Süfyan-ı Sevri :
İslâm âlimlerinin
büyüklerinden. Süfyân bin Sa’îd bin Mesrûk el-Kûfî’nin künyesi, Ebû Muhammed
veya Ebû Abdullah’tır. 95 (m. 715) senesinde Kûfe’de doğdu. 161 (m. 778)’de Basra’da
vefât etti.
Tebe-i tâbiînin
büyüklerindendir. İlmini, zamanındaki büyük âlimlerden öğrendi. Hadîs ve fıkıh
ilminde yüksek derecede olup müctehid idi. Mezhebi zamanla unutuldu. Cüneyd-i
Bağdâdî, Hamdûn Kassar bunun mezhebinde idiler.
Hadîs, fıkh, tefsîr ve
tasavvuf gibi ilimlerde zamanın eşsizlerindendi. Haramlardan kaçıp, şüpheli
şeyleri yapmamakta nihayete erenlerdendi. Edeb ve tevâzuda (alçak gönüllülükte)
benzeri azdı. Câmi’ul-kebîr, Câmi-üs-sagîr ve Ferâiz isimli kitapları
meşhûrdur.
Mekke-i mükerremeye gittiği
zaman halk başına toplanır, bilmedikleri anlayamadıkları hususları sorarlardı.
Hepsine teker teker cevap verir, müşküllerini hallederdi. Hâfızası çok kuvvetli
ve fevkalâde idi.
“Hâfızam, kendisine tevdi
ettiğim hiçbir şeyde bana ihânet etmedi” buyurdu. Ya’nî öğrendiğim hiçbir şeyi
unutmadım demek istedi. Yirmi yıl geceleri uyumadı ve abdestsiz gezmedi, ölümü
hatırladığında kendinden geçerdi. Kime rastlasa “Ölüm gelmeden önce ona
hazırlan” derdi.
Hz. Süfyân-ı Sevrî’nin
annesi O’na hamile iken bir gün dama çıkıp komşuya ait bir turşuyu ağzına
koymuştu. Bunun üzerine henüz ana rahminde bulunan Hz. Süfyân, kafasını
şiddetle annesinin karnına vurdu. O anda annesi, yediği turşuyu komşudan
izinsiz aldığını hatırlayıp, komşuya koştu. Onunla helâlleşti. Süfyân-ı Sevrî
ana karnında bile harâm lokmayı kabul etmeyip, hep helâl lokma ile büyüdü. Hz.
Süfyân-ı Sevrî’nin gençliğinde sırtı kamburlaşmıştı. Sebebini sordular. Onlara
“Üç üstada talebelik
yaptım. Hepsi de zamanının
en âlimleriydi, ölüm zamanında üçü de dünyâdan imânsız olarak gittiler. Ben
onların hâlini görünce, korkudan omurga kemiğim eğrildi. Hele üstadımın birine
uzun seneler hizmet ettim, talebelik yaptım. Hiç bir edebi terk ettiğini
görmedim. Dünyâdan âhırete göçeceği zaman başucunda idim. Gözünü açıp, “Ey
Süfyân! Bana ne olduğunu görüyor musun?” dedi. Ben de “Ey üstadım, kendinizi
nasıl buluyorsunuz?” dedim. O,
“Beni dergâhından
kovuyorlar, kabul etmiyorlar. Sen buradan git, bize lâyık değilsin diyorlar”
dedi. Sonra Hz. Süfyân, yanındakilerden Kur’ân-ı kerîm istedi ve elini kitabın
üzerine koyarak,
“Şâhid olunuz ki o, bu
mushaftan ve içinde bulunanlardan nasipsiz öldü. Yahudi dînini seçti ve can
verdi. Allahü teâlâ dilediğini yapar” dedi. Bir defa devrin halifesiyle namaz
kılıyordu. Halife namaz kılarken sakalıyla oynuyordu.
Hz. Süfyân; namazdan sonra,
“Ey Halife! Namaz kılarken lüzumsuz hareket yapılmaz. Yarın kıyâmet günü böyle
kıldığın namazları paçavra gibi yüzüne çarparlar” buyurunca Halife,
“Biraz yavaş konuş
etraftakiler duyacaklar” dedi. Hz. Süfyân, “Eğer, böyle önemli bir mes’eleyi
izah etmezsem, dînin emrini yerine getirmemiş olurum. Bu ise bana yakışmaz”
buyurdu. Bu söz halifeye çok acı geldi. Halife, kendisine başkalarının da söz
söyleyememesi için darağacının kurulmasını ve âleme ibret için asılmasını
emretti. Darağacının kurulduğu gün, Hz. Süfyân, yanında Hz. Fudayl bin İyâd ve
Hz. Süfyân bin Uyeyne olduğu halde uyuyordu. Bu iki büyük, onun asılacağını
öğrenmişlerdi. Birbirlerine
“Asılacağını uyanıncaya
kadar bildirmiyelim” derken işitti ve
“Ne konuşuyorsunuz?”
buyurdu. Onlar da durumu Hz. Süfyân-ı Sevrî’ye anlattılar. O da, “Ben yaşamağa
hevesli bir kimse değilim. Fakat, dünyâda yarım kalan, yapmam lâzım
gelen işler var” buyurdu.
