Ana sayfa

 

Said b. Ebi İyas  el-Ceriri :

 

Basralı hadîs âlimlerinden. Künyesi, Ebû Mes’ûd’tur. Sahâbe-i kirâmdan Hz. Ebû Tufeyl gibi en

son vefât edenlerle görüşmüştür. Bu bakımdan Tâbiîndendir. Hz. Abdurrahmân bin Ebû Bekir, Hz. Yezîd

bin Abdullah, Hz. Semâme bin Harbe Kureyşî ve daha birçok kimselerden hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.

Kendisinden de Bişr bin Mufaddal, Ebû Kudâme, Süfyân-ı Sevrî, Abdullah bin Mübârek hazretleri hadîs-i

şerîf rivâyet ettiler. 144 (m. 761) senesinde vefât etti.

Hz. Sa’îd bin İyâs hacca gitmişti. Dönüşünde, hac yolunda başına gelen sıkıntı ve ni’metlerden

bahsettikten sonra buyurdu ki, “Allahü teâlânın verdiği ni’metlerden bahsetmek, onları saymak şükürdür.”

Hz. Sa’îd bin İyâs Cerîrî bir cenâze görse, Hz. Ebû Derdâ’nın buyurduğu gibi “Bu cenâze senindir,

senindir, senindir, deyip (Sen de öleceksin, onlar da ölecekler) âyet-i kerîmesini okurdu, (Zümer sûresi

30) ölümü çok hatırlardı.

Hz. Sa’îd bin İyâs, Sahâbe-i kirâmdan Ganem bin Kays’dan (r.a.) şöyle nakletti: “İslâmiyetin başlangıcından

buyana şu dört şeyi birbirimize nasîhat ettik. 1) Meşgul olunacak bir iş gelmeden önce boş

zamanın kıymetini bilip değerlendiriniz. Belki bir daha böyle bir zaman ele geçmez. 2) Hastalık gelmeden

önce sıhhatin kadrini, kıymetini biliniz. Sıhhatli günleri iyi değerlendiriniz. Belki ömrünüzde böyle

sıhhatli günler bulamazsınız. 3) ihtiyarlık gelmeden önce, gençliğin kıymetini biliniz, iyi değerlendiriniz.

Zîrâ gençlikte yapılan herşey ihtiyarlıktan daha makbuldür. Gençlikte yapılan birçok şeyleri ihtiyarlıkta

yapamazsınız. 4) ölüm gelmeden önce hayatın kıymetini biliniz. Zîrâ, öldükten sonra pişman olacaksınız.

O zamanki pişmanlığınız hiç fayda vermeyecektir.”

Sa’îd bin İyâs (r.a.), Hz. Hasen’e sordu ki, “Bir kimse, bir günah işleyip tövbe etse, tekrar günah işleyip

yine tövbe etse, bir daha günah işlese ve tövbe etse, bu böylece ne zamana kadar devam eder?”

Hz. Hasen “Yâ Sa’îd! Bunun miktarını ve ne zamana kadar devam edeceğini bilemem. Lâkin, mü’min

olan kimse işlediği her günaha hemen tövbe eder” buyurdu.

Sa’îd bin İyâs (r.a.), Hz. Vehb bin Münebbih’den şöyle nakleder: “Çok gururlu, kibirli mağrur bir

sultan, memleketini gezmek ister. Hizmetçilerine “Elbiselerimi getirin” diye emr eder. Getirilen bir çok

elbiseden birisini zor beğenir. “Atımı hazırlayın” der. Getirilen birçok atın içinden birini zor beğenir. Bu

zâlim ve mağrur sultan atına binip, yanına hizmetçilerini ve askerlerini alarak memleketini gezmeğe başlar.

Atının üzerinde gururundan başını dik tutup, kibirinden yanına gelen vatandaşlarından hiç kimseye

yüz vermez, dertlerini dinlemez, hattâ konuşmaya bile tenezzül etmez. Bir müddet yol aldıktan sonra,

karşısına temiz, yamalı elbiseli bir ihtiyar kimse çıkar. Bu yaşlı zât, sultana selâm verir, fakat sultan, kibrinden

selâmı almayıp yüzüne bakmaz. Bu zât, sultana bir ihtiyâcının olduğunu söyler, o ise hiç alâkadar

olmaz. Bunun ijzerine ihtiyar zât gelip sultanın atının dizginlerini tutarak bir ihtiyâcı olduğunu tekrar bildirir.

Mağrur sultan çok sert bir şekilde, “Hangi cesaretle benim atımın dizginlerini tutuyorsun? Beni şimdiye

kadar senin gibi hiç kimse rahatsız edememiştir. Bırak dizginleri...” diye bağırır, ihtiyar zât hiç oralı

olmayıp, dizginleri bırakmaz, ihtiyâcı olduğunu tekrarlar. Sultan, yakasını kurtarmak için çaresiz kalarak

“Söyle bakalım ihtiyâcın nedir?” der. İhtiyar, “İhtiyâcımı sana gizli söylemem lâzım, açıkta söylenmez ki”

deyince, kibirli sultan başını eğer. O kimse, mağrur sultanın kulağına “Ben Azrâilim” der. Bu sözü duyan

gururlu sultanın rengi kaçar, dili tutulur, eli ayağı soğur, dizinin bağı çözülür, kekeliyerek der ki: “Yâ Azrâil!

Ne olur birazcık müsâade et de evime dönüp, çoluk çocuğumu bir defa daha göreyim, onlarla helâlleşeyim.

Ondan sonra canımı al.” Azrâil, “Hayır! Sana bir an bile müsâade yoktur” deyip ruhunu alır.

