ZÜHRİ
Tâbiîn devrinin tanınmış
hadîs ve fıkıh âlimlerinden. İsmi, Muhammed bin Müslim bin Abdullah bin Şihâb,
künyesi, Ebû Bekir’dir. Ba’zan Zührî, ba’zan da büyük dedesine nisbetle İbn-i Şihâb-uz-Zührî
diye söylenir. 52 (m. 672) târihinde doğup, 124 (m. 742) senesinde, Şam
civarında “Şegbedâ” denilen köyde vefât etmiştir. Burası Hicaz sınırının sonu
ile Filistin sınırının başlangıcında bir yerdir. Kureyşin Zühre kabilesine
mensûbtur. Peygamber efendimizin valideleri Hz. Âmine de bu kabileye mensûbtu.
Zührî (r.a.) Medine-i münevverelidir. Fakat Şam’da yerleşmiştir Eshâb-ı
kirâmdan on kişi ile örüşmüştür. Abdullah bin Hattâb, Abdullah bin Ca’fer,
Rebîa bin Ubbâd, Misver bin Mahreme, Abdurrahmân bin Ezher ve daha başka
Sahâbeden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ata bin Ebî Rebâh, Ebû Zübeyr Mekkî,
Ömer bin Abdülazîz, Amr bin Dinar, Sâlih bin Keysân, Yahyâ bin Sa’îd el-Ensârî
ve daha birçok âlim ve fâdıl zâtlar (r.aleyhim) da ondan hadîs-i şerîf rivâyet
etmişlerdir.
Zührî (r.a.) hadîs ilminde,
ha üz derecesindedir, İmâm-ı Buhârî’nin Aliyyül-Medinî’den bildirdiğine göre,
Zührî, ikibin hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Bunların bir çoğu, Kütüb-i sitte
denilen meşhûr altı hadîs kitabında ve Muvattâ’da mevcuttur. Zührî (r.a.) bir
zekâ ve fazîlet hârikası idi. Fevkalâde (üstün) bir zekâsı vardı. Kur’ân-ı
kerîmi seksen gecede ezberlemişti. Medine-i münevveredeki Fukahâ-i Seb’a, ya’nî
yedi meşhûr âlimin bildirdikleri fıkıh bilgilerinin hepsini öğrenmişti. Zührî
(r.a.) Resûlullah efendimizin
mübârek hadîs-i
şerîflerinin sağlam şekilde zabtedilmesi için, ilk çalışmayı başlatan büyük bir
âlimdir.
Hadîs-i şerîfi önce o
tedvin etmiştir. Hadîslerin toplanması işine, Emevi halifelerinden Ömer bin
Abdülazîz (r.a.) zamanında başlanmıştır. Hadîsleri toplama teşebbüsünün sebebi,
Ömer bin Abdülazîz’in, Medine valisi Ebû Bekir bin Muhammed bin Hazm’a
gönderdiği mektûbta şöyle belirtilir: “Resûlullahın (s.a.v.) hadîslerini
sünnetlerini, Amre’nin rivâyetlerini araştır ve yaz. Çünkü ben, ehlinin azalıp,
yok olarak, ilmin kaybolmasından korkuyorum.” Mektupta geçen Amre, Amre binti
Abdurrahmân el-Ensârî’ye (Abdurrahmân’ın kızı Amre) olup, Hz. Âişe validemizin,
Resûlullah efendimizden rivâyet ettiği hadîs-i şerîfleri en iyi bilen sâliha
bir kadındı. Ömer bin Abdülazîz (r.a.), Medine valisi İbn-i Hazm’a verdiği bu
emri bütün valilere göndererek, memleketin her tarafına duyurmuştu. Bu emri ilk
yerine getiren Muhammed bin Müslim bin Şihâb ez-Zührî’dir. Bu çalışmalar
sırasında Zührî hazretleri, bir gün oturmuş, kitaplarını da etrafına koymuştu.
Kendisini o kadar kitaplara vermişti ki, dünyâ işleri ile urğaşmaya bile
fırsatı yoktu.
