar ama
Kurban bayramında ikinci gün çıkarlar. Ebu Yusuf ise şöyle demektedir: Kurban
bayramında ise imam onlara bayram namazını üçüncü günde dahi kıldırabilir. Ebu
Ömer der ki: Çünkü Kurban bayramı, bayram günleridir kılınacak namaz da bayram
namazıdır. Ancak Ramazan bayramının birinci günü dışındaki günler bayram günü
değildir. Bu günde namaz kılınmayacak olursa bayram dışındaki günlerde kazası
yapılmaz. Çünkü bu namaz farz bir namaz değildir ki kaza edilebilsin. Leys b.
Sa'd da şöyle der: Ertesi gün, Ramazan bayramında da Kurban bayramında da namaz
kılmak için çıkarlar.
Derim ki: İnşaallah
(ikinci günü) çıkışını uygun gören görüşler daha sahihtir. Çünkü bu hususta
sabit olan sünnet bunu göstermektedir. Diğer taraftan Şari'in bu sünnetlerden
dilediğini istisna ederek, vaktinin çıkmasından sonra kaza edilmesini emretmesi
imkansız birşey değildir.
Diğer taraftan Tirmizi
Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir:
Resulullah (s.a.v.)
buyurdu ki: '''Her kim sabah namazının iki rek'atini kılmayacak olur ise bu iki
rekati güneş doğduktan sonra kılıversin." Bu hadisi Ebu Muhammed sahih
kabul etmiştir. Tirmizi der ki: Kimi ilim adamı bu hadise göre amel etmektedir.
Süfyan-ı Sevri, Şafii, Ahmed, İshak ve İbn Mübarek de bu görüştedir. Hz.
Ömer'den bunu bu şekilde yaptığı da rivayet edilmiştir.
Derim ki: Bizim ilim
adamlarımız şöyle der: Vakit daralıp da sabahı (farzını) kılsa ve sabahın
(sünnet) iki rek'atini terketse dilediği takdirde güneşin doğuşundan sonra bu
iki rek'ati kılabilir. O takdirde bu iki rek'ati kılmaz da denilmiştir. Diğer
taraftan biz bu iki rekati kılar görüşünü kabul edersek, onun bu kılması kaza
yoluyla mı olur yoksa sabahın iki rek'at sünnetinin sevabının yerini tutacak
onun lehine iki rek'at mi olur? eş-Şeyh Ebu Bekr şöyle der: Mezhepte kabul edilen
asıl ilkeye göre uygun görülen görüş budur. (Yani sonradan kılacağı iki rekatin
sevabının sabahın sünnetinin iki rek'atin sevabının yerini tutacağıdır). Bu iki
rekat hakkında "kaza" tabirini kullanmak kelimenin hududunu
zorlamaktır.
Derim ki: Ramazan bayramı
namazının ikinci günde kılınması hükmünün bu asıl ilkeye göre olması da uzak
ihtimal değildir. Bilhassa bu namaz senede bir defa kılınır ve bu hususta
sünnette de sabit olmuş uygulamalar vardır.
Nesai şöyle rivayet
eder: Bana Amr b. Ali haber verdi. Dedi ki: Bize Yahya anlattı, dedi ki: Bize
Şu'be anlattı, dedi ki: Bana Ebu Bişr, Ebu Umeyr b. Enes'ten, o amca tarafından
akrabasından rivayetle (dedi ki): Bir grup kimse hilali gördü, Peygamber
(s.a.v.)'ın huzuruna geldiler, Hz. Peygamber de onlara güneş yükselmiş olduktan
sonra oruç açmalarını ve bayram (namazı) için de ertesi günü çıkmalarını emir
buyurdu. Bir rivayette de: Ertesi günü (bayram namazı kılmak üzere)
namazgahlarına çıkmak üzere emretti.