Gözleri dolu dolu oldu ve
“Ey Allahım! onları
şiddetli bir cezaya çarptır” diye duâ etti. Daha duâsı biter bitmez sarayın
kubbesi çöktü. Halife Ca’fer ve adamları altında kalarak can verdi. O iki büyük
zât,
“Bu kadar çabuk kabul
olunan bir duâ işitmedik” dediler. O zamanın en büyük âlimlerinden Hz. İmâm-ı
a’zam, Süfyân-ı Sevrî, Hz. Mıs’âr bin Kedam ve Hz. Şüreyk, halife tarafından
kadı ta’yin edilmek isteniyordu. Lâkin bunlar bu mes’ûliyetli işten çekiniyorlardı. Halife Mensûr bunları yanına
çağırttı. İmâm-ı a’zam (r.a.) yolda giderken arkadaşlarına buyurdu ki,
“Neticenin nasıl olacağını
size tahmin edeyim mi? Ben yolunu ve çâresini bularak, Süfyân firar ederek ve
Mıs’âr kendini deli göstererek bu işten kurtuluruz. Şüreyk kadı olur.” Nihayet
yolda giderlerken, Süfyân-ı Sevrî (r.a.)
“Kâdı ta’yin edilen kimse,
bıçaksız boğazlanmıştır.” hadîs-i şerîfini düşünerek kaçtı, bir vapura sığındı.
“Beni gizleyiniz zîrâ beni
öldürecekler” buyurdu. Onlar da kendisini gizlediler. Böylece
kadı olmaktan kurtuldu,
İmâm-ı a’zamın buyurduğu gibi Şüreyk kadı oldu.
Birisi Süfyân-ı Sevrî’ye
(r.a.) iki altın gönderdi ve
“Babam sizin dostlarınızdan
ve talebelerinizden idi. Bu iki altın, onun bana miras bıraktığı helâl
paradandır. Lütfen kabul ediniz” dedi. Hz. Süfyân-ı Sevrî bu altınları çocuğuna
verip geri götürmesini emretti. Şöyle buyurdu “Onun babasıyla olan dostluğum ve
muhabbetim Allah için idi”
dedi. Çocuğu, altınları iade edip gelince babasına, “Ey babacığım! Bizim çoluk
çocuğumuz var, paraya da ihtiyâcımız vardı. Bu durumda, siz yine o altınları
kabul etmediniz” deyince O da,
“Ey oğlum! Sen yemeyi,
içmeyi düşünüyorsun. Ben, Allah için olan muhabbeti verib de, kıyâmette
zararını göreceğim dünyâ sevgisini düşünüyorum” buyurdu.
Bir zaman yanında bir kimse
ile beraber Mekke’ye gidiyorlardı. Hz. Süfyân yolda hep ağlıyordu. Yanındaki
kimse O’na, “Günahların sebebi ile mi ağlıyorsun?” dedi. Hz. Süfyân,
“Günahlarım çoktur. Lâkin
beni en fazla korkutan ve ağlatan şey acaba îmânımı muhafaza edebilecek miyim?
korkusudur” buyurdu. Mekke’ye vardılar. Hac esnasında bir genç, Allah
korkusuyla öyle bir
“Allah” dedi ki, dayanamadı
düşüp vefât etti. Hz. Süfyân-ı Sevrî bu hâli görünce, gencin cesedinin yanına
geldi ve “Dört defa hac yaptım. Bunların sevabını senin ruhuna hediyye ettim.
Sen de bu söylediğin “Allah” sözünden meydana gelen sevabı bana versen” deyince
gencin cesedinden “Verdim” sesi duyuldu. Süfyân-ı Sevrî’ye
(r.a.) o gece rü’yâsında
şöyle denildi:
“Sen çok kâr ettin. Eğer bu
aldığını bütün Arafat’ta bulunanlara taksim etsen, hepsi zengin olurlardı.”
Birisi şâhid olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatıyor: Bir seher vakti zemzem
kuyusunun yanında oturuyordum. Bir kimse geldi. Kuyudan bir kova doldurup
çekti, içti. Kalanını bırakıp gitti. Yüzünde örtü olduğu için kim olduğunu da
anlıyamadım. Kovada kalan artığını içtim. Tadı badem ezmesi gibiydi. O âna
kadar o lezzette bir şey içmemiştim. Bir seher vakti yine aynı yerde
oturuyordum. Yine geldi, kovayı doldurup kuyudan çekti ve içip gitti. Artığını
içtim. Tadı bal şerbeti gibiydi. Geri döndüm gitmişti. Başka bir sefer yine
böyle oldu. Bu sefer tadı şekerli süt gibiydi. Elbisesinden sıkıca tuttum,
“Allah için söyle kimsin?”
dedim. O,
“Ben hayatta olduğum
müddetçe kimseye söylemiyeceğine söz ver” dedi. Ben de kabul ettim.
“Ben Süfyân-ı Sevrî’yim” dedi.
