Asım b. Behdele
- İmam Asım :
Tâbiîn devrinde yetişen
kırâat âlimlerinden. Meşhûr “Kırâat-ı Seb’a” adı verilen yedi büyük kırâat
âliminin beşincisi. Allahü teâlânın kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmin kırâatini,
okunuşunu bildiren âlimlerden. Asıl adı, Ebû Bekir Âsım bin Behdele Ebû Necûd el-Esedî
el-Kûfî’dir. Meşhûr adı “Âsım”dır. Künyesi Ebû Bekir’dir. Babasının künyesi,
Ebû Necûd olup, asıl adı da Abdullah’dır. Annesinin adı, Behdele’dir.
Kûfe şehrinde doğan İmâm-ı
Âsım’ın, doğum târihi kesin olarak bilinemiyor. Bütün hayatı Kûfe’de geçmiş olup,
bir ara Şam’a gittiği de rivâyet edilmektedir. Vefât târihi hakkında muhtelif
rivâyetler vardır. İbni Cezerî’nin Gâyet-ün-Nihâye adındaki eserinde 127 (m.
745) târihinde vefât ettiği bildirilmektedir. O’nun 80 yaşına kadar yaşadığı ve
son Emevî halifesi Mervân bin Muhammed’in hilâfetine kadar Kûfe’de kaldığı
kaynaklarda zikredilmektedir. Kabri Semâve’dedir.
İmâm-ı Âsım’ın yetiştiği
Kûfe şehri, İslâmî ilimlerin tedris edildiği (okutulduğu) ilim merkezlerinden
biriydi. Burada, son sahabî Hz. Abdullah bin Ebî Evfâ’nın 86 (m. 705) yılında
vefâtına kadar yüzlerce Eshâb-ı kirâm yaşadı. Hz. Ali bin Ebî Tâlib, halifeliği
zamanında burayı İslâm devletinin başşehri yapmıştı. Diğer sâhâbîlerden
Abdullah İbn-i Mes’ûd, Ammâr bin Yâsir, Huzeyfet-ül-yemânî, Ebû Mûsâ el-Eş’arî,
Selmân-ı Fârisî, Zeyd bin Erkâm (r.anhüm) ve daha niceleri, bu şehirde
Peygamberimizin mübârek
ağızlarından işitip
öğrendikleri bütün ilimleri taliplerine arz etmişler ve sohbetlerinde bulunan
binlerce insanı yetiştirmişlerdir. O yüksek ilim ve marifet sahibi insanların
sohbetine kavuşup yetişen Tâbiînin büyük âlimlerinden biri de, Âsım bin Behdele
hazretleriydi. Bu altın halkının Kûfe’de yetiştirdiği büyük âlimlerin
meşhûrlarından bazıları; Alkame bin Kays, Şüreyh bin el-Hâris, İbrâhîm en-Nehaî
ve meşhûr
mezheb imamımız İmâm-ı
A’zam Ebû Hanîfe’dir.
İmâm-ı Âsım, Kûfe’de
“Reis-ül-kurrâ” idi. Kur’ân-ı kerîmi, Peygamberimizden öğrenildiği şekilde en
güzel okuyan âlimlerin başıydı. O, bu kırâat ilmini Ebû Abdurrahman
es-Sülemî’den öğrendi. O’ndan Kur’ân-ı kerîm dersleri almaya başladığı zaman,
henüz çocukluk çağını yaşıyordu. Uzun bir müddet, derslerine devam ederek O’nun
kırâat usûlünü öğrendi. Ebû Abdurrahman es-Sülemî ise, Resûlullah efendimizin
sağlığında dünyâya gelmiştir. Babam, Resûlullah (s.a.v.) ile sohbet etmiştir.
Kur’ân-ı kerîm
okumak, tecvîd ve zabtı
yönünden O’na dayanmaktadır. Ayrıca Hz. Osman bin Affân’dan, Ali bin Ebî
Tâlib’den Abdullah İbni Mes’ûd’dan, Zeyd bin Sâbit’ten ve Ubey bin Ka’b’den arz
yolu ile yani baştan sona kadar hatim ederek okumuştur. Eshâb-ı kirâmın kırâat
ilminde önde gelenlerinden olan bu zâtlar da, bizzat Peygamberimizden arz yolu
ile okuyup öğrenmişlerdir.
