El-Kisai :
Meşhûr yedi kırâat
imamından yedincisi. Tebe-i tâbiînden, ya’nî Tâbiîni görenlerdendir. Kırâat
ilminde işareti Râ’dır. Kûfe’de nahiv ilminin kurucusudur. Kırâat, nahiv ve
lügat ilimlerinde zamanının imâmı olup, diğer İslâm ilimlerinde de söz sahibi
bir âlimdi. İsmi, Ali bin Hamza bin Abdullah bin Osman bin Fîrûz’dur. Ebû,
Hasan, Ebû Abdullah ve Ebû Feth künyeleridir. Dedelerinden Fîrûz,
Esedoğullarının âzâdlı kölelerinden olduğu için el-Esedî, nahv âlimi olduğu
için en-Nahvî, kırâat dersi verdiği için el-Mukrî, lügat âlimi olduğu için
el-Lügavî, Kûfe’de yetiştiği
için el-Kûfî, Bağdâd’ta
yerleştiği için el-Bağdâdî, kendisinin ifâdesine göre, kilim elbise içerisinde
ihrama girip Kâ’be’yi tavaf ettiği için veya Hamza Zeyyad’ın meclisinde dizinin
üzerine kilim koyduğu için el-Kisâî denilmiş ve bu nisbe ile meşhûr olmuştur.
Kendisine, İmâmü’l-kurrâ’, Şeyhü’l-kırâat ve’n-nahv, el-İmâm lâkabları
verilmiştir. İmâm-ı Kisâî’nin dedelerinden Fîrûz’un isminden ve ba’zı
kaynaklardaki Farsoğlu şeklindeki kayıtlardan, İranlı olabileceği söylenmiştir.
Ba’zı kaynaklar ise, Kureyşoğullarından olduğunu söylemektedir. İmâm-ı Kisâî
hazretlerinin doğum yeri ve târihi hakkında bilgi yoktur. Hârûn Reşîd’in
maiyetinde iken, İmâm-ı Muhammed Şeybânî hazretleriyle aynı gün ve aynı yerde vefât
etti ve oraya defn edildi. Mezârı, Rey yakınlarında Renbuye köyündedir. Yetmiş
yaşlarında iken 189 (m. 805) târihinde vefât etmiştir.
Temel bilgilere sahip
olduktan sonra, Kûfe’de reisü’l-kurrâ ve altıncı kırâat imâmı olan Hamza bin
Habîb ez-Zeyyâd’ın talebeleri arasına katıldı. Dört defa Kur’ân-ı kerîmi baştan
sona hocasına dinletti ve tasdîkini aldı. Hocası İmâm-ı Hamza ez-Zeyyâd’tan
sonra Kûfe’de reisü’l-kurrâ oldu. Kendisinden sonra Kûfe’den reisü’l-kurrâ
çıkmadı.
İmâm-ı Kisâî hazretlerinin
ilk Lisân hocaları arasında Muâz-ı Herra, Ebû Ca’fer Rüasî gibi meşhûr âlimler
vardır. Nahv ilmini, Ebû Amr, Amr bin el-Âlâ, Yûnus bin Habîb, Îsâ bin Ömer ve
Süleymân bin Mihrân’dan aldı. Süleymân bin Erkâm ve Ebû Bekir bin lyyâş’dan
Hadîs okudu. Muhammed bin Abdurrahmân bin Ebî Leylâ, Ca’fer-i Sâdık, Seleme bin
Ahfeş, Hammâd bin Seleme (r.aleyhim) de hocaları arasındadır.
