Ana sayfa

 

İMAM MALİK  

 

Ehl-i sünnetin amelde dört hak mezhebinden biri olan Maliki mezhebinin imamıdır. Künyesi, Ebu Abdullah'tır. 95 (m. 713) senesinde Medine'de doğdu. 179 (m. 795) de yetmiş altı yaşında iken Medine'de vefat etti. Soyu Yemen kabilelerinden "Beni Esbah" kabilesine ve Himyerilerden bir hükümdar hanedanına dayanır. Dedelerinden biri Medine'ye yerleşmişti. Eshab-ı kiramdan olan dedesi Ebu Amr'dır.

 

Tebe-i tabiinden (Tabiinden sonra) olan imam-ı Malik, ilim ve hadis rivayetiyle meşgul olan bir ailede ve çevrede yetişmiştir. Dedesi Malik, babası Enes ve amcası Süheyl, hadis rivayeti yapmışlardır. Yaşadığı muhit, Peygamberimizin yaşamış olduğu ve İslamın hükümlerinin va'z edildiği, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman zamanlarında İslamın merkezi olan ve çok ilim ehlinin bulunduğu Medine-i münevvere idi.

 

Önce Kur'an-ı kerimi ezberledi. Kendisinin isteği ve ailesinin yardım ve teşvikiyle ilim öğrenmeye başladı. Bu hususta kendisine en çok annesi ilgi göstermiştir. Annesine, ilim tahsiline gitmek istediğini söyleyince, ona en güzel elbiselerini giydirerek sarığını sarıp: "Şimdi git, oku, yaz" demiştir. Ayrıca oğluna zamanın meşhur âlimi Rabi'at'ur Rey'in yanına gitmesini, ondan ilim ve edep öğrenmesini söylemiştir. Bu teşvik üzerine Rabi'a bin Abdurrahman'ın derslerine devam edip, genç yaşta re'ye dayanan fikıh ilmini öğrendi Diğer âlimlerin de derslerine devam etti ve bilhassa yanından hiç ayrılmadığı hocası Abdurrahman bin Hürmüz'ün derslerinden çok istifade etmiştir. Genç bir talebe olan Malik, hocasına karşı büyük bir hayranlık, muhabbet duyar ve üstün bir edep gösterirdi.

 

Bu hocası hakkında şöyle derdi: "İbni Hürmüz'ün derslerine onüç sene devam ettim. Ondan öyle ilimler öğrendim ki, bunların bir kısmını hiç kimseye söyliyemiyorum. O, bid'at ehlini red bakımından ve insanların ihtilaf ettikleri şeyler hususunda onların en bilgilisi idi." İmam-ı Malik, muhitindeki bütün âlimlerden faydalanmış ve ilim uğrunda büyük fedakarlık göstermiştir. Bu hususta her türlü zorluğa katlanmış ve herşeyini harcamış, hatta tahsil uğruna evini dahi satmıştır. Kendisi şöyle demiştir: "Öğle vakti Hz. Ömer'in oğlu Abdullah'ın azatlısı olan Nafi'ye giderdim ve kapısında beklerdim. Nafi' Hz. Ömer'den nakledilen ilimleri ve onun oğlu Abdullah'ın ilmini biliyordu. Güneşten ve şiddetli sıcaktan korunmak için hiç bir gölge bulamazdım. Nafi', dışarı çıkınca edeble selam verirdim ve onu kırmadan arkasından içeri girip, "Abdullah bin Ömer şu meselelerde ne buyurmuştur?" Diye sorardım. O da suallerimi cevaplandırırdı."

 

İmam-ı Malik, Nafi' vasıtasıyla Hz. Ömer'in ve oğlu Abdullah'ın ilimlerini öğrendi. Ayrıca İbni Şihab ez-Zühri'den ve Said bin el-Müseyyib gibi Tabiin'lerden ilim öğrenmiştir. Bu hocalarından da ders almak için üstün bir gayret ve edep gösterirdi. İmam-ı Malik şöyle anlatmıştır "Bir bayram günüydü. Bayram namazını kıldıktan sonra, bugün İbni Şihab'ın boş vakti olur diyerek evine gidip kapısının önüne oturdum. Hizmetçisine kapıda kim var bak dediğini duydum, o da kumral yüzlü talebeniz var deyince, onu derhal içeri al demesi üzerine beni içeri aldılar.