Bunun üzerine hanımı ona
“Vallahi üzerime üç tane kuma (hanım) getirsen, bana bu kadar ağır gelmezdi.
Senin ba kitapların hepsini geçti” dedi. Zührî, daha hayatta iken bulduğu
hadîs-i şerîfleri bir kitapta topladı. Halife de bu kitabı çoğaltarak her
tarafa gönderdi. Böylece Zührî (r.a.) hadîs-i şerîflerin toplanarak korunması
hususunda böyle hayırlı bir çığır açan mübârek bir zâttır. Hakkında
söylenilenler:
Leys bin Sa’d der ki:
“Zührî’nin çok geniş ve derin ilmi vardı. Hangi ilim dalı olursa olsun,
konuşmaya başlayınca, dinliyen, o mevzuyu en iyi bilen o, kanâatine varırdı.”
Aynı zamanda o, çok cömertti. Halîfe Hişâm bin Abdülmelik, çocuklarına ders
vermesi için kendisinden ricada bulundu. O da kabul etti. Çocuklara dörtyüz
hadîs-i şerîf yazdırmıştı. Bir ay sonra, hadîs-i şerîflerin kaybolduğu
söylenip, yeniden yazılması istendi. O da tekrar yazdı. Kaybolduğu söylenen
ile, yeni yazıları karşılaştırılınca, ikisinin de
birbirinin aynısı olduğu
görüldü.”
Ömer bin Abdülazîz (r.a.),
zekât memurlarına: “İbn-i Şihâb’a iyi yapışınız. Zamanına kadar gelen
sünnetleri en iyi bilen odur.”
İmâm-ı Mâlik “O benzeri az
bulunan bir âlimdir.” İbn-i Şihâb Zührî (r.a.) Medine-i münevvereye gelmişti.
Meşhûr âlim, Rebîa ile karşılaştı. Onunla ilmî sohbette bulunmak istedi. Bunun
için bir eve gittiler, ikindi vaktine kadar oturdular, ikindi vakti. Zührî
evden çıkınca “Rebîa gibi bir âlimin bulunacağını tahmin etmezdim.” dedi. Rebîa
da “Zührî hakkında ilim bakımından Zührî’nin derecesine zor ulaşılır” demiştir.
Zührî’yi (r.a.) tanıyanlardan birine, onun koku sürünüp sürünmediğini sordular.
O da “Ben onun, bineği için kullandığı kamçısından misk kokusu geldiğini
hissederdim” demiştir.
Zührî’nin (r.a.) rivâyet
ettiği hadîs-i şerîflerden ba’zıları:
Resûlullah (s.a.v.),
kardeşine haya hakkında, nasîhat veren Ensâr’dan bir zâta rastlayınca şöyle
buyurdu: “Onu, sahip olduğu haya hasleti üzere bırak. Çünkü hayâ, îmândandır.
Ya’nî îmân, sahibini kötülükleri yapmaktan alıkoyduğu gibi, hayâ da alıkor.”
Resûlullaha (s.a.v.) bir
zât gelip, “Yâ Resûlallah, bana bir kaç kelime öğret ki, onunla yaşıyayım,
hayatımı ona göre tanzim edeyim (düzenliyeyim) fakat fazla olmasın. Çünkü
unuturum” deyince. Peygamber efendimiz (s.a.v.) “Kızma” buyurmuştur. Çünkü
kızmaktan, lüzumsuz hiddetlenmelerden bir çok kötülükler doğabilir.
Peygamber efendimiz
(s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Birbirinize buğz etmeyiniz. Birbirinize haset
etmeyiniz. (Ya’nî birbirinizin ni’metinin, elinden çıkmasını gözetlemeyiniz.)
Birbirinizden yüz çevirmeyiniz.
Ey Allah’ın kulları! Kardeş
olunuz. Bir müslümana darılıp da, din kardeşini üç geceden fazla terk etmek
halâl olmaz.”
