Ana sayfa

 

Yusuf b. Esbat :

 

Hadîs, fıkıh ve kırâat âlimi. Tebe-i tâbiînin büyüklerindendir. Nesebi, Yûsuf bin Esbât bin Vâsıl esŞeybânî,

el-Kûfî. Künyesi Ebû Muhammed’dir. Haleb ile Antakya arasında bir köyde doğdu. Antakya’da

yaşadı. 195 (m. 810)’de vefât etti. 196’da vefât ettiği de rivâyet edilmiştir.

Âmir bin Şüreyh, Süfyân-ı Sevrî, Yâsîn ez-Zeyyât gibi zâtlardan hadîs-i şerîf rivâyet etti. Kendisinden,

Ebu’l-Ahvas, Mahmûd bin Mûsâ, Müseyyib bin Vâhid ve Abdullah bin Habîb el-Antakî gibi âlimler

rivâyette bulundular. Hadîs-i şerîf ilminde sika (güvenilir) bir zât olup, zamanının en üstünlerindendir.

Haram ve şüphelilerden çok sakınır, çok ibâdet ederdi. Kendi hâlinde yaşar, hâlini belli etmezdi.

Kalbinde dünyâ sevgisine yer yoktu. Nefsinin isteklerine hiç uymaz, her an Allahü teâlâyı hatırlardı. Helâlden

lokma bulabilirse yer, bulamazsa sabrederdi. “Allahü teâlânın rızâsının onda dokuzu helâl

rızıktadır” buyururdu. Dokumacılık yaparak nafakasını temin etmeye çalışırdı. Dünyâ malına ve lezzetlerine

hiç iltifat etmezdi. Kırk sene müddetle iki gömlekle idare etti. Birini yıkar, diğerini giyerdi. Âhıretteki

sonsuz ni’metleri terk edip de, dünyânın geçici, yalancı ve aldatıcı zevklerini tercih edenlerin zavallılıklarını,

gafletlerini ve yakalandıkları bu hastalığın tehlikesini bildirmek için, Hz. Ali’nin şu sözünü sık sık

söylerdi. “Dünyâ çöplük gibidir. Kim ona tâlib olursa sıkıntılarına katlanmaya hazır olsun.” Hastalandığında

kendisinin haberi olmadan, sultanın doktorlarından birini çağırdılar. Doktor muayene edip gideceği

zaman, Yûsuf bin Esbât oradakilere sordu, “Doktor muayene ettiği hastalardan, âdet olarak ne alır?”

Onlar da “Altın alır” dediler. Bir kese çıkardı ve “Bunu ona veriniz” diyerek yanındakilere verdi. Baktılar,

kesenin içinde onbeş altın var, “Bu çok fazladır” dediler. Bunun üzerine, “Olsun, ona verin. Böyle

yapmakdaki maksadım, fakîrlerin, sultandan daha mürüvvetli olduğunu bildirmektir” buyurdu.

Huzeyfet-ül-Mer’aşî’ye yazdığı bir mektubunda şöyle nasîhat etti: “Allahtan korkup takva üzere ol.

Haramlardan sakın, öğrendiğin ilimle amel et. Kendi hâlinle meşgul olup, her an Allahü teâlâyı hatırla,

ama bu hâlini Allahü teâlâdan başka kimse bilmesin. Her canlının mutlaka tadacağı ve kimsenin çâre

bulamadığı ölüme şimdiden hazırlıklı ol. Çünkü ölüm geldikten sonra artık âh etmekten, pişman

olmakdan başka bir şey yoktur. Vesselam.”

Yûsuf bin Esbât hazretlerine sordular “Zühdün gayesi nedir?” O da “Sana ihsan olunan ni’mete

şımarmamak, nasîb olmayan şeye de (niye nasîb olmadı) diye üzülmemekdir.” buyurdu. “Tevazunun

gayesi nedir?” diye sordular. “Evinden çıktığın zaman karşılaştığın herkesi kendinden üstün bilmendir”

buyurdu.