 

Biraz bekledim, ibni Şihab yanıma gelip bana "Herhalde evine gitmeden buraya geldin, yemek yemedin değil mi?" dedi. Daha ben hayır demeden yemek hazırlanmasını emredince, "Yemeğe ihtiyacım yok" diye mukabelede bulundum. Bunun üzerine, öyleyse söyle bakalım ne istiyorsun dedi. Bana hadis-i şerif öğretmenizi istiyorum efendim deyince, yazı yazacak sahifelerini çıkar dedi. Ben de çıkardım ve bana kırk tane hadis-i şerif rivayet etti. Biraz daha rivayet etmesini isteyince, şimdilik bu kadar yeter, bunları ezberleyip nakledersen sen de muhaddis olursun" dedi.

 

İmam-ı Malik, Ehl-i beytden Ca'fer-i Sadık hazretlerinden de ilim almış, onun sohbetinde bulunmuştur. Bu hususda kendisi şöyle anlatır "Ca'fer bin Muhammed'e giderdim, o çok yumuşak ve güler yüzlü idi. Yanında Resulullah anılınca yüzü sararırdı. O'nun meclisine uzun zaman devam ettim. Her görüşümde ya namaz kılar ya oruçlu olur veya Kur'an-ı kerim okurdu. Abdestsiz hadis-i şerif rivayet etmezdi. Manasız sözleri hiç ağzına almazdı. O takva sahibi, zahid, abid ve âlimlerdendi. Yanına geldiğim zaman yaslandığı yastığını alır, mutlaka bana ikram ederdi."

 

Bir gün hocası Ebu'z Zinad'a hadis rivayet ederken rastlamış ve halkasına katılmamıştır. Daha sonra hocası bizim halkamıza niçin oturmadın? Diye sorunca şu cevabı vermiştir: "Yer dardı, oturamadım. Peygamberimizin hadisini ayakta dinlemek, edebsizlik olur diye ayakta dinlemek istemedim."

 

Netice itibariyle İmam-ı Malik, ilmini İmam-ı Zühri' den, Yahya bin Said'den, Muhammed ibni Münkedir'den, Hişam bin Amr'dan, Zeyd ibni Eslem'den, Rabi'a bin Abdurrahman ve daha birçok büyük âlimlerden almıştır. Üçyüzü Tabiinden, altı yüzü de onların talebelerinden olmak üzere dokuzyüz hocadan hadis-i şerif aldı. Ayrıca; Eshab-ı kiramın büyüklerinden Hz. Ömer'in, Hz. Osman'ın, Abdullah bin Ömer'in, Abdurrahman bin Avf'ın, Zeyd bin Sabit'in fetvalarını ve vahyin gelişine şahit olan, Peygamberimizi görüp onun hidayet nurundan aydınlanarak, ondan öğrendiklerini nakleden diğer Esbabın fetvalarını ve kendisinin yetişemediği Tabiinin fetvalarını da öğrenmiştir. Akaide dair bilgileri ve diğer bütün ilimleri öğrenip, zamanının en büyük âlimlerinden olup; ictihad derecesine yükselmiştir.

 

Peygamber efendimiz; “Öyle bir zaman gelir ki, insanlar her tarafı ararlar, Medine’deki âlimden daha âlim bir kimse bulamazlar.” buyurmuştur. Süfyan ve Abdullah ibni Ömer’in azatlısı olan Nafi ve Zühri, Medine’deki âlimden maksad İmam-ı Malik’tir demiştir. Bu hadis-i şerifte, onun geleceği ve üstünlüğü bildirilmiştir.

 

İmam-ı Malik hazretleri, tahsilini tamamlayıp ilimde yüksek dereceye ulaştıktan sonra ders vermeye, hadis rivayet etmeye ve fetva vermeye başlamıştır. Bu işe başlamadan önce de zamanında bulunan büyük âlimlerle ve faziletli kimselerle istişare yapıp, onların da muvafakatını aldı.

 

Bu hususta kendisi şöyle demiştir: "Her isteyen kimse hadis rivayet etmek ve fetva vermek için mescide oturamaz, ilim erbabı ve mescidde itibarı olan kişilerle istişare etmesi gerekir. Eğer onlar, kendisini bu işe ehil görürlerse o zaman oturup ders ve fetva verebilir. Ben, ilim sahiplerinden yetmiş kişi, benim bu işe ehil olduğuma şahitlik etmedikçe, mescide oturup ders ve fetva vermedim."

 

Kendisinin ehil olduğuna dair yetmiş âlimin şahadetinden sonra ilk önce Peygamberimizin mescidinde ders vermeğe başladı. Hz. Ömer'in oturduğu yere oturur ve Abdullah bin Mes'udun oturduğu evde otururdu. Böylece onların yaşadığı yerde ve çevrede, bulunurdu İmam-ı Malik de İmam-ı a'zam gibi derslerini mescidde verirdi.

