AŞURA |
Aşure gününün tayini
konusunda iki ayrı görüş vardır. Kimi alimlere göre Aşure günü, Muharrem ayının
9. günü, kimilerine göre 10. günüdür. Bu ihtilafa sebep bu konudaki haberlerin
farklı anlaşılması ve kelimenin aslının arapçadaki kullanılışıdır.
SahabiNve Tabiu'nun
büyük çoğunluğu ile imam Malik, Şafii ve Ahmed b. Hanbel'e göre, aşure günü
Muharrem ayının 10. günüdür: arapçada on manasına gelen kelimesinden
alınmıştır. Bu durumda gün, geçmiş geceye izafe edilmiş olur.
Tirmizi'nin İbn Abbas
(r.anhuma)'dan rivayet ettiği şu haber bu görüşü kuvvetlendirmektedir:
"Rasulullah (s.a.v.) Aşure gününün (yani) onuncu günün orucunu
emretti."
İbn Abbas (r.anhuma)
Aşure gününün, Muharremin dokuzuncu günü olduğu görüşündedir. Bu durumda gün,
sonraki geceye izafe edilmiş olur.
Müslim, Ebü Davud ve
Tirmizi'nin rivayetlerine göre Hakem b. el-A'rac şöyle demiştir: "İbn
Abbas'ın yanına vardım. O zemzemin yanında ridasım yastık edinmiş uzanıyordu.
Kendisine: Bana aşure gününü haber ver hangi gün oruç tutayım? dedim.
Muharrem'in hilalini gördüğün zaman say, dokuzuncu günü oruçlu olarak sabahla,
dedi. Rasulullah (s.a.v.) böyle mi yapardı? dedim. Evet, dedi.
Bu haber, aşure gününün
Muharrem ayının dokuzuncu günü olduğunu gösterir. Ancak bu, muteber değildir.
Çünkü Peygamber (s.a.v.) sadece Muharremin 10. günü oruç tutmuş ömrünün sonunda
da dokuzuncu günü de tutmaya azmetmiş, fakat nasib olmamıştır.
İbn Abbas'ın,
"Dokuzuncu gün oruçlu olarak sabahla" sözü, aşure gününün Muharremin
dokuzuncu günü olmasına delil teşkil edemez. Çünkü onun dokuzuncu günü oruçlu
olmayı onuncu güne eklemek için emretmiş olması mümkündür. Ahmed b. Hanbel'in
İbn Abbas'tan rivayet ettiği şu haber de bu ihtimali güçlendirir: "Aşure
günü oruç tutunuz ve yahudilere muhalefet ediniz. Ondan bir gün önce veya bir
gün sonra da oruç tutunuz."
Demek oluyor ki, Aşure
günü alimlerin büyük çoğunluğuna göre Muharrem ayının onuncu günüdür. (Ebu
Davud şerhinden alıntı).
Daha geniş bilgi: Aşure
Günü ilk olarak Musa (a.s.) ve Ben-i İsrail’in Kızıl deniz’den geçtikleri gün
idi Kurtubi tefsirinde Bu gün ve Aşure’ye dair ayrıntılar aşağıda:
Bakara suresi ayet: 50.
Hani Biz, sizin için denizi yarıp sizi kurtarmış, Firavun hanedanını ise
kendiniz görüp dururken suda boğmuştuk.
Bu sayfadaki başlıklar
sırasıyla şöyle:
Boğulanlar
ve Kurtulanlar:
Kurtulanlar
ve Boğulanlar:
İsrailoğullarının
Kurtarılması ile ilgili Görüşler:
Hz.
Musa ve Beraberindekilerin Kurtuldukları Diğerlerinin de Boğuldukları Gün: (10
Muharrem, Aşura Günü):
Aşura
Günü Orucu:
Aşura
Günü Muharrem'in Kaçıncı Günüdür?:
Aşura
Günü Orucunun Fazileti:
İsrailoğullarının
Gözleri Önünde Boğulan Firavun:
Boğulanlar ve
Kurtulanlar:
"Hani Biz, sizin
için denizi yarıp sizi kurtarmıştık." Deniz yarılmış, her bir tarafı kocaman
bir dağ gibi olmuştu. Ayet-i kerimede geçen "fark" ayırmak demektir.
