بِسْمِ اللهِ الرَّحْمنِ الرَّحِيمِ

BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM

 

K A Y N A K L A R D A:

Buhari 

 

Müslim

 

Tirmizi

Ebu Davud

 

Nesai

 

Bİbn Mace

Zevaid

 

Ma’rife

 

Kurtubi’de Besmele Açıklaması: Buna dair açıklamalarımızı yirmiyedi başlık halinde sunacağız.

 

1- Besmele'nin Özelliği:   2- Besmele'nin Bazı Özellikleri:   4- Surelerin Başlarındaki Besmeleler:   5- Sahih Görüş:   6- Besmele ile Başlamanın Hükmü:   7 - Sözlük Açısından Besmele:  8- Besmele Çekilecek Yerler:   9- Besmele'nin Anlamı:   10- ''İsm'' Kelimesinin Fazladan Kullanılması:   11- Farklı Görüşler:   12- ''Besmele" de Emir Anlamı:   13- ''Besmele"nin Yazılışı:   14- '' Besmele"nin Başındaki ''Bi'':  15- "Besmele"deki "ism'' kelimesinin vezni (if'un) şeklindedir.   16- "ism"e Nisbet:   17- "ism"in Türediği Kök:   18- isim ile Sıfat:   19- isim ile Müsemma (Ad ile o ad ile anılan):   20- "Allah'' Lafza-i Celali:   21- "Allah" Lafzının Aslı:   22- "er-Rahman" Adı:   23- er-Rahman ibranice midir.?   24- "Rahman" ve ''Rahim'' Arasındaki Fark:   25-  ''er-Rahman" Adı:   26- ''er-Rahim" Adı:   27- "Besmele"nin Genel Anlamı'na Dair Bazı Rivayetler:   28- Besmele ile Fatiha'nın Okunuşu: 

 

1- Besmele'nin Özelliği:

 

İlim adamları der ki: "Bismillahirrahmanirrahim" Rabbimizin her süre başında indirmiş olduğu bir yeminidir. Bununla kullarına şu şekilde yemin etmektedir: Kullarım, bu sürede Benim sizin için indirdiğim buyruklar hakkın kendisidir. Ve Ben bu sürede size vermiş olduğum vadimi, lütfumu ve iyilikle muamelelere dair bu sürenin bütün muhtevasını aynen yerine getireceğim.

 

"Bismillahirrahmanirrahim" buyruğu, Yüce Allah'ın bizim Kitabımıza ve özel olarak bu ümmete Süleyman (a.s)'dan sonra indirmiş olduğu buyruklardandır. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: "Bismillahirrahmanirrahim" şeriatın tümünü ihtiva etmektedir. Çünkü bu ifade, hem Allah'ın zatına, hem sıfatlarına delalet etmektedir. Bu doğru bir açıklamadır.

 

 

2- Besmele'nin Bazı Özellikleri:

 

Said b. Ebi Sükeyne der ki: Bana Ali b. Ebi Talib (r.a)'ın "bismillahirrahmanirrahim"i yazan bir kişiyi gördüğü haberi ulaştı. O kişiye şöyle dedi: Bunu güzel bir şekilde okunaklı olarak yaz. Çünkü bir kişi, bunu güzel ve okunaklı bir şekilde yazmış, ona mağfiret olunmuştur.

 

Said dedi ki: Yine bana ulaştığına göre adamın birisi, üzerinde "bismillahirrahmanirrahim" yazısı bulunan bir kağıda baktı. Onu aldı öptü, gözlerine sürdü, bunun için ona mağfiret olundu. İşte Bişr el-Hafı'nin kıssası da bu kabildendir. O, üzerinde Allah adının yazılı olduğu bir parçayı yerden kaldırdı, ona kokular sürdü. Bundan dolayı da onun ismi de hoş kılındı. Bunu el-Kuşeyrı zikretmektedir.

 

Nesai, Ebu'l-Muleyh'ten, o Resulullah (s.a.v.)'ın arkasında bineğe binen (bir kişi)den şöyle dediğini rivayet etmektedir. Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki:

 

"Bineğin sen üzerindeyken tökezleyecek olursa, kahrolasıca şeytan, deme. Çünkü o bir ev kadar oluncaya kadar büyüdükçe büyür ve: Ben kendi gücümle bunu yaptım, der. Fakat böyle diyecek yerde: Bismillahirrahmanirrahim, de. O vakit sinek kadar oluncaya kadar küçülüp gider." (Ebu Davud, Edeb 77; Müsned, V, 59)

 

Ali b. el-Huseyn de, Yüce Allah'ın: "Sen Kur'an'da Rabbini bir tek olarak zikrettiğin zaman nefret ile arkalarına döner giderler. '' (el-İsra, 46) buyruğunu açıklarken anlamının: Yani sen: " Bismillahirrahmanirrahim" dediğin vakit demek olduğunu söylemiştir.

 

Veki', el-A'meş'ten, o Ebu Vail'den, o Abdullah b. Mes'ud'dan şöyle dediğini rivayet etmektedir: Allah tarafından ondokuz zebaniden kurtarılmak isteyen kimse "bismillahirrahmanirrahim"i okusun ki Yüce Allah da o kimse için bunun her bir harfi karşılığında her bir melekten kendisi vasıtasıyla korunacağı bir kalkan yaratsın. Besmele de Yüce Allah'ın haklarında: (Cüzerinde ondokuz (görevli melek) vardır. (el-Müddessir, 30) diye buyurduğu cehennem üzerinde görevli melekler sayısınca ondokuz harftir. Bunlar ayrıca bütün fiillerinde: "Bismillahirrahmanirrahim" derler. İşte bundan dolayıdır ki bu besmele, onlar için bir güç (kaynağı)tür. Onlar, Allah'ın adıyla bu kadar büyük güce sahip kılınmışlardır.

 

İbn Atiyye der ki: Kadir gecesiyle ilgili olarak ilim adamlarının şu görüşleri de bunu andırmaktadır. Bazı ilim adamlarının görüşlerine göre, Kadir gecesi, yirmiyedinci gecedir. Bunu da (doksanyedinci süre olan) Kadr süresinin yirmiyedinci kelimesi olan "(hiye) O'' kelimesini gözönünde bulundurarak söylerler.

 

Yine (rükudan doğrulduğu vakit): "Rabbimiz sana pek çok pek hoş ve mübarek kılınmış hamd ile hamd olsun" diyen kimsenin sözlerini yazmak için biribirleriyle yarışırcasına acele eden meleklerin sayısı ile ilgili, ilim adamlarının görüşleri de buna benzemektedir. Bu ifade otuz küsür harftir. Bundan dolayı Peygamber (s.a.v.) da: "Hangisi daha önce yazacak diye otuz küsür meleğin biribirleriyle yarışırcasına acele ettiklerini gördüm" diye buyurmuştur. (Buhari, Ezan 126; Ebu Davud, Salat 118-119 (770); Tirmizi, Salat 179)

 

İbn Atiyye der ki: Bu tür açıklamalar, tefsire dair güzel nükteler ve açıklamalar kabilindendir. Yoksa sağlam bilgiye dayalı açıklamalardan sayılmazlar. eş-Şabi ve el-A'meş'in rivayetine göre Resulullah (s.a.v.) önceleri "Bismikellahumme (adın ile Allah'ım)" şeklinde yazıyordu. "Bismillah" diye yazması emroluncaya kadar bu şekilde yazdı. "Bismillah" diye yazması emrolununca bu sefer böyle yazdı. Yüce Allah'ın: "De ki: Gerek Allah diye dua edin ve gerekse Rahman diye dua edin ... "(el-İsra, 110) buyruğu nazil olunca "bismillahirrahman" şeklinde yazmaya başladı. Daha sonra: ''O gerçekten Süleymandandır ve o gerçekten bismillahirrahmanirrahim (rahman ve rahim olan Allah'ın adıyla) diye başlıyor" (en-Neml, 30) buyruğu nazil olunca bu sefer bu şekilde (yani bismillahirrahmanirrahim şeklinde) yazdı.

 

Ebu Davud'un Musannefinde şöyle denilmektedir: eş-Şabi, Ebu Malik, Katade ve Sabit b. Umare'nin dediklerine göre Peygamber (s.a.v.), NemI süresi nazil oluncaya kadar "bismillahirrahmanirrahim" şeklinde yazmıyordu. (Ebu Davud, Salat 120-121 (787)

(3.başlık yok)

 

 

4- Surelerin Başlarındaki Besmeleler:

 

Ca'fer es-Sadık (r.a)'dan şöyle dediği rivayet edilmektedir: Besmele, sürelerin taçlarıdır.