 

El-Vakıdi der ki: "İmam-ı Malik mescide gelir, beş vakit namazda ve cenaze namazlarında bulunurdu. Hastaları ziyaret eder, gerekli işlerini görür, sonra mescide gidip otururdu. Bu sırada talebeleri etrafına toplanıp ders alırlardı. Daha sonra rahatsızlığı sebebiyle evinde ders vermeye başladı."

 

İmam-ı Malik hazretlerinin hadis-i şerif dersleri ve vuku bulmuş meselelerle ilgili dersleri yani fetva işleri olmak üzere iki türlü ders meclisi vardı. Günlerinin bir kısmını hadis-i şerif öğretmeye, bir kısmını da sorulan meselelere fetva vermek için ayırırdı. Ders­lerini evinde vermeye başladıktan sonra evine ders için gelenlere sordururdu, eğer fetva için gelmişlerse dışarı çıkıp fetva verirdi. Sonra gidip gusleder, yeni elbiselerini giyer, sarığını sarar, güzel kokular sürünürdü. Kendisine bir de kürsü hazırlanırdı. Bundan sonra gayet güzel bir kıyafetle hoş kokular sürünmüş olarak, huşu' içerisinde derse gelenlerin yanına çıkardı. Hadis-i şerif dersi bitinceye kadar öd ağacı yakılır, güzel bir koku yayılırdı.

 

Hac mevsimi hariç, diğer zamanda, Medinelilerden isteyen herkes onun dersine gelirdi. Dersleri tamamen evinde vermeye başlayınca, hac mevsiminde dersini dinlemek isteyen o kadar çok olurdu ki, gelenleri evi almazdı. Bunun için önce Medinelileri kabul eder, bunlara hadis rivayeti ve fetva verme işi bitince, sonra sırasıyla diğerlerini içeri alırdı. Hasen bin Rebi' der ki: "Bir defasında İmam-ı Malik'in kapısında idim, onun çağırıcısı önce Hicazlılar içeri girsinler diye çağırdı. Onlar çıkınca Şamlılar girsin diye çağırdı. Daha sonra Iraklılar girsin diye çağırdı. Yanına giren en son ben oldum. Ebu Hanife'nin oğlu Hammad da aramızda idi."

 

İmam-ı Malik hazretleri, derslerinde vakar ve ciddiyet sahibi olup, lüzumsuz sözlerden tamamen uzak kalırdı. Bu hususu, ilim tahsil edenler için de şart koşardı. Bir talebesi şöyle dediğini nakleder: "İlim tahsil edenlere vakarlı ciddi olmak ve geçmişlerin yolundan gitmek gerekir, ilim sahiplerinin, bilhassa ilmi müzakereler sırasında kendilerini mizahtan uzak tutmaları gerekir. Gülmemek ve sadece tebessüm etmek, âlimin uyması gereken adabdandır."

 

Yine bir talebesi şöyle der: "İmam-ı Malik, bizimle oturduğu zaman sanki bizden biri gibi davranırdı. Konuşmalarımıza çok sade bir şekilde katılırdı. Hadis-i şerif okumaya ve anlatmaya başlayınca onun sözleri bize heybet verirdi, sanki o, bizi, biz de onu tanımıyorduk."

 

İmam-ı Malik hazretleri elli sene müddetle ders ve fetva vermek suretiyle, insanların müşküllerini çözmüş ve kıymetli talebeler yetiştirmiştir. Onun talebelerinin her biri memleketlerinin müracaat edilen âlimleri ve rehberi olmuşlardır.

 

İmam-ı Malik hazretleri, Tefsir, Hadis ve Fıkıh ilminde büyük bir âlim idi. Tefsir ilminde, ayet-i kerimelerden binlerce dini hüküm çıkaran büyük bir müfessir ve müctehid idi. Tefsir ilminde "Garib-ül Kur'an" adlı bir eseri vardır. Bu eseri kendisinden Halid bin Abdurrahman el-Mahzumi rivayet etmiştir.

 

Hadis ilminde ise pek meşhur bir âlim ve muhaddistir. Amir bin Abdullah ibn-i Zübeyr bin Avvam, Nuaym bin Abdullah, Zeyd bin Eşlem, Nafi' Mevla ibn-i Ömer, Seleme bin Dinar, Kadı Şüreyk bin Abdullah Nehai, Salih bin Keysan, İmam-ı Zühri, Safvan bin Selim ve daha çok sayıda hadis âliminden hadis-i şerif rivayet etmiştir. Görüşüp, hadis-i şerif rivayet ettiği âlimlerin sayısı dokuzyüz civarındadır. Hadis ilminde hüccet olduğuna dair ittifak vardır. Yazmış olduğu "Muvatta" adındaki hadis kitabı çok muteber ve kıymetli bir eserdir.

