Meymun b. Mihran :
Meymûn bin Mihrân
el-Cezerî, Tâbiînin büyüklerinden. Hadîs ilminden sika (güvenilir), fıkıh
ilminde
ilmi çok olan büyük bir
âlimdir. Kûfe’de yetişti Sonra Rika’ya yerleşti. Künyesi Ebû Eyyûb’dur. 37 (m.
657)’de doğdu. 116 (m.
734)’de Cezîre’de vefât etti. 117’de vefât ettiği de rivâyet edilmiştir. Halife
Hz.
Ömer bin Abdülazîz
tarafından kadı ve vali olarak Cezîre’ye ta’yin edildi. Ta’yin edildiği
vazifesinin başına
gitmek üzere halifenin
yanından ayrılınca, Halife Hz. Ömer bin Abdülazîz buyurdu ki, “Bu Ebû Eyyûb,
Meymûn bin Mihrân ve onun
emsali olan büyük âlimler, aradan gider (vefât ederlerse), halk, kumandandan
mahrum kalan askere döner.”
- 191 -
Meymûn bin Mihrân (r.a.),
Eshâb-ı kirâmdan bir çok zâtlarla görüştü. Hz. Ebû Hüreyre, Hz. Âişe-i
Sıddîka, Hz. İbn-i Abbâs,
Hz. İbn-i Ömer, Hz. İbn-i Zübeyr, Hz. Safiyye binti Şeybe, Hz. Ümmüderdâ,
Hz. Saîd bin Cübeyr ve daha
başka zâtlardan rivâyetlerde bulundu. Kendisinden de, oğlu Hz. Amr, Hz.
Hamîd-üt-Tavîl, Hz. Ca’fer
bin Burkan, Hz. Habîb bin Şehîd, Hz. Ali bin Hakem el-Benâri, Hz. Bakem bin
Uteybe, Hz. Yezîd bin Sinan
er-Rahâvî ve daha birçok zâtlar rivâyette bulunmuşlardır. Oğlu, “Babam,
kavuştuğu bu yüksek
derecelere, çok namaz kılmakla, çok oruç tutmakla değil, Allahü teâlâya âsi
olmakdan çok korkmakla
ulaşmıştır.” dedi. Hz. Hasan-ı Basrî’nin dostlarından idi. Her gün ve gecesinde
bin rek’at namaz kılardı.
Bir gün misafirleri geldi.
Hizmetçisine, misafirlere ikrâm etmek üzere acele yemek hazırlamasını
söyledi. Hizmetçi hemen
çorba pişirip, bir tabağa koydu. Sıcak çorba tabağını misafirlerin önüne koymak
için acele ile gelirken
ayağı takılıp düştü. Sıcak çorba da Meymûn hazretlerinin başından aşağı
döküldü.
Hizmetçi mahcûb olup, bana
kızacak diye çok korktu. Bunu gören Hz. Meymûn bin Mihrân buyurdu ki:
“Sana kızmıyorum. Seni
affettim ve Allahü teâlânın rızâsı için seni serbest bıraktım. Artık hürsün.”
Bir gün kendisine dediler
ki, “Biz evimizde otururuz, (rızkımız bize gelir) diyen kimseler hakkında
ne buyurursunuz?” Buyurdu
ki, “Onlar ahmaktır, İbrâhîm aleyhisselâm gibi bir yakîn (tam îmân) sahibi
olsalardı, sebeplere
yapışırlar, onun gibi çalışıp kazanarak geçimlerini sağlarlardı.”
Arkadaşlarına şöyle derdi;
“Bende hoş olmayan, sevimsiz bir hâl görürseniz, onu yüzüme karşı
söyleyiniz. Bir kimse, din
kardeşinde uygun olmayan bir hâl görür de onu kendisine bildirmezse ona
fâideli olamaz.”
