Evzai
Zamanının bir tanesi,
asrının ilimde önderi, Allahü teâlânın rızâsı için her şeyini fedâ eden büyük
fıkıh âlimi. Tebe-i tâbiîndendir. İsmi Abdurrahmân bin Amr bin Muhammed’dir.
Künyesi, Ebû Amr’dır. Ba’lbek’te doğdu. Hayatının sonlarına doğru Beyrut’a gitti.
Burada kendisine kadılık vermek istediler. Fakat O, bunu kabul etmedi. Orada
yerleşti. Ders vermekle meşgul oldu. 157 (m. 774) Beyrut’ta vefât etti. Birisi,
rü’yâdan anlıyan birine gidip, “Dün gece, rü’yâmda, mağrib tarafından çıkıp,
göğe doğru yükselen ve sonunda gökte kaybolan bir demet fesleğen gördüm” dedi.
Rü’yâyı yorumlayan zât,
“Rü’yân doğrudur. Evzâî
(r.a.) vefât etti” dedi. Araştırdıklarında, o gece Evzâî hazretlerinin vefât
ettiğini gördüler. Vefâtı hakkında değişik rivâyetler vardır. Evzâî, Yemen’de
bir yer veya Şam’ın Feradız kapısı dışında bir köydü. Yemen’de bir kabile
olduğu da söylenmiştir. Oraya bir ara gitmişti. Onun için bu ismi aldı.
Edebiyatta, yazı ve güzel konuşmada çok
kabiliyetli olup, herkes
tarafından beğenilir takdir edilirdi. Sâlih bin Yahyâ, “Beyrut Târihi”
kitabında
“Evzâî’nin (r.a.) Şam’da
çok itibarı vardı. Hattâ idarecilerden daha fazla hürmet ve itibar görüyordu.
O’nun fıkıha dâir “Sünen” isimli kitabı ile “Mes’eleler” adında bir eseri
vardır. Kendisine yetmişbin mes’ele sorulup hepsine cevap verdiği söylenir.
Hakem bin Hişâm zamanına kadar, Endülüs’te, fetvalar onun ictihâdı üzerine
verilmiştir.” Velîd bin Müslim, “İbâdet konusunda ondan daha çok ictihâd eden
birini görmedim” demektedir.
Şam ve Mağrib (Fas, Tunus,
Cezayir) halkı, Mâlikî mezhebine mensûb olmadan önce Evzâî hazretlerinin
mezhebine tâbi idiler. Mezhebi, Endülüs’e Emevîler’le girmiştir. Mensupları
kalmadığı için mezhebi daha sonra unutuldu. Mezhebinin kayboluşu hicri üçüncü
asrın ortalarına rastlar. Ata bin Ebî Kesir, Zührî, Muhammed bin İbrâhîm
et-Teymî’den hadîs bildirdi. Şû’be, İbn-i Mübârek, Yahyâ bin Hamza, Yahyâ
el-Kettan, Ebû Âsım ve başkaları da ondan hadîs nakletmişlerdir. Zamanının en
büyük âlimi ve en fazîletlisi idi. Zühd ve takvası pek çok idi. İbâdet etme
konusunda çok gayretli idi. Gecelerini, namaz kılmak, Kur’ân-ı kerîm okumak ve
ağlamakla geçirdiği bildirilir. Ümeyye bin Yezîd bin Ebî Osman;
“Evzâî ibâdeti, verâ’ı
(haramlardan sakınmayı) ve hakkı (doğruyu) söyleme özelliklerini kendisinde toplamıştı”
der. İbn-i Sa’d da onun için,
“İlmi geniş, fıkıh bilgisi
pek çok, fazla hadîs bilen, seçkin ve fazîletli, hadîs ilminde, sika.
(güvenilir, sağlam) sadûk ve güvenilir bir âlimdir” der. Ebû İshâk Fezârî der
ki, “Eğer bana seçme izni verselerdi, bu ümmet için Evzâî’nin mezhebini
seçerdim. Çünkü, o her yönüyle yetişmiş derîn bir âlimdir. O zamanki insanlar
bir güçlükle karşılaştıkları zaman, hemen ona koşarlardı.” Muhammed bin Âclan
da, “İnsanlara ondan daha çok nasîhat eden bilmiyorum.”
Halife Mansûr, Evzâî
hazretlerine çok hürmet eder, onun nasîhatlerine kulak verirdi. Beşîr bin
Velîd der ki: “Evzâî’yi
(r.a.) gördüm, huşû’dan dolayı gözleri görmiyen bir kimse gibi idi.”