Mahlûklara karşı çok şefkatliydi. Bir gün çarşıda kafeste ötüp duran bir kuş
gördü. Satın alıp salıverdi. Bu kuş her gece evine gelir namaz kılarken onu
seyrederdi. Ba’zan da omuzuna konardı. Vefât ettiğinde yine geldi. Bulamayınca
kabrine gidip üstüne kendini attı ve orada öldü. O esnada bir ses işitildi ki,
“Allahü teâlânın mahlûkuna
olan aşırı merhametinden dolayı, Süfyân’a Allahü teâlâ çok merhamet etmiştir.”
Birgün elinde bulunan bir ekmekten hem kendisinin yediğini, hem de yanında
bulunan bir köpeğe yedirdiğini gördüler.
“Niçin böyle yapıyorsunuz?”
diye soranlara “Sabaha kadar beni bekliyor, ben de
namaz kılıyorum” cevâbını
verdi. Hz. Süfyân, sâde yaşamayı sever, aza kanâat eder, fakîrlere çok itibâr
gösterirdi. Süfyân-ı Sevrî (r.a.) dünyâlık ele geçirmek için devlet adamlarına
hizmet eden birine bu halden uzaklaşmasını, Allahü teâlâya ibâdet etmesini
tavsiye etti. O kimse,
“Ailemin geçimi ne olacak?”
diye sorunca Hz. Süfyân, Sübhanallah! Kendisine âsi olduğun hâllerde bile
rızkını kesmeyen Allahü teâlâ, kendisine itâatkâr olduğun zaman rızkını vermez
mi?” buyurdu.
Hz. Süfyân, birisiyle
birlikte evin kapısında duruyordu. Önlerinden, süslenmiş bir adam geçti.
Arkadaşı, bu adama bakarken, Hz. Süfyân mâni olup, “Eğer sizler bakmamış
olsanız, böyle israf yapmazdı. Bunun israf günahına siz de ortak oluyorsunuz”
buyurdu.
Birgün arkadaşları,
“Ey Süfyân! Güç ve
takatinizin üzerinde ibâdet ve nefsinizle mücâdele ediyorsunuz.
Nefsinize biraz merhamet
etseniz yine muradınıza erersiniz” dediler. Hz. Süfyân-ı Sevrî
“Ey kardeşlerim! Âlimlerden
duydum ki,
“Kıyâmet günü Cennet ehli
Cennete girip, makamlarına vardıklarında bir nûr görürler. Öyle ki o nûr
Cennetin yedi katını dahi aydınlatır. O kimseler zannedecekler ki, bu nûr
Allahü teâlânın cemâlinin nurudur.
Onun için secdeye kapanırlar. Sonra Allahü teâlâ tarafından bir ses gelir
“Siz başınızı secdeden
kaldırın. Bu nur, Allahü teâlânın cemâlinin nuru değildir. Bir hûri’nin,
sahibinin yüzüne karşı güldüğünde meydana gelen ve bu kadar yükselen nurdur” bu
hurileri isteyenler kınanmazlarsa, Rabbini istiyenler nasıl kınanabilirler:
buyurdu. Birisi gelip dedi ki: “Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîfinde
buyuruyor ki:
“Çok et yenen bir hâne
halkından Allahü teâlâ nefret eder.”
“Buradaki hâne halkından
murâd nedir?” Süfyân-ı Sevrî (r.a.)
“Gıybet edenlerdir. Çünkü
gıybet edenler başkalarının etini yerler” buyurdu. Süfyân-ı Sevrî’nin (r.a.)
talebelerinden birisi sefere çıkacak olsa, ona, “Eğer gittiğiniz yerlerde,
satılık bir ölüm görürseniz onu benim için satın alınız” buyururdu. Vefâtı
yaklaştığında çok ağlıyordu,
“Ölmeyi çok arzu ediyordum.
Lâkin şimdi ölümümün nasıl olacağını bilemediğim için çok korkuyorum. Bu sefere
çıkmak gayet güçtür. Başka seferlere çıkmak gibi, bir âsâ ve bir su kabı
yetmiyor” deyince, dostları kendisine, “Cenneti beğeniyor musunuz?” diye
sordular. Bunlara cevaben “Siz ne söylüyorsunuz? Benim gibi birine, hiç Cenneti
verirler mi?” buyurdu. Bir zaman Süfyân-ı Sevrî hazretleri hastalandı.
Mütahassıs bir hıristiyan doktor getirdiler. Doktor muayene edeceği şahsın
müslümanların büyüklerinden ve evliyâsından olduğunu duymuştu.
Hz. Süfyân gelen doktor ile
tıp ve diğer ilimler üzerinde bir süre sohbet etti. Gelen şahıs, tabib olmasına
rağmen Süfyân-ı Sevrî’nin tıp üzerine verdiği ma’lûmat, hiç duymadığı,
bilmediği şeylerdi. Hayretler içinde kaldı. Daha sonra muayene etti. Muayeneden
sonra dedi ki,
“Sizin akciğeriniz ve
böbrekleriniz tamamen çalışmaz durumda olup, korkudan ciğerleriniz parçalanmış.
Bu haliyle bir insanın yaşaması imkânsızdır.”