Saçın ayrıldığı yere de "fark" denildiği gibi, Furkan kelimesi de bu
kökten gelmektedir. Çünkü Furkan hak ile batılı birbirinden ayırır. Yüce
Allah'ın: "Tam anlamıyla ayırd edenlere .. "(el-Mürselat, 4) buyruğu
da bu anlamdadır. Kasıt hakkı batıldan ayırdeden buyrukları indiren
meleklerdir. ''Furkan günü" (el-Enfal, 41) kelimesi de bu kökten
gelmektedir. Furkın gününden kasıt ise Bedir günüdür. Çünkü o günde hak ile
batıl birbirinden ayırdedilmiştir. "Biz, bunu bir Kur 'an olarak Giyet
ayet) ayırdık"(el-İsra, 106); yani onun hükümlerini etraflı bir şekilde
açıkladık ve sapasağlam kıldık. ez-Zührı ise bu kelimeyi ''r'' harfini şeddeli
olarak (...) şeklinde okumuştur. Biz onu kısım kısım kıldık, anlamındadır.
Ayet-i kerimede geçen
(...) kelimesinde yer alan "be" harfi "Iam" anlamındadır.
Yani ': .. sizin için ... "anlamındadır (Meal'de olduğu gibi.) Bir görüşe
göre ise buradaki bu harf yerindedir ve kendi anlamındadır. Yani sizin denize
girmenizle birlikte biz denizi ayırdık. Yani İsrailoğulları iki su arasında yol
aldılar ve onlar vasıtasıyla sular ayrılmış oldu. Bu daha güzel bir açıklamadır
ve bunu bir başka yerde geçen "Deniz (ikiye) ayrılıp ... " (eş-Şuara,
63) buyruğu açıklamaktadır.
"Deniz
(el-Bahr)"ın ne olduğu bilinmektedir. Ona bu adın verilmesi genişliği
dolayısıyladır. Attığı adımları geniş, yani adımların arasındaki mesafe pek çok
olan at hakkında "feresun bahrun" denilir. Peygamber efendimizin Ebü
Talha'nın atı Mendup hakkında: "Biz onu bir deniz (bahr) bulduk.'' hadisi
de bunu ifade etmektedir. Bu kelime aynı zamanda tuzlu su anlamına da gelir.
Suyun tuzu arttığı zaman da bu kökten gelen kelime kullanılır. Şair Nusayb der
ki: "Yerin suyu denize döndü ve bu artırdı Hastalığımı tatlı sular tuzlu
oldu diye."
Bahr aynı zamanda belde
anlamına da kullanılır. Beldemiz anlamında "bu bizim bahrımızdır"
denir. el-Umevı der ki: Bahr, insanın yakalandığı sülal (verem ve benzeri ciğer
hastalıkları) demektir. Bu kelime, "açık ve belirgin" kaya vb. gibi
şeyler hakkında da kullanılır.
Ka'b el-Ahbar'ın şöyle
dediği rivayet edilmiştir: Allah'ın Sandafayil adında bir meleği vardır. Bütün
denizler onun baş parmağının küçük bir çukuru içindedir. Bunu Ebü Nuaym, Sevr
b. Yezid, o Halid b. Ma'dan, o da Ka'b yoluyla rivayet etmiştir.