Kûfe’den sonra nahv ve
lügat ilmi tahsil etmek üzere Basra’ya gitti. Meşhûr nahiv âlimi Halil bin Ahmed’den okudu. O’nun dil
üzerindeki bilgilerine hayran olup, bu bilgilere nasıl sahip olabileceğini
sordu. Çöllerdeki bedevîlerden öğrenilebileceği, cevâbını alınca yine hocasının
tavsiyesiyle Necd, Tihâme ve Hicaz bedevîleri arasına gitti. Onların arasında
kaldı. Daha sonra buradan öğrendiği lügatleri günlerce
göz nuru dökerek kayda
geçirdi. Dönüşünde hocası Halil bin Ahmed ölmüş, yerinde Yûnus en-Nahvî ders
vermekteydi. Yûnus, münazara neticesinde İmâm-ı Kisâî’nin ilmî otoritesini
kabul edip, ondan ders vermesini istedi. Ancak İmâm-ı Kisâî Kûfe’ye geçti.
İmâm-ı Kisâî, Kûfe’ye
gelişinden sonra, Abbasî halifesi el-Mehdî’nin oğlu Hârûn Reşîd’e mürebbiyelik
teklifini kabul ederek Bağdâd’a gitti ve orada yerleşti, ömrünün sonuna kadar
Hârûn Reşîd’in yanında kaldı. O’nun oğulları Muhammed Emin ve Mu’tasım’a
mürebbiyelik yaptı. Onlara gerekli olan ilimleri sohbet yoluyla öğretti.
Haftanın bir günü saraya gelir, diğer günler Bağdâd ve civarında ilim
öğretirdi.
İmâm-ı Kisâî, kırâat
ilminin yardımcı ilimlerinden olan nahv ve lügat ilimlerinde zamanının bir
tanesi, imamıydı. Ömrünün onbeş senesini, lehçeleri en belîğ ve en fasîh,
dilleri hiç karışıma uğramamış olan Necd, Tihâme ve Hicaz bedevîleri arasında
geçirdi. Bu bedevîlerden çok istifâde eden İmâm-ı Kisâî, nahv ve lügat
ilimlerindeki otoritesini günümüze kadar korumuştur. İmâm-ı Kisâî hazretleri,
nahv
ve lügat ilimlerinde
otorite olmayanın, kırâat ilmine tam sahip olamayacağı düşüncesindeydi.
İmâm-ı Kisâî hazretleri,
kırâat ilminde, hocası Hamza el-Zeyyâd’ın kırâati ile diğer rivâyetlerden
birinin arasında bir kırâati seçmiş ve onu rivâyet etmiştir. Fakat bu kırâati
önceki altı imâmın kırâatleri dışında değildir. İmâm-ı Kisâî, bir gece
rü’yâsında Peygamberimizi (s.a.v.) gördü. Resûlullah (s.a.v.) O’ndan Kur’ân
okumasını istedi. O da Sâffât sûresini okudu. Resûlullah efendimiz (s.a.v.)
ba’zı tashihler (düzeltmeler)
yaptı ve “Ben, kâriler
(Kur’ân-ı kerîm okuyanlar) ve meleklere seninle iftihar ederim” buyurdu. İmâm-ı
Kisâî’den birçok âlim ders aldı. Ahmed bin Hanbel, Yahyâ bin Muîn, Ebû Ömer el-Dûrî, Ebû Hars el-Leys bin Hâlid,
Yahyâ bin Ziyad el-Fervâ, Ebû Ubeyd-el-Kâsım bin Selâm, Ebû Tevbe, Meymûn bin
Nafs, Ali bin Mübârek el-Ahmâr en-Nahvî gibi âlimler en meşhûr
talebelerindendir. El-Dûrî ve Ebû Hâris kendisinden kırâat nakleden meşhûr
râvileridir. İmâm-ı Kisâî hazretlerinin kurucusu olduğu Kûfe dil mektebinin
kitablarını, talebelerinden Muhammed bin Yezîd el-Müberrid tasnif etmiştir.
İmâm-ı Kisâî, zamanının
meşhûr âlimleriyle çeşitli mevzularda münazaralarda bulunmuş, onlarla
sohbetlerde beraber olmuştur. Basra nahvi mektebinin korucusu sayılan Sîbevevh
ile yaptığı mûnâzara meşhûrdur. İmâm-ı a’zam hazretlerinin talebelerinden
İmâm-ı Muhammed’le de sohbet etmiş, İmâm-ı Yûsuf hazretleriyle yaptığı bir
münazarada, talâkla ilgili bir mes’elenin hallini nahiv ilmi yardımıyla
kolaylaştırdığı için takdir edilmiştir.