Bir toplulukta,
Beyt-ül-mâl’ın gelirlerinden biri olan vergiler hususunda konuşuluyordu. Hz.
Meymûn bin Mihrân şöyle söyledi.
“Hz. Ömer, zamanında Irak taraflarından toplanan vergilerin tamamı
bir milyon ukiyye olurdu.
Vergiler toplanıp, halifeye arz edildikten sonra, Hz. Ömer, Basra ve Kûfe’den
10’ar kişi çağırır,
bunlara, vergi olarak alınan bu malların helâl olduğuna, bir müslüman veya
zımmîden
zulüm ile haksız olarak
alınmadığına dâir, onlardan şâhidlik isterdi. Bütün şâhidler, bütün vergilerin
adaletle,
kimseye zulüm ve haksızlık
edilmeden toplanıldığını bildirirlerse, getirilen vergileri kabul eder, aksi
halde kabul etmezdi.”
Hz. Meymûn bin Mihrân,
ba’zı insanların birbirlerine karşı zâlimce hareketlerde bulunduklarını
duydukça üzülür, ba’zan bu
üzüntüsü, hastalanıp yatağa düşecek kadar fazla olurdu. Kendisine geçmiş
olsun demeye gelinirdi.
Kendisine, “Birbirine uygunsuz davranan o kimseler barıştılar. O sert durumdan
kurtuldular” diye haber
verilince, sevinir ve iyileşirdi.
Rivâyet ediyor ki; “Bir
gün, birisi Kur’ân-ı kerîm okurken, Hicr sûresinden “Şüphesiz ki o azgınların
hepsinin gideceği yer
Cehennemdir” meâlindeki âyet-i kerîmeyi okuyunca, dinliyenlerden
Selmân-ı Fârisî (r.a.)
ellerini başına koyup ağlamaya başladı. Ne tarafa gittiğini bilemez vaziyette,
kendinden
geçmiş olarak çıkıp gitti.
Üç gün müddetle kendine gelemedi.”
Bir defasında namazını
cemâatle kılmak için mescide gitti. Namazın kılınmış olduğunu öğrenince
çok üzüldü ve “Bir defa
cemâatle namaz kılmak bana Irak valiliğinden daha sevimlidir” buyurdu.
Meymûn bin Mihrân şöyle
anlatıyor: “Bir gün, Halife Hz. Ömer bin Abdülazîz ile beraber bir mezarlığa
uğradık. Halife ağladı ve
“Vallahi, şu mezara girip de azâbdan emin olan kimseden daha nasîbli,
daha bahtiyar kimse
bilmiyorum” buyurdu.
Kendisine sordular.
“Arkadaşlarınızdan hiç ayrılmıyorsunuz ve hiç de birbirinize küsmüyorsunuz.
Bu nasıl oluyor?” Cevâbında
buyurdu ki; Çünkü ben dostlarıma hiç husûmet (hasımlık) beslemiyorum.
Onlarla hiç mücâdele ve
münâkaşa etmiyorum.”
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden: Peygamber efendimiz buyuruyor ki; “Ebedi olan âhırete inandığı
halde, mesâisini
(gayretini) dünyâlık için harcıyanlara ne kadar çok şaşılır. Nasıl böyle
yapabiliyorlar?”
Resûlullah efendimiz,
geçerken bir çöplük gördüler. O çöplükte eski bez parçaları ve
çürümüş kemikler
görünüyordu. Peygamber efendimiz,
“Dünyâya gelin, dünyâyı görün,
işte dünyâ budur. Neticede böyle olacaktır.”
“Mü’minin firâsetinden
korkunuz. Zira O, Allahü teâlânın nuru ile bakar.”
“Kıyâmet günü insanlardan
azâbı en şiddetli olanları, Peygamberlere sövenlerdir. Sonra
Eshâbıma sövenlerdir. Sonra
müslümanlara sövenlerdir.”
“Gülerek günah işleyen,
ağlıyarak Cehenneme girer.”