 

Derim ki: Bu besmelenin Fatiha'dan ve diğer sürelerden bir ayet olmadığının delilidir. Bu hususta ilim adamlarının üç ayrı görüşü vardır:

 

a) Besmele Fatiha'dan da, başka sürelerden: de bir ayet değildir. Bu İmam Malik'in görüşüdür.

 

b) Besmele, her süreden bir ayettir. Bu da Abdullah b. el-Mubarek'in görüşüdür.

c) Şafii der ki, besmele Fatiha'dan bir ayet-i kerimedir. Diğer sürelerden ayet olup olmadığına dair görüşü ise farklı farklı nakledilmiştir. Bir seferinde: Her sürenin bir ayetidir, derken bir diğer seferde, sadece Fatiha'dan bir ayet-i kerimedir, demiştir. Ancak ilim adamlarının Besmele'nin Kur'an-ı Kerim'de NemI süresindeki bir ayette yer aldığında görüş ayrılığı yoktur.

 

Şafii, Darakutni tarafından rivayet edilen ve Ebu Bekr el-Hanefi'den, o Abdülhamid b. Ca'fer'den, o Nuh b. Ebi Bilal'den, o Said b. Ebi Said el-Makbun'den, o da Ebu Hureyre'den gelen rivayet yoluyla Peygamber (s.a.v.)'ın şu buyruğunu delil göstermektedir: "Elhamdülillahi rabbil alemin diye okuduğunuz takdirde (başında) bismillahirrahmanirrahim'i okuyunuz. Çünkü o (Fatiha süresi) Kur'an'ın anasıdır, Kitabın anasıdır, es-Seb'u'l-mesani (tekrarlanan yedi)dir. Bismillahirrahmanirrahim de ayetlerinden bir tanesidir." (Darakutni, 1, 312)

 

Bu hadisi Abdülhamid b. Ca'fer, merfu olarak rivayet etmiştir. Sözü geçen bu Abdülhamid'i Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Said ve Yahya b. Main sika (güvenilir) bir ravi olarak saymaktadırlar. Ebu Hatim onun hakkında: O doğru sözlüdür, derken Süfyan es-Sevri zayıf olduğunu söyler ve ona hücum ederdi. Senette geçen Nuh b. Ebi Bilal de ünlü ve sika bir ravidir.

 

İbnu'l-Mubarek ile Şafii'nin iki görüşünden birisinin delili ise, Müslim tarafından Enes'ten gelen şu rivayettir: Enes dedi ki: Resulullah (s.a.v.) günün birinde bizimle birlikte oturuyor iken bir parça uyukladı. Daha sonra gülümseyerek başını kaldırdı. Biz: Ey Allah'ın rasülü, neden güldün? diye sorduk. Şu cevabı verdi: "Az önce bana bir süre nazil oldu." dedi ve şunları okudu: "Bismillahirrahmanirrahim. Şüphesiz biz sana Kevseri verdik. O halde Rabbin için namaz kıl, kurban kes. Şüphesiz sana buğz edenin kendisi ebter (soyu kesik) alandır." (el-Kevser, 1-3) Ve sonra hadisin geri kalan kısmını kaydetti. (Müslim, Salat 53)

 

Yüce Allah'ın izniyle bu hadisin tamamı Kevser süresinin tefsirinde gelecektir.

 

5- Sahih Görüş:

 

Bu görüşler arasında doğru olan İmam Malik'in görüşüdür. Çünkü Kur'an-ı Kerim ahad haberlerle sabit olmaz. Onun sübut yolu hakkında ihtilafın sözkonusu olmadığı kati tevatürdür. İbnul-Arabı der ki: "Bunun (yani besmelenin) Kur'an-ı Kerim'den olmadığını anlamak için insanların onun hakkındaki ihtilafları yeterlidir. Çünkü Kur'an-ı Kerim hakkında ihtilaf edilmez.

 

Tenkid edilmeleri sözkonusu olmayan sahih haberler de Besmele'nin NemI süresi dışında Fatiha veya bir başka süreden olsun bir ayet olmadığını ortaya koymaktadır. Müslim, Ebü Hureyre'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinledim: "Aziz ve celil olan Allah buyuruyor ki, Ben namazı (yani Fatiha süresini) kendim ile kulum arasında iki yarıya böldüm ve kuluma istediğini vereceğim. Kul: "Hamd alemlerin rabbi olan Allah'a mahsustur" dediği takdirde, Yüce Allah: Kulum Bana hamdetti, der. Kul: "Rahman ve rahim" dediğinde Yüce Allah: Kulum Bana sena etti, der. Kul: "Din gününün maliki" dediğinde, Yüce Allah: Kulum Benim şanımı yüceltti, der. -Bir defasında da: Kulum herşeyin benden olduğunu ifade etti, der.- Kul: "Yalnız Sana ibadet eder ve yalnız Senden yardım dileriz" dediğinde Yüce Allah: Bu Benim ile kulum arasındadır ve kuluma istediğini vereceğim, der. Kul: "Bizi dosdoğru yola, kendilerine nimet verdiklerinin yoluna ilet, gazaba uğramışların ve sapıkların yoluna değil" dediğinde Yüce Allah: "İşte bu kuluma aittir ve kuluma istediği verilecektir." (Müslim, Salat 38; Muvatta Salat 39)

 

Yüce Allah'ın: Namazı: " ... Ayırdım demekten" kastı Fatiha süresidir. Fatiha süresine "namaz" adını veriş sebebi, Fatihasız namazın sahih olmamasıdır.

 

Yüce Allah ilk üç ayeti kendisine ayırmış ve şanı Yüce zatına tahsis etmiştir. Bu ilk üç ayet hakkında müslümanların ihtilafı yoktur. Dördüncü ayetin, kendisi ile kulu arasında olduğunu ifade etmiştir. Çünkü bu ayet-i kerime kulun Rabbi önünde zilletini arzedişini, O'ndan yardım isteyişini ihtiva etmektedir. Bu ise Yüce Allah'ı ta'zimi de ihtiva eder. Daha sonraki üç ayet-i kerime ile de Fatiha süresi yedi ayete tamamlanmış olmaktadır. Bunların üç ayet-i kerime olduğunu ifade eden de hadis-i şerifte geçen: "İşte bunlar da kuluma aittir" demesidir. Bunu İmam Malik rivayet etmektedir. Burada "(Bunlar yerine): Bu ikisi" dememektedir. İşte bu da: "Üzerlerine nimet verdiğin kimseler.... " buyruğunda ayetin sona erdiğini göstermektedir.

 

İbn Bukeyr der ki: Malik dedi ki: ...enamte aleyhim... / "Üzerlerine nimet verdiklerin .... " buyruğu ayet sonudur. Yedinci ayet ise, bundan sonra gelen ve sürenin sonuna kadar devam eden buyruktur.

 

Yüce Allah'ın bu şekilde yaptığı paylaştırma ile Hz. Peygamber'in Ubeyy (r.a)'a: "Namaza başladığın zaman nasıl okursun?" sorusuna onun: "Ben "alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun" buyruğunu okudum ve süreyi sonuna kadar devam ettim"  demesi de Besmelenin Fatiha'dan bir ayet-i kerime olmadığını göstermektedir. Aynı şekilde Medine, Şam ve Basra halkıyla ve kurranın büyük çoğunluğu: ....En'amte aleyhim / "Kendilerine nimet verdiklerin"i ayet sonu kabul etmişlerdir. Yine Katade de Ebu Nadra'dan, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Altıncı ayet-i kerime:

 

''Kendilerine nimet verdiklerin" buyruğudur. Kufe halkından olan kurra ve fukaha ise bu sürede "bismillahirrahmanirrahim"i bir ayet saymış fakat "kendilerine nimet verdiklerin"i ayet sonu kabul etmemişlerdir.

 

Eğer: Besmele mushafta yazılı bulunmaktadır. Ayrıca Kur'an hattı ile yazılmış olup tıpkı NemI süresinde olduğu gibi, Kur'an gibi nakledilmiştir ve bu şekilde nakil onlardan tevatür yoluyla gelmiştir, denilecek olursa şu cevabı veririz: Sözünü ettiğiniz şey doğrudur. Fakat bu şekilde nakil edilmesi ve yazılışı Kur'an-ı Kerim'den olduğundan mıdır, yoksa sürelerin biribirlerinden ayrıldığını belirtmek için midir? Nitekim ashab-ı kiramdan: Biz "bismillahirrahmanirrahim" buyruğu nazil olmadıkça bir sürenin bittiğini anlayamıyorduk, dedikleri Ebu Davud tarafından rivayet edilmiştir. (Ebu Davud, Salat 120-121 (788) )

 

Yahut bu besmele, teberrüken mi yazılmıştır? Nitekim ümmet, kitap ve mektupların baş taraflarında besmele yazmak üzerinde ittifak etmiştir. Bütün bunlar ihtimal dahilindedir. el-Cüreyri der ki: el-Hasen'e: "Bismillahirrahmanirrahim" hakkında soru soruldu şu cevabı verdi: Bu, mektupların baş taraflarında yazılır. Yine el-Hasen der ki: Bismillahirrahmanirrahim buyruğu yalnızca Ta-Sin (en-Neml) süresinde yer alan: "Muhakkak ki o Süleyman)dandır ve şüphesiz ki o bismillahirrahmanirrahim (diye başlamaktadır). "(en-Neml, 30) dışında Kur'an-ı Kerim'den bir ifade olarak nazil olmuş değildir.