İmâm-ı Şâfiî hazretleri,
“Nahivde engin bilgi sahibi olanlar, Kisâî’nin çocukları gibidir” buyurdu.
Basra’da büyük âlimlerin önünde altmış sene namaz kıldırıp, bir defa bile hatâ
yapmamasıyla meşhûr olan Ebû Hatim Sehl bin Muhammed es-Sicistanî anlatır:
“Basra’ya Kûfe’den bir vali
geldi. Âlim ve fâzıl bir zâttı. Ziyâretine gittim. Bana Basra’nın âlimleri
kimlerdir, diye sordu. Kırâatte Zeyyâdî, nahvde Ma’zinî, fıkıhta Hilâl bin
Yahyâ er-Ra’y, hadîsde el-Sazekûnî en iyi âlimlerdir. Benim de. Kur’ân ilminde
vukufum olduğu söylenir
dedim. Vali, hepsinin toplanmasını emretti. Meclisinde herkese ilim sahasının
dışında sorular sordu. Hepsi ilgili âlime sorması gerektiğini, kendilerinin o
hususta malûmatları olmadığını söylediler. Bunun üzerine vali, “Elli sene ilimle
meşgul olup da, sadece bir sahada ilim sahibi olan ve bundan başka bir şey
sorulursa halledemeyen insana yazıklar olsun. Bizim Kûfeli âlimimiz el-Kisâî
bunların hepsine cevap
verirdi” dedi.” Ebû Bekir el-Enbârî “İmâm-ı Kisâî, başkalarında olmayan meziyetlere
sahiptir. Kur’ân-ı kerîm hususunda bir taneydi. Herkes onun kırâatini
öğreniyordu. Halkı etrafına toplayıp Kur’ân-ı kerîmi başından
sonuna kadar okurdu.
Ba’zıları ellerinde mushaflarla gelir onun okuyuşuna göre harekelerdi. Nahiv’de
de en büyük âlim O’ydu.. Lisanın nâdir kelime, tâbir ve kaidelerini bilmekte
üstüne yoktu” diyerek onun ilmî hususiyetlerini ortaya sermektedir.
İshâk bin İbrâhîm Mûsilî,
“San’atanda mâhir dört kişi gördüm. Bunlardan biri Kisâî idi. Nahivde ondan
üstünü yoktu.” Hârûn Reşîd, meclisinde İmâm-ı Kisâî’nin de bulunduğu bir
sırada, “Hayattakilerden ikrâma en lâyık olanın kim olduğunu” sordu. Bulunanlar
çeşitti cevaplar verdiler. Hiçbirini kabul etmedi, “İkrâma en lâyık olan,
oğullarım Emin ve Mu’tasım’ın hocaları olan Kisâî’dir” dedi. İbn-i Arabî,
“Kisâî, zabt (kelimelerin doğru okunmasında) ve diğer Arabî ilimlerde,
kırâatte, insanların en âlimi idi” demiş, Esmaî, İmâm-ı Kisâî’nin talebesi
Ferrâ ve İbni Durusteveyh de, O’nun ilminin üstünlüğünü dile getiren sözler
söylemişlerdir. Üçüncü asırda gelerek Kisâî’yi Kurrâ-i Seb’a’dan yedincisi
olarak kabul eden İbni Mücâhid, “O, asrında kırâat ilminde insanların imâmı
idi” buyurmuştur.