Kurtulanlar ve
Boğulanlar:
Yüce Allah'ın:
"Sizi kurtarmıştık" buyruğu yani sizi o denizden salimen çıkarmıştık,
demektir. Kurtardım, anlamında (...) ile (...) şekilleri kullanılır. Her iki
şekilde, de okunmuştur. Bir önceki ayet-i kerimede (...) şeklinde, bu ayet-i
kerimede de (...) şeklinde gelmiştir. Ayet-i kerimedeki "Firavun
hanedanını ise .. suda boğmuştuk." (...) suda boğuldu, demektir. Suda
boğulana da (...) denilir. Ebü Necm'in şu mısraında olduğu gibi: " ....
kimisi öldürülmüş, kimisi su üstünde kimisi de suda boğulmuştu."
Başkası tarafından suda
boğulanı anlatmak üzere (...) ile (...) denilir. Başkası tarafından bu şekilde
boğularak öldürülen kimse hakkında da (...) denilir. Mesela, gümüş ile süslenmiş
bir yulara (...) denilir. (...) öldürmek demektir. el-A'şa der ki: "Keşke
Kays'ı eb eler öldürmüş olsaydı." Çünkü ebeler kıtlık yıllarında erkek
olsun dişi olsun yeni doğan çocuğu eşi ile birlikte gelen suda boğar öldürürdü.
Daha sonra her türlü öldürme işine bu şekilde "tağrık" denilir oldu.
"Genç, dişi gebe
develer ikinci yavrusunu eşinin suyunda boğarlarsa Uçsuz bucaksız çöllerde
artık henüz hilkati tamamlanmamış ölü yavrusuna şefkati (hiç) olmaz."
Yavrusuna karşı şefkatli
olmayışının sebebi ise ona gebe kaldığı sürece çektiği sıkıntı ve
yorgunluklardır.
İsrailoğullarının
Kurtarılması ile ilgili Görüşler:
Taberi'nin naklettiğine
göre Musa (a.s.), Mısır topraklarından geceleyin İsrailoğullarını alıp yürümesini
emreden bir vahiy almıştı. Bunun üzerine Hz. Müsa, Kıptilerden süs ve diğer
eşyalarını ariyet olarak almalarını emretti. Allah, bunu İsrailoğullarına helal
kılmıştı. Hz. Müsa, gecenin bastırması ile birlikte onlarla yola koyuldu.
Firavun bunu haber alınca, horozlar ötmeye başlamadıkça kimse onların
arkasından gitmesin, dedi. O gece Mısır'da hiçbir horoz ötmedi. Allah, o gece
Kıptilerin birçok çocuğunun canını aldı. Bunun üzerine çocuklarını defnetmek
işleriyle uğraştılar ve arkasından güneşin doğduğu sırada onları takib etmeye
koyuldular. Nitekim Yüce Allah: ''Güneş doğarken onların ardından gittiler''
(eş-Şuara, 60) diye buyurmaktadır. Hz. Müsa da denize ulaşıncaya kadar denize
doğru ilerledi. O sırada İsrailoğullarının sayısı altıyüz bin kişiye yakındı.
Firavun ile birlikte bulunanların sayısı ise bir milyon ikiyüz bin kişi idi.
Firavunun Hz. Müsa'nın arkasında bir milyon atlı ile gittiği ve kısraklıların
bu sayının dışında olduğu belirtilmiştir. Denildiğine göre İsrail -ki Ya'kub
aleyhisselamdır- Mısır'a çocukları ve torunlarından oluşan yetmiş altı kişi ile
birlikte girmişti. Yüce Allah, onların sayılarını çoğaltmış, soyundan
gelenlerin bereketini artırmıştı. Nihayet Firavun'dan kaçtıkları günü denize
çıktıklarında yaşlılar, çocuklar ve kadınların dışında altıyüzbin savaşçı
idiler.
Ebu Bekr Abdullah b.
