Şehr b. Havşeb :
Tâbiînden, fıkıh ve kırâat
âlimi, muhaddis. Rivâyet ettiği hadîslerin ekserisi Hasen derecesindedir.
Şehr bin Havşeb (r.a.)
dünyâya düşkün olmayan ve çok ibâdet eden büyük bir âlimdir. İsmi, Şehr bin
Havşeb el-Eş’arî olup,
Künyesi, Ebû Sa’îd’dir. (Ebû Abdullah veya Abdurrahmân da denildi). Aslen Şamlı
olup 20 (m. 641)’de doğdu.
Irak’a yerleşti. Beyt-ül-mâl emirliği yaptı ve 100 (m. 718)’de vefât etti. Şehr
bin Havşeb hazretleri Esma
binti Yezîd’in âzâdlı kölesi idi. Hz. Âişe, Ümmü Seleme, Esma binti Yezîd,
Ebû Hüreyre, Ümmü Habîbe,
Bilâl-i Habeşî, Temim-i Dârî, Sevbân, Selmân-ı Fârisî, Ebû Zerr, Ebû Mâlik-
il Eş’arî. Ebû Saîd-il
Hudrî, İbni Ömer, Amr bin Âs ve daha bir çok zâttan (r.anhüm) hadîs-i şerîf
öğrenmiştir.
Kendisinden de Abdülhamid
bin Behrâm, Katâde, Leys İbni Ebî Selîm, Âsım bin Behdele, Hakem
bin Uteybe, Sâbit el-Benânî
ve birçok âlim hadîs-i şerîf rivâyetinde bulunmuşlardır, İbni Ebî
Hayseme ve Muâviye bin
Sâlih, İbni Maîn’den rivâyetle onun sika (güvenilir, sağlam) olduğunu
söylemişlerdir.
Sa’dî ise; onun
hadîslerinin Peygamberimize (s.a.v.) ittisali, rivâyet zinciri çok sağlam
olduğunu
söylemiştir. Ahmed bin
Hanbel, Abdülhamid bin Behrâm’ın rivâyet ettiği hadîs-i şerîfler, Şehr bin
Havşeb’in rivâyetlerine çok
yakındır. Abdurrahmân Şehr’in hadîslerini ezberler sûre gibi okurdu. Ondan
yetmiş kadar hadîs-i şerîf
rivâyet etti, buyurmuş. İmâm-ı Buhârî ve Tirmizî ise, onun rivâyet ettiği
hadîs-
lerinin, hasen hadîs
derecesinde olduğunu ve rivâyete ehil olduğunu beyân etmişlerdir. Ahmed bin Abdullah
el-Iclî, onun Şamlı sika
râvilerden olduğunu zikretmiştir.
Ebû Hüreyre’den (r.a.)
rivâyetle Şehr bin Havşeb buyurdu ki: Îsâ (a.s.) bir gün havârileriyle
otururken,
kanatları inci ve
yakutlarla süslü bir kartal geldi, yanlarına kondu. Bu kartalın şimdiye kadar
gördüklerine
hiç benzemeyen, insanı
büyüleyen bir güzelliği vardı. Îsâ (a.s.) “Bu kartala dikkat ediniz,
kaçırmayınız.
Muhakkak bizlere ibret için
gönderildi” buyurdu. Biraz sonra kartalın üzerindeki deri soyulmaya ve
o göz alıcı güzelliği
gitmeye başladı. Öyle oldu ki içinden tüyleri dökülmüş siyah korkunç bir
canavar
çıktı. Herkes ondan korktu
ve biraz önce sevip hayran kaldıkları o hayvandan tiksindiler. Bir müddet
sonra bu hayvan, yakındaki
suya doğru gitti. Kendini su ile yıkayıp temizledi ve eski güzelliğini elde
etti.