 

İmam-ı Malik hazretlerinin rivayet ettiği hadis-i şerifler ayrıca Kütüb-i sitte denilen meşhur altı hadis kitabında yer almıştır.

 

Emevi devletinin parlak ve çöküş devrinde Abbasi devletinin kurulup geliştiği ve hakimiyeti elde ettiği bir devirde yaşayan İmam-ı Malik, çok hadiselere şahit olmuş, bozuk fırkalara karşı Ehl-i sünnet i'tikadını savunmuş, insanların doğru yola kavuşması hususunda büyük hizmetler yapmıştır. Hicaz'da hadis öğrenme, dini sualleri sorma ve fetva hususunda büyük bir müracaat mercii olan imam-ı Malik pek çok âlim yetiştirmiştir.

 

İmam-ı Malik yetmiş imam şehadet etmedikçe fetva vermeğe başlamadım buyurdu. Okuduğum hocalarımdan pek az kimse vardır ki, benden fetva almamış olsun derdi. İmam-ı Yafii buyuruyor ki, İmam-ı Malik'in bu sözü öğünmek için değildir. Allahü teâlânın ni'metini bildirmek içindir. Zerkani (Muvatta kitabını şerhederken diyor ki, (imam-ı Malik, meşhur mezheb imamıdır. Yükseklerin yükseğidir. Aklı kamil, fadlı aşikardır. Resulullahın hadis-i şeriflerinin varisidir. Allahın kullarına, O'nun dinini yaydı. Dokuzyüz âlimle sohbet ve istifade etti. Kendisi yüz bin hadis-i şerif yazdı. Onyedi yaşında ders vermeye başladı. Dersinde bulunanlar, hocalarının derslerinde bulunanlardan çok idi. Hadis ve fıkıh öğrenmek için kapısına toplanırlardı. Kapıcı tutmak zorunda kaldı, önce talebesine, sonra halktan herkese izin verir, içeri girerlerdi. Halaya üçgünde bir giderdi. "Halada çok bulunmaktan haya ediyorum" derdi. (Muvatta kitabını yazınca, kendi ihlasından şüphe etti. Kitabı suya koydu. "Eğer ıslanırsa, bu kitab bana lazım değildir" dedi. Hiçbir yeri ıslanmadı.

 

Abdurrahman bin Enes, hadis ilminde, şimdi yeryüzünde Malik'den daha emin kimse yoktur. Ondan daha akıllı bir şahıs görmedim. SüfyanSevri, hadiste imamdır. Fakat, sünnette imam değildir. Evza'i, sünnette imamdır. Fakat, hadiste imam değildir, İmam-ı Malik, hadiste de, sünnette de imamdır derdi. Yahya bin Sa'id, İmam-ı Malik, Allahü teâlânın kullarına yeryüzünde hüccetidir, derdi.

 

İmam-ı Şafii, "Hadis okunan yerde, Malik, gökteki yıldız gibidir, İlmi ezberlemekte, anlamakta ve korumakta, hiç kimse, Malik gibi olamadı. Allah ilminde bana Malik kadar kimse emin değildir. Allahü teâlâ ile aramda hüccet, İmam-ı Malik'tir. Malik ile Süfyan bin Uyeyne olmasalardı, Hicaz'da ilim kalmazdı" derdi.

 

Abdullah, babası Ahmed bin Hanbel'e sordu: Zühri'nin talebeleri arasında en kuvvetli hangisidir? Malik, her ilimde daha kuvvetlidir buyurdu. Abdullah ibni Vehb diyor ki, Malik ve Leys olmasalardı, hepimiz sapıtırdık. Evza'i, İmam-ı Malik'in ismini işitince, o, âlimlerin âlimi, Medine'nin en büyük âlimi ve Haremeyn'in müftisidir derdi.

 

Süfyan bin Uyeyne İmam-ı Malik'in vefatını işitince, "Yeryüzünde bir benzeri kalmadı. Dünyanın imamı idi. Hicazın âlimi idi. Zamanının hücceti idi. Ümmet-i Muhammedin güneşi idi. Onun yolunda bulunalım" dedi.