Muhammed b. Ebi Şeybe der ki: Bize Şebabe b. Sevvar, Yunus b. Ebi İshak'tan, o
Ebu İshak'tan, o Amr b. Meymun'dan, o Abdullah b. Mes'ud'dan rivayet ettiğine
göre Müsa (a.s) İsrailoğullarını geceleyin yola koyulduğu sırada, Firavun'a bu
durumun haberi ulaştı. O bir koyunun kesilmesini emretti, sonra da şöyle dedi:
Allah'a yemin ederim bu koyunun yüzülmesi daha bitmeden önce huzurumda Kıpti
altıyüzbin kişi toplanıp gelecektir. Hz. Müsa da denize varıncaya kadar yoluna
devam etti. Denize: "ayrıl" dedi. Deniz ona: Ey Müsa, sen oldukça
büyüklendin. Ben Ademoğlundan kime ayrıldım ki senin için ayrılayım? O sırada
Müsa ile birlikte atı olan bir adam vardı. Bu adam ona: Ey Allah'ın peygamberi,
sana hangi tarafa doğru gitme emri verildi? diye sorunca Hz. Müsa ona: Bana bu
yöne gitmekten başka bir yere gitmek üzere emir verilmiş değildir, dedi. Bunun
üzerine adam, atını denize sürdü, denizde bir süre yüzüp çıktı. Tekrar: Ey
Allah'ın peygamberi hangi tarafa gitmek üzere sana emir verildi? deyince yine
Hz. Müsa: Bana bu taraftan başka bir yere gitmeme dair emir verilmiş değildir,
dedi. Adam: Allah'a yemin ederim yalan söylemediğin gibi sen yalanlanmazsın da.
Sonra ikinci bir defa atını denize sürdü ve denizden çıkıncaya kadar yüzmeye
devam etti. Yine: Ey Allah'ın peygamberi, hangi tarafa gitmek üzere sana emir
verildi? diye sorunca Hz. Müsa: Bana bu yöne gitmekten başka bir tarafa gitmem
emredilmiş değildir, dedi. Adam yine, Allah'a yemin ederün yalan söylemediğin
gibi sen yalanlanmazsın, dedi. Bunun üzerine Allah Hz. Müsa'ya: "Asan ile
denize vur" (eş-Şuara, 63) diye vahyetti. Hz. Müsa asasını denize vurunca
"ardından deniz ikiye ayrıldı, her bir tarafı büyük bir dağ gibi oldu.
"(eş-Şuara, 63) Deniz de on iki sıbt (kol) için on iki kola ayrıldı. Her
bir kolun bir yolu vardı ve birbirlerini de görüyorlardı. Şöyle ki denizin
kollarının arasından delikler ve pencereler oldu ve birbirlerini bu delik ve
pencerelerden görebiliyorlardı. Hz. Müsa ve beraberindekiler oradan çıkıp,
Firavun ile birlikte bulunanlarsa dikilip kalınca deniz onların üzerlerine
kapandı ve onları suda boğdu.
Anlatıldığına göre bu
deniz Kızıldenizdir. Hz. Müsa ile birlikte atı üzerinde bulunan adam ise onun
yanındaki genç delikanlı Yüşa b. Nün idi. Şanı Yüce Allah da denize: Sana asası
ile vurduğu vakit Müsa için ayrıl, diye emir verdi. Deniz, o geceyi
çalkalanarak geçirdi. Sabah olunca Müsa denize vurdu ve Hz. Müsa denize: Ebu
Halid künyesini verdi. Bunu da İbn Ebi Şeybe zikretmiştir.
Müfessirler bu hususa
dair pek çok kıssalar zikrederler. Bizim zikrettiğimiz bu miktar ise
yeterlidir. Ayrıca Yunus ve şuara sürelerinde -yüce ALLAH'ın izniyle- daha
fazla açıklamalar da gelecektir.
