Şumeyt b. Aclan :
Tâbiînin büyüklerinden âlim
ve velî bir zât. Hikmetli sözleri, güzel huyları ile herkesin sevgilisi olmuş
bir Allah adamı, ismi
Şumeyt bin Aclân olup, künyesi Ebû Hümâm’dır. (Ebû Ubeydullah da denildi).
Büyük tasavvuf âlimlerinden
olan Şumeyt bin Aclân’ın hayatı, tahsili ve ölüm târihi hakkında kesin bilgi
olmayıp, hicri ikinci
asırda yaşamıştır. Yaşayışı, hâli, hikmetli sözleri ile birçok kimselerin
harâmları terk
edip, Allahü teâlânın râzı
olduğu hâle gelmesine sebeb oldu. Onun bu hususiyeti, söylediği ve tavsiye
ettiği şeyleri, önce
kendisinin yaşamasıydı. Hâli, ilmine ve söylediğine uygun, dünyâya zerre kadar
muhabbet
ve meyli olmadan ibâdet,
tefekkür, korku ve ümid arasında yaşama şeklindeydi. Buyurdu ki: “İmânı
sağlam olan harâmlardan
kaçan kimseler, zekî ve akıllı kimselerdir. Bunlar Allahü teâlânın helâl
kıldığı temiz rızıklarını
yerler. Pis olan kötü olan şeyleri yemezler ve içmezler (Domuz eti ve şarap
gibi).
Âhıret ni’metleri
içerisinde yaşarlar. Cehennemde azâb olarak karşılarına çıkacak bir işi yapmazlar.
Onlar
Allahü teâlânın azabını
bilirler. Her yerde bu bildiklerine uygun hareket ederler. Korku ile uyurlar,
akıbetlerini
ve kıyâmet hâllerini
düşünerek vekar ile, ağır başlı olarak kalkarlar.”
Şumeyt bin Aclân
(r.a.)dünyâ için çalışıp, bütün arzusu ve düşüncesi dünyâ olan insanlardan
hoşlanmaz, onlardan
kaçardı. Bu insanların, uğruna ölmeyi dahi göze aldıkları malları ve
mülklerinden,
çok kısa bir zaman sonra
ayrıldıklarını ve bütün ömürlerini harcadıkları mallarının dünyâda kalıp
âhırete
bir şey götüremediklerini
görür ve bu insanlara acırdı. Onların gafletlerini ve içinde bulundukları hâli
anlatarak
şöyle buyurdu: “Dünyânın
âşıkları (haramlara dalanlar) sarhoşturlar. Gönül verdikleri dünyâ onlardan
kaçar, halbuki onlar
dünyâya âşık olmuşlardır. Süt emen çocukların annelerini arayıp, bağlandıkları
gibi dünyâya bağlıdırlar.
Asla ondan ayrılmayı istemezler. Allahü teâlâ onlardan birisine bir ni’met
ihsan ettiği zaman, onlara
bir riya ve şöhret gelir. Onlar, harâm helâl her ne olursa olsun dünyâya (mala,
mülke) bağlanır, onu
isterler. Sonra insanlara döner, “Geliniz, bizim mallarımıza bakınız” diyerek
öğünürler.
Mü’minler ise kendilerine
gelen şeyler için “Allaha yemin ederiz ki helâlden olmayan bir şeyde güzellik
yoktur. Eğer harâmdan
olursa Allahü teâlâ onu yok etsin” derler. Münafıklara gelince; “Bize yazıklar
olsun. Keşke bizim daha çok
malımız olsaydı” derler. Çocukları için yağlar ve ballar ister, bunu fakîr ve
miskîn çocukların yanında
yerler. Fakîr çocuklar annelerine gidip “Ey annemiz bize yağ ve bal ver. Çünkü
biz, filânın çocuğunu,
onları yerken gördük” derler. Onlara anneleri “Bunlar çok pahalı şeyler
yavrularım,
ben size ancak tuz ve ekmek
verebilirim” der.
Şumeyt bin Aclân
hazretlerinin oğlu Ubeydullah; Babam dünyâ adamlarını şöyle tarif etti:
“Dünyâya
düşkün olanlar, akılları
kısa ve ahmak olanlardır. Onların arzuları, yiyecekleri, şehvetleri ve
kendilerini
süslemeleridir. Onlar şöyle
derler: Ne zaman sabah olacak? Sabah olsun ki, yiyelim, içelim, oynayalım.
Ne zaman akşam olacak?
Akşam olsa da uyusak. Onların geceleri pislik içerisindedir, günah işlerler.
Gündüzleri ise
tenbeldirler.” diye haber vermiştir.