“Birisi, Resûlullaha
(s.a.v.) gelip, komşusundan şikâyette bulundu. Resûlullah (s.a.v.) mescidin
kapısında “Biliniz ki, kırk ev komşudur” diye bağırılmasını emrettiler. Zührî
(r.a.), “Kırk ev, sağdan, kırk ev soldan, kırk önden, kırk ev de arkadan
komşudur” diyerek dört tarafa işaret etti.
Peygamber efendimiz Eshâb-ı
kirâma, “Size atılan adımlardan Allahü teâlânın en çok râzı olduğu adımı
bildireyim mi?” buyurdular. Sahâbe-i kirâm: “Evet, Yâ Resûlallah! dediler.
Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) efendimiz “Allahü teâlânın en hoşnud olduğu
adım, akrabayı ziyâret için veya cemâatle namaz kılmak için atılan adımdır.”
buyurdular.
“Allah yolunda, akıtılan
kan ve Allah korkusundan, gözden akıtılan yaşlar, Allahü teâlânın
en çok hoşnud olduğu
damlalardır.”
“Sizden biriniz, komşusunun
ağacını, duvarınıza koymasına mâni olmasın,”
“Sizden biriniz ezanı
işitince aynısını söylesin.”
Enes bin Mâlik’ten rivâyet
ettiği hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz buyuruyor ki: “Bir gün Mûsâ (a.s.) yolda
gidiyordu. Allahü teâlâ ona nida buyurdu, “Ey Mûsâ! Etrafına bak!” Mûsâ (a.s.)
etrafına dönüp baktı. Kimse yoktu. Allahü teâlâ tekrar nida etti. Hz. Mûsâ yine
bakındı. Kimseyi göremedi.
Fakat içi ürpermişti. Sonra
üçüncü defa nida edilip, “Ey Mûsâ! Ben kendisinden başka, ilâh olmayan Rabbin
Allahım.” Mûsâ (a.s.),
“Buyur yâ Rabbi, emrine
hazırım” dedi ve secdeye vardı.
Allahü teâlâ “Başını kaldır
yâ Mûsâ!” buyurdu. Hz. Mûsâ başını kaldırdı. Allahü teâlâ; “Yâ Mûsâ! Arşın
gölgesinde gölgelenmek istiyorsan, yetimlere, merhametli bir baba gibi, dul
kadına da, onu muhafaza eden ve gözeten zevci gibi ol. Yâ Mûsâ! Merhametli ol.
Böyle olursan, sana da merhamet edilir. Ceza verirsen, ceza görürsün. Yâ Mûsâ!
İsrâiloğullarına haber ver ki, kim Habîbim Muhammed’e (s.a.v.) yetişir de ona
îmân etmezse, onu ateşe atarım. İzzetim ve celâlim hakkı için Muhammed ve
ümmeti Cennete girmeden, kimse Cennete giremez” buyurdu. Mûsâ (a.s.) “Yâ Rabbi!
Onun ümmeti nasıldır?” diye sorunca, Allahü teâlâ “Onun ümmeti, her zaman bana
hamd ederler. Temizdirler. Gündüzleri oruç tutar, geceleri ibadet ederler.
Onların yaptığı az bir şeyi de kabul ederim. Lâ ilâhe illallah (Allahdan başka
ilâh yoktur) deyip, bunu kalbleriyle tasdîk ve kabul ettikten sonra, onları
Cennete koyarım.” Bunun üzerine, Hz. Mûsâ, “Yâ Rabbi!” “Beni bu ümmetin Peygamberi
eyle” dedi. Allahü teâlâ, “Onların Peygamberi, kendilerinden buyurdu. Hz. Mûsâ
bu defa, “Yâ Rabbi. Benî Habîbin Muhammed’in ümmetinden kıl” diye yalvarınca,
Allahü teâlâ, “Yâ Mûsâ, sen önce geldin. Onlar sonra gelecekler. Fakat âhırette
seninle onu bir araya getiririm” buyurdu.
Zührî’nin (r.a.)
buyurdukları sözlerden ba’zıları:
“Tam ehil olmadan fetva
veren kimse, Allahü teâlânın nezdinde mes’ûl olur. Böyle bir kimse, Cehennemin
tâ kenârındadır.”