Tüyleri, göz alan kanatları
inci ve yakutlarla dolu bir kartal hâline geldi. Bunun üzerine Îsâ (a.s.)
havarilerine
buyurdu ki: “İşte sizler için
olan ibret bu idi.” Havariler “Nasıl?” diye sorunca, “Bir mü’min günah
işlemeyip,
Allâhü teâlâya karşı olan
kulluk vazifelerini yapınca, bu kartalın ilk hâli gibi güzel olur, herkes
onu beğenir, ona gıbta eder
(imrenir). Günah işleyip Allahü teâlâya âsi olduğu zaman üzerindeki güzellik
gider, çirkinleşir. Mü’min
bu günahı, bu çirkinliği hakîki tövbe suyuyla yıkar ya’nî tövbe ederse,
kartalın
yıkanıp güzelleştiği gibi
güzelleşir. Çünkü Allahü teâlâ tövbe edenlerin tövbesini kabul eder.”
İmâm-ı Ahmed bin Hanbel,
Abdullah bin Numeyr ve Hafs bin Gıyâs, Şehr biri Havşeb’den rivâyetlerinde
Şehr (r.aleyh) buyurdu ki:
Azrâil (a.s.), Hz. Süleymân ile dost, arkadaş idi. Birgün Süleymân
aleyhisselâmın amcasının
oğlu yanındayken ziyârete geldi. Süleymân (a.s.) “Azrâil bana geldi, yanımdaki
amcamın oğluna dikkatli bir
şekilde baktı ve sonra gitti. Amcamın oğlu olan genç bana, bu zâtın kim
olduğunu sordu. Ona bu
kimsenin Azrâil (a.s.) olduğunu söyledim. Bunun üzerine genç; “O bana çok
dikkatli baktı, ondan
korktum. Rüzgâra emret beni Hindistan’a atsın” dedi. Süleymân (a.s.) rüzgâra
emretti.
O genci Hindistan’a
götürdü. Azrâil (a.s.) Hz. Süleymân’a geri geldiği zaman ona “Amcamın oğlu
yanımdayken niçin ona
dikkatlice baktın ve korkuttun. Benden, rüzgârın kendisini Hindistan’a
götürmesini
istedi. Ben de rüzgâra
emrettim, onu Hindistan’a götürdü.” Azrâil (a.s.) “Allahü teâlâ onun ruhunu
Hindistan’da almamı
emretti. Onu senin yanında görünce hayret ettim. Onun için dikkatli baktım.
Hindistan’a
gittim ve orada onun ruhunu
aldım” cevâbını verdi.
Fudayl bin İyâd, Hişâm bin
Hassan ve Ata el-Attâr, Şehr bin Havseb’ten rivâyetlerinde buyurdu ki:
“Cennet ehlinin Cennette en
çok okuyacağı sûreler Tâhâ ve Yâsîn’dir.” Cennetteki Tuba ağacını anlatırken
şöyle buyurdu: “Tuba, bütün
Cennet ağaçlarının kendisinden çıktığı bir ağaçtır. Onun dalları bütün
Cennetin etrafını
kaplamıştır.”
Yenilen ve yedirilen
yemeklere çok dikkat edilmesini isterdi. Buyurdu ki: “Bir yiyecekte dört şey
olduğu
zaman o yiyecek, tam bir
yenilecek şey olur. Birincisi, aslı helâlden olacak, ikincisi, yenilmeğe
başlarken
Besmele-i şerîf çekilecek,
üçüncüsü, yemekte misafir olacak, dördüncüsü, yemek bittiği zaman
Allahü teâlâya hamd
edilecek. Bu dört şey bir yemekte bulunursa onun şânı tamamlanmış, hakkı
verilmiş
olur.”
Buyurdu ki: “Azrâil’in
(a.s.) elinde, insanların ecellerinin yazılı olduğu bir levha bulunur. Emrinde
ayakta bekleyen can alıcı
melekleri vardır. Azrâil (a.s.) levhaya bakar kimin eceli gelirse emrindeki
ayakta
bekleyen meleklere; “Bu
kimsenin ruhunu kabzediniz, alınız, şu kimsenin ruhunu kabzediniz” diye
emreder. Onlar da emredilen
şeyi yaparlar.”
Şehr bin Havşeb hazretleri,
dinden bir şey anlatanın söylediğini evvelâ kendisinin yaşamasını ve
sadece Allah rızâsı için
söylenilmesini isterdi. Buyurdu ki: “Va’z ve nasîhat edenler eğer kalbden,
Allah
rızâsı için söylerlerse,
onların nasîhatları dinliyenlerin kalblerine girer, onlara te’sîr eder.”