 

Ahmed ibni Hanbel, İmam-ı Malik'in, SüfyanSevri'den, Leys'den, Hammad bin Seleme'den ve Evzai'den üstün olduğunu söylerdi. Süfyan bin Uyeyne diyor ki, "İnsanlar sıkışacak, Medine'deki âlimden üstün birini bulamıyacaklar" hadis-i şerifi, İmam-ı Malik'i haber veriyor.

 

İmam-ı Malik diyor ki, hergece Resulullahı görüyorum. Mus'ab diyor ki, babam, Abdullah bin -beyr'den işittim; Malik ile Mescid-i nebevi'de idik. Biri gelip, Ebu Abdullah Malik hanginizdir dedi. Gösterdik. Yanına gidip selam verdi. Boynuna sarılıp, alnından öptü. ' yada Resulullahı burada oturuyor gördüm. Malik'i çağır buyurdu. Sen geldin. Titriyordun. Rahat ol ya Eba Abdullah! Otur, göğsünü aç buyurdu. Açınca her yere güzel kokular yayıldı dedi. İmam-ı Malik ağladı ve rüyanın tabiri ilimdir dedi.

 

İmam-ı Şafii ile Ahmed bin Hanbel, İmam-ı Malik'in sohbetinde bulunmuşlardır. Onun ilminden çok istifade etmişlerdir. Bunların, İmam-ı Malik'in talebesinden olması, O'nun şeref ve üstünlüğüne kafidir, en büyük vesikadır.

 

Kendisinden daha bir çok kimseler ilim öğrenip, herbiri memleketlerinin imamı (âlimi) ve insanların rehberi olmuştur. Bunlardan bazıları şu zatlardır Muhammed bin ibrahim bin Dinar, Ebu Haşim ve Abdulaziz bin Ebi Hazım. Bunların herbirisi dinde ehl-i ictihad sahibi idiler. Osman bin Hakem, Abdurrahman ibni Halid, Muin bin İsa, Yahya bin Yahya, Abdullah bin Mesleme-i Ka'buni, Abdullah bin Vehb... gibi daha nice talebesi vardır. Bütün bunlar, hadis ilminde mümtaz (seçilmiş; âlim olan İmam-ı Buhari, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ahmed ibni Hanbel, Yahya ibni Main ve diğer hadis âlimlerinin üstadlarıdır. Celaleddin Süyuti, imam-ı Malik'den hadis rivayet eden 993 zatin isimlerini elifba sırasıyla (Kitabü tezyin-il memalik bi menakıbıs Seyyid İmam Malik) adlı kitabında yazmıştır.

 

İmam-ı Malik hazretleri, herhangi bir dini meselenin hükmünü tayin için, Kur"an-ı kerime, hadis-i şeriflere, ümmetin icmaına ve lüzum olduğunda kıyasa müracaat ederdi.

 

İmam-ı Malik'in bu usullere göre ictihad ederek çıkardığı hükümlere, rivayet yolu veya Hicaz âlimlerinin yolu denir ki, bu yolun İmamı, İmam-ı Malik'dir. O, ictihadlarıyla müslümanların işlerinde ve amellerinde uyacakları bir yol gösterdi, bu yola Maliki Mezhebi denilmiştir. Ehl-i sünnet i'tikadından olan müslümanlardan, amellerini, ya'ni ibadet ve işlerini bu mezhebin hükümlerine uyarak yapanlara "Maliki" denir.

 

İmam-ı Malik hazretleri, talebelerinin ve kendisine sual soranların, dini mes'elelerdeki müşkül­lerini hallederken, ortaya koyduğu ve takip ettiği usuller, Maliki mezhebinin temel kaideleri olmuştur. Mezhebin hükümlerini ortaya koyarken takip ettiği usul; diğer bütün müctehidlerin usulüne benzemekle beraber, bazı farklılıkları da vardı.

 

Bütün müctehidler, bir işin nasıl yapılacağını Kur'an-ı kerimde açık olarak bulamazlarsa, hadis-i şeriflere bakarlar, bunlarda da bulamazlarsa, bu iş için (icma) var ise, öyle yapılmasını bildirirler, icma, Eshab-ı kiramın ve onlardan sonra gelen Tabiin denilen âlimlerin bir meseledeki sözbirliğine denir. Bir işin nasıl yapılması lazım olduğu icma ile de bilinmezse, müctehidler kendileri kıyasta bulunarak ictihad ederler, meselenin dini hükmünü bildirirler. Kıyas, Kur'an-ı kerimde ve hadis-i şeriflerde, hakkında açık bir hüküm bulunmayan bir işi, açık hüküm bulunan diğer bir işe benzeterek hükme bağlamaktır.