18- 'Ta ki o Sayılı
Günleri Tamamlayasınız ... "
Ebu Bekir, Asım'dan,
kendisinden gelen bir rivayete göre Ebu Amr, el-Hasen, Katade ve el-A'rec,
"Ta ki o sayılı günleri tamamlayasınız" anlamını ifade eden: (...)
buyruğunu: (...) şeklinde "mim" harfini şeddeli olarak okumuştur.
Diğerleri ise bunu şeddesiz olarak okumuşlardır. Kisai şeddesiz okuyuşu tercih
etmiştir. Yüce Allah'ın: "Bugün sizin için dininizi tamamladım"
(el-Maide, 3) buyruğunda olduğu gibi. en-Nehhas der ki: Bu kelimenin bu
şekillerde okunması aynı anlama gelen iki ayrı şivedir. Nitekim Yüce Allah
(aynı kelimeyi şu buyruğunda her iki şekilde de) şöylece kullanmıştır: "Bu
nedenle o kafirlere mühlet ver. Onlara azıcık bir mühlet ver. "(et-Tarık,
17)
Ancak bu kelimenin
başındaki "lam" harfinin sakin okunması caiz değildir. Bununla önceki
arasındaki fark şudur: İfadenin takdiri: "tamamlamanızı istiyor"
şeklindedir. Halbuki hem (...), hem de "lam" harfinin esresinin bir
arada hazfedilmesi caiz değildir. Basralıların görüşü budur. Kuseyyir Ebu
Sahr'ın şu mısraı da bu türdendir: "Onu hatırlamayı unutmak
istiyorum."
İşte buradaki
"lam" mef'ulün başına gelen lam'dır. Anlamı, o sayının tamamlanmasını
istiyor, şeklindedir.
Şöyle de denilmiştir:
Buradaki "lam" harfi daha sonra gelen gizli bir fiil ile alakalıdır
ki takdiri şöyledir: Sayıyı tamamlayasınız diye o size bu ruhsatı vermiştir. Bu
da Küfelilerin görüşüdür.
en-Nehhas bunu
el-Ferra'dan nakletmiş ve şöyle demiştir: Bu da güzel bir görüştür. Yüce
Allah'ın şu buyruğu da bunu andırmaktadır: "Biz ibrahim 'e göklerin ve
yerin mülkünü böylece gösteriyorduk. Kesin bir bilgiye sahip olanlardan olsun
diye." (el-En'am, 75) Yani, kesin bilgiye sahip olanlardan olsun diye biz
böyle yaptık.
Bir görüşe göre de
buradaki "vav" harfi fazladan gelmiştir. Şöyle de denilmiştir:
Buradaki "lam" harfinin emir lam'ı "vav" harfinin ise bir
cümleyi bir diğer cümleye atıf edatı olması da mümkündür. Ebu İshak İbrahim İbn
esSerrı der ki: Bu manaya hamledilir ve ifadenin takdiri: Allah bunu size
kolaylık olsun ve siz de sayıyı tamamlayasınız diye böyle yaptı, şeklindedir.
Devamla der ki: Sibeveyh'in naklettiği şu beyitler de buna benzemektedir:
"Harab olup gitti;
telef olmakla birlikte alametleri de değişti, Ateşlerinin külü savrulmuş birkaç
maltız dışında; Kafasına vurulup yarılmış çadır kazığının tepesi ise görünüyor
Geri kalan kısımlarını ise sert taşlı arazi örtmüş, gitmiş."
Çünkü burada (ikinci
mısrada) kastettiği anlam: Orası harab oldu gitti, şu kadar var ki orada
bulunan bir kaç maltız yerinde durmaktadır. Ayrıca: Ve orada kafası yarılmış
çadır kazığı da vardır, demiş gibidir.
19- Allah'ı Büyük
Tanımak:
Yüce Allah'ın:
"Allah'ı ... büyük tanıyasınız" buyruğu bir önceki buyruğa atfedilmiş
("ve" bağlacı ile bağlanmış)tır. Anlamı ise tefsir alimlerinin çoğunluğunun
kabul ettiği görüşe göre; Ramazanın sonunda Allah'ı büyük tanımaya (tekbir)
teşviktir.