İmâm-ı Kisâî ve İmâm-ı
Muhammed’in aynı günde ve Hârûn Reşîd’in Horasan seferi esnasında vefâtları,
halifeyi çok duygulandırmış, Bağdâd dönüşünde “Fıkhı ve nahvi Renbuye’ye
gömdüm” demiştir. Meşhûr şâir Ebû Muhammed Yahyâ bin Mübârek, iki büyük âlimin
vefâtı üzerine yazdığı mersiyesinde “Artık fıkhî mes’elelerde müşkilimizi kim
çözecek, Kisâî’nin ölümü bana hayata ve lezzetlerini zehir etti. Bunlar gibi
âlim, artık bu âleme gelmez” demiştir. Ebû Zeyd de “Allah rahmet etsin, onunla
ilmi de öldü” diyerek ilimdeki kıymetini dile getirmiştir. Ebû Mishil Abdullah
bin Hurceyş anlatır: Vefâtından sonra Kisâî’yi rü’yâmda gördüm. Yüzü dolunay
gibi parlıyordu. Nasıl olduğunu sordum. Kisâî de, Kur’ân-ı kerîmin
şefâatiyle affedildiğini söyledi.
Hamza bin Habîb ez-Zeyyâd
ve Süfyân-ı Sevrî’yi sordu. “Onlar Illiyyîn’dedir. Biz onları yıldızlar gibi
görürüz” dedi.
Gıybetini yapan bir kimse
vardı. O kimse İmâm-ı Kisâî’yi rü’yâsında gördü. Nasıl olduğunu sordu. O da
“Allah beni Kur’ân-ı kerîmin şefâatiyle affetti. Resûlullahı (s.a.v.) gördüm.
Bana oku dedi. Ben de Sâffât sûresini okudum. Resûlullah beni beğendi ve sırtımı
sıvazladı” dedi. Bu rü’yâ üzerine o şahıs tövbe etti. Bir daha onun gıybetini
yapmadı. Muhammed bin Yahyâ “Diriyken de, öldükten sonra da Kur’ân-ı kerîm
okumayı bırakmadı” buyurdu. Hatîb el-Bağdâdî, târihinde, İmâm-ı Kisâî’nin din
ve fazîlette çok üstün olduğunu söylemektedir. İmâm-ı Kisâî hazretleri,
Allahtan çok korkardı. Sâde giyinir, halifenin yanına giderken güzel giyinmekte
mahzur görmezdi. Câhil halkla onların anlayacağı dille konuşurdu. Hâfızası
kuvvetli, okuması güzeldi. Lisânı fasîhdi. Îrâbı düşünmeden konuşur, konuşması
iraba uyardı. Zengin olduğu kadar mütevâzi ve cömertti. Bütün İslâm âlimleri
gibi ölümü hiç hatırından çıkarmazdı. Ömrünü sadece Kur’ânı kerîmin hizmetine
adamış ve O’nun şefâatini ümid etmiştir.
İmâm-ı Kisâî hazretleri
birçok eser yazmışsa da mevcut olan iki tam, bir de yarıdan çoğu kaybolmuş bir
eseri vardır. Bunlardan halk dilinin hatâlarını mevzu edinen
“Kitâb-u fî lahn
el-amme’si” Mısır’da basılmıştır. Diğer eseri Kitâbü’l-Müştebihât
fi’l-Kur’ân’ın bir nüshası Bayezîd kütübhanesindedir.
Kaynaklar:
----------------------
1) El-A’lâm cild-5, sh-93
2) El-Esnâb vr. 482 ab.
3) Teysîr fi’l-kırâat
es-seb cild-1, sh-7
4) Bugyet-ül-vu’ât sh-336
5) El-Fihrist cild-1, sh-29
6) Gayetü’n-nihâye fî
Tabakât-ül-Kurrâ cild-1, sh-536
7) Ravzat-ül-Cennât sh-451
8) İnbâh-ür-rüvât cild-2,
sh-256
9) Mu’cem-ül-müellifîn
cild-7, sh-84
10) En-Nücûm-üz-Zâhire
cild-2, sh-130
11) Nüzhet-ül-elibbû sh-81
12) Miftâh-üs-se’âde
cild-1, sh-130
13) Târih-i Bağdâd cild-11,
sh-503
14) Vefeyât-ül-a’yân
cild-2, sh-457
15) El-Muhtasar
mine’l-muktebes sh-283