 

Bu konudaki tartışmaların hakkında nihai hükmü verecek olan ifade şudur:

Kur'an-ı Kerim düşünme kıyas ve istidlal ile sabit olmaz. Aksine Kur'an-ı Kerim, zorunlu bilgiyi gerektiren, kesin mütevatir olan nakille sabit olur. Diğer taraftan, her sürenin baş taraflarında ilk ayet olup olmadığı hususunda Şafii'nin görüşleri farklı farklı gelmiştir. Bu da besmelenin her sürenin bir ayeti olmadığını göstermektedir. Allah'a hamdolsun.

 

Eğer: Bir grup ilim adamı, Besmele'nin Kur'an-ı Kerim'den olduğunu rivayet etmiş, hatta Darakutni bu rivayetlerin sahih olduğunu belirttiği bir cüzde bunları bir araya getirmeyi üstlenmiştir, denilecek olursa cevabımız şu olur:

 

Biz bu konudaki rivayeti reddetmiyoruz. Buna zaten işaret de etmiş idik. Buna karşılık bizim lehimize delil olacak sabit olmuş haberler vardır. Bunları güvenilir imamlar ve sağlam fakihler rivayet etmiştir. Müslim'in Sahih'inde Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir. Resulullah (s.a.v.) namaza tekbirle ve "elhamdülillahi rabbil alemin"i okuyarak başlardı. .. Hadis, bütünüyle biraz sonra gelecektir.

 

Yine Müslim, Enes b. Malik'in şöyle dediğini rivayet etmektedir. Peygamber (s.a.v.)'ın Ebü Bekir ve Ömer (r.anhum)'ın arkalarında namaz kıldım. Bunlar namaza "elhamdülillahi rabbil alemin"i okuyarak başlıyorlar ve ne kıraatin başında ne de sonunda "bismillahirrahmanirrahim" demiyorlardı. (Müslim, Salat 52)

 

Diğer taraftan bu konuda bizim kabul ettiğimiz görüş çok büyük bir delil ile de ağırlık kazanmaktadır. Bu, aklın kabul ettiği bir husustur. Şöyle ki, Peygamber (s.a.v.)'ın Medine'deki mescidi üzerinden asırlar geçmiş bulunmaktadır. Resulullah (s.a.v.)'ın zamanından İmam Malik'in dönemine kadar (ve günümüze kadar) o mescidde hiçbir kimse Sünnete tabi olduğundan dolayı "bismillahirrahmanirrahim"i okumuş değildir. Bu sizin konu ile ilgili rivayet ettiğiniz hadisleri reddetmektedir.

 

Şu kadar var ki, bizim mezhebimizin ilim adamları, nafile namazlarda besmelenin okunmasını sevap görmüşlerdir. Onun okunacağına dair varid olmuş haberler buna veya bu konuda genişlik bulunduğuna hamledilerek açıklanır. İmam Malik der ki: Nafile namaz kılarken ve Kur'an-ı Kerim'i başkasının huzurunda okurken, besmelenin okunmasında bir mahzur yoktur.

 

İmam Malik'in ve onun mezhebine mensup ilim adamlarının genel görüşü şu ki: Besmele Fatiha'nın da başka bir sürenin de (ilk) ayeti değildir. Farz namaz olsun, başkasında olsun namaz kılan kimse, gizli olsun açıkta olsun besmeleyi okumaz. Bununla birlikte nafilelerde okuması caizdir. İmam Malik'in mezhebine mensup ilim adamlarınca meşhur olan görüş budur.

 

İmam Malik'ten gelmiş bir başka rivayete göre, Besmele nafile namazlarda ve sürenin baş tarafında okunabilir. Ancak Fatiha'nın başında okunmaz.

 

İbn Nafi'in ondan (Malik'ten) rivayetine göre farz ve nafile namazlarda kıraatin başında okunacağını ve hiçbir şekilde terkedilmeyeceğini ifade etmektedir: Medine halkından şöyle diyenler de vardır. Onda -kıraatin başında- bismillahirrahmanirrahim'in okunması mutlaka gereklidir. Bu görüşü savunanlar arasında İbn Ömer ve İbn Şihab da vardır. Şafii, Ahmed, İshak, Ebu Sevr ve Ebu Ubeyd'in görüşü de budur. İşte bu, meselenin ictihadi bir mesele olduğunu, kati olmadığını göstermektedir. Görüşlerini kabul ettiğimiz takdirde, aksi görüşte olan müslümanları tekfir etmek gereken birtakım cahil ve kendisini fukahadan zanneden kimselerin sandıkları gibi değildir. Çünkü bu konuda sözü geçen görüş ayrılığı vardır.

 

Bir grup ilim adamı da Fatiha ile birlikte gizlice okunacağı kanaatindedir.

Ebu Hanife ve es-Sevri bunlardandır. Ömer, Ali, İbn Mes'ud, Ammar ve İbn ez-Zübeyr (r.anhum)'dan bu kanaat rivayet edilmiştir. Aynı zamanda bu elHakem ve Hammad'ın da görüşüdür. Ahmed b. Hanbel ve Ebu Ubeyd de bu görüşte olduklarını belirtmişlerdir. el-Evzai'den de buna benzer bir rivayet gelmiştir. Bunu Ebu Umer b. Abdi'l-Berr "el-istizkar'' adlı eserinde zikretmektedir. Bunlar, görüşlerine bu konudaki rivayetleri delil gösterirler ki bunu Mansur b. Zazan, Enes b. Malik'ten rivayet etmektedir. Enes b. Malik dedi ki: Resulullah (s.a.v.) bize namaz kıldırdı. "bismillahirrahmanirrahim"i okuyuşunu bize işittirmedi. Ayrıca Ammar b. Ruzeyk'in el-A'meş'ten, Onun Şube'den, onun Sabit b. Enes'ten rivayetini de delil gösterirler. Enes dedi ki: Peygamber (s.a.v.)'ın Ebu Bekir ve Ömer'in arkasında namaz kıldım. Onlardan herhangi birisinin "bismillahirrahmanirrahim"i açıktan okuduğunu işitmedim. (Müslim, Salat 50)

 

Derim ki: Bu güzel bir görüştür. Enes'ten gelen rivayetler bu görüşe uygundur. Bununla çelişmemektedir. Bu görüş ile hareket edildiği takdirde besmelenin okunuşu ile ilgili görüş ayrılıklarından da kurtulmak mümkün olur. Said b. Cübeyr'den de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Müşrikler mescidde bulunurlardı. Resulullah (s.a.v.): "Bismillahirrahmanirrahim" diye okuduğunda onlar: İşte Muhammed, Yemame'nin rahmanını -Müseylime'yi kastediyorlar- zikrediyor. Bunun üzerine Hz. Peygamber "bismillahirrahmanirrahim"in gizliden okunmasını emretti ve bu sefer: "Namazında sesinipek yükseltme) fazla da kısma. ikisi ortası bir yol tut.'' (el-İsra, 110) buyruğu nazil oldu. Ebu Abdullah et-Tirmizi el-Hakim der ki: Bu uygulama bu günümüze kadar -illet ortadan kalkmış olmakla birlikte -bu şekil üzere kalmaya devam etti. Nitekim tavafta remel yapılması de illet ortadan kalkmış olmakla birlikte, gündüz namazlarında içten okumakta olduğu gibi kalmış, değişikliğe uğramamıştır.

 

 

6- Besmele ile Başlamanın Hükmü:

 

Ümmet ilim kitaplarının ve risalelerin başlarında Besmele'nin yazılmasının caiz olduğu üzerinde ittifak etmişlerdir. Eğer kitap bir şiir divanı ise, Mücahid'in eş-Şabi'in konu ile ilgili şöyle dediği rivayet edilmektedir: (İlim adamları) Şiirin başında "bismillahirrahmanirrahim" yazılmaması üzerinde icma etmişlerdir.

 

ez-Zühri de der ki: Bismillahirrahmanirrahim'in şiir başında yazılmaması şeklinde uygulama günümüze kadar gelmiştir.