Birgün etrafındaki gençlere, “Ey gençler! Fırsatı ganimet biliniz. Sizlere hastalık ve ihtiyarlık gelmeden

önce sıhhatinizin kıymetini biliniz. Allahü teâlânın ihsanı olan bu zamanı, Allahü teâlâya ibâdetle

kullanın. Ben şimdi yaşlandım. Sıhhatim gitti. Onun için namazımın rükû’ ve secdelerini âdabına uygun

olarak yapamıyorum. Çünkü bunları tam yapabilmek için uygun olan gençlik ve sıhhat, artık benden

geçti. Namazının rükû’ ve secdelerini tam yapıp bütün edeblerine, riâyet eden kimselere imreniyor, onlar

gibi olmak istiyorum.”

“Ben Kur’ân-ı kerîmin hükümlerine uygun amel edemediğim için çok korkuyorum. Hattâ Kur’ân-ı

kerîm okurken azâb âyetlerine gelince korkum o kadar artıyor ki, devam edecek hâlim kalınıyor. Bu sebeple

hergün yetmiş kerre tövbe, istiğfâr ediyorum” buyurdu.

Kendisine sordular ki, “Hemen ölmeyi arzu eder misin?” cevâbında “Hayır daha yaşamak isterim.

Belki birgün günahlarıma çok pişman olmak ve sâlih ameller işleyip iyiler arasına katılmak nasîb olur”

buyurdu.

Buyurdu ki, “Ben Allahü teâlâdan şu üç meziyete sâhib olmayı istiyorum: 1) Vefât ederken hiç param

olmasın, 2) Vefât ederken hiç borcum olmasın ve 3) Vefât ederken kemiklerimde et kalmasın.” Ölüm

halinde iken, kendisini ziyârete gelen Hz. Huzeyfe-i Mer’aşî, onu çok fazla ızdırap içinde gözyaşı

döküp inliyor gördü. “Allahü teâlâya kavuşacaksın. Şimdi ağlayıp inlemek zamanı mıdır? Niçin kendini

üzüyorsun?” dedi. Bunu duyunca, “Ne yapayım. Vallahi ben bu zamana kadar yaptığım ibâdetleri, tam

bir ihlâsla yapabildiğimi zannetmiyor, ibâdetlerimin kabul olup olmadığını da bilemiyorum. Acaba hâlim

ne olur? Ona ağlıyorum.” buyurdu. Hz. Huzeyfe, Yûsuf bin Esbât hazretlerinin bu sözlerini işitince “Şu

sâlih zâta bakın ki emelindeki ihlâsından korkuyor. O böyle söylerse bizim hâlimiz nasıl olur?” diyerek

istiğfâr etti. Vefâtı arzu ettiği gibi oldu. Zayıfladığından derisi kemiğine yapışmış gibiydi.

Buyurdu ki: “İnsanların medhetmelerine, çok övmelerine kavuşmak arzusundan çok sakının. Zira

çok tehlikelidir. O, tam uçurumun kenarıdır. O, ateşle oynamaktır. Allah korusun bir an gaflet, insanı ebedî

se’âdetinden mahrum eder.”

“Az bir şekilde şüpheli olan şeylerden sakınmak, çok amel etmekten; az bir tevazu sahibi olmak,

nefsin istemediği bir çok ibâdeti yapmakdan daha sevâbtır.”

“Zühdün esası, sıkıntılara katlanıp, şehvetleri terk etmek ve yenilen lokmanın helâlden olmasına

dikkat etmektir.”

“Güzel ahlâkın alâmetleri; arkadaşının söylediğine itiraz etmeyip, kabul etmek. Kendine ve herkese

ve hattâ her mahlûka karşı merhametli ve insaflı olmak. Kimsenin aybını araştırmamak. Başkasında

bir kusur görünce (dalgınlıkla olmuştur, istemiyerek yapmıştır diyerek) iyiye yormak. Kendisinden özür

dileyenlerin özürlerini kabul etmek. Başkalarından gelen sıkıntı ve eziyetlere sabır ve tahammül etmek.

Başkalarının kusurlarını araştırmak yerine, kendi kusur ve kabahatlerini düşünüp araştırmak, düzeltmeye

çalışmak. Büyük-küçük herkese karşı edebli tatlı dilli, güler yüzlü olmaktır.”

