ZADU’L-MEAD |
ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
B) HİDANE
1- Hz. Peygamber'ln
(s.a.) Hidane Konusundaki Hükümleri
2- Bu Hadislerin
Değerlendirilmesi
3- Çocuk Üzerinde
Velayet
4- Alimlerin Bu Konudaki
İhtilafları
5- Hidane Hakkının
Evlilik Sebebiyle Düşeceği Hakkındaki İhtilaflar
6- Çocuğa Bakacak
Kimsede Aranacak Şartlar
7- Hidane Konusunda
İmamların Görüşleri
1- Hz. Peygamber'ln
(s.a.) Hidane Konusundaki Hükümleri:
Ebu Davud, Sünen'de Amr
b. Şuayb - babası - dedesi senediyle şöyle nakleder: Dede Abdullah b. Amr el-As
anlatır: Bir kadın gelerek: "Ya Rasulallah şu oğluma karnım yuva, göğsüm
çeşme, kucağım ise kundak olmuştur. Şimdi ise babası beni boşadı ve çocuğu
benden çekip almak istiyor." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Evlenmediğin sürece o öncelikle sana aittir." buyurdu. a)
Sahihayn'da, Bera b. Azib hadisinde anlatılır: Hz. Hamza'nın kızı hakkında Hz.
Ali, Cafer ve Zeyd anlaşamadılar. Hz. Ali: "Ben daha çok hak sahibiyim, o
benim amcamın kızıdır." dedi. Cafer: "(Hayır,) amcamın kızıdır,
teyzesi de nikahım altındadır." dedi. Zeyd de: "O benim kardeşimin
kızıdır." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), teyzesi
lehine hükmetti ve:"Teyze anne yerindedir." buyurdu.
Sünen sahipleri Ebu
Hureyre'den rivayet ederler Buna göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), bir çocuğu babası ile annesi arasında muhayyer bırakmıştır. Tlrmizi,
hadisin sahih olduğunu söyler.
Yine Sünen sahipleri
rivayet ederler: Ebu Hureyre anlatır: Bir kadın geldi ve: "Ya Rasulallah!
Gerçek şu ki, kocam çocuğumu alıp götürmek istiyor. O bana Ebu Inebe kuyusundan
su getirmeye başladı ve bana yaran dokundu." dedi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Çocuk üzerine kur'a çekin!"
buyurdu. Kocası: "Benim çocuğum üzerinde bana karşı kim hak iddia edebilir
ki?" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çocuğa: "Bu
baban, bu da annen! Hangisini istersen onun elini tut." buyurdu. Çocuk da
annesinin elini tuttu. Kadın çocuğunu aldı gitti. Tirmizi: Hadis,
hasen-sahihtir, demiştir.
Nesai'nin Sünen'inde,
Abdulhamid b. Seleme el-Ensari - babası - dedesi senediyle rivayet edilmiştir.
Ravi dede müslüman olmuş, karısı ise İslam'ı kabul etmemişti. Koca, baliğ
olmamış küçük bir oğlunu getirdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
babayı bir tarafa, anneyi de diğer tarafa oturttu. Sonra çocuğu muhayyer
bıraktı ve: "Allah'ım, onu doğruya hidayet et!" buyurdu. Çocuk
babasına gitmişti.
Ebu Davud'un rivayetinde
ise şöyledir: Dedem Rafi' b. Sinan anlattı: Kendisi müslüman olmuş, karısı ise
İslam'a girmekten kaçınmıştı. Kadın, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geldi ve: "Benim kızım. O henüz yeni sütten kesilmiş ya da öyle
bir şey." dedi. Rafi' de: "Benim kızım." dedi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rafi'e: "Sen bir köşeye otur!" kadına
da: "Sen de başka bir köşeye otur!" buyurdu. Sonra da çocuğu
aralarına oturttu. Daha sonra onlara:" Çocuğu (kendinize) çağırın!"
buyurdu. Çocuk annesine meylediyordu ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Allah'ım, onu doğruya hidayet buyur!" dedi. Çocuk da
babasına meyletti. Çocuğu babası aldı.
2- Bu Hadislerin
Değerlendirilmesi:
Birinci hadis, ulemanın
bu konuda Amr b. Şuayb'a ihtiyaç duydukları ve burada onu delil olarak
kullanmak zorunda kaldıkları bir hadistir. Hadis hep Amr b. Şuayb etrafında
dönmektedir ve evlilikle hidane hakkının düşeceğine dair Hz. Peygamberden
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen bundan başka bir hadis bulunmamaktadır. Dört
imam ve diğerleri bu görüşü benimsemişlerdir.
Hadiste Amr, dedenin
Abdullah b. Amr olduğunu tasrih etmiştir. Böylece, "Dededen maksat belki
Şuayb'ın babası Muhammed'dir, dolayısıyla hadis mürsel olur." diyenlerin
sözleri yanlış olur. Şuayb'ın, dedesi Abdullah b.Amr'dan hadis işittiği de
sahihtir. Bu itibarla, "Hadis munkatı'dır." diyenlerin sözü de boşa
çıkar. Buhari, Sahih'i dışında onun hadislerini delil olarak kullanmış ve
hadisinin sahih olduğunu beyan etmiş ve: "Abdullah b. Zübeyr el-Humeydi,
Ahmed, İshak ve Ali b. Abdullah onunla ihticacda bulunuyorlardı. Onlardan sonra
kim var?!" demiştir. İshak b. Rahuyeh de: "Bizce o, Eyyub - Nafi' -
İbn Ömer silsilesi gibidir." demiştir. Hakim, Ulumu'l-Hadis'de, onun
hadisinin sıhhati üzerinde ittifak bulunduğunu söylemiştir.
Kadının: "Karnım
ona yuva... olmuştu." şeklindeki sözü, kadının yaklaşımını ortaya
koymaktadır. Ona göre çocuğun oluşumunda nasıl ki bu üç husus yalnızca
kendisine hastır ve babanın herhangi bir iştiraki yoktur, öyleyse çocuk da
kendisine has olmalıdır. Kadın, babanın katılmadığı ve sadece kendisine has
olan bu aidiyette, fetva talebinde bulunduğu ve koca ile mahkemelik oldukları
konunun da kendisine ait olduğuna delalet bulunduğuna işaret etmiş oluyordu.
Bu hadiste, mana ve
illetlerin itibara alındığına, bunların hükümlere etki ettiğine ve hükümlerin
bunlara bağlandığına bir delil bulunmaktadır. Bunun böyle olduğu sağduyu sahibi
herkes için, hatta kadınlar için bile açık ve ortadadır. Kadının ortaya koyduğu
ve hükmün bağlanması için sebep kıldığı vasfı Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) kabulle karşılamış ve üzerine neticesini bina etmiştir. Eğer kadının
ileri sürdüğü vasıf batıl olsaydı, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onu ilga ederdi. Aksine hemen akabinde, hükmü onun üzerine bina eylemesi, onun
hükmündeki tesirini ve onun sebebi olduğunu gösteren bir delildir.
Hadisle, gaib üzerine
hüküm verilebileceğine istidlalde bulunulmuştur. Çünkü hadiste babanın hazır
bulunduğundan ya da savunmada bulunduğundan söz edilmemiştir. Doğrusu hadiste
buna bir delalet yoktur. Çünkü bu bir ferdi olaydır. Eğer baba hazır idiyse,
durum açıktır. Yok gaib idiyse, kadın sadece fetva talebinde bulunmak için
gelmiştir ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de sorusunun gerekli
cevabım vermiştir. Aksi takdirde (bu bir kaza tasarrufu olsaydı) sadece
kadının: "Kocam beni boşadı..." sözüne itimatla koca aleyhine çocuğun
kendisine hükmedilmesine gidilmezdi.
Hadise göre, eşlerin
ayrılması ve aralarında da bir çocuğun bulunması durumunda, hidane hakkında
anne, babadan önce gelmektedir. Ancak annede, babaya tercihini mani bir durum,
ya da çocukta muhayyerliğini gerektirecek bir vasıf olmamalıdır. Bu konuda bir
tartışma olduğu bilinmemektedir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
halifesi Ebu Bekir hidane konusunda Hz. Ömer aleyhine hükmetmiş ve hiçbir kimse
buna tepki göstermemiştir. Hz. Ömer halife olduğunda, o da aynısıyla
hükmetmiştir. Malik, Muvatta'da Yahya b. Said'den nakleder, o Kasım b.
Muhhammed'i şöyle derken işitmiştir: "Hz. Ömer'in nikahında Ensar'dan bir
kadın vardı. Oğlu Asım'ı doğurmuştu. Sonra Hz. Ömer ondan ayrıldı. Ömer,
Küba'ya geldi. Oğlu Asım'ı mescidin avlusunda oynar buldu. Kolundan tuttu ve
bineğinin üzerine önüne koydu. Çocuğun ninesi ona yetişti ve Hz. Ömer'le çekişti.
Sonunda Hz. Ebu Bekir'e geldiler. Hz. Ömer: "Oğlum!" dedi.
Kadın:"Oğlum!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, Ömer'e:
"Çocukla kadın arasından çekil!" dedi. Hz. Ömer bir daha üstelemedi.
İbn Abdilber şöyle der:
"Bu hem munkatı* hem de muttasıl tarikleri bulunan meşhur bir haberdir.
İlim adamları bu haberi kabulle karşılamışlardır. Hz. Ömer'in sözkonusu Asım'ın
annesi olan zevcesi, Cemile bt. Asım b. Sabit b. Ebi'l-Aklah
el-Ensari'dir."
Yine o şöyle diyor:
"Bu haberde Hz. Ömer'in görüşünün farklı olduğuna da delil vardır. Ancak o
meseleyi, hüküm ve icra yetkisini elinde bulunduran Hz. Ebu Bekir'e intikal
ettirmiştir. Daha sonra kendi halifelik döneminde ise, Hz. Ebu Bekir'in görüşü
doğrultu sunda fetva verip hükümde bulunmuş, çocuk henüz küçük, gayr-ı mümeyyiz
bulunduğu sürece Hz. Ebu Bekir'in görüşüne muhalefet etmemiştir. Bu konuda Hz.
Ebu Bekir'le Hz. Ömer'e ashabtan muhalif birinin bulunduğu da
bilinmemektedir."
Abdürrezzak, İbn
Cüreyc'den nakleder. Ona da Ata el-Horasani haber vermiştir. O da İbn Abbas'tan
nakleder: Hz. Ömer, karısı olan oğlu Asım'ın annesini boşamıştı. Onunla
Muhassir'de karşılaştı, çocuğunu taşıyordu. Çocuk sütten kesilmiş ve yürüyordu.
Hz. Ömer çocuğu kadından çekip almak için elinden tuttu ve çekti. Kadın'a karşı
koydu, öyle ki çocuğu incitti ve çocuk ağladı. Hz. Ömer: "Oğluma ben
senden daha çok hak sahibiyim." dedi. Sonunda Hz. Ebu Bekir'in huzurunda
dava oldular. Hz. Ebu Bekir, çocuğun kadına ait olduğuna hükmetti ve:
"Onun kokusu, yatağı, kucağı çocuk için senden daha hayırlıdır. Sonunda
büyür, kendi kararını kendisi verir." dedi. Muhassir, Küba ve Medine
arasında bir pazar yeridir.
Yine Abdürrezzak,
es-Sevri - Asim - İkrime kanalıyla şöyle rivayet eder: Hz. Ömer'in karısı, Hz.
Ebu Bekir'in huzurunda Hz. Ömer'le dava oldu. Ömer onu boşamıştı. Hz. Ebu
Bekir: "Anne daha şefkatli, daha nazik, daha merhametli, daha hisli ve
duyguludur. Evlenmediği sürece çocuğu üzerinde öncelik hakkı vardır,"
dedi.
Yine o Ma'mer'den
nakletmiştir. Ma'mer, Zühriyi şöyle derken işitmiştir: "Gerçek şu ki, Hz.
Ebu Bekir çocuk hakkındaki davada Hz. Ömer aleyhine, çocuğun annesi lehine
hükmetmiş ve: 'Evlenmediği sürece annesi çocuğuna daha çok hak sahibidir.'
demiştir."
Soru: Rivayet farklılık
göstermektedir. Acaba Hz. Ömer'le, önce annesi daha sonra da ninesi olmak üzere
tartışma ayn ayn iki defa mı olmuştur? Yoksa olay ikisinden birisi ile Hz. Ömer
arasında bir kez mi vuku bulmuştur?
Cevap: Fazla farketmez.
Çünkü eğer lehine hükmedilen anne ise, zaten mesele yoktur. Eğer nine ise, Hz.
Ebu Bekir'in onun lehine hükümde bulunması anne lehine öncelikle
hükmedileceğini gösterir.
3- Çocuk Üzerinde
Velayet:
Çocuk üzerinde velayet
iki türlüdür:
1) Babanın anneye ve
anne tarafına tercih edildiği velayet türü. Bunlar mal ve nikah velayetidir.
2) Annenin baba üzerine
tercih edildiği velayet türü. Bunlar da hidane ve emzirme velayetidir.
Ebeveynden her birisi, kendilerine verilen bu haklarda, çocuğun maslahatı
gözönünde tutularak diğerine tercih edilmiş, ebeveynden hangisi o konuyu daha
iyi üstlenebilecekse velayet ona tevdi edilmiş ve böylece çocuğun ihtiyacı en
iyi şekilde karşılanmıştır.
Kadınlar, çocukların
terbiyesi konusunda daha bilgili, daha becerikli, daha sabırlı ve merhametli,
vakitleri de daha müsait olduğu için hidane hususunda anne, babaya tercih
edilmiştir.
Çocuğun evliliği
konusunda da, erkekler onun çıkarlarını gözetmede, ihtiyatlı davranmada daha
ileri görüşlü ve muktedir olduklarından, bu konuda da baba, anneye tecih
edilmiştir. Dolayısıyla hidane konusunda annenin babaya, evlilik ve mali
konularla ilgili velayette de babanın anneye tercihi, şeriatın üstün
meziyetlerindendir ve çocuğa karşı gösterdiği ihtiyat tedbiri ve onu
kollamasının tabii bir neticesidir.
Bu girişten sonra
soruyoruz: Hidane konusunda anne, baba üzerine çocuğa babadan daha yakın oluşu,
yani anneliği sebebiyle mi tercih edilmiştir? Yoksa kadınların terbiye işinden
daha iyi anlamalan, çocuğa erkekten daha iyi bakabilmeleri, yani kadınlığı
sebebiyle mi tercih edilmiştir?
Bu konuda alimlerimizin
iki görüşü bulunmaktadır: Her ikisi de Hanbeli mezhebinde mevcuttur. Bunların
neticesi asabe kadınlarının, annenin akrabalarına tercih edilip edilmeyeceği
konusunda ortaya çıkar. Mesela annenin annesiyle babanın annesi; baba bir
kızkardeş ile anne bir kızkardeş; teyze ile hala; annenin teyzesi ile babanın
teyzesi; anne tarafından olan hala ve teyzelerle baba tarafından olar. hala ve
teyzeler bir araya gelseler hangisi tercih edilir?
Konuyla ilgili olarak
İmam Ahmed'den iki rivayet vardır: Birincisi: Annenin akrabaları babanın akrabalarına
tercih edilir, şeklindedir. İkincisi ise -ki delil bakımından daha güçlüdür ve
Şeyhülislam İbn Teymiye'nin tercihidir-, babanın akrabalarının tercih edilmesi
doğrultusundadır. el-Hıraki'nin Muhtasarında zikrettiği görüş de budur ve şöyle
demiştir: "Baba bir kızkardeş, anne bir kızkardeşten ve teyzeden daha önce
gelir. Babanın teyzesi annenin teyzesinden daha önce gelir. Buna göre babanın
annesi, annenin annesine tercih edilir. Nitekim İmam Ahmed iki rivayetten
birisinde böyle demiştir."
Yine bu rivayete göre,
babanın erkek akrabaları da annenin erkek akrabalarından önce gelir. Baba bir
kardeş, anne bir kardeşten, amca dayıdan önce gelir. Bu tabii, "Annenin
erkek akrabalarının da hidane konusunda hakları vardır." görüşüne göredir.
Kaldı ki, bu noktada İmam Ahmed ve İmam Şafii'nin mezheplerinde ikişer vecih
bulunmaktadır:
1) Hidane hakkı ancak
asabeden ve mahrem olan erkeklerle, varis olan ya da asabe veya bir varisle ona
bağlı olan kadınlar için sözkonusudur.
2) Onların da hidane hakları
vardır. Getirilen detaylar (tefin bu vecih üzerinedir. Aynı zamanda bu Ebu
Hanife'nin görüşüdür. Bu, hidane konusunda baba tarafının anne tarafından üstün
olduğuna, annenin sadece kadın oluşundan dolayı tercih edilip, annelik
cihetinin öncelikli oluşundan olmadığını gösterir. Zira eğer anne tarafı ağır
basacak olsaydı, o zaman anne tarafından olan hem erkekler hem de kadınlar baba
tarafından olan erkek ve kadınlara tercih edilecekti. Erkekleri ittifakla
tercih edilmediğine göre, kadınları da öyle olacaktır. Aralarında ayırımı
gerektirecek bir fark yoktur.
Yine şerl esaslar ve
kaideler miras, nikah velayeti, ölüm velayeti vb. konularda babanın
akrabalarının tercih edileceğini göstermektedir ve hiçbir hükümde annenin
akrabalarının babanın akrabalarına tercih edildiği görülmemiştir. Dolayısıyla
hidane konusunda onları tercih edenler, delilin gereği haricine çıkmış olur.
Doğrusu şudur: Anne
sadece, kadınların çocuklara karşı daha şefkatli, terbiye konusunda daha
tecrübeli ve sabırlı oldukları için tercih edilmiştir. Buna göre, babaanne
anneanneden, baba bir kızkardeş anne bir kızkardeşten, hala teyzeden daha önce
gelir. Nitekim İmam Ahmed iki rivayetten birisinde bunu açıklamıştır. Yine buna
göre babaanne, babanın babası üzerine, annenin babaya tercihi gibi tercih
edilecektir.
Bu anlaşıldıysa
diyebiliriz ki, bu furuu arasında çelişki bulunmayan düzenli ve istisnası
olmayan bir esasdır. Akrabalık ciheti aynı olur ve derece de bir olursa, kadın
erkek üzerine tercih olunur. Buna göre, kızkardeş erkek kardeşten, hala
amcadan, teyze dayıdan, nine dededen önce gelecektir. Bu esasın çıkış yeri de
annenin babaya tercih edilmesidir.
Eğer akrabalık ciheti
farklı olursa, o takdirde babanın akrabalığı, annenin akrabalığına tercih
edilecek ve baba bir kızkardeş, anne bir kızkardeşten, hala teyzeden, babanın
halası teyzesinden... önce gelecektir.
İşte sağlıklı yaklaşım
ve doğru kıyas budur. İslam kadılarının efendisi Şüreyh de aynı şekilde
hükmetmiştir. Nitekim Veki, Musanne/inde Hasan b. Ukbe'den, o da Said b. el-Haris'ten
nakletmiştir ki: "Amca ile dayı, bir çocuk için Şüreyh'in huzurunda
muhakeme oldular. Şüreyh çocuğun amcaya ait olduğuna hükmetti. Dayısı: Ben ona
kendi malımdan harcayacağım.' deyince, Şüreyh çocuğu bu kes: ona verdi.
4- Alimlerin Bu Konudaki
İhtilafları:
Bu konuda başka türlü
bir görüşe sahip olanlar, çelişkiden kendilerini kurtaramazlar. Misali: Üç İmam
ve bir rivayette Ahmed'in anneanneyi babaanneye tercih etmeleridir. Sonra İmam
Şafii zahir mezhebinde, İmam Ahmed de kendisinden nakledilen beyanında:
"Baba bir kızkardeş anne bir kızkardeşe tercih edilir." demişlerdir
ve böylece kıyası terketmişlerdir. Ebu Hanife, el-Müzeni ve İbn Süreye ise
kıyası bozmayarak: "Anne bir ktzkardeş baba bir kızkardeşe tercih edilir.
Çünkü o anne ile, baba bir kızkardeş ise baba ile yaklaşmaktadır. Anne babaya
tercih edilince, onun kanalıyla yakın olanlar da, baba vasıtasıyla yakın
olanlara tercih edilir." demişlerdir. Ancak bunların tenakuzu
öncekilerinkinden daha da büyüktür. Şöyle ki: Birinci görüş sahipleri, babanın
yakınlığını annenin yakınlığına tercih etme konusundaki usul ve kıyas
doğrultusunda yürümüşler ve anneanne ile babaanne konusunda onlara muhalefet
etmişlerdir. Bunlar ise iki yerde kıyası terketmişler ve şeriatın arka plana
attığı yakınlığı öne geçirmişler; öne geçirdiği yakınlığı da arka plana
atmışlardır. Her yerde tercih de etmemişler, aynı olmalarına rağmen bir yerde
öne almışlar, başka bir yerde arka plana atmışlardır. Mesela, İmam Şafii'nin,
mezheb-i cedidinde, baba bir kızkardeşi anne bir kızkardeşe tercih ederken,
teyzeyi halaya tercih etmesi böyledir: Anneannenin babaanneye tercihi
konusundaki kıyası muttarid (düzenli) kılmış ve bunun neticesinde anne bir
kızkardeşle teyzenin, baba bir kızkardeşle halaya tercihi gerekmiştir. Aynı
şekilde İmam Ahmed'in tabilerinden, teyzeyi halaya tercih edenler de, baba bir
kızkardeşi anne bir kızkardeşe tercih etmişler ve çelişkiye düşmüşlerdir.