 

 

 

İmam-ı Malik hazretlerinin menkıbelerinden ve sözlerinden bir kısmı şunlardır:

 

 

 

İmam-ı Şafii buyuruyor ki:

 

"Âlimler anıldığı zaman İmam-ı Malik onlar arasında parlak bir yıldız gibidir. Benim üzerimde minneti ve ihsanı ondan çok olanı yoktur."

 

 Medine Valisi, İmam-ı Malik'ten, bir ictihadından vaz geçmesini istedi. Kabul etmeyince, kırbaçla vurdurdu. Her vuruşta, "Ya Rabbi, onları affet, çünkü onlar bilmiyorlar1" diyordu. Nihayet bayılıp düştü. Sonra ayılınca da: "Şahit olunuz, ben hakkımı beni döğenlere helal ettim" dedi. Halife, valinin cezalandırılması için kendisinden izin isteyince ona: "Hayır, ben onu affettim" buyurdu.

 

Hazret-i İmam, ilim bakımından ne kadar yüksek ise, ahlak, zühd, takva ve kerem bakımından da öyle yüksek idi. İmam-ı Malik, ilimde ve dinde çok edebliydi. Din bilgisine hürmet ve ta'zimi şaşılacak derecede fazlaydı.

 

Ebu Abdullah Mevla'l-Leyseyn şöyle anlatmıştır "Rüyamda, Resulullahı gördüm. Mescid'de ayakta duruyordu, insanlar da etrafını sarmıştı. İmam-ı Malik de önünde duruyordu. Resulullahın önünde misk dolu bir kap vardı. O miskten avuç avuç alıp, İmam-ı Malik'e veriyordu. O da insanlara dağıtıyordu." Bunu Ebu Abdullah'dan nakleden Matraf; "Bu rüyayı İmam-ı Malik'in ilimdeki üstünlüğüne ve sünnet-i seniyyeye bağlılığına yordum" demiştir.

 

Mesna bin Said el-Kasir şöyle demiştir: İmam-ı Malik'in şöyle buyurduğunu işittim: "Resulullahı rüyada görmediğim hiç bir gece geçmedi. Her gece rüyamda gördüm."

 

Zehebi, (Tabakatül Huffaz) kitabında hazret-i İmam-ı Malik'i şöyle anlatır:

 

"Uzun bir ömür, yüksek bir mertebe, parlak bir zihin, çok geniş bir ilim, keskin anlayış, sahih rivayet, diyanet, adalet, sünnet-i seniyyeye tabi, fıkıhta, fetvada kaidelerin sıhhatinde önde gelen bir zat idi. Fetva vermede aceleciliği sevmez, çok kere "Bilmiyorum" derdi. Ve "İlim kalkanı bilmiyorum demektir" buyururdu.

 

Birgün Halife Harun Reşid dedi ki:

 

"Ya İmam senin kitaplarını çoğaltıp, her yere göndereceğim. Herkesin bunlara uymasını ve senin mezhebinde olmalarını emredeceğim."

 

İmam-ı Malik hazretleri "Ya halife, hadis-i şerifte; "Ümmetimin âlimlerinin ihtilafı rahmettir" buyuruldu. Âlimlerin ihtilafı Allahü teâlânın rahmetidir. Hepsi hidayet üzeredir. Müslümanlar bu rahmetten mahrum bırakılamaz." Bunun üzerine halife bu arzusundan vazgeçti. Harun Reşid, İmam-ı Malik hazretlerinden hergün evine gelip, oğlu Emin ile Me'muna ders vermesini istedi. İmam-ı Malik hazretleri Halifeye buyurdu ki:

 

"Ya halife, uygun olanı çocuklarınızın bizim eve gelip gitmesidir. Allahü teâlâ, sizi daha aziz etsin! İlmi aziz ederseniz aziz olursunuz; zelil ederseniz zelil olursunuz, İlim bir kimsenin yanına gitmez, o ilmin yanına gelir."

 

Bunun üzerine halife İmam-ı Malik'ten özür diledi ve hergün çocuklarını İmama göndererek ders aldırttı.

 

 

 

Malik bin Enes hazretleri ilmiyle amel eden yüksek bir veliydi. Buyurdu ki: "İlim öğrenmek isteyen kimsenin vakarlı ve Allahü teâlâdan korkması lazımdır. İlim, çok rivayet etmek değildir. İlim bir nurdur. Allahü teâlâ bu nuru sevdiği mümin kullarının kalbine koyar." Bir defasında da; "Eğer elimde imkan olsaydı, Kur'an-ı kerimi kısa aklıyla, kendi görüşüne göre tefsir edenin boynunu vururdum." buyurdu.