Velîd bin Mezîd, “Annesinin
himayesinde fakîr bir yetim olarak büyüdü, terbiye gördü. O kadar
edebliydi ki, sultanlar
bile onda bulunan terbiye ile çocuklarını terbiye etmekten âcizdiler. Ondan boş
bir söz işitmedim. O konuştuğunda, mutlaka dinleyenin ihtiyâcı ve ona gerekli
olan şeyleri söylerdi. Kahkaha ile güdüğünü asla görmedim. O, âhıreti anlatmaya
başlayınca ondan başka orada ağlamayan kalmazdı” demiştir.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîflerden bazıları şunlardır:
“Bir kimse sadaka verir,
sonra vazgeçerse, bir şeyi yiyip sonra kusan, sonra dönüp kustuğunu
yiyen köpek gibidir.”
“Kul öldüğü zaman, namazı
başının yanında, verdiği sadakası, sağında, tuttuğu orucu göğsünün yanında
olur.”
“İmân, yetmiş küsur
hasletdir. En büyüğü: Lâ ilâhe illallah’ı dili ile söyleyip, ma’nâsına kalbiyle
inanmak. En küçüğü ise, yoldan, eziyet veren bir şeyi gidermek.”
Evzâî (r.a.), Resûlullahın
akrabasından birinin günâh işlediğini gördüğü zaman, “Sakın
Resûlullaha (s.a.v.) olan
yakınlığınız, sizi aldatmış olmasın. Çünkü o, kızı Fâtıma’ya (r.anhâ)
“Kızım, kendini Cehennem
ateşinden kurtarmaya bak. Çünkü ben senin nâmına Allahü teâlâdan bir şey te’mîn
edemem” buyurmuştur. İmâm-ı Evzâî, Halife Ca’fer’e nasîhatte bulunurken;
Cebrâil (a.s.) bir gün Peygamber efendimize (s.a.v.) gelmişti. Resûlullah
(s.a.v.), Cebrâil’e (a.s.) “Yâ Cebrâil! Bana Cehennemi anlat” diye buyurdu.
Cebrâil (a.s.) da “Allahü teâlâ Cehenneme emretti. Bin sene iyice
kırmızılaşıncaya kadar yandı. Bundan sonra bin sene daha yandı. Sapsarı oldu.
Bin sene daha yanıp, simsiyah oldu. Onun için Cehennem
koyu ve siyahtır. Alevleri
ve parçaları parlamaz; seni Peygamber olarak gönderen Allahü teâlâya yemin
ederim ki, Cehennem elbiselerinden birisi, dünyâdakilere gösterilmiş olsaydı,
hepsi ölürler idi. Eğer, Cehennemin içecek kovalarından bir tanesi, dünyâ
suyuna dökülmüş olsaydı, ondan tadan herkes ölürdü. Eğer, Allahü teâlânın
bildirdiği zincirden bir arşın, dünyâdaki dağlar üzerine konulsaydı, bütün
dağlar erirdi. Bir kimse Cehenneme girip, çıksaydı, yeryüzündekiler onun
kokusundan ölürlerdi.” Bunun üzerine Peygamber efendimiz ağladılar. Resûlullah
(s.a.v.) ağlayınca, Cebrâil (a.s.) da ağladı ve “Yâ Muhammed (s.a.v.) sen de mi
ağlıyorsun, halbuki Allahü teâlâ senin gelmiş ve gelecek bütün günâhlarını
bağışladı”
deyince Resûlullah
(s.a.v.), “Allahü teâlâya şükredici bir kul olmıyayım mı?” buyurdu.
Resûlullah (s.a.v.) ile
Cebrâil (a.s.) ağlarlar iken, gökten bir ses, “Yâ Muhammed (s.a.v.) ve yâ
Cebrâil (a.s.) şüphesiz Allahü teâlâ sizi, günâh işlemiyecek şekilde yarattı.
Onun için, yâ Muhammed, Allahü teâlâ seni bütün Peygamberlerden üstün kıldı. Yâ
Cebrâil! Seni bütün gök meleklerinden üstün kıldı.” dedi.
”Ey mü’minlerin emîri! En
üstün şey takvadır. Çünkü, kim, Allahü teâlâya itâat için şeref isterse, Allahü
teâlâ onu yükseltir. Kim de şerefi günâh işlemek için, isterse, Allahü teâlâ
onu alçaltır.” Halifenin yanından ayrılırken, Halife ona çok miktarda hediyeler
vermek istedi. Fakat kabul etmedi. Şöyle buyurdu:
“Benim ona ihtiyâcım yok.
Ben nasîhati, dünyâlık karşılığında satmadım.”
Evzâî hazretleri buyurdular
ki; “Allahü teâlâ bir kavim için kötülük dilerse, onlara mücâdele kapısını
açar, onları iş yapmaktan alıkoyar.” Çoğu kendi kendine “Seni yaratan ne kadar
yüce. Yağa benzer bir şey vermiş onunla görürsün. Kemikle işitirsin. Bir et
parçası ile konuşursun.”
