A’MEŞ
- SÜLEYMAN BİN MİHRAN
Tâbiîn devrinin büyük
hadîs, kırâat, fıkıh imamlarından. Kûfe’nin büyük âlimlerinden olup, zamanının
imâmı idi. İsmi, Süleymân bin Mikrân el-Kâhili el-Esedî el-Kûfî’dir. Künyesi
Ebû Muhammed’dir. Babası, Demâvend’li iken, Kûfe’ye hicret edip, orada
yerleşti. A’meş (r.a.) 61 (m. 680) de, başka bir rivâyette, Hz. Hüseyin’in
şehîd olduğu gün Kûfe’de doğdu. 148 (m. 765)’de vefât etti. 147 veya 149’da
vefât ettiği de rivâyet edilmiştir. Gözlerinden çok yaş aktığı ve görme
hassasının çok zaif olmasından dolayı A’meş lâkabı ile meşhûr olmuştur. Benî
Esed’den Kâhıloğullarının âzâdlı kölesi idi.
Hz. A’meş, hadîs ilminde
hâfız (yüzbin hadîs-i şerîfi râvileri ile birlikte ezberlemişti), sika
(güvenilir, sağlam) bir zât olup ilmi ve fazîleti çok yüksektir, ilminin
çokluğu sebebiyle kendisine Allâmet-ül-İslâm; Sıdkının, doğruluğunun çokluğu
sebebiyle de “Mushaf denilmiştir. Hüşeym, A’meş (r.a.) hakkında diyor ki:
“Kûfe’nin her tarafında, Allahü teâlânın kitabını onun kadar iyi okuyan, onun
kadar güzel söz söyleyen, onun kadar anlayışlı, sorulan her suâle onun kadar
süratle cevap veren birini görmedim.”
Onun nazarında herkes
müsavi idi. Sohbetlerinde zenginler, fakîrler, hatta sultanlar bile aynı safta
bulunurlardı. Zengin, fakîr herkes, huzurunda emirlerini bekleyip arzularını
yerine getirmek için can atarlardı. Bununla beraber, çoğu zaman bir dilim
ekmeği dahi bulunmazdı. Yediği lokmanın helâldan olmasına çok dikkat eder,
şüpheli şeylerden kaçınan (zahid) bir zait idi. Hep ölümü düşünür, ona
hazırlıklı olmak için çalışırdı. Uykudan uyandığı zaman, su bulup abdest alması
gecikecek ise derhal teyemmüm ederdi. Su ile abdest alıncaya kadar geçecek olan
az bir zamanı böylece abdestli olarak geçirirdi. Bu halini görenlere “ben
abdestsiz olarak ölmekden korkuyorum. Çünkü ölümün ne zaman geleceği belli
değildir” buyururdu.
Hz. A’meş, kırâat
imamlarından, hadîs ilminde çok yükselmiş olanlardan ve Kûfe’de bulunan fıkıh
âlimlerindendi. Çok ibâdet ederdi. Yetmiş seneye yakın bir zaman, bütün
namazlarını cemaatle ve birinci safda kıldı.
Kırâat ilminde on imamdan
sonra meşhûr olan dört kırâat imamından birisi de A’meş (r.a.)’dır. Bu dört
kırâat tevatür derecesine ulaşmamıştır. Hz. A’meş, hadîs ilminde de âlim olup
Kûfe’de en son vefât eden Sahâbî Hz. Abdullah bin Ebî Evfa ile görüşüp ondan
hadîs-i şerîf rivâyet etti.
Büyük hadîs âlimi olan
A’meş (r.a.) İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe’den bir çok mesele sordu. İmâm-ı
A’zam bu suâllerin her biri
için hadîs-i şerîfler okuyarak cevab verdi. Hz. A’meş, İmâm-ı A’zam’ın hadîs
ilmindeki derin bilgisini görünce “Ey fıkıh Âlimleri! Sizler mütehassıs tabib,
bizler ise eczâcı gibiyiz. Hadîsleri ve bunları rivâyet edenleri biz söyleriz.