 

 

 

İnsanlara hayırlı ve güzel işler yapmalarını tavsiye ederdi. "Kendisine hayrı olmayan kimsenin başkasına hayrı olmaz. İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz." buyurarak, Peygamber efendimizin; "Kişinin malayaniyi (faydasız şeyleri) terk etmesi, müslümanlığının güzelliğindendir." hadis-i şerifini rivayet ederdi. İnsanların her sözünün kendisinin leh ve aleyhinde olduğunu bildirerek Peygamber efendimizin; "Bir kişi bir söz söyler de o sözden dolayı Cehennem ateşine düşeceği hatırına gelmez. Bir kimse de bir söz söyler, bu sözden dolayı Allahü teâlânın kendisini Cennet'e koyacağı aklına gelmez." hadis-i şerifini rivayet ederdi.

 

 

 

Müslümanlar arasında Allahü teâlânın rızasına uygun sevgi ve muhabbetin bulunmasının gerektiğini bildirerek; "Müsafeha ediniz, aranızdaki kin gider. Birbirinize hediye veriniz ki, sevişirsiniz ve aranızdaki düşmanlık gider." hadis-i şerifini naklederdi.

 

 

 

Kibirli ve kendini beğenen kimselerden hoşlanmazdı. "Bir kimse kendini övmeye başlarsa, değeri düşer." buyururdu.

 

 

 

İmam-ı Malik hazretlerinin Peygamber efendimize karşı olan sevgi, saygı ve edebi sınırsızdı. Resulullah efendimizin ismi anıldığı zaman, rengi değişir, yüzü sararırdı. Bu durum orada bulunanlara ağır gelirdi. Bir gün ona bu husus söylenince, buyurdu ki: "Eğer siz benim gördüğümü görseydiniz, bu hâlimi hoş karşılardınız. Ben, Muhammed bin Münkedir'i gördüm. O hafızların efendisi idi. Ona ne zaman bir hadis-i şerif sorulsa ağlamaya başlardı. Cafer bin Muhammed, güler yüzlü bir zattı. Yanında Resulullah anıldığı zaman yüzü sararırdı. O, Resulullah'tan bahsettiği zaman mutlaka abdestli olurdu."

 

 

 

İmam-ı Malik hazretlerinin Medine-i münevverede hayvana bindiği görülmemiştir.

 

Resulullah efendimizin toprak altında bulunduğu bir yerde hayvan üzerinde nasıl gezebilirim." buyururdu.

 

 

 

İmam-ı Malik hazretleri insanlara hadis-i şerif okuttuğu sırada bir hadis-i şerifi rivayet edeceği zaman abdest alır, sarığını ve elbisesini giyer, sakalını tarar, iki rekat namaz kılar, güzel kokular sürünür, her haliyle bedenini süsler, sonra meclisin baş tarafına vakarlı bir şekilde otururdu. Başını önüne eğerdi ve hadis-i şerifi okurdu. Ona böyle yapmasının sebebi sorulunca; "Resulullah'ın hadis-i şerifine saygı göstermek için böyle yapıyorum. Eğer âlimler ilme karşı böyle saygı gösterirlerse, Allahü teâlâ da insanlar yanında onların derecesini yükseltir ve devlet adamlarının kalbinde heybetli ve vakarlı kılar. Ey ilim taleb etmek isteyen kimse! Sen de ilme saygı göster. Kim ilme tevazu gösterirse, Allahü teâlâ onu yükseltir. Çünkü kim Allahü teâlâ için tevazu ederse, Allahü teâlâ onun derecesini yükseltir." buyurdu.

 

 

 

Malik bin Enes hazretleri, kendisinden nasihat isteyen zeki ve anlayışlı bir kimseye; "Allahü teâlâdan kork. Allahü teâlânın sana lutfettiği nuru günah işlemek suretiyle söndürme." buyurdu.

 

 

 

Bir kimse gelip İmam-ı Malik hazretlerinden batın (kalp) ilimleriyle ilgili bilgi sordu. İmam-ı Malik hazretleri bu kimsenin sualini hoş karşılamadı ve ona; "Batın ilmi zahir ilmini öğrendikten sonra öğrenilir. Zahiri ilimleri öğrenip onunla amel eden kimseye Allahü teâlâ batın ilmini açar. Batın ilmi ancak kalbin açık olup nurlanması ile elde edilir." buyurup, suali soran şahsa dönüp; "Sen açık ve zahir olan şeylere sarıl. Bilinmeyen yollara girmekten sakın. Bildiklerinle amel et. Bilmediklerini, anlayamadığın şeyleri bırak." buyurdu.