“Kul, dünyâdaki her ânından
kıyâmette hesaba (sorguya) çekilecek. Hem de gün gün, saat saat. Bu durumda,
Allahü teâlâyı anmadığı bir an karşısına çıkınca, pişman olur ve kendini
parçalamak ister.”
“Bizim, hayatlarına
yetiştiğimiz insanlar şöyleydi; Gece uykusundan en erken uyanırlar, sabah
namazını vaktinde kılarlar, sonra bir müddet âhıret işlerini, âkıbetlerinin
(sonlarının) ne olacağını düşünürlerdi. Bundan sonra kendilerini fıkıh (dînî
bilgileri) öğrenmeye ve Kur’ân-ı kerîm okumaya verirlerdi.”
“Bir din kardeşiyle
karşılaşmak, naldan ve çoluk çocuktan daha hayırlıdır (iyidir).”
“Halkın bize verdiği her
şeyi kabul etseydik kıymetimiz kalmazdı.”
“Resûlullahtan sana bir
hadîs-i şerîf ulaştığı zaman, ondan başkasını söyleme, onu değiştirme, çünkü,
Resûlullah (s.a.v.) Allahü teâlâdan aldığını bildirmektedir.”
“Eshâb-ı kirâmda şu beş
haslet (özellik) vardı: Cemâate devam, Resûlullahın sünnetine uymak. Câmi
yapmak, Kur’ân-ı kerîm okumak ve cihâd (İslâmiyeti yaymak) etmek.”
“Bir bid’at ortaya çıkaran
kimsenin verâ’ı (şüphelilerden sakınma) kalmaz.”
“İbâdet maksadı dışında
fıkıh öğrenenlere, şüphelilerle, harâmları helâl göstermeye uğraşanlara
yazıklar olsun.” Namazda huşû’nun nasıl olacağını sordukları zaman Evzâî
hazretleri şöyle cevap verdi:
“Gözleri aşağı düşürüp,
önüne bakmak, yanlarını kabartıp, şişirmeyip, alçaltmak ve bir de kalb
yumuşaklığı, ya’nî üzüntülü bir vaziyette durmak. Gösteriş olunca huşu’ gider.”
Misafire ikrâmın ne olduğunu soranlara Evzâî (r.a.) “Güler yüz ve tatlı dildir”
diye cevap verdi.
Evzâî hazretleri, Ömer bin
Abdülazîz’in (r.a.), kendisine yazdığı bir mektûbtan şöyle bildirir:
“Ölümü çok hatırlıyan kimse
dünyâya rağbet etmez. Ağzından çıkan her sözün hesaba çekileceğini bilen az
konuşur ve ancak lüzumlu sözleri söyler.”
Yine buyurdu ki: “Süleymân
(a.s.) oğluna “Ey oğlum! Allahü teâlâdan kork. Çünkü Allahü teâlâdan korkmak
her şeyi yener.” “Mü’min az konuşur, çok iş yapar. Münafık, çok konuşur, az iş
yapar.”
“Sünnete uymakta sabırlı
ol. Daha önce yaşamış olan büyüklerin durduğu yerde dur. Söylediklerini söyle,
sakındıklarından sen de sakın. Onların yoluna gir. İmân sözle, söz amelle,
bunların üçü (Îmânsöz- amel) ise ancak Peygamberimizin (s.a.v.) bildirdiklerine
uygun ise doğrudur. Büyüklerimiz, îmânı amelden, ameli de îmândan ayırmazlardı.
İmân bunların hepsini içine alan bir isimdir. Amel de îmânı doğrular. Kim
diliyle inandığını söyler, fakat, kalbiyle inanmaz, ameliyle de inancını ve
sözünü doğrulamazsa, onun îmânı kabul edilmez. Âhırette zarara uğrıyanlardan
olur.”
Kaynaklar:
----------------
1) Miftah-üs-se’âde cild-1,
sh-340, cild-2, sh-17, 77, 165, 218, 242
2) Meşâhir-i Eshâb-ı güzîn,
sh-177
3) El-A’lâm cild-3, sh-320
4) Fihrist 227
5) Vefeyât-ül-a’yân cild-3,
sh-127
6) Hilyet-ül-evliyâ cild-6,
sh-135
7) Tehzîb-ül-esmâ ve’l-luga
cild-1, sh-298
8) Şezerât-üz-zeheb cild-2,
sh-241
9) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-178
10) Tehzîb-üt-tehzîb
cild-6, sh-238
11) Tam İlmihâl Se’âdet-i
Ebediyye sh-1004