Hz. Süfyân “Allahü teâlâ
herşeye kadirdir” buyurdu. Bunun üzerine hıristiyan doktor, “Bir dinde, tıbben
yaşaması mümkün olmayan bir insanın yaşaması, o dînin yanlış Bâtıl olmadığına
açık delildir.” deyip hemen orada kelime-i şehâdet getirip müslüman oldu.
Devrin halifesi bunu duyunca,
“Ben sandım ki, doktor
hastanın yanına geldi. Meğer hasta doktora gönderilmiş” dedi.
Süfyân-ı Sevrî (r.a.)
Basra’da hastalandı. Karnı ağrıdığından devamlı abdesti bozuluyordu.
Abdestsiz ölmek korkusuyla
o gece altmış defa abdest aldı ve hasta haliyle hep namaz kıldı. Vefâtı
yaklaştığında Hz. Abdullah bin Mehdî’ye “Beni yatağımdan indirip, yüzümü yere
koyunuz. Çünkü vakit tamam oldu” buyurdu. Hz. Abdullah, Süfyân-ı Sevrî’nin
yüzünü toprağa koyup, dostlara haber vereyim diye dışarı çıktığında, herkesin
hazırlanmış olarak beklediklerini gördü. “Size kim haber verdi?” deyince, hepsi
de, rü’yâda haydi kalkın. Süyfân’ın cenâze namazına hazırlanın” diye bir ses
işittik
dediler. Ba’zıları içeri
girdiler. Hz. Süfyân, son anlarını yaşıyordu. Yastığının altından içinde bin
altın bulunan bir kese çıkardı. “Bunu sadaka olarak dağıtın” buyurdu. Orada
bulunanlar hayret edip,
“Allah! Allah! Bu zât,
dünyâ malına kıymet vermez, yanında dünyâlık bulundurmaz, hattâ dünyâlık olan
hediyeleri de kabul etmez idi. Bu kadar para biriktirmesinin hikmeti nedir?”
diye birbirlerine sordular. Söylediklerini işitince buyurdu ki,
“Bu para ile dinimi ve
bedenimi korudum. Şeytan elbisen ve yiyecek şeylerin yok, bunlar için dünyâlık
kazan” diye ne kadar vesvese vermiş ise, her defasında
“İşte altın” diyerek bu
altınları gösterdim ve onu başımdan def ettim. Bu altınları ona karşı silâh
olarak kullandım.” Bundan sonra kelime-i şehâdeti söyledi ve ruhunu teslim
etti. Vefât ettiği gece,
“Vera’ ve dinde hassasiyet
sahibi olan Süfyân vefât etti” diye bir ses duyuldu.
Vefâtından sonra kendisini
rü’yâda görenler, sordular ki “Efendim, mezar daracık bir yerdir. Hem karanlık
hem de yalnızlıktır. Buna sabretmeniz nasıl mümkün oluyor?” Cevâbında,
“Benim mezarım Allahü
teâlânın izni ile çok genişledi ve Cennet bahçelerinden bir bahçe oldu ki, o
bahçede Cennet kuşları ötüşüyorlar” buyurdu. Dostlarından biri kendisini
rü’yâda görüp,
“Allahü teâlâ sana nasıl muamele
eyledi?” diye sordu. Cevâbında “Allahü teâlâ bana öyle ihsanda bulundu ki, iki
adımda Cennete vardım” buyurdu. Diğer bir kimse, Hz. Süfyân’ı Cennette nurdan
kanatlarla uçmakta olduğunu gördü.
“Bu dereceye nasıl kavuştun?” diye sordu. “Dînin emirlerine
uymakta çok hassas olmakla kavuştum” buyurdu. Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden ba’zıları:
“Herşeyin bir zekâtı
vardır. Bedenin zekâtı da oruçtur.”
“Her müslümanın her gün
sadaka vermesi lâzımdır.” Eshâb-ı kirâm “Ey Allah’ın Resûlü!
Buna kimin gücü yetebilir?”
diye sordular. Bunun üzerine Peygamber efendimiz buyurdular ki:
“Müslüman kardeşinize selâm
vermeniz sadakadır. Hastasını ziyâret etmeniz sadakadır. Cenâze namazını
kılmanız sadakadır. Yoldan ona eziyet veren şeyi kaldırmanız sadakadır...”
“Meyyit mezara konup, mezar
başındakiler dağılırken, onların ayak seslerini işitir.”
“Allahü teâlâ ni’metlerini
kulunun üzerinde görmeyi sever.”
“Allahü teâlâ sizin
suretlerinize, bedenlerinize bakmaz. Ancak, O sizin kalblerinize bakar.”
“Hilâli gördüğünüz zaman
oruç tutunuz. Hilâli gördüğünüz zaman iftar ediniz (Bayram yapınız). Eğer hava
bulutlu olursa sayıyı otuza tamamlayınız.”
“Sahur yemeği yiyiniz, zira
sahur yemeğinde bereket vardır.”
“İşçiye, alnının teri
kurumadan hakkını veriniz.”
“Sehâ (cömertlik) kökü
Cennette, dalları dünyâda olan bir ağaçtır. Kim dünyâda bu ağacın
dallarına tutunursa, bu dal
onu Cennete götürür. Buhl (cimrilik) de kökü Cehennemde, dalları dünyâda olan
bir ağaçtır. Kim dünyâda bu dallara tutunursa, bu dal onu Cehenneme götürür.”