Hz. Musa ve
Beraberindekilerin Kurtuldukları Diğerlerinin de Boğuldukları Gün: (10
Muharrem, Aşura Günü):
Yüce Allah
İsrailoğullarının kurtuluşunu, Firavun hanedanının suda boğuluşunu sözkonusu
ettiği halde, bunun hangi gün gerçekleştiğini zikretmemektedir. Müslim'in İbn
Abbas'tan rivayetine göre, Resulullah Medine'ye geldiğinde Yahudilerin aşura
günü oruç tuttuklarını görür. Resulullah (s.a.v.) onlara: "Oruçla
geçirdiğiniz bu günün mahiyeti nedir" diye sorar, onlar: Bu büyük bir
gündür, derler. Bu günde Allah, Musa ve kavmini kurtarmıştır. Firavun ve kavmini
ise suda boğmuştur. Musa şükür olmak üzere bugün oruç tuttu, o bakımdan biz de
bugünü oruçlu geçiriyoruz. Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Biz Musa'ya
sizden daha yakınız ve ona daha layıkız." Hz. Peygamber bu gün oruç
tuttuğu gibi oruçla geçirilmesini de emretti.
Bu hadisi, Buhari de İbn
Abbas'tan rivayet etmiş ve Peygamber (s.a.v.)'ın ashabına: "Sizler Musa'ya
bunlardan daha yakınsınız, o bakımdan oruç tutunuz" diye emir
buyurmuştur.
Aşura Günü Orucu:
Bu hadis-i şeriflerin
zahiri, Peygamber (s.a.v.)'ın aşure günü orucunu tuttuğunu ve bu günün oruçla
geçirilmesini emrettiğini göstermektedir. Bu emri yahudilerin kendisine haber
vermesi üzerine Hz. Musa'ya uymak üzere vermiş görünmektedir. Ancak durum böyle
değildir. Çünkü Hz. Aişe (r.anha) şöyle demiştir: Aşure gününde Kureyşliler
cahiliyye döneminde oruç tutarlardı. Resulullah (s.a.v.) da cahiliyye döneminde
yine bu günde oruç tutardı. Medine'ye geldiğinde bu günde oruç tuttuğu gibi
aynı şekilde ashabına da oruç tutmalarını emretti. Ramazan orucu farz kılınınca
Hz. Peygamber aşura günü orucunu terketti, dileyen onu tutar, dileyen terkeder.
Bu hadisi Buhari ve Müslim rivayet etmişlerdir.
Denilse ki:
Kureyşlilerin bu günü yahudilerin kendilerine haber vermeleri üzerine tutmuş
olmaları da mümkündür. Çünkü Kureyşliler yahudilerin anlattıklarını dinler,
onlardan bilgi alırlardı. Çünkü Kureyşlilere göre yahudiler, ilim sahibi
kimselerdi. Buna dayanarak Peygamber (s.a.v.) da bu günü cahiliyye döneminde
yani henüz Mekke'de iken oruçla geçirmişti. Medine'ye gelince yahudilerin de bu
günde oruç tuttuklarını görünce: "Bizler size göre Musa'ya daha yakınız,
daha öncelikliyiz" demiş ve Hz. Musa'ya tabi olarak bu günü oruçla
geçirmiş, ayrıca bu günde oruç tutulmasını da emretmişti. Bu konudaki emrini de
pekiştirmişti .. O kadar ki küçük çocuklar dahi bu günde oruç tutarlarmış.
Buna karşılık cevabımız
şu olur: Bu, Peygamber (s.a.v.) belki de Hz. Müsa'nın şeriatine uygun ibadet
eder idi, diyenlerin bir şüphesidir. Durum böyle değildir. Nitekim bu hususu
ileride Yüce Allah'ın: ''O halde sen de onların hidayetlerine uy"
(el-En'am, 90) buyruğuna dair açıklamalarda bulunurken bir daha ele alacağız.
Aşura Günü Muharrem'in
Kaçıncı Günüdür?:
Aşure gününün Muharrem'in
dokuzuncu günü mü, onuncu günü mü olduğu hususunda farklı görüşler vardır. İmam
ŞafiI, dokuzuncu günü olduğu kanaatindedir. Çünkü el-Hakem el-A'rec'in şöyle
dediği rivayet edilmiştir: İbn Abbas (r. anhuma)'ın yanına Zemzem kuyusu
yakınında cübbesine yaslanmış olduğu bir sırada vardım ve ona: Aşure günü orucu
hakkında bana bilgi ver dedim, şöyle dedi: Muharrem hilalini görünce saymaya
başla ve dokuzuncu günü oruçlu sabahla. Ben: Muhammed (s.a.v.) bu günü bu
şekilde mi oruçlu geçirirdi, diye sordum, o: Evet, dedi. Bu hadisi Müslim
rivayet etmiştir.