 

Said b. Cübeyr, şiir kitaplarının başında besmelenin yazılacağı görüşündedir. Müteahhir ilim adamlarının çoğunluğu da bu konuda onun görüşünü kabul etmiştir. Ebu Bekr el-Hatib der ki: Bizim tercih ettiğimiz ve müstehap gördüğümüz de budur.

 

 

7 - Sözlük Açısından Besmele:

 

el-Maverdi der ki: Bismillah diyen kimseye "mübesmil (besmele çeken)" denir. Bu kelime müvelled bir kelimedir. Şiirde bu kelime geçer. Ömer b. Ebi Rabia der ki: "Onunla karşılaştığım sabah Leyla besmele çekti Şu mübesmil (besmele çeken) sevgili ne hoştur!"

 

Derim ki. Dil bilginlerinin (fiilde) kullandıkları yaygın şekil "Besmele (besmele çekti)" şeklindedir. Yakub b. es-Sikkit, el-Mutarriz, es-Saalibi ve başka dil alimleri şöyle der: Kişi "bismillah" dediği takdirde "besmele: Besmele getirdi, çekti" denilir. Mesela, bismillah sözünü çokça tekrarlayan bir kimseye fazlaca besmele çektin, denir. Kişi: "La havle vela kuvvete illa billah" dediği takdirde "havkale" denilir. "La ilahe illellah" dediğinde "hellele" : tehlil getirdi" denilir. Sübhanallah dediği takdirde "sebhale: Tesbih getirdi" denilir. "Elhamdülillah" demeye "hamdele"; "hayya alessalah" demeye "haysala";

"Sana feda olayım" demeye "ca'fele"; Allah eksikliğini vermesin" demeye "tabkala" denilir. "Allah seni daim aziz kılsın" demeye "dem'aze" denilir. "Hayyaalel felah" demeye "hayfele" denilir.

 

el-Mutarriz bu deyimlerden: "Hayya alessalah" demeye "haysale" denileceğinden; "Sana feda olayım" demeye "ca'fele" denileceğinden; "Allah ömrünü uzun etsin" demeye "tabkale" denileceğinden ve: "Allah seni daim aziz etsin" demeye "dem'aze" denileceğinden söz etmemektedir.

 

 

8- Besmele Çekilecek Yerler:

 

Şeriat, yemek, içmek, hayvan kesmek, cima', taharet, gemiye binmek ve buna benzer her türlü (meşru) fiilin başında besmele çekilmesini teşvik etmiştir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmaktadır: ''Artık üzerlerine Allah)ın adı anılanlardan yeyin'' (En'am, 118) "Dedi ki: 'Binin içerisine, onun akması da durması da Allah'ın adıyladır.'' (Hud, 41) Resulullah (s.a.v.) da şöyle buyurmaktadır: "Kapını kapat, Allah'ın adını an, kandilini söndür ve Allah'ın adını an. Kabını ört ve Allah'ın adını an, su kabının (kırbanın) ağzını düğümle ve Allah'ın adını an." Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Sizden herhangi biriniz hanımı ile ilişki kurmak istediği takdirde: "Adınla ey Allah'ım, şeytanı bizden uzaklaştır, bize ihsan ettiğin rızıktan da şeytanı uzak tut." diyecek olursa eğer bu ilişkilerinden dolayı çocuklarının doğması takdir edilirse ebediyyen şeytan ona zarar veremez." (Buhari, Tevhid 13; Müslim, Nikah 116)

 

Hz. peygamber, Ömer b. Ebu Seleme'ye şöyle demiştir: "Ey oğul, Allah'ın adını an, sağ elinle ve önünden ye." (Müslim, Eşribe 108)

 

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Yemeğin üzerine Allah adı anılma dığı takdirde şeytan o yemeği kendisine helal bilir.(O yemekten yer)" (Müslim, Eşribe 102)

 

Yine Hz. Peygamber şöyle buyurmaktadır: "Hayvanını kesmemiş olan Allah'ın adı ile kessin." (Buhari, Zebaih 18; Müslim, Edahi 1)

 

Osman b. Ebi'l-As, Hz. Peygamber'e İslam'a girdiğinden beri vücudunda bir ağrı duyduğundan şikayette bulunur. Resulullah (s.a.v.) ona şöyle der:

 

"Elini vücudunun ağrıyan tarafına koy ve üç defa "bismillah" de. Yedi defa da "Duyduğum ve kendisinden çekindiğim şeyin kötülüğünden Allah'ın izzetine ve kudretine sığınırım" de. (Müslim, Selam 67; ibn Mace, Tıb 36)

 

Bütün bunlar, Sahih'te sabittir. İbn Mace ve Tirmizi'nin rivayetine göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Helaya girdikleri takdirde Ademoğullarının avretlerini cinlere karşı örtmeleri "bismillah" demeleri ile olur." (Tirmizi, Cuma, 73; ibn Mace, Taharet 40 )

 

Darakutni de Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) abdest suyuna elini değdirdiği takdirde Yüce Allah'ın adını anar, sonra da ellerine su boşaltırdı. (Darakutni, 1, 72)

 

 

9- Besmele'nin Anlamı:

 

İlim adamlarımız der ki: Besmelede Kaderiye'nin ve onlardan olmayıp işledikleri fiilleri kendi kudretlerinin sonucu ortaya çıkar, diyenlerin görüşleri reddedilmektedir. Bu hususta bu gibi kimselere karşı delil gösterme şekli şöyledir: Şanı yüce, Allah her bir fiile başlama sırasında -önceden de belirttiğimiz gibi- bismillah diyerek başlamamızı emretmektedir

"Bismillah"in anlamı "Allah ile" demektir "Allah ile" buyruğunun anlamı ise, O'nun yaratması ve O'nun takdiri ile ulaşılan sonuçlar elde edilir, şeklindedir İnşaallah buna dair daha etraflı açıklamalar ileride gelecektir. Kimi ilim adamı da şöyle der: "Bismillah ... "ın anlamı Allah'ın yardımı, tevfiki ve bereketi ile başlıyorum, demektir. Bununla Yüce Allah, kullarına kıraat ve buna benzer işlere başlamaları halinde kendi adını anmalarını öğretmektedir. Bu başlangıçları aziz ve celil olan Allah'ın bereketi ile olsun diyedir.

 

 

10- ''İsm'' Kelimesinin Fazladan Kullanılması:

 

Ebu Ubeyde Ma'mer b. el-Müsenna, "bismillah"daki "ism" kelimesinin fazladan kullanıldığı görüşündedir. Buna da Lebid'in şu beyitini delil göstermektedir: " Siz bir yıla kadar (ağlayın mezarımın başında) sonra size olsun selam adı Tam bir yıl ağlayan kimse ise artık mazur görülür."

 

Burada "ad" anlamına gelen "ism" kelimesini şair fazladan zikretmiştir.

Onun anlatmak istediği: "Sonra size selam olsun"dan ibarettir.

Bizim ilim adamlarımız da Lebid'in bu sözlerini "ism"in müsemmanın kendisi olduğuna delil gösterirler. Bu bahiste ve başka yerlerde buna dair açıklamalar -yüce Allah'ın izniyle- ileride gelecektir

 

 

11- Farklı Görüşler:

 

"İsm"in fazladan getirilmesinin ne anlama geldiği hususunda farklı görüşler vardır. Kutub der ki: Bu kelime şanı Yüce Allah'ın zikrinin tazim ve tebcil edilmesi için fazladan konulmuştur. el-Ahfeş de der ki:

 

Bu kelimenin fazladan getirilmesi, yemin hükmünden uzaklaşılıp Allah adı ile teben'ük kasdının gerçekleştirilmesi içindir. Çünkü bu sözün aslı "bismillah" yerine: "billah" şeklindedir. "Billah" ise "Allah adına" anlamına yemin şeklinde de anlaşılabilir.

 

 

12- ''Besmele" de Emir Anlamı:

 

Yine bu kelimenin başına "ba" harfinin gelmesinin ne anlama geldiği hususunda da farklı görüşler vardır. Bu, emir anlamını ifade etmek için mi gelmiştir? O takdirde: Allah adıyla başla, demek olur. Yoksa haber anlamını ifade etmek için mi gelmiştir? O takdirde anlam:

 

Allah'ın adı ile başladım (başlıyorum) olur. Görüldüğü gibi bu konuda iki görüş vardır. Birincisi el-ferra'nın, ikincisi ez-Zeccac'ın görüşüdür.

 

Buna göre her iki açıklamaya göre "bism" lafzı nasb konumundadır. Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: "Benim başlamam Allah adıyladır."

