Ebu Reca el-Utarid :
Uzun ömür sahibi, ilimde
deryalaşmış, Allahü teâlânın emirlerine itâat eden Tâbiînin büyüklerinden.
İsmi, Ebû Recâ’ el-Utâridî İmrân bin Milhân el-Basrî’dir. Mekke’nin fethinde
îmân etti. Fakat Peygamber efendimizi (s.a.v.) göremedi. Sonra Basra’ya gitti.
Hz. Ömer, Hz. Ali, İmrân bin Husayn Ebî Mûsâ,
İbn-i Abbâs ve
Ümm-ül-Mü’minin Hz. Aişe’den hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Eyyûb-i Sahtiyanî,
İbn-i Avn, Cerîr bin Hâzim, Avf-ül-A’râbî, İmrân-ül-Kasir, Mehdî bin Meymûn,
Ebû'l-Eşheb, Hammâd bin Necîh, Selîm bin Zerîr, Saîd bin Ebî Rebîa, Hasan bin
Zekvân, Ebü’l Hâris el-Kirmânî ve bir çok hadîs âlimi de Ebû Recâ’
hazretlerinden hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir. Eshâb-ı kirâmdan Ebû Musa’dan
(r.a.) Kur’ân-ı kerîm öğrendi ve bunu İbn-i Abbâs’a (r.a.) okuyup, onun da
tasvibini aldı. Ebü’l-Eşheb el-Utâridî ve başkalarına öğretti. Ebû Zür’a ve
İbn-i Muin onun sika (güvenilir, sağlam) olduğunu söylemişlerdir, İbn-i Sa’d da
onun sika olduğunu söylemiş ve Kur’ân-ı kerîmi rivâyet hususunda ilim sahibi
olduğunu beyan etmiştir. Kırk yıl müslümanlara imamlık yaptı. Yüzotuzbeş yıldan
fazla yaşamış olup, sonra Ömer bin Abdülazîz (r.a.) zamanında, 117 (m. 735)’de
vefât etti. Ba’zı rivâyetlerde 110 veya 109’da vefât ettiği de bildirilmiştir.
İbn-i Sîrin’in yanına gelen
biri “Size birşey sormaya geldim” dedi. İbn-i Sîrîn, “Buyur sor” dedi. O zât
“Peygamber efendimize (s.a.v.) bîat eden cinnîlerden acaba bugün sağ kalan var
mıdır?” dedi. İbn-i Sîrîn, “Doğrusu bana böyle birşeyden suâl edileceğini
zannetmiyordum. Bu hususda Ebû Recâ’ el- Utâridî’nin ma’lûmâtı vardır” dedi.
Kesir bin Abdurrahmân anlatır: Biz Ebû Recâ’ el-Utâridî’ye geldik ve
Peygamberimize (s.a.v.) bîat eden cinlerden hiç kalan var mı? biliyor musun”
diye sorduk. Buyurdu ki:
“Bundan size haber vereyim.
Bir köşke gittik ve kapısını hafifçe çaldım. Kapı açıldığı zaman birden ne
görelim; bir yılan debelendi, kıvrıldı ve öldü, ben de onu defn ettim, bir yere
gömdüm. O zaman,
“Esselâmü aleyküm” diye pek
çok kişinin oraya gelip selâm verdiğini işittim. Fakat kimseyi
görmüyordum, kimsiniz? diye
sordum. “Bizler cinleriz. Allah sana iyilikler versin. Senin bizim yanımızda
büyük yerin, mevkiin var.” diye cevap verdiler. “O neden oldu?” diye sordum.
“Senin defn ettiğin yılan
Peygamberimize (s.a.v.) bîat eden cinlerin sonuncusu idi.” dediler. Ben o zaman
yüzotuzbeş yaşındaydım.” Buyurdular ki: “Resûlullaha (s.a.v.), Peygamber olduğu
bildirildiği zaman bizim yuvarlak taştan bir putumuz vardı. Biz onu yanımızda
taşırdık. Devenin sırtına yükler, gittiğimiz yere götürürdük. Bir yerde durduk
ve onu kumdan bir tepe yapıp üstüne koyduk. Su almak için bir pınara gittiğimiz
zaman putun düşüp kumların içine gömüldüğünü gördüm. Onu kaldırdım ve “Bir ilâh
ki kendini; düşüp kumlara gömülmekten
men edemezse o ilâh olamaz,
rab olamaz, bir keçi bile kuyruğu ile vurup onun hayatına son
vermeğe kâfidir” dedim. Bu
hâdise benim ilk müslüman olacağım zaman oldu. Müslüman oldum. Daha sonra
Medîne-i münevvereye gittim. Fakat Peygamberimiz (s.a.v.) vefât etmişti.