Azrâil (a.s.) mü’min bir kimsenin yanına giderek selâm verir. O mü’min selâmını alınca Azrâil

(a.s.), “Bir ihtiyâcım var” der. O kimse, “Buyurunuz, söyleyiniz, size nasıl hizmet edebilirim?” diye cevap

verince Azrâil (a.s.), “İhtiyâcımı gizli söylemem lâzım” der, O mü’min başını eğince “Ben Azrâilim” der. O

da “Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Ben de çoktan beridir sizi bekliyordum. Dünyânın hepsini bana verselerdi,

yine de seni görmekle şereflenmekden duyduğum sevinci elde edemezdim” diye cevap verir. Bu

sefer Azrâil (a.s.), “Bir ihtiyâcın varsa git, temin et” der. O müslüman. “Hayır, hiç bir ihtiyâcım yok Hazırlığımı

yaptım. Hayli zamandır seni bekliyordum, tek arzum

Allahü teâlâya bir an önce beni kavuşturmandır” der, Azrâil (a.s.) “Hangi şekilde canını alayım arzu

edersin?” diye suâl eder. O mü’min de, “Müsâden olursa, abdestimi tazeleyip iki rek’at namaz kılayım,

son secdede iken canımı al” der. Azrâil (a.s.) da O mü’minin arzu ettiği gibi acı vermeden canını

alır.”

Sa’îd-i Cerîrî (r.a.) buyuruyor ki: “Dâvûd (a.s.) bir kaç kişi ile birlikte oturuyorlardı. Dâvûd (a.s.) yanında

bulunanlara bir şeyler anlatıyordu. Bu sırada bir kimse gelip, münâsib olmayan ba’zı sözler söyledi.

Orada bulunanlar bu şahsa kızarak haddini bildirmek istediler ise de, Dâvûd (a.s.) mâni olup, buyurdu

ki, “Ona kızmayınız ve herhangi bir zarar vermeyiniz. Ben namaz kılıp, istiğfâr edeyim. Sonra bakalım

durum nasıl olacak. Siz onu bırakın gitsin.” Uygunsuz sözleri söyliyen şahıs gitti. Dâvûd (a.s.) da

kalkıp abdest aldı ve iki rek’at namaz kıldı. Namazdan sonra Allahü teâlâya duâ ve istiğfâr etti. Sonra

gelip aynı yerde yerine oturdu ve sohbete devam etti. Biraz sonra, uygunsuz sözleri söyliyen kimse geldi

ve Dâvûd (aleyhisselâmın) elini öptü ve ayaklarına kapanıp ağlıyarak dedi ki, “Ey Allahın Peygamberi,

ben çok büyük hatâ yaptım beni affediniz.” Dâvûd (a.s.) da o kimsenin özrünü kabul etti.

Hz. Sa’îd bin Cerîıî’nin rivâyet ettiğine göre, Peygamber efendimiz bir evde oturup sohbet ediyordu.

O sırada Cerîr bin Abdullah geldi. Sohbeti dinliyenler çok kalabalık olduğu için, Cerîr bin Abdullah

oturacak yer bulamadı. Kapının önünde ayakta bekleyerek sohbeti dinlemeye başladı. Peygamber efendimiz

onu gördüler. Etraflarına bakıp, boş yer bulunmadığını görünce, mübârek cübbesini çıkardılar

ve Hz. Cerîr’e uzatarak, üzerine oturabileceğini söylediler. Hz. Cerîr, mübârek cübbeyi alıp öptü, bağrına

bastı, hürmet ve edeble Peygamber efendimize geri verdi ve “Yâ Resûlallah! Siz bana ikrâmda bulunduğunuz

gibi Allahü teâlâ da size daha fazlasını ihsan eylesin” diye duâ etti. Bunun üzerine Peygamber

efendimiz, “Bir kavmin kerîmleri size geldiği zaman, ona ikrâmda bulununuz” buyurdular.

Sa’îd-i Cerîrî (r.a.) buyurdu ki, “Bir zaman, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Tufeyl (r.a.) ile beraber hacca

gittik. Hacda tavaf esnasında bana “Ey Cerîrî, bu gün yeryüzünde, Resûlullah efendimizi görüp, O’ndan

hadîs-i şerîfler nakledecek, sana söyliyecek benden başka, kimse kalmadı. Sana naklettiğim bütün hadîs-

i şerîfleri, bizzat Peygamber efendimizden dinledim.” (Eshâb-ı kirâmdan en son vefât eden Sahâbî

bu zâttır.)

Rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba’zıları:

“Bu dünyâda her birinize bir yolcunun azığı kadar rızık kâfidir.”

“Misafirlik üç gündür. Sonrası sadakadır.”

Peygamber efendimiz bir kimseyi. “Yâ Rabbi! Senden sabır isterim” diye duâ ederken gördü ve

buyurdu ki, “Sen belâyı istiyorsun. Allahü teâlâdan afiyet iste.” (Sabır, belâ gelince istenir. Belâ

gelmeden sabır olamaz.)

Bir kimse “Yâ Rabbi, bana bütün ni’metlerinin hepsini ihsan et” diye duâ ediyordu. Peygamber efendimiz

bunu görüp, “Yâ filan. Sen Allahü teâlânın bütün ni’metlerinin ne olduğunu biliyor musun?”

buyurdu. O kimse “Hayır yâ Resûlallah, bilmiyorum, ama böyle duâ ediyorum” dedi. Bunun üzerine

Peygamber efendimiz, “Allahü teâlânın bütün ni’metleri Cehennemden kurtulup Cennete

girmektir” buyurdu.

 

Kaynaklar:

----------------------

1) Hilyet-ül-evliyâ cild-6, sh-200

2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-4, sh-5

3) Tezkiret-ül-huffâz cild-1, sh-155