 

Buna göre "bismillah" mübtedanın haberi konumunda merfudur. Haberin hazfedildiği de söylenmiştir. Yani: Benim başlayışım Allah'ın adı ile gerçekleşmiş veya sabit olmuştur, demek olur. Bunu açıkça ifade ettiğimiz takdirde o vakit "bismillah" lafzı, gerçekleşmiş" veya "sabit olmuştur" fiilleri dolayısıyla nasb konumunda olur. Ve bu: "Evde fazlalıklar eklenmiştir" sözüne benzer. Kur'an-ı Kerim'de de Yüce Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: ''Onu hemen kendisinin yanında durduğunu görünce: Bu benim Rabbimin lütfundandır ... dedi. "(Neml, 40) Burada yer alan "yanında" ifadesi nasb mahallindedir. Bu açıklamalar Basralı nahiv alimlerinden rivayet edilmiştir.

 

Takdirin: "Benim başlayışım Allah'ın adı iledir" yahut "O'nun ile sabittir" şeklinde olduğu da söylenmiştir. Buna göre "bism" ifadesi "başlayışım" şeklindeki masdar ile nasb edilmek konumunda olur.

 

 

13- ''Besmele"nin Yazılışı:

 

"Bismillah" Elif'siz olarak yazılır.

 

Çokça kullanıldığı için gerek lafızda gerek yazıda isme bitişik olarak gelen "ba" harfi yazıldığı için Elif'in yazılmasına gerek duyulmaz. Halbuki: "Yaratan Rabbinin adıyla oku" buyruğunda durum böyle değildir. Az kullanıldığı için burada "(biismi): kelimesinde, "be" harfinden sonraki "elif" harfi hazfedilmemektedir. Diğer taraftan (biismi) kelimesindeki "be" harfinden sonra gelen Elif'in "er-Rahman ve el-Kahir" lafızları ile birlikte kullanıldığı takdirde hazfedilip (yazılmayıp) edilmeyeceği hususunda farklı görüşler vardır. el-Kisai ile Said el-Ahfeş elifin hazfedileceği (yaz ılmayacağı) görüşündedirler. Yahya b. Vessab ise: Sadece "bismillah" ile birlikte yazıldığı takdirde elif hazfedilir. Çünkü çokça kullanış burada sözkonusudur, demektedir.

 

 

14- '' Besmele"nin Başındaki ''Bi'':

 

Ba harf-i cerrinin özellikle esreli "bi" şeklinde okunuş sebebi ile ilgili olarak üç farklı görüş ileri sürülmüştür: Söyleyişinin ameline (yani kendisinden sonra gelen ismin sonunu esreli okutmasına) uygun düşmesi içindir, denilmiştir. İkinci görüşe göre "ba" harfi sadece isimlerin başına geldiğinden dolayı özellikle esreli okunur. Çünkü esre ancak isimlerde sözkonusudur. üçüncü görüş ise, bazan isim olabilen harfler ile "ba"yı birbirinden ayırdetmek içindir. Şairin şu sözünde yer alan "kaf" harfi de böyledir (isim yerini tutmaktadır):

 

"Öyle bir atla geri döndük ki, sanki su kuşu idi aramızda, uzaklaşıp gidiyordu." Yani o, bizimle birlikte olan su hayvanı gibi veya ona benzeyen bir hayvandı, anlamındadır ...

 

 

15- "Besmele"deki "ism'' kelimesinin vezni (if'un) şeklindedir.

 

Bu kelimenin sonundan "vav" harfi düşmüştür. Çünkü kökü (...) fiilinden gelmektedir. Çoğulun (...) şeklinde küçültme ismi de: (...) şeklindedir. Bu kelimenin aslının ( vezninin) ne şekilde olduğu ile ilgili olarak görüş ayrılığı vardır. Vezni "fi'l" şeklindedir, denildiği gibi "fu'l" şeklinde olduğu da söylenmiştir. el-Cevheri der ki: Bu veznin çoğulu "esma" şeklinde gelir. "Ciz'" ve "ecza" ile "kufl" ve "ekfal" kelimelerine benzemektedir. Bunların ne şekilde çoğullarının yapılacağı ise ancak kulaktan duyma ile anlaşılır. Bu kelimenin dört ayrı söyleyiş şekli vardır. Esreli olarak "ism" şeklinde, ötreli olarak: "usm" şeklinde. Ahmed b. Yahya der ki: Elifi ötreli okuyan bir kimse bu kelimeyi "semevtu" den türetmekte, esreli olarak okuyan ise "semitu" kökünden türetmektedir. üçüncü bir söyleyiş olarak: "Simun", dördüncü söyleyiş ise "sumun" şeklindedir. Bu söyleyişlere uygun olarak şairlerden birisinin şöyle bir beyiti aktarılmaktadır: "Allah sana mübarek bir ad vermiştir. Bu isim ile Allah seni tercih etmiş, mümtaz kılmıştır." Bir diğer şair de şöyle demektedir:

 

"Bizi hayrete düşürdü bu senemizin başları

Bolluk sahibi diye bilinir fakat herşeyi kuru kuru yer bitirir

eline geçirdiği her kemiği etinden ısrarla sıyırır."

 

Burada geçen (...) kelimesinin ilk harfi hem ötreli hem de esreli olarak okunmuştur.

 

Bir başka şair de şöyle demektedir: "Her sürede adı bulunanın adı ile (başlarım)"

 

(...) kelimesindeki "sin" harfi sakin (cezimli) okunmuştur. Kıyasa aykırı olarak i'lal yapılmıştır. Bu kelimenin elif'i vasıl elifidir. Şair bazan bunu zorunluluk sebebiyle kat' elifi olarak da okuyabilir. el-Ahvas'ın şu beyitinde olduğu gibi: "Ben Malik'in soy kütüğünde aşağılık birisi değilim. Bir isim alan herkes daha sonra bu isminin gereğine sıkı sıkıya riayet etmez."

 

 

16- "ism"e Nisbet:

 

Araplar, "ism" kelimesine nisbet etmek istediklerinde (mensub isim yapmak istediklerinde) (...) derler. Bunun yerine (...) da diyerek olduğu gibi bırakabilirsin. Çoğulu (...) şeklinde (...) kelimesinin çoğulu ise (...) şeklinde gelir. el-Ferra "Allah'ın bütün isimleriyle seni sığındırırım" söyleyişini nakletmektedir.

 

 

17- "ism"in Türediği Kök:

 

"ism" kelimesinin hangi kökten türediği hususunda iki farklı görüş vardır. Basralılar der ki: Bu kelime yükseklik yücelik anlamına gelen "sümuvv" kökünden türemiştir. "İsm" denilmesi bu ismin sahibinin kendisi vasıtasıyla yücelen bir kimse ayarında olması dolayısıyladır. İsmin müsemmayı (ad olduğu şeyi) yükseltip başkalarına üstün kıldığından dolayıdır da denilmiştir. Yine: "İsm"e bu adın veriliş sebebi, sahib olduğu güç sebebiyle sözün diğer iki kısmı olan harf ve fiilden üstün olduğundan dolayıdır. İsmin harf ve fiilden daha güçlü olduğu da icma ile kabul edilmiştir. Çünkü asl olan odur. İşte isim, fiil ve harfe üstün geldiğinden dolayı, ona (üstün anlamında) "ism" adı verilmiştir. Buna göre Basralıların bu hususta üç ayrı açıklaması vardır.

 

Kufeliler der ki: "ism" kelimesi, alamet anlamına gelen "es-simeh" den türemiştir. Çünkü "ism" ad olarak konulduğu şeyin alametini teşkil etmektedir. Buna göre "ism" kelimesinin kökü "ve-se-me" şeklinde olur. Ancak birincisi daha doğrudur. Çünkü bu kelimenin küçültme ismi: "sumeyy", çoğulu ise "esma" şeklindedir. Bir kelimenin çoğulu ve küçültme ismi ise, o kelimenin kökünü bize gösterir. (Kufelilerin açıklamasına aykırı olarak): "vuseym" denilmediği gibi (çoğulunda:) "evsam" da denilmemektedir.

 

Birinci görüşün doğruluğunun bir delili de bu konudaki görüş ayrılığının faydasıdır. Bunun faydası da şudur:

 

 

18- isim ile Sıfat:

 

"ism" kelimesinin yücelik ve üstünlükten türediğini söyleyenler şöyle der: Yüce Allah bütün mahlukatın varlığından önce de onların varolmasından sonra da ve yok olacakları takdirde de (bu üstün) sıfatlara sahiptir. Yüce Allah'ın isim ve sıfatlarında yaratıkların etkisi yoktur. Bu, Ehl-i Sünnet'in görüşüdür. "İsm"in alametten türetildiğini söyleyenler de şöyle demektedir: Ezelden Yüce Allah, isimsiz ve sıfatsız idi. O mahlukatı yaratınca onlar O'na birtakım isim ve sıfatlar izafe ettiler. Onları yok ettiği takdirde yine isimsiz ve sıfatsız kalır. Bu da Mu'tezile'nin görüşüdür. ümmetin icma ile kabul ettiği görüşe muhalif bir görüştür. Bu konudaki hata ve yanlışlıkları "O'nun kelamı mahluktur (yaratılmıştır)" demelerinden daha büyük bir hatadır. Şanı Yüce Allah, onların bu yanlış kanaatlerinden Yüce ve münezzehtir. Bu konudaki görüş ayrılığı dolayısıyla isim ve müsemma hakkında da farklı görüşler ortaya çıkmıştır ki, bunu da bir sonraki mes'elede açıklayalım.

