Mekhul eş-Şami :
Tâbiînden ve meşhûr hadîs
hâfızlarından. İsminin Şehrâp, olduğu söylenir. Künyeleri değişik şekillerde,
Ebû Abdullah, Ebû Eyyûb ve Ebû Müslim olarak bildirilmiştir. Aslen İran’ lıdır.
Kabil’de doğdu. Orada yaşı biraz ilerleyince, esir edildi. Mısır’da, Hüzel
kabilesinden bir kadının âzâdlısıdır. Onun için Hûzeli denmiştir.
Zamanında, Şam’ın en büyük
Fakîhi (İslâm hukuku âlimi) idi. Resûlullahın (s.a.v.) hadîs-i şerîflerini
öğrenmek için çok memleketleri dolaştı. Irak ve Medine’ye gitti. Enes bin
Mâlik, Ebû Umâme, Mahmûd bin Rebî’, Ubeydullah bin Muhayrız, Anbese bin Ebî
Süfyân, Süleymân bin Yesâr, Tavus Irak bin Mâlik ve başkalarından (r.anhüm)
hadîs-i şerîf rivâyet etti. Evzâî, Abdurrahmân bin Yezîd bin Câbir, Sevr bin
Yezîd, Süleymân bin Musa’da (r.anhüm) ondan hadîs-i şerîf bildirmişlerdir.
Hadîs ilminde sika (güvenilir) bir âlimdir. Mekhûl hazretleri kendisine sorulan
suâllerin hepsine cevap vermezdi. Teymî bin Atıyye el-Ansî, “Mekhûl’dan
(bilmiyorum) diye cevap verdiğini çok işitmişimdir” der. Zührî: “Şu dört yerde,
dört büyük âlim yetişmiştir. Saîd bin Müseyyeb Medine’de, Şa’bî Kûfe’de, Hasan
el-Basrî Basra’da, Mekhûl Şam’da. Şam’da, Mekhûl zamanında, fetva vermekte
ondan daha yetkili kimse yoktu. Lâ havle ve la kuvvete illâ billah demeden
fetva vermezdi. Ben bu kadar anlıyabildim. Bu fetvam, hatalı da olabilir,
doğruda, derdi” diye bildirdi.
Mekhûl eş-Şâmî
hazretlerinin rivâyet ettiği hadîs-i şerîflerden ba’zıları:
Abdurrahmân Ganem’den
rivâyet etti: Abdurrahmân (r.a.) bana “Sahâbe-i kirâmdan, on kişi bana anlattı:
Kubâ mescidinde idik. İlim müzâkeresi, yapıyorduk. Bu sırada Resûlullah
(s.a.v.) çıkageldi. “İstediğiniz kadar, ilim öğrenin. Bildiğinizle amel
etmediğiniz müddetçe, Allahü teâlâ size mükâfat vermez.” buyurdu.
Ümmü Eymen’den rivâyet
etmiştir. Peygamber efendimiz (s.a.v.) Eshâbına (r.anhüm) şöyle buyurdu:
“Azap olunup, yakılsan
bile, Allahü teâlâya, şirk koşma. Bütün servetini çıkarıp fedâ
etmeni de söyleseler, anne
ve babana itâat et. Onları kırma. Namazı bile bile terk etme. Kim namazı
bilerek terk ederse, Allahü teâlânın emânı ondan uzak olur. İçki içmekten çok
sakın.. Çünkü, içki, her çeşit kötülüğün anasıdır. Günâhtan da uzak dur. Ona
yaklaşma. Günah, Allahü teâlânın gazabını celbeder (çeker).”
“Ayıp araştırıcı olmayınız.
Çok övücü de olmayınız. Onu bunu lekeleyip kusur bulmayınız. Bir şey yapmadan,
olduğunuz yerde işsiz güçsüz kalmayınız.”
“Ey Muaz! Emîre itâat et.
Eshâbımdan hiç kimseye sövme.”
Yine Enes bin Mâlik’den
rivâyet etmiştir: “Kim sabah ve akşam olduğu zaman, “Allahümme innî eşhedüke ve
eşhedü hamalete arşike ve melâiketike ve cemîi halkike. Inneke entellah, lâ
ilâhe illa ente vahdeke. Lâ şerike leke. Ve enne Muhammeden, abdüke ve
Resûlüke” diye okursa, Allahü teâlâ onun dörtte birini Cehennemden âzâd eder.
İki kerre derse, yarısını, üç kerre derse, dörtte üçünü, dört kerre derse,
bütün vücûdunu Cehennemden âzâd eder.”
Vâsıle’den rivâyet
etmiştir: “Din kardeşinize şemâtet (başına gelen belâya ve zarara sevinmeyiniz)
etmeyiniz. Şemâtet ederseniz. Allahü teâlâ belâyı ondan alır size verir.”