Abdullah bin Muhammed bin
Ca’fer ve Fudayl bin İyâd’dan rivâyetle âhırette olacak hâllerden şöyle
haber verdi: Kıyâmet
koptuğu zaman yer yüzü uzatılır ve çok düzgün bir hâle getirilir. Sonra
insanlar
ve cinler (dirilerek)
toplanır ve hepsi düzgün saflar yaparlar. Sonra melekler de gelirler saf saf
olurlar,
insanlar ve cinlerin
üzerinde bulunurlar. Yeryüzü onların yüzlerinden parlar. Orada olanların hepsi
secdeye
kapanırlar. Sonra tekrar
kalkarak saf yaparlar. Melekler arzı taşırlar. Herkesin dehşete düştüğü o
günde Allahü teâlâ “Bugün
mülk kimin içindir?” buyurur. O günde Allahü teâlâya cevap verecek bir
kimse bulunmaz Allahü teâlâ
azamet ve celâli ile yine kendisi “Bu mülk ve saltanat tek ve kahhâr
olan Allahü teâlâ içindir.
Bugün her kul yaptığının karşılığını alır. Bugün hiç bir kimse zulme
ve haksızlığa uğramaz.
Muhakkak ki, Allahü teâlâ herkesin hesabını çabucak görendir” diye
cevap verir. O halde insan,
kendisinden başka bir mâlik, sahip, güç ve kuvvet sahibi bulunmayan Allahü
teâlâya ve O’nun huzuruna
çıkıp hesâb vereceği bir güne hazırlanmalıdır. Şehr bin Havşeb (r.a.) Allahü
teâlâya kulluk eden, O’nun
için uyumayan ve her an O’nu hatırlayan kullarını âhırette kavuşacakları
ni’metleri İbni Abbâs’dan
(r.a.) şöyle rivâyet etti: “Kıyâmet günü arz (yer yüzü) uzatılır düz bir hâle
getirilir,
insanlar ve cinler
toplanırlar. Bir melek onlara “Bugün kerem sahibi olanların kimler olduklarını
öğreneceksiniz”
diye nida eder. Her hâlinde
Allahü teâlâya hamd eden kimselerin kalkmasını emreder. Onlar
kalkarlar ve Cennete
götürülürler. Bundan sonra münâdî tekrar nida eder ve geceleri uyumayıp Allahü
teâlâya ibâdet edenlerin
kalkmasını emreder. Onlar kalkarlar ve Cennete götürülürler. Münâdî aynı
şekilde
yine nida eder ve bu sefer
de alış-verişleri, ticâretleri kendilerine Allahü teâlânın zikrini unutturmayan
kimselerin kalkmasını
emreder. Onlar da kalkar ve Cennete götürülürler.
Buyurdu ki: Lokman (a.s.)
oğluna nasîhatinde “Ey oğlum, âlimlere karşı öğünmek ve sefîh aşağı
kimselerle münâkaşa etmek
için ilim öğrenme, ilminle meclislerde riyakârlık yapma. Cahilliğe rağbet
edip, zor gelmesinden
dolayı ilmi terk etme. Sen Allahü teâlâyı zikreden (ilim meclisi) gördüğün
zaman
onlarla beraber otur. Eğer
sen âlim isen senin ilmin onlara fayda verir. Eğer sen câhil isen onlar sana
ilim öğretirler. Umulur ki
Allahü teâlânın onların üzerine saçtığı rahmetten onlarla beraber sana da
saçılır.
Ey oğlum! Allahü teâlâyı
zikretmeyen, hatırlamayan bir topluluğa rastladığın zaman onlarla beraber
oturma. Eğer sen âlim isen
ilminin onlara bir faydası olmaz, yok câhil isen senin cehâletin artar. Allahü
teâlâ bu cemaata gadap
ettiği zaman, onlarla beraber sen de gadaba uğrayabilirsin.”