Nitekim Kadı (İsmail) ile arkadaşları ve İbn Kudame'nin sözleri böyledir.
Burada şöyle
denilebilir: Teyze anne kanalıyla, hala da baba kanalıyla yakın olmaktadır.
Annenin babaya tercih edilmesi gibi, onun kanalıyla yakın olanlar da tercih
edilirler. Hz. Peyganber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de beyan buyurduğu
gibi; Teyzenin anne yerinde olması" konuya daha da açıklak getirir. Hala
ise baba yerinde olur.
Cevap: Daha önce,
annenin babaya tercih sebebinin anneliğin daha güçlü olduğunu ve anne
tarafından öncelikli oluşu olmadığını, aksine onun kadın oluşu olduğunu izah
etmiştik. Buna göre bir hala ile bir teyzenin mevcudiyeti durumunda bakıyoruz:
Hidane konusunda annenin tercihini gerektiren mana (kadınlığı) her ikisinde de
vardır. Ayrıca hala iki akrabalıktan daha güçlüsü olan baba tarafından yakın
olmaktadır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Hamza'nın
kızını teyzesine verip: "Teyze annedir." buyurması, ona karşı aynı
derecede baba tarafından başka bir talibin bulunmaması sebebiyledir.
İtiraz sürdürülerek
şöyle denilebilir: "Çocuğun halası vardı ve o, Hamza'nın kız kardeşi
Safiyye bt. Abdulmuttalip'ti, o sırada Medine'de mevcuttu. Hicret etmiş, Hendek
savaşma katılmış, içinde bulunduğu kale etrafında dolaşan bir yahudiyi
Öldürmüştü. Hz. Ömer'in halifeliği zamanına kadar da yaşamıştı. Buna rağmen Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) teyzeyi ona tercih etmiştir. Bu durum,
anne tarafının, baba tarafına tercihine delalet eder."
Cevap: Bu ancak Hz.
Safiyye'nin talepte bulunması ve çocuğun kendisine verilmesini istemesi ve buna
rağmen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun lehine hükmetmeyip
teyzeyi ona tercih etmesi durumunda, sizin söylediğinize bir delil olabilir.
Çocuğa bakmaktan aciz oluşundan dolayı onun kendisine verilmediği de
düşünebilir. Çünkü Hz. Safiyye H. 20 senesinde yetmiş üç yaşında vefat
etmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber'in (s.a) hükmü sırasında elli küsur
yaşlarında olur. Dolayısıyla çocuğa bakmaktan aciz olduğu için onu terketmiş,
alabileceği halde istememiş olması muhtemeldir. Hidane kadının hakkıdır,
terkettiği zaman diğerlerine intikal eder.
Kısaca, hadis teyzenin halaya
tercihine, ancak ve ancak Hz. Safiyye'nin yeğenini talep ettiği, onun bakımını
üstlenmeyi istediği, buna rağmen Hz. Peygamber'in (s.a) teyzeyi ona tercih
ettiği sabit olursa delalet eder. Böyle bir durum da yoktur.
Bu çelişkilerden birisi
de şudur: İmam Malik, anneanneyi babaannneye tercih edince, bundan sonra da
teyzeyi babaya ve babaanneye tercih etmiştir. Onun tabileri de teyzenin
teyzesinin bunlara (baba ve babaanne) tercihi konusunda ihtilaf etmişlerdir.
İki vecihten birisine göre: Teyzenin teyzesi bizzat çocuğun babası ve
babaannesine tercih edilir. Bu son derece uzaktır. Ne kadar uzak da olsa
annenin akrabaları bizzat baba ve onun yakınları üzerine nasıl tercih
edilebilir? Kaldı ki baba ve onun akrabaları çocuklara karşı, annenin
akrabalarından daha şefkatlidirler ve onun çıkarlarını daha iyi gözetirler.
Çünkü çocuğun onlarla hiçbir ilgisi yoktur, kendilerine de nisbet edilmez ve
ondan tamamen yabancıdırlar. Çocuğun nesebi ve velayeti baba tarafından olan
akrabalarına aittir. Onlar daha çok hak sahibidirler. Zira çocuğun
akilesidirler ve cumhur ulemaya göre nafakasından da sorumludurlar.
Aralarındaki akrabalık ne kadar uzak da olsa, asabe yoluyla aralarında miras
caridir. Annenin akrabalığı isse böyle değildir. Bunlar onun akrabalığında
sözkonusu değildir. Aralarındaki miras durumu ise, ancak anneleriyle furuundan
ilk derece yani oğulları arasında sözkonusudur. Bu durumda bu akrabalık nasıl
olur da, bizzat baba ve onun tarafından olan yakınlarına tercih edilebilir?
Özellikle de teyzenin teyzesinin bizzat babaya ve babaanneye tercih edileceğini
söylemek nasıl mümkün olabilir? Bu söz şer'i esaslar ve kaidelerle asla
bağdaşmaz. Bunun bir benzeri de, iki rivayetten birisinde İmam Ahmed'den gelen;
"anne bir kızkardeş ile teyzenin de babaya tercih edileceği"
şeklindeki görüştür. Bu da son derece uzak ve kıyasa muhaliftir.
Bu görüşün delili şudur:
"Her ikisi de, babaya tercih edilen anne vasıtasıyla yakındırlar,
dolayısıyla babaya tercih olunurlar."
Bu doğru değildir. Çünkü
anne, baba ile aynı derecede olunca, hidane konusunda daha becerikli, daha
sabırlı ve daha muktedir olması sebebiyle bir imtiyaz kazanmış ve babadan önce
bu hak kendisine verilmiştir. Baba ile birlikte anne bir kızkardeş ve teyze:ain
durumu öyle değildir. Çünkü aralarında yakınlık bakımından eşitlik yoktur. Bir
çocuğa babasından daha yakın hiç kimse yoktur. Bu durumda, baba üzerine
karısının kızı ya da kızkardeşi nasıl tercih edilebilir? Allah (c.c). bunlara
çocuğa karşı babasının şefkatinden daha mı çok şefkat vermiştir?
Sonra İmam Ahmed'in
tabileri, imamın sözünün yorumu hususunda üç vecih olarak ihtilaf etmişlerdir:
1 - İmam onu,
"kadınlığı" sebebiyle baba üzerine tercih etmiştir. Buna göre hidane
konusunda kadınlar bütün erkeklere tercih edilirler. Yukarı doğru teyzenin
teyzesi, teyzenin teyzesinin teyzesi, kızkardeşin kızı babaya tercih edilir.
2 - Teyze ve anne bir
kızkardeş baba tarafından yakın değillerdir. Bunlar hidane hakkına sahip
kimselerdir. Şu halde hidane hakkına sahip kadınlar, bütün erkeklere tercih
edilirler. Ancak baba vasıtasıyla yakın olan kadınlar bundan hariçtirler. Onlar
babaya tercih olunmazlar. Çünkü bu kadınlar babanın furuu olmaktadırlar.
Bu vecihe göre babaanne,
kızkardeş ve hala, babaya tercih olunamamakta, anneanne, teyze ve anne bir
kızkardeş ise tercih olunmaktadır. Bu da son derece zayıftır. Zira anne
tarafından olan uzak akrabaların babaya ve babaanneye tercihini
gerektirmektedir. Bilindiği üzere baba, baba bir kızkardeşe tercih edildiğine
göre, anne bir kızkardeşe öncelikli olarak tercih edilmesi gerekir. Çünkü baba
bir kızkardeş, anne bir kızkardeşten önce gelmektedir. Dolayısıyla bizzat
babaya nasıl tercih edilebilir? Bu açık bir tenakuzdur.
3 - Anne tarafından olan
kadınlar babaya, annelerine ve baba tarafından olan diğerlerine tercih
edilirler. Bu görüştekiler diyorlar ki: Bir adamla aynı derecede olan her
kadın, o adama tercih olunur. Kadın tarafından yakın olan, erkek tarafından
yakın olana tercih edilir. Aynı derecede olan anne, babaya tercih olunduğu
için, anne bir kızkardeş baba bir kızkardeşe, teyze de halaya tercih
edilmiştir.
Bu üç görüş,
Ebu'l-Berekat İbn Teymiye'nin Muharrar'ında kaleme aldığı ve İmam Ahmed'in
beyanını bu üç ihtimale indirgediği malumatın bir arzıdır. Bu rivayet İmamın,
"baba bir kızkardeşin anne bir kızkardeşe ve teyzeye; babanın teyzesinin
annenin teyzesine tercih edileceğine" dair olan beyanlarına ters
düşmektedir. el-Hıraki, Muhtasarına bundan başkasını da almamıştır. Sahih olan
da budur. O (ihtimalleri) İbn Akil, anneanne ile babaanne hakkındaki iki
rivayetten tahric etmiştir. Ancak imamın beyanı, el-Hıraki'nin zikrettiğidir.
el-Muharrar yazarının naklettiği rivayet ise zayıftır ve tercihe şayan
değildir. Bu yüzden de onun furuu ve neticeleri daha da zayıftır. Oysa ki İmam
Ahmed'in mezhebindeki diğer beyanları böyle değildir.
İmam Ahmed'in bazı
tabileri bu konuyla ilgili bir kaide koymuşlar ve:
"Her bir asabe
kendisinden daha uzak olan kadınlara tercih edilir, kendisinden daha yakın olan
kadınlardan da sonra gelir. Ayrı derecede olmaları durumunda da iki vecih
vardır.'' demişlerdir. Bu kaideye göre baba, babaanneye, anneanneye ve
beraberinde olan kimselere tercih edilir. Erkek kardeş, kızına ve halaya tercih
edilir. Amca, babanın halasına tercih edilir. Babaanne babanın dedesine tercih edilir.
Babanın babasına tercihinde iki vecih vardır. Baba bir kızkardeşin, baba bir
erkek kardeşe tercihinde iki vecih vardır. Halanın amcaya tercihinde iki vecih
vardır.
Doğrusu: Aynı derecede
olmaları durumunda kadının tercih edilmesidir. Nitekim aynı derecede olan anne
ve babadan, anne tercih edilmektedir. Aynı derecede bulunan erkeğin, kadına
tercihinin bir anlamı yoktur. Eşitlik yanında, kadında çocuğun bakılıp
yetiştirilmesi, terbiye edilmesi konusunda tercihini gerektirecek güçlü
sebepler vardır.
Erkek kardeşle
kızkardeşin kızları hakkında ihtilaf edilmiştir. Acaba bunlar, teyze ve
halalara tercih edilebilir mi? Yoksa aksi mi olur? İki vecih vardır:
Yaklaşımları şöyle: Teyze ve hala, anne ve babaya kardeş olmaları vasıtasıyla
yakın olurlar. Kız ve erkek kardeşlerin kızları ise babaya, onun çocuğu
olmaları yoluyla yakın olurlar. Kardeş kızlarını tercih edenler, oğul olmanın
kardeş olmadan üstün olduğunu gözönünde tutmuştur. Ama bu yaklaşım güzel
değildir. Aksine doğru olan, iki sebepten dolayı hala ve teyzenin kardeş
kızlarına tercih edilmeleridir:
Birincisi: Bunlar
çocuğa, kardeşinin kızlarından daha yakındır. Çünkü hala babasının
kızkardeşidir. Kardeşin kızı ise babasının oğlunun kızıdır. Aynı şekilde teyze
de annesinin kızkardeşi iken, anne ya da baba bir kızkardeş, anne ya da
babasının kızının kızıdır. Dolayısıyla hala ve teyzenin çocuğa bu bakımdan daha
yakın olduklarında bir kuşku yoktur.
İkincisi: Eğer bu
görüşte olanlar, prensiplerine istisna getirmezlerse, o takdirde kızkardeşin
kızının kızını -ne kadar aşağıya inerse insin- anne yerinde olan teyzeye
tercihi gibi asla önüne duramayacağı bir neticeye ulaşacaklardır ki, bu son
derece yanlıştır. Eğer bu sadece kızkardeşin kızına tahsis edilecek olsa, o
zaman da çelişlu olacaktır.
İmam Ahmed'in tabileri,
dede ile baba bir kızkardeşten hangisinin daha öncelikli olduğu konusunda da
ihtilaf etmişlerdir. Mezhep "dedenin baba bir kızkardeşten daha önce
geleceği" şeklindedir. Kadı (İsmail) el-Mücerred'de, "baba bir
kızkardeşin daha öncelikli olduğuna dair bir vecih" bulunduğunu
nakletmiştir. Bu daha önce geçen İmam Ahmed'in beyam üzerine tabilerince
yapılan üç tevilden (ihtimal) birisine göre variddir.
Önce geçen esasın
doğruluğunu açıklayan hususlardan birisi de onların şöyle demeleridir: "Anneler
ve onların cihetinden olanlar bulunmadığı zaman hidane asabeye intikal eder ve
sırayla mirasta olduğu gibi en yakın olanlar diğerlerine tercih
olunurlar." Bu kıyasa uygundur. Onlara şöyle denilebilir: Peki buna
karabet (yakınlık) konusunda da uyup, asabede yaptığınız gibi, güçlü ve ağır
basan yakınlığı zayıf ve mercuh olan yakınlık üzerine tercih etseydiniz ya!
Yine, size göre
kızkardeşler hakkında sahih olan onlardan, önce anne baba bir olanlar, sonra
baba bir olanlar, daha sonra da anne bir olanlar tercih olunurlar. Bu doğrudur,
usule ve kıyasa da uygundur. Ancak buna annenin yakınlığının babanın yakınlığı
üzerine ekleneceği şeklindeki sözleri ilave edilince tenakuz doğmakta ve o
çelişkili problem arzeden feri meseleler ortaya çıkmaktadır. Yine; baba ve
dedenin annelerinin, teyze ve anne bir kızkardeş üzerine tercih edileceğini
söylemişlerdir ki, doğru ve seri esaslara uygun olan da budur. Ancak bu,
annenin annelerini babanın anneleri üzerine tercih etmeleriyle çelişkilidir.
Yine teyze ile anne bir kızkardeşin baba üzerine tercihiyle de çelişki arzeder.
Nitekim İmam Ahmed'den gelen bir rivayet ile İmam Şafii'nin kadim kavli
öyledir. Şüphesiz bu görüş esasa (asıl) daha uygundur. Ancak usul kaidelerine
kıyasla son derece uzaktır. Yine bu görüşlerine istisna getirmeleri durumunda
anne bir kızkardeşlerin, baba bir kızkardeşlere tercihi gerekecektir. Nitekim
Ebu Hanife, el-Müzeni ve ibn Süreye bunu benimsemişlerdir. Yine istisna
getirmeme neticesinde teyzenin kızının baba bir kızkardeşe tercihi gerekecektir
İd, Züfer de bunu almıştır. Bu aynı zamanda Ebu Hanife'den de rivayet
edilmiştir. Ancak Ebu Yusuf bunu iyi bulmamış ve çoğunluk ulema gibi, baba bir
kızkardeşi tercih etmiş, Ebu Hanife'nin görüşünün de böyle olduğunu
söylemiştir.
Yine esaslarının teşmilinden
teyze ile anne bir kızkardeşin babaanneye tercihi gerekecektir. Bu son derece
uzak ve zayıftır. Züfer bunu benimser. Ebu Hanife'nin talebelerini sakındırdığı
ve: "Züfer'in kıyaslarını almayınız. Eğer onun kıyaslarını alırsanız
helali haram, haramı da helal kılmış olursunuz." dediği kıyaslardan birisi
de budur.
İmam Ahmed'in
tabilerinden bazıları hidane bahsini bir kaide içine yerleştirmeye çalışmışlar
ve bununla çelişkiden kurtulabileceklerini sanmışlar ve şöyle demişlerdir:
Hidane konusunda itibar önce anneliğe, sonra babalığa, daha sonra da mirasadır.
Bu yüzdendir ki baba bir kızkardeş, anne bir kızkardeş ile teyzeye tercih
olunur. Çünkü varis olma bakımından onlardan daha kuvvetlidir, dördüncü olarak
da "idla" yani yakın olma, intisab etmedir. Bu yüzden de teyze halaya
tercih olunur.
Çünkü teyze anne
aracılığıyla, hala ise baba aracılığıyla yakın olmaktadır.
el-Mustev'ib yazarının
tuttuğu bu yola göre, hidane için sebep olmak üzere sırası ile şu dört şey
zikredilmiştir: Annelik, babalık., miras ve idla.
Bu yol da çelişkileri ve
şer'i kaidelerden uzaklaşmayı artırmaktan başka bir işe yaramamıştır ve
yolların en kötülerinden birisidir. Bu yolun fesadı, sakat neticeleri
gerektirmesi ile anlaşılmaktadır. Çünkü eğer anneliğin babalığa tercihinden,
anne cihetinden olanların babaya ve baba cihetinden olanlara tercihi kast
ediliyorsa, o takdirde daha önce zikri geçen ve yanlışlığı ifade edilen, anne
bir kızkardeşle, teyzenin kızının baba ve babaanne üzerine; teyzenin hala
üzerine; annenin teyzesinin baba ve babaanne üzerine; anne bir kızkardeş
kızlarının babaanne üzerine tercihleri gerekecektir.
Eğer; annenin bizzat
kendisi baba üzerine tercih edilir demeyi kastetmişse bu doğrudur. Ancak bu
tercihe esas olan husus nedir? Anne ve anne cihetinden olanların babaya ve
baba. cihetinden olanlara öncelikli oluşları mıdır? Yoksa erkekle aynı derecede
olması durumunda, anne ve anne cihetinden olanların kadınlığı mıdır ve erkekle
aynı derecede olan her kadın, babanın yakınlığının annenin yakınlığına
tercihiyle birlikte, o erkek üzerine tercih mi edilir? Doğru olan bu
ikincisidir ki, daha önce geçmişti.
Yine aynı şekilde
"sonra miras" sözüyle "mirasta önce gelen herkes hidanede de
önce gelir" demeyi kastediyorsa, doğrudur. Bu kaidenin çalıştırılması,
babanın yakınlığının annenin yakınlığı üzerine tercihini gerektirir; çünkü
babanın yakınlığı mirasta annenin yakınlığından önce gelir. Netice olarak da
kızkardeşin hala ve teyze üzerine tercihi gerekir.
"Bu yüzdendir ki;
baba bir kızkardeş anne bir kızkardeş ve teyze üzerine tercih olunur. Çünkü
varis olma bakımından onlardan daha güçlüdür." sözü hakkında ise şöyle
denilir: Hayır! Onun tercihi varis olma bakımından daha güçlü oluşundan
değildir. Eğer öyte olsaydı asabe olanlar, hidane konusunda kadınlardan daha
çok hak sahibi olurlardı. Neticede (asabe olan) amca, teyze ve haladan daha
önce gelirdi ki, bu yanlış bir neticedir.
Konuyla ilgili olarak
el-Muğni'de başka bir kaide geliştirilmiştir. Erkeklerle kadınların bir araya
gelmeleri durumunda hidane hakkının Öncelikle kime ait olduğunu beyana dair
açtığı fasılda İbn Kudame şöyle demiştir:
"Hidane konusunda
hepsinden önce anne, sonra da yukarı doğru annenin anneleri gelir. Bir önceki
bir sonrakine tercih olunur. Çünkü hepsi de kadındırlar ve hepsi de anne
yerindedirler. İmam Ahmed'den; babaanne ile annelerinin anneanneye tercih
edileceğine dair bir rivayet vardır. Bu rivayete göre, baba daha önceliklidir.
Çünkü babaanne ve anneleri çocuğa baba ile bağlanmaktadırlar. Bu durumda baba,
anneden sonra gelecektir. Babadan sonra da babanın yukarı doğru anneleri
gelecektir. Birinci zikrettiğimiz görüş, (Hanbeli) imamlarımız arasında meşhur
olanıdır. Öncelik sırasıyla anneye, sonra annelerine, sonra babaya, sonra
annelerine, sonra dedeye, sonra annelerine, sonra babanın dedesine, sonra onun
annelerine -isterse varis olmasınlar- aittir. Çünkü bunlar hidanede hakları
bulunan bir asabeyle çocuğa bağlanmaktadırlar. Annenin babasının annesi ise
böyle değildir. İmam Ahmed'den bir başka rivayet daha vardır: Ona göre anne bir
kızkardeşle teyze, babadan daha önce gelirler. Anne-baba bir kızkardeş hem
babadan, hem anne bir kızkardeşle teyzeden, hem de bütün asabeden önce gelir.
Mezhep içerisinde meşhur olan birincisidir. Babalar ve anneler yoksa, hidane
hakkı kızkardeşlere intikal eder: Önce anne-baba bir kızkardeş gelir. Sonra
sırasıyla baba bir kızkardeş, sonra da anne bir kızkardeş gelir. Kızkardeş
erkek kardeşe tercih edilir. Çünkü kızkardeş, hidane hakkı bulunan bir
kadındır. Dolayısıyla aynı derecede olan erkek üzerine tercih olunur. Annenin
baba üzerine; babaannenin babanın babası üzerine; her ninenin kendi derecesinde
bulunan dede üzerine tercih edilmesi gibi. Çünkü kadın hidaneyi yalnız başına
üstlenir. Erkek ise yalnız başına üstlenemez.