“Tövbenin doğru ve makbul olmasının alâmetleri: Tekrar o günahı işlemeğe sebeb olabilecek kimselerden

uzak durmak. Lüzumsuz lafları terk etmek. Allahü teâlâyı inkâr edenlerle görüşmemek. Hayr ve

sevab olan amelleri yapmak, işlemiş olduğu günahtan dolayı çok pişman olup, yaptığı tövbeyi bozmamak,

işlediği günahta kul hakkı varsa, onu hak sahibine iade etmek. Allahü teâlâ için olmıyan her şeyi

kalbinden çıkarmaktır.”

“Sabırlı olmak isteyen kimse; öfkesini yenmeli, kalbinde Allahü teâlâdan başka bir şeye yakınlığın

olmaması için çalışmalı. Bir musîbet veya sıkıntı geldiği zaman, inleyip sızlamamalı. İbâdetleri, “Güzel

yapabiliyorum” düşüncesinden uzak olup, amellerini kusurlu bilmeye devam etmeli, farzları ve vâcibleri

yapmakta tenbellik yapmayıp, en güzel şekilde yapmaya çalışmalı, yapılan bütün işlerin dine uygun olmasına

gayret etmeli ve önceden yapılmış olan hatâ ve zararları telâfi etmek için uğraşmalıdır.”

“Haya sahibi olmanın alâmetlerinden ba’zıları şunlardır: Gönlü kırık ve mahzun olarak Allahü

teâlâya kavuşacak, O’na hesab verecek olmanın büyüklüğünü düşünmelidir. Hiçbir zaman düşünmeden

konuşmamalı, sonunda mahcûb olacağı işleri yapmaktan çok sakınmalıdır. Büt¼n a’zâlarını, İslâmiyyete

uygun olmayan her hâlden uzak tutmalıdır. Dünyâ gösterişini terk etmeli, bunların yaldızlı, yalancı ve

geçici zevkleri, Allahü teâlânın rızâsını unutup, sonsuz saâdetden mahrum kalmağa sebeb olmamalıdır.

Mezarlığı ve ölümü çok hatırlamalı, ölümün bir gün mutlaka kendisine de geleceğini hiç unutmamalıdır.

Her an ölüme hazır olmalıdır.” “Allahü teâlânın dostlarına şu üç şey verilmiştir. Halâvet (yumuşaklık,

tatlılık), mehabet (büyüklük, heybet) ve muhabbet (sevgi, iyilik, güzellik)’dir.”

“Alçak gönüllü olmanın alâmetleri şunlardır: Söyleyen kim olursa olsun, hak sözü kabul etmek. Fakîr,

garib olan kimselere de yumuşaklıkla muamele etmek. Rütbe itibariyle küçük olanlara şefkatli olmak.

Kendisine karşı yapılan hatâ ve kusurlara tahammül edip, öfkelenince sabretmek, her an Allahü

teâlâyı hatırlamak. Zenginlere karşı vekarlı olmak. Cenâb-ı Haktan gelen her şeye rızâ göstermektir.”

“Sâdık olmanın alâmetleri: Sözü ile kalbinden geçenlerin aynı olması. Söz verdiği gibi hareket etmesi,

işlerini Allahü teâlânın rızâsı için yapması. Dünyâya düşkün olmayıp, makam, mevki peşinde

koşmaması, Nefsin isteklerini yapmaması, mühim olan işleri hemen yapıp, mühim olmayanları sonraya

bırakması. Âhıreti, dünyâya tercih etmesidir.”

“Öyle bir tevekkül sahibi olmalıdır ki, Allahü teâlânın, kendisi için ezelde takdir ettiği şeyden başka,

başına hiçbir şeyin gelmeyeceğine gözüyle görür gibi inanmalıdır.”

“Allahü teâlâya olan muhabbetin alâmetleri: Dünyâda huzurlu olduğu halde, âhıreti arzu etmek.

Sıhhatli olduğu halde ölümü istemek. Allahü teâlâyı çok anmak, bununla rahatlamak ve bundan zevk

almak. Cenâb-ı Haktan gelen dertleri ve belâları ni’met bilip, bunlara sabretmek sevinmektir.”

 

Kaynaklar:

----------------------

1) Tezkiret-ül-evliyâ sh-224

2) Hilyet-ül-evliyâ cild-8, sh-237

3) Tabakât-ül-kübrâ cild-1, sh-68

4) Tehzîb-üt-tehzîb cild-11, sh-407