Bizim söylediklerimizin mânâlarını siz anlarsınız dedi. Bir defasında bir kimse
gelip bir mesele sordu. Hz. A’meş bunun cevabını düşünmeye başladı. O esnada
Hz. İmâm-ı A’zam Ebû Hanîfe geldi. A’meş, bu suâli imâma sorup cevabını istedi.
İmâm-ı A’zam, hemen geniş cevab verdi. A’meş, bu cevaba hayran olup “Yâ İmâm
bunu, hangi hadîsten çıkardınız?” dedi.
İmâm-ı A’zam bir hadîs-i
şerîf okuyup, “Bundan çıkardım, bunu senden işitmiştim” buyurdu.
İmâm-ı A’zam hazretleri bir
gün Hz. A’meş’in yanına gidip “Hadîs-i şerîfte bildirildiğine göre Allahü teâlâ
kimin gözlerinden görme hassasını alırsa, ona karşılığını verir, sana ne
verdi?” diye sordu. Hz. A’meş cevabında dedi ki: “Allahü teâlâ, mükâfat olarak
bana sıkıntı, ağırlık verenleri görmekten kurtardı.”
“Neden gözün yaşarır?” diye
sorduklarında, A’meş: “Ağırlık veren (ahmak) kimselere bakmaktan yaşarır”, diye
cevab vermiştir. Biz öyle kimselere yetiştik ki, onlardan biri, günlerce
kardeşini göremez, sonra onunla karşılaşdığında “Nasılsın? Ne haldesin?” diye
sorardı. Bu sorma laf olsun diye olmaz. Kardeşi, kendisinden malının yarısını
istemiş olsa bile hemen verirdi.
Şimdi öyle insanlar var ki,
kardeşiyle her gün karşılaşsa bile “Nasılsın? Ne haldesin?” diye soruyor. Hatta
evdeki tavuklarını bile soruyor. Fakat kardeşi kendisinden bir dirhem istese
vermiyor...”
A’meş, zamanından sonra da
ilminin çokluğu sebebiyle, hayırla anılmıştır. Nitekim, onun vefâtından sonra,
evini bir çok âlim ziyâret etmiştir. Cerîr şöyle anlatır: “Vefâtından sonra
A’meş’i rü’yâmda gördüm, nasılsın? diye sordum. Bana: “Allah’ın mağfireti ile
kurtulduk. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamd olsun” diye Cevab verdi.
Hz. Enes bin Mâlik ile
görüştü. Tabi’în-i ızâm’dan Ebû Vail, Zir bin Hubeys, İbrâhîm en-Nehaî, İbn-i
Şihâb ez-Zührî ve diğer hadîs âlimlerinden hadîs-i şerîf rivâyet etti. Rivâyet
ettiği hadîs-i şerîflerin sayısı 1300’dür. el-Hâkim, İbn-i Maîn’den şöyle
naklediyor: “Hadîs ilminde senedlerin en güzeli, el-A’meş, İbrâhîm en-Nehaî,
Alkame bin Kays ve Abdullah İbn-i Mes’ûd silsilesidir.” Rivâyet ettiği Hadîs-i
şerîflerden bazıları:
“Ümmetimden Cennete ilk
girenlerin yüzleri, mehtablı bir gecede görünen ay gibidir. Bunlardan
sonra girenler yüzü, gökte
aydınlığı fazla olan yıldızlar gibidir. Bundan sonrakiler, durumlarına
göredir. Cennette, büyük ve
küçük abdest bozmak yoktur. Cennettekiler, tükürmezler, balgam
çıkarmazlar; Tarakları
altındandır. Buhurdanlıklarında öd ağacı tüter. Terleri misk gibi kokar.
Boyları hep bir hizadadır.
Hepsinin boyu, Hz. Âdem’in (a.s.) boyu gibidir. Hz. Âdem’in boyu altmış arşın
idi.”