Allahü teâlâya gönül veren
Allah’ın velî kullarını, dostlarını ise şöyle tarif etti: “Evliyâullah, Allahü
teâlânın rızâsını,
beğenmesini, nefslerinin arzu ve isteklerine tercih ederler. Eğer nefslerinin
arzu ve
istekleri onları çok
zorlana, onlar nefislerini Rablerinin rızâsı için isteklerinden vaz geçmeye
mecbur ederler.
Böylece se’âdete erer ve
Cehennemden de necat (kurtuluş) bulurlar.” Şumeyt bin Aclân dünyâda
Allahü teâlânın ihsan etmiş
olduğu ni’metlere şükür etmeği ve onların kıymetini bilmeyi tavsiye buyurur
ve “hastalık gelmeden
sıhhatin, meşguliyet gelmeden boş vaktin, ölüm gelmeden evvel hayatın kıymetini
biliniz” diye nasîhat
ederdi. Dünyâda geçen vakitlerinin en kıymetlisinin Allahü teâlânın zikri ile
geçen
vakitleri olduğunu beyân
eder ve duâlarında “Allahım, dünyâdaki en güzel vakitlerimizi senin zikrin ve
sana ibâdetle geçen
vakitler yap” diye yalvarırlardı. Ya’nî Allahü teâlâdan vakitlerini ibâdet ve
zikirle geçirip,
dünyâyı, yemeği-içmeği,
uyumayı sevdirmemesini isterdi.
Buyurdu ki: Ey nisanlar!
Dünyâ gündüzler ve gecelerdir. Bunlar birbirlerini takip eder. Eğer gündüz
yapacağın işi yapmazsan
vakit geçer gece oluverir. O halde işlerini sonra yaparım diyerek geriye
bırakma
ve sen dâima sâimlerle
(oruçlu olup, ibâdet edenlerle) beraber bulun.” Bu sözüne sâdık kalır, dünyâ
ehli ile bir arada
bulunmazdı. Zamanındaki ba’zı devlet adamları onu yemeğe da’vet ettiler, özür
beyân
edip gitmedi Niçin
gitmediğini soranlara: “Onların da’vetine gitmeyip yemeği kaybetmek, dînimden
ba’zı
şeyleri kaybetmekten daha
kolay geldi. Mü’minin dîninin, midesinden çok daha kıymetli olması lâzımdır”
diye cevap verdi. İnsanın
asıl gayesi dînidir. Şumeyt (r.a.) dînin muhafazasına çok ehemmiyet verir ve
İslâmiyete uymıyan her şeyi
reddederdi. Buyurdu ki: “Mü’minin sahip olduğu şeylerin ilki ve en kıymetlisi
dînidir. Malı olduğu zaman
dîni olan, malı olmadığı zaman dîni olmayan, dîni malına bağlı olan kimseler
vardır. Böyle kimseler
mallarını hiç kimseye emânet edemezler, insanlar da onu emin bir kimse olarak
bilmezler. Böyle olanlara
yazıklar olsun.” Dinleri dünyâya bağlı olanları şöyle tarif etmiştir: “Altın ve
para,
münâfıkların boynuna geçmiş
bir iptir. Her türlü pisliğe boyunlarındaki bu iple çekilirler.” Münâfık
olmaktan
çok korkar ve herkese
münafıklığın alâmetlerini anlatırdı. Kendisine “Münâfık ağlar mı?” diye
soruldu.
Cevâbında “O gözünden
ağlar, fakat kalbi ağlamaz” buyurdu. Hiçbir şeyin, insanı Allahü teâlâdan
alıkoymasını istemezdi.
Buyurdu ki: “Allahü teâlâya
kulluk için yaratılmış olan bir kulun şehvetleri onu ibâdetten alıkoyarsa,
o ne kötü bir kuldur.”
“Âhıret için yaratılıp,
dünyânın kendisini âhıretten alıkoyduğu kul ne kötü bir kuldur. Halbuki dünyâ
fânî âhıret ise bâkîdir.”
Buyurdu ki, “Her gün ömrünün bir kısmı gitmekte, sen ise buna üzülmüyorsun.
Her gün sana yetecek kadar
rızık verilmekte, fakat sen, sana verilen şeyleri kâfi görmüyorsun ve seni
azgınlaştıracak, Allahü
teâlâdan uzaklaştıracak şeyi istiyorsun. Aza kanâat etmiyor, çokla doymuyorsun.
Kendine ihsan edilen ve
içinde bulunduğu ni’metlere şükretmekten âciz iken, daha fazlasını istemek
nasıl uygun olur? İsteğinin
fazlalığı seni aldattı. Arzu ve istekleri dünyâ için olan bir kimse, âhıret
için
nasıl çalışabilir. Hayret
edilir, ne kadar çok şaşılır şu kimseye ki, âhırete inanıyor ve dünyâ için
çalışıp
ona koşuyor.”