Hz. Osman’ın halifeliği
zamanında çoğalttığı Kur’ân-ı kerîm mushaflarından birini de Kûfe’ye
göndermiştir. İmâm-ı Âsım otuzüçbin Sahabînin doğruluğunda icmâ ettiği
(birleştiği) bu mushaflara uygun olarak Kûfe’de Kur’ân-ı kerîmi ilk okuyan
kırâat âlimlerindendir. Ölünceye kadar kırk yıl Kûfe şehrinde Kur’ân-ı kerîm
okutan Ebû Abdurrahman es-Sülemî’nin yerine, İmâm-ı Âsım geçmiştir. İmâm-ı
Âsım’ın kırâattaki ikinci hocası Zîr bin Hubeyş el-Esedî’dir. Bu hususu kendisi
şöyle bildiriyor:
“Ebû Abdurrahman’ın
yanından kalkıp Zîr’e gider, okuduklarımı O’na da arz ederdim.” Zîr bin Hubeyş
de, Abdullah İbni Mes’ûd’dan okumuştur.
İmâm-ı Âsım, çok güzel
Kur’ân-ı kerîm okurdu. Sesi de çok güzeldi. Her kelimenin, her harfin hakkını
verirdi. Kur’ân-ı kerîmin belâgat ve fesahatini, yüce mânâsını canlandırmak
hususunda öyle güzel bir edası, öyle bir okuyuş tarzı vardı ki, eşine çok az
rastlanırdı. Çok fasîh konuşurdu. Konuştuğu zaman, kalbe büyüklüğü girerdi.
Gerek İmâm-ı Âsım ve gerekse diğer kırâat imamları, Kur’ân-ı kerîmin okuyuşunu
zabt hususunda çok büyük itina ve ihtimam göstermişler, Peygamberimizin okuduğu
şekilde müslümanlara ta’lîm etmişler, öğretmişlerdir. Eshâb-ı kirâmın ve
asrının en büyük âlimlerinden olan bu
mübârek zâtların, akıllara
şaşkınlık verecek derecedeki yüksek himmetleri, gayretleri sayesinde Kur’ân-ı
kerîmin Peygamberimizin kırâat ettiği şekil üzere okunması hususu, gayet sağlam
ve esaslı bir surette zabt olunarak emniyet altına alınmış ve nesilden nesile
intikal ederek, zamanımıza kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiştir. Bu
kırâat şekli, inşaallah kıyâmete kadar da böylece devam, edecektir. İmâm-ı Âsım’ın
kırâat silsilesi, iki yol ile ve her birinde ikişer vasıta ile Peygamber
efendimize (s.a.v.) ulaşmaktadır. Birinci yol ile İmâm-ı Âsım, Ebû Abdurrahman
es-Sülemî’den O da Hz. Osman’dan,
Hz. Ali’den, Zeyd’den ve
Ubey’den, onlar da Resûlullah (s.a.v.) efendimizden okumuşlardır.
İkinci yol ile, İmâm-ı
Âsım, Zîr bin Hubeyş’ten, o da Abdullah İbn-i Mes’ûd’dan ve o da Resûlullah
(s.a.v.) efendimizden okumuştur. İmâm-ı Âsım’ın kırâat rivâyeti zamanımıza
kadar ulaşmış olup, İslâm memleketlerinin çoğunda bunun kırâati üzere Kur’ân-ı
kerîm tilâvet olunmaktadır (okunmaktadır). İmâm-ı Âsım’ın kırâat usûlü,
talebelerinden iki râvîsi vasıtasıyla yayılmıştır. Bunlardan Hafs bin
Süleymân’ın rivâyeti ile gelen kırâat usûlü, bilhassa memleketimizde ve birçok
İslâm memleketinde yaygındır.