“Bir kimse Cum’a günü güzel
abdest aldıktan sonra. Cuma namazına gidip, imamın yakınına
oturur, söylenenleri
dinler, bu arada konuşmayıp susarsa, iki Cuma arasında işlediği günahlar
üç gün fazlasıyla
bağışlanır. Bir kimse de hutbeyi dinlemeyip başka şeyle meşgul olur, lüzumsuz
söz söylerse, onun Cuması boşa geçmiş olur.”
“Bir hayrın yapılmasına
yardımcı olan kimse, o hayrı işlemiş gibidir.”
“Yaratılmış olanlar
hakkında tefekkür ediniz. Yaratan hakkında tefekkür etmeyiniz.”
“Bir kimse, kızını iyi bir
şekilde terbiye etse; dinini öğretse ve Allahü teâlâ’nın kendisine
verdiği nimetlerden kızına
da verse o kızı kendisi ile Cehennem arasında perde olur.”
“Zaman gelir Cehennemlikler
öyle acıkır ki, bunun te’sîri, şiddetli Cehennem azabına denk
olur. Yemek diye feryâd
ederler. Onlara, açlığa faydası olmayacak ve kendilerini beslemeyecek
olan zehirli dikenden yemek
verilir. Yine yemek isterler. Onlara yine dikenli yemekler verilir. Fakat
bunları da sindiremezler. Hemen dünyâdaki gibi bu yemekleri şarapla
hazmettikleri akıllarına gelir ve şarap isterler. Bunlara dikenli bardaklarda
şarap yerine irin verilir. Onlar irini ağızlarına yaklaştırınca, dikenler
yüzlerini yırtar. İçtikleri midelerine indiği vakit midelerini parça parça
eder. Cehennem bekçilerini çağırır ve: “Ne olur, Allah’a duâ et de bir gün
olsun azabımızı hafifletsin”
derler. Cehennem zebanileri
“Size açık delillerle Peygamberler gelmedi mi?” diye sorarlar. Onlar
da “Evet geldi. Fakat biz
inanmadık” derler. Mâlik çağırırlar, getir ve ona: “Rabbimiz, hakkımızda iyi
bir hüküm versin” derler. Mâlik: “Sizler burada kalacaksınız.” buyurur. Bu
hadîs-i şerîflerin râvîlerinden A’meş şöyle bir açıklama yapmaktadır “Bunların
bu yalvarıştan ile Mâlik’in menfî cevap vermesi arasında bin yıl geçer, diye
duydum” ve devamla: “Bu sefer kendi kendilerine, “Biz Allah’a yalvaralım, bize
Allah’tan hayırlısı yoktur” derler ve: “Ey Rabbimiz, azgınlığımız galebe çaldı.
Sapıklıkta kaldık. Bizi Cehennemden çıkar, bir daha isyana dönersek o zaman
zalimlerden oluruz” derler. Allahü teâlâ onlara, “Sesinizi kesin, daha
konuşmayın” buyurur. İşte o zaman her iyilikten ümidleri kesilir. O vakit
hasret ve nedamet içinde kalırlar.”
“Bir kimse, yaşlı
ana-babasına bakmak, küçük çocuklarını geçindirmek ve halka muhtaç
olmamak için çalışırsa,
Allah yolundadır. Ama görsünler ve işitsinler diye çalışıyorsa o zaman
şeytanın yolundadır.”
Hz. A’meş, bir sabah Benî
Esed mescidine uğradı. Müezzin kametden sonra, imam birinci rek’atta Bakara
sûresini, ikinci rek’atta Âl-i İmrân sûresini sonuna kadar okudu. Namazdan
sonra Hz. A’meş imâma “Allahtan kork. Resûlullah’ın (s.a.v.) “İnsanlara imam olan,
namazı hafifletsin, zira arkasında yaşlılar, zayıflar ve ihtiyaç sahipleri
vardır.” hadîs-i şerîfini işitmedin mi? dedi.
“Hasan ile Hüseyin
Cennetteki gençlerin efendisidir.”