Bir vecih daha vardır
ki, ona göre erkek kardeş kızkardeş üzerine tercih olunur. Çünkü erkek kardeş
doğrudan asabedir. Daha uygun olanı birinci görüştür.
Anne-baba bir, ya da
baba bir kızkardeşin dede üzerine tercihinde iki vecih vardır. Kızkardeşin
bulunmaması durumunda sırayla önce anne-baba bir erkek kardeş, sonra baba bir
erkek kardeş, sonra da bunların oğulları gelir. Zikrettiğimiz sebepten dolayı
anne bir erkek kardeşin hidane hakkı yoktur.
Bunlar da bulunmadığı
zaman, sahih olan görüşe göre hidane teyzelere intikal eder. Bunların sırası da
kızkardeşlerin sıralaması gibidir. Dayıların hidane hakları yoktur. Teyzeler de
bulunmadığı zaman halalara geçer. Halalar, kızkardeşlerin erkek kardeşlere
tercih edilmeleri gibi, amcalar üzerine tercih olunurlar. Sonra sırasıyla anne
baba bir amca ile baba bir amca gelir. Anne bir amcanın hidane haki yoktur.
Sonra bunların oğulları gelir.. Sonra el-Hıraki'nin kavline göre, babanın
teyzelerine intikal eder. Diğer bir kavle göre de, annenin teyzelerine intikal
eder. Sonra babanın halalanna geçer. Annenin halalarının hidane hakları yoktur.
Çünkü onlar annenin babası vasıtasıyla bağlanırlar. Annenin babasının ise,
hidanede hakkı yoktur. Aynı derecede hak sahibi iki ya da daha fazla kişinin
bulunması durumunda çocuğun kime ait olacağını belirtmek için kur'aya başvurulur."
İbn Kudame'nin nakli işte budur.
Bu, daha önce
belirttiklerimiz içerisinde en iyi olanıdır. Ancak burada, yukarı doğru çıksa
bile annenin anneleri, baba ve anneleri üzerine tercih edilmektedir. Eğer bu
kaide çalıştırılacak ve anne cihetinden olanlar baba cihetinden olanlara tercih
edilecek olursa, o takdirde daha önce zikri geçen yanlış neticeler ortaya
çıkacaktır. O böyle yapmamıştır. Eğer baba cihetinden olan bazılarını anne
cihetinden olan bazılanna tercih edecek olursa -ki öyle yapmıştır- bu kez de
aradaki farkın ve tercih sebebinin (illet) ne olduğu sorulacaktır.
Yine İbn Kudame'nin
ortaya koyduğu kaidede, hidane hakkı anne bir kızkardeş için mevzu bahis olduğu
halde anne bir erkek kardeşin hidane hakkı bulunmamaktadr. Halbuki ikisi de
aynı derecededir ve her açıdan ikisi de eşittir. Eğer bu durum onun erkek,
diğerinin kadın olduğu için ise, bu asabe olan diğer bütün erkeklerin durumu
ile bozulur; öyle olmadığı anlaşılır. Eğer asabeden olmadığı içindir; hidane
asabeden olmayan hiçbir erkek için sözkonusu değildir, denilirse, o zaman da
şöyle denilir: Peki hidaneyi her açıdan kendileriyle aynı derecede yakın olan
erkekler bulunduğu halde zevilerhamdan olan kadınlara nasıl tahsis ediyorsunuz?
Bu durumda esas olarak ya "kadınlığı" alıp erkeklere hidane hakkı
tanımazsınız; ya da "miras" durumunu ahr varis olmayanların hakkı
yoktur, dersiniz veyahut "yakınlığı" alır ve neticede anne bir
kardeşle dayı ve annenin babasını mahrum etmezsiniz; yahut da
"asabeliği" alır ve asabe olmayan hiçbir kimseye hidane hakkı
tanımazsınız.
Burada bir şık daha
kaldı ki, o da bizim görüşümüzdür. O da "erkeklerde asabeliğe, kadınlarda
yakınlığa itibar etmektir" derseniz, cevaben şöyle denilir:
Bu durum velayet ve
miras ahkamına aykırıdır. Hidane çocuk üzerinde bulunan bir velayettir. Eğer
siz onu velayet olarak kabul ederseniz, baba ve dedeye tahsis etmelisiniz. Yok
miras telakkisinden hareket ederseniz, onu varisten başkasına vermemelisiniz.
Her ikisi de hem sizin hem de diğer bütün alimlerin görüşlerine aykındır.
İbn Kudame'nin
ifadesinde yine; aşağı doğru ne kadar inse de kardeşin oğlunu anne yerinde olan
teyze üzerine tercih sözkonusudur ki, son derece uzaktır ve ashabın çoğunluğu
kardeş çocuklarını sadece babanın babası ve halalardan sonra saymışlardır ki,
doğrusu da budur. Zira teyze annenin kızkardeşidir ve çocuğa onun aracılığıyla
bağlanmaktadır. Anne babadan önde gelir. Kardeş oğlu ise, baba vasıtasıyla olan
kardeşle bağlanmaktadır. Bu durumda nasıl teyze üzerine tercih olunabilir? Aynı
şekilde hala da babanın kızkardeşidir ve onun yarısıdır. Bu durumda babanın
oğlunun oğlu, kızkardeşi (hala) üzerine nasıl tercih edilir?
Konuyu üstadımız
Şeyhülislam İbn Teymiye de bir başka kaide ile belirlemeye çalışmış ve şöyle
demiştir: Hidane konusunu en iyi şekilde belirleyebilmek için şöyle
denilmelidir: Hidane şefkat, terbiye ve yumuşaklık üzerine dayalı bir velayet
olduğuna göre buna en layık olanı, bu sıfatlan en iyi şekilde kendisinde
bulunduran kimselerdir ki, bunlar da çocuğun yakınlandır. Akrabalar içerisinde
sırayla en. yakın ve hidane velayetini üstlenmeyi ehil kılan vasıfları en iyi
şekilde kendilerinde toplayan kimseler tercih edileceklerdir. İki ya da daha
fazla kişinin bulunması durumunda, eğer dereceleri eşitse, kadınlar erkekler
üzerine tercih edileceklerdir. Buna göre: anne babaya, nine dedeye, teyze
dayıya, hala amcaya, kızkardeş erkek kardeşe tercih edileceklerdir. Eğer her
ikisi de erkek ya da kadın iseler bu kez hak sahibi -aynı derecede iseler-
kur'a ile belirlenecektir. Dereceleri farklı ise, eğer aynı cihetten iseler,
çocuğa daha yakın olan kimse tercih edilecektir. Buna göre kızkardeş, kızma;
teyze ebeveynin teyzesine; ebeveynin teyzesi dede ya da ninenin teyzesine;
annenin babası olan dede, anne bir kardeşe tercih olunacaklardır. Doğrusu da
budur. Zira hidane konusunda babalık ve annelik ciheti kardeşlik cihetinden
daha güçlüdür. "Anne bir kardeş tercih edilir. Çünkü o miras bahsinde
annenin babasından daha güçlüdür." diyenler de olmuştur. Her iki vecih de
İmam Ahmed'in mezhebindedir.
Üçüncü bir vecih daha
vardır: O da, "Anne bir kardeşin asla hidane hakkı yoktur. Çünkü asabeden
değildir. Hidane hakkı bulunan kadınlardan da değildir. Dayı da aynıdır."
şeklindedir. Bu vecihin sahibi: "Dayının hidane hakkı yoktur. Annenin
babası ile annenin babasının annelerinin dayıdan daha öncelikli (evla)
olduğunda tartışma yoktur." demiştir.
Eğer babanın yakınlığı
ve annenin yakınlığı gibi iki ayn cihetten iseler, mesela hala ile teyzenin;
baba bir kız kardeşle anne bir kızkardeşin; babaanne ile anneannenin; babanm teyzesiyle
annenin teyzesinin bulunması gibi; iki rivayetten birisine göre bunların
hepsinde baba tarafından olanlar tercih olunurlar. Tabii bu aynı derecede
olmalan ya da baba cihetininin çocuğa daha yakın olmalan durumunda böyledir.
Ama anne tarafı daha yakın,
baba tarafı daha uzak ise, mesela anneanne ile babanın babasının annesinin ve
çocuğun teyzesiyle babasının teyzesinin durumu gibi, bu durumda iki tercih
karşılaşmış olmakta, ancak çocuğa daha yakın olan, daha uzak olana nisbetle ona
daha şefkatli ve merhametli olacağı için tercih edilecektir. Babanın
yakınlığını tercih edenler, ancak annenin yakınlığı ile eşitliği durumunda
tercihe gitmektedirler. Ama annenin yakınlığından daha uzak ise, bu durumda
daha yakın olan anne ciheti tercih olunacaktır. Aksi takdirde, uzak olan
babanın yakınlığını tercih durumunda, hiçbir kimsenin benimsemediği yanlış
neticeler ortaya çıkacaktır.
Bu kaide (zabıt) ile
hidane bahsinin bütün meseleleri kuşatılabilir ve şer'i kıyasa uygun neticeler
alınır, istisnası yoktur ve şer'i esaslara uygunluk arzeder. Karşınıza çıkan
hidane ile ilgili her meselenin cevabını bu kaideden çıkarabilirsiniz ve hem de
neticeler delilin gereği olur, kendi içerisinde çelişkilerden, usul kıyasına
ters düşmekten de uzak olur. Tevfik ancak Allah'tandır.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) (zevceye hitaben): "Evlenmediğin sürece
Öncelikli olarak o sana aittir." buyurmasında, hidanenin annenin bir hakkı
olduğuna delalet vardır.
İmam Ahmed ve Malik'in
mezhebinde fukaha, hidanenin çocuğa bakma durumunda olan kimsenin lehinde bir
hak mı, yoksa aleyhinde bir görev mi olduğu konusunda iki görüşe
ayrılmışlardır.
Bunun üzerine şu
neticeler kurulur:
Birincisi: Hidane
hakkına sahip olan kimsenin düşürmesi ile bu hak kendisinden düşer mi, düşmez
mi? İki görüş vardır.
İkincisi: Eğer lehine
bir haktır dersek, hidane süresince ücret karşılığı olmaksızın hizmet yükümlüğü
olmayacaktır. Eğer bir görevdir dersek, karşılıksız hizmette bulunması gerekecektir.
Eğer çocuğa bakacak kimse (hadin) fakirse, o zaman her iki görüşe göre de ücret
alma hakkı olacaktır.
Üçüncüsü: Anne hidaneyi
babaya bağışladığı zaman, eğer lehine bir haktır diyorsak, hibe bağlayıcı
olacak ve bir daha rücü edemeyecektir. Eğer görevdir dersek, anne tekrar hidane
talebinde bulunabilecektir.
Bu mesele ile, satıştan
önce şuf'a haklanın hibesi gibi henüz sabit olmamış şeyin hibesi -ki bu iki
kavilden birisine göre bağlayıcı değildir- arasındaki fark şudur: Hidane
bahsinde, hidanenin sebebi mevcuttur. Dolayısıyla sanki mevcutmuş gibi olur.
Aynı şekilde bir kadın bir aylık nafakasını kocasına bağışlarsa, o da bağlayıcı
bir hibe olur ve dönemez. Bütün bunlar İmam Malik'in tabilerinin sözleri ve
neticeleridir. Doğrusu hidane; çocuğun ihtiyaç göstermesi, başka birisinin de
bulunmaması durumunda annenin hem hakkı hem de görevidir. Anne ve çccuğun
velisi, hidane hakkının veliye nakledilmesi konusunda anlaşabilirlerse bu
caizdir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) : "=O öncelikli
olarak sana aittir." ifadesinde hidanenln kadının lehine bir hak olduğuna
delil vardır.
Hz. Peygamber'in
"evlenmediğin sürece" ifadesi hakkında iki görüş olmak üzere ihtilaf
edilmiştir: Acaba bu gerekçelendirme (ta'lil) midir, yoksa süre belirlemek (tevkit)
için mi söylenmiştir? Bu ihtilafa göre şu durum ortaya çıkar: Kadın evlense ve
hidane hakkı düşse, fakat sonra boşansa, acaba hidane hakkı tekrar döner mi?
Eğer bu ifade
"ta'lil" içindir denilecek olursa, o takdirde hidane hakkı geri
dönecektir. Çünkü hüküm bir illetten dolayı sabit; olursa, o illetin zail
olmasıyla o hüküm ortadan kalkar. Hidane hakkının düşmesinin illeti evliliktir.
Eğer kadın boşanırsa bu illet zail olmaktadır, dolayısıyla hükmü de ortadan
kalkacaktır. Bu çoğunluk fukahanın görüşleridir. Bunlar arasında İmam Şafii,
Malik, Ebu Hanife de vardır.
Sonra bunlar da kendi
aralarında ihtilaf etmişlerdir: Şayet talak'ricl talak olursa, acaba kadının
hidane hakkı sadece talakın verilmiş olmasıyla düşer mi, yoksa iddetin
bitmesine mi bağlıdır? Yine iki görüş vardır. Her ikisi de İmam Ahmed ve
Şafii'nin mezhebinde mevcuttur.
Birincisi: Sadece
talakın verilmiş olmasıyla hidane hakkı döner. Şafii mezhebinin zahir görüşü de
böyledir. İkincisi: İddet dolmadıkça hidane hakkı dönmez. Bu da İmam Ebu Hanife
ve Müzeni'nin görüşleridir. Bütün bunlar "evlenmediğin sürece"
ifadesinin "ta'lil" kabul edilmesi esasına binaendir. Bu çoğunluk
fukahanın görüşleri olmaktadır.
İmam Malik ise,
mezhebinde meşhur olan kavle göre: " Kadın evlenir ve zifaf da gerçekleşirse,
hidane hakkı bir daha dönmez, isterse daha sonra boşanmış olsun."
demiştir. Tabilerinden bir kısmı İmam'ın bu sözünün hadisteki
"evlenmediğin sürece " ifadesinin "tevkit" yani süre
belirlemek için olduğu esasına binaen söylenmiş olduğunu belirtmişlerdir. Yani
bu sözün anlamı "Hidane hakkın evleneceğin zamana kadar geçerlidir."
demektir. Evlendiği zaman hidane hakkı vakti biter, dolayısıyla vakti bittikten
sonra da bir daha dönmez. Nitekim çocuğun buluğa ermesi ve böylece bakıma
ihtiyacı kalmaması sebebiyle de hidane vakti dolmakta ve hak sona ermektedir.
İmam Malik'in tabilerinden Muğire ve İbn Ebi Hazim ise diğer çoğunluk fukahanm
görüşleri doğrultusunda "Kocası kendisinden ayrıldığı zaman hidane hakkı
geri döner." demişlerdir. Çünkü, kadının hidane hakkını gerektiren şey
çocuğa olan özel yakınlığıdır. Bu yakınlıkla, nikah engeli tearuz halindedir.
Zira nikah çocuğun ihmale uğramasını, kadını çocuk ve onun çıkarlarıyla
uğraşmak yerine, yabancı olan kocanın hukuku ile meşgul olmasını, çocuğun akrabası
olmayan bir kimsenin nimetleri içerisinde büyütülüp terbiye edilmesini
gerektirecek ve bu durum çocuğun akrabaları üzerinde bir minnet ve zillet hissi
doğuracaktır. İşte böylesi bir nikah ölüm veya talak (ayrılık) yolu ile son
bulduğunda "mani" zail olacak ve hidane hakkını gerektiren şey ise
devam edecektir, dolayısıyla da eseri üzerine terettüp edecektir. Bu durum
küfür, kölelik, fasıklık, göçebelik [bedv) gibi sebeblerle hidane hakkı ortadan
kalkan herkes için sözkonusudur. Mani ortadan kalktığı zaman hidane hakları
geri döner. Nikah ve ayrılık durumu da aynı şekildedir.
Hidane hakkının sadece
ric'i talakla veya iddetin bitmesine bağlı olması şeklindeki İhtilaf, ric'i
talakla boşanan kadının tüm hükümlerde zevce kabul edilmesinden
kaynaklanmaktadır. Zira koca ile aralarında birbirlerine varis olmaları
sözkonusudur. Koca ric'i talakla boşadığı karısına zıhar ve ilada
bulunabilmektedir; üzerine onun kızkardeşini, veya hala ya da teyzesini alması,
yine kendisinden başka ayrıca dört kadınla evli olması haram olmaktadır. Bütün
bunlar ric'i talakla boşanmış kadının hala zevce olduğunu göstermektedir. İşin
bu tarafını göz önünde bulunduran kimselere göre, hidane hakkı iddet bitip
tamamen ayn düşmedikçe, sadece ric'i talakla boşanmış olmakla geri dönmez.
Sadece boşanmış olmakla
hidane hakkının döneceği görüşünde olanlar ise şöyle demektedirler: "Koca,
boşamakla kadını yatağından ayırmıştır, artık kadın lehine koca üzerinde
yanında geceleme [kasm) hakkı ve kocaya ayıracağı bir meşguliyeti kalmamıştır.
Hidane hakkının düşmesini gerektiren illet, talak ile ortadan kalkmıştır.
Bu görüş eş-Şeyh'in (İbn
Kudame) el-Muğni'de tercih etmiş olduğu görüş olmaktadır. Hıraki'nin sözünün
zahiri de böyledir. Çünkü o, "Anne evlendiği zaman, çocuk kendisinden
alınır ve sonra boşanırsa, hidane hakkına tekrar geri döner." demektedir.
"Evlenmediğin
sürece" ifedesi hakkında yine ihtilaf edilmiş ve bundan maksadın sadece
akit mi, yoksa zifafla birlikte akit mi olduğu tartışılmıştır. Bu konuda da iki
vecih bulunmaktadır. Birincisi: Sadece akitle hidane hakkı düşer şeklindedir.
Bu İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife'nin görüşleridir. Çünkü akitle koca kadından
istifade hakkına, kadının çocuk bakımı menfaatine sahip olur. İkincisine göre;
zifaf gerçekleşmedikçe hidane hakkı düşmez. Bu da İmam Malik'in görüşüdür. Zira
kadının çocuk bakımına fırsat bulamaması ancak zifafla gerçekleşir. Hadis her
ikisine de muhtemeldir. Uygun olanı, hidane hakkının nikah akdiyle birlikte
düşmüş olmasıdır. Çünkü nikahla birlikte kadın, kendisini zifafa hazırlamak ve
çocukla ilgilenememek gerekli hazırlıklar yapmak gibi bir durum içerisindedir.
Bu çoğunluk ulemanın görüşleri olmaktadır.
5- Hidane Hakkının
Evlilik Sebebiyle Düşeceği Hakkındaki İhtilaflar:
Nikahla hidane hakkının
düşmesi konusunda dört görüş bulunmaktadır:
Birincisi: Bu hak mutlak
olarak düşer; çocuğun erkek veya kız olması arasında bir fark yoktur. Bu görüş
İmam Şafii, Malik, Ebu Hanife ve meşhur alan rivayette İmam Ahmed'e aittir.
İbnu'l-Münzir: "Kendisinden ilim aldığım herkes bu konu üzerinde icma
etmişlerdir. Kadı Şüreyh de böyle hükümde bulunmuştur." demiştir.
İkinci görüş: Hidane
hakkı evlilikle hiçbir şekilde düşmez. Hidane konusunda, kocası olmayan
kadınlarla kocaları bulunan kadınlar arasında fark yoktur. Bu görüş Hasan
el-Basri'den nakledilmiştir Bu aynı zamanda Ebu Muhammed b. Hazm'ın da görüşü
olmaktadır.
Üçüncü görüş: Eğer çocuk
kız ise hidane hakkı annesinin evlenmesiyle düşmez. Eğer erkek ise düşer. Bu
görüş iki rivayetten birisinde İmam Ahmed'e aittir. Mühenna b. Yahya eş-Şami
rivayetinde, bunu beyan etmiş ve şöyle demiştir: Anne evlenir ve oğlu da küçük
olursa kendisinden alınır. Kendisine: "Kız çocuğu da erkek çocuğu gibi
midir?" diye soruldu. O: "Hayır! Kız çocuğu yedi yaşına kadar
annesiyle beraber kalır." dedi. Bu rivayete göre, kız çocuğu annesinin
yanında yedi yaşma kadar mı, yoksa ergenlik çağına (buluğ) kadar mı kalır? Yine
iki rivayet sözkonusudur: İbn Ebi Musa: "Ahmed'den 'Anne evlenmiş olsa
bile, buluğ çağına gelinceye kadar, kız çocuğu üzerinde. hidane hakkına
öncelikli olarak sahiptir.' rivayeti vardır." demiştir.
Kadın çocuğun
sülalesinden birisiyle evlenirse, hidane hakkı düşmez. Sonra bu görüş sahipleri
de üçe ayrılmışlardır: 1) İmam Ahmed'in tabilerinin sözlerinin zahiri olduğu
üzere, aranan şart, sadece kocanın çocuğun sülalesinden olmasıdır. 2) Kocanın
aynı zamanda, çocuğa nikah düşmeyecek şekilde yakın olması da şarttır. Bu da
Hanefilerin görüşü olmaktadır. 3) Çocuk ile koca arasında aynı zamanda çocuğun
dedesi olmak suretiyle bir doğum ilişkisi de bulunmalıdır. Bu da İmam Malik ve
İmam Ahmed'in bazı tabilerinin görüşüdür. Bu konuda mezheblerin görüşleri
bunlardan ibarettir.