Said b. el-Müseyyeb,
Hasan-ı Basri, Malik ve seleften bir topluluk onuncu günü olduğu kanaatindedir.
Tirmizi (sözü geçen) bu el-Hakem'in rivayet ettiği hadisi zikretmiş fakat sahih
ve hasen olmakla nitelendirmeksizin arkasından şöyle demiştir:
Bize Kuteybe bildirdi.
Bize Abdülvaris Yunus'tan bildirdi. Yunus el-Hasen'den o İbn Abbas'tan
rivayetle dedi ki: Resulullah (s.a.v.) aşure günü yani onuncu günü oruç
tutmamızı emretti. Ebü İsa (Tirmizi) der ki: İbn Abbas'ın hadisi hasen, sahih
bir hadistir. Tirmizı der ki: İbn Abbas'tan da dokuz ve onuncu günü oruç
tutunuz, böylelikle yahudilere muhalefet ediniz, dediği de rivayet edilmiştir.
Şafii, Ahmed b. Hanbel ve İshak'ın görüşleri bu hadise uygundur. Tirmizı'den
başkaları ise şöyle demiştir: İbn Abbas'ın soru sorana: "Sen günleri say
ve dokuzuncu günü oruçlu sabahla" derken, bu ifadesinde onuncu günü
orucunu terketmeye dair bir delil yoktur. Aksine dokuzuncu günü onuncu gün ile
birlikte oruç tutmayı istemiştir. Bu görüşte olanlar derler ki: Buna göre bu
iki günde oruç tutulduğu takdirde konu ile ilgili hadisler bir arada
cem'edilmiş (ikisi gereğince amel edilmiş, te'lif edilmiş) olur. el-Hakem'in
İbn Abbas'a: Muhammed (s.a.v.) bu günde bu şekilde mi oruç tutardı? diye
sorması üzerine İbn Abas'ın: Evet demesinin anlamı, eğer yaşamış olsaydı öyle
tutardı, demektir. Yoksa Peygamber (s.a.v.) hiçbir zaman dokuzuncu günü oruç
tutmuş değildir. Nitekim bunu İbn Mace'nin Sünen'inde, Müslim'in de Sahih'inde
İbn Abbas'tan rivayet ettikleri şu hadis böylece açıklamaktadır. İbn Abbas der
ki: Resulullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: "Eğer gelecek sene hayatta kalacak
olursam dokuzuncu günü oruç tutarım."
Aşura Günü Orucunun
Fazileti:
Ebü Katade'den gelen
rivayete göre Peygamber (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
"Aşure günü oruç
tutmanın geçen senenin günahlarının bağışlanmasına vesile olacağını Allah'tan
ümid ederim." Bu hadisi Müslim ve Tirmizi rivayet etmiş olup Tirmizi şöyle
demiştir: Bizler Hz. Peygamber'in Ebü Katade'den gelen bu hadis-i şerif dışında
herhangi bir rivayette: "Aşure günü orucunu tutmak bir senenin günahlarına
keffarettir" dediğini bilmiyoruz.
İsrailoğullarının
Gözleri Önünde Boğulan Firavun:
Yüce Allah'ın:
"Kendiniz görüp dururken" buyruğu hal konumunda bir cümledir. Yani
gözlerinizle görüp dururken demektir. Denildiğine göre İsrailoğulları, Firavun
hanedanının suyun üstüne çıktıklarını ve onların suda boğulmakta olduklarını
görürken kendilerinin de kurtulduklarını gördüler. Bu ise çok büyük bir
lütuftur. Şöyle de denilmiştir: Firavun hanedanını gözleriyle görünceye kadar
boğuldukları suyun üstüne çıkarıldılar. Bu ise lütuf üstüne bir lütuftur. Yine
denildiğine göre "siz görüp dururken" buyruğu, ibret gözüyle bakarken
demektir. Çünkü İsrailoğulları gözleriyle durup bakamayacak kadar meşgul
idiler.