Memleketimizde yetişen
tecvîd âlimlerinden Molla Abdurrahman Kurrâ başı (veya Karabâşî), “Karabaş
Tecvidi” adı ile bilinen Türkçe eserinde “... Kırâat-ı Âsım ve rivâyet-i Hafs”
ifadeleri ile Onun ismini yâd etmektedir. Hafs bin Süleymân, İmâm-ı Âsım’ın Ebû
Abdurrahman es-Sülemî’den aldığı kırâat usûlünü rivâyet etmektedir. Bu konuda,
birinci râvîsi Hafs diyor ki: “Hocam Âsım, bana şöyle dedi:
Sana kırâat ettiğimi, Ebû
Abdurrahman es-Sülemî’den okudum. O da Hz. Ali’den kırâat etmiştir. Fakat Ebû
Bekir Şu’be bin Ayaş’a öğrettiğim kırâati, Zîr bin Hubeyş üzerine arz ettim. O
da Abdullah İbni Mes’ûd’dan arz yolu ile almış ve rivâyet etmiştir.” Diğer
râvîsi de, Ebû Bekir Şu’be bin Ayaş’tır. İkinci râvîsi Ebû Bekir de diyor ki:
“Ebû İshâk es-Sübey’den çok kerre işittim. Dedi ki: “Âsım’dan daha fasîh
konuşan ve Kur’ân-ı kerîmi ondan daha iyi okuyan bir kimseyi görmedim.”
İmâm-ı Âsım’dan kırâat
ilmini öğrenen âlimler, sadece Hafs ve Ebû Bekir Şu’be değildir. Ondan feyiz
alan, O’nun tedris halkasında yetişip, başkalarına ilim öğretenler
sayılamıyacak kadar çoktur. İmâm-ı Âsım’dan kırâat ilmini öğrenip hadîs-i şerîf
rivâyet edenlerden bazıları şunlardır: Hafs bin Süleymân, Şu’be bin Ayaş, Ebân
bin Tâlib, Ebân bin Yezîd el-Attâr, İsmâil bin Mücâhid, Hasan bin Sâlih, Hammâd
bin Seleme, Hammâd bin Zeyd, Hammâd bin Ebî Ziyâd, Hammâd bin Amr, Süleymân bin
Mihran el-A’meş, İmâm-ı Halil bin Ahmed, Hârûn bin Mûsâ, kırâattaki on imamdan
Ebû Amr bin el-A’lâ ..v.d.
Kırâat imamlarının üçüncü
tabakasında yer alan Âsım bin Behdele, kırâat ilminde her bakımdan hüccettir,
senettir. Bunda bütün âlimler ittifak etmişlerdir. O, Kur’ân-ı kerîmin
okunuşunda yüksek ve hüccet olan bir âlim olduğu gibi hadîs ilminde de sika
(sağlam, güvenilir) ve sadûk (rivâyet ettiği hadîslerle son derece sâdık) bir
râvîdir. Tâbiîn devrinin en mühim özelliklerinden olan hadîs ilmi ile de meşgul
olmuştur. O, Eshâb-ı kirâmdan Ebû Remse Rifâa bin Yesribî et-Teymî ile Hâris
bin Hassan el-Bekrî’yi görmüş, onların sohbetinde bulunarak yetişmiş ve
onlardan hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir. Ayrıca O, yukarıda adı geçen iki
hocası ile, Ebû Vâil Şakîk bin Seleme, Ebû Sâlih es-Semmân ve Mus’ab bin Sa’d
bin Ebî Vakkas’dan da rivâyette bulunmuştur. Kendisinden de Ata bin Ebî Rebâh,
Süfyân-ı Sevrî, Süleymân bin Mihran el-A’meş, Süfyân bin Uyeyne, Hammâd bin
Seleme gibi râvîler hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.
Hadîs âlimlerinin
büyüklerinden Ahmed bin Hanbel, Ebû Zir’a, Ebû Hatîm ve diğerleri,
İmâm-ı Âsım’ın Kur’ân-ı
kerîm kırâati ve hadîs ilmindeki yüksek derecesini tasdîk ve rivâyetlerini
senet kabul etmişlerdir.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîfler, Kütüb-i Sitte adı verilen meşhûr altı hadîs kitabında ve diğer hadîs
kitaplarında yazılıdır.
Dört mezheb imamından Ahmed
bin Hanbel’in oğlu Abdullah şöyle bildiriyor: “Babamdan,
İmâm-ı Âsım hakkında sual
ettim. O da, dedi ki: O, dinine son derece bağlı, hayırlı, kırâat ve hadîs
ilmindeki rivâyeti sağlam ve güvenilir bir insandır” Ve tekrar “Siz,
kırâatlardan hangisini daha çok sever ve onu ihtiyar edersiniz?” diye
sorduğumda, “Medine âlimlerinin kırâatini seviyorum. Bu olmasa, Âsım’ın
kırâatini tercih ederdim” diye cevap verdi.