“İnsanlardan iki sınıf
vardır ki bunlar iyi olursa insanlar da iyi olur. Bunlar kötü olursa
(bozulursa) insanlar da
bozulur. Bunlar âlimler ve sultanlardır.”
Meymûn bin Mihrân
hazretleri buyurdu ki:
“Allahü teâlânın takdirine rızâ göstermiyen
kimsenin ahmaklığının tedavisi yoktur.”
“İnsan bir günah işlediği
zaman, kalbine siyah bir nokta yerleştirilir. Tövbe edince kalbi cilalanır ve
parlar. Dolayısı ile o
siyah nokta kaybolur. Ama tövbe etmezse ve günah işlemeye de devam ederse,
nokta nokta kalb kararır.
Nihayet bu siyahlık bütün kalbi kaplar, işte buna (rân=Kalbin tamamen
kararması)
denir.”
“Kuru kuruya kardeşliğe
râzı olan, ölüler ile kardeş olsun.”
“İki arkadaş birbirlerini
sevdikleri zaman, birbirini ziyâret etmeleri için aralarındaki mesafenin çok
fazla olması mühim
değildir.”
“Gizli işlenen günahın
tövbesi gizli, aşikâre işlenen günahın tövbesi aşikâre olur.”
“Ey Kur’ân-ı kerîmi
okuyanlar! Kur’ân-ı kerîmi dünyâlık kazancınıza âlet etmeyiniz.”
“İnsan, iki ortağın
birbirini hesaba çekmesinden daha şiddetli olarak kendisini hesaba çekmedikçe,
tam müttakîlerden (takva
sahibi) olamaz.”
“Eğer bir kimse sana hased
ediyorsa, sen onun şerrinden korunmak istiyorsan, işlerini ondan gizli
yap.”
“Din kardeşlerine iyilik
etmeden, onların rızâsını talep etmek şaşkınlıktır.”
“Gelen misafirine yemek
verip de imkânı varken tatlı ikrâm etmiyen kimse, yatsı namazını kıldığı
halde vitri kılmıyan kimse
gibidir.”
“Dostların sofrasında
yenilen yemeğin hazmı kolay olur. Düşmanın yemeği ise, insana ağırlık verir.”
“Ba’zı hâllerde, yalan
konuşmak doğruyu söylemekten daha hayırlıdır. Meselâ elinde silâh olan bir
kimse “Öldürmek için falan
kimseyi arıyorum. Gördün mü?” diye sana sorsa, sen o kimseyi gördüğün
halde, birinin canını,
diğerinin cinayetten kurtulmasını istiyerek, o kimseyi görmediğini, yakında
buralara
uğramadığını söylemez
misin? işte bu niyyetle, böyle hâllerde yalan söylemek caiz ve lâzımdır.”
“Güzel amelleri, sadece
gösteriş için ve desinler diye işleyen kimse, dışı dikkat ve itina ile
süslenerek
güzelleştirilmiş olan bir
halâya benzer.”
“Kişi hem namaz kılar, hem
de kendisine la’net edebilir.” buyurdu. “Bu nasıl olur?” dediler. Bunun
üzerine “Bilin ki Allahın
la’neti zâlimlerin üzerine olsun” meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu ve buyurdu
ki, “Ba’zı kimseler, hem
namaz kılar, hem de ba’zı günahları işlemek suretiyle kendilerine zulm
ederler. Başkasının malını,
izinsiz olarak almak, haklarına riâyet etmemekle onlara zulm etmiş ya’nî zâlim
olmuştur.”
Kaynaklar:
--------------------
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-4,
sh-82
2) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-10, sh-390
3) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-98
4) El-A’lâm cild-7, sh-342
5) Vefeyât-ul-a’yân cild-3,
sh-29, 62
6) Tabakât-ul-kübrâ cild-1,
sh-40
7) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-7, sh-477