Şumeyt (r.a.) az konuşurdu.
Bu hususta, “Ey Âdemoğlu! Sen sustuğun müddetçe selâmettesin.
Konuştuğun zaman sakınmaya
(düşünüp, öÖlçülü ve dikkatli konuşmaya) yapış” buyurmuştur. Bir bayram
günü eğlenen bir kalabalığa
bakar ve oğlu Ubeydullah’a “Eskimeye mahkûm bir elbise ve bir müddet
sonra böceklerin yiyeceği
et olan şu insanları görüyor musun?” buyurarak kabre girecek bir insanın
gaflet içinde eğlenip
oynamasına olan hayretini bildirmiştir. Allahü teâlânın mü’minlere ayrıca bir
îmân
kuvveti verdiğini bildirmiş
ve: “Allahü teâlâ mü’minin kalbine bir kuvvet vermiştir ki, bu kuvveti
a’zâlarına
vermemiştir. Şu ihtiyarı
görüyor musunuz? ihtiyar haliyle geceleri nasıl ibâdet ediyor, gündüzleri oruç
tutuyor. Gençler ise bunu yapmaktan
âcizdirler” buyurmuşlardır.
Din ilimleriyle
uğraşanların, ilimlerini dünyâ kazanana vesîle kılmalarını istemezdi. Herkese
bunu
anlatırdı. Bu hususta:
Sizden biriniz Kur’ân-ı kerîm okumayı öğrenir ve ilim tahsil eder. Bu ilimleri
öğrenir
ve dünyâyı kalbine
yerleştirir, dünyâya koşar. Dünyâyı (taç gibi) başına geçirir. Bunu görenler
“Bu kimse
bizden daha âlim. Eğer
dünyâyı istemekte bir fayda görmeseydi böyle yapmazdı” derler, sonra dünyâya
rağbet ederler, onu
toplamağa başlarlar. Buna sebep olan ilim sahibleri şu âyet-i kerîmede
bildirilenlerden
olurlar “Kıyâmet günü kendi
günahlarını tamamen yüklendikten başka, saptırdıkları insanların
günâhlarından bir kısmını
da yükleneceklerdir” (Nahl sûresi 25). Fâsıklara muhabbet etmez,
fışkı hoş karşılamazdı.
Buyurdu ki: “Kim, fıskdan günahtan râzı olur beğenirse, onu yapanlardan olur.
Kim de Allaha isyan
edenleri beğenirse, râzı olursa, Allahü teâlâ onun ibâdetlerini kabul etmez.”
Buyurdu ki: “Şaşılır şu
kimseye ki, kalbi âhırete bağlı iken kendisine ufak bir şey te’sîr etse veya
pire ısırsa, âhıreti hemen
unutuverir.”
“Şu iki insan dünyâda azâb
içindedir Dünyâ ni’metleri kendisine verilmiş, fakat bunları kâfi görmeyip
dünyâ ile devamlı meşgul
olan insan. İkincisi ise; Dünya ni’metlerinden mahrum olduğu halde devamlı
onların hasret ve
üzüntüsüyle ve ona kavuşma arzusuyla dolu insan.”
“Allaha yemîn ederim ki,
bedenlerimiz sizi Allahü teâlâya yaklaştıran bineklerdir. O bedenlerinizi
Allahü teâlâya itâatte
kullanınız ki, Allahü teâlâ o bedenlerinizi mübârek kılsın.”
“Allahü teâlânın; baktığı
şeyden ibret alan bir göz, fasîh bir lisan, hayrı anlayan, inanan ve amel
eden bir kalb verdiği
kimseler felah bulur kurtulurlar.” Şumeyt (r.aleyh) insanların üç kısım
olduğunu beyân
etmiş ve “Birincileri hayırlı
amel işleyen, ona devam eden ve ona devam ettiği halde ölenler. İşte
bunlar mukarreblerdir.
İkincileri; ömürlerini günah ve uzun bir gafletle geçirip, sonra tövbe etmiş
olanlar.
İşte bunlar Eshâb-ı
yemindirler (Cennet ehlidirler). Üçüncüsü ise; ömürlerini Allahü teâlânın men
ettiği
şeylerle geçiren, harâma
günaha devam eden ve o haliyle dünyâdan ayrılanlar. İşte bunlar Eshâb-ı
şimaldirler
(Cehennemlikdirler).
Şumeyt bin Aclan, her
haliyle İslâmiyete uygun hareket eden bir zât idi. Buyurdu ki: “Ölümü düşünen
insan, ne dünyânın geçici
sıkıntılarına üzülür, ne de gelip geçen ni’metlerine sevinir.”
Kaynak:
---------------
Hilyet-ül-evliyâ cild-3,
sh-125