İmâm-ı Âsım, kelâm ve fıkıh
ilminde de, devrinin âlimleri arasında yer almaktadır. Onun lügat ilminde ve
Arapçanın gramer bilgisi olan Nahv’de de yüksek bir yeri vardır. Bunun için
kendisi meşhûr Nahivciler’den sayılmaktadır.
İmâm-ı Âsım; Peygamber
efendimizin (s.a.v.): “Ümmetimin en hayırlısı, benim asrımda yaşayan
Eshâbımdır. Sonra onlara yakın olan Tâbiîndir...” diye methettiği, övdüğü bir
asırda yaşamış yüksek ve büyük bir velîdir. O ibadetlerine düşkün, gayet alçak
gönüllü ve tertemiz bir ahlâka sahipti. İlim öğrenmeye ve öğretmeye âşıktı. Bu
hususta talebesinin ayağına bile giderdi. Nitekim talebesi olan Süfyân-ı
Sevrî’ye gider, bazı hususlarda O’nun fetvasına başvururdu. Ve O’na: “Sen bize
küçük iken geldin, biz ise sana büyük olarak geliyoruz” derdi. Tevazu hakkında
şöyle buyururdu: Tevazu, evinden çıktığında karşılaştığın herkesi, kendinden
daha hayırlı görmendir.”
İmam-ı Âsım, gözlerini
kaybetmiş, a’mâ olmuştu. Talebesi Şu’be diyor ki: “A’meş ve Ebû Husayn gibi
hocam Âsım da, gözlerinden mahrumdu. Bir gün, birisi elinden tutup götürürken
çok tehlikeli bir vaziyette düştü. Hocam, kendisini düşüren kimseyi üzecek bir
tek söz söylemediği gibi, o kimseyi üzmemek için duyduğu acıyı, ızdırabı bile
hissettirmedi.” Yine talebesi Ebû Bekir Şu’be diyor ki: “Hocam Âsım,
vefât ederken yanında
bulundum. Kur’ân-ı kerîm tilâvetiyle meşguldü. Kulak verip dinledim. Namazdaki
gibi tam olan kırâat ile bir âyet-i kerîmeyi tekrar ediyordu. Onun bu halinden,
Kur’ân-ı kerîm okumada tam ve mükemmel olarak, en güzel bir şekli, kendisi için
bir seciyye, ona mahsus bir özellik olduğunu anladım.” Yahyâ bin Âdem de,
hocası Ebû Bekir Şu’be’den rivâyet ederek diyor ki: “İmâm-ı Âsım, Kur’ân-ı
kerîm sûrelerinden bazılarının başlarında bulunan hurûf-ı hecâ veya
mukatta’a’yı, müstakil âyet
saymazdı.” İbnü’l-Cezerî,
diğer kırâat âlimleri ile Kûfeliler arasında, bazı sûrelerin ihtiva ettiği bazı
âyetlerin sayısında ihtilafın bundan ileri geldiğini söylemektedir.
İmâm-ı Âsım talebelerine
Kur’ân-ı kerîm okuturken, en önce dışarıda işi olanları okutur, işlerinden
kalmamalarını isterdi.
Rivâyet ettiği hadîs-i
şerîfte buyuruldu ki:
“Kim Allah’a şirk, ortak
koşarsa Allahü teâlâ onu Cehenneme atar. Her kim Allah’a şirk
koşmadığı halde vefât
ederse Allahü teâlâ O’nu, Cennetine sokar.”
Kaynaklar:
------------------
1) Vefeyât-ül-a’yân,
cild-3, sh-9
2) Mîzân-ül-i’tidâl,
cild-2, sh-357
3) Tekzîb-üt-tehzîb,
cild-5, sh-38
4) El-A’lâm, cild-3, sh-248
5) Kâmûs-ül-a’lâm, cild-4,
sh-3046
6) Gâyet-ün-nihâye cild-1,
sh-346
7) Miftâh-üs-se’âde,
cild-2, sh-37