 

 

 

İmam-ı Malik hazretleri devlet adamlarına gerekli nasihatte bulunur, hatalarını söylemekten çekinmezdi. Ancak hiçbir suretle kimseyi devlete karşı ayaklanmaya teşvik etmezdi. Fitne ve fesada asla razı olmazdı. Derslerinde fitne ve fesadın karşısında olduğunu her vesileyle anlattı. İmam-ı Malik hazretleri halifelerle, idarecilerle münasebetini kesmedi. Onlara vaaz ve nasihatlarda bulunup, hayır tavsiye etti. Âlimleri de halifeleri ve idarecileri doğru yolu anlatmaları için teşvik etti. Onlara buyurdu ki: "Allahü teâlânın, kalbine ilim ve fıkıh koyduğu her müslümana ve her kişiye, elinde kuvvet olan idarecilerin yanına gelip onlara hayrı tavsiye etmesi, onları kötülükten sakındırması borçtur. Çünkü onlara bu vazifenin yapılmasıyla dünyanın yüzü değişir ve faziletli bir dünya doğar."

 

Talebelerinden biri ona; "İnsanlar sizin devlet adamlarıyla çok sık görüştüğünüzü söylüyorlar, size yakıştıramıyorlar." deyince, İmam-ı Malik hazretleri; "Bunu bilerek yapıyorum. Çünkü bunu yapmasam layık olmayan biriyle görüşür, işleri danışırlar. Eğer onlarla gidip görüşmesem, bu şehirde Peygamberimizin sünnetlerinden işlenip, tutulan kalmaz." buyurdu.

 

 

 

Medine-i münevveredeki Mescid-i Nebide hadis-i şerif rivayet ediyordu. Bu mecliste halife Harunü'r-Reşid de vardı. İmam-ı Malik hazretleri; "Âlim ilmini umumdan başkasına tahsis eylese, o ilimden umum ve havas (seçilmişler) istifade edemez." hadis-i şerifini rivayet etti. Harunü'r-Reşid insanlar arasında bu hadis-i şerifi yüksek sesle söyledi. Bunun üzerine hadis-i şerif okumak ve öğrenmek isteyenler, mescide koştular. Mescid tamamen doldu. İmam-ı Malik hazretleri; "Allah için tevazu edeni, Allahü teâlâ yükseltir." hadis-i şerifini rivayet etti. Harunü'r-Reşid oturduğu yüksek yerden indi. Hadis-i şerif dinleyen talebe ile beraber oturdu, sonra kitabı okudu.

 

 

 

Buyurdu ki

 

"İnsan kendisi için hayır işlemez, kendisine iyilik yapmazsa, insanlar da ona hayır ve iyilik yapmaz."

 

"Mescide giren münafıklar, kafesteki serçe kuşlarına benzer. Kafesin kapısı açılır açılmaz uçarlar, kaçarlar."

 

"Kendisine hayrı olmayan kimsenin, başkasına hayrı olmaz."

 

 

 

İmam-ı Malik hazretleri ömrünü ilim öğrenmek, öğretmek ve insanlara İslamiyeti anlatmakla geçirdi. 795 (H.179) senesinde Medine-i münevverede vefat etti. Kabr-i şerifi, Cennet-ül baki'dedir.

 

 

 

Eserleri:

 

 

 

"Muvatta" adındaki hadis kitabı çok kıymetlidir. Muvatta'yı kırk senede meydana getirmiştir. Başlangıçta içinde dörtbin hadis-i şerif varken, sonuna doğru bine indirmiştir. Çok âlimler bunu şerh etmiştir. Bu şerhlerinin en meşhuru "el-Müdevvene" adlı eserdir. Bu kitap, hadis-i şerifleri fıkıh konularına göre içine almış olup, yazılan ilk hadis kitabıdır. Bu kitapda ayrıca İmam-ı Malik'in ictihad ettiği fıkhi mevzular da bulunmaktadır. Çeşitli tarihlerde basılmıştır. Biri, Yahya bin el-Leysi'nin rivayeti; diğeri de İmam-ı a'zamın talebesi Muhammed Şeybani tarafından yapılan iki rivayeti vardır. Bu eserinden başka Abdullah bin Abdülhakim Mısri tarafından rivayet edilen "Kitab-üs-sünen" adlı fıkha dair bir eseri, kadere, kazai hükümlere dair ve fetvalarını bildiren "Risale fil fetva" gibi eserleri vardır.

 

 

Hakikat kitap evi.