Bunun sınırı hususunda
ise ilim adamlarının farklı görüşleri vardır.
Şafii der ki: Said b.
el-Müseyyeb'den, Urve'den ve Ebu Seleme'den Ramazan bayramı gecesini tekbir
getirip hamdettikleri rivayet edilmektedir. Şani der ki: Kurban bayramı gecesi
de (bu bakımdan) ona benzemektedir.
İbn Abbas da şöyle der:
Şevval hilalini gördükleri takdirde tekbir getirmeleri müslümanların görevidir.
Yine ondan şöyle dediği rivayet edilmektedir:
Kişi hilali gördüğü
zamandan hutbenin sona ermesine kadar tekbir getirir. İmamın hutbeye çıkışı
vaktinde tekbiri bırakır ve imamın tekbiri ile birlikte tekbir getirir.
Kimisi de şöyle
demiştir: Kişi hilalin görülmesinden imamın (bayram) namazı(nı) kıldırmak üzere
çıkışına kadar tekbir getirir. Süfyan der ki: Burada sözü geçen tekbir Ramazan
bayramının birinci günkü tekbiridir.
Zeyd b. Eslem der ki:
Namazgaha çıktıkları vakit tekbir getirirler, namaz bitti mi bayram da biter. Bu,
Malik'in de kabul ettiği görüştür.
Malik der ki: Tekbir;
evinden çıktığı zamandan itibaren başlar, imamın namaz için çıkacağı vakte
kadar devam eder. İbnu'l-Kasım ile Ali b. Ziyad da şunu rivayet etmektedirler:
Eğer güneşin doğuşundan önce (evinden) çıkarsa yolda giderken ve oturduğu yerde
güneş doğuncaya kadar tekbir getirmez. Şayet güneş doğduktan sonra evinden
çıkarsa yolda namazgaha ulaşıncaya kadar tekbir getirsin, oturunca da, imam
hutbeyi okumak üzere çıkıncaya kadar tekbirini sürdürsün.
İmam Malik'e göre
Ramazan bayramı ile Kurban bayramı arasında bir fark yoktur. Şafii'nin görüşü
de bu şekildedir.
Ebu Hanife ise şöyle
demiştir: Kurban bayramında tekbir getirir, fakat Ramazan bayramında tekbir
getirmez. Ancak delil onun aleyhinedir. Delil Yüce Allah'ın: "Ta ki ..
Allah'ı büyük tanıyasınız" buyruğudur. Diğer taraftan bu, bayram günüdür
ve senede bir daha tekerrür etmez. O bakımdan Kurban bayramında olduğu gibi bu
bayram için çıkış halinde tekbir getirmek sünnet kılınmıştır.
Darakutni, Ebu Abdurrahman
es-Sülemı'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: (Selef) Ramazan bayramında
tekbiri Kurban bayramındaki tekbirden daha ileri derecede getiriyorlardı.
(Darakutni, II, 44)
İbn Ömer'den gelen
rivayette de şöyle denilmektedir: Rasülullah (s.a.v.) Ramazan bayramı günü
evinden çıktığı andan itibaren namazgaha varıncaya kadar tekbir getirirdi.
(Darakutni, II, 44 )
Yine İbn Ömer'den şu
rivayet gelmiştir: Kurban bayramı ile Ramazan bayramı günü (sabah vaktinde)
namazgaha gitti mi, namazgaha ulaşıncaya kadar açıktan tekbir getirirdi. Daha
sonra da imam gelene kadar tekbir getirmeyi sürdürürdü. (Darakutni, II, 45)
Peygamber (s.a.v.)'ın
ashabından olsun başkalarından olsun ilim ehlinin çoğunluğu -İbnu'I-Münzir'in
naklettiğine göre- Ramazan bayramında tekbir getirileceği görüşündedirler.