 

 

19- isim ile Müsemma (Ad ile o ad ile anılan):

 

Kadı Ebu Bekr b. et-Tayyib'in naklettiğine göre Hak ehli, ismin müsemmanın kendisi olduğu görüşündedir. İbn Furek de bu görüşü kabul etmiştir. Bu Ebu Ubeyde ve Sibeveyh'in de görüşüdür. Bir kimse: "Allah alımdir (bilicidir)" dediği takdirde onun bu sözü "alim" olmak niteliğine sahip zatına delalet eder. İsmin "alim" olması bizzat müsemmanın kendisinin böyle olduğu anlamındadır. Yine bir kişi: "Allah halıktır (yaratıcıdır)" diyecek olursa halık olan Rabbin kendisidir, der. Ve bu bizatihi isimdir. İsim onlara göre herhangi bir açıklama sözkonusu olmaksızın bizatihi müsemmanın kendisidir.

 

İbnu'l-Hassar der ki: Bid'atçilerden sıfatların varlığını inkar edenler, adlandırmaların zatın dışında bir medlulu olmadığını zanneder. O bakımdan bunlar: İsim müsemmadan başkadır, derler. Allah'ın sıfatlarını kabul edenler ise adlandırmaların medlullerini de kabul eder ve bunlar zatın vasıfları olup bunlar (sıfatlar) ibarelerden (söylenen sözlerden) ayrıdır. Onlara göre bu sıfatlar isimlerin kendileridir. Bakara ve A'raf sürelerinde -yüce Allah'ın izniyle- buna dair daha fazla açıklamalar gelecektir.

 

 

20- "Allah'' Lafza-i Celali:

 

"Allah" lafzı şanı Yüce Rabbimizin en büyük ve en kapsamlı adıdır. Hatta kimi ilim adamları şöyle demiştir: Bu, Yüce Allah'ın ism-i azamı (en büyük ismi)dir. O'ndan başka hiçbir kimseye bu isim verilmiş değildir. Bundan dolayı bu ismin tesniyesi (ikili) ve çoğulu yapılmaz. Şanı Yüce Allah'ın: ''Sen O'nun adıyla başka bir kimsenin adlandırıldığını biliyor musunl" (Meryem, 65) buyruğu ile ilgili iki açıklama şeklinden birisi de budur. Yani onun "Allah" adını alan bir başka kimsenin varlığını biliyor musun?

 

Allah adı, bütün ilahi sıfatları kendisinde toplayan rububiyyetin niteliklerine sahip kendisinden başka hiçbir ilah bulunmayan hak varlığın adıdır.

 

Bunun ibadet edilmek hakkına sahip anlamına geldiği söylenmiştir. Ezelden beri var olan ebediyen var olacak olan vacibu'l-vücud (varlığı zorunlu) anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu ikisinin anlamı arasında da fark yoktur.

 

 

21- "Allah" Lafzının Aslı:

 

Dil bilginleri bu ismin türemiş (müştak) midir, yoksa zat-ı bari'nin özel ismi olmak üzere mi konulmuştur hususunda da farklı görüşlere sahiptir.

 

Birinci görüşü, yani türemiş olduğunu, ilim adamlarının birçoğu kabul etmektedir. Ancak bunun türeme yolu ve asıl kökünün ne olduğu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Sibeveyh, el-Halil'den bunun aslının "Fial" gibi "ilah" şeklinde olduğunu söylediğini rivayet etmektedir. Hemzenin yerine elif ve lam getirilmiştir. (Allah olmuştur.)

 

Sibeveyh der ki: Mesela "en-Nass" kelimesinin aslı da "Unas"dır. Bu kelimenin aslının ''Iahe'' olduğu da söylenmiştir. Bunun başına elif ve lam tazim için getirilmiştir. Sibeveyh'in tercih ettiği görüş budur. Buna delil olarak şu beyiti gösterir: "Saklan, gizlen ben amcan oğluyum, şerefin benden üstün değildir Ve sen benim yöneticim değilsin ki beni yönetesin."

 

el-Kisai ve el-Ferra der ki: "Bismillah"ın anlamı "el- ilahın adı ile" demektir. Hemzeyi hazfederek birinci lamı ikinci lama idğam ettiler ve böylelikle bu ikisi şeddeli lam haline geldi. Yüce Allah'ın şu buyruğunda olduğu gibi: "Fakat ben (muvahhidim) Allah benim Rabbimdir. "(el-Kehf, 38) Burada yer alan (...) kelimesi aslında (...) şeklindedir. Nitekim el-Hasen de böyle okumuştur.

 

Diğer taraftan "Allah" lafzının şaşkınlık ifade eden: "velehe" kökünden türediği de söylenmiştir. el-Veleh: Aklın baştan gitmesi anlamındadır. Nitekim: "Aklı başından gitmiş erkek, aklı başından gitmiş kadın" denilir. Su çöle akıtıldığı takdirde de (...) denilir. Şanı Yüce Allah'ın sıfatlarının hakikatini bilmek, O'nun marifeti üzerinde düşünmek halindeyse, akıllar hayrete düşer ve altından kalkamaz, şaşırır kalır. Buna göre "ilah" kelimesinin aslı "velah"dır. Bu kelimenin başında yer alan hemze "vav" harfinin değişikliğe uğramış şeklidir. Nitekim (kemer anlamına gelen) "işah" kelimesindeki hemze de "vişah" şeklinde "vav" ile; (yastık anlamına gelen) "isade" kelimesindeki hemze vav'a dönüştürülerek "visade" şekline getirilmiştir. Bu açıklama şekli el-Halil'den de rivayet edilmiştir. edDahhak'tan şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah"a, "ilah" denilmesinin sebebi, yaratıkların ihtiyaçlarını ona bildirip sığınmaları, sıkıntılı zamanlarında ona yalvarıp yakarmalarıdır. el-Halil b. Ahmed'in de şöyle dediği nakledilmektedir. Çünkü yaratıklar O'na sığınırlar.

 

(Aynı anlamı ifade etmek üzere) bu kelime (...) şeklinde söylenir.

 

Bu lafzın yükselmek anlamına gelen kökten türediği de söylenmiştir.

 

Araplar yüksekteki her şeye "lah" derlerdi. O bakımdan güneş doğduğu zaman doğuşunu ifade etmek üzere (...) ifadesini kullanırlardı.

 

Tapınıp ibadet etmek için kullanılan "elihe" kelimesinde ve kendisini ibade te verdiği takdirde de kullanılan "teellehe" kelimesinden türediği de söylenmiştir. Yüce Allah'ın (el-A'raf, 127) de yer alan (...) şeklindeki okuyuşu da böyledir. İbn Abbas ve başkaları derler ki: Buradaki bu kelime "sana ibadeti. ... " anlamındadır.

 

Bunlar şöyle demektedirler: O halde Allah lafzı, bu kökten türemektedir.

Şanı Yüce Allah lafzının anlamı ibadette kendisine yönelinen, ibadet ile kastedilendir. Allah'ı tevhid edenleri "La ilahe illellah" şeklindeki sözleri, Allah'tan başka kendisine ibadet edilen yoktur, anlamındadır. Burada yer alan "illa" lafzı başka anlamındadır. Yoksa istisna anlamını ifade etmez.

 

Bazıları da -uzak bir ihtimal olarak- şu iddiada bulunmaktadır: Bu Yüce lafızda asl olan gaib olanı kinaye yoluyla kasteden "ha (hu)" zamiridir. Çünkü bunlar, (Allah'ı tanımanın) akıllarının fıtrı yapısında varolduğunu kabul ederler. O bakımdan O'na bu kinaye (zamir) harfi ile işaret ettiler. Daha sonra mülkiyet ifade eden "lam" harfi eklendi. Çünkü eşyayı yaratanın ve eşyalara malik olanın O olduğunu bilmişlerdir. Böylelikle bu kelime "lehu" şeklini aldı. Daha sonra ta'zim ve hürmet ifade etmek için ona elif ve lam eklendi (böylelikle Allah oldu).