Ebî Mâlik, Şehr’den
rivâyetle: Peygamber efendimize bir kişi geldi ve “Yâ Resûlallah, ben çok uzun
boylu büyük bir adam
gördüm. Başı gökyüzünü geçiyordu, benimle güreşmek istedi. Güreştik, onu
yere vurdum. Sonra başka
cılız, zayıf küçücük bir adam geldi. Güreşmek istedi. Sen kim oluyorsun ki
ben çok büyük adamı yendim.
Onu yere vurdum dedim. Güreştik beni yakaladı ve ateşe attı.” Bunun
üzerine Peygamberimiz
(s.a.v.): “Uzun ve çok büyük gördüğün, büyük günahlardır. Sen onlardan
korkar ve sakınırsan,
onları işlememekte yardım olunursun. Küçük adam ise, küçük günahlardır,
hattâ günah bile kabul
etmeyip hiçe saydığı günahlardır ki sen onları yüklenir, yaparsın.
Onlar da seni Cehenneme
götürür.” Bunun üzerine Şehr bin Havşeb (r.aleyh) hiçbir günahın küçük
görülmesini istemezdi.
Şehr bin Havşeb yine Ebû
Hüreyre’den rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuştur ki: “İlim Süreyya
yıldızında dahi olsa
Fârisoğullarından birisi onu alır getirir.” Bu hadîs-i şerîf İmâm-ı a’zam
Ebû Hanîfe hazretleri için
buyurulmuştur.
Yine Ebû Hüreyre’den
(r.a.), Peygamberimiz (s.a.v.) “Peygamberler ve Resûller Cennet ehlinin
efendileridir, şehîdler
Cennet ehlinin kumandanlarıdır, Kur’ân-ı kerîmi hakkıyla okuyan
hâfızlar ise Cennet ehlinin
arifleridir” buyurdu.
Şehr bin Havşeb yine Ebû
Hüreyre’den (r.a.) rivâyetle Peygamberimiz(s.a.v.) “İnsanların en kötüsü,
başkasının dünyâsı ile
kendi âhıretini yıkandır” buyurdu.
Şehr bin Havşeb, İbni Abbâs’dan
(r.a.) rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.): “Allahü teâlânın gökten
indirdiği hiçbir yağmur ve
esen rüzgâr yoktur ki o ölçüsüz olsun. Ancak Nuh tufanında, Ad
kavminin helâk olduğu gün
böyle olmadı. Nuh tufanı günü, su Allahü teâlânın emri ile hazinelerinden
taştı ve ona hiçbir yol,
ölçü olmadı. Ad kavminin helâk edildiği zaman da rüzgâr
Allahü teâlânın emri ile
hiçbir ölçü ve yol olmadan (korkunç şekilde her yerden) esti.” Nuh tufanında
ve Ad kavminin üzerine esen
rüzgâr Allahü teâlâya âsi olan ve onun emirlerini hiçe sayıp alay
eden iki kavmi helâk etti,
yok etti. Ancak peygamberlerine tâbi olanlar kurtuldular. Şehr bin Havşeb,
Abdullah
bin Selâm’dan (r.a.)
rivâyetle: “Eshâb-ı kirâm (r.a.) toplanmışlar, Allahü teâlânın zâtının nasıl
olduğunu
düşündükleri bir sırada,
Peygamberimiz (s.a.v.) çıkageldi. Onlara “Neyi düşünüyorsunuz?”
diye sordu. Onlar da “Biz
Allahü teâlânın zâtını, Allahü teâlânın nasıl olduğunu düşünüyoruz” cevâbını
verdiler. Peygamberimiz
(s.a.v.) “Sizler Allahü teâlânın zâtını düşünmeyiniz, O’nun yarattığı
mahlûkları
düşününüz. O mahlûkların
yaratılışındaki hikmeti, nizâmı, intizamı, akılları durduran
incelikleri düşününüz”
buyurdular.
Kaynaklar:
------------------
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-6,
sh-59
2) Mîzân-ül-i’tidâl cild-2,
sh-283
3) Tehzîb-üt-tehzîb cild-4,
sh-369
4) Tabakûi-ı İbni Sa’d
cild-7, sh449
5) El A’lâm cild-3, sh-178