İbnu'I-Münzir der ki: Bunu el-Evzai İlyas'tan nakletmiştir. Şafii de Şevval
hilalini gördüğünde şöyle dermiş: İnsanların tek tek ve topluca tekbir
getirmelerini, bu tekbirlerini ertesi günü namazgaha gidene kadar ve imam da
namaza (kıldırmak üzere) çıktığı vakte kadar açıktan sürdürmelerini arzu
ediyorum. Aynı şekilde hacca gitmeyen kimseler için de Kurban bayramı gecesi
böyle yapmaları hoşuma gider.
İki bayram namazının hükmü
ile bu bayramlarda tekbir getirmenin hükmüyle ilgili açıklamalar ileride:
"O en Yüce Rabbinin adını tesbıh et" (el-A'la, 1) buyruğunu ve:
"el-Kevser (108. süre)"i açıklarken -yüce Allah'ın izniyle-
gelecektir.
20- Tekbirin Sözleri:
Malik ve bir grup ilim
adamına göre tekbir şu sözlerle getirilir: (üç defa) Allahu ekber, Allahu
ekber, Allahu ekber denilir. Bu tekbir şekli Cabir b. Abdullah'tan rivayet
edilmiştir. Kimi ilim adamı ise tekbir arasında tehlil getirir (La ilahe
illallah, der) ve tesbihte bulunur (subhanallah, der) Kimisi de şöyle der:
Allahu ekber kebira. Velhamdulillahi kesira. Ve subhanallahi bükraten ve esila.
(Allah en büyüktür, Allah'a çok çok hamd-ü sena olsun. Sabah akşam Allah'ı
tesbih ederim).
İbnu'l Mübarek Ramazan
bayramı günü namaza çıktığında: Allahu ekber, Allahu ekber la ilahe illallah
vellahu ekber ve lillahil hamd. Allahu ekberu ala ma hedana (Allah en büyüktür,
Allah en büyüktür, Allah'tan başka ilah yoktur, evet Allah en büyüktür, hamd
yalnız Allah'ındır, bizi hidayete erdirdiği için Allahu ekber) diye tekbir
getirirdi.
İbnu'I-Münzir der ki:
Malik bu konuda belli ifadeler tayin etmezdi. Ahmed de der ki: Bu konuda
genişlik vardır.
İbnu'l Arabi de der ki:
"İlim adamları mutlak olarak tekbiri tercih etmiştir. Kur'an-ı Kerim'in
zahirinden anlaşılan da budur. Ben de görüş olarak buna meyilliyim."
21- Hidayete ilettiği
için Allah'ı Büyük Tanımak:
Yüce Allah: "Ta ki
... Allah'ı sizi doğru yola ilettiğine karşılık büyük tanıyasınızve
şükredesiniz" diye buyurmaktadır. Bir görüşe göre; hıristiyanlar oruç
tutmaları gereken günleri değiştirip saptıklarından dolayı (Allah sizi Ramazan
ayına ilettiğinden dolayı büyük tanıyınız). Bir diğer görüşe göre de:
Cahiliyyenin yapmış olduğu atalarla övünüp neseblerle yarışmayı geçmişlerin
menkıbelerini sayıp dökme yerine O sizi doğruya iletmiştir. (Onun için Allah'ı
tekbir ediniz, büyük tanıyınız).
Bir diğer görüşe göre
ise: Allah'ı size gönderdiği şer'i hükümlerle hakka ilettiği için ta'zim
edesiniz diye. Buna göre bu buyruk genel bir anlam ifade etmektedir.
"Ve ta ki
şükredesiniz" buyruğunun anlamına dair açıklamalar ise daha önceden
(el-Bakara, 52. ayet 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.
Ramazan Ayı (Beyhaki, Külliyat)
Ramazan Ayının Son On Gününü İbadetle
Geçirmeye Çalışmak, (Beyhaki, Külliyat)