Bir diğer açıklamaya
göre, bunun anlamı şudur: Eğer siz bakmış olsaydınız, bakanın durumunda
olurdunuz. Mesela, görmüş ve işitmiş gibisin, demek böyledir. Yani dilediğin
takdirde sen bunu görüp işitebilecek haldesin. Bu ve birinci görüş
İsrailoğullarının durumlarına daha uygun görünmektedir. Çünkü denizden
çıktıktan sonra İsrailoğullarının ibret almamaları ardı arkasına gelmiş
olaylarla ortaya çıkmıştır. Yüce Allah, onları boğulmaktan kurtarıp
düşmanlarını suda boğunca: Ey Müsa, Firavun'un suda boğulduğuna bir türlü
kalpten inanamıyoruz, dediler. Nihayet Yüce Allah, denize emir buyurdu, deniz
onu kenara attı ve gözleriyle ona bakıp durdular.
Ebü Bekr b. Ebi Şeybe,
Kays b. Ubad'dan naklettiğine göre İsrailoğulları: Firavun ölmedi, o hiçbir
zaman da ölecek değildir, deyince Yüce Allah, onların Yüce peygamberini
yalanladıklarını işitir işitmez, Firavun'u kırmızı bir öküzmüş gibi
İsrailoğullarının gözleri önünde görecekleri bir şekilde denizin kıyısına attı.
Onun boğulduğundan emin olup da kara yoluyla Firavun'un bulunduğu şehirlere
gittiler ve nihayet onun hazinelerini taşıdılar, ni'metlere gömüldüler. Bu
esnada kendilerine ait olan birtakım putların önünde ibadet eden bir topluluk
gördüler. Bunun üzerine Hz. Müsa'ya: Ey Müsa, bunların putları olduğu gibi sen
de bize bir ilah yap, dediler. Hz. Müsa bundan dolayı onları azarlayıp şöyle
dedi: O sizleri bütün alemlere -yani kendi çağlarındaki alemlere- üstün kılmış
iken ben sizin için Allah'tan başka bir ilah mı arayayım, dedi ve kendilerine
atalarının yurtları olan Arz-ı Mukaddese doğru yol almalarını ve Firavun'un
ülkesinin pisliklerinden arınmalarını emretti. O sırada Arz-ı Mukaddes zorba
bir topluluğun elinde bulunuyordu ve o araziye egemenlik kurmuşlardı.
İsrailoğulları bu zorbaları Arz-ı Mukaddes'ten savaşmak yoluyla çıkarmak
gereğini duydular ve bunun üzerine Hz. Müsa'ya şöyle dediler: Sen bizi bu
zorbalara kartalın avından aldığı bir lokma gibi sunmak mı istiyorsun? Eğer sen
bizleri Firavun'un elinde bırakmış olsaydın bu bizim için daha hayırlı olurdu.
Hz. Müsa'nın onlara: ''Kavmim, Allah'ın sizin için yazdığı (takdir ettiği)
Arz-ı Mukaddese gidin .. " (el-Maide, 21) dediğini ifade eden buyruğu ile
başlayan ve: " ... oturucula rız." (el-Maide, 24) buyruğuna kadar
devam eden bir konuşma aralarında geçti. Nihayet Hz. Müsa onlara beddua etti ve
onları ''fasıklar" (Maide, 25) diye adlandırdı. Ceza olmak üzere Tih'de
kırk yıl kaldılar. Daha sonra Yüce Allah onlara merhamet buyurdu. İleride de
açıklanacağı üzere onlara Selvayı indirmekle, bulutlarla gölgelendirmekle lütuf
ta bulundu. Daha sonra Hz. Müsa Tür-i Sina'ya, onlara Tevrat'ı getirmek üzere
gitti. Bu sırada ise onlar -yine ileride açıklanacağı üzere- buzağıyı rab
edindiler. Arkasından onlara ileride geleceği üzere: Beyt-i Makdis'e varınız.