Zührî, kabilesinden Sa’d
bin İbrâhîm’e “Hangi şehir halkı daha âlimdir?” diye sordu. O da “Allahü
teâlâdan en çok korkan” cevâbını verdi. (Burada ilmin esas neticesinin takva
olduğuna işaret vardır.)
“Biz bir âlime
gittiğimizde, bize göre, ondan edeb ve terbiyeyi öğrenmek, onun ilminden istifâde etmekten önce gelirdi.”
“İlim bir hazinedir, onu
mes’eleler, müşküller açar.”
“İlim, sormakla kazandır.”
“Ezberlediğim ve öğrendiğim
bir şeyi asla unutmadım.”
“İlim, unutmak ve
müzâkereyi (karşılıklı okuyup, anlatmayı) terk etmek ile kaybolur.”
“İlmin bir takım düşmanları
vardır. Birisi âlimi terk etmek. Böylece âlim, ölümüyle ilmini de alıp götürür.
Diğeri, unutmak. En
tehlikeli düşmanı ise, yalandır.”
“İlim ona üstün gelme
düşüncesiyle alınır ve öğrenmeye çalışılırsa, ilim gâlib ve üstün gelir. Hiç
bir şey de elde edilmez. Fakat, ilme, gece gündüz bir dost gibi yapışılırsa, o
zaman ilim elde edilir.”
“Faydalı ilim, Allahü
teâlânın indinde, pek fazîletli bir ibâdettir.”
“İlmiyle amel etmiyen
âlimin, ilmine güvenilmez.”
“Kimse benim gibi ilme
sabretmedi. Benim gibi de ilmi yaymadı.”
Bizden önceki
büyüklerimizden duydum. “Sünnete sarılmak insanın dünyâ ve âhırette kurtuluşuna
vesîledir. İlmi yaşatmak din ve dünyâ işlerinin iyi olmasını temin eder. İlim
giderse, din ve dünyâ da gider. Herşeyin nizam ve intizamı bozulur.”
“Birgün Ubeydullah bin
Abdullah Utbe’nin yanına gittim. Sinirli bir hâli vardı. Neye kızdığını sordum.
Az önce bir yere uğradım. Selâm verdim. Selâmımı almadılar. Doğrusu hayret
ettim dedi. Bunun üzerine ona “Buna hiç hayret etme. Nedense ba’zı kimseler,
kötü bir huy olduğu halde, kibirden sakınmıyorlar. Halbuki, topraktan
yaratıldı. Yine ona dönecek” dedim.”
“Sizi Cehenneme düşmekten
muhafaza edecek şeyleri çoğaltınız.” dedi. “O şey nedir?” diye sorduklarında,
“Ma’ruf iyilik” cevâbını
verdi.
Zührî’ye (r.a.) “Eğer,
yaşın bir hayli ilerleyip, ömrünün sonlarında olsaydın, Medîne-i münevvereye
yerleşir, Mescid-i Nebevî’ye gider, orada direklerden birinin yanında oturur,
insanlara bir şeyler anlatır ve öğretirdin değil mi?” dediler. Bunun üzerine
Zührî (r.a.) oraya gidenin, gerçekten, dünyâya ehemmiyet vermeyip,
hareketlerine çok dikkat etmesi gerekir” deyip, tevazu göstermiştir.
Kaynaklar:
---------------
1) El-Alâm cild-7, sh-97
2) Tezkiret-ül-huffâz cild-1,
sh-108
3) Vefeyât-ül-a’yân cild-4,
sh-177
4) Tehzîb-üt-tehzîb cild-9,
sh-445
5) Hilyet-ül-evliyâ cild-3,
sh-360
6) Mîzân-ül-i’tidâl cild-4,
sh-40
7) Şezerât-üz-zeheb cild-1,
sh-162
8) Tehzîb-ül-esmâ ve’l-luga
cild-1, sh-90
9) Miftâh-üs-se’âde cild-2,
sh-15, 17, 24, 27, 67, 77, 79, 177 200, 217, 227, 260
10) Brockelman Suplemant
cild-1, sh-102