Ana sayfa

 

Rebi b. Enes :

 

Tâbiînin tefsîr ve hadîs âlimlerinden. İsmi Rebî’ olup, el-Horasânî, el-Basrî, el-Bekrî, el-Hanefî

lâkablarıyla da tanınır. Basra’nın Benî Hanîfe ve Benî Bekrî bin Vâbil kabilesine mensûbtur. Doğum târihi

bilinmemesine rağmen, vefâtı 139 veya 140 (m. 757) seneleri olduğu rivâyet edilir.

Sahâbe-i kirâmın büyüklerinden Abdullah bin Ömer, Câbir bin Abdullah, E’nes bin Mâlik, Tâbiînden

Hasan-ı Basrî, Ebü’l-Âliye’nin (r.anhüm) sohbetinde bulundu. Onlarla görüşüp hadîs-i şerîf öğrendi.

Çok yüksek derecelere kavuşarak, Tâbiînden oldu. Kendisinden Abdullah bin Mübârek, A’meş, Ebû

Ca’fer-i Râzi, Îsâ bin Ubeyd el-Kindî, Mukâtil bin Hayyân, Süleymân bin Âmir el-Bezerî, Süleymân et-

Teymî (r.anhüm) hadîs-i şerîf rivâyet etti. Haccâc bin Yûsuf’un valiliğinde Basra’dan çıkıp, Merv şehrinin

bir köyüne gitti. Abbasîler zamanında Horasan’da arandıysa da ortaya çıkmadı. Tâbiînin büyük âlimlerinden

Abdullah bin Mübârek (r.a.) Horasan’da yanına gitti. Ondan kırk hadîs-i şerîf dinledi. Abdullah bin

Mübârek (r.a.) onu hürmetle yâd ederdi.

Rebî’ bin Enes hadîs ilminde sika (güvenilir) bir âlimdir. en-Neseî, İbn-i Hıbbân, el-Iclî O’nun sika

olduğunu söz birliği ile bildirmişlerdir. Ebû Hatim ise, “O, bana Ebü’l Âliye’nin hadîslerini rivâyet etmede,

Ebû Halde’den daha sevgilidir” buyurmaktadır.

Rebî’ bin Enes müfessir de olup, ikinci tabakaya mensûbtur. Hz. Ömer’in “Seyyidü’l-müslimîn” dediği

Ensâr-ı kirâmdan Übey bin Ka’b’ın (r.a.) tefsîre ait sözlerini Tâbiînden Ebü’l-Âliye (r.a.) vasıtasıyla

rivâyet etti. Kur’ân-ı kerîmdeki Tûr sûre-i celîlesindeki beşinci âyet-i kerîmedeki; “Yükseltilmiş semâya”

lafzını “Arşü’r-Rahmân”, altıncı âyet-i kerîmedeki “Taşkın denize...” lafzını da “Arşın altında bulunan

yüksek sudur” ma’nâsını çıkardığını müfessirlerden Ebu’ş-Şeyh bin Habbân nakleder. Kamer sûresinin

kırküçüncü âyet-i kerîmesinin, “Ey ümmet! Sizin kâfirleriniz, geçmiş ilk asırlarda helâk etmiş

olduğum mezkûr (adı geçen) kavimlerden daha hayırlı mıdır ki onları helâk etmiyeyim!” meâlinde

olduğunu tefsîr ve hadîs âlimlerinden Ebû Ca’fer Muhammed bin Cerîr-i Taberî O’ndan nakleder.

Tevbe sûresinin yüzbirinci âyet-i kerîmesinin tefsîrinde, iki kerre azabın birinin dünyâda olacağını, diğerlerinin

de kabir azâbı olduğunu söyledi.

Yine İbn-i Abbâs’dan rivâyet ettiğine göre İbn-i Abbas (r.a.) buyurdu ki: “Peygamber efendimiz

zamanında güneş tutulmuştu. Bunun üzerine Resûl-i ekrem (s.a.v.) Eshâb-ı kirâma namaz kıldırdı. Namazda

birinci rek’atte uzun sûrelerden (Bekara, Âli İmrân, Nisa, Mâide, En’âm, A’râf, Tevbe gibi) birisini

okudu. Beş rükû’ ve iki secde yaptılar. Sonra ikinci rek’ata kalktılar. Bu rek’atte yine uzun sûrelerden bir

tanesini okudular, iki secde yapıp namazda oturur gibi kıbleye karşı oturarak, güneş tutulması geçinceye

kadar, duâ ettiler.”

 

Kaynaklar:

-------------------

1) Tehzîb-üt-tehzîb cild-3, sh-238

2) Miftâh-üs-se’âde cild-2, sh-69, 75, 590

3) El-Menhel-ül-azb-ül-mevrûd cild-7, sh-29