Ebû Sa’lebe’den rivâyet
etmiştir: “Sizden en çok sevdiğim ve bana en yakın olanınız, ahlâkı en güzel
olanıdır. En uzak olanınız da ahlaken kötü, geveze, konuşurken lâfı çok uzatan
ve cimrilerdir.”
Şeddad bin Evs’den rivâyet
etmiştir: Birisi Peygamber efendimizin (s.a.v.) huzurunda durdu: “Yâ
Resûlallah! İlim ne ile artar bana bildirir misin? diye sordu. Peygamber
efendimiz (s.a.v.) “Öğrenmek ile” buyurdular. Kötü bir iş yaptıktan sonra
iyilik yapmak fâide verir mi? diye sorunca, “Evet, tövbe, günahı silip götürür.
İyilikler, kötülükleri ve günahları giderir, kul Rabbini genişlik vaktinde
anınca, Allahü teâlâ, başına belâ geldiği zaman kuluna icâbet eder” buyurdular.
Ebû Eyyûb-il-Ensârî’den
(r.a.) rivâyet etti: “Bir kimse ibâdetini kırk gün Allah için ihlâslı yaparsa,
kalbinden diline hikmet çeşmeleri dikilir.”
“Allahü teâlâ, hakkı
(doğruyu) Ömer’in dili üzerine koydu.”
Âişe validemizden (r.anhâ)
bildirmiştir: Resûlullah (s.a.v.) Âişe validemize (r.anhâ) hitaben: “Ey Âişe!
Bu gece, hangi gecedir?” buyurduğunda, Aişe-i Sıddîka der ki: “Allahü teâlâ ve
Resûlü daha iyi bilir” dedim. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v.) “Bu gece
Şa’bân-ı şerîfin onbeşinci gecesidir ki, bu gece dünyâda yapılan ameller ve
kulların işleri çıkarılıp, Allahü teâlâya arz olunur. Bu gece, Allahü teâlânın
Cehennemden âzâd ettiği insanların sayısı, Benî Kelb kabilesinin koyunları
sayısıncadır, (ya’nî çok fazladır). Sen, şimdi, bu geceyi ibâdetle geçirmem
için bana izin verir misin?” diye buyurduğunda “Elbette” dedim. Resûlullah
(s.a.v.) hemen namaza kalktı. Kıyamda fazla durmayıp Fâtiha-ı şerîfe ve kısa
bir zamm-ı sûreden sonra, gece yarısına kadar secdede kaldı. Sonra ikinci
rek’at için kalktı. Bunda da birinci rek’attaki gibi okuyup, secdeye indi.
Secdesi o kadar uzamış, kendinden o kadar geçmişti ki, ruhu kabz olunmuş
sandım. Yanına yaklaştım. Mübârek ayaklarına dokundum. Hareket etti: Secdede
“Eûzü biafvike min ikâbike ve eûzü birıdâke min sahatike ve eûzü bike minke
celle senâük, la Uhsî senâen aleyke kemâ esneyte a’lâ nefsike” deyip,
yalvardığını ve sena ettiğini duydum. “Yâ Resûlallah, secdede ba’zı şeyler
söylüyordunuz. Halbuki başka zaman bunları
söylememiştiniz. Bunları
hiç duymamıştım, dediğimde: “Ey Âişe, söylediğim şeyleri öğrendin mi?” buyurdu.
“Evet” dedim. “Siz onları öğretiniz. Çünkü Cebrâil (a.s.) onları secdede okumamı emretti” buyurdu.
“Can gargaraya gelmedikçe
Allahü teâlâ kulun tövbesini kabul eder.”
Eş-Şâmî’nin kıymetli
sözlerinden ba’zıları: “Namaz kılan birini gördüm. Her rüku’ ve secdeye gittiği
zaman ağlıyordu. Onu riya yapmakla suçlamıştım. Bu yüzden, bir sene ağlamaktan
mahrum bırakıldım.”
“Bir kimsenin yumuşak olup
olmadığı, kötü kimselerin kendisine musallat olmasıyla anlaşılır.”
“Dinde âlim olduktan sonra,
dünyâlık bir menfaat alırım düşüncesiyle zaruret olmadan padişah ve sultanların
yanına gidip, yaltaklık edenler, attıkları adımlar kadar, Cehennemin
derinliklerine, dalmış olurlar.”
Mekhûl eş-Şâmî, bir cenâze
görünce “Siz sabahleyin gidiyorsanız, biz de akşamleyin geleceğiz. Şu cenâze
açık bir öğüt ve ibret alınacak bir şey. Fakat, gaflet çok. Öncekiler geçip,
gidecekler, fakat arkadakiler hiç aldırış etmezler” buyurmuştu.