Hidane hakkını mutlak
surette düşürenlerin delilleri üç tanedir: 1) Daha önce geçen Amr b. Şuayb
hadisidir. 2) Bu konudaki sahabenin ittifakıdır. Daha önce Hz. Ebu Bekir'in Hz.
Ömer'e "O evlenmediği sürece çocuğa senden daha çok hak sahibidir"
dediği ve Hz. Ömer'in buna muvafakat ettiği ve onlara ashaptan hiçbir kimsenin
muhalefet etmediği geçmişti. Kadı Şüreyh de bu doğrultuda hükmetmişti. Ondan
sonra gelen kadılar da zamanımıza kadar çeşitli asır ve farklı mekanlarda hep
aynı hükümde bulunmuşlardır.
Üçüncüsü Abdürrezzak'ın,
İbn Cüreyc - Ebu'z-Zübeyr - Medine'li salih bir adam - Ebu Seleme b. Abdirrahman
senediyle zikrettiği şu hadistir: Ensar'dan bir kadın, yine Ensar'dan bir
adamın nikahı altında idi. Kocası Uhud gününde şehid düştü. Kocasından bir
çocuğu vardı. Kadının çocuğunun amcası ile başka bir adam, onu babasından
istediler. Babası da onu diğer adama nikahladı. Kadın Hz. Peygambere geldi ve:
"Ya Rasulallah! Babam beni istemediğim bir adama nikahladı, ve çocuğumun
amcasını terketti, bu durumda çocuğum benden alınır." dedi. Hz. Peygamber
kadının babasını çağırttı ve ona: "Falanı falancaya nikahladın öyle
mi?" diye sordu. O da: "Evet!" dedi. Hz. Peygamber ona:
"Senin nikahlama hakkın yok! (Sonra da kadına) Sen git ve çocuğunun
amcasıyla evlen!" buyurdu. Bu olayda Hz. Peygamber, evlenmesi durumunda
çocuğun annesinden alınacağını münker bulmamış, aksine hidane hakkının kadında
kalabilmesi amacıyla, onu çocuğun amcasıyla evlendirmtştir. Dolayısıyla bu
hadiste, evlilikle hidane hakkının düşeceğine, çocuğun yakınlarından birisiyle
evlendiği takdirde ise hidane hakkının düşmeyeceğine delalet vardır.
Ebu Muhammed İbn Hazm,
bu istidlale iki açıdan itiraz etmiştir: Birincisi: Amr b. Şuayb hadisi (semaa
dayanmaz) elindeki bir sahifedendir. İkincisi: Bu Ebu Seleme hadisi mürseldir
ve senedinde bir meçhul ravi vardır.
Bu her iki itiraz da
zayıftır. Daha önce imamların Amr'ın hadislerini sahih bulduklarım ve onunla
ihticacda bulunduklarını açıklamıştık. Bir adamın hadisiyle amel konusunda İbn
Hazm'ın sözü ile, Buhari, Ahmed, ibn el-Medini, Humeydi, İshak b. Rahuyeh ve
emsallerinin sözleri karşılaşırsa, elbetteki bunların sözleri bırakılarak
başkalarına gidilmez.
Ebu Seleme hadisine
gelince; Ebu Seleme, tabiin neslinin büyüklerindendir. Olayı Ensarlı bir
kadından anlatmaktadır. O kadım görmüş olması inkar edilemez. Dolayısıyla da
hadisin mürsellik iddiası tahakkuk etmiş değildir. Tahakkuk etse bile, o iyi
bir mürseldir; merfu ve mevkuf başka şahidleri vardır, itimad sadece ona
değildir. Meçhul ravlden, Ebu'z-Zübeyr'in iyi haline (salihliğlne) tanıklık
ettiği kimse kastedilmektedir. Kuşkusuz bu tanıklık onun kimliğini belirlemez;
ancak kendisinden rivayet eden adil ravi tarafından tezkiye edilen mechul
ravinin adaleti sabit olur, daha sahih olan kavle göre isterse bu iş adil tek
ravi tarafından yapılsın. Zira tadıl (tezkiye), -özellikle de hadis rivayeti hakkında-
şehadet kabilinden olmayıp, "ihbar" ve "hüküm" türündendir.
Dolayısıyla bir kişiyle iktifa edilir ve rivayet nisabı üzerine ziyadeye
gidilmez. Kaldı ki, iki görüşten birisine göre adil bir ravinin bir başkasından
sadece rivayette bulunması, onu açıkça tezkiye etmese bile, onu ta'dil etmiş
sayılmaktadır. Nitekim İmam Ahmed'den gelen iki rivayetten birisinde durum
böyledir. Ama ondan rivayette bulunur ve ayrıca onun adil bir ravi olduğunu da
tasrih ederse, özellikle de zayıf ve töhmete maruz kalmış ravilerden rivayet
ettiği bilinmiyorsa, bu takdirde rivayetini redde medar olacak cehalet
durumundan çıkmış olur. Ebu'z-Zübeyr'de her ne kadar tedlis varsa da, o zayıf
ve ithama maruz kalmış ravilerden tedlis yapan birisi olarak bilinmemektedir.
Aksine onun tedlisi, selefin yapmış olduğu tedlis cinsindendir; onlar ne bir
ithama maruz kalmış raviden, ne de cerhe uğramış birisinden asla tedliste
bulunmazlardı. Bu türden olan tedlisler sadece son dönemlerde çoğalmıştır.
Ebu Muhammed kendi
görüşünü, Buhari'nin Abdülaziz b. Suheyb'in Enes'ten rivayet ettiği şu hadisle
demlendirmeye çalışmıştır: Enes anlatır: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Medine'ye gelmişti. Hizmetçisi yoktu. Ebu Talha elimden tuttu ve beni
Rasulullah'a (s.a.} götürdü ve: "Ya Rasulallah! Enes akıllı bir çocuktur.
O sizin hizmetinizde bulunsun." dedi. Enes: "Ben O'na hem seferde hem
de evde hizmet ettim." der.
Olayı zikreden Ebu
Muhammed şöyle diyor: "İşte Enes, annesinin bakımı altında bulunmaktadır
ve annesinin kocası bulunmaktadır ki, o Ebu Talha'dır ve bunu Hz. Peygamber
bilmektedir."
Bu delillendirme son
derece tutarsızdır. Hadis ise gayet sahihtir. Tutarsızdır, çünkü, Enes'in
akrabalarından hiçbir kimse Hz. Peygamber'e gelerek onun hakkında annesiyle bir
çekişmede bulunmamıştır; o dişleri henüz bitmemiş, yalnız başına yiyip
içemeyecek, sağını solunu ayıramayacak bir çocuk değildir. Bu halde iken annesi
evlenmiş ve buna rağmen onu Hz. Peygamber annesi lehine hükmetmiş değildir.
Eğer bu dediklerimiz olsaydı, işte o zaman bu hadisi kendisine delil olarak
kullanması doğru ve tam olurdu. Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde Enes on
yaşında idi ve annesinin yanında bulunuyordu. Ebu Talha ile evlendiğinde,
akrabalardmdan hiçbir kimse gelip de Enes hakkında onunla çekişmeye girmemiş ve
ona: "Sen evlendin, artık senin hidane hakkın yoktur, ben onu senden almak
istiyorum." dememişti. Hiç şüphe yoktur ki, evli bir kadının, kocası ve
çocuğun akrabalarının razı olmaları durumunda onun bakımını üstlenmesi haram
değildir. Yine şüphesiz, annenin, hidane hakkı sahiplerinin münazaaya
girmeyeceği bir kimseyle evlenmesi ve çocuğu ondan talepte bulunmamaları
durumunda, çocuğu annesinden ayırmak vacip, hatta caiz bile değildir. Bu
itibarla bu hadisle ihticacta bulunmak son derece uzak ve yersizdir.
Bunun bir benzeri de,
Ümmü Seleme validemizin Hz. Peygamber Efendimizle evlendiğinde, çocuğuna olan
kefaletini düşürmediğini, aksine hidane hakkının devam ettiğini delil olarak
kullanmalarıdır. Allah Allah! Ümmü Seleme ile çocuğu hakkında kim münazaada
bulunmuş ve çocuğun Hz. Peygamberin himayesinde olmasına kim karşı çıkmış?
Şaşmamak elde değiilir!
Yine bu görüş lehine
olmak üzere Hz. Peygamber'in Hz. Hamza'nın kızının, Cafer ile evli olan teyzesine
verilmesine hükmetmesiyle de istidlalde bulunulmak istenilmiştir. Hz. Hamza'nın
kızıyla ilgili hüküm, alimlerce farklı değerlendirilmiş ve şu üç konuda delil
olarak kullanılmıştır: Birincisi: Nikah hidane hakkını düşürmez. İkincisi:
Bakımı sözkonusu olan çocuk kız olursa, annesinin evlenmiş olması hidane
hakkını düşürmez, eğer çocuk erkek ise düşürür. Üçüncüsü: Koca eğer çocuğun
akrabası ise, annenin hidane hakkı düşmez, aksi takdirde düşer. Bu İtibarla Hz.
Hamza'nın kızıyla ilgili olayın, mutlak surette evliliğin hidane hakkını
düşürmeyeceğine dair delil olarak kullanılabilmesi için diğer iki ihtimalin
bertaraf edilmesi gerekmektedir.
6- Çocuğa Bakacak
Kimsede Aranacak Şartlar:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) çocuğun annesine verileceğine hükmetmesi ve:
"Evlenmediğin sürece sen ona daha çok hak sahibisin." buyurması,
kayıtsız ve kafir, köle, fasık, yolcu olsa bile her anne için lehine hükmü
gerektirecek genellikte değildir. Böyle bir genellemenin hadisten çıkarılması
doğru olmadığı gibi, böyle bir hükmün olmayacağı da çıkarılamaz. Hidane
konusunda müslümanlık, hürriyet, diyanet ve mukim olma gibi şartların
arandığına dair ayn, müstakil bir delilin bulunması durumunda bu, ne hadisin
bir tahsisi ne de onun zahirine muhalefet sayılmaz.
Çocuğun bakımını
üstlenecek kimsede şu şartlar aranır:
1 - Çocukla aynı dinden
olmaları. Bir kafirin iki açıdan dolayıl müslüman üzerinde hidane hakkı yoktur:
a) Çocuğun bakımını
üstlenen kimse, onu kendi dini üzere terbiye etme ve yetiştirme üzerine hırslı
olur. Büyüdükten sonra çocuğun artık o dinden bir başkasına intikali zordur.
Dolayısıyla o kimse çocuğu, Allah'ın kullarını üzerinde yarattığı fıtrat
halinden değiştirebilir ve o çocuk bir daha asla fıtri haline yeniden dönemez.
Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda "Her doğan
fıtrat üzere (yani tabii din olan İslam'ı kabule meyilli olarak) doğar da
ebeveyni onu ya yahudi ya hıristiyan, ya da mecusi yapar." buyurmuştur.
Dolayısıyla çocuğun bakımını üstlenecek kimsenin müslüman olmaması durumunda
onu yahudi veya hırlstiyan yapmasından emin olunamaz.
Burada, "Hadis,
sadece ebeveyn hakkında varid olmuştur." şeklinde bir itiraz akla
gelebilir.
Cevaben şöyle deriz:
Hadis, galibe itibarla söylenilmiş olup hasr manası ifade etmez. Zira galib ve
mutad olan, çocuğun ebeveyni yanında yetişmesidir. Ebeveynden birisi veya her
ikisi kaybedildiği zaman, çocuğun velisi ebeveynin yerini alır.
b) Yüce Allah,
müslümanlarla kafirler arasında velayete (muvalata) son vermiş ve müslümanlan
birbirlerinin velileri, kafirleri de yine kendi aralarında birbirlerinin
velileri kabul etmiştir. Hidane ise, Yüce Allah'ın bu iki grup arasında kesip
atmış olduğu velayet türünün en güçlü olanlarından birisidir.
Re'y alimleri,
İbnu'l-Kasım ve Ebu Sevr: "Anne kafir, çocuk müslüman olsa bile, hidane
hakkı sabit olur." demişlerdir. Bunlar delil olarak Nesai'nin Sünen'inde
rivayet ettiği Rafi b. Sinan hadisini kullanmışlardır: Bu zat müslüman olmuş,
karısı ise müslüman olmaktan imtina etmişti. Kadın Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gelmiş ve: "Benim kızım! Daha yeni sütten kesildi, ya da
öyle bir şey!" demiş; Rafi': "Benim kızım!" demiş ve her ikisi
de çocuğu talepte bulunmuşlar. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Rafi'e: "Bir köşeye otur!", kadına da: "Sen de bir köşeye
otur!" buyurmuş ve her ikisine birden: "Çocuğu kendinize
çağırın!" diye emretmişlerdi. İlk anda çocuk annesine doğru meyletmiş.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım! O çocuğa
doğruyu göster!" diye dua etmiş ve çocuk hemen babasına meyletmiş, babası
da çocuğu almıştır.
Bunlar akli delil olmak
üzere de şöyle demişlerdir: "Hidane hakkı iki şeyden dolayıdır: Emzirmek
ve çocuğun hizmetinde bulunmak. Bunların her ikisi de kafir olan annede
mevcuttur."
Diğerleri ise şöyle
demişlerdir: Bu hadis Abdülhamid b. Cafer b. Abdullah b. el-Hakem b. Rafi' b.
Sinan el-Ensari el-Evsi'in rivayetindendir. Onu illet konusunda imam olan Yahya
b. Said el Kattan zayıf bulmuştur. Süfyan es-Sevri de ona hücumda bulunurdu. İbnu'l-Münzir
ve daha başkaları hadisi zayıf kabul etmişlerdir. Olayda birbirini tutmayan
ifadeler (muzdariblik) vardır: Muhayyer bırakılanın kız çocuğu olduğu da
rivayet edilmiş, erkek çocuğu olduğu da rivayet edilmiştir. eş-Şeyh (İbn
Kudame) el-Muğni'de şöyle der: "Hadise gelince, bundan başka türlü de
rivayet edilmiştir. Onu nakil erbabı sabit görmemektedirler. İsnadı hakkında
tenkitler vardır. Bunun böyle olduğunu İbnu'l-Münzir haber vermiştir."
Sonra bu hadis, İslam
şartını ileri sürenlerin görüşüne delil olarak kullanılabilir. Zira çocuk
annesi tarafına meyledince, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
doğruyu ona göstermesi için Allah'a dua etmişti de çocuk babasına yönelmişti.
Bu durum göstermektedir ki, çocuğun kafir ile birlikte olması, Yüce Allah'ın
kulları için arzu buyurdukları hidayetin aksi bir durum olmaktadır. Eğer
çocuğun annesiyle kalması kesinleşseydi, o zaman hadiste delil olabilirdi. Oysa
ki, Yüce Allah böylesi bir neticeye, Peygamberinin duası neticesinde imkan
vermemişti
Şaşılacak hususlardan
birisi de onların "Fasıkın hidane hakkı yoktur." demeleridir.
Küfürden daha büyük bir fısk olur mu? Çocuğun, fasıkın meşrebi üzerinde
yetişmesi neticesinde beklenilen zararla, kafir yanında yetişmesi neticesinde
sözkonusu olacak olan zarar hiç bir olur mu? Kaldı ki, doğru olan görüşe göre,
hidane konusunda çocuğa bakmak durumunda olan kimsede adalet şartı asla
aranmamaktadır. Her ne kadar bu şartı İmam Ahmed ve Şafii'nin tabileri ileri
sürmüşlerse de bu isabetli değildir. Eğer çocuğun bakımını üstlenecek kimsede
adalet şartı aranacak olursa, çocuklar zayi olur ve ümmet üzerine büyük bir
meşakkat biner, sıkıntılar doğar, İslam'ın doğuşundan kıyamete dek fasıklara
ait çocuklar olagelecek ve bunlar çoğunluğu teşkil etmekle birlikte, dünyada hiçbir
kimse onlara el atmayacaktı! Bu olacak şey değildir. İslam'da, ebeveyni veya
onlardan birisi fasıktır, gerekçesiyle çocuğun onlardan alındığı hiç görülmüş
müdür? Zorluk, meşakkat ve sıkıntı doğurmada bu -kaldı ki çeşitli asır ve
şehirlerde sürdürülen uygulama bunun aksinedir- nikah velayeti konusunda adalet
şartını
ileri sürmek gibidir.
Çünkü nikah olayı hemen her yerde, her asır ve şehirde, köylerde, kırlarda olan
bir şeydir ve bu işi üstlenen velilerin büyük çoğunluğu da fasıktırlar. Fasıklık
ta öteden beri olagelen bir şeydir. Ne Hz. Peygamberin ne de sahabeden herhangi
birisinin, hiçbir fasıkı çocuğunu terbiye etmekten ve onun bakımını
üstlenmekten menettikleri, velayeti altında bulunan kızlarını evlendirmekten
alıkoydukları vaki değildir. Genelde görüyor ve müşahade ediyoruz ki, bir insan
fasik da olsa, çocuğu hakkında ihtiyatlı davranmakta ve onu ihmal etmemekte,
onun hayır ve salahı için çalışmakta, çaba göstermektedir. Her ne kadar bunun
aksi de düşünülebilrse de, bu mutad olana nisbetle son derece az olmaktadır.
Sari' Teala bu gibi hususlarda cibilli olan motife (duygu, güdü) itimatla
yetinmekte, ek şartlar aramamaktadır. Eğer fasık kimse hidane hakkından,
velayetinde bulunan kızlarını evlendirme yetkisinden mahrum olacak olsaydı,
bunun beyan edilmiş olması ümmet için son derece önemli bir husus olur ve ümmet
onun nakline itina gösterir, onunla amel edegelirlerdi. Eğer böyle bir durum
olsaydı, nasıl olur da bunu bırakırlar ve tam aksiyle amel edegelirlerdi. Bunun
tasavvuru caiz değildir. Eğer fasıklık çocuğun bakımını üstlenmeye mani bir
durum olsaydı, o takdirde zina eden, içki içen veya başka bir büyük günah
işleyen herkesin küçük çocuklarının kendisinden alınıp başka birisinin yanına
verilmeleri gerekirdi. En iyi bilen Allah'tır.
2 - Evet, hidane
konusunda "akıl" şarttır; mecnun ya da bunak birisinin, küçük çocuğun
hidane hakkı bulunmamaktadır. Çünkü bunlar kendilerine bakacak, üzerlerine
kefil olacak kimselere muhtaçtırlar; bu durumda nasıl başkalarına kefil
olabilir, onların işlerini üstlenebilirler?
3 - Hürriyet şartına
gelince, bu konuda kalbin kabule meyledeceği bir delil bulunmamaktadır. Buna
rağmen üç imam bunu şart koşmuşlardır. İmam Malik, cariye bir kadından çocuğu
olan hür bir kimse hakkında: "Anne, satılmadıkça o çocuğa daha çok hak
sahibidir. Satılması durumunda ondan babaya intikal eder." demiştir ki,
doğrusu da işte budur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Hiç bir anne çocuğundan ayrılamaz." ve yine: "Kim bir anne ile
çocuğu arasını ayırırsa, kıyamet gününde Allah onunla sevdikleri arasını
ayırır." buyurmuştur. Onlar, satış akdinde cariye anne ile çocuğunun
arasını ayırmanın caiz olmayacağını söylemişlerdir; bu durumda nasıl hidane
konusunda anne ile çocuğu arasını ayırabilmektedirler? Hadisin umumu, anne ile
çocuğunun aralarının ayrılmamasını, hem satış hem de hidanede mutlak olarak
yasaklamaktadır. Onların, cariye annenin menfaaatlerinin efendisinin mülkü
olması, ve devamlı onun hizmetinde bulunması sebebiyle çocuğun hizmetinde
bulunamaz, şeklinde ileri sürdükleri mazeret kabul edilemez. Aksine hidane
hakkı cariye olan anneye aittir ve bu hak çocuğun hizmete ihtiyaç duyduğu
anlarda efendinin hakkına -satış akdinde olduğu gibi- takdim olunur. Cariye
olan annenin nikahtan hali olması keyfiyeti ise, daha önce geçmişti.
Burada dikkat çekmemiz
gereken bir husus vardır: Biz nikah sebebiyle hidane hakkını anneden düşürüp
bir başkasına nakledeceğimiz durumda, eğer başka yakın bir akraba olmaz da
sadece anne bulunursa, bu durumda annenin hidane hakkı düşmez. O, hakimin
çocuğu kendisine teslim edeceği bir yabancıdan daha çok hak sahibidir. Çocuğun
(evli de olsa) annesinin kucağında büyüyüp terbiye görmesi; tamamen yabancı
olan, aralarında şefkat ve merhameti gerektiren bir yakınlığın bulunmadığı bir
kimsenin evinde terbiye görüp yetişmesinden daha uygundur. Şeriatın, bir
mefsedeti, kendisinden daha büyük bir mefsedet ile gidermesi muhaldir. Hz.
Peygamber asla genel ve külli bir hükümde bulunmamış ve: "Evlenen her
kadının hidane hakkı her hal ve durumda düşer." buyurmamışdır ki, bu
durumda hidane hakkının anne için sabit olacağı şeklindeki bir hüküm nassa
muhalif düşmüş olsun.