“Sabah namazını aydınlık
zamanına (güneş doğmadan önceki) bırakınız. Çünkü, bunun sevabı daha büyüktür.”
“Misvak, ağız için temizlik
ve Allahü teâlânın rızâsına sebebtir.” Buyurdu ki:
“Büyük bir kalabalık, bir
yere toplansa ve biri, içinizden akşama kadar kim yaşayacak,
bilsin dense, kimse
bilemez, îşin şaşılacak tarafı şurasıdır ki, eğer o kimselere “Öyleyse, ölüm
için gerekli hazırlığı yapan, ayağa kalksın, dense kimse ayağa kalkmaz. Bu
gafletten kurtulmağa çalışmalıdır.”
“Zühd, yamalı elbise
giymek, arpa ekmeği yemek değil, dünyânın faydasız şeylerine gönül
bağlamamak ve uzun emel
sahibi olmamaktır.”
“Para, mal ve mülk, kişinin
zâhid olmasına mâni değildir. Dünyalığı bulunmayan da zâhid
sayılmaz. Dünyânın faydasız
şeylerine aşırı düşkünlük olup olmadığı araştırılıp, ona göre hüküm verilir.
Bir kimsenin elinde dünyâlığı vardır. Fakat Zâhiddir. Bir kimsenin de dünyâlığı
yoktur. Lâkin zâhid değildir. Mal, insanın silâhı gibidir. Ya’nî, insan canını
sıhhatini, dînini ve şerefini mal ile korur.”
“Bir kimse, hep ölümü
hatırlar, ömrünü ölüme ve ondan sonraki hayata hazırlanmakla
geçirirse, kabri Cennet
bahçelerinden bir bahçe olur. Ölümü hiç hatırlamaz, gafletle günleri geçerse,
onun kabri Cehennem çukurlarından bir çukur olur.”
“Bir kimsenin, düâ ederken
yalnız kendisine duâ edip, ana-babasına ve diğer
müslümanlara duâ etmemesi,
Kur’ân-ı kerîm okumayı bildiği halde hergün en azından yüz âyet okumaması,
câmiye girdiği halde, iki rek’at olsun namaz kılmadan çıkması, kabristandan
geçtiği halde mevtalara selâm vermemesi, bir yerde yalnız olarak yaşıyorsa,
Cuma günü şehre geldiği halde Cuma namazı kılmaması, bulunduğu beldeye bir âlim
geldiği halde, onun ilminden hiç istifâde edememesi, bir kişi ile dost olduğu
halde ismini öğrenmeden ayrılması, bir tanıdığı kendisini da’vet ettiği halde
da’vetine gitmemesi, gençlik çağı büyük bir fırsat olduğu halde o zamanını boşa
geçirmesi, kendisi tok ve komşusunun aç olduğunu bildiği halde, ona bir şeyler
vermemesi o kimsenin gafletindendir.”
“Rızâ Allahü teâlânın
takdir ettiğine şükrederek kabul etmektir.”
Birisi sana gelip “Sen ne
mübârek bir zâtsın” dese, bir başkası da “Sen ne kötü ve aşağı
bir kimsesin” dese, sana
birinci söz ikinci sözden daha hoş geliyorsa, anla ki fena bir kimsesin.”
“Edeb öğrenilmeden ilim
öğrenilmez.”
“Para, eskiden sevimsizdi.
Ama şimdi mü’minin kalkanıdır.”
“Harama düşmemek, zarurî
ihtiyaçlarını temin etmek için, elinde dünyâlık bulunmasının
zararı yoktur.”
“Kendini iyi tanı. O zaman,
hakkında söylenenler sana zarar vermez.”
“İlmine ve ameline
güvenerek, bu haliyle kendini din kardeşlerinden üstün zanneden
kimsenin ilmi de ameli de
zayi olmuştur.”
“Lüzumsuz yere konuşan
zelîl olur.”
“İlim öğrenmenin ilk şartı,
susmak ve edebli olmaktır. İkinci şartı, dikkatle dinleyip ezberlemektir.
Üçüncü şartı, öğrendiği ile amel etmektir. Dördüncüsü de, öğrendiği ilmi
başkalarına öğretmek, her kese yaymaktır.”
“Kötü işler hastalıktır.
Âlimler ise hastalıklara ilâçtır. Âlimler bozulur, kötü işlere bulaşırsa,
hastaları kim
iyileştirecek?”
“İlim, Allahü teâlâdan
korkmak ve ona ibâdet etmek için öğrenilir.
“İlim öğreten birini
buldukça öğrenmeye devam ederiz.”
“Haram para ile sadaka
veren, câmi yaptıran, hayrat yapan kimse, kirlenmiş elbiseyi idrar
ile yıkayan kimseye benzer
ki, daha çok pislenir.”
“Ana-babaya, helâl ve mubah
olan işlerde itâat edilir. Haram ve şüphelilerde değil.”