 

İkinci görüş (ki lafzatullahın zat-ı uluhiyyeti kastetmek üzere kullanılmış bir kelime olduğunu kabul edenlerin görüşüdür): Bu görüşü aralarında Şafii'nin Ebu'l-Meali, el-Hattabi, el-Gazzali, el-Mufaddal ve başkalarının da bulunduğu bir grup ilim adamı ileri sürmüştür. el-Halil ve Sibeveyh'ten de şöyle dedikleri rivayet edilmiştir: Elif ve lam bu lafzın ayrılmaz harfleridir. Bu harflerin bu lafızdan hazfedilmeleri caiz değildir. el-Hattabi de der ki: Elif ile lam'ın bu Yüce ismin yapısından olduğunun ve tarif için gelmediklerinin delili bu lafzın başına bu şekli değişmeksizin "nida harfinin" girmesidir. Mesela "ya Allah" diyebiliyoruz. Nida harfleri ise tarif için olan elif ve lam ile birlikte bir arada bulunmaz. Mesela ya Allah dediğimiz gibi ya er-Rahman, ya er-Rahim demeyiz. İşte bu, iki harfin (elif ile lam harflerinin) ismin yapısının birer parçası olduğunu göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

 

22- "er-Rahman" Adı:

 

Yine "er-Rahman" adının türemesi ile ilgili farklı görüşler vardır. Kimisi bu ismin türemiş bir isim olmadığını söylemektedir. Çünkü şanı Yüce Allah'a has özel isimlerdendir. Diğer taraftan eğer bu kelime, "rahmet"den türemiş olsaydı, rahmet olunan ile birlikte de kullanılabilmeli idi ve böylelikle "Allah kullarına rahimdir" denilebildiği gibi "Allah kullarına rahmandır" da denilebilmeli idi. Yine eğer bu isim "rahmet"den türemiş olsaydı Yüce Allah'ın adı olarak bunu işittiklerinde Arapların tepki göstermemeleri gerekirdi. Çünkü o zaman Araplar, Rablerinin rahmet sahibi olduğunu kabul ediyorlardı. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: ''Onlara: Rahmana secde edin denildiğinde onlar: Rahman neymiş.? ... dediler." (el-Furkan, 60) Hudeybiye barışı sırasında da Ali (r.a), Peygamber (s.a.v.)'ın emriyle: "Bismillahirrahmanirrahim" yazınca Süheyl b. Amr şöyle itiraz etmişti: Biz "Bismillahirrahmanirrahim"in ne demek olduğunu bilmiyoruz. Bunun yerine bizim bildiğimiz şeyolan "bismikellahumme" (adın ile Allah'ım) diye yaz.

 

İbnu'l-Arabi der ki: Onların bilmedikleri mevsuf (nitelenen) olan Allah değil, onun sıfatı idi. Buna delil olarak onların "Rahman kimdir?" demeyip "rahman nedir?" demelerini göstermektedir.

 

İbnu'l-Hassar der ki: Sanki o (İbnu'l-Arabi) -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- Yüce Allah'ın başka ayet-i kerimede yer alan: ''Ve onlar Rahmanı inkar ederler" (er-Ra'd, 30) buyruğunu hatırlamamış gibidir.

 

İnsanların cumhuru (çoğunluğu) "er-Rahman" lafzının mübalağa ifade etmek üzere "rahmet" kökünden türemiş ve mebni bir kelime olduğunu kabul etmektedir. Manası ise, eşsiz olan rahmet sahibi demektir. İşte bundan dolayı "er-Rahim" lafzının ikili ve çoğulu yapıldığı gibi bunun iki ve çoğulu yapılmaz.

 

İbnu'l-Hassar der ki: Bu kelimenin türemiş olduğunun delillerinden birisi de Tirmizi'nin rivayet edip sahih olduğunu belirttiği Abdurrahman b. Avf'tan gelen şu rivayettir. Abdurrahman b. Avf, Resulullah (s.a.v.)'ı şöyle buyururken dinlemiş: "Aziz ve celil olan Allah buyurdu ki: Ben Rahmanım. Rahimi (akrabalığı) yarattım ve ona kendi ismimden türeyen bir isim türetip verdim. Kim onun bağına riayet ederse ben de onu bitiştiririm. Kim de onun bağını keserse ben de onu keserim." (Tirmizi, Birr ve Sıla 9)

 

İşte bu hadis-i şerif er-Rahman isminin türemiş olduğunu açıkça ortaya koyan bir nasstır. Buna muhalefetin ve görüş ayrılığına düşmenin anlamı yoktur. Arapların bu ismi tepki ile karşılamalarının sebebi Yüce Allah'ı ve ona karşı yerine getirilmesi gereken görevleri bilmeyişlerinden dolayıdır.

 

 

23- er-Rahman ibranice midir.?

 

İbnu'l-Enbari'nin ''ez-Zahir" adlı eserinde zikrettiğine göre el-Müberred "er-Rahman"ın İbranice bir isim olduğunu bundan dolayı da bununla birlikte er-Rahim isminin de zikredildiğini iddia etmiştir. Bunu ifade etmek üzere de şu beyitler delil gösterilmektedir: "Şerefe nail olamazsınız; ister abanızı ipekle sırmalayın, İster yenbüt (haşhaş) ağacını ufak ağaçlara dönüştürün.

 

İsterseniz (develerin) arkalarından ayrılmayan deve palanlarından ayrılın Ve onların sırtlarını "Rahman ve Kur'an" diye sıvazlamayı bırakın."

 

Ebu İshak ez-Zeccac "Meani'l-Kuran"da şöyle demektedir: Ahmed b. Yahya dedi ki: "er-Rahim" arapça ve "er-Rahman" İbranicedir. İşte bundan dolayı ikisi bir arada zikredilmiştir. Fakat bu kabul edilmeyen bir görüştür.

 

Ebu'l-Abbas der ki: Na't (niteleme) bazan övgü için olur. Mesela, şair Cerir demek bunun gibidir. MutaHif'in Katade'den Yüce Allah'ın: "Bismillahirrahmanirrahim" buyruğunda kendi zatını mehettiğini söylediğini nakletmiştir. Ebu İshak der ki: Bu güzel bir açıklamadır. Kutrub da der ki: Rahman ve Rahimin bir arada zikredilmesi, te'kid için olabilir. Ebu İshak der ki: Bu da güzel bir görüştür. Ve te'kidde büyük bir fayda ,-ardır. Arapların sözünde de bu pek çoktur. Onun için ayrıca delil göstermeye ihtiyaç yoktur. Burada te'kidin faydası ise Muhammed b. Yezid tarafından şöylece açıklanmaktadır: Bu, lütuf üstüne lütuf, nimet ihsanı üzerine nimet ihsanına, bunlara rağbet edenlerin arzularını güçlendirmek ve umanın emelini boşa çıkmaya cağına dair bir vaaddır.

 

 

24- "Rahman" ve ''Rahim'' Arasındaki Fark:

 

Rahman ve Rahim isimleri aynı anlamı mı ifade eder, yoksa iki ayrı anlama mı gelir hususunda da ilim adamları farklı görüşler belirtmişlerdir. "Nedman ve Nedim (pişmanlık duyan)" kelimelerinde olduğu gibi aynı anlama gelirler, denilmiştir. Bu Ebu Ubeyde'nin görüşüdür. Bazıları da fa'lan (rahman kelimesinin vezni) fail (rahim kelimesinin vezni)in binası gibi değildir. Çünkü fa'lan vezni ancak fiilin mübalağalı halini anlatmak için kullanılır. Mesela kızgınlık ile dolup taşmış bir kimse için "Gadban" tabiri kullanılır. Fail vezni ise bazen fail ve mef'ul (yani etken ve edilgen) anlamlarını ifade edebilir. Amalles der ki: "Savaş seni bir defa dişlerinin arasına aldı mı? O vakit sen şefkat duyulan merhamet olunan olursun."

 

Buna göre "er-Rahman" isim olarak özel, fiil olarak genel; "er-Rahim" ise isim olarak genel, fiil olarak özeldir. Bu cumhurun gÖrüşüdür.

 

Ebu Ali el-Farisi der ki: "er-Rahman" bütün rahmet türleri hakkında kulanılan genel bir isim olup yalnız Yüce Allah hakkında kullanılır. "Er-Rahim" ise, mü'minler hakkında kullanılır. Nitekim Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ve mü'minlere çok merhametli (rahim)dir." (el-Ahzab, 43) el-Arzemi der ki: "er-Rahman" yağmurlarla, duyu nimetleriyle ve genel olarak bütün nimetlerle bütün yaratıklarına merhamet edendir. "er .. Rahim" ise, onları hidayete iletmek, onlara lütuflarda bulunmak suretiyle mü'minlere merhametli olandır.

 

İbnu'l-Mübarek der ki: "er-Rahman" kendisinden istendiği zaman verendir. "er-Rahim" ise kendisinden dilekte bulunulmadığı zaman kızıp gazaplanandır.

