Şureyk b. Abdullah - en-Nehani :
Tebe-i tâbiîn devri fakîh
(fıkıh âlimi) ve muhaddislerinden (hadîs âlimlerinden). Künyesi, Ebû
Abdullah’tır.
95 (m. 713) senesinde,
Bühârâ’da doğup, 177 (m. 794) yılında Kûfe’de vefât etti. Bu sırada
Hârûn Reşîd Hîre’de bulunuyordu.
Şüreyk’in (r.a.) cenâze namazını kılmak için, Kûfe’ye gelmişse de
namazın kılındığını görünce
geri dönmüştür. Hz. Ali zamanında kadılık yapan Şüreyh başkadır.
Şüreyk hazretleri, adaletle
hükm ederdi. Halife Mehdî zamanında, mahkemeye giren ileri derecede
bir devlet yetkilisinin
aleyhine hüküm vermekten çekinmemiştir, isabetli hükümler veren hazır cevâb bir
zât idi. Halife Mehdî
zamanında Kûfe’de kadılık yaptı. Sonra ayrıldı. Ömer bin Abdülazîz (r.a.)
zamanına
yetişti. Ali bin Ahmer, Ebû
Sahra Câmi bin Şeddâd, Câmi bin Ebî Râşid, Seleme bin Kuheyl ve Ebû
İshâk’tan hadîs rivâyet
etti. Muhammed bin İshâk, Ali bin Hacer, İshâk bin Ebî İsrâil, Ebû Bekir bin
Ebî
Şeybe ve başkaları da ondan
hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
İbn-i Mübârek (r.a.) onun
hadîs ilmindeki bilgisini övmüştür. Muâviye bin Sâlih onun, hadîs ilminde
sika (güvenilir, sağlam)
bir âlim ve sâlih bir zât olduğunu söyler. Halife Mansûrr zamanında onun kadı
olması ile ilgili husus
âlimler arasında şöyle anlatılır: Halife Ebû Ca’fer zamanında devrin dört
meşhûr
âliminden birisinin
Kâdî-ul-kudât (başkadı) ta’yin edilmesine karar verildi. Bu âlimler Ebû Hanîfe,
Süfyânı
Sevrî, Mis’âr bin Kedâm ve
Şüreyk (r.anhüm) idi. Halife’nin huzuruna gelmeleri için hepsine haber
gönderildi.
Yolda beraber giderlerken,
Ebû Hanîfe hazretleri onlara “Ben bu gidişimiz hakkında bir şey
söyliyeyim mi?” dedi. Onlar
da, bunu memnuniyetle kabul ettiler. Bunun üzerine Ebû Hanîfe hazretleri,
“Ben çâresini bulup, kadı
olmaktan kendimi kurtaracağım. Süfyân kaçacak, Mis’ar kendisini deli gösterecek
ve Şüreyk ise,
Kâdı-ul-kudât olacak” dedi.
Hâdise, Ebû Hanîfe
hazretlerinin, firâset buyurdukları gibi cereyan etti. Yolda Süfyân-ı Sevrî
hazretleri
kaçtı. Bir vapura binip,
“Başımı kesecekler, ne olur beni gizleyiniz” dedi. Süfyân-ı Sevrî’nin bu
hareketi
Peygamber efendimizden
rivâyet edilen “Kâdı ta’yin edilen, bıçaksız boğazlanmıştır.”
ma’nâsındaki hadîs-i
şerîfin te’vîline (izahına) dayanıyordu. Böyle bir rica karşısında kalan
gemidekiler,
onu gizlediler. Ebû Hanîfe,
Mis’âr bin Kedâm ve Şüreyk (r.anhüm) halifenin huzuruna çıkarıldılar. Halife
Mansûr önce İmâm-ı a’zama
dönerek “Sen kadı olacaksın” dedi. Ebû Hanîfe (r.a.) “Ey mü’minlerin emîri!
Ben arap değilim. Arapların
ileri gelenleri, vereceğim hükmü kabul etmezler” dedi. Bunun üzerine halife
Mansûr, “Bu işin soyla
alâkası yok. Burada ilim lâzım. Hem sen büyük bir âlimsin” dedi. Ebû Hanîfe
(r.a.): “Ben, bu işe lâyık
değilim. Eğer bu sözüm doğru ise, bunu bizzat ben söylüyorum. Eğer yalan,
söylüyorsam, yalancı
birinin kadı olması, uygun değildir. Zaten sen de, bu hususta yalancı birisini
kendine
vekil yapıp, müslümanların
mallarıyla, namus ve canlarıyla ilgili bir mes’elenin halledilmesini böyle bir
kimseye bırakmazsın”
cevâbını verdi. Böylece Ebû Hanîfe hazretleri kendisini kadı olmaktan kurtardı.
Sonra Mis’ar bin Kedâm,
konuşmaya başladı. Halifenin elinden tutarak “Nasılsın, çocuklar nasıllar,
hayvanların durumları
nasıl?” dedi. Halbuki mevzu ile, onun konuşması arasında hiçbir alâka yoktu. O
zaman, Mansûr “Bu adam
deli, onu dışarı çıkarın” dedi.
Geride yalnız Şüreyk
kalmıştı. Mansûr ona: “Artık, sen kadı olacaksın” dedi. Şüreyk “Ben Sevdâvî
denen bir hastalığa
yakalandım. Hem de dimağımda hafiflik var” diye özür beyân etmek istedi ise de
Halife Mansûr “Önemli
değil, biraz ilâç alırsın, iyi olursun” dedi ve onun mazeretini kabul etmedi.
Nihayet,
Şüreyk, kadılığa ta’yin
edildi.
Şüreyk (r.a.) şefkat ve
merhameti çok olan bir zât idi. Bir kerre, yemek yerken sofrada karınca
gördü. Onu alıp yuvasına
kadar götürüp, bıraktı. Gördüğü karınca yuvalarına, un ve ekmek kırıntıları
döker, onların
faydalanmasını temin ederdi.
Kaynaklar:
---------------------
1) Vefeyât-ül-a’yân cild-2,
sh-464
2) Târîh-i Bağdâd cild-9,
sh-278
3) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-232
4) Mîzân-ül-i’tidâl cild-2,
sh-270
5) El-A’lâm cild-3, sh-163
6) El-Bidâye ve’n-nihâye
cild-10, sh-171