“Bir kimse Allahü teâlânın
bütün emirlerini yerine getirip kalbinde az bir dünyâ sevgisi
bulunsa, kıyâmet günü
herkesin huzurunda “Bakın bu filân oğlu filân kimsedir. Bu Allahü
teâlânın kendisine,
sivrisineğin kanadı kadar kıymet vermediği dünyâya gönül verdi” diye nida
edilir. Bu hâlden dolayı öyle mahcûb olur ki, yüz etleri dökülecek gibi olur.”
“Bu zamanda helâl lokma
yemek zorlaştı.”
“İyi ve kötü amellerin
kendilerine mahsus kokuları vardır. İyiliğin kokusu çok hoş, kötülüğün kokusu
ise, rahatsız edicidir. Kalbde kötülük yapmak için bir meyil olduğu anda
kokusu, insanın yanındaki meleklere gelir, iyilik durumunda da iyi kokuyu hemen
alırlar. Nasıl ki o melekler, sizi hiç rahatsız etmiyorlarsa, siz de onları
rahatsız etmeyin.”
“Yemeklerini toplu olarak
bir sofrada yiyen ev halkına meleklerin duâ ettiğini duydum.
Bunlara Allahü teâlâ rahmet
eder.”
“Bir din kardeşin seni
ziyârete geldiği zaman ona, “Yemek yer misin? karnın aç mı? Bir
şeyler getireyim mi?” diye
sorulmaz. Hemen bir şeyler hazırlanıp getirilir yemezse kaldırılır.”
“Sende olmayan meziyetleri
söyliyerek seni medheden kimse, hiç şüphe yok ki, sende
olmayan günahı söyleyerek
seni kötüler.”
“Ölüm her an gelebilir.
Yarına kadar yaşayabileceğini zanneden bir kimse ölüm için hazırlıklı değildir.
Allahü teâlâya yapılan ibâdetler, ölümü hatırlamaya işarettir. Günah ve kusur
olan işler de, ölümü unutmuş olmanın alâmetidir.”
“Dîni ve îmânı hakkında
“Sonum ne olur?” diye söğüt yaprağı gibi titremiyen kimsenin
sonu tehlikelidir.”
“Allahü teâlâdan korkmakta,
emirlerini yapmakta, ibâdet etmekte ve O’nun yasak ettiklerinden sakınmakta
İmâm-ı a’zamdan daha üstün kimse görmedim.”
“Ey insan! Senin bütün
sermâyen, dünyâdaki bir kaç günlük ömründür. Bu günler mutlaka gelip geçecek,
hattâ bir çoğu geçti. O halde hiç olmazsa geride kalanlarının kıymetini bil.”
“Kişinin Allahtan korkmak,
harâmlardan uzak durmak, şüphelilerden sakınmak ve sabırlı
olmak gibi güzel huylara
sahip olması, ilmi, Allah rızâsı için öğrendiğinin alâmetidir.”
“Allahü teâlâ, sevdiği bir
kuluna hiçbir zaman düşman olmaz. Düşmanını da hiçbir zaman
dost edinmez.” Süfyân-ı
Sevrî’nin nasîhati: Ey kardeşim! Her zaman ve her yerde, doğru ol. Yalan,
sözünde durmamak, emâneti yerine getirmemek gibi kötü huylardan çok sakın.
Yalancı ve sözünde durmıyanlarla düşüp kalkma. Çünkü böyle kimselerle beraber
olmak, günaha sebeb olur.
Yine, sözlerinde ve
işlerinde riyadan sakın. Çünkü riya (gizli) şirktir. Ucub’dan da kendini
muhafaza et. Ucub, yaptığı ibâdetleri, iyilikleri beğenerek bunlarla
övünmektir. Ucub bulunan amel, Allahü teâlânın katında makbul değildir. (Fakat
bunların Allahü teâlâdan gelen ni’metler olduğunu düşünerek sevinmek, ucub
olmaz. Sen, dînini, dîni üzerine titreyen (Sünnet-i seniyye’ye bağlı, ilmiyle
amel eden) âlimlerden öğren. Çünkü, dîninde sağlam olmıyan, ilmiyle amel
etmiyenlerin hâli, hasta olup, kendisini tedaviden ve kendine bir çâre
bulmaktan âciz olan tabibin hâline benzer. Böyle bir tabîb, insanların
hastalıklarını, nasıl teşhis edip, iyileştirir? Onlara nasıl ilâç tavsiye eder?
Çünkü o kendisi hastadır, işte dîni üzerine titremiyen, ilmiyle amel etmiyen
bir kimse, senin dînine îmânına zarar gelir diye nasıl titrer? Ne derecede
titizlik gösterebilir? Azîz kardeşim! Dînin, senin etin ve kanın yerindedir.
Kendin için ağla. Kendine merhamet et. Sen kendine acımazsan, başkası hiç
acımaz. Senden dünyâ sevgisini giderip, âhırete hazırlık için teşvik eden kimselerle
oturup, kalk. Dünyâ işine dalıp, âhıreti unutanlarla düşüp kalkma. Çünkü onlar
senin dînini, i’tikâdını ve kalbini bozarlar, ölümü çok hatırla. Geçmiş
günahlarından dolayı çok istiğfâr et. (Allahü teâlâdan af ve mağfiretini iste.)