4 - Aynı ülkede olma
şartına gelince; eğer ebeveynden birisinin yolculuğu bir ihtiyaçtan dolayı olur
ve sonra dönerse, diğeri de mukim ise, mukim olan çocuk üzerinde daha çok hak
sahibidir. Çünkü küçük çocukla yolculuk yapmak, özellikle de çocuğun emzikli
olması durumunda, ona zarar verir ve onun ziyanına sebep olabilir. Fukaha hükmü
bu şekilde mutlak olarak belirtmişler ve hac yolculuğunu diğer yolculuklardan
istisna etmemişlerdir. Eğer ebeveynden birisi, diğerinin bulunduğu yerden başka
bir yere ikamet etmek için göç edecekse, bakılır; yol ve gideceği yer veya
bunlardan birisi emniyet telkin etmiyorsa, ebeveynden mukim olan çocuk üzerinde
daha çok hak sahibidir. Eğer her ikisinde de güvenlik varsa, bu durumda iki
görüş vardır. Bunların her ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir:
Birincisi: Bu durumda hidane hakkı, çocuğun terbiye, tedib ve tahsilini
yaptırabileceği için, babaya aittir. Bu aynı zamanda İmam Malik ve Şafii'nin de
görüşleridir. Kadı Şüreyh de bu doğrultuda hükümde bulunmuştur. İkincisi: Anne
daha çok hak sahibidir. Üçüncü bir görüş daha bulunmaktadır: Buna göre başka
yere göçen, eğer baba ise, çocuk üzerinde anne daha çok hak sahibidir. Yok, göç
eden anne ise ve asıl nikahın yapıldığı memlekete göç etmiş ise, yine o daha
çok hak sahibidir. Ama bir başka memlekete göç etmişse, bu durumda baba daha
çok hak sahibidir. Bu görüş de Ebu Hanife'ye aittir. Ebu Hanife'den bir başka rivayet
daha nakledilmiştir: Eğer kadının göçü, bir beldeden köye ise baba daha çok hak
sahibidir. Eğer kadın bir beldeden başka bir beldeye göç etmişse, öncelik hakkı
kendisine aittir.
Bütün bunlar, görüldüğü
üzere, kalbin kabule meyledeceği bir delilden yoksun görüşlerdir. Doğrusu, bu
konuda çocuğun yararına ve onun çıkarlarına uygun olanı kollamak ve ihtiyatlı
davranmak, ikamet ya da göçten hangisi çocuk için daha uygun ise, koruma ve
muhafazaya hangisi daha elverişli ise onu tercih etmektir. Bunun dışında bizzat
ikamet ya da yolculuk halinin bir tesiri yoktur. Tabii bütün bunlar, eşlerden
birinin göçle birlikte diğerine bir zarar vermek ve çocuğu elinden almak gibi
bir garazı olmamak durumuyla ilgilidir. Eğer böyle bir art niyeti varsa, o
takdirde onun bu arzusuna icabette bulunulmaz.
"Evlenmediğin
sürece sen daha çok hak sahibisin." sözü hakkında: "Burada hazif
vardır ve sözün tamamı: 'Evlenip, kocan seninle zifafta bulunup da akabinde
hakimin hidane hakkının düştüğüne hükmetmedikçe...' şeklindedir." denilmiştir.
Bu uzak bir zorlamadır ve lafız buna müsait değildir, hiçbir şekilde böyle bir
delaleti yoktur. Bu mananmı sıhhati üzerine "iktiza" yolu ile delalet
de bulunmamaktadır.
"Zifaf şartı, şart
koşanlara göre "evlenmedikçe'' lafzı içerisinde yer almaktadır. Nitekim
şer'i tahlil ile ilgili ayette de nikah kelimesi "zifaf manasında
kullanılmıştır. Zifaf şartım aramayanlara göre ise, hadisteki "nikah"
(evlenmek) sözcüğünden maksat nikah akdi olmaktadır.
Hidane hakkının
düşmesine dair hakimin hükümde bulunmasına gelince, buna ancak tarafların çocuk
hakkında nizaa düşmeleri ve husumetin ortaya çıkması durumunda ihtiyaç duyulur.
Bu durumda hakimin hükmü, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hükmünün infazı olmuş olur. Yoksa Hz. Peygamber hidahe hakkının düşmesini,
hakimin hükmüne bağlamış değildir. Aksine bizzat kendi hidane hakkının
evlilikle düşmesine hüküm buyurmuştur. Daha sonraki hakimlerin bu doğrultuda
hüküm vermiş ya da vermemiş olmaları durumu değiştirmez. Bunun delili. Hz.
Peygamber'in, evlenmediği sürece çocuk üzerinde annenin daha çok hak sahibi
olduğuna, evlendiği zaman ise bu hakkın ortadan kalkarak başkasına intikal
edeceğine dair olan bu hükümleridir. Hidane hakkı sahibi çocuğu talepte
bulunduğu zaman, karşısındaki kişinin onu kendisine vermesi gerekmektedir. Eğer
bundan kaçınır ve çocuğu hak sahibine teslime yanaşmazsa, o zaman hakim onu
icbar eder. Eğer hak sahibi hakkını düşürür veya talepte bulunmazsa, durum
eskiden olduğu hal üzere kalır. Bu genel bir kaidedir ve diğer hadislerden
çıkarılmıştır.
Hidane konusunda ebeveyn
arasında çocuğun bir seçimde bulunamayacağı görüşünde olanlar bu hadisin
zahirini delü olarak kullanmışlardır. İstidlal şekli şöyledir: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Sen çocuk hakkında daha çok hak sahibisin!"
buyurmuştur. Eğer çocuk muhayyer bırakılacak olsaydı, bu takdirde anne, çocuk
kendisini tercihte bulunmadıkça daha çok hak sahibi olamazdı. Nitekim baba da
aynı şekilde çocuk kendisini tercihte bulunmadıkça öncelikli olarak hak sahibi
olamazdı. "Çocuk seni tercih ettiği takdirde sen daha çok hak
sahibisin." şeklinde bir takdir yapılacaksa, aynı takdir baba için de
yapılabilir. Oysa ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) anneyi, niza
durumunda kayıtsız olarak üstün hak sahibi kabul etmiştir. Bu, İmam Ebu Hanife
ve Malik'in görüşleridir.. Biz bu meseleyi ve onunla ilgili fukahanın
görüşlerini, kullandıkları delillerini zikrediyor ve içlerinden Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmüne uygun olanı tercihte
bulunuyoruz.
1- Ebu Bekir Sıddik'ın
(r.a.) görüşü: Abdürrezzak, ibn Cüreyc - Ata el-Horasani - İbn Abbas kanalıyla
nakleder: Hz. Ömer karısını boşamıştı. (Daha sonra önceden geçen haberi
nakleder.) Hz. Ebu Bekir kendisine: "Çocuk için annesinin kokusu ve
yatağı, büyüyüp temyiz çağına gelip kendi başına bir tercihte bulununcaya
kadar, senden daha hayırlıdır." demiş ve çocuğun, büyüyüp de temyiz çağına
ulaşıp kendi tercihini yapıncaya kadar annesine verilmesine hükmetmiştir. ,
2 - Hz. Ömer'in görüşü:
İmam Şafii, İbn Uyeyne - Yezid b. Yezid b, Cabir - İsmail b. Ubeydullah b.
Ebi'l-Muhacir - Abdurrahman b. Ganm senediyle, "Hz. Ömer'in (r.a.) bir
çocuğu annesiyle babası arasında muhayyer kıldığını" rivayet etmiştir.
Abdürrezzak, İbn Cüreyc
- Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr senediyle, "Hz. Ömer'in bir çocuğu annesiyle
babası arasında muhayyer bıraktığını, çocuğun annesini tercih ettiğini ve
kadının çocuğunu alarak götürdüğünü" nakletmiştir.
Yine Abdürrezzak, Ma'mer
- Eyyub - İsmail b. Ubeydullah - Abdurrahman b. Ganm senediyle rivayette
bulunmuştur: Hz. Ömer'in huzurunda bir çocuk hakkında dava sözkonusu olmuş, o
da "Çocuk büyüyüp kendi tercihini söyleyinceye kadar, annesiyle
beraberdir." diye hükümde bulunmuştur.
Said b. Mansur, Hüşeym -
Haiid - Velid b. Müslim tarikiyle nakleder: Bir yetim çocuk hakkında Hz. Ömer'e
muhakeme olmak üzere baş vurmuşlardır. Hz. Ömer çocuğu muhayyer bırakmış ve
çocuk annesini amcasına tercih etmiştir. Hz. Ömer: "Annenin sana olan
şefkati, amcanın bolluğundan senin için daha hayırlıdır." buyurmuştur.
3 - Hz. Ali'nin görüşü:
İmam Şafii (r.a.), İbn Uyevne - Yunus b. Abdullah el-Cermi - Umare el-Cermi
senediyle nakleder: Ravi Umare şöyle anlatır: "Hz. Ali, beni annemle,
amcam arasında muhayyer bıraktı. Sonra benden daha küçük olan kardeşim için de:
"Eğer şu da bunun kadar büyük olsaydı, onu da muhayyer bırakırdım."
dedi."
Yine İmam Şafii, İbrahim
- Yunus - Umare - Hz. Ali kanalıyla benzeri bir rivayette bulunmuş ve bu
rivayette Umare: "O zaman yedi veya sekiz yaşında idim." demiştir.
Yahya el-Kattan, Yunus
b. Abdillah el-Cermi - Umare b. Ruveybe senediyle nakleder: Umare şöyle der:
"Benim hakkımda annemle amcam Hz. Ali'nin huzurunda mahkemelik oldular.
Hz. Ali beni üç defa muhayyer kıldı ve ben her defasında da annemi seçiyordum.
Küçük bir kardeşim daha vardı. Hz. Ali: "Şu da bunun kadar olsaydı o da
muhayyer bırakılırdı." dedi.
4- Ebu Hureyre'nin
görüşü: Ebu Hayseme Züheyr b. Harb, Süfyan b. Uyeyne - Ziyad b. Sa'd - Hilal b.
Ebi Meymune kanalıyla nakleder. Hilal şöyle anlatır: Ebu Hureyre'nin bir çocuğu
babasıyla annesi arasında muhayyer kıldığına ve akabinde: "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir çocuğu babasıyla annesi arasında muhayyer
kılmıştır." dediğine şahit oldum.
Bunlar sahabelerle
ilgili tesbit edebildiklerimizdir. Şimdi ise imamların görüşlerine geçmek
İstiyoruz:
7- Hidane Konusunda
İmamların Görüşleri:
Harb b. İsmail şöyle
der: İshak b. Rahuyeh'e "Annenin boşanması durumunda, kız ve erkek çocuğu,
ne zamana kadar annesi yanında kalır?" diye sordum. Şöyle cevap verdi:
"(Erkek çocuğunun) yedi yaşma kadar annesinin yanında kalması, bana daha
sevimli gelmektedir. Daha sonra ise muhayyer kılınır." Ben ona:
"Muhayyer kılma fikrini kabul ediyor musun?" dedim. O: "Hem de
nasıl!" dedi. Ben: "Yedi yaşından daha küçük olan muhayyer kılınmaz,
(öyle mi?)" diye sordum. O: "Bazıları beş yaşma kadar demişlerdir.
Ben ise yedi yaşma kadar olmasını daha uygun buluyorum." dedi.
İmam Ahmed'in mezhebine
gelince tafsilat vardır: Çocuk ya erkektir ya da kızdır. Eğer erkek ise; ya
yedi yaşındadır veya daha küçüktür. Eğer yedi yaşından daha küçükse, anne daha
öncelikli hak sahibidir ve çocuk muhayyer kılınmaz. Eğer yedi yaşında varsa, bu
takdirde üç rivayet bulunmaktadır:
Birincisi: -Mezhebinde
sahih ve meşhur olan budur- Çocuk muhayyer kılınır. İmamın tabilerinin tercihi
de bu olmaktadır. Eğer çocuk ikisinden birisini tercihte bulunmazsa, aralarında
kur'a çekilir ve çocuk, kur'a kime çıkmışsa ona verilir. Eğer birisini tercih
eder, sonra dönerek öbürünü tercihte bulunursa, bu kez çocuk ikinciye verilir ve
bu böyle devam eder.
İkincisi: Muhayyer
kılmmaksızın, çocuk üzerinde baba daha çok hak sahibi olur.
Üçüncüsü: Yedi yaşından
öncede olduğu gibi, anne daha çok hak sahibidir.
Eğer çocuk kız ise ve
yedi yaşından da küçük bulunuyorsa, muhayyer kılmmaksızm çocuk anneye teslim
edilir. Eğer yedi yaşma ulaşmışsa, mezhebindeki meşhur görüşe göre, dokuz
yaşına kadar anne yine daha çok hak sahibidir. Dokuz yaşma ulaştığında ise,
muhayyer kılınmaksızın baba daha çok hak sahibi olur.
İmam Ahmed'den dördüncü
bir rivayette, kız çocuğu buluğ çağına ulaşıncaya kadar, onun üzerinde anne
evlenmiş olsa bi]e, daha çok hak sahibidir.
Yine ondan beşinci bir
rivayette ise, yedi yaşından sonra, erkek çocukta olduğu gibi muhayyer
bırakılır ki, İmam bunu beyan etmiştir ve tabilerinden çoğu bunu İmam'ın
mezhebinde bir "vecih" olarak zikretmişlerdir. Özetle İmam Ahmed'in
mezhebindeki durum bundan ibarettir.
İmam Şafii ise şöyle
der: "Çocuk erkek olsun kız olsun, yedi yaşına ulaşıncaya kadar anne daha çok
hak sahibidir. Eğer yedi yaşına ulaşırlar ve yaşıtlarının aklı gibi akılları
yerinde olursa, her biri anne ve babadan birisini seçme konusunda muhayyer
bırakılırlar ve hangisini tercihte bulunurlarsa onun gözetimine
verilirler."
İmam Malik ve Ebu Hanife:
"Kız çocuğu hiçbir şekilde muhayyer bırakılmaz" demişlerdir. Sonra
bunlar ihtilaf etmişler ve Ebu Hanife şöyle demiştir: "Anne: kız çocuğu
buluğ çağına ulaşıncaya kadar, erkek çocuğu da yalnız başına yeyip içip,
giyinebileceği bir zamana kadar babadan daha çok hak sahibidir. Bu zamandan
sonra ise, her ikisi de babanın yanında kalırlar. Ebeveynden olmayan başka
birisi karşısında ise, (anne) kız ya da erkek çocuğu kendi başlarına yeterli
oluncaya kadar daha çok hak sahibidir ve buluğa itibar edilmez." İmam
Malik ise şöyle demiştir: "Çocuk kız olsun erkek olsun, dişi çıkıncaya
kadar annesi onun üzerinde daha çok hak sahibidir." Bu İbn Vehb'in
rivayeti olmaktadır. İbnu'l-Kasım'ın rivayeti ise: "Buluğ çağına kadardır
ve çocuk herhangi bir şekilde muhayyer bırakılmaz." şeklindedir.
Leys b. Sa'd şöyle der:
"Anne, oğlan çocuğu sekiz yaşına, kız çocuğu da buluğ çağına ulaşıncaya
kadar, onlar üzerinde daha çok hak sahibidir. Bundan sonra ise, onlar üzerinde
baba daha çok hak sahibi olmaktadır."
Hasan b. Hayy ise şöyle
demiştir: "Anne, kız çocuğunun memeleri belirinceye, oğlan çocuğu da
ihtilam devresine yaklaşıncaya kadar, onlar üzerinde babadan daha çok hak
sahibidir. Bu devreden sonra ise, her ikisi de anne ve baba arasında muhayyer
bırakılırlar. Kız ve erkek olması aynıdır."
Muhayyer kılmayı sadece
erkek çocuğu için sözkonusu edip, kız çocuğu hakkında etmeyen kimseler şöyle
demektedirler: "Ebu Hufeyre hadisinde, Hz. Peygamber'den (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) muhayyer kılma durumu erkek çocuğu hakkında sabit olmuştur.
Bu durum, raşid halifelerden ve Ebu Hureyre'den de sabit olmuştur ve bu hususta
ashaptan onlara karşı bir muhalifin bulunduğu asla bilinmemektedir. Hiçbir
kimse bu hususa tepki göstermemiştir. Sonra bu hüküm son derece adil
olmaktadır. Çünkü anne, sadece çocuğun küçüklük devresinde kadınlardan
başkasının kolayca yapamayacağı terbiye, kucakta tutma ,. emzirme ve şefkatle
davranmaya olan ihtiyacı göz önünde tutularak baba üzerine takdim edilmiştir.
Yoksa annenin ebeveynden biri elması hasebiyle babaya takdimi gerektirecek bir
üstünlüğü yoktur. Çocuk kendi tercihini belirtebilecek bir yaşa ve ancak
kadınların yapabilecekleri hizmetlerden müstağni hale geldiği zaman, anne ve
baba da eşit hale gelirler ve annenin takdimini gerektiren sebep ortadan kalkmış
olur. Bu durumda anne ve baba, çocuk üzerinde eşit haklara sahip olmuş olurlar.
Dolayısıyla, tercihi gerektirecek bir durum olmadıkça biri diğeri üzerine
takdim edilemez. Tercihi gerektirecek husus da ya harici olur ki, bu kur'a
yoludur, veyahut da çocuk tarafından olur, bu da çocuğun tercihte bulunmasıdır.
Sünnet her ikisi hakkında da varid olmuştur. Ebu Hureyre hadisi, her ikisini de
birleştirmektedir. Biz de her ikisine birden itibar etmiş bulunuyoruz. Birini
almış da diğerini bırakmış değiliz. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) takdim ettiğini biz de takdim, onun tehir ettiğini biz de tehir etmiş
bulunuyoruz. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "muhayyer
kılmayı" takdim etmiştir; çünkü, kur'aya ancak hakların her yönden eşit
olmaları durumunda ve hiçbir tercihi gerektirecek unsurun bulunmadığı zamanda
gidilmektedir. Biz de burada aynı şekilde yapıyoruz: Ebeveynden birisini
çocuğun tercihine dayanarak takdim ediyoruz. Eğer çocuk tercihte bulunmazsa
veya her ikisini de birden tercihte bulunursa, o zaman da kur'aya başvuruyoruz.
Eğer bu aynı zamanda sünnete uygun bir hüküm olmasaydı, karşılıklı nza ile,
tarafların anlaşmazlığını kesip atacak, en güzel ve en adaletli bir hüküm
olurdu."
Bu konuda İmam Ahmed ile
İmam Şafii'nin mezheblerinde bir başka vecih vardır ki, buna göre, erkek çocuğu
ebeveynden herhangi birisini tercihte bulunmasza, kur'asız olarak annenin
yanında kalır. Çünkü hidane hakkı o ana kadar annenin idi. Biz bu hakkı ondan,
ancak çocuğun tercihiyle babaya nakilde bulunabiliriz. Çocuk tercihte
bulunmadığı zaman ise, eskiden olduğu hal üzere kalır.
Soru: Siz muhayyer
kılmayı "kur'a" üzerine takdim ettiniz. Hadiste ise önce kur'anın
takdimi sonra da muhayyer kılma sözkonusudur. Uygun olan da budur. Çünkü,
kur'a, hak sahiplerinin eşit olmaları durumunda birisinin takdimi için
kendisine baş vurulan şer'i bir yoldur. Burada anne ile baba eşit
durumdadırlar, dolayısıyla prensip olarak ikisinden birisinin kur'a ile
takdimine gitmek gerekir. Eğer kur'aya gitmezlerse, o takdirde çocuğun
tercihine başvurmaktan başka bir çare yoktur ve bu tercihle ikisinden birisi
diğeri üzerine takdim olunur. Hal böyle iken, İmam Ahmed ve Şafii'nin tabileri
niçin çocuğun muhayyer kılınmasını kur'a üzerine takdim etmektedirler?
Cevap: Kur'a üzerine
çocuğun muhayyer kılınması, hadisin lafızlarının onun üzerinde ittifak etmeleri
ve raşid halifelerin amellerinin o doğrultuda olması sebebiyledir. Kur'aya
gelince, onu bazı raviler hadiste zikretmiş, bazıları ise zikretmemişlerdir.
Kur'a, sadece Ebu Hureyre hadisinin bazı tariklerinde sabit olmuştur; bu yüzden
de muhayyer kılma (tahyir), kur'a üzerine takdim olunmuştur. Eğer muhayyer
kılma yolu ile meseleyi halletme imkanı bulunamazsa, başka alternatifler de
yoksa, bu durumda kur'aya baş vurmaktan başka yol kalmaz.
Hem erkek hem de kız
çocuğunu muhayyer kılanlar şöyle demektedirler: Nesai, Süneninde, İmam Ahmed.
Müsnecfinde Rafi' b. Sinan hadisinde şöyle nakilde bulunmaktadırlar: Rafi' ile
anne (ayrıldığı karısı), çocukları üzerinde anlaşmazlığa düşerler. Hz. Peygamber
(s.a.} Rafi'i bir köşeye, kadını da başka bir köşeye oturtur. Aralarına da kız
çocuğunu koyar ve onlara: "Çocuğu kendinize doğru çağırın!" diye emir
buyurur. Çocuk annesine doğru meyleder. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Allahım! Onu doğruya hidayet eyle!" diye dua eder
de çocuk hemen babasına döner ve baba çocuğu alır. Bunlar şöyle demektedirler:
Eğer bu hadis varid olmasaydı, Ebu Hureyre hadisiyle, daha önce geçen haberler
(asar) kız çocuğunun da muhayyer kılınacağı konusunda delil olabilirdi. Çünkü
çocuğun erkek olmasının hükümde bir etkisi yoktur; aksine o da erkek çocuğu
gibidir. Bunun benzerlerini şu nasslarda da görüyoruz: "Kim, eşyasını
iflas etmiş bir adamın yanında bulursa..." ; "Kim bir müşterek
(erkek) köle üzerindeki bir payını azad ederse..." (Bu ve bu gibi
nasslarda "erkeklik" bildiren ifadeler bir tahsis amacı için
kullanılmamıştır.) Hatta hidane konusunda varid olan hadis, erkeklik şartının
aranmaması hususunda daha da evleviyet arzeder. Çünkü bu hadiste geçen
"sabi" (erkek çocuğu) sözcüğü, Hz. Peygamber'in kelamından değildir.