“Ali’nin yüzüne bakmak
ibadettir.” Hz. A’meş’in rivâyet ettiğine göre: “Azrâil (a.s.) insan suretine
girerek Süleymân’a (a.s.) uğradı ve orada bulunan bir adama dikkatle baktı.
Adam da bunu fark etti. Azrâil (a.s.) gidince, adam Süleymân’a (a.s.) kim
olduğunu sordu. Azrâil (a.s.) olduğunu anlayınca:
“Bu, beni alacak gibi
bakışla, bana, bakıverdi, ben, bundan korkuyorum” dedi. Süleymân (a.s.) “Ne
yapmamı istiyorsun? deyince, adam: “Beni rüzgâr ile Hindistan’ın öteki kenarına
attır” dedi. Süleymân (a.s.) da dediğini yaptı. Bir müddet sonra Azrâil (a.s.)
ile karşılaşınca, önceki bakışının sebebini kendisine sordu. Azrâil (a.s.):
“Hindistan’ın doğusunda pek kısa bir müddet sonra adamın ruhunu kabza memur
iken adamı burada gördüğüme şaşarak, ona baktım” dedi.
“Ramazan ayında yapılan
ibâdetler, gelecek ramazana kadar, Hac zamanında yapılan ibâdetler,
gelecek hac zamanına kadar,
Cemâatle kılınan Cuma namazı gelecek Cumaya kadar, cemaatle
kılınan vakit namazı da
ondan sonraki vakit namazına kadar işlenen günahlara keffarettir.
Ama büyük günah işlememek
şartıyla.”
A’meş (r.a.) Zeyd İbn-i Veheb’den
naklen, İbn-i Mes’ûd’un (r.a.) şöyle anlattığını rivâyet ediyor.
“Sizin bu dünyâda
kullandığınız ateş, Cehennem ateşinin yetmişte biri kadardır. Cehennemin
ateşi iki defa denize
daldırılıp çıkartılmış olsa yine ondan istifade edemezsiniz. Denize iki defa
daldırılmış olmasına rağmen
sıcaklığı o derece fazla olur ki, yine ondan faydalanılamaz.” Hz.
A’meş buyurdular ki:
“Halkın işi gücü fesâd olunca, şerliler başlarına geçer.”
“Öldükten sonra beni
kimseye sormayın, varın beni Rabbime sorun. Ve beni bir çukura atın.
Cesedim o kadar
kıymetsizdir ki, tek kişinin dahi peşinden gitmesine değmez.”
“Nefsimi elimle
tutabilseydim, parça parça doğrar, hayvanların önüne yem olarak atardım.”
“Görmeden evlenmenin sonu
elem ve kederdir.”
“Bir cenâze olduğunda, bizi
öyle hüzün kaplar ki, kime taziyede bulunacağımızı tanıyamaz
hale gelirdik.”
“İçinizde Allahü teâlâ’ya
âsi olanlar, işledikleri o çirkin işlerin isli bir duman olup yüzlerine
çökeceğinden, mahşer günü
halkın önünde başlarına böyle bir hâl geleceğinden niçin korkmuyorlar?”
Kaynaklar:
----------------
1) Târîhi Bağdâd, cild-9,
sh-3
2) Tehzîb-üt-tehzîb,
cild-4, sh-222
3) Gayet-ün nihaye, cild-1,
sh-315
4) Tezkiret-ül-huffâz
cild-1, sh-154
5) Hilyet-ül-evliyâ cild-5,
sh-46
6) Mâûn-ul-i’tidâl, cild-1,
sh-423
- 31 -
7) El-A’lâm, cild-3, sh-198
8) Tabakât-ül-fukaha sh-59
9) Vefeyât-ül-a’yân,
cild-2, sh-400
10) Tabakât-ı İbn-i sa’d
cild-5, sh-342
11) Kâmûs-ul-a’tâm cild-2,
sh-997
12) Müsned-i Ahmed bin
Hanbel cild-1, sh-380
13) Fâideli Bilgiler sh-49