Câhiliyye devrindeki insanların hâllerini şöyle haber vermiştir: “Biz câhiliyye
zamanında kumdan bir tepe yapar, üzerine bir çukur açar, içerisine süt döker ve
ona tapardık. Daha sonra da o tepenin etrafını tavaf eder dönerdik. Bizler o
zaman Allahü teâlânın harâm kıldığı şeylere ta’zîm eder, hürmet ederdik. Hattâ
o zaman o kum yığınına; buyur, emret, ey kendinden başka rab olmayan mülkün
sahibi, rabbimiz derdik.”
“Ben Peygamberimiz (s.a.v.)
zamanına yetiştim. (Fakat onu göremedim.) O zaman küçük idim.
Arab kavminden daha sapık
bir kavim de görmedim. Beyaz koyunları getirir sonra da onlara taparlardı.”
“Öldükten sonra
güvenebileceğim, benim arkamdan gelecek, yüzümü topraklara sürerek Rabbim için
kıldığım beş vakit namazdan başka, beni kurtaracak hiç bir şeyim yoktur.” Ebû
Recâ’ çok ibâdet eden bir zâttı. Ebü’l-Eşheb demiştir ki, “Ebû Recâ’, Ramazan
ayının her on gününde namaz kıldırarak, Kur’ân-ı kerîmi hatim ederdi.” Ebû
Recâ’ hazretlerine
“Peygamberin (s.a.v.)
Eshâbından görüştüklerinin içinde, münafık olmaktan korkan bir kimse gördün
mü?” diye soruldu. Cevâbında “Ben onlardan görüştüklerimin hepsinin Allahü
teâlânın aşkıyla yanan ve tamamen O’na tutulmuş bir kalb sahibi olduklarını
gördüm” buyurdu.
“İnsanlara Allahü teâlânın
emirlerini bildiren ve yapacakları işleri anlatan kimselerle karşılaştım.
Bunlar, Allahü teâlânın emirlerini insanlara sevdirmiyor, nefret ettiriyor;
müjdelemiyor korkutuyorlar. Böyle yapmayınız! Gücünüzün yettiği kadar
ibâdetlere sarılınız. Kalanını bırakınız. Çünkü insanların kendileri ve
aileleri üzerinde hakları vardır (o işleri yapmalıdırlar).” Hırsızlık yapan bir
kimsenin müslümanlığından sordular, cevâbında:
“İslâmiyet nerede. İslâm,
duvar arkasında terk edilmiş” buyurdu. Ebû Recâ’ İbn-i Abbâs’dan nakille
bildirdiği hadîs-i kudsîde Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Muhakkak ki sizin rabbiniz
rahîmdir. Kim bir iyilik yapmaya niyet eder de onu yapmazsa, ona bir hasene,
iyilik yapmış sevabı yazar. Eğer onu yaparsa; onun gibi ondan yediyüze kadar
veya çok daha fazla hasene, iyilik yapmış sevabı yazar. Eğer bir kimse de bir
kötülük yapmaya niyet eder ve onu yapmazsa; ona da Allahü teâlâ bir iyilik
yapmış sevabı verir. Eğer onu işlerse, ona bir kötülük (günâh) yazar veya
iyiliklerinden birini siler.”
İmrân bin Husayn’dan
rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdu:
“Cennet ehlini gördüm,
ekserisi fakîrlerdi.” Yine İmrân bin Husayn ve İbn-i Abbâs (r.anhüma)’dan
rivâyetle Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular “Cenneti gördüm ki, Cennet
ehlinin ekserisi fakîrlerdi. Cehennem ehlinin ekserisi ise kadınlardı.”
KAYNAKLAR:
--------------------------
1) Hilyet-ül-evliyâ cild-2,
sh-304
2) Tehzîb-üt-tehzîb cild-8,
sh-140
3) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-66
4) Miftâh-üş-se’âde cild-2,
sh-13, 44, cild-3, sh-139