Sahabi, sadece olayı hikaye etmektedir ve muhayyer bırakılanın "erkek
çocuğu" olduğunu zikretmektedir. Hükmün illeti araştırılıp, bir ayıklamaya
gidildiği zaman (tenkihu'l-menat), hükmün sübutunda çocuğun erkek olmasının
herhangi bir etkisi olmadığı görülecektir.
Hanbeliler şöyle
demektedirler: Sizinle münakaşa iki noktadadır: Birincisi: RafT hadisini delil
olarak kullanmanız konusudur; ikincisi de muhayyer kılma hadisindeki
"erkeklik" vasfını ilga etmenizle ilgilidir.
Birinci nokta: Hadis,
İbnu'l-Münzir ve daha başkaları tarafından zayıf bulunmuştur. Yahya b. Said ve
es-Sevri, Abdülhamid b. Cafer'in zayıf olduğunu söylemişlerdir. Sonra o hadiste
yine İhtilaf vardır: Birinde muhayyer bırakılan çocuğun kız olduğu
belirtilmiştir. Erkek çocuğu olduğu da rivayet edilmiştir. Abdürrezzak, Süfyan
- Osman el-Betti - Abdulhamid b. Seleme - babası - dedesi kanalıyla şöyle
nakleder: "Ravi (dede) nin ebeveyni, kendisi hakkında Hz. Peygamber'in huzurunda
niza ederler. Birisi (babası) müslümandır, diğeri (annesi) ise kafirdir. Çocuk
kafir olana doğru meyleder. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Allah'ım! Ona doğruyu göster!" diye dua eder. Bunun üzerine o,
müslüman olana yönelir ve Hz. Peygamber de kendisinin ona verilmesine
hükmeder."
Ebu'l-Ferec
İbnu'l-Cevzi: "Muhayyer kılınan çocuğun erkek olduğunu ifade edenlerin
rivayeti daha sahihtir." demiştir. Hanbeliler devamla şöyle diyorlar:
"Çocuğun kız olduğu kabul edilse bile, siz bu hadisi delil olarak yine
kullanamazsınız. Çünkü hadiste ebeveynden birisinin Müslüman diğerinin ise
kafir olduğu belirtilmektedir. Bu durumda benimsemediğiniz bir şeyle nasıl
hükümde bulunabilirsiniz?"
Yine farzedelim ki, her
ikisi de müslüman olsalar, hadis yine sizin için delil olmaya müsait değildir.
Zira hadiste çocuğun sütten yeni kesilmiş olduğu belirtilmektedir. Bu da kesin
olarak onun yedi yaşından daha küçük olduğunu gösterir. Anlaşılan odur ki,
çocuk beş yaşından daha küçüktü. Siz ise yedi yaşından önce çocuğun muhayyer
kılınamayacağı görüşündesiniz. Bu itibarla sözkonusu Rafi' hadisiyle hiçbir
şekilde istidlalde bulunmanız mümkün gözükmemektedir.
Geriye kaldı ikinci
nokta ki, o da muhayyer kılma ve diğer konularda sözkonusu edilen
"erkeklik" vasfının ilga edilmesiyle ilgiliydi. Bu konuda deriz ki:
Hiç şüphesiz hükümlerden bir kısmı vardır ki, bunlarda erkeklik veya kadınlık
vasfı özel olarak kesinlikle aranmamakta, hüküm için böyle bir şart sözkonusu
olmamaktadır. Yine bir kısmı da vardır ki, kesin olarak ayrılmakta ve erkeklik
ya da kadınlık gibi şartlar aranmaktadır. Fertler arasında müşterek olan ve
insan olma vasfına bağlanan her hükümde cinsiyet vasfı itibara alınmamaktadır.
Bunun ötesinde, bir etkisi olan her konuda erkeklik vasfına itibar edilmekledir:
Şehadet ve miras, nikahta velayet gibi. Yine kadınlara mahsus olan ya da
erkeklere takdim edilmelerini gerektiren her konuda, kadınlık vasfı göz önünde
bulundurulmaktadır: Mesela, hidane konusunda olduğu gibi, aynı derecede erkekle
bulunması durumunda kadın takdim edilmektedir.
Geriye, konumuz olan
çocuğun muhayyer kılınması ile ilgili konuda erkeklik vasfının bir etkisi
bulunup bulunmadığını incelemek ve eğer etkisi var ise, birinci kategoriye dahil
etmek, yoksa dikkate alınmayan, mülga olan kısma idhal etmek kalmaktadır. Bu
konunun, cinsiyet vasfının ilga edildiği kısımdan kabul edilmesine imkan
bulunmamaktadır. Çünkü buradaki muhayyer kılma arzu ve istek neticesinde
olmakta, düşünce ve maslahat esasına dayalı bir muhayyer kılma niteliği
arzetmemektedir. Bu yüzdendir ki, çocuk daha sonra, önceden tercihte bulunduğu
kimseden vazgeçerek diğerini tercihte bulunsa, bu kez de ona teslim
edilmektedir. Bu durumda kız çocuğu muhayyer bırakılacak olursa, bu çocuğun kah
babasının yanında, kah annesinin yanında kalması neticesini doğuracaktır. Çünkü
o takdirde her intikal arzusuna müsbet karşılık verilecektir. Bu ise Sari'
Teala'nın kadınlar için koymuş olduğu, evde ikamet edip ihtiyaç bulunmadıkça
dışarı çıkmamak, perde arkasında bulunmak gibi hususlara ters düşmektedir.
Dolayısıyla bunların aksine olacak bir imkanın kadına tanınması uygun değildir.
Bu vasıf muteber olduğuna ve bizzat Sari* tarafından da dikkate alındığına göre
onu ilga etmek mümkün değildir.
Sonra bu durum ; çocuğun
bir onun bir bunun yanına gidip kalmasına imkan vereceği için, hem babanın, hem
de annenin kız çocuğuna gerekli ihtimamı göstermemeleri gibi bir duruma sebep
olacaktır. Genel olarak müşahadeyle bilinmektedir ki, İnsanların müştereken
koruma durumunda olup, birbirlerine güvenerek gerekli tedbirleri almadıkları
şeyler, sonunda ziyan olup gitmektedir. Nitekim bir Arap atasözünde: "İki
aşçı arasında aş, aş olmaz." denilmektedir.
Yine müşahadelerimizle
biliyoruz ki, çocuğun ebeveynden birisini tercih etmesi, diğerinin ona olan
rağbetini azaltmakta ve ona iyilikte bulunma, onu koruma arzusunu kırmaktadır.
Çocuk birini tercihte bulunur ve daha sonra da diğerine intikal ederse,
ebeveynden hiçbirisi ona karşı gerekli ilgiyi gösterme, onu muhafaza ve ihsanda
bulunma konusunda tam bir rağbet gösteremezler. (Bu itibarla, kız çocuğuna
tercihte bulunma hakkı tanınmamalıdır.).
Burada: "Sözkonusu
ettiğiniz aynı durum erkek çocuğu için de bahis mevzuudur, bununla birlikte onu
muhayyer kılmaya engel olmamaktadır." şeklinde bir itiraz gelebilir.
Cevaben deriz ki: " Doğru söylediniz! Ancak şurası unutulmamalıdır ki,
kalpler erkek çocuğuna cibilli olarak meyyaldir ve onlar kız çocukları üzerine
tercih edilirler. Hem rağbet azlığı, hem kadınlığın getirdiği noksanlık ve hem
de çoğu defa kız çocuklarının hor görülmeleri gibi unsurlar eğer bir araya
gelecek olurlarsa, kız çocuğu ziyan olur gider ve bu durum telafisi mümkün
olmayan bir fesada götürür. İşte vakıa buna şahittir. Fıkıh, meşru kılınan
ahkamı vakıaya indirgemektir. Erkek ve kız çocuklarının hükümlerinin farklı
olmasının sırrı şudur: Kız çocuğu ilgi ve muhafazaya erkek çocuğundan daha
fazla muhtaçtır. Bu yüzden de genel olarak teşride kadının setri ve muhafazası
maksadıyla erkekler için sözkonusu edilmeyen hükümler getirilmiştir: Giyim,
eteklerin bir kanş veya daha fazla salınması, rüku ve secdede kollarını yanına
yapıştırıp toplu durması, Kur'an okurken sesini yükseltmemesi, tavafta remel
yapmaması, ihramda dikişli elbiseden soyunmaması, başını açmaması, yalnız
başına yolculuğa çıkmaması bunlardandır. Kadının büyük ve bilgi sahibi olmasına
rağmen durumu böyle olduğuna göre, küçücük yaşta ve henüz aklının ermediği, ne
denilse inanacağı bir dönemde durumu nasıl olacaktır? Hiç şüphe yoktur ki, kız çocuğunun
ebeveynden bir onun bir bunun yanında kalması, belli bir yerde karar
kılmayacağı için, maksadı iptal ve ihlal edici veya en azından noksanlaştırıcı
bir durum arzedecektir. Bu durumda en uygunu, ona tercih hakkı tanımadan
ebeveynden birisinin yanında sürekli olarak kalmasına hükmetmektir.
Nitekim çoğunluk fukaha
bu görüştedir: İmam Malik, Ebu Hanife, Ahmed ve İshak bunlar arasındadır. Kız
çocunun muhayyer kılınması hakkında ne nass vardır ne de nass hükmünde bir şey
vardır; dolayısıyla onun durumu erkek çocuğun hükmüne katılamaz.
Sonra burada kız
çocuğunun, ebeveynden hangisinin yanında kalması konusunda ve hangisinin çocuk
için daha yararlı olacağı hakkında ictihad belirmiş ve İmam Malik, Ebu Hanife
ve iki rivayetten birisinde İmam Ahmed, annenin daha uygun olacağını
belirtmişlerdir ki, delil bakımından doğru olanı da budur. Kendisinden meşhur
olan İrivayetinde İmam Ahmed ve tabilerinin tamamının tercihine göre de baba
daha uygundur, kız çocuğu onun gözetimine verilmelidir.
Annenin daha uygun olduğunu
söyleyenler şöyle demektedirler: Genelde görmekteyiz ki, baba geçim ile
uğraşmakta, dışardaki işlere bakmakta, insanlarla uğraşmaktadır. Anne ise dört
duvar içerisinde devamlı evinde bulunmaktadır. Bu itibarla, kızın annenin
yanında kalması, onun için şüphesiz daha koruyucu ve daha çok gözetici olacak;
gözü hep kızının üzerinde bulunacaktır. Baba ise böyle değildir. Zira o çoğu
kez evden uzakta bulunacak ve gerekli itinayı gösteremeyecektir. Bu itibarla,
kız çocuğunun annenin yanında kalması daha uygun olacaktır.
Bunlar devamla şöyle
demektedirler: Kızın anne yanında olunca maruz kalacağı mefsedetin aynısı, daha
fazlasıyla birlikte babanın yanında kalınca da sözkonusudur. Çünkü, baba kızını
evde yalnız başına bıraktığı zaman, onun hakkında emniyet duyamaz. Onun yanında
karısını veya başka bir kadını bırakması durumunda ise, kadın kendisine yabancı
olacağı için, hiçbir zaman gerçek annesinin şefkat ve ilgisini
göstermeyecektir. Bu itibarla annesinin yanında kalması daha koruyucu
olacaktır.
Hem kız çocuğu kadınlar
için gerekli olan ip eğirmek, ev işlerini yapmak gibi bazı hususlan öğrenmeye
muhtaç bulunmaktadır. Bunu ise, çocuğa ancak kadınlar verebilir, erkekler bu
işi yapamazlar. Bu durumda kız, ev işlerini öğrenebilmesi için annesine daha da
çok muhtaçtır. Böyle bir ihtiyaç içerisinde bulunan çocuğu babasına teslim
etmek, bu maslahatı ortadan kaldırmak, çocuğu mağdur etmek anlamına gelir. Bu
becerileri Öğrenmesi için çocuğun yabancı bir kadına teslim edilmesi, çocuğun
bir annenin bir babanın yanında kalması gibi durumlar ise, kadınlar için meşru
kılman hükümlerin aksine onun dışarıya alışmasına, evden uzaklaşmasına sebep
olur. Bu itibarla, hem kızın, hem babanın, hem de annenin maslahatı, kızm
annesinin yanında kalmasında yatmaktadır. Bu görüşten başka birisini tercihe
gitmemiz mümkün değildir.
Babanın daha uygun
olacağı görüşünde olanlar ise şöyle demektedirler: Kızlarına karşı babalar,
annelerinden daha gayretlidirler. Bir babanın kızı için duyduğu gayret ile
annesinin duyacağı gayret hiçbir zaman aynı olamaz. Nice anneler vardır ki,
kızlarının şehevi arzularını tatmine yardımcı olmaktadırlar. Anneyi bu duruma
İten şey, aklının zayıflığı, çabuk kanar olması ve tabiatında mevcut bulunan
gayretin zayıflığıdır. Baba ise böyle değildir. Bu ve daha başka sebeplerden
dolayı, Yüce Allah kızın evlendirilmesi velayetini babaya vermiş, annesine
vermemiştir. Annesi, kızının ne evliliğiyle ilgili konularda ne de onun malı
üzerinde yetkili kılınmamıştır. İslam şeriatının kemal ve güzelliğinin
tezahürü, kız çocuğunun bakıma ve terbiyeye muhtaç olduğu sürece annesinin
yanında kalmasını gerektirmiştir. Şehvet duyulabilecek bir devreye ulaştıktan
ve erkekler için uygun hale geldikten sonra da yine şeriatın aynı kemal ve
güzelliği, bu kez onun anneden daha gayretli, kızın çıkarlarını daha iyi
gözetecek, onu daha iyi koruyabilecek birisinin (babanın) yanında kalmasına
hükmetmeyi gerektirecektir.
Bunlar devamla şöyle
diyorlar: Biz baba ve diğer erkeklerin, kendileri fasık bile olsalar, son
derece gayretli olduklarını, hatta bu gayretlerinin aşırılığından dolayı
kendilerini, bir şüphe neticesinde kızlarını, kız kardeşlerini veya velayeti
altında bulunan başka kadınları öldürmeye bile sevkettiğini görüyoruz.
Kadınların ise, bunun aksine bu gibi durumlar karşısında çözülme ve aldanma
gösterdiklerini görmekteyiz. Her iki türde de galip olan budur. Nadir olana ise
itibar edilmez. Kaldı ki, biz ebeveynden birisini diğeri üzerine takdim
ettiğimizde, mutlaka çocuğun korunmasını ve gözetilmesini göz önünde
bulundurmak zorundayız. Bu yüzdendir ki, İmam Malik ve Leys şöyle demişlerdir:
"Anne koruyucu ve emniyetli bir yerde değilse, veya nza gösterilebilecek
birisi değilse, babanın kızı ondan alabilme hakkı vardır." Kendisinden
yapılan meşhur rivayette imam Ahmed de aynı görüştedir. Çünkü muteber olan
babanın koruma ve gözetmesidir. Eğer bu konuda ihmalkar ise veya bu konuda
acizse ya da nza gösterilebilecek bir kimse değilse veya deyyuslukla
tanınıyorsa ve anne böyle değilse, hiç şüphesiz, anne kız üzerinde daha çok hak
sahibi olacaktır. Çocuğun tercihiyle veya kur'a ile ya da kendiliğinden
takdimde bulunduğumuz kimseyi biz. sadece çocuğun maslahatı onunla
gerçekleşeceği için takdim ediyoruz. Eğer anne babadan daha koruyucu, daha
gayretli bulunursa, o takdirde baba üzerine takdim olunur; bu durumda ne
kur'aya, ne de çocuğun tercihte bulunmasına itibar edilmez. Çünkü çocuk henüz
küçük olması hasebiyle aklı zayıftır, çalışmamayı ve oyunu tercih eder; çocuk
bu konuda kendisine yardımcı olacak birisini tercihte bulunursa, onun bu
tercihine bakılmaz. Çocuk kendisi için daha faydalı ve daha hayırlı olan
kimsenin yanında kalır. Şeriatın bunun dışında başka bir şeye ihtimali yoktur.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Çocuklara,
yedi yaşına geldiklerinde namaz kılmalarını emredin; on yaşında iken
kılmazlarsa onları (tedib için) dövün ve yataklarını ayırın." Yüce Allah
da şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar
ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun."[Tahrim. 6] Hasan el-Basri
bunu: "Onları eğitin, öğretin, terbiye edin, onlara fıkıh öğretin "
diye tefsir etmiştir. Eğer anne çocuğu mektebe verir ve ona Kur'an öğretirse;
çocuk oyunu ve kendi akranlarıyla beraberliği tercih eder ve baba da ona bu
imkanı verirse, bu durumda anne, çocuğun tercihine bakılmaksızın, kur'a
çekilmeksizin onun üzerinde daha çok hak sahibi olacaktır. Aksi de aynı
şekildedir. Ebeveynden hangisi çocuk hakkında Allah'ın ve Peygamberinin
emirlerini nazar-ı itibara almaz ve çocuğu ihmal eder, diğeri de aksine gerekli
ilgiyi gösterirse o, çocuk hakkında daha çok hak sahibi ve öncelik
arzedecektir.
Şeyhimizi (ibn Teymiye)
şöyle anlatırken işittim: Bir hakimin huzurunda bir anne ve baba çocukları
hakkında muhakeme oldular. Hakim çocuğu onlardan birisini seçmesi için muhayyer
bıraktı, çocuk da babasını tercih etti. Kadın hakime:"Çocuğa, babasmı
niçin tercih ettiğini, sorar mısınız? " dedi. Hakim de sordu. Çocuk:
"Annem beni her gün okula gönderiyor, hoca beni dövüyor. Babam ise beni
çocuklarla oynamam için serbest bırakıyor." dedi. Bunun üzerine hakim,
çocuğun annesine verilmesine hükmetti.
Şeyhimiz (ibn Teymiyye)
şöyle demektedir: Ebeveynden birisi çocuğun eğitim ve öğretimini, Allah'ın
üzerine vacib kıldığı hususları yerine getirmeyi terkederse, o asidir ve onun
çocuk üzerinde velayet hakkı yoktur. Hatta velayetinde bulunan şeyle ilgili
görevleri yapmayan kimsenin o konuda velayet hakkı kalmaz; ya eli tamamen
velayetten çekilir ve o görevleri yapacak başka birisine tevdi edilir veyahut
da o görevi beraberce yapacağı bir başkası yetkisine ortak edilir. Çünkü asıl
maksat, mümkün mertebe Allah ve Rasulü'ne itaat etmektir. Bu hak sırf yakınlık
veya nikah ya da vela ile sabit olan miras hakkı türünden değildir ki, hak
sahibinin fasık ya da salih birisi olması arasında fark bulunmasın. Aksine
hidane hakkı, vacibin yerine getirilmesini ve onu ifaya yeterli bilgiye sahip
olunmasını ve mümkün mertebe de ifasını gerektiren velayet türündendir.
Farzedeİim ki, baba kız çocuğunun maslahatını gözetmeyecek ve
gerçekleştirmeyecek bir kadınla evlenmiş olsun, anne ise çocuğun maslahatlarını
gerçekleştirmeye bu kumadan daha muktedir bulunsun, bu durumda hidane hakkı
kesinlikle anneye ait olacaktır. Burada akılda tutulması gereken bir husus
vardır: Hidane konusunda ebeveynden birisinin kesin olarak takdim edileceğine,
veya çocuğun ebeveyn arasında muhayyer kılınacağına dair genel bir nass
bulunmamaktadır. Alimlerimiz ebeveynden birisinin mutlak anlamda taayyün
etmeyeceğinde hatta tecavüzkar ve ihmalkar olanın iyi, salih ve adil olan
üzerine takdim edilemeyeceğinde müttefiktirler. En iyisini Allah bilir.
Hanefi ve Malikiler
şöyle demektedirler: Sizinle münakaşamızın esasını iki nokta teşkil etmektedir:
Birincisi: Çocuğun muhayyer kılınmasının iptaline delalet edecek bir delilin
ortaya konması. İkincisi: Muhayyer kılmaya dair delil olarak kullandığınız
hadiste iddianızı destekler unsurun bulunmadığını ortaya koymak.
Birincisini ele alalım:
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Sen onun üzerinde daha çok
hak sahibisin!" buyurup çocuğu muhayyer kılmaması buna delalet etmektedir.