 

İbn Mace Sünen'inde, Tirmizi de el-Camilnde Ebu Salih'ten, o Ebu Hureyre'den şöyle dediğini rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v.) buyurdu ki: "Allah'tan dilekte bulunmayana Allah gazab eder." Bu lafız Tirmizi'ye aittir. (Tirmizi, Dua 2; Müsned, 2, 477)

 

İbn Mace de der ki: "Yüce Allah'a dua etmeyene Allah gazab eder." (ibn Mace, Dua 1)

 

İbn Mace der ki: Ben Ebu Zur'a'ya bu senette sözü geçen Ebu Salih hakkında soru sorduğumda şöyle dedi: Bu kendisine el-Farisi adı verilen kişi olup Huzistanlıdır. Adını bilmiyorum. Şairlerden birisi de bu anlamı kabul ederek şöyle demiştir:

 

"O'ndan dilekte bulunmayı terkettin mi Allah gazab eder

Adem oğlancığı ise kendisinden istendi mi gazaplanır."

 

İbn Abbas der ki: Bunlar rakik (ince anlamlar ifade eden) iki isimdir. Birisi ötekinden daha rakikdir. Yani daha çok rahmet ifade eder.

 

el-Hattabi der ki: Bu müşkil bir ifadedir. Çünkü rakikliğin Yüce Allah'ın sıfatlarından hiçbirisiyle bir alakası yoktur.

 

el-Huseyn b. el-Fadl el-Beceli der ki: Bu şekildeki bir rivayet ravinin vehminden kaynaklanmaktadır. Çünkü inceliğin (rikkatin) Yüce Allah'ın sıfatlarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu ifadenin doğru şekli: "Bunlar biri ötekinden daha refik (rıfk ve yumuşaklık) olan iki isimdir." Rıfk ise, aziz ve celil olan Allah'ın sıfatlarındandır. Nitekim Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: "Muhakkak Allah refik (yumuşak merhametli) dir, rıfkı sever ve katılığa karşılık olarak vermediği şeyleri rıfka karşılık olarak verir." (Müsned, IV, 87)

 

 

25-  ''er-Rahman" Adı:

 

İlim adamlarının çoğunluğu, "er-Rahman"ın Yüce Allah'ın özel ismi olup başkasına verilmesinin caiz olmadığı kanaatindedir. Yüce Allah'ın şu buyrukları bunu göstermektedir: "De ki: ister Allah diye dua edin ister Rahman diye dua edin. "(el-İsra, 110) Burada görüldüğü gibi er-Rahman adı başkasının ortaklığının sözkonusu olmadığı diğer adı olan "Allah" lafzına denk ve eşit olarak zikredilmiştir. Bir başka yerde de şöyle buyurmaktadır: "Senden önce gönderdiğimiz peygamberlerimize sor: Rahman'dan başka ibadet edılecek tanrılar kılmış mıyız?"(ez-Zuhruf, 45) Burada Yüce Allah, ibadete hak kazananın "Rahman" olduğunu haber vermektedir. Müseylime el-Kezzab (Allah'ın laneti üzerine olsun) kendisine "rahmanu'l-yemame" adını vermek cesaretini göstermiştir. Müseylime kendisine bu adı verir vermez, hemen onun kulağına "el-Kezzab (çok yalancı)" şeklindeki sıfatı ulaşıverdi. Bundan dolayı şanı Yüce olan Allah, "el-Kezzab" sıfatını onun adının ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. Her ne kadar her kafir, aynı zamanda yalancı ise de bu nitelik Müseylime'nin kendisi ile tanındığı bir özel sıfat halini almış ve Yüce Allah, bu niteliği onun adının ayrılmaz bir parçası haline getirmiştir. er-Rahman adı ile ilgili olarak onun Yüce Allah'ın ism-i a'zamı olduğu da söylenmiştir. Bunu İbnu'l-Arabi zikretmiştir.

 

 

26- ''er-Rahim" Adı:

 

"er-Rahim" yaratıklar için mutlak bir niteliktir. "er-Rahman" isminde genel bir anlam bulunduğundan dolayı bizim sözlerimizde de tenzile (vahye) uygun olarak "er-Rahim" den önce zikredilmiştir. Bu el-Mehdevi'nin açıklamasıdır.

 

Şöyle de denilmiştir: er-Rahim'in anlamı, sizin Allah'ı ve er-Rahman'ı bulmanız er-Rahim iledir. Çünkü er-Rahim, Muhammed (s.a.v.)'ın niteliğidir. Yüce Allah, onu şu buyruğunda böyle nitelemiştir: ''O rauf (çok şefkatli) ve rahim (çok merhametli) dir." (et-Tevbe, 129) Bu açıklamayı yapan, mananın şöyle olduğunu kastetmiş gibidir: "Bismillahirrahmani ve birrahimi" yani ve Muhammed (s.a.v.) aracılığıyla bana ulaştınız. Yani ona uymak ve onun getirdiklerine tabi olmak sayesinde sizler benim sevabımı, lütuf ve ihsanımı ve vechime nazarı elde edebildiniz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

 

 

27- "Besmele"nin Genel Anlamı'na Dair Bazı Rivayetler:

 

Ali b. Ebi Talib (k.v)'den Yüce Allah'ın: "Bismillah" lafzı ile ilgili olarak şöyle dediği rivayet edilmiştir: O, her türlü hastalığa karşı şifa ve her türlü devaya karşılık da bir yardımdır. "er-Rahman" ise ona iman eden herkese yardımdır. Bu, kendisinden başkasına bu ismin verilemeyeceği zatın adıdır. "er-Rahim" ise tevbe edene, iman edip salih amel işleyene merhametlidir demektir.

 

Kimisi, bu lafzı (yani bismillahirrahmanirrahim'i) harfleri esas alarak açıklamıştır. Osman b. Affan'dan rivayet edildiğine göre o, Resulullah (s.a.v.)'e "bismillahirrahmanirrahim"in açıklamasını sormuş o da şöyle buyurmuş:

 

"Ba, Yüce Allah'ın belası (sınaması) ruhu, aydınlığı, parlaklığı ve yüceliği; sin Yüce Allah'ın üstünlüğü, mim Allah'ın mülkü demektir. Allah kendisinden başka hiçbir ilah olmayandır. Rahman ise, yarattıklarından iyi olana da kötü ve günahkar olana da merhametli olan demektir. Rahim ise, özellikle mü'minlere karşı şefkatli ve merhametli olan demektir."

 

Ka'b el-Ahbar'ın da şöyle dediği rivayet edilmektedir: Ba, Yüce Allah'ın göz kamaştırıcılığı, sin Yüceliği demektir. O'ndan Yüce hiçbir şey yoktur. Mim onun mutlak malikiyetini ifade eder. O, herşeye kadir olandır. O'na karşı hiçbir kimse çıkamaz, mağlup edemez.

 

Şöyle de denilmiştir: Her bir harf, Yüce Allah'ın isimlerinden birisinin başlangıcıdır. Ba basir adının, sin semi' adının, mim me lik adının, elif Allah adının, lam latif adının, ha hadi adının, ra razık adının, ha halim adının, nun nur adının birinci harfidir. Bütün bunların anlamı ise, herşeyin başlangıcı esnasında şanı Yüce Allah'a dua etmektir.

 

 

28- Besmele ile Fatiha'nın Okunuşu:

 

(Besmelenin son kelimesi olan) "er-Rahim" lafzının "elhamdülillah" ile bitişik okunması hususunda ihtilaf edilmiştir. ümm Seleme'den rivayet edildiğine göre Peygamber (s.a.v.), mim harfini sükunlu okuyup vak'f yapar ve maktu' bir elif ile başlayarak: (...) şeklinde okurdu.

 

Kufelilerden bir grup bu şekilde okumuştur. Ancak çoğunluk ise: (...) şeklinde okumuşlardır. Yani "er-Rahimi" şeklinde esreli ve "elhamdü"deki elif'i vaslederek .... er-Rahimi'l-Hamdü ... (şeklinde) okursun.

 

el-Kisai, kimi arapların, mim harfini üstünlü ve elif'in vasledilmesi şeklinde er-Rahime'l-Hamdü ... diye okuduğunu nakletmektedir. Bu, şöyle açıklanır:

Mim harfi sükunlü okunur, elif kat' ile okunur. Sonra elifin harekesi mime aktarılarak elif hazfedilir.

 

İbn Atiyye der ki: Bildiğim kadarıyla bu herhangi bir kimsenin kıraati olarak rivayet edilmemiştir. Yahya b. Ziyad'ın Yüce Allah'ın: (...) buyruğunu okuyuşu ile ilgili görüşü de böyledir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

KAYNAKLAR