Haydi secde ederek giriniz ve girerken hitta deyiniz, denildi.
Hz. Müsa çok utangaç ve
tesettüre çokça riayet eden bir kimse idi. Onlar o bakımdan: Hayaları
şişkindir, dediler. Guslettiği bir sırada elbiselerini taşın üzerine koymuştu.
Bu taş elbisesini alıp İsrailoğullarının oturdukları bir yere kadar sürükledi.
Hz. Müsa ise çıplak ve: Ey taş, elbisemi ver, diyerek arkasından gidiyordu.
İşte ileride de açıklanacağı üzere Yüce Allah'ın: ''Ey iman edenler, Musa'ya
eziyet edenler gibi olmayın, Allah onu onların dedikleri şey lerden temize
çıkardı ... " (el-Ahzab, 69) buyruğunda anlatılan budur.
Daha sonra Hz. Harün
vefat edince, Hz. Müsa'ya: Harün'u sen öldürdün ve sen onu kıskandın dediler.
Nihayet melekler, üzerinde vefat etmiş haliyle Hz. Harün bulunduğu halde Hz.
Harün'u tahtıyla beraber getirdiler. -Bu husus da Maide süresinde
gelecektir- Arkasından Hz. Müsa'dan
sundukları kurbanların kabul edildiklerine dair kendilerine bir ayet (alamet) vermesini
istediler. Bunun üzerine semadan bir ateş geliyor onların kurbanlarını kabul
ediyordu. Arkasından Hz. Musa'dan: Dünyada günahlarımızın ne şekilde keffaret
edileceğini bize açıkla, diye talep te bulundular. O bakımdan herhangi bir
günah işleyen bir kimse sabah olunca kapısının üzerinde: "Sen şu günahı
işledin, bunun keffareti ise şu azanı kesmendir" diye bir yazı görür ve
burada kesmesi gereken organı belirtilirdi. Kendisine idrar bulaşan bir kimse
orayı kesmedikçe ve derisini vücudundan ayırmadıkça o bölge temiz olmazdı. Daha
sonra bunlar Tevrat'ı değiştirdiler, Allah'a yalan ve iftiralar uydurdular,
elleriyle kitap yazdılar ve bunu basit bir bedele değiştiler. Sonunda
peygamberlerini ve Resullerini öldürdüler.
İşte dinlerine karşı
tutumları ve güzel olmayan ahlaklarıyla Rablerine karşı davranışları bu şekilde
idi. İleride bütün bu hususlara dair açıklamalar Yüce Allah'ın izniyle yeri
geldikçe etraflı bir şekilde gelecektir.
israiloğullarının
Haberleri Muhammed (s.a.v.)'in Nübüvvetinin Delilidir:
Taberi der ki: Kur'an-ı Kerim'in
Muhammed (s.a.v.)'e indirdiği vahiylerle, Araplar tarafından bilinmeyen ve
ancak İsrailoğullarının başından geçmiş bulunan bu gaybi haberleri bildirmesi,
İsrailoğulları yanında onlara karşı Muhammed (s.a.v.)'ın peygamberliğini ispat
eden açık bir delildir. (Kurtubi el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an).
BEYHAKİ KÜLLİYAT:
Aşure Gününü Zikre
Tahsis Etmek
Onuncu Gün ile Birlikte
Dokuzuncu Günü de Oruçlu Geçirmenin Müstehap Olması
Aşura Gününde
Ailenin Nafakasını BoL Tutmak Konusunda Rivayetler
----------------------------------------------