Kalan ömrün için, Allahü teâlâdan seni muhafaza etmesini iste. Azîz kardeşim!
Güzel edeb ve güzel ahlâka iyi sarıl. Cemâate muhalefet edip, onlardan ayrılma.
Çünkü hayır, cemâat iledir. Fakat, cemâat dünyâya dalıp, dünyâlarını mâmur
etmeğe çalışıyorlarsa, onlara uymazsın. Dîni hakkında senden bir şey soran her
mü’mine, yardımcı ol. Onlara yol göster. Onlara nasîhatta bulun. Allahü
teâlânın beğendiği bir işte, seninle müşavere eden (sana danışan) bir kimseden
hiçbir şeyi gizleme. Bir mü’mine hıyânet etmekten çok sakın. Kim bir mü’mine
hıyânet ederse, Allahü teâlâ ve Resûlüne (s.a.v.) hıyânet etmiş olur. Mü’min
bir kardeşini Allahü teâlânın rızâsı için sevdiğin zaman, canını ve malını
ondan esirgeme. Münakaşa ve mücâdele de yapma. Haksızlık edip günaha
girebilirsin. Her yerde sabırlı ol. Sabır, hayra ve iyiliğe, bunlar ise Cennete
götürür. Hiddet ve gadabtan da kendini muhafaza et Bunlar, insanı kötülüğe
çeker. Kötülükler ise Cehenneme götürür. Âlimlerle münâkaşa yapma. Kıymetini
düşürürsün. Âlimlerin yanına gidip gelmek rahmettir. Âlimlerle irtibatı
kesmekten Allahü teâlâ râzı olmaz. Âlimler Peygamberlerin (a.s.) vârisleridir.
Zühde (Dünyâya rağbet etmemek) sarıl ki, Allahü teâlâ sana çok şeyler ihsan
etsin. Vera’ya (Şüphelilerden sakınmağa) yapış ki, hesabın kolay olsun. Seni şüpheye
düşüren şeyleri bırakıp, şüpheye düşürmiyen şeylere sarılırsan günaha düşmekten
kurtulursun, iyiliği emret, kötülükten alıkoy, Allahü teâlânın sevdiği kul
olursun. Fâsıkları sevme. Böyle yaparsan, şeytanları kovmuş olursun. Dünyâda,
kavuştuğun şeylerden dolayı sevinci ve gülmeyi azalt, Allahü teâlânın nezdinde
kıymetin olur. Âhıretin için çalış, dünyân için Allahü teâlâ kâfi olur. İçini,
kalbini güzelleştirirsen, Allahü teâlâ da dışını güzelleştirir. Hatâların
günahların için ağla, Refik-i a’lâ ehlinden olursun. Allahü teâlâdan gâfil
olma. Çünkü Allahü teâlâ senden gâfil değildir. Allahü teâlânın senin üzerinde
hakları vardır. Onları yerine getirmen gerekir. Bu vazifelerden gâfil olma.
Kıyâmet gününde onlardan hesaba çekileceksin. Vekar ve i’tidâl sahibi ol. Bir
işin âhıretin için muvafık, uygun olduğunu görürsen, ona yapış. Eğer âhıretin
için muvafık değilse, dur, ona yapışanların ne yaptıklarını ve ondan nasıl
kurtulduklarını gör. Hemen acele etme. Allahü teâlâdan, afiyet (sıhhat) dile.
Âhıretle alâkalı bir işe yöneldiğin zaman, senin ile onun arasına şeytan
girmeden önce, acele edip onu hemen yap, geciktirme! Çok yeme, yerken de
niyetsiz ve isteğin olmadan yeme. (Yemeği, sağlık ve sıhhat ve afiyet sahibi
olup, daha iyi ibâdet ve tâat yapabilmek niyetiyle ye.) Karnını şişirme, Allahü
teâlâyı zikredip, anmana mâni olur. İnsanların elindekine düşkün
olma. Çünkü bu insanın
dînine zarar verir, insanların elindekine rağbet etme. Çünkü bu kalbi
katılaştırır. Dünyâya düşkün olma! Dünyâya düşkün olmak, kıyâmet günü insanın
ayıbını ortaya çıkarır. Kalbi ve cesedi, günah ve hatâlardan arınmış, eli
zulümden uzak, kalbi kin, hile ve hıyânetten kurtulmuş, karnı harâmdan boş olan
kimselerden ol. Haram kazanç ile beslenen vücut Cennete giremez. Gözünü
insanlardan çevir, ihtiyâcın olmadan yürüme. Boş yere, sebebsiz konuşma. Senin
olmayan şeyi alma. Kalan ömrün için, acaba dînime ve âhıretime bir zarar gelir
mi diye kork, bunun hüzün ve endişesi içerisinde
ol. Allahü teâlâya tâatta
(beğendiği işlerde) bulunan sâlih bir müslümana buğz etme. Büyük küçük herkese
merhametli ol. Akraban ile alâkayı kesme. Sana gelmeyene, sen git. Akraban,
seninle alâkayı kesseler de, sen kesme. Sana zulmedeni affet Peygamberler
(a.s.) ve şehîdlerle beraber olursun. Çarşıya fazla girme. Çünkü çarşıda
(çoğunlukla) iyi olmıyan şeyler görülür. Çarşıda fazla kalma, ihtiyâcını gör ve
ayrıl. Oruca devam et. O, kötülük kapısını kapalı tutar, ibâdet kapısını açar.