“Kim, bir gecesini Allahü
teâlâyı zikir ile ihya eder geçirirse, anadan doğmuş gibi günahsız ve tertemiz
olarak sabahlar.”
“Fazîlet cemâatte ise de,
selâmet, kötülüklerden uzak kalabilmek için yalnızlıktadır.”
“Bir ümmet içerisinde, her
gün, yirmibeş kişi Allahü teâlâya, yirmibeş defa istiğfâr ederse, (bağışlanmalarını
dilerse), umûma ait azabla Allahü teâlâ ümmeti muaheze etmez (yakalamaz).”
“Kokusu güzel olanın, aklı
fazla, elbisesi temiz olanın, kederi az olur.”
“Eğer sen Kur’ân-ı kerîm
okuyup da, seni kötülüklerden uzaklaştırmıyorsa, senin gerçekten Kur’ân-ı
kerîmi okumadığın anlaşılır.”
“İlmi kendisine fayda
vermeyen kimseye, cehâleti de zarar verir.”
Ölüm hastalığında iken
Mekhûl’un huzuruna birisi girdi. “Allahü teâlâ sana afiyet versin Yâ Ebâ
Abdullah” dedi. Mekhûl hazretleri de “Affı umulan Allahü teâlâ ile olmak,
kötülüğünden emin olunmıyan kimse ile beraber olmaktan daha hayırlı ve iyidir.”
“İnsanların en yumuşak ve
ince kalblisi, günâhı az olanlardır.”
“Sâlih bir zâtı seven,
dolayısıyle, Allahü teâlâyı sevmiş olur. İlim öğrenmeye giden kimse, dönünceye
kadar, Cennet yolunda sayılır.”
Mekhûl eş-Şâmî (r.a.)
Pazartesi ve Perşembe günleri oruç tutardı ve “Pazartesi günü Resûlullah
(s.a.v.) dünyâya teşrif buyurdular. Yine bugün, Peygamber olarak gönderildiler.
Pazartesi günü âhırete irtihâl (vefât) buyurdular. Pazartesi ve Perşembe günü
ameller Allahü teâlâya arz olunur” dedi.
“Mü’minler yumuşak ve
müsamahakârdırlar. Eğer, onu çekip götürürsen, karşı çıkmazlar, kabul edip
giderler.”
“Âlimler bozuluncaya kadar,
insanlara Allahü teâlânın azâbı gelmez.”
“Ana-babaya itâat, büyük
günâhlara keffârettir. Bir kimse ailesi içinde yaşlılar bulunduğu müddetçe,
Allahü teâlânın rızâsını kazanma imkânına sahiptir.” “Boynumun vurulmasını,
kadılık (hâkimlik) makamına gelmeye, hüküm verme mertebesinde olmayı da, Beyt-ül-Mal’ın
başında olmaya tercih ederim.”
Mekhûl hazretlerine birisi
geldi. “Yâ Ebâ Abdullah! (Size düşen kendinizi korumakdır. Siz hidâyette
olunca, dalâlet üzere olanlar size zarar veremez) âyet-i kerîmesinin tefsîrini
yapar mısınız? deyince “Nasîhat eden korktuğu, nasîhati dinliyen de kabul
etmediği zaman, senin vazifen kendini muhafaza etmektir. O zaman, dalâlette
olan kimse sana zarar veremez” dedi.
Mekhûl hazretleri: Tekâsür
sûresi sekizinci âyetinin “Sonra andolsun siz, o gün elbette ni’metten yana
sorguya çekileceksiniz” meâlindeki âyet-i kerîmeyi şöyle açıkladı: “Elbette
içilen soğuk sudan, oturulan evin gölgesinden, karnın tokluğundan, yaratılışın
mükemmellik ve tamlığından, uykunun lezzet ve tadından hesaba çekileceğiz”
buyurdu.
Mekhûl hazretleri, kendi
cemâati ile beraber oturuyordu. O sırada Mervan’ın torunu Yezîd bin Abdülmelik
geldi. Orada bulunanlar, hemen ona yer ayırmak ve hazırlamak için
kalktıklarında Mekhûl hazretleri: “Yerinizde oturunuz, bırakın, bulduğu bir
yere otursun. Böylece tevazuu öğrenmiş olur” buyurdu.
Kaynaklar:
---------------
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-5,
sh-177
2) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-10, sh-289
3) El-A’lâm cild-7, sh-284
4) Vefeyât-ul-a’yân cild-5,
sh-280
5) Mîzân-ul-i’tidâl cild-4,
sh-177
6) Tezkiret-ul-huffâz
cild-4, sh-107
7) Tabakât-ı İbn-i Sa’d
cild-7, sh-453
8) Tabakât-ül-kübrâ cild-1,
sh-45
9) Şezerât-üz-zeheb cild-1,
sh-146
10) El-İkmâl cild-5, sh-1