İkinci noktaya gelince, sizin rivayette bulunduğunuz, çocuğu muhayyer kılma ile
ilgili hadisler mutlak olup herhangi bir kayıt içirmemektedirler. Oysa ki siz,
muhayyer kılma hükmünü mutlak olarak kabul etmeyip yedi yaş veya daha fazla
olmakla kayıtlamaktasınız. Halbuki, hadislerde buna delalet edecek bir durum
bulunmamaktadır. Biz ise şöyle demekteyiz: Çocuğun dikkate alınacak, muteber
bir tercihi olduğu zaman ebeveyni arasında muhayyer kılınır. Çocuğun tercihi
ise ancak sözünün kabul gördüğü bir dönemde muteberdir. Bu ise buluğ çağından
sonra olur. Sizin tercihte bulunma zamanını yedi yaş ile kayıtlamanız, bizim
buluğ çağıyla kayıtlamamızdan daha uygun değildir. Aksine tercihi gerektirecek
unsur bizden taraftadır; çünkü o zaman çocuğun sözü muteber olmaktadır. Buna
hadiste geçen kadının: "Bana Ebu Inebe kuyusundan su getirdi..." sözü
de delalet etmektedir. Zira bu kuyu Medine'den birkaç mil uzaklıktadır. Buluğ
çağına ermeyen bir çocuğun genellikle böyle uzak bir kuyudan su getirmesi makul
değildir. Biz hadiste, tercihin buluğ çağında olacağına dair bir delaletin
bulunmadığımı kabul ediyoruz; ancak hadiste bunun böyle olmayacağına delalet
eden bir unsur da yoktur. Olay ferdi bir olaydır {kadıyyetu ayn). Sari'
Teala'dan muhayyer kılma işinin buluğ çağından önce olmasını gerektirecek genel
bir nass yoktur ki, onun gereğiyle hükme gidilsin. Haydi diyelim ki, hadiste
buluğ çağında olmayacağına delalet eden unsur vardır, bu takdirde sizin
benimsediğiniz yedi yaşıyla kayıtlamayı gerektirecek unsur nerededir?
Şafiiler, Hanbeliler ve
çocuğun muhayyer kılınacağı görüşünde olanlar ise şöyle demektedirler: Sizin
Hz. Peygamber'in "Evlenmediğin sürece sen çocuk üzerinde daha çok hak
sahibisin." sözü ile görüşünüzü delillendirmeye çalışmanız birçok yönden
dolayı uygun değildir: Çünkü sizden bir kısmınız: "Çocuk kendi başına
yeterli olduğu, kendi kendine giyebilip, içebildiği zaman, baba çocuğun tercihi
aranmaksızın onun üzerinde daha çok hak sahibidir." derken, kiminiz de
"Dişleri çıktığı zaman, baba daha çok hak sahibidir." demektesiniz.
Biz ise şöyle diyoruz:
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), evlenmediği sürece, çocuk üzerinde
annenin daha çok hak sahibi olduğuna hükmetmiştir ve kadının nikahının çocuğun
babasının yanında olacağı yaştan önce veya sonra olacağı ayrımını yapmamıştır.
Bu takdirde hadis karşısında bizim de sizin de durumumuz aynıdır; sizin bize
karşı cevap olarak kullandığınız şeyi biz de size kullanabiliriz, eğer siz takdir
yaparsanız, biz de yapabiliriz; yok siz takyide giderseniz biz de gidebiliriz;
siz tahsis yaparsanız biz de tahsis yapabiliriz. Eğer bu anlaşıldı ise diyoruz
ki: Hadis iki hususu gerektirmektedir:
1) Kadının evlendikten
sonra çocuk üzerinde bir hakkı yoktur.
2) Evlenmediği sürece
anne, çocuk üzerinde daha çok hak sahibidir. Annenin daha çok hak sahibi
olmasının iki şekli sözkonusu olabilir:
Birincisi: Çocuk temyiz
yapamayacak derecede küçük olur. Bu durumda anne, çocuğun tercihine
bakılmaksızın öncelikli olarak hak sahibidir.
İkincisi: Çocuk temyiz
yaşına ulaşmıştır. Bu durumda da anne daha çok hak sahibidir; ancak bu öncelik,
bir şarta bağlıdır. Hüküm bir şarta bağlandığı zaman, o şartın takdir edileceği
düşüncesiyle mutlak olarak zikredilmesi doğru olmaktadır. Bu takdirde anne,
eğer çocuk kendisini tercih ederse daha çok hak sahibi olacaktır. Nihayet bu,
mutlakın, çocuğun muhayyer kılınmasına delalet eden delillerle takyid edilmesi
demek olur. Eğer hadis mutlaklığı üzere hamledilecek olursa -ki bu asla mümkün
değildir- bu durum, çocuğun muhayyer kılınmasını gerektiren hadislerin iptalini
gerektirecektir. Hem sonra siz, bu hadisi kadının daha çok hak sahibi
olabilmesi İçin mukim olacak, hür olacak, reşıd olacak vb. gibi hadislerde asla
zikri bulunmayan şartlarla kayıtlamaktasınız. Bu durumda hadisin, sünnetin
delalet ettiği ve sahabenin üzerinde ittifak ettikleri "çocuğun muhayyer
kılınması" hususuyla takyidi sizin takyidlerinizden daha çok evleviyet
arzeder.
Muhayyer kılma hükmünü
getiren hadisleri buluğ çağından sonraya hamletmeniz beş açıdan dolayı doğru
değildir:
1 - Hadisin "Hz.
Peygamber bir çocuğu ebeveyni arasında muhayyer bıraktı" ifadesinde
"gulam = çocuk" tabiri kullanılmaktadır.
"Gulam"
kelimesinin hakikat manası, henüz buluğ çağına ulaşmayan çocuk demektir. Onu
baliğ manasına hamletmek, gereksiz ve bir karine olmaksızın hakiki manasından
çıkararak mecazi manasına sevketmek olur.
2 - Baliğ üzerinde
hidane hakkı yoktur. Kırk yaşındaki bir adamın anne ve babası arasında muhayyer
kılınması nasıl sahih olabilir? Bu hem adeten hem de şer'an mümkün değildir.
Dolayısıyla hadisin bu manaya hamledilmesi uygun olmaz.
3 - İşitenlerden hiçbir
kimse, onların aklı başında büyük bir adam hakkında nizada bulunduklarını ve o
adamın ebeveyni arasında muhayyer kılındığım anlamaz. Hiçbir kimsenin aklına
böyle bir mana gelmez. Eğer böyle bir adamın muhayyer kılınması düşünülseydi, o
zaman muhayyerliği üç şey; yani ebeveyni ve kendi başına kalması arasında
olması lazım gelirdi.
4 - Ne adeten ne örfen
ve ne de şer'an, ebeveynin aklı başında büyük bir adam üzerinde nizaa düşmeleri
makul değildir. Nitekim şeriatta durumu böyle olan birisinin ebeveyni arasında
muhayyer kılınması da makul gözükmemektedir.
5 - Hadisin bazı
rivayetlerinde, çocuğun küçük olduğu ve henüz buluğ çağına ulaşmadığı
belirtilmektedir Nesai'de, Rafi' b. Sinan hadisinde: "Kadından olma, buluğ
çağına ermemiş küçük bir çocuk geldi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) babayı buraya, anneyi de şuraya oturttu ve çocuğu aralarında muhayyer
kıldı." denilmektedir.
Sizin:"Ebu Inebe
kuyusu Medine'den birkaç mil uzaktadır..." şeklindeki sözünüze gelince; bu
iddianız için önce şu sorulara cevap vermeniz gerekecektir: a) Hadisin ve onu
rivayet eden ravmin sıhhati nedir? b) Bu kadının evinin bu kuyudan uzak
olduğunu isbat etmek, c) On yaşlarında bir çocuğun adeten (genelde) adı geçen
kuyudan su çekemeyeceğini ortaya koymak. Bütün bunların isbatı mümkün değildir.
Çünkü, Araplar ve badiyede yaşayanların (bedeviler) küçük çocukları, bundan
daha uzak kuyudan bile su çekmektedirler.
Bizim hadisi yedi
yaşıyla kayıtlamamıza gelince, şüphesiz bunu gerektirecek bir unsur
bulunmamaktadır, bu üzerinde icma edilen bir husus da değildir. Çünkü çocuğun muhayyer
kılınacağı görüşünde olanlar iki kısma ayrılmaktadırlar: Bir gruba göre çocuk
beş yaşında muhayyer kılınır. Bunu İshak b. Rahuye nakletmiştir. Ondan da Harb
"el-Mesail'inde zikretmiştir. Bunlar görüşerini şöyle
delillendirmektedirler:
Hadiste sema'ın
(tahammül) sahih olduğu yaş beş yaşıdır. Bu yaşta aklının ermesi mümkündür.
Nitekim Mahmud b. er-Rebi', kendisinin beş yaşında iken Hz. Peygamber'in yüzüne
su püskürttüğüne aklının erdiğini belirtmektedir.
İkinci bir gruba göre
ise çocuk ancak yedi yaşına varınca muhayyer kılınır. Bu İmam Şafii, Ahmed ve
İshak'ın görüşleri olmaktadır. Bunlar da görüşlerini şu şekilde
delillendirmektedirler: Tercihte bulunma, temyiz ve anlayış gücünün bulunmasını
gerektirir. Bunun ise çocuklarda bir kıstası yoktur. Onun için de, temyizin
muhtemelen bulunduğu yaş (mazinnesi) itibara alınır ki, o da yedi yaşıdır.
Çünkü yedi yaşı temyiz çağının ilk yaşı olmaktadır. Bu yüzden de Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) tarafından, yedi yaşı çocukların namazla emre
dilmelerinin ilk başlangıç zamanı olarak kabul edilmiştir.
"Hadisler ferdi
olaylarla ilgilidir (kadıyyetu ayn)" sözünüz doğrudur. Ancak bu
hadislerin, buluğ çağına ermiş erkeklerin muhayyer kılınması şekline hamletmek,
daha önce de geçtiği gibi, mümkün değildir. Zira bazı lafızlarında "gulam
= çocuk", diğer bazı lafızlarında da "buluğa ermemiş küçük"
ifadeleri bulunmaktadır. Tevfik ancak Allah'tandır.
Hz. Hamza'nın kızı ve
onun hakkında Hz. Ali, Zeyd, Cafer (r.anhum) aralarında sözkonusu olan nizaa ve
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cafer lehine hükmüne gelince, bu
hüküm kaza umresinin hemen akabinde verilmişti. Çünkü Mekke'den çıktıklarında,
Hz. Hamza'nın kızı: "Amca! Amca!" diye çağırarak onların arkasına
düşmüştü. Bunun üzerine Hz. Ali onun elinden tutmuş, sonra Cafer ve Zeyd onun
hakkında nizaa düşmüşler ve her birisi, kendisinin onu üstlenme konusunda daha
üstün olduğunu belirtmişti. Zeyd, onun bizzat Hz. Peygamber tarafından kardeşi
ilan edilen Hz. Hamza'nın kızı olduğunu söylemiş; Hz. Ali onun amcasının kızı
olduğunu belirtmiş; Cafer de tercihini gerektirecek iki unsuru zikretmişti:
Yakınlık ve kızın teyzesinin kendi nikahında bulunması dolayısıyla çocuğun
kendi teyzesinin yanında kalmış olacağı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bunlar arasında Cafer'in gerekçelerini diğer ikisinin gerekçelerinden
daha üstün görmüş ve çocuğun ona verilmesine hüküm buyurmuş ve her birisinin
kalbini de, elinden çocuğun alınmasından daha sevimli gelecek bir şeyle tatmin
etmiş, gönüllerini almıştı.
Kardeş kılınma (muahat)
gerekçesi, hidane hakkını gerektirecek bir husus değildir. Ancak Zeyd, Hz.
Hamza'nın vasisi bulunuyordu ve o sıralarda kardeşlik sebebiyle, kardeş ilan
edilenler birbirlerine varis oluyorlardı. Bu yüzden Zeyd, çocuğun gözetimi
konusunda kendisinin daha haklı olduğunu zannetmişti.
Burada ileri sürülen
akrabalık, yani amca çocuğu olma gerekçesi, acaba hidane hakkını sabit kılar
mı? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır: Birincisi: Onunla hidane hakkına hak
kazanılır. İmam Şafii'nin tasrihi de böyledir. İmam Malik, Ahmed ve daha
başkalarının görüşleri de bu şekildedir. Çünkü o asabe olmaktadır ve karabet
{yakınlık) sebebiyle velayeti bulunmaktadır. Dolayısıyla, miras, nikah
velayeti, ölüm velayeti gibi konularda yabancılar üzerine takdim edildiği gibi,
hidane konusunda da yabancılar üzerine takdim edilir. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), gerek Hz. Ali'nin ve gerekse Cafer'in kız çocuğunun hidanesi
hakkındaki iddialarını tepkiyle karşılamamıştır. Eğer onların böyle bir hakları
olmasaydı, mutlaka Hz. Peygamber onların bu batıl iddialarını tepkiyle
karşılar, münker bulurdu. Çünkü bu bir hakları olmayan şeyin davası niteliğinde
olurdu. Hz. Peygamber ise batıl olan bir şeyi ikrarda bulunmaz.
İkinci görüşe göre,
babalar ve dedeler dışında erkeklerden hiçbir kimsenin hidane hakkı
bulunmamaktadır. Bu görüş İmam Şafii'nin bazı tabilerine aittir. Bu hem İmam
Şafii'nin beyanına, hem de delile muhaliftir. Çoğunluk fukahanm görüşüne göre
-doğrusu da budur- çocuk kız ise ve amca oğlu da süt emme vb. gibi bir sebeple
kıza mahrem ise, bu takdirde yedi yaşını aşsa bile üzerinde hidane hakkı
bulunmaktadır. Eğer mahrem değilse, o takdirde yedi yaşına ulaşıncaya kadar kız
çocuğu üzerinde hidane hakkı olacaktır. Yedi yaşından sonra artık bu hakkı
kalmayacak ve çocuk bir mahremine veya güvenilir bir kadına teslim edilecektir.
Ebu'l-Berekat, el-Muharrar'ında: "Amca oğlunun, süt emme vb. gibi bir
sebeple mahrem olmadıkça, kız çocuk üzerinde asla hidane hakkı yoktur."
demiştir.
Soru: Bu olayda Hz.
Peygamberin hidane ile hükmü teyzeden dolayı mıdır, yoksa Cafer'den dolayı mı?
Cevap: Bu konuda iki
görüş bulunmaktadır: Bu görüşlerin kaynağını ise hadislerin lafızlarındaki
farklılıklar oluşturmaktadır. Buhari'nin Sahihinde, Bera hadisinde : "Hz.
Peygamber, onu teyzesine hükmetti." denilmektedir.
Ebu Davud'daki Rafi' b.
Uceyr hadisinde ise, bu olayla ilgili olarak Hz. Ali'den yapılan rivayette Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):MKız çocuğuna gelince, onu Cafer lehine
hükmediyorum, teyzeziyle beraber kalır. Teyze şüphesiz anne (makamında)
dır." buyurmuştur. Sonra Ebu Davud, Abdurrahman b. Ebi Leyla tarikiyle:
"Kız çocuğunu Cafer lehine hükmetti. Çünkü çocuğun teyzesi onun nikahında
bulunuyordu." demiştir. Sonra İsrail - Ebu İshak - Hani' b. Hani' ve
Hübeyre - Hz. Ali senediyle rivayet ettiği hadiste ise:" Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), çocuğu teyzesi lehine hükmetti ve: Teyze anne
menzilesindedir. buyurdu." şeklinde varid olmuştur.
Bu İfadeler birçok fakih
için problem arzetmiştir. Çünkü eğer bu hüküm Cafer için verilmişse, Cafer
mahrem değildir; o ve Hz. Ali yakınlıkta birbirlerine eşittir. Eğer teyze için
ise, teyze evli bulunmaktadır. Hidane hakkına sahip olan kadın evlendiği zaman
hakkı düşmektedir. Bütün bu problemler karşısında bir çıkış yolu bulamayan İbn
Hazm, çözümü hadisin bütün tariklerini tenkit etmede bulmuş ve şöyle demiştir:
"Buhari hadisinde İsrail vardır ve o zayıftır. Hani' ve Hübeyre hadisleri
ise, bunların her ikisi de meçhuldürler. İbn Ebi Leyla hadisi mürseldir, ondan
rivayet etmekte olan Ebu Ferve ki o, Müslim b. Salim el-Cüheni'dir, bilinen bir
ravi değildir. Nafi b. Uceyr hadisine gelince; hem o, hem de babası her ikisi
de meçhuldürler; meçhul ravi ise hüccet olmaz. Şu kadar var ki, bu hadis her
yönüyle, Hanefi, Maliki ve Şafüler aleyhine hüccet olmaktadır. Çünkü teyze,
Cafer ile evli bulunuyordu, Kureyş'in en yakışıklı genci idi ve o Hz. Hamza'nın
kızına mahrem değildi." İbn Hazm sonra devamla:" Biz Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kız çocuğunu, teyzesinden dolayı Cafer lehine
hükmetmiş olduğunu inkar etmiyoruz. Çünkü bu çocuk için daha koruyucu
oluyordu." demektedir. Ben derim ki: Bu, İbn Hazm'ın saldırganlığından ve
bütün insanların sıhhati üzerinde ittifak ettikleri hadisi zayıf kabul etme
konusundaki cür'eti ve bütün ulemayı karşısına almasının bir neticesi
olmaktadır. Çünkü bu hadisin ; sahih, sünen, müsned, siyer ve tarih
kitaplarındaki şöhreti onu isnadından müstağni kılacak kadardır. Nasıl olmaz
ki, Sahih sahibi bu olayın sıhhati konusunda kendinden öncekilerle görüş
birliği etmiş, ve İbn Hazm'dan önce bu hadisin sıhhatine yönelik herhangi bir
tenkit de asla işitilmemiştir. Onu "İsrail zayıftır." şeklindeki bir
tenkide iten şey, Ali b. el-Medini'nin onu zayıf kabul etmesidir. Ancak, onun
dışındaki bütün muhaddisler, bundan kaçınmışlar ve onun hadislerini hüccet
olarak kullanmışlar, onu tevsik etmişler, onun güvenilir bir ravi olduğunu
ifade etmişlerdir. İmam Ahmed:"O sikadır." demiş ve hıfzına
taaccübünü ifade etmiştir. Ebu Hatim:"O Ebu İshak'ın talebeleri içerisinde
en sağlam olanıdır." demiştir. Özellikle de bu hadisi Ebu İshak'tan
rivayette bulunmuştur. İsrail, onun hadislerini sanki Kur'an'dan bir sure gibi
ezberlerdi. Ondan bir cemaat rivayette bulunmuşlardır ve hepsi de onu hüccet
olarak kullanmışlardır.
"Hani' ve Hübeyre
meçhuldürler." sözüne gelince, evet bu ikisi kendisine göre meçhuldürler,
ama onlar Sünen sahipleri katında maruf olan, hadis hafızları tarafından sika
kabul edilen ravilerdendir. Nesei onun hakkında: "Hani' b. Hani' fena
değildir (la be'se bih).'' der. Hübeyre'ye gelince, dört Sünen sahibi ondan
rivayette bulunmuşlardır ve o sika kabul edilmiştir.
"İbn Ebi Leyla
hadisi mürseldir, ondan rivayet eden Ebu Ferve ki o, Müslim b. Salim
el-Cüheni'dir, bilinen bir ravi değildir." sözüne gelince, burada ileri
sürülen iki illet de asılsızdır. Çünkü Abdurrahman b. Ebi Leyla, Hz. Ali'den
birden fazla hadis rivayet etmiş, aynca Hz. Ömer ve Muaz'dan da rivayette
bulunmuştur. İbn Hazm'ı yanıltan şey, Ebu Davud'un, Muhammed b. İsa - Süfyan -
Ebu Ferve - Abdurrahman b. Ebi Leyla senediyle bu haberi nakletmiş olmasıdır.
İbn Hazm bu ifadeden, Abdurrahman'ın rivayette Hz. Ali'yi zikretmediği zehabına
kapılmış ve hadisin mürsel olduğunu söylemiştir. Bu onun yanlış anlamasından
kaynaklanmıştır. Çünkü İbn Ebi Leyla olayı, Hz. Ali'den rivayet etmektedir. Ebu
Davud haberi ihtisarla vermiş ve sadece delil olarak kullanılacak kısmı zikirle
yetinmiş ve gerisini Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın Hz. Ali'den rivayeti yaygın
olarak bilindiği için zikrine gerek duymamıştır. Bu olayı Hz. Ali rivayet etmiş
ve onun çevresinde bulunan insanlar ondan bunu işitmiştir: Hani* b. Hani',
Hübeyre b. Yerim, Uceyr b. Abd Yezid, Abdurrahman b. Ebi Leyla bunlardandır.
Ebu Davud ilk üçünün hadislerini olayı tam olarak anlatmaları sebebiyle,
bütünüyle zikretmiş.İbn Ebi Leyla'nın rivayetine de işaretle yetinmiştir. Çünkü
onun rivayetini tamamlamamıştır. Senedi kendisinden başlayarak ona kadar
zikretmiştir. Böylece, hadisin mürselliği iddiası ortadan kalkmış olmaktadır.
Sonra ben, Ebu Bekir el-İsmaili'nin bir müsnedde bu hadisin muttasıllığını
tasrih ederek rivayet etmiş olduğunu gördüm: O, Heysem b. Halef - Osman b. Said
el-Mukri - Yusuf b. Adiyy - Süfyan - Ebu Ferve - Abdurrahman b. Ebi Leyla - Hz.
Ali kanalıyla rivayette bulunmuş ve onun (Hz. Ali'nin) Cafer ve Zeyd ile niza
ettiklerini... anlatmıştır.