Az konuş, kalbin yumuşak olur, katılaşmaz. Ekseriyetle suskun ol, vera’ sahibi
olursun. Dünyâya hırslı olma, hasedci olma, anlayışın sür’atli olur. Herkesi
kötüleyici ve suçlayıcı olma, insanların dilinden kurtulursun. Şefkatli ve
merhametli ol, herkes seni sever. Allahü teâlânın yaptığı taksime râzı olup,
rızkından memnun olursan, gönlü zenginlerden olursun. Allahü teâlâya tevekkül
et. Kuvvetli olursun. Dünyâ ehli ile zenginlerden olursun. Allahü teâlâya
tevekkül et. Kuvvetli olursun. Dünyâ ehli ile onların dünyâ menfaatleri
üzerinde münâkaşa etme, o zaman seni, Allahü teâlâ ve insanlar sever. Mütevâzi
(alçak gönüllü) ol, sâlih amelleri tamamlamış olursun. Acırsan, her şey sana
acır. Kıymetli kardeşim! Günlerim, gecelerini ve saatlerini boşa geçirme,
âhıretine hazırlık yap. Allahü teâlânın rızâsını kazanmaya bak. Bu da, Allahü
teâlâya ibâdet ve tâatle olur. Kıymetli kardeşim! Cömert ol. Bununla Allahü
teâlâ, sana hesabını kolay yapar. Çok iyilik yap. Kabrinde sana arkadaş
olurlar. Haramlardan sakın, îmânın tadını duyarsın. Takva ve vera’ ehli
(Haramlardan ve şüphelilerden uzak duran) ile oturup kalk. Allahü teâlâ
âhıretini iyi yapar. Dînin ve âhıretin hususunda, Allahü teâlâdan korkan
kimselerle istişare et, onlara danış. Hayırlı işlerde acele et. Allahü teâlâ
seninle ma’siyet (günah olan ve kötü şeyler) arasına perde yapar. Allahü
teâlâyı çok an, Allahü teâlâ seni dünyâya düşkün yapmaz. Ölümü çok hatırlarsan,
Allahü teâlâ sana dünyâ işini hafif kılar. Cennete kavuşmağa arzulu olursan,
Allahü teâlâ seni beğendiği işleri yapmağa muvaffak kılar. Cehennemden
korkarsan, dünyâ musîbetleri sana hafif ve kolay gelir. Cennet ehlini seversen,
kıyâmet günü onlarla beraber olursun. Günah işliyen ve kötülük yapanları
sevmezsen, seni Allahü teâlâ sever. Müslümanlardan hiç kimseye kötü söz
söyleme. Hiçbir iyiliği hor görme. Açıkta ve gizlide ilk işin Allahü teâlâdan
korkup, yasakladığı şeylerden sakınmak olsun. Allahü teâlâdan şöyle kork:
Ölmüşsün, kabirde başına gelenleri görmüşsün, sonra kıyâmet kopup
diriltilmişsin, sonra haşr olup, Allahü teâlânın huzurunda durmuş dünyâda
yaptıklarından hesaba çekiliyorsun, bu sıradaki sıkıntılarla karşılaşıyorsun,
sonra Cennet ve Cehenneme gidiyorsun. Eğer Cennete gidiyorsan, ebedî ni’metlere
kavuşuyorsun, Cehenneme
gidersen, çeşit çeşit
azaplar göreceksin ve orada olup, kurtulma da yok. İşte bütün bunları görüp,
başına bir musîbet gelmesinden nasıl korkuyorsan, Allahü teâlâdan da öylece
kork.
KAYNAKLAR:
--------------------
1) Târîh-i Bağdâd cild-9,
sh-151
2) Hilyet-ül-evliyâ cild-6,
sh-356; cild-7, sh-3
3) Vefeyât-ül-a’yân cild-2,
sh-386
4) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-6, sh-381
5) Tezkiret-ül-evliyâ
sh-120
6) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1067
7) Tehzîb-üt-tehzîb cild-4,
sh-111
8) Fâideli Bilgiler sh-48,
158, 430
9) Vehhâbiye Nasîhat sh-129
10) Kıyâmet ve Âhıret
sh-110
11) Fihrist sh-225
12) El-Cevâhir-ul-mudiyye cild-1,
sh-250
13) Risâle-i Kuşeyrî sh-51,
286, 290, 294, 532, 624
14) Keşf-ül-mahcûb sh-231
(urdu tercemesi)
15) Eshâb-ı Kirâm sh-392
16) Tabakât-ül-kübrâ
cild-1, sh-47
17)
Câmi’u-kerâmât-il-evliyâ cild-2, sh-27
18) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-203
19) Sıfat-üs-safve cild-3,
sh-147
20) Kevâkip-üd-düriyye
cild-1, sh-115