"Ebu Ferve, bilinen
bir ravi değildir." sözünün de bir esası yoktur. Çünkü Süfyan b. Uyeyne ve
daha başkaları onun nasıl bir ravi olduğunu bildirmişler ve Buhari ile Müslim
onun rivayetini Sahihlerine almışlardır.
"Nafi b. Uceyr ve
babasının bilinmeyen, meçhul kimseler oldukları" ifadesi ise doğrudur.
Bunların halleri bilinmemektedir ve ilim nakliyle meşhur olan kimselerden değillerdir.
Gerçi Nafi babasından daha meşhurdur, zira kendisinden iki sika ravi: Muhammed
b. İbrahim et-Temimi ile Abdullah b. Ali rivayette bulunmuşlardır. Buna rağmen,
itimad bu ikisinin rivayetlerine değildir. Hadisin sıhhati diğer yollarla sabit
olmaktadır. Tevfik ancak Allah'tandır.
Hadisi bir problem
olarak görenlerin müşkillerine, Allah'ın tevfikine dayanarak şöyle cevap
verebiliriz: Konuyla ilgili bir problem yoktur; ister Cafer için hükmedilmiş
olsun, ister teyze için, fark etmez. Çünkü, eğer kız çocuğunun amcası oğlundan
başka bir yakını yoksa, onu karısıyla birlikte evinde alıkoyması caizdir, hatta
bu taayyün bile eder. O başka bir yabancıdan, özellikle de amca oğlu dini,
iffeti, güvenilirliğiyle bilinmesi durumunda, daha evladır. Böyle bir durumda
amca oğlunun yabancılardan daha evla olduğunda hiçbir şüphe yoktur.
Soru: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu kız çocuğunun amcasının oğlu bulunuyordu ve
kendisine de mahremdi; çünkü Hz. Hamza Peygamber'imizin aynı zamanda süt
kardeşi idi. Bu durumda onu niye kendi yanına almadı?
Cevap: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), risalet vazifesinin ağır yükleri altında
bulunuyordu, ilahi vahyi tebliğ etmek ve insanları ona davet etmek, Allah
düşmanlarıyla cihad etmek gibi pek çok meşguliyetleri vardı ve bunlar onu,
çocuğun terbiyesiyle uğraşmaktan alıkoyacak düzeyde idi. Eğer kendi yanına
alsaydı, mutlaka onu hanımlarından birisinin yanına bırakacaktı. Oysa ki kızın
bizzat teyzesi, çocuk için merhametçe daha yakın ve onun terbiyesini üstlenmeye
daha uygun bulunuyordu.
Hem sonra Hz.
Peygamber'in (s. a.) hanımlarından her birisine dokuz günde ancak bir sıra
geliyordu. Eğer çocuk da Hz. Peygamberle birlikte dolanacak olsaydı, bu onun
için bir meşakkat olurdu ve böylesi bir durumda kız çocuğunun sürekli dışan
girip çıkması ve dışarıdaki hayata alışması sözkonusu olacaktı. Eğer hep
zevcelerinden birisinin yanında kalacak olsaydı, o zaman hidane onun olacaktı;
halbuki, kendisi çocuk için yabancı oluyordu.
Buraya kadar yaptığımız
izahlar, hükmün Cafer lehine verilmiş olmasıyla ilgili idi. Eğer hüküm çocuğun
teyzesi için verilmişse -ki doğrusu budur, sarih ve sahih hadis buna delalet
etmektedir- bu takdirde çeşitli açılardan dolayı herhangi bir problem sözkonusu
değildir:
1) Hidane hakkına sahip olan
bir kadının evlenmesi, kız çocuğunun hidanesini düşürmez. Nitekim, İmam
Ahmed'den yapılan iki rivayetten birisi bu şekildedir. Ulemaya ait iki görüşten
birisi de bu olmaktadır. Bu görüşün delili bu hadistir. Daha Önce çocuğun erkek
oluşu ile kız oluşu arasındaki fark geçmişti.
2) Kadının, çocuğun bir
yakımyla evlenmiş olması hidane hakkını düşürmemektedir. Cafer, kızın amcası
oğlu bulunuyordu.
3) Koca hidane hususunda
rıza gösterirse, çocuğun yanında kendi himayesi altında olmasını tercihte
bulunursa, bu durumda hidane düşmez. Sahih olan da budur. Bu şöyle bir prensibe
bağlıdır: Hidanenin evlilik sebebiyle düşmüş olması, kocanın hakkına
riayetledir. Çünkü koca, kadın çocuğunun hizmetinde olacağı için, ondan
istenilen istifadeyi elde edemez, çocuğun kendi karısıyla bulunmasından dolayı
hayatının tadı bozulur, bu yüzden de aralarında nefret ve soğukluk doğmasından
emin olunamaz. İşte bundan dolayı kocanın, karısını kendi hukukundan başka bir
şeyle meşgul olmaktan menetme yetkisi bulunmaktadır. Bu durumda ise çocuğun
menfaatleri zayi olup gidecektir. Ama koca çocuğun kendileriyle kalmasını ister
ve onun korunmasına karşı özen gösterirse, bu durumda hidane hakkının düşmesini
gerektiren sebep ortadan kalkmış olur. Hidane hakkını gerektiren husus ise
mevcuttur, dolayısıyla üzerine hükmü terettüp edecektir.. Bunun böyle olduğunu
şu husus da açıklamaktadır: Hidane hakkının evlilikle düşmesi Allah hakkı
değildir; sadece kocanın, çocuğun ve akrabalarının hakkı olmaktadır. Hak sahibi
buna razı olunca, her türlü takdirde problem zail olacaktır. Böylece, Hz.
Peygamberden sadır olan bu hükmün, en güzel, en açık, maslahata, hikmete,
rahmet ve adalete en uygun bir hüküm olduğu ortaya çıkmıştır. Tevfik ancak
Allah'tandır.
Şu üç husus fukahanın
hadis karşısındaki yaklaşımları olmaktadır:
Birincisi: Hidane
hakkına sahip olan kadının evlenmesi bu hakkı düşürmez. Hasan el-Basri bu
görüştedir ve Yahya b. Hamza da bu doğrultuda hükümde bulunmuştur. Ebu Muhammed
b. Hazm'ın görüşü de bu olmaktadır.
İkincisi: Kadının
evlenmesi kız çocuğu üzerindeki hidane hakkını düşürmez, fakat erkek çocuğu
üzerindeki hidane hakkını düşürür. İki rivayetinden birisinde İmam Ahmed bu
şekilde söylemiştir.
Üçüncüsü: Kadının,
çocuğun bir yakınıyla evlenmesi hidane hakkını düşürmez, yabancı birisiyle
evliliği ise düşürür. İmam Ahmed'in mezhebinde meşhur olan görüş de budur.
İbn Cerir et-Taberi'ye
ait dördüncü bir yaklaşım daha bulunmaktadır: Hidane hakkı sahibi kadın, eğer
anne ise ve onunla nizada bulunan kimse de baba oluyorsa, evlenmesi durumunda kadının
hidane hakkı düşer. Ama kadın teyze veya hidane hakkı sahibi başka bir kadın
olursa, bu durumda kadının evlenmesiyle hakkı düşmez. Aynı şekilde hidane hakkı
sahibi anne olur, nizada bulunan kimseler de babanın dışında çocuğun
akrabalarından birisi bulunursa, kadının evlenmesiyle hakkı yine düşmez.
Biz onun sözünü, lehinde
ve aleyhinde olan hususları zikredeceğiz. Tehztbu'l-Asaf da Hz. Hamza'nın
kızıyla ilgili hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Bu hadiste, küçük
kız ve erkek çocuğunun bakımını üstlenecek kimselerden, çocukların babalarından
başka birileri İle evli olsalar bile, anne tarafından olan yakınlarının, baba
tarafından olan asabelerlnden daha çok hak sahibi olduğuna delalet vardır.
Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) , iki amcasının oğulları olan
Hz. Ali ve Cafer ile Hz. Peygamber tarafından babası Hz. Hamza İle kardeş ilan
edilen Zeyd'in, onun kendilerine verilmesi hakkındaki taleplerine rağmen, Hz.
Hamza'nın kızının teyzesine verilmesine hükmetmiştir. Teyzesi, o sırada çocuğun
babası olmayan başka birisiyle evli bulunuyordu. Bu olay, Hz. Hamza'nın şehit
edilmesinden sonra oluyordu. Bu durumda:"Küçük kız ve erkek çocuğunun,
tercihte bulunma yaşına ulaşıncaya kadar, baba tarafından olan asabesinin
hidane konusunda herhangi bir hakları yoktur; aksine anneleri tarafından olan
kadın akrabaları, evli bile olsalar, daha çok hak sahibidirler." şeklinde
söyleyenlerin sözlerinin doğru olduğu anlaşılmış olacaktır. ,
Burada birisi şöyle
diyebilir: Eğer durum size göre, vasfettiğinlz şekilde, küçük kız ve erkek
çocuğun annesi ve anne tarafından olan kadın akrabaları, evli olsalar bile
hidane konusunda, babanın erkek akrabaları olan asabeden daha çok hak sahibi
iseler, bu durum aynı şekilde, evli olan anne ile, çocukların yakın ve uzak
babalan arasında da sözkonusu olsaydı ya? Nitekim teyze, babalarından başka
birisiyle evli bulunsa bile, çocuklar üzerinde daha çok hak sahibi
bulunmaktadır. Anne ile aralarında ne fark vardır ki, ayn ayn mütalaa edilmektedirler?
Cevap: Aralarındaki fark
açıktır. Şöyle ki, annenin çocukların hidanesi konusunda, babalarından ayrılmış
olması durumunda, başka birisiyle evlenmediği sürece daha çok'hak sahibi olduğu
konusunda haber-i müstefiz bulunmamakta ve bu konuda bildiğimiz kadanyla
haberin hüccetliğine karşı itirazları kabul edilebilecek kimselerin ihtilafları
bulunmamaktadır. Bu konuda bir haber de zikredilmektedir. Her ne kadar isnadı
üzerinde tenkitler varid ise de, durumunu tavsif etmiş olduğumuz nakil, isnadı
zayıf da olsa onun sıhhatine delalet etmektedir. Taberi sonra, Amr b. Şuayb'in,
babası ve dedesi aracılığıyla rivayet ettiği: "Evlenmediğin sürece sen,
çocuk üzerinde daha çok hak sahibisin." hadisini Müsenna b. es-Sabbah
kanalıyla rivayet etmiştir.
Sonra şöyle demiştir:
Çocuk hakkında anne ile, çocuğun asabesinin niza etmesi durumuna gelince, bu
konuda Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zikrettiğimiz:
"Çocuğun babasından başka birisiyle evli bulunan teyzesini, çocuğun
asabesi olan amca oğullarından daha çok hak sahibi kabul etmesi ve çocuğun ona
verilmesine hükmetmesi" şeklindeki sahih hadisi bulunmaktadır. Bu durumda
anne, asabeden daha evla olacaktır. İsterse bir başkasıyla evlensin. Zira Hz.
Peygamber teyzeyi, asabeye sadece anneye olan yakınlığından dolayı takdim
etmiştir. Durum bu şekilde anlattığımız gibi olunca, iki mesele hakkındaki
görüşümüzün esası da ortaya çıkmış olur: Birinci meselenin dayanağı bu konuda
varid olan haber-i müstefizdir (yaygın haber). Diğerinin dayanağı ise adil
ravilerce rivayet edilmiş olan haber-i ahad'dır. Hal böyle iken bunlardan
birisinin hükmünü diğerine döndürmek mümkün değildir; zira kıyas sadece
hakkında nass bulunmayan hükümler hakkında sözkonusudur. Hakkında Kur'an ya da
sünnetten bir nass bulunan konularda kıyasın yeri yoktur.
Burada birisi şöyle
diyebilir: Siz annenin, çocuğun babasından başka birisiyle evlenmesi durumunda,
hidane konusundaki hakkını bu konuda varid olduğunu zannettiğiniz haber-i
müstefiz ile düşürüp babayı daha çok hak sahibi kıldınız; oysa ki, siz de
biliyorsunuz ki, Hasan el-Basri: "Kadın, evlense bile, çocuğu üzerinde
daha çok hak sahibidir." demiştir ve Yahya b. Hamza da bu doğrultuda
hükümde bulunmuştur.
Cevap: Bize göre, dinde
hüccet olan müstefiz bir haberin şartı, ona herhangi bir muhalifin bulunmaması
değildir; bilakis hem amel hem de görüş olarak ümmetin alimlerinden hata ve
yalan üzerinde birleşmiş olmalarına imkan vermeyecek kadar bir çoğunluğun
rivayette bulunmuş olmalarıdır. Ümmetin alimlerinden bu şartı taşıyan bir
çoğunluk "kadın, kocasından ayrılıp başka birisiyle evlendiğinde, baba bu
durumda kız çocuğu üzerinde anneden daha çok hak sahibidir" şeklinde
rivayette bulunmuşlardır. Dolayısıyla bu bağlayıcı bir hüccettir ve buna re'yle
(şahsi görüşle) karşı çıkmak caiz değildir. Böyle şahsi bir görüş, hata etmesi
caiz olan kimseden sadır olmuş görüştür, (bağlayıcı olamaz). Taberi'nin sözü
burada bitti.
Taberi'nin bu görüşünün
tenkidi, doğru ve hatalı yönleri:
"Bu hadiste, küçük
kız ve erkek çocuğunun bakımını üstlenecek kimselerden, çocukların babalarından
başka birileriyle evli olsalar bile, anne tarafından olan yakınlarının, baba
tarafından olan asabelerinden daha çok hak sahibi olduğuna delalet
vardır." sözünü ele alalım. Hadiste bu dediğine asla bir delalet
bulunmamaktadır. Aksine, hadisin lafızlarından birisinde bunun tam tersine
sarahat bulunmaktadır, ki bu Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"Kız çocuğuna gelince, onu Cafer lehine hükmediyorum." ifadeleridir.
Diğer lafız ise: "Çocuğun teyzesine verilmesine hükmetti ve Teyze anne
yerindedir.' buyurdu." şeklindedir ki, Taberi'nin delil olarak kullandığı
lafız da bu olmaktadır. Bunda mutlak anlamda anne tarafından olan yakınlığın
baba tarafından olan yakınlığa mukaddem olduğuna dair bir delil
bulunmamaktadır; aksine Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ali
ile Cafer'in çocuğu talep davalarını ikrarla karşılaması, baba tarafından olan
yakınların da hidane hakkı konusunda hakları bulunduğuna delalet eder. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) burada teyzeyi, hidane hakkına malik
kimseler arasında, sadece kadın oluşundan dolayı takdim etmiştir. Teyzeyi
babanın yakınları üzerine takdimi, aynen anneyi baba üzerine takdimi gibidir.
Hadiste onun iddiasına delalet edecek, anne tarafından yakın olanlar, baba tarafından
yakın olan asabeden daha çok hak sahibidirler, şeklinde genel bir lafız
bulunmamaktadır ki, anne bir kızkardeşin kızı, atncadan; teyzenin kızı amcadan
ve haladan mukaddem olsun. Hadiste, açık olması bir tarafa, buna delalet nerede
bulunmaktadır?!
"Bu
durumda:"Küçük kız ve erkek çocuğunun, tercihte bulunma yaşına ulaşıncaya
kadar, baba tarafından olan asabesinin hidane konusunda herhangi bir hakları
yoktur..." diyenlerin sözlerinin doğru olduğu anlaşılmış olmaktadır."
sözüne geçelim. Bu sizin dediğiniz, hadisten ne ilim ne de zan ölçüsünde
anlaşılmamaktadır. Bu hadis sadece şuna delalet etmektedir: Teyze ile evli olan
amca oğlu, nikahı altında çocuğun teyzesi bulunmayan amca oğlundan daha
evladır. Geriye illetin tahkiki {tahkik-i menat) kalmaktadır: Acaba asabe
ciheti, hidane hakkını gerektirmekte midir? Bu konuda İki kişi aynı derecede
bulunmuştur. Öyleyse Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zaten hidane
hakkı bulunan kimselerden olan çocuğun teyzesiyle evli olanı diğerine tercih mi
etmiştir? Nitekim hadisçilerden bir grup bu şekilde anlamışlardır. Yoksa
annenin yakını, ki burada teyzedir, çocuk üzerinde babanın asabesinden daha çok
hak sahibidir ve bu hakkı evlenmesiyle düşmez şeklinde midir? Evlenmesiyle bu
hakkının düşmemesi de: a) Ya evlilik mutlak olarak hidane hakkını düşürmediği
içindir. Nitekim Hasan el-Basri ve ona katılanlar böyle düşünmektedirler, b) Ya
hidanesi sözkonusu olan (erkek değil) kız çocuğudur, onun içindir. Nitekim,
İmam Ahmed'den gelen bir rivayet böyledir, c) Ya da koca çocuğun yakın
akrabasıdır. Hidane hakkı hu yüzden düşmemektedir. İmam Ahmed'in meşhur olan
görüşü de bu şekildedir, d) Ya da Ebu Cafer et-Taberi'nin dediği gibi, hidane
hakkının sahibi, anne dışında bir kadındır ve nizada bulunan da babadır.
Bunlar, hadis
karşısındaki dört yaklaşım olmaktadır. Ancak Taberi'nin kail olduğu görüş son
derece zayıf bulunmaktadır. Çünkü, evlenmesi sebebiyle annenin hldane hakkını
düşüren sebep, aynısıyla diğer hidane sahibi kadınların evlenmesi durumunda da
sözkonusudur. Teyze nihayet anne yerindedir ve ona benzetilir; dolayısıyla
ondan daha kuvvetli olamaz. Anne tarafından olan diğer hidane sahibi kadınların
durumu da aynıdır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "annenin
diğer yakınlarının, kim olurlarsa olsunlar, evlenmeleri durumunda hidane
hakları düşmez" şeklinde genel bir hükümde bulunmamıştır, O sadece, Hz.
Hamza'nın kızının bir yakınıyla evli bulunan teyzesi lehine muayyen bir hükümde
bulunmuştur.
Anne ile anne dışında
diğer hidane hakkı sahipleri kadınlar arasında haber-i müstefiz sebebiyle
yaptığı ayırımla ilgili sözüne gelince, bununla Taberi, kendi kanaatine göre
bir iki kişinin muhalefetiyle bozulmayan "icma"'ı kastetmektedir. Bu
görüş, Taberi'nin yalnız başına kail olduğu bir görüştür ve bu konuda ulema ona
muhaliftirler.
Amr b. Şuayb hadisinin
zayıf (vahi) olduğu şeklindeki hükmüne gelince, bu tenkidi hadisin kendisine
ulaşan tankına dayalıdır. Çünkü ona ulaşan tarikte Müsenna b. es-Sabbah vardır
ve o zayıf ya da "metruk" bir ravidir. Ancak hadisi Evzai, Amr b.
Şuayb - babası - dedesi tarikiyle rivayet etmiş ve Ebu Davud da onu Sünen'ine
almıştır.
Hadis konusunda beşinci
bir yaklaşım daha bulunmaktadır; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kız çocuğunun, teyzesinin gözetimine verilmesine hükmetmiştir. Teyzenin evli
bulunması buna mani değildir. Çünkü, kız çocuğu teyzenin kocasına, cem
(kansıyla aynı nikah altında toplama) yoluyla haram olmaktadır. Nitekim Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizzat bu manaya Davud b. Husayn'ın
İkrime ve İbn Abbas senediyle yaptığı rivayette temas buyurmuş ve uzunca
verilen hadiste konumuzla ilgili olmak üzere; "Ve sen ey Cafer! çocuk
üzerinde daha çok hak sahibisin. Teyzesi senin nikahın altındadır; bir kadın
halası yada teyzesi üzerine nikahlanmaz." buyurmuştur. Bu konuda,
"çocuğun bakımını üstlenecek kimsenin, çocuğa ebedi olarak haram olan
kimselerden olması" gerektiğine dair Hz. Peygamberden gelen genel bir nass
yoktur ki, bu yaklaşıma itiraz edilebilsin. Aksine böyle bir şartı aramak,
fıkhı kaideler ve şeriatın asılları ile bağdaşmayacak bir husustur. Çünkü,
teyze çocuğun bakımını üstlenen kimsenin nikahı altında olduğu müddetçe, kız
kardeşinin kızı (yeğeni) ona haram olacaktır. Teyze kocasından ayrıldığı zaman
ise, yeğeni de kendisiyle beraber ayrılacaktır. Dolayısıyla böyle bir hükümde
temelden bir mahzur bulunmamaktadır. Yine hiç şüphe yoktur ki, bu görüşle amel
etmek, kız çocuğu için, hakime durumunun intikal ettirilerek bir yabancıya
tevdi edilmesine dair vereceği hükümden de daha uygundur. Zira hakim hidane
konusuna bizzat kendisi eğilecek değildir, mutlaka onu bir başkasının
gözetimine verecektir.
Acaba, bu olay hakkında,
hiçbir kimse Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verdiği bu hükmün
mahza maslahat, hikmet ve adalet olduğundan; kız için son derece ihtiyatlı ve
onu gözetici bir karar bulunduğundan; ona muhalif olan her hükmün mutlaka zulüm
ve fesattan uzak olmayacağından ve şeriatın böyle bir hüküm getirmekten
münezzzeh bulunduğundan, O'nun hükmünde hiçbir problemin olmadığından, asıl bütün
problemlerin ona muhalif olarak getirilen hükümlerde bulunduğundan şüphe
edebilir mi? Yardımı ancak Allah'tan isteriz ve sadece ona tevekkül ederiz.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: