ZADU’L-MEAD

ALTINCI KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.)

VERDİĞİ HÜKÜMLER, EVLİLİK, ALIM-SATIM

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

B) HİDANE

 

1- Hz. Peygamber'ln (s.a.) Hidane Konusundaki Hükümleri

2- Bu Hadislerin Değerlendirilmesi

3- Çocuk Üzerinde Velayet

4- Alimlerin Bu Konudaki İhtilafları

5- Hidane Hakkının Evlilik Sebebiyle Düşeceği Hakkındaki İhtilaflar

6- Çocuğa Bakacak Kimsede Aranacak Şartlar

7- Hidane Konusunda İmamların Görüşleri

 

1- Hz. Peygamber'ln (s.a.) Hidane Konusundaki Hükümleri:

 

Ebu Davud, Sünen'de Amr b. Şuayb - babası - dedesi senediyle şöyle nakleder: Dede Abdullah b. Amr el-As anlatır: Bir kadın gelerek: "Ya Rasulallah şu oğluma karnım yuva, göğsüm çeşme, kucağım ise kundak olmuştur. Şimdi ise babası beni boşadı ve çocuğu benden çekip almak istiyor." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evlenmediğin sürece o öncelikle sana aittir." buyurdu. a) Sahihayn'da, Bera b. Azib hadisinde anlatılır: Hz. Hamza'nın kızı hakkında Hz. Ali, Cafer ve Zeyd anlaşamadılar. Hz. Ali: "Ben daha çok hak sahibiyim, o benim amcamın kızıdır." dedi. Cafer: "(Hayır,) amcamın kızıdır, teyzesi de nikahım altındadır." dedi. Zeyd de: "O benim kardeşimin kızıdır." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), teyzesi lehine hükmetti ve:"Teyze anne yerindedir." buyurdu.

 

Sünen sahipleri Ebu Hureyre'den rivayet ederler Buna göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir çocuğu babası ile annesi arasında muhayyer bırakmıştır. Tlrmizi, hadisin sahih olduğunu söyler.

 

Yine Sünen sahipleri rivayet ederler: Ebu Hureyre anlatır: Bir kadın geldi ve: "Ya Rasulallah! Gerçek şu ki, kocam çocuğumu alıp götürmek istiyor. O bana Ebu Inebe kuyusundan su getirmeye başladı ve bana yaran dokundu." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Çocuk üzerine kur'a çekin!" buyurdu. Kocası: "Benim çocuğum üzerinde bana karşı kim hak iddia edebilir ki?" dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çocuğa: "Bu baban, bu da annen! Hangisini istersen onun elini tut." buyurdu. Çocuk da annesinin elini tuttu. Kadın çocuğunu aldı gitti. Tirmizi: Hadis, hasen-sahihtir, demiştir.

 

Nesai'nin Sünen'inde, Abdulhamid b. Seleme el-Ensari - babası - dedesi senediyle rivayet edilmiştir. Ravi dede müslüman olmuş, karısı ise İslam'ı kabul etmemişti. Koca, baliğ olmamış küçük bir oğlunu getirdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) babayı bir tarafa, anneyi de diğer tarafa oturttu. Sonra çocuğu muhayyer bıraktı ve: "Allah'ım, onu doğruya hidayet et!" buyurdu. Çocuk babasına gitmişti.

 

Ebu Davud'un rivayetinde ise şöyledir: Dedem Rafi' b. Sinan anlattı: Kendisi müslüman olmuş, karısı ise İslam'a girmekten kaçınmıştı. Kadın, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve: "Benim kızım. O henüz yeni sütten kesilmiş ya da öyle bir şey." dedi. Rafi' de: "Benim kızım." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rafi'e: "Sen bir köşeye otur!" kadına da: "Sen de başka bir köşeye otur!" buyurdu. Sonra da çocuğu aralarına oturttu. Daha sonra onlara:" Çocuğu (kendinize) çağırın!" buyurdu. Çocuk annesine meylediyordu ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım, onu doğruya hidayet buyur!" dedi. Çocuk da babasına meyletti. Çocuğu babası aldı.

 

 

2- Bu Hadislerin Değerlendirilmesi:

 

Birinci hadis, ulemanın bu konuda Amr b. Şuayb'a ihtiyaç duydukları ve burada onu delil olarak kullanmak zorunda kaldıkları bir hadistir. Hadis hep Amr b. Şuayb etrafında dönmektedir ve evlilikle hidane hakkının düşeceğine dair Hz. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen bundan başka bir hadis bulunmamaktadır. Dört imam ve diğerleri bu görüşü benimsemişlerdir.

 

Hadiste Amr, dedenin Abdullah b. Amr olduğunu tasrih etmiştir. Böylece, "Dededen maksat belki Şuayb'ın babası Muhammed'dir, dolayısıyla hadis mürsel olur." diyenlerin sözleri yanlış olur. Şuayb'ın, dedesi Abdullah b.Amr'dan hadis işittiği de sahihtir. Bu itibarla, "Hadis munkatı'dır." diyenlerin sözü de boşa çıkar. Buhari, Sahih'i dışında onun hadislerini delil olarak kullanmış ve hadisinin sahih olduğunu beyan etmiş ve: "Abdullah b. Zübeyr el-Humeydi, Ahmed, İshak ve Ali b. Abdullah onunla ihticacda bulunuyorlardı. Onlardan sonra kim var?!" demiştir. İshak b. Rahuyeh de: "Bizce o, Eyyub - Nafi' - İbn Ömer silsilesi gibidir." demiştir. Hakim, Ulumu'l-Hadis'de, onun hadisinin sıhhati üzerinde ittifak bulunduğunu söylemiştir.

 

Kadının: "Karnım ona yuva... olmuştu." şeklindeki sözü, kadının yaklaşımını ortaya koymaktadır. Ona göre çocuğun oluşumunda nasıl ki bu üç husus yalnızca kendisine hastır ve babanın herhangi bir iştiraki yoktur, öyleyse çocuk da kendisine has olmalıdır. Kadın, babanın katılmadığı ve sadece kendisine has olan bu aidiyette, fetva talebinde bulunduğu ve koca ile mahkemelik oldukları konunun da kendisine ait olduğuna delalet bulunduğuna işaret etmiş oluyordu.

 

Bu hadiste, mana ve illetlerin itibara alındığına, bunların hükümlere etki ettiğine ve hükümlerin bunlara bağlandığına bir delil bulunmaktadır. Bunun böyle olduğu sağduyu sahibi herkes için, hatta kadınlar için bile açık ve ortadadır. Kadının ortaya koyduğu ve hükmün bağlanması için sebep kıldığı vasfı Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kabulle karşılamış ve üzerine neticesini bina etmiştir. Eğer kadının ileri sürdüğü vasıf batıl olsaydı, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu ilga ederdi. Aksine hemen akabinde, hükmü onun üzerine bina eylemesi, onun hükmündeki tesirini ve onun sebebi olduğunu gösteren bir delildir.

 

Hadisle, gaib üzerine hüküm verilebileceğine istidlalde bulunulmuştur. Çünkü hadiste babanın hazır bulunduğundan ya da savunmada bulunduğundan söz edilmemiştir. Doğrusu hadiste buna bir delalet yoktur. Çünkü bu bir ferdi olaydır. Eğer baba hazır idiyse, durum açıktır. Yok gaib idiyse, kadın sadece fetva talebinde bulunmak için gelmiştir ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de sorusunun gerekli cevabım vermiştir. Aksi takdirde (bu bir kaza tasarrufu olsaydı) sadece kadının: "Kocam beni boşadı..." sözüne itimatla koca aleyhine çocuğun kendisine hükmedilmesine gidilmezdi.

 

Hadise göre, eşlerin ayrılması ve aralarında da bir çocuğun bulunması durumunda, hidane hakkında anne, babadan önce gelmektedir. Ancak annede, babaya tercihini mani bir durum, ya da çocukta muhayyerliğini gerektirecek bir vasıf olmamalıdır. Bu konuda bir tartışma olduğu bilinmemektedir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) halifesi Ebu Bekir hidane konusunda Hz. Ömer aleyhine hükmetmiş ve hiçbir kimse buna tepki göstermemiştir. Hz. Ömer halife olduğunda, o da aynısıyla hükmetmiştir. Malik, Muvatta'da Yahya b. Said'den nakleder, o Kasım b. Muhhammed'i şöyle derken işitmiştir: "Hz. Ömer'in nikahında Ensar'dan bir kadın vardı. Oğlu Asım'ı doğurmuştu. Sonra Hz. Ömer ondan ayrıldı. Ömer, Küba'ya geldi. Oğlu Asım'ı mescidin avlusunda oynar buldu. Kolundan tuttu ve bineğinin üzerine önüne koydu. Çocuğun ninesi ona yetişti ve Hz. Ömer'le çekişti. Sonunda Hz. Ebu Bekir'e geldiler. Hz. Ömer: "Oğlum!" dedi. Kadın:"Oğlum!" dedi. Bunun üzerine Hz. Ebu Bekir, Ömer'e: "Çocukla kadın arasından çekil!" dedi. Hz. Ömer bir daha üstelemedi.

 

İbn Abdilber şöyle der: "Bu hem munkatı* hem de muttasıl tarikleri bulunan meşhur bir haberdir. İlim adamları bu haberi kabulle karşılamışlardır. Hz. Ömer'in sözkonusu Asım'ın annesi olan zevcesi, Cemile bt. Asım b. Sabit b. Ebi'l-Aklah el-Ensari'dir."

 

Yine o şöyle diyor: "Bu haberde Hz. Ömer'in görüşünün farklı olduğuna da delil vardır. Ancak o meseleyi, hüküm ve icra yetkisini elinde bulunduran Hz. Ebu Bekir'e intikal ettirmiştir. Daha sonra kendi halifelik döneminde ise, Hz. Ebu Bekir'in görüşü doğrultu sunda fetva verip hükümde bulunmuş, çocuk henüz küçük, gayr-ı mümeyyiz bulunduğu sürece Hz. Ebu Bekir'in görüşüne muhalefet etmemiştir. Bu konuda Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer'e ashabtan muhalif birinin bulunduğu da bilinmemektedir."

 

Abdürrezzak, İbn Cüreyc'den nakleder. Ona da Ata el-Horasani haber vermiştir. O da İbn Abbas'tan nakleder: Hz. Ömer, karısı olan oğlu Asım'ın annesini boşamıştı. Onunla Muhassir'de karşılaştı, çocuğunu taşıyordu. Çocuk sütten kesilmiş ve yürüyordu. Hz. Ömer çocuğu kadından çekip almak için elinden tuttu ve çekti. Kadın'a karşı koydu, öyle ki çocuğu incitti ve çocuk ağladı. Hz. Ömer: "Oğluma ben senden daha çok hak sahibiyim." dedi. Sonunda Hz. Ebu Bekir'in huzurunda dava oldular. Hz. Ebu Bekir, çocuğun kadına ait olduğuna hükmetti ve: "Onun kokusu, yatağı, kucağı çocuk için senden daha hayırlıdır. Sonunda büyür, kendi kararını kendisi verir." dedi. Muhassir, Küba ve Medine arasında bir pazar yeridir.

 

Yine Abdürrezzak, es-Sevri - Asim - İkrime kanalıyla şöyle rivayet eder: Hz. Ömer'in karısı, Hz. Ebu Bekir'in huzurunda Hz. Ömer'le dava oldu. Ömer onu boşamıştı. Hz. Ebu Bekir: "Anne daha şefkatli, daha nazik, daha merhametli, daha hisli ve duyguludur. Evlenmediği sürece çocuğu üzerinde öncelik hakkı vardır," dedi.

 

Yine o Ma'mer'den nakletmiştir. Ma'mer, Zühriyi şöyle derken işitmiştir: "Gerçek şu ki, Hz. Ebu Bekir çocuk hakkındaki davada Hz. Ömer aleyhine, çocuğun annesi lehine hükmetmiş ve: 'Evlenmediği sürece annesi çocuğuna daha çok hak sahibidir.' demiştir."

 

Soru: Rivayet farklılık göstermektedir. Acaba Hz. Ömer'le, önce annesi daha sonra da ninesi olmak üzere tartışma ayn ayn iki defa mı olmuştur? Yoksa olay ikisinden birisi ile Hz. Ömer arasında bir kez mi vuku bulmuştur?

 

Cevap: Fazla farketmez. Çünkü eğer lehine hükmedilen anne ise, zaten mesele yoktur. Eğer nine ise, Hz. Ebu Bekir'in onun lehine hükümde bulunması anne lehine öncelikle hükmedileceğini gösterir.

 

 

3- Çocuk Üzerinde Velayet:

 

Çocuk üzerinde velayet iki türlüdür:

1) Babanın anneye ve anne tarafına tercih edildiği velayet türü. Bunlar mal ve nikah velayetidir.

 

2) Annenin baba üzerine tercih edildiği velayet türü. Bunlar da hidane ve emzirme velayetidir. Ebeveynden her birisi, kendilerine verilen bu haklarda, çocuğun maslahatı gözönünde tutularak diğerine tercih edilmiş, ebeveynden hangisi o konuyu daha iyi üstlenebilecekse velayet ona tevdi edilmiş ve böylece çocuğun ihtiyacı en iyi şekilde karşılanmıştır.

 

Kadınlar, çocukların terbiyesi konusunda daha bilgili, daha becerikli, daha sabırlı ve merhametli, vakitleri de daha müsait olduğu için hidane hususunda anne, babaya tercih edilmiştir.

 

Çocuğun evliliği konusunda da, erkekler onun çıkarlarını gözetmede, ihtiyatlı davranmada daha ileri görüşlü ve muktedir olduklarından, bu konuda da baba, anneye tecih edilmiştir. Dolayısıyla hidane konusunda annenin babaya, evlilik ve mali konularla ilgili velayette de babanın anneye tercihi, şeriatın üstün meziyetlerindendir ve çocuğa karşı gösterdiği ihtiyat tedbiri ve onu kollamasının tabii bir neticesidir.

 

Bu girişten sonra soruyoruz: Hidane konusunda anne, baba üzerine çocuğa babadan daha yakın oluşu, yani anneliği sebebiyle mi tercih edilmiştir? Yoksa kadınların terbiye işinden daha iyi anlamalan, çocuğa erkekten daha iyi bakabilmeleri, yani kadınlığı sebebiyle mi tercih edilmiştir?

 

Bu konuda alimlerimizin iki görüşü bulunmaktadır: Her ikisi de Hanbeli mezhebinde mevcuttur. Bunların neticesi asabe kadınlarının, annenin akrabalarına tercih edilip edilmeyeceği konusunda ortaya çıkar. Mesela annenin annesiyle babanın annesi; baba bir kızkardeş ile anne bir kızkardeş; teyze ile hala; annenin teyzesi ile babanın teyzesi; anne tarafından olan hala ve teyzelerle baba tarafından olar. hala ve teyzeler bir araya gelseler hangisi tercih edilir?

 

Konuyla ilgili olarak İmam Ahmed'den iki rivayet vardır: Birincisi: Annenin akrabaları babanın akrabalarına tercih edilir, şeklindedir. İkincisi ise -ki delil bakımından daha güçlüdür ve Şeyhülislam İbn Teymiye'nin tercihidir-, babanın akrabalarının tercih edilmesi doğrultusundadır. el-Hıraki'nin Muhtasarında zikrettiği görüş de budur ve şöyle demiştir: "Baba bir kızkardeş, anne bir kızkardeşten ve teyzeden daha önce gelir. Babanın teyzesi annenin teyzesinden daha önce gelir. Buna göre babanın annesi, annenin annesine tercih edilir. Nitekim İmam Ahmed iki rivayetten birisinde böyle demiştir."

 

Yine bu rivayete göre, babanın erkek akrabaları da annenin erkek akrabalarından önce gelir. Baba bir kardeş, anne bir kardeşten, amca dayıdan önce gelir. Bu tabii, "Annenin erkek akrabalarının da hidane konusunda hakları vardır." görüşüne göredir. Kaldı ki, bu noktada İmam Ahmed ve İmam Şafii'nin mezheplerinde ikişer vecih bulunmaktadır:

 

1) Hidane hakkı ancak asabeden ve mahrem olan erkeklerle, varis olan ya da asabe veya bir varisle ona bağlı olan kadınlar için sözkonusudur.

 

2) Onların da hidane hakları vardır. Getirilen detaylar (tefin bu vecih üzerinedir. Aynı zamanda bu Ebu Hanife'nin görüşüdür. Bu, hidane konusunda baba tarafının anne tarafından üstün olduğuna, annenin sadece kadın oluşundan dolayı tercih edilip, annelik cihetinin öncelikli oluşundan olmadığını gösterir. Zira eğer anne tarafı ağır basacak olsaydı, o zaman anne tarafından olan hem erkekler hem de kadınlar baba tarafından olan erkek ve kadınlara tercih edilecekti. Erkekleri ittifakla tercih edilmediğine göre, kadınları da öyle olacaktır. Aralarında ayırımı gerektirecek bir fark yoktur.

 

Yine şerl esaslar ve kaideler miras, nikah velayeti, ölüm velayeti vb. konularda babanın akrabalarının tercih edileceğini göstermektedir ve hiçbir hükümde annenin akrabalarının babanın akrabalarına tercih edildiği görülmemiştir. Dolayısıyla hidane konusunda onları tercih edenler, delilin gereği haricine çıkmış olur.

 

Doğrusu şudur: Anne sadece, kadınların çocuklara karşı daha şefkatli, terbiye konusunda daha tecrübeli ve sabırlı oldukları için tercih edilmiştir. Buna göre, babaanne anneanneden, baba bir kızkardeş anne bir kızkardeşten, hala teyzeden daha önce gelir. Nitekim İmam Ahmed iki rivayetten birisinde bunu açıklamıştır. Yine buna göre babaanne, babanın babası üzerine, annenin babaya tercihi gibi tercih edilecektir.

 

Bu anlaşıldıysa diyebiliriz ki, bu furuu arasında çelişki bulunmayan düzenli ve istisnası olmayan bir esasdır. Akrabalık ciheti aynı olur ve derece de bir olursa, kadın erkek üzerine tercih olunur. Buna göre, kızkardeş erkek kardeşten, hala amcadan, teyze dayıdan, nine dededen önce gelecektir. Bu esasın çıkış yeri de annenin babaya tercih edilmesidir.

 

Eğer akrabalık ciheti farklı olursa, o takdirde babanın akrabalığı, annenin akrabalığına tercih edilecek ve baba bir kızkardeş, anne bir kızkardeşten, hala teyzeden, babanın halası teyzesinden... önce gelecektir.

 

İşte sağlıklı yaklaşım ve doğru kıyas budur. İslam kadılarının efendisi Şüreyh de aynı şekilde hükmetmiştir. Nitekim Veki, Musanne/inde Hasan b. Ukbe'den, o da Said b. el-Haris'ten nakletmiştir ki: "Amca ile dayı, bir çocuk için Şüreyh'in huzurunda muhakeme oldular. Şüreyh çocuğun amcaya ait olduğuna hükmetti. Dayısı: Ben ona kendi malımdan harcayacağım.' deyince, Şüreyh çocuğu bu kes: ona verdi.

 

 

4- Alimlerin Bu Konudaki İhtilafları:

 

Bu konuda başka türlü bir görüşe sahip olanlar, çelişkiden kendilerini kurtaramazlar. Misali: Üç İmam ve bir rivayette Ahmed'in anneanneyi babaanneye tercih etmeleridir. Sonra İmam Şafii zahir mezhebinde, İmam Ahmed de kendisinden nakledilen beyanında: "Baba bir kızkardeş anne bir kızkardeşe tercih edilir." demişlerdir ve böylece kıyası terketmişlerdir. Ebu Hanife, el-Müzeni ve İbn Süreye ise kıyası bozmayarak: "Anne bir ktzkardeş baba bir kızkardeşe tercih edilir. Çünkü o anne ile, baba bir kızkardeş ise baba ile yaklaşmaktadır. Anne babaya tercih edilince, onun kanalıyla yakın olanlar da, baba vasıtasıyla yakın olanlara tercih edilir." demişlerdir. Ancak bunların tenakuzu öncekilerinkinden daha da büyüktür. Şöyle ki: Birinci görüş sahipleri, babanın yakınlığını annenin yakınlığına tercih etme konusundaki usul ve kıyas doğrultusunda yürümüşler ve anneanne ile babaanne konusunda onlara muhalefet etmişlerdir. Bunlar ise iki yerde kıyası terketmişler ve şeriatın arka plana attığı yakınlığı öne geçirmişler; öne geçirdiği yakınlığı da arka plana atmışlardır. Her yerde tercih de etmemişler, aynı olmalarına rağmen bir yerde öne almışlar, başka bir yerde arka plana atmışlardır. Mesela, İmam Şafii'nin, mezheb-i cedidinde, baba bir kızkardeşi anne bir kızkardeşe tercih ederken, teyzeyi halaya tercih etmesi böyledir: Anneannenin babaanneye tercihi konusundaki kıyası muttarid (düzenli) kılmış ve bunun neticesinde anne bir kızkardeşle teyzenin, baba bir kızkardeşle halaya tercihi gerekmiştir. Aynı şekilde İmam Ahmed'in tabilerinden, teyzeyi halaya tercih edenler de, baba bir kızkardeşi anne bir kızkardeşe tercih etmişler ve çelişkiye düşmüşlerdir. Nitekim Kadı (İsmail) ile arkadaşları ve İbn Kudame'nin sözleri böyledir.

 

Burada şöyle denilebilir: Teyze anne kanalıyla, hala da baba kanalıyla yakın olmaktadır. Annenin babaya tercih edilmesi gibi, onun kanalıyla yakın olanlar da tercih edilirler. Hz. Peyganber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de beyan buyurduğu gibi; Teyzenin anne yerinde olması" konuya daha da açıklak getirir. Hala ise baba yerinde olur.

 

Cevap: Daha önce, annenin babaya tercih sebebinin anneliğin daha güçlü olduğunu ve anne tarafından öncelikli oluşu olmadığını, aksine onun kadın oluşu olduğunu izah etmiştik. Buna göre bir hala ile bir teyzenin mevcudiyeti durumunda bakıyoruz: Hidane konusunda annenin tercihini gerektiren mana (kadınlığı) her ikisinde de vardır. Ayrıca hala iki akrabalıktan daha güçlüsü olan baba tarafından yakın olmaktadır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Hamza'nın kızını teyzesine verip: "Teyze annedir." buyurması, ona karşı aynı derecede baba tarafından başka bir talibin bulunmaması sebebiyledir.

 

İtiraz sürdürülerek şöyle denilebilir: "Çocuğun halası vardı ve o, Hamza'nın kız kardeşi Safiyye bt. Abdulmuttalip'ti, o sırada Medine'de mevcuttu. Hicret etmiş, Hendek savaşma katılmış, içinde bulunduğu kale etrafında dolaşan bir yahudiyi Öldürmüştü. Hz. Ömer'in halifeliği zamanına kadar da yaşamıştı. Buna rağmen Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) teyzeyi ona tercih etmiştir. Bu durum, anne tarafının, baba tarafına tercihine delalet eder."

 

Cevap: Bu ancak Hz. Safiyye'nin talepte bulunması ve çocuğun kendisine verilmesini istemesi ve buna rağmen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun lehine hükmetmeyip teyzeyi ona tercih etmesi durumunda, sizin söylediğinize bir delil olabilir. Çocuğa bakmaktan aciz oluşundan dolayı onun kendisine verilmediği de düşünebilir. Çünkü Hz. Safiyye H. 20 senesinde yetmiş üç yaşında vefat etmiştir. Bu durumda Hz. Peygamber'in (s.a) hükmü sırasında elli küsur yaşlarında olur. Dolayısıyla çocuğa bakmaktan aciz olduğu için onu terketmiş, alabileceği halde istememiş olması muhtemeldir. Hidane kadının hakkıdır, terkettiği zaman diğerlerine intikal eder.

 

Kısaca, hadis teyzenin halaya tercihine, ancak ve ancak Hz. Safiyye'nin yeğenini talep ettiği, onun bakımını üstlenmeyi istediği, buna rağmen Hz. Peygamber'in (s.a) teyzeyi ona tercih ettiği sabit olursa delalet eder. Böyle bir durum da yoktur.

 

Bu çelişkilerden birisi de şudur: İmam Malik, anneanneyi babaannneye tercih edince, bundan sonra da teyzeyi babaya ve babaanneye tercih etmiştir. Onun tabileri de teyzenin teyzesinin bunlara (baba ve babaanne) tercihi konusunda ihtilaf etmişlerdir. İki vecihten birisine göre: Teyzenin teyzesi bizzat çocuğun babası ve babaannesine tercih edilir. Bu son derece uzaktır. Ne kadar uzak da olsa annenin akrabaları bizzat baba ve onun yakınları üzerine nasıl tercih edilebilir? Kaldı ki baba ve onun akrabaları çocuklara karşı, annenin akrabalarından daha şefkatlidirler ve onun çıkarlarını daha iyi gözetirler. Çünkü çocuğun onlarla hiçbir ilgisi yoktur, kendilerine de nisbet edilmez ve ondan tamamen yabancıdırlar. Çocuğun nesebi ve velayeti baba tarafından olan akrabalarına aittir. Onlar daha çok hak sahibidirler. Zira çocuğun akilesidirler ve cumhur ulemaya göre nafakasından da sorumludurlar. Aralarındaki akrabalık ne kadar uzak da olsa, asabe yoluyla aralarında miras caridir. Annenin akrabalığı isse böyle değildir. Bunlar onun akrabalığında sözkonusu değildir. Aralarındaki miras durumu ise, ancak anneleriyle furuundan ilk derece yani oğulları arasında sözkonusudur. Bu durumda bu akrabalık nasıl olur da, bizzat baba ve onun tarafından olan yakınlarına tercih edilebilir? Özellikle de teyzenin teyzesinin bizzat babaya ve babaanneye tercih edileceğini söylemek nasıl mümkün olabilir? Bu söz şer'i esaslar ve kaidelerle asla bağdaşmaz. Bunun bir benzeri de, iki rivayetten birisinde İmam Ahmed'den gelen; "anne bir kızkardeş ile teyzenin de babaya tercih edileceği" şeklindeki görüştür. Bu da son derece uzak ve kıyasa muhaliftir.

 

Bu görüşün delili şudur: "Her ikisi de, babaya tercih edilen anne vasıtasıyla yakındırlar, dolayısıyla babaya tercih olunurlar."

 

Bu doğru değildir. Çünkü anne, baba ile aynı derecede olunca, hidane konusunda daha becerikli, daha sabırlı ve daha muktedir olması sebebiyle bir imtiyaz kazanmış ve babadan önce bu hak kendisine verilmiştir. Baba ile birlikte anne bir kızkardeş ve teyze:ain durumu öyle değildir. Çünkü aralarında yakınlık bakımından eşitlik yoktur. Bir çocuğa babasından daha yakın hiç kimse yoktur. Bu durumda, baba üzerine karısının kızı ya da kızkardeşi nasıl tercih edilebilir? Allah (c.c). bunlara çocuğa karşı babasının şefkatinden daha mı çok şefkat vermiştir?

 

Sonra İmam Ahmed'in tabileri, imamın sözünün yorumu hususunda üç vecih olarak ihtilaf etmişlerdir:

 

1 - İmam onu, "kadınlığı" sebebiyle baba üzerine tercih etmiştir. Buna göre hidane konusunda kadınlar bütün erkeklere tercih edilirler. Yukarı doğru teyzenin teyzesi, teyzenin teyzesinin teyzesi, kızkardeşin kızı babaya tercih edilir.

 

2 - Teyze ve anne bir kızkardeş baba tarafından yakın değillerdir. Bunlar hidane hakkına sahip kimselerdir. Şu halde hidane hakkına sahip kadınlar, bütün erkeklere tercih edilirler. Ancak baba vasıtasıyla yakın olan kadınlar bundan hariçtirler. Onlar babaya tercih olunmazlar. Çünkü bu kadınlar babanın furuu olmaktadırlar.

 

Bu vecihe göre babaanne, kızkardeş ve hala, babaya tercih olunamamakta, anneanne, teyze ve anne bir kızkardeş ise tercih olunmaktadır. Bu da son derece zayıftır. Zira anne tarafından olan uzak akrabaların babaya ve babaanneye tercihini gerektirmektedir. Bilindiği üzere baba, baba bir kızkardeşe tercih edildiğine göre, anne bir kızkardeşe öncelikli olarak tercih edilmesi gerekir. Çünkü baba bir kızkardeş, anne bir kızkardeşten önce gelmektedir. Dolayısıyla bizzat babaya nasıl tercih edilebilir? Bu açık bir tenakuzdur.

 

3 - Anne tarafından olan kadınlar babaya, annelerine ve baba tarafından olan diğerlerine tercih edilirler. Bu görüştekiler diyorlar ki: Bir adamla aynı derecede olan her kadın, o adama tercih olunur. Kadın tarafından yakın olan, erkek tarafından yakın olana tercih edilir. Aynı derecede olan anne, babaya tercih olunduğu için, anne bir kızkardeş baba bir kızkardeşe, teyze de halaya tercih edilmiştir.

 

Bu üç görüş, Ebu'l-Berekat İbn Teymiye'nin Muharrar'ında kaleme aldığı ve İmam Ahmed'in beyanını bu üç ihtimale indirgediği malumatın bir arzıdır. Bu rivayet İmamın, "baba bir kızkardeşin anne bir kızkardeşe ve teyzeye; babanın teyzesinin annenin teyzesine tercih edileceğine" dair olan beyanlarına ters düşmektedir. el-Hıraki, Muhtasarına bundan başkasını da almamıştır. Sahih olan da budur. O (ihtimalleri) İbn Akil, anneanne ile babaanne hakkındaki iki rivayetten tahric etmiştir. Ancak imamın beyanı, el-Hıraki'nin zikrettiğidir. el-Muharrar yazarının naklettiği rivayet ise zayıftır ve tercihe şayan değildir. Bu yüzden de onun furuu ve neticeleri daha da zayıftır. Oysa ki İmam Ahmed'in mezhebindeki diğer beyanları böyle değildir.

 

İmam Ahmed'in bazı tabileri bu konuyla ilgili bir kaide koymuşlar ve:

 

"Her bir asabe kendisinden daha uzak olan kadınlara tercih edilir, kendisinden daha yakın olan kadınlardan da sonra gelir. Ayrı derecede olmaları durumunda da iki vecih vardır.'' demişlerdir. Bu kaideye göre baba, babaanneye, anneanneye ve beraberinde olan kimselere tercih edilir. Erkek kardeş, kızına ve halaya tercih edilir. Amca, babanın halasına tercih edilir. Babaanne babanın dedesine tercih edilir. Babanın babasına tercihinde iki vecih vardır. Baba bir kızkardeşin, baba bir erkek kardeşe tercihinde iki vecih vardır. Halanın amcaya tercihinde iki vecih vardır.

 

Doğrusu: Aynı derecede olmaları durumunda kadının tercih edilmesidir. Nitekim aynı derecede olan anne ve babadan, anne tercih edilmektedir. Aynı derecede bulunan erkeğin, kadına tercihinin bir anlamı yoktur. Eşitlik yanında, kadında çocuğun bakılıp yetiştirilmesi, terbiye edilmesi konusunda tercihini gerektirecek güçlü sebepler vardır.

 

Erkek kardeşle kızkardeşin kızları hakkında ihtilaf edilmiştir. Acaba bunlar, teyze ve halalara tercih edilebilir mi? Yoksa aksi mi olur? İki vecih vardır: Yaklaşımları şöyle: Teyze ve hala, anne ve babaya kardeş olmaları vasıtasıyla yakın olurlar. Kız ve erkek kardeşlerin kızları ise babaya, onun çocuğu olmaları yoluyla yakın olurlar. Kardeş kızlarını tercih edenler, oğul olmanın kardeş olmadan üstün olduğunu gözönünde tutmuştur. Ama bu yaklaşım güzel değildir. Aksine doğru olan, iki sebepten dolayı hala ve teyzenin kardeş kızlarına tercih edilmeleridir:

 

Birincisi: Bunlar çocuğa, kardeşinin kızlarından daha yakındır. Çünkü hala babasının kızkardeşidir. Kardeşin kızı ise babasının oğlunun kızıdır. Aynı şekilde teyze de annesinin kızkardeşi iken, anne ya da baba bir kızkardeş, anne ya da babasının kızının kızıdır. Dolayısıyla hala ve teyzenin çocuğa bu bakımdan daha yakın olduklarında bir kuşku yoktur.

 

İkincisi: Eğer bu görüşte olanlar, prensiplerine istisna getirmezlerse, o takdirde kızkardeşin kızının kızını -ne kadar aşağıya inerse insin- anne yerinde olan teyzeye tercihi gibi asla önüne duramayacağı bir neticeye ulaşacaklardır ki, bu son derece yanlıştır. Eğer bu sadece kızkardeşin kızına tahsis edilecek olsa, o zaman da çelişlu olacaktır.

 

İmam Ahmed'in tabileri, dede ile baba bir kızkardeşten hangisinin daha öncelikli olduğu konusunda da ihtilaf etmişlerdir. Mezhep "dedenin baba bir kızkardeşten daha önce geleceği" şeklindedir. Kadı (İsmail) el-Mücerred'de, "baba bir kızkardeşin daha öncelikli olduğuna dair bir vecih" bulunduğunu nakletmiştir. Bu daha önce geçen İmam Ahmed'in beyam üzerine tabilerince yapılan üç tevilden (ihtimal) birisine göre variddir.

 

Önce geçen esasın doğruluğunu açıklayan hususlardan birisi de onların şöyle demeleridir: "Anneler ve onların cihetinden olanlar bulunmadığı zaman hidane asabeye intikal eder ve sırayla mirasta olduğu gibi en yakın olanlar diğerlerine tercih olunurlar." Bu kıyasa uygundur. Onlara şöyle denilebilir: Peki buna karabet (yakınlık) konusunda da uyup, asabede yaptığınız gibi, güçlü ve ağır basan yakınlığı zayıf ve mercuh olan yakınlık üzerine tercih etseydiniz ya!

 

Yine, size göre kızkardeşler hakkında sahih olan onlardan, önce anne baba bir olanlar, sonra baba bir olanlar, daha sonra da anne bir olanlar tercih olunurlar. Bu doğrudur, usule ve kıyasa da uygundur. Ancak buna annenin yakınlığının babanın yakınlığı üzerine ekleneceği şeklindeki sözleri ilave edilince tenakuz doğmakta ve o çelişkili problem arzeden feri meseleler ortaya çıkmaktadır. Yine; baba ve dedenin annelerinin, teyze ve anne bir kızkardeş üzerine tercih edileceğini söylemişlerdir ki, doğru ve seri esaslara uygun olan da budur. Ancak bu, annenin annelerini babanın anneleri üzerine tercih etmeleriyle çelişkilidir. Yine teyze ile anne bir kızkardeşin baba üzerine tercihiyle de çelişki arzeder. Nitekim İmam Ahmed'den gelen bir rivayet ile İmam Şafii'nin kadim kavli öyledir. Şüphesiz bu görüş esasa (asıl) daha uygundur. Ancak usul kaidelerine kıyasla son derece uzaktır. Yine bu görüşlerine istisna getirmeleri durumunda anne bir kızkardeşlerin, baba bir kızkardeşlere tercihi gerekecektir. Nitekim Ebu Hanife, el-Müzeni ve ibn Süreye bunu benimsemişlerdir. Yine istisna getirmeme neticesinde teyzenin kızının baba bir kızkardeşe tercihi gerekecektir İd, Züfer de bunu almıştır. Bu aynı zamanda Ebu Hanife'den de rivayet edilmiştir. Ancak Ebu Yusuf bunu iyi bulmamış ve çoğunluk ulema gibi, baba bir kızkardeşi tercih etmiş, Ebu Hanife'nin görüşünün de böyle olduğunu söylemiştir.

 

Yine esaslarının teşmilinden teyze ile anne bir kızkardeşin babaanneye tercihi gerekecektir. Bu son derece uzak ve zayıftır. Züfer bunu benimser. Ebu Hanife'nin talebelerini sakındırdığı ve: "Züfer'in kıyaslarını almayınız. Eğer onun kıyaslarını alırsanız helali haram, haramı da helal kılmış olursunuz." dediği kıyaslardan birisi de budur.

 

İmam Ahmed'in tabilerinden bazıları hidane bahsini bir kaide içine yerleştirmeye çalışmışlar ve bununla çelişkiden kurtulabileceklerini sanmışlar ve şöyle demişlerdir: Hidane konusunda itibar önce anneliğe, sonra babalığa, daha sonra da mirasadır. Bu yüzdendir ki baba bir kızkardeş, anne bir kızkardeş ile teyzeye tercih olunur. Çünkü varis olma bakımından onlardan daha kuvvetlidir, dördüncü olarak da "idla" yani yakın olma, intisab etmedir. Bu yüzden de teyze halaya tercih olunur.

 

Çünkü teyze anne aracılığıyla, hala ise baba aracılığıyla yakın olmaktadır.

 

el-Mustev'ib yazarının tuttuğu bu yola göre, hidane için sebep olmak üzere sırası ile şu dört şey zikredilmiştir: Annelik, babalık., miras ve idla.

 

Bu yol da çelişkileri ve şer'i kaidelerden uzaklaşmayı artırmaktan başka bir işe yaramamıştır ve yolların en kötülerinden birisidir. Bu yolun fesadı, sakat neticeleri gerektirmesi ile anlaşılmaktadır. Çünkü eğer anneliğin babalığa tercihinden, anne cihetinden olanların babaya ve baba cihetinden olanlara tercihi kast ediliyorsa, o takdirde daha önce zikri geçen ve yanlışlığı ifade edilen, anne bir kızkardeşle, teyzenin kızının baba ve babaanne üzerine; teyzenin hala üzerine; annenin teyzesinin baba ve babaanne üzerine; anne bir kızkardeş kızlarının babaanne üzerine tercihleri gerekecektir.

 

Eğer; annenin bizzat kendisi baba üzerine tercih edilir demeyi kastetmişse bu doğrudur. Ancak bu tercihe esas olan husus nedir? Anne ve anne cihetinden olanların babaya ve baba. cihetinden olanlara öncelikli oluşları mıdır? Yoksa erkekle aynı derecede olması durumunda, anne ve anne cihetinden olanların kadınlığı mıdır ve erkekle aynı derecede olan her kadın, babanın yakınlığının annenin yakınlığına tercihiyle birlikte, o erkek üzerine tercih mi edilir? Doğru olan bu ikincisidir ki, daha önce geçmişti.

 

Yine aynı şekilde "sonra miras" sözüyle "mirasta önce gelen herkes hidanede de önce gelir" demeyi kastediyorsa, doğrudur. Bu kaidenin çalıştırılması, babanın yakınlığının annenin yakınlığı üzerine tercihini gerektirir; çünkü babanın yakınlığı mirasta annenin yakınlığından önce gelir. Netice olarak da kızkardeşin hala ve teyze üzerine tercihi gerekir.

 

"Bu yüzdendir ki; baba bir kızkardeş anne bir kızkardeş ve teyze üzerine tercih olunur. Çünkü varis olma bakımından onlardan daha güçlüdür." sözü hakkında ise şöyle denilir: Hayır! Onun tercihi varis olma bakımından daha güçlü oluşundan değildir. Eğer öyte olsaydı asabe olanlar, hidane konusunda kadınlardan daha çok hak sahibi olurlardı. Neticede (asabe olan) amca, teyze ve haladan daha önce gelirdi ki, bu yanlış bir neticedir.

 

Konuyla ilgili olarak el-Muğni'de başka bir kaide geliştirilmiştir. Erkeklerle kadınların bir araya gelmeleri durumunda hidane hakkının Öncelikle kime ait olduğunu beyana dair açtığı fasılda İbn Kudame şöyle demiştir:

 

"Hidane konusunda hepsinden önce anne, sonra da yukarı doğru annenin anneleri gelir. Bir önceki bir sonrakine tercih olunur. Çünkü hepsi de kadındırlar ve hepsi de anne yerindedirler. İmam Ahmed'den; babaanne ile annelerinin anneanneye tercih edileceğine dair bir rivayet vardır. Bu rivayete göre, baba daha önceliklidir. Çünkü babaanne ve anneleri çocuğa baba ile bağlanmaktadırlar. Bu durumda baba, anneden sonra gelecektir. Babadan sonra da babanın yukarı doğru anneleri gelecektir. Birinci zikrettiğimiz görüş, (Hanbeli) imamlarımız arasında meşhur olanıdır. Öncelik sırasıyla anneye, sonra annelerine, sonra babaya, sonra annelerine, sonra dedeye, sonra annelerine, sonra babanın dedesine, sonra onun annelerine -isterse varis olmasınlar- aittir. Çünkü bunlar hidanede hakları bulunan bir asabeyle çocuğa bağlanmaktadırlar. Annenin babasının annesi ise böyle değildir. İmam Ahmed'den bir başka rivayet daha vardır: Ona göre anne bir kızkardeşle teyze, babadan daha önce gelirler. Anne-baba bir kızkardeş hem babadan, hem anne bir kızkardeşle teyzeden, hem de bütün asabeden önce gelir. Mezhep içerisinde meşhur olan birincisidir. Babalar ve anneler yoksa, hidane hakkı kızkardeşlere intikal eder: Önce anne-baba bir kızkardeş gelir. Sonra sırasıyla baba bir kızkardeş, sonra da anne bir kızkardeş gelir. Kızkardeş erkek kardeşe tercih edilir. Çünkü kızkardeş, hidane hakkı bulunan bir kadındır. Dolayısıyla aynı derecede olan erkek üzerine tercih olunur. Annenin baba üzerine; babaannenin babanın babası üzerine; her ninenin kendi derecesinde bulunan dede üzerine tercih edilmesi gibi. Çünkü kadın hidaneyi yalnız başına üstlenir. Erkek ise yalnız başına üstlenemez.

 

Bir vecih daha vardır ki, ona göre erkek kardeş kızkardeş üzerine tercih olunur. Çünkü erkek kardeş doğrudan asabedir. Daha uygun olanı birinci görüştür.

 

Anne-baba bir, ya da baba bir kızkardeşin dede üzerine tercihinde iki vecih vardır. Kızkardeşin bulunmaması durumunda sırayla önce anne-baba bir erkek kardeş, sonra baba bir erkek kardeş, sonra da bunların oğulları gelir. Zikrettiğimiz sebepten dolayı anne bir erkek kardeşin hidane hakkı yoktur.

 

Bunlar da bulunmadığı zaman, sahih olan görüşe göre hidane teyzelere intikal eder. Bunların sırası da kızkardeşlerin sıralaması gibidir. Dayıların hidane hakları yoktur. Teyzeler de bulunmadığı zaman halalara geçer. Halalar, kızkardeşlerin erkek kardeşlere tercih edilmeleri gibi, amcalar üzerine tercih olunurlar. Sonra sırasıyla anne baba bir amca ile baba bir amca gelir. Anne bir amcanın hidane haki yoktur. Sonra bunların oğulları gelir.. Sonra el-Hıraki'nin kavline göre, babanın teyzelerine intikal eder. Diğer bir kavle göre de, annenin teyzelerine intikal eder. Sonra babanın halalanna geçer. Annenin halalarının hidane hakları yoktur. Çünkü onlar annenin babası vasıtasıyla bağlanırlar. Annenin babasının ise, hidanede hakkı yoktur. Aynı derecede hak sahibi iki ya da daha fazla kişinin bulunması durumunda çocuğun kime ait olacağını belirtmek için kur'aya başvurulur." İbn Kudame'nin nakli işte budur.

 

Bu, daha önce belirttiklerimiz içerisinde en iyi olanıdır. Ancak burada, yukarı doğru çıksa bile annenin anneleri, baba ve anneleri üzerine tercih edilmektedir. Eğer bu kaide çalıştırılacak ve anne cihetinden olanlar baba cihetinden olanlara tercih edilecek olursa, o takdirde daha önce zikri geçen yanlış neticeler ortaya çıkacaktır. O böyle yapmamıştır. Eğer baba cihetinden olan bazılarını anne cihetinden olan bazılanna tercih edecek olursa -ki öyle yapmıştır- bu kez de aradaki farkın ve tercih sebebinin (illet) ne olduğu sorulacaktır.

 

Yine İbn Kudame'nin ortaya koyduğu kaidede, hidane hakkı anne bir kızkardeş için mevzu bahis olduğu halde anne bir erkek kardeşin hidane hakkı bulunmamaktadr. Halbuki ikisi de aynı derecededir ve her açıdan ikisi de eşittir. Eğer bu durum onun erkek, diğerinin kadın olduğu için ise, bu asabe olan diğer bütün erkeklerin durumu ile bozulur; öyle olmadığı anlaşılır. Eğer asabeden olmadığı içindir; hidane asabeden olmayan hiçbir erkek için sözkonusu değildir, denilirse, o zaman da şöyle denilir: Peki hidaneyi her açıdan kendileriyle aynı derecede yakın olan erkekler bulunduğu halde zevilerhamdan olan kadınlara nasıl tahsis ediyorsunuz? Bu durumda esas olarak ya "kadınlığı" alıp erkeklere hidane hakkı tanımazsınız; ya da "miras" durumunu ahr varis olmayanların hakkı yoktur, dersiniz veyahut "yakınlığı" alır ve neticede anne bir kardeşle dayı ve annenin babasını mahrum etmezsiniz; yahut da "asabeliği" alır ve asabe olmayan hiçbir kimseye hidane hakkı tanımazsınız.

 

Burada bir şık daha kaldı ki, o da bizim görüşümüzdür. O da "erkeklerde asabeliğe, kadınlarda yakınlığa itibar etmektir" derseniz, cevaben şöyle denilir:

 

Bu durum velayet ve miras ahkamına aykırıdır. Hidane çocuk üzerinde bulunan bir velayettir. Eğer siz onu velayet olarak kabul ederseniz, baba ve dedeye tahsis etmelisiniz. Yok miras telakkisinden hareket ederseniz, onu varisten başkasına vermemelisiniz. Her ikisi de hem sizin hem de diğer bütün alimlerin görüşlerine aykındır.

 

İbn Kudame'nin ifadesinde yine; aşağı doğru ne kadar inse de kardeşin oğlunu anne yerinde olan teyze üzerine tercih sözkonusudur ki, son derece uzaktır ve ashabın çoğunluğu kardeş çocuklarını sadece babanın babası ve halalardan sonra saymışlardır ki, doğrusu da budur. Zira teyze annenin kızkardeşidir ve çocuğa onun aracılığıyla bağlanmaktadır. Anne babadan önde gelir. Kardeş oğlu ise, baba vasıtasıyla olan kardeşle bağlanmaktadır. Bu durumda nasıl teyze üzerine tercih olunabilir? Aynı şekilde hala da babanın kızkardeşidir ve onun yarısıdır. Bu durumda babanın oğlunun oğlu, kızkardeşi (hala) üzerine nasıl tercih edilir?

 

Konuyu üstadımız Şeyhülislam İbn Teymiye de bir başka kaide ile belirlemeye çalışmış ve şöyle demiştir: Hidane konusunu en iyi şekilde belirleyebilmek için şöyle denilmelidir: Hidane şefkat, terbiye ve yumuşaklık üzerine dayalı bir velayet olduğuna göre buna en layık olanı, bu sıfatlan en iyi şekilde kendisinde bulunduran kimselerdir ki, bunlar da çocuğun yakınlandır. Akrabalar içerisinde sırayla en. yakın ve hidane velayetini üstlenmeyi ehil kılan vasıfları en iyi şekilde kendilerinde toplayan kimseler tercih edileceklerdir. İki ya da daha fazla kişinin bulunması durumunda, eğer dereceleri eşitse, kadınlar erkekler üzerine tercih edileceklerdir. Buna göre: anne babaya, nine dedeye, teyze dayıya, hala amcaya, kızkardeş erkek kardeşe tercih edileceklerdir. Eğer her ikisi de erkek ya da kadın iseler bu kez hak sahibi -aynı derecede iseler- kur'a ile belirlenecektir. Dereceleri farklı ise, eğer aynı cihetten iseler, çocuğa daha yakın olan kimse tercih edilecektir. Buna göre kızkardeş, kızma; teyze ebeveynin teyzesine; ebeveynin teyzesi dede ya da ninenin teyzesine; annenin babası olan dede, anne bir kardeşe tercih olunacaklardır. Doğrusu da budur. Zira hidane konusunda babalık ve annelik ciheti kardeşlik cihetinden daha güçlüdür. "Anne bir kardeş tercih edilir. Çünkü o miras bahsinde annenin babasından daha güçlüdür." diyenler de olmuştur. Her iki vecih de İmam Ahmed'in mezhebindedir.

 

Üçüncü bir vecih daha vardır: O da, "Anne bir kardeşin asla hidane hakkı yoktur. Çünkü asabeden değildir. Hidane hakkı bulunan kadınlardan da değildir. Dayı da aynıdır." şeklindedir. Bu vecihin sahibi: "Dayının hidane hakkı yoktur. Annenin babası ile annenin babasının annelerinin dayıdan daha öncelikli (evla) olduğunda tartışma yoktur." demiştir.

 

Eğer babanın yakınlığı ve annenin yakınlığı gibi iki ayn cihetten iseler, mesela hala ile teyzenin; baba bir kız kardeşle anne bir kızkardeşin; babaanne ile anneannenin; babanm teyzesiyle annenin teyzesinin bulunması gibi; iki rivayetten birisine göre bunların hepsinde baba tarafından olanlar tercih olunurlar. Tabii bu aynı derecede olmalan ya da baba cihetininin çocuğa daha yakın olmalan durumunda böyledir.

 

Ama anne tarafı daha yakın, baba tarafı daha uzak ise, mesela anneanne ile babanın babasının annesinin ve çocuğun teyzesiyle babasının teyzesinin durumu gibi, bu durumda iki tercih karşılaşmış olmakta, ancak çocuğa daha yakın olan, daha uzak olana nisbetle ona daha şefkatli ve merhametli olacağı için tercih edilecektir. Babanın yakınlığını tercih edenler, ancak annenin yakınlığı ile eşitliği durumunda tercihe gitmektedirler. Ama annenin yakınlığından daha uzak ise, bu durumda daha yakın olan anne ciheti tercih olunacaktır. Aksi takdirde, uzak olan babanın yakınlığını tercih durumunda, hiçbir kimsenin benimsemediği yanlış neticeler ortaya çıkacaktır.

 

Bu kaide (zabıt) ile hidane bahsinin bütün meseleleri kuşatılabilir ve şer'i kıyasa uygun neticeler alınır, istisnası yoktur ve şer'i esaslara uygunluk arzeder. Karşınıza çıkan hidane ile ilgili her meselenin cevabını bu kaideden çıkarabilirsiniz ve hem de neticeler delilin gereği olur, kendi içerisinde çelişkilerden, usul kıyasına ters düşmekten de uzak olur. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (zevceye hitaben): "Evlenmediğin sürece Öncelikli olarak o sana aittir." buyurmasında, hidanenin annenin bir hakkı olduğuna delalet vardır.

 

İmam Ahmed ve Malik'in mezhebinde fukaha, hidanenin çocuğa bakma durumunda olan kimsenin lehinde bir hak mı, yoksa aleyhinde bir görev mi olduğu konusunda iki görüşe ayrılmışlardır.

 

Bunun üzerine şu neticeler kurulur:

 

Birincisi: Hidane hakkına sahip olan kimsenin düşürmesi ile bu hak kendisinden düşer mi, düşmez mi? İki görüş vardır.

 

İkincisi: Eğer lehine bir haktır dersek, hidane süresince ücret karşılığı olmaksızın hizmet yükümlüğü olmayacaktır. Eğer bir görevdir dersek, karşılıksız hizmette bulunması gerekecektir. Eğer çocuğa bakacak kimse (hadin) fakirse, o zaman her iki görüşe göre de ücret alma hakkı olacaktır.

 

Üçüncüsü: Anne hidaneyi babaya bağışladığı zaman, eğer lehine bir haktır diyorsak, hibe bağlayıcı olacak ve bir daha rücü edemeyecektir. Eğer görevdir dersek, anne tekrar hidane talebinde bulunabilecektir.

 

Bu mesele ile, satıştan önce şuf'a haklanın hibesi gibi henüz sabit olmamış şeyin hibesi -ki bu iki kavilden birisine göre bağlayıcı değildir- arasındaki fark şudur: Hidane bahsinde, hidanenin sebebi mevcuttur. Dolayısıyla sanki mevcutmuş gibi olur. Aynı şekilde bir kadın bir aylık nafakasını kocasına bağışlarsa, o da bağlayıcı bir hibe olur ve dönemez. Bütün bunlar İmam Malik'in tabilerinin sözleri ve neticeleridir. Doğrusu hidane; çocuğun ihtiyaç göstermesi, başka birisinin de bulunmaması durumunda annenin hem hakkı hem de görevidir. Anne ve çccuğun velisi, hidane hakkının veliye nakledilmesi konusunda anlaşabilirlerse bu caizdir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) : "=O öncelikli olarak sana aittir." ifadesinde hidanenln kadının lehine bir hak olduğuna delil vardır.

 

Hz. Peygamber'in "evlenmediğin sürece" ifadesi hakkında iki görüş olmak üzere ihtilaf edilmiştir: Acaba bu gerekçelendirme (ta'lil) midir, yoksa süre belirlemek (tevkit) için mi söylenmiştir? Bu ihtilafa göre şu durum ortaya çıkar: Kadın evlense ve hidane hakkı düşse, fakat sonra boşansa, acaba hidane hakkı tekrar döner mi?

 

Eğer bu ifade "ta'lil" içindir denilecek olursa, o takdirde hidane hakkı geri dönecektir. Çünkü hüküm bir illetten dolayı sabit; olursa, o illetin zail olmasıyla o hüküm ortadan kalkar. Hidane hakkının düşmesinin illeti evliliktir. Eğer kadın boşanırsa bu illet zail olmaktadır, dolayısıyla hükmü de ortadan kalkacaktır. Bu çoğunluk fukahanın görüşleridir. Bunlar arasında İmam Şafii, Malik, Ebu Hanife de vardır.

 

Sonra bunlar da kendi aralarında ihtilaf etmişlerdir: Şayet talak'ricl talak olursa, acaba kadının hidane hakkı sadece talakın verilmiş olmasıyla düşer mi, yoksa iddetin bitmesine mi bağlıdır? Yine iki görüş vardır. Her ikisi de İmam Ahmed ve Şafii'nin mezhebinde mevcuttur.

 

Birincisi: Sadece talakın verilmiş olmasıyla hidane hakkı döner. Şafii mezhebinin zahir görüşü de böyledir. İkincisi: İddet dolmadıkça hidane hakkı dönmez. Bu da İmam Ebu Hanife ve Müzeni'nin görüşleridir. Bütün bunlar "evlenmediğin sürece" ifadesinin "ta'lil" kabul edilmesi esasına binaendir. Bu çoğunluk fukahanın görüşleri olmaktadır.

 

İmam Malik ise, mezhebinde meşhur olan kavle göre: " Kadın evlenir ve zifaf da gerçekleşirse, hidane hakkı bir daha dönmez, isterse daha sonra boşanmış olsun." demiştir. Tabilerinden bir kısmı İmam'ın bu sözünün hadisteki "evlenmediğin sürece " ifadesinin "tevkit" yani süre belirlemek için olduğu esasına binaen söylenmiş olduğunu belirtmişlerdir. Yani bu sözün anlamı "Hidane hakkın evleneceğin zamana kadar geçerlidir." demektir. Evlendiği zaman hidane hakkı vakti biter, dolayısıyla vakti bittikten sonra da bir daha dönmez. Nitekim çocuğun buluğa ermesi ve böylece bakıma ihtiyacı kalmaması sebebiyle de hidane vakti dolmakta ve hak sona ermektedir. İmam Malik'in tabilerinden Muğire ve İbn Ebi Hazim ise diğer çoğunluk fukahanm görüşleri doğrultusunda "Kocası kendisinden ayrıldığı zaman hidane hakkı geri döner." demişlerdir. Çünkü, kadının hidane hakkını gerektiren şey çocuğa olan özel yakınlığıdır. Bu yakınlıkla, nikah engeli tearuz halindedir. Zira nikah çocuğun ihmale uğramasını, kadını çocuk ve onun çıkarlarıyla uğraşmak yerine, yabancı olan kocanın hukuku ile meşgul olmasını, çocuğun akrabası olmayan bir kimsenin nimetleri içerisinde büyütülüp terbiye edilmesini gerektirecek ve bu durum çocuğun akrabaları üzerinde bir minnet ve zillet hissi doğuracaktır. İşte böylesi bir nikah ölüm veya talak (ayrılık) yolu ile son bulduğunda "mani" zail olacak ve hidane hakkını gerektiren şey ise devam edecektir, dolayısıyla da eseri üzerine terettüp edecektir. Bu durum küfür, kölelik, fasıklık, göçebelik [bedv) gibi sebeblerle hidane hakkı ortadan kalkan herkes için sözkonusudur. Mani ortadan kalktığı zaman hidane hakları geri döner. Nikah ve ayrılık durumu da aynı şekildedir.

 

Hidane hakkının sadece ric'i talakla veya iddetin bitmesine bağlı olması şeklindeki İhtilaf, ric'i talakla boşanan kadının tüm hükümlerde zevce kabul edilmesinden kaynaklanmaktadır. Zira koca ile aralarında birbirlerine varis olmaları sözkonusudur. Koca ric'i talakla boşadığı karısına zıhar ve ilada bulunabilmektedir; üzerine onun kızkardeşini, veya hala ya da teyzesini alması, yine kendisinden başka ayrıca dört kadınla evli olması haram olmaktadır. Bütün bunlar ric'i talakla boşanmış kadının hala zevce olduğunu göstermektedir. İşin bu tarafını göz önünde bulunduran kimselere göre, hidane hakkı iddet bitip tamamen ayn düşmedikçe, sadece ric'i talakla boşanmış olmakla geri dönmez.

 

Sadece boşanmış olmakla hidane hakkının döneceği görüşünde olanlar ise şöyle demektedirler: "Koca, boşamakla kadını yatağından ayırmıştır, artık kadın lehine koca üzerinde yanında geceleme [kasm) hakkı ve kocaya ayıracağı bir meşguliyeti kalmamıştır. Hidane hakkının düşmesini gerektiren illet, talak ile ortadan kalkmıştır.

 

Bu görüş eş-Şeyh'in (İbn Kudame) el-Muğni'de tercih etmiş olduğu görüş olmaktadır. Hıraki'nin sözünün zahiri de böyledir. Çünkü o, "Anne evlendiği zaman, çocuk kendisinden alınır ve sonra boşanırsa, hidane hakkına tekrar geri döner." demektedir.

 

"Evlenmediğin sürece" ifedesi hakkında yine ihtilaf edilmiş ve bundan maksadın sadece akit mi, yoksa zifafla birlikte akit mi olduğu tartışılmıştır. Bu konuda da iki vecih bulunmaktadır. Birincisi: Sadece akitle hidane hakkı düşer şeklindedir. Bu İmam Şafii ve İmam Ebu Hanife'nin görüşleridir. Çünkü akitle koca kadından istifade hakkına, kadının çocuk bakımı menfaatine sahip olur. İkincisine göre; zifaf gerçekleşmedikçe hidane hakkı düşmez. Bu da İmam Malik'in görüşüdür. Zira kadının çocuk bakımına fırsat bulamaması ancak zifafla gerçekleşir. Hadis her ikisine de muhtemeldir. Uygun olanı, hidane hakkının nikah akdiyle birlikte düşmüş olmasıdır. Çünkü nikahla birlikte kadın, kendisini zifafa hazırlamak ve çocukla ilgilenememek gerekli hazırlıklar yapmak gibi bir durum içerisindedir. Bu çoğunluk ulemanın görüşleri olmaktadır.

 

 

5- Hidane Hakkının Evlilik Sebebiyle Düşeceği Hakkındaki İhtilaflar:

 

Nikahla hidane hakkının düşmesi konusunda dört görüş bulunmaktadır:

 

Birincisi: Bu hak mutlak olarak düşer; çocuğun erkek veya kız olması arasında bir fark yoktur. Bu görüş İmam Şafii, Malik, Ebu Hanife ve meşhur alan rivayette İmam Ahmed'e aittir. İbnu'l-Münzir: "Kendisinden ilim aldığım herkes bu konu üzerinde icma etmişlerdir. Kadı Şüreyh de böyle hükümde bulunmuştur." demiştir.

 

İkinci görüş: Hidane hakkı evlilikle hiçbir şekilde düşmez. Hidane konusunda, kocası olmayan kadınlarla kocaları bulunan kadınlar arasında fark yoktur. Bu görüş Hasan el-Basri'den nakledilmiştir Bu aynı zamanda Ebu Muhammed b. Hazm'ın da görüşü olmaktadır.

 

Üçüncü görüş: Eğer çocuk kız ise hidane hakkı annesinin evlenmesiyle düşmez. Eğer erkek ise düşer. Bu görüş iki rivayetten birisinde İmam Ahmed'e aittir. Mühenna b. Yahya eş-Şami rivayetinde, bunu beyan etmiş ve şöyle demiştir: Anne evlenir ve oğlu da küçük olursa kendisinden alınır. Kendisine: "Kız çocuğu da erkek çocuğu gibi midir?" diye soruldu. O: "Hayır! Kız çocuğu yedi yaşına kadar annesiyle beraber kalır." dedi. Bu rivayete göre, kız çocuğu annesinin yanında yedi yaşma kadar mı, yoksa ergenlik çağına (buluğ) kadar mı kalır? Yine iki rivayet sözkonusudur: İbn Ebi Musa: "Ahmed'den 'Anne evlenmiş olsa bile, buluğ çağına gelinceye kadar, kız çocuğu üzerinde. hidane hakkına öncelikli olarak sahiptir.' rivayeti vardır." demiştir.

 

Kadın çocuğun sülalesinden birisiyle evlenirse, hidane hakkı düşmez. Sonra bu görüş sahipleri de üçe ayrılmışlardır: 1) İmam Ahmed'in tabilerinin sözlerinin zahiri olduğu üzere, aranan şart, sadece kocanın çocuğun sülalesinden olmasıdır. 2) Kocanın aynı zamanda, çocuğa nikah düşmeyecek şekilde yakın olması da şarttır. Bu da Hanefilerin görüşü olmaktadır. 3) Çocuk ile koca arasında aynı zamanda çocuğun dedesi olmak suretiyle bir doğum ilişkisi de bulunmalıdır. Bu da İmam Malik ve İmam Ahmed'in bazı tabilerinin görüşüdür. Bu konuda mezheblerin görüşleri bunlardan ibarettir.

 

Hidane hakkını mutlak surette düşürenlerin delilleri üç tanedir: 1) Daha önce geçen Amr b. Şuayb hadisidir. 2) Bu konudaki sahabenin ittifakıdır. Daha önce Hz. Ebu Bekir'in Hz. Ömer'e "O evlenmediği sürece çocuğa senden daha çok hak sahibidir" dediği ve Hz. Ömer'in buna muvafakat ettiği ve onlara ashaptan hiçbir kimsenin muhalefet etmediği geçmişti. Kadı Şüreyh de bu doğrultuda hükmetmişti. Ondan sonra gelen kadılar da zamanımıza kadar çeşitli asır ve farklı mekanlarda hep aynı hükümde bulunmuşlardır.

 

Üçüncüsü Abdürrezzak'ın, İbn Cüreyc - Ebu'z-Zübeyr - Medine'li salih bir adam - Ebu Seleme b. Abdirrahman senediyle zikrettiği şu hadistir: Ensar'dan bir kadın, yine Ensar'dan bir adamın nikahı altında idi. Kocası Uhud gününde şehid düştü. Kocasından bir çocuğu vardı. Kadının çocuğunun amcası ile başka bir adam, onu babasından istediler. Babası da onu diğer adama nikahladı. Kadın Hz. Peygambere geldi ve: "Ya Rasulallah! Babam beni istemediğim bir adama nikahladı, ve çocuğumun amcasını terketti, bu durumda çocuğum benden alınır." dedi. Hz. Peygamber kadının babasını çağırttı ve ona: "Falanı falancaya nikahladın öyle mi?" diye sordu. O da: "Evet!" dedi. Hz. Peygamber ona: "Senin nikahlama hakkın yok! (Sonra da kadına) Sen git ve çocuğunun amcasıyla evlen!" buyurdu. Bu olayda Hz. Peygamber, evlenmesi durumunda çocuğun annesinden alınacağını münker bulmamış, aksine hidane hakkının kadında kalabilmesi amacıyla, onu çocuğun amcasıyla evlendirmtştir. Dolayısıyla bu hadiste, evlilikle hidane hakkının düşeceğine, çocuğun yakınlarından birisiyle evlendiği takdirde ise hidane hakkının düşmeyeceğine delalet vardır.

 

Ebu Muhammed İbn Hazm, bu istidlale iki açıdan itiraz etmiştir: Birincisi: Amr b. Şuayb hadisi (semaa dayanmaz) elindeki bir sahifedendir. İkincisi: Bu Ebu Seleme hadisi mürseldir ve senedinde bir meçhul ravi vardır.

 

Bu her iki itiraz da zayıftır. Daha önce imamların Amr'ın hadislerini sahih bulduklarım ve onunla ihticacda bulunduklarını açıklamıştık. Bir adamın hadisiyle amel konusunda İbn Hazm'ın sözü ile, Buhari, Ahmed, ibn el-Medini, Humeydi, İshak b. Rahuyeh ve emsallerinin sözleri karşılaşırsa, elbetteki bunların sözleri bırakılarak başkalarına gidilmez.

 

Ebu Seleme hadisine gelince; Ebu Seleme, tabiin neslinin büyüklerindendir. Olayı Ensarlı bir kadından anlatmaktadır. O kadım görmüş olması inkar edilemez. Dolayısıyla da hadisin mürsellik iddiası tahakkuk etmiş değildir. Tahakkuk etse bile, o iyi bir mürseldir; merfu ve mevkuf başka şahidleri vardır, itimad sadece ona değildir. Meçhul ravlden, Ebu'z-Zübeyr'in iyi haline (salihliğlne) tanıklık ettiği kimse kastedilmektedir. Kuşkusuz bu tanıklık onun kimliğini belirlemez; ancak kendisinden rivayet eden adil ravi tarafından tezkiye edilen mechul ravinin adaleti sabit olur, daha sahih olan kavle göre isterse bu iş adil tek ravi tarafından yapılsın. Zira tadıl (tezkiye), -özellikle de hadis rivayeti hakkında- şehadet kabilinden olmayıp, "ihbar" ve "hüküm" türündendir. Dolayısıyla bir kişiyle iktifa edilir ve rivayet nisabı üzerine ziyadeye gidilmez. Kaldı ki, iki görüşten birisine göre adil bir ravinin bir başkasından sadece rivayette bulunması, onu açıkça tezkiye etmese bile, onu ta'dil etmiş sayılmaktadır. Nitekim İmam Ahmed'den gelen iki rivayetten birisinde durum böyledir. Ama ondan rivayette bulunur ve ayrıca onun adil bir ravi olduğunu da tasrih ederse, özellikle de zayıf ve töhmete maruz kalmış ravilerden rivayet ettiği bilinmiyorsa, bu takdirde rivayetini redde medar olacak cehalet durumundan çıkmış olur. Ebu'z-Zübeyr'de her ne kadar tedlis varsa da, o zayıf ve ithama maruz kalmış ravilerden tedlis yapan birisi olarak bilinmemektedir. Aksine onun tedlisi, selefin yapmış olduğu tedlis cinsindendir; onlar ne bir ithama maruz kalmış raviden, ne de cerhe uğramış birisinden asla tedliste bulunmazlardı. Bu türden olan tedlisler sadece son dönemlerde çoğalmıştır.

 

Ebu Muhammed kendi görüşünü, Buhari'nin Abdülaziz b. Suheyb'in Enes'ten rivayet ettiği şu hadisle demlendirmeye çalışmıştır: Enes anlatır: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye gelmişti. Hizmetçisi yoktu. Ebu Talha elimden tuttu ve beni Rasulullah'a (s.a.} götürdü ve: "Ya Rasulallah! Enes akıllı bir çocuktur. O sizin hizmetinizde bulunsun." dedi. Enes: "Ben O'na hem seferde hem de evde hizmet ettim." der.

 

Olayı zikreden Ebu Muhammed şöyle diyor: "İşte Enes, annesinin bakımı altında bulunmaktadır ve annesinin kocası bulunmaktadır ki, o Ebu Talha'dır ve bunu Hz. Peygamber bilmektedir."

 

Bu delillendirme son derece tutarsızdır. Hadis ise gayet sahihtir. Tutarsızdır, çünkü, Enes'in akrabalarından hiçbir kimse Hz. Peygamber'e gelerek onun hakkında annesiyle bir çekişmede bulunmamıştır; o dişleri henüz bitmemiş, yalnız başına yiyip içemeyecek, sağını solunu ayıramayacak bir çocuk değildir. Bu halde iken annesi evlenmiş ve buna rağmen onu Hz. Peygamber annesi lehine hükmetmiş değildir. Eğer bu dediklerimiz olsaydı, işte o zaman bu hadisi kendisine delil olarak kullanması doğru ve tam olurdu. Hz. Peygamber Medine'ye geldiğinde Enes on yaşında idi ve annesinin yanında bulunuyordu. Ebu Talha ile evlendiğinde, akrabalardmdan hiçbir kimse gelip de Enes hakkında onunla çekişmeye girmemiş ve ona: "Sen evlendin, artık senin hidane hakkın yoktur, ben onu senden almak istiyorum." dememişti. Hiç şüphe yoktur ki, evli bir kadının, kocası ve çocuğun akrabalarının razı olmaları durumunda onun bakımını üstlenmesi haram değildir. Yine şüphesiz, annenin, hidane hakkı sahiplerinin münazaaya girmeyeceği bir kimseyle evlenmesi ve çocuğu ondan talepte bulunmamaları durumunda, çocuğu annesinden ayırmak vacip, hatta caiz bile değildir. Bu itibarla bu hadisle ihticacta bulunmak son derece uzak ve yersizdir.

 

Bunun bir benzeri de, Ümmü Seleme validemizin Hz. Peygamber Efendimizle evlendiğinde, çocuğuna olan kefaletini düşürmediğini, aksine hidane hakkının devam ettiğini delil olarak kullanmalarıdır. Allah Allah! Ümmü Seleme ile çocuğu hakkında kim münazaada bulunmuş ve çocuğun Hz. Peygamberin himayesinde olmasına kim karşı çıkmış?

 

Şaşmamak elde değiilir!

 

Yine bu görüş lehine olmak üzere Hz. Peygamber'in Hz. Hamza'nın kızının, Cafer ile evli olan teyzesine verilmesine hükmetmesiyle de istidlalde bulunulmak istenilmiştir. Hz. Hamza'nın kızıyla ilgili hüküm, alimlerce farklı değerlendirilmiş ve şu üç konuda delil olarak kullanılmıştır: Birincisi: Nikah hidane hakkını düşürmez. İkincisi: Bakımı sözkonusu olan çocuk kız olursa, annesinin evlenmiş olması hidane hakkını düşürmez, eğer çocuk erkek ise düşürür. Üçüncüsü: Koca eğer çocuğun akrabası ise, annenin hidane hakkı düşmez, aksi takdirde düşer. Bu İtibarla Hz. Hamza'nın kızıyla ilgili olayın, mutlak surette evliliğin hidane hakkını düşürmeyeceğine dair delil olarak kullanılabilmesi için diğer iki ihtimalin bertaraf edilmesi gerekmektedir.

 

 

6- Çocuğa Bakacak Kimsede Aranacak Şartlar:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çocuğun annesine verileceğine hükmetmesi ve: "Evlenmediğin sürece sen ona daha çok hak sahibisin." buyurması, kayıtsız ve kafir, köle, fasık, yolcu olsa bile her anne için lehine hükmü gerektirecek genellikte değildir. Böyle bir genellemenin hadisten çıkarılması doğru olmadığı gibi, böyle bir hükmün olmayacağı da çıkarılamaz. Hidane konusunda müslümanlık, hürriyet, diyanet ve mukim olma gibi şartların arandığına dair ayn, müstakil bir delilin bulunması durumunda bu, ne hadisin bir tahsisi ne de onun zahirine muhalefet sayılmaz.

 

Çocuğun bakımını üstlenecek kimsede şu şartlar aranır:

 

1 - Çocukla aynı dinden olmaları. Bir kafirin iki açıdan dolayıl müslüman üzerinde hidane hakkı yoktur:

 

a) Çocuğun bakımını üstlenen kimse, onu kendi dini üzere terbiye etme ve yetiştirme üzerine hırslı olur. Büyüdükten sonra çocuğun artık o dinden bir başkasına intikali zordur. Dolayısıyla o kimse çocuğu, Allah'ın kullarını üzerinde yarattığı fıtrat halinden değiştirebilir ve o çocuk bir daha asla fıtri haline yeniden dönemez. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda "Her doğan fıtrat üzere (yani tabii din olan İslam'ı kabule meyilli olarak) doğar da ebeveyni onu ya yahudi ya hıristiyan, ya da mecusi yapar." buyurmuştur. Dolayısıyla çocuğun bakımını üstlenecek kimsenin müslüman olmaması durumunda onu yahudi veya hırlstiyan yapmasından emin olunamaz.

 

Burada, "Hadis, sadece ebeveyn hakkında varid olmuştur." şeklinde bir itiraz akla gelebilir.

 

Cevaben şöyle deriz: Hadis, galibe itibarla söylenilmiş olup hasr manası ifade etmez. Zira galib ve mutad olan, çocuğun ebeveyni yanında yetişmesidir. Ebeveynden birisi veya her ikisi kaybedildiği zaman, çocuğun velisi ebeveynin yerini alır.

 

b) Yüce Allah, müslümanlarla kafirler arasında velayete (muvalata) son vermiş ve müslümanlan birbirlerinin velileri, kafirleri de yine kendi aralarında birbirlerinin velileri kabul etmiştir. Hidane ise, Yüce Allah'ın bu iki grup arasında kesip atmış olduğu velayet türünün en güçlü olanlarından birisidir.

 

Re'y alimleri, İbnu'l-Kasım ve Ebu Sevr: "Anne kafir, çocuk müslüman olsa bile, hidane hakkı sabit olur." demişlerdir. Bunlar delil olarak Nesai'nin Sünen'inde rivayet ettiği Rafi b. Sinan hadisini kullanmışlardır: Bu zat müslüman olmuş, karısı ise müslüman olmaktan imtina etmişti. Kadın Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelmiş ve: "Benim kızım! Daha yeni sütten kesildi, ya da öyle bir şey!" demiş; Rafi': "Benim kızım!" demiş ve her ikisi de çocuğu talepte bulunmuşlar. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rafi'e: "Bir köşeye otur!", kadına da: "Sen de bir köşeye otur!" buyurmuş ve her ikisine birden: "Çocuğu kendinize çağırın!" diye emretmişlerdi. İlk anda çocuk annesine doğru meyletmiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım! O çocuğa doğruyu göster!" diye dua etmiş ve çocuk hemen babasına meyletmiş, babası da çocuğu almıştır.

 

Bunlar akli delil olmak üzere de şöyle demişlerdir: "Hidane hakkı iki şeyden dolayıdır: Emzirmek ve çocuğun hizmetinde bulunmak. Bunların her ikisi de kafir olan annede mevcuttur."

 

Diğerleri ise şöyle demişlerdir: Bu hadis Abdülhamid b. Cafer b. Abdullah b. el-Hakem b. Rafi' b. Sinan el-Ensari el-Evsi'in rivayetindendir. Onu illet konusunda imam olan Yahya b. Said el Kattan zayıf bulmuştur. Süfyan es-Sevri de ona hücumda bulunurdu. İbnu'l-Münzir ve daha başkaları hadisi zayıf kabul etmişlerdir. Olayda birbirini tutmayan ifadeler (muzdariblik) vardır: Muhayyer bırakılanın kız çocuğu olduğu da rivayet edilmiş, erkek çocuğu olduğu da rivayet edilmiştir. eş-Şeyh (İbn Kudame) el-Muğni'de şöyle der: "Hadise gelince, bundan başka türlü de rivayet edilmiştir. Onu nakil erbabı sabit görmemektedirler. İsnadı hakkında tenkitler vardır. Bunun böyle olduğunu İbnu'l-Münzir haber vermiştir."

 

Sonra bu hadis, İslam şartını ileri sürenlerin görüşüne delil olarak kullanılabilir. Zira çocuk annesi tarafına meyledince, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), doğruyu ona göstermesi için Allah'a dua etmişti de çocuk babasına yönelmişti. Bu durum göstermektedir ki, çocuğun kafir ile birlikte olması, Yüce Allah'ın kulları için arzu buyurdukları hidayetin aksi bir durum olmaktadır. Eğer çocuğun annesiyle kalması kesinleşseydi, o zaman hadiste delil olabilirdi. Oysa ki, Yüce Allah böylesi bir neticeye, Peygamberinin duası neticesinde imkan vermemişti

 

Şaşılacak hususlardan birisi de onların "Fasıkın hidane hakkı yoktur." demeleridir. Küfürden daha büyük bir fısk olur mu? Çocuğun, fasıkın meşrebi üzerinde yetişmesi neticesinde beklenilen zararla, kafir yanında yetişmesi neticesinde sözkonusu olacak olan zarar hiç bir olur mu? Kaldı ki, doğru olan görüşe göre, hidane konusunda çocuğa bakmak durumunda olan kimsede adalet şartı asla aranmamaktadır. Her ne kadar bu şartı İmam Ahmed ve Şafii'nin tabileri ileri sürmüşlerse de bu isabetli değildir. Eğer çocuğun bakımını üstlenecek kimsede adalet şartı aranacak olursa, çocuklar zayi olur ve ümmet üzerine büyük bir meşakkat biner, sıkıntılar doğar, İslam'ın doğuşundan kıyamete dek fasıklara ait çocuklar olagelecek ve bunlar çoğunluğu teşkil etmekle birlikte, dünyada hiçbir kimse onlara el atmayacaktı! Bu olacak şey değildir. İslam'da, ebeveyni veya onlardan birisi fasıktır, gerekçesiyle çocuğun onlardan alındığı hiç görülmüş müdür? Zorluk, meşakkat ve sıkıntı doğurmada bu -kaldı ki çeşitli asır ve şehirlerde sürdürülen uygulama bunun aksinedir- nikah velayeti konusunda adalet şartını

 

ileri sürmek gibidir. Çünkü nikah olayı hemen her yerde, her asır ve şehirde, köylerde, kırlarda olan bir şeydir ve bu işi üstlenen velilerin büyük çoğunluğu da fasıktırlar. Fasıklık ta öteden beri olagelen bir şeydir. Ne Hz. Peygamberin ne de sahabeden herhangi birisinin, hiçbir fasıkı çocuğunu terbiye etmekten ve onun bakımını üstlenmekten menettikleri, velayeti altında bulunan kızlarını evlendirmekten alıkoydukları vaki değildir. Genelde görüyor ve müşahade ediyoruz ki, bir insan fasik da olsa, çocuğu hakkında ihtiyatlı davranmakta ve onu ihmal etmemekte, onun hayır ve salahı için çalışmakta, çaba göstermektedir. Her ne kadar bunun aksi de düşünülebilrse de, bu mutad olana nisbetle son derece az olmaktadır. Sari' Teala bu gibi hususlarda cibilli olan motife (duygu, güdü) itimatla yetinmekte, ek şartlar aramamaktadır. Eğer fasık kimse hidane hakkından, velayetinde bulunan kızlarını evlendirme yetkisinden mahrum olacak olsaydı, bunun beyan edilmiş olması ümmet için son derece önemli bir husus olur ve ümmet onun nakline itina gösterir, onunla amel edegelirlerdi. Eğer böyle bir durum olsaydı, nasıl olur da bunu bırakırlar ve tam aksiyle amel edegelirlerdi. Bunun tasavvuru caiz değildir. Eğer fasıklık çocuğun bakımını üstlenmeye mani bir durum olsaydı, o takdirde zina eden, içki içen veya başka bir büyük günah işleyen herkesin küçük çocuklarının kendisinden alınıp başka birisinin yanına verilmeleri gerekirdi. En iyi bilen Allah'tır.

 

2 - Evet, hidane konusunda "akıl" şarttır; mecnun ya da bunak birisinin, küçük çocuğun hidane hakkı bulunmamaktadır. Çünkü bunlar kendilerine bakacak, üzerlerine kefil olacak kimselere muhtaçtırlar; bu durumda nasıl başkalarına kefil olabilir, onların işlerini üstlenebilirler?

 

3 - Hürriyet şartına gelince, bu konuda kalbin kabule meyledeceği bir delil bulunmamaktadır. Buna rağmen üç imam bunu şart koşmuşlardır. İmam Malik, cariye bir kadından çocuğu olan hür bir kimse hakkında: "Anne, satılmadıkça o çocuğa daha çok hak sahibidir. Satılması durumunda ondan babaya intikal eder." demiştir ki, doğrusu da işte budur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hiç bir anne çocuğundan ayrılamaz." ve yine: "Kim bir anne ile çocuğu arasını ayırırsa, kıyamet gününde Allah onunla sevdikleri arasını ayırır." buyurmuştur. Onlar, satış akdinde cariye anne ile çocuğunun arasını ayırmanın caiz olmayacağını söylemişlerdir; bu durumda nasıl hidane konusunda anne ile çocuğu arasını ayırabilmektedirler? Hadisin umumu, anne ile çocuğunun aralarının ayrılmamasını, hem satış hem de hidanede mutlak olarak yasaklamaktadır. Onların, cariye annenin menfaaatlerinin efendisinin mülkü olması, ve devamlı onun hizmetinde bulunması sebebiyle çocuğun hizmetinde bulunamaz, şeklinde ileri sürdükleri mazeret kabul edilemez. Aksine hidane hakkı cariye olan anneye aittir ve bu hak çocuğun hizmete ihtiyaç duyduğu anlarda efendinin hakkına -satış akdinde olduğu gibi- takdim olunur. Cariye olan annenin nikahtan hali olması keyfiyeti ise, daha önce geçmişti.

 

Burada dikkat çekmemiz gereken bir husus vardır: Biz nikah sebebiyle hidane hakkını anneden düşürüp bir başkasına nakledeceğimiz durumda, eğer başka yakın bir akraba olmaz da sadece anne bulunursa, bu durumda annenin hidane hakkı düşmez. O, hakimin çocuğu kendisine teslim edeceği bir yabancıdan daha çok hak sahibidir. Çocuğun (evli de olsa) annesinin kucağında büyüyüp terbiye görmesi; tamamen yabancı olan, aralarında şefkat ve merhameti gerektiren bir yakınlığın bulunmadığı bir kimsenin evinde terbiye görüp yetişmesinden daha uygundur. Şeriatın, bir mefsedeti, kendisinden daha büyük bir mefsedet ile gidermesi muhaldir. Hz. Peygamber asla genel ve külli bir hükümde bulunmamış ve: "Evlenen her kadının hidane hakkı her hal ve durumda düşer." buyurmamışdır ki, bu durumda hidane hakkının anne için sabit olacağı şeklindeki bir hüküm nassa muhalif düşmüş olsun.

 

4 - Aynı ülkede olma şartına gelince; eğer ebeveynden birisinin yolculuğu bir ihtiyaçtan dolayı olur ve sonra dönerse, diğeri de mukim ise, mukim olan çocuk üzerinde daha çok hak sahibidir. Çünkü küçük çocukla yolculuk yapmak, özellikle de çocuğun emzikli olması durumunda, ona zarar verir ve onun ziyanına sebep olabilir. Fukaha hükmü bu şekilde mutlak olarak belirtmişler ve hac yolculuğunu diğer yolculuklardan istisna etmemişlerdir. Eğer ebeveynden birisi, diğerinin bulunduğu yerden başka bir yere ikamet etmek için göç edecekse, bakılır; yol ve gideceği yer veya bunlardan birisi emniyet telkin etmiyorsa, ebeveynden mukim olan çocuk üzerinde daha çok hak sahibidir. Eğer her ikisinde de güvenlik varsa, bu durumda iki görüş vardır. Bunların her ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir: Birincisi: Bu durumda hidane hakkı, çocuğun terbiye, tedib ve tahsilini yaptırabileceği için, babaya aittir. Bu aynı zamanda İmam Malik ve Şafii'nin de görüşleridir. Kadı Şüreyh de bu doğrultuda hükümde bulunmuştur. İkincisi: Anne daha çok hak sahibidir. Üçüncü bir görüş daha bulunmaktadır: Buna göre başka yere göçen, eğer baba ise, çocuk üzerinde anne daha çok hak sahibidir. Yok, göç eden anne ise ve asıl nikahın yapıldığı memlekete göç etmiş ise, yine o daha çok hak sahibidir. Ama bir başka memlekete göç etmişse, bu durumda baba daha çok hak sahibidir. Bu görüş de Ebu Hanife'ye aittir. Ebu Hanife'den bir başka rivayet daha nakledilmiştir: Eğer kadının göçü, bir beldeden köye ise baba daha çok hak sahibidir. Eğer kadın bir beldeden başka bir beldeye göç etmişse, öncelik hakkı kendisine aittir.

 

Bütün bunlar, görüldüğü üzere, kalbin kabule meyledeceği bir delilden yoksun görüşlerdir. Doğrusu, bu konuda çocuğun yararına ve onun çıkarlarına uygun olanı kollamak ve ihtiyatlı davranmak, ikamet ya da göçten hangisi çocuk için daha uygun ise, koruma ve muhafazaya hangisi daha elverişli ise onu tercih etmektir. Bunun dışında bizzat ikamet ya da yolculuk halinin bir tesiri yoktur. Tabii bütün bunlar, eşlerden birinin göçle birlikte diğerine bir zarar vermek ve çocuğu elinden almak gibi bir garazı olmamak durumuyla ilgilidir. Eğer böyle bir art niyeti varsa, o takdirde onun bu arzusuna icabette bulunulmaz.

 

"Evlenmediğin sürece sen daha çok hak sahibisin." sözü hakkında: "Burada hazif vardır ve sözün tamamı: 'Evlenip, kocan seninle zifafta bulunup da akabinde hakimin hidane hakkının düştüğüne hükmetmedikçe...' şeklindedir." denilmiştir. Bu uzak bir zorlamadır ve lafız buna müsait değildir, hiçbir şekilde böyle bir delaleti yoktur. Bu mananmı sıhhati üzerine "iktiza" yolu ile delalet de bulunmamaktadır.

 

"Zifaf şartı, şart koşanlara göre "evlenmedikçe'' lafzı içerisinde yer almaktadır. Nitekim şer'i tahlil ile ilgili ayette de nikah kelimesi "zifaf manasında kullanılmıştır. Zifaf şartım aramayanlara göre ise, hadisteki "nikah" (evlenmek) sözcüğünden maksat nikah akdi olmaktadır.

 

Hidane hakkının düşmesine dair hakimin hükümde bulunmasına gelince, buna ancak tarafların çocuk hakkında nizaa düşmeleri ve husumetin ortaya çıkması durumunda ihtiyaç duyulur. Bu durumda hakimin hükmü, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmünün infazı olmuş olur. Yoksa Hz. Peygamber hidahe hakkının düşmesini, hakimin hükmüne bağlamış değildir. Aksine bizzat kendi hidane hakkının evlilikle düşmesine hüküm buyurmuştur. Daha sonraki hakimlerin bu doğrultuda hüküm vermiş ya da vermemiş olmaları durumu değiştirmez. Bunun delili. Hz. Peygamber'in, evlenmediği sürece çocuk üzerinde annenin daha çok hak sahibi olduğuna, evlendiği zaman ise bu hakkın ortadan kalkarak başkasına intikal edeceğine dair olan bu hükümleridir. Hidane hakkı sahibi çocuğu talepte bulunduğu zaman, karşısındaki kişinin onu kendisine vermesi gerekmektedir. Eğer bundan kaçınır ve çocuğu hak sahibine teslime yanaşmazsa, o zaman hakim onu icbar eder. Eğer hak sahibi hakkını düşürür veya talepte bulunmazsa, durum eskiden olduğu hal üzere kalır. Bu genel bir kaidedir ve diğer hadislerden çıkarılmıştır.

 

Hidane konusunda ebeveyn arasında çocuğun bir seçimde bulunamayacağı görüşünde olanlar bu hadisin zahirini delü olarak kullanmışlardır. İstidlal şekli şöyledir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Sen çocuk hakkında daha çok hak sahibisin!" buyurmuştur. Eğer çocuk muhayyer bırakılacak olsaydı, bu takdirde anne, çocuk kendisini tercihte bulunmadıkça daha çok hak sahibi olamazdı. Nitekim baba da aynı şekilde çocuk kendisini tercihte bulunmadıkça öncelikli olarak hak sahibi olamazdı. "Çocuk seni tercih ettiği takdirde sen daha çok hak sahibisin." şeklinde bir takdir yapılacaksa, aynı takdir baba için de yapılabilir. Oysa ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) anneyi, niza durumunda kayıtsız olarak üstün hak sahibi kabul etmiştir. Bu, İmam Ebu Hanife ve Malik'in görüşleridir.. Biz bu meseleyi ve onunla ilgili fukahanın görüşlerini, kullandıkları delillerini zikrediyor ve içlerinden Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmüne uygun olanı tercihte bulunuyoruz.

 

1- Ebu Bekir Sıddik'ın (r.a.) görüşü: Abdürrezzak, ibn Cüreyc - Ata el-Horasani - İbn Abbas kanalıyla nakleder: Hz. Ömer karısını boşamıştı. (Daha sonra önceden geçen haberi nakleder.) Hz. Ebu Bekir kendisine: "Çocuk için annesinin kokusu ve yatağı, büyüyüp temyiz çağına gelip kendi başına bir tercihte bulununcaya kadar, senden daha hayırlıdır." demiş ve çocuğun, büyüyüp de temyiz çağına ulaşıp kendi tercihini yapıncaya kadar annesine verilmesine hükmetmiştir. ,

 

2 - Hz. Ömer'in görüşü: İmam Şafii, İbn Uyeyne - Yezid b. Yezid b, Cabir - İsmail b. Ubeydullah b. Ebi'l-Muhacir - Abdurrahman b. Ganm senediyle, "Hz. Ömer'in (r.a.) bir çocuğu annesiyle babası arasında muhayyer kıldığını" rivayet etmiştir.

 

Abdürrezzak, İbn Cüreyc - Abdullah b. Ubeyd b. Umeyr senediyle, "Hz. Ömer'in bir çocuğu annesiyle babası arasında muhayyer bıraktığını, çocuğun annesini tercih ettiğini ve kadının çocuğunu alarak götürdüğünü" nakletmiştir.

 

Yine Abdürrezzak, Ma'mer - Eyyub - İsmail b. Ubeydullah - Abdurrahman b. Ganm senediyle rivayette bulunmuştur: Hz. Ömer'in huzurunda bir çocuk hakkında dava sözkonusu olmuş, o da "Çocuk büyüyüp kendi tercihini söyleyinceye kadar, annesiyle beraberdir." diye hükümde bulunmuştur.

 

Said b. Mansur, Hüşeym - Haiid - Velid b. Müslim tarikiyle nakleder: Bir yetim çocuk hakkında Hz. Ömer'e muhakeme olmak üzere baş vurmuşlardır. Hz. Ömer çocuğu muhayyer bırakmış ve çocuk annesini amcasına tercih etmiştir. Hz. Ömer: "Annenin sana olan şefkati, amcanın bolluğundan senin için daha hayırlıdır." buyurmuştur.

 

3 - Hz. Ali'nin görüşü: İmam Şafii (r.a.), İbn Uyevne - Yunus b. Abdullah el-Cermi - Umare el-Cermi senediyle nakleder: Ravi Umare şöyle anlatır: "Hz. Ali, beni annemle, amcam arasında muhayyer bıraktı. Sonra benden daha küçük olan kardeşim için de: "Eğer şu da bunun kadar büyük olsaydı, onu da muhayyer bırakırdım." dedi."

 

Yine İmam Şafii, İbrahim - Yunus - Umare - Hz. Ali kanalıyla benzeri bir rivayette bulunmuş ve bu rivayette Umare: "O zaman yedi veya sekiz yaşında idim." demiştir.

 

Yahya el-Kattan, Yunus b. Abdillah el-Cermi - Umare b. Ruveybe senediyle nakleder: Umare şöyle der: "Benim hakkımda annemle amcam Hz. Ali'nin huzurunda mahkemelik oldular. Hz. Ali beni üç defa muhayyer kıldı ve ben her defasında da annemi seçiyordum. Küçük bir kardeşim daha vardı. Hz. Ali: "Şu da bunun kadar olsaydı o da muhayyer bırakılırdı." dedi.

 

4- Ebu Hureyre'nin görüşü: Ebu Hayseme Züheyr b. Harb, Süfyan b. Uyeyne - Ziyad b. Sa'd - Hilal b. Ebi Meymune kanalıyla nakleder. Hilal şöyle anlatır: Ebu Hureyre'nin bir çocuğu babasıyla annesi arasında muhayyer kıldığına ve akabinde: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir çocuğu babasıyla annesi arasında muhayyer kılmıştır." dediğine şahit oldum.

 

Bunlar sahabelerle ilgili tesbit edebildiklerimizdir. Şimdi ise imamların görüşlerine geçmek İstiyoruz:

 

 

7- Hidane Konusunda İmamların Görüşleri:

 

Harb b. İsmail şöyle der: İshak b. Rahuyeh'e "Annenin boşanması durumunda, kız ve erkek çocuğu, ne zamana kadar annesi yanında kalır?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: "(Erkek çocuğunun) yedi yaşma kadar annesinin yanında kalması, bana daha sevimli gelmektedir. Daha sonra ise muhayyer kılınır." Ben ona: "Muhayyer kılma fikrini kabul ediyor musun?" dedim. O: "Hem de nasıl!" dedi. Ben: "Yedi yaşından daha küçük olan muhayyer kılınmaz, (öyle mi?)" diye sordum. O: "Bazıları beş yaşma kadar demişlerdir. Ben ise yedi yaşma kadar olmasını daha uygun buluyorum." dedi.

 

İmam Ahmed'in mezhebine gelince tafsilat vardır: Çocuk ya erkektir ya da kızdır. Eğer erkek ise; ya yedi yaşındadır veya daha küçüktür. Eğer yedi yaşından daha küçükse, anne daha öncelikli hak sahibidir ve çocuk muhayyer kılınmaz. Eğer yedi yaşında varsa, bu takdirde üç rivayet bulunmaktadır:

 

Birincisi: -Mezhebinde sahih ve meşhur olan budur- Çocuk muhayyer kılınır. İmamın tabilerinin tercihi de bu olmaktadır. Eğer çocuk ikisinden birisini tercihte bulunmazsa, aralarında kur'a çekilir ve çocuk, kur'a kime çıkmışsa ona verilir. Eğer birisini tercih eder, sonra dönerek öbürünü tercihte bulunursa, bu kez çocuk ikinciye verilir ve bu böyle devam eder.

 

İkincisi: Muhayyer kılmmaksızın, çocuk üzerinde baba daha çok hak sahibi olur.

 

Üçüncüsü: Yedi yaşından öncede olduğu gibi, anne daha çok hak sahibidir.

 

Eğer çocuk kız ise ve yedi yaşından da küçük bulunuyorsa, muhayyer kılmmaksızm çocuk anneye teslim edilir. Eğer yedi yaşma ulaşmışsa, mezhebindeki meşhur görüşe göre, dokuz yaşına kadar anne yine daha çok hak sahibidir. Dokuz yaşma ulaştığında ise, muhayyer kılınmaksızın baba daha çok hak sahibi olur.

 

İmam Ahmed'den dördüncü bir rivayette, kız çocuğu buluğ çağına ulaşıncaya kadar, onun üzerinde anne evlenmiş olsa bi]e, daha çok hak sahibidir.

 

Yine ondan beşinci bir rivayette ise, yedi yaşından sonra, erkek çocukta olduğu gibi muhayyer bırakılır ki, İmam bunu beyan etmiştir ve tabilerinden çoğu bunu İmam'ın mezhebinde bir "vecih" olarak zikretmişlerdir. Özetle İmam Ahmed'in mezhebindeki durum bundan ibarettir.

 

İmam Şafii ise şöyle der: "Çocuk erkek olsun kız olsun, yedi yaşına ulaşıncaya kadar anne daha çok hak sahibidir. Eğer yedi yaşına ulaşırlar ve yaşıtlarının aklı gibi akılları yerinde olursa, her biri anne ve babadan birisini seçme konusunda muhayyer bırakılırlar ve hangisini tercihte bulunurlarsa onun gözetimine verilirler."

 

İmam Malik ve Ebu Hanife: "Kız çocuğu hiçbir şekilde muhayyer bırakılmaz" demişlerdir. Sonra bunlar ihtilaf etmişler ve Ebu Hanife şöyle demiştir: "Anne: kız çocuğu buluğ çağına ulaşıncaya kadar, erkek çocuğu da yalnız başına yeyip içip, giyinebileceği bir zamana kadar babadan daha çok hak sahibidir. Bu zamandan sonra ise, her ikisi de babanın yanında kalırlar. Ebeveynden olmayan başka birisi karşısında ise, (anne) kız ya da erkek çocuğu kendi başlarına yeterli oluncaya kadar daha çok hak sahibidir ve buluğa itibar edilmez." İmam Malik ise şöyle demiştir: "Çocuk kız olsun erkek olsun, dişi çıkıncaya kadar annesi onun üzerinde daha çok hak sahibidir." Bu İbn Vehb'in rivayeti olmaktadır. İbnu'l-Kasım'ın rivayeti ise: "Buluğ çağına kadardır ve çocuk herhangi bir şekilde muhayyer bırakılmaz." şeklindedir.

 

Leys b. Sa'd şöyle der: "Anne, oğlan çocuğu sekiz yaşına, kız çocuğu da buluğ çağına ulaşıncaya kadar, onlar üzerinde daha çok hak sahibidir. Bundan sonra ise, onlar üzerinde baba daha çok hak sahibi olmaktadır."

 

Hasan b. Hayy ise şöyle demiştir: "Anne, kız çocuğunun memeleri belirinceye, oğlan çocuğu da ihtilam devresine yaklaşıncaya kadar, onlar üzerinde babadan daha çok hak sahibidir. Bu devreden sonra ise, her ikisi de anne ve baba arasında muhayyer bırakılırlar. Kız ve erkek olması aynıdır."

 

Muhayyer kılmayı sadece erkek çocuğu için sözkonusu edip, kız çocuğu hakkında etmeyen kimseler şöyle demektedirler: "Ebu Hufeyre hadisinde, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) muhayyer kılma durumu erkek çocuğu hakkında sabit olmuştur. Bu durum, raşid halifelerden ve Ebu Hureyre'den de sabit olmuştur ve bu hususta ashaptan onlara karşı bir muhalifin bulunduğu asla bilinmemektedir. Hiçbir kimse bu hususa tepki göstermemiştir. Sonra bu hüküm son derece adil olmaktadır. Çünkü anne, sadece çocuğun küçüklük devresinde kadınlardan başkasının kolayca yapamayacağı terbiye, kucakta tutma ,. emzirme ve şefkatle davranmaya olan ihtiyacı göz önünde tutularak baba üzerine takdim edilmiştir. Yoksa annenin ebeveynden biri elması hasebiyle babaya takdimi gerektirecek bir üstünlüğü yoktur. Çocuk kendi tercihini belirtebilecek bir yaşa ve ancak kadınların yapabilecekleri hizmetlerden müstağni hale geldiği zaman, anne ve baba da eşit hale gelirler ve annenin takdimini gerektiren sebep ortadan kalkmış olur. Bu durumda anne ve baba, çocuk üzerinde eşit haklara sahip olmuş olurlar. Dolayısıyla, tercihi gerektirecek bir durum olmadıkça biri diğeri üzerine takdim edilemez. Tercihi gerektirecek husus da ya harici olur ki, bu kur'a yoludur, veyahut da çocuk tarafından olur, bu da çocuğun tercihte bulunmasıdır. Sünnet her ikisi hakkında da varid olmuştur. Ebu Hureyre hadisi, her ikisini de birleştirmektedir. Biz de her ikisine birden itibar etmiş bulunuyoruz. Birini almış da diğerini bırakmış değiliz. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) takdim ettiğini biz de takdim, onun tehir ettiğini biz de tehir etmiş bulunuyoruz. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "muhayyer kılmayı" takdim etmiştir; çünkü, kur'aya ancak hakların her yönden eşit olmaları durumunda ve hiçbir tercihi gerektirecek unsurun bulunmadığı zamanda gidilmektedir. Biz de burada aynı şekilde yapıyoruz: Ebeveynden birisini çocuğun tercihine dayanarak takdim ediyoruz. Eğer çocuk tercihte bulunmazsa veya her ikisini de birden tercihte bulunursa, o zaman da kur'aya başvuruyoruz. Eğer bu aynı zamanda sünnete uygun bir hüküm olmasaydı, karşılıklı nza ile, tarafların anlaşmazlığını kesip atacak, en güzel ve en adaletli bir hüküm olurdu."

 

Bu konuda İmam Ahmed ile İmam Şafii'nin mezheblerinde bir başka vecih vardır ki, buna göre, erkek çocuğu ebeveynden herhangi birisini tercihte bulunmasza, kur'asız olarak annenin yanında kalır. Çünkü hidane hakkı o ana kadar annenin idi. Biz bu hakkı ondan, ancak çocuğun tercihiyle babaya nakilde bulunabiliriz. Çocuk tercihte bulunmadığı zaman ise, eskiden olduğu hal üzere kalır.

 

Soru: Siz muhayyer kılmayı "kur'a" üzerine takdim ettiniz. Hadiste ise önce kur'anın takdimi sonra da muhayyer kılma sözkonusudur. Uygun olan da budur. Çünkü, kur'a, hak sahiplerinin eşit olmaları durumunda birisinin takdimi için kendisine baş vurulan şer'i bir yoldur. Burada anne ile baba eşit durumdadırlar, dolayısıyla prensip olarak ikisinden birisinin kur'a ile takdimine gitmek gerekir. Eğer kur'aya gitmezlerse, o takdirde çocuğun tercihine başvurmaktan başka bir çare yoktur ve bu tercihle ikisinden birisi diğeri üzerine takdim olunur. Hal böyle iken, İmam Ahmed ve Şafii'nin tabileri niçin çocuğun muhayyer kılınmasını kur'a üzerine takdim etmektedirler?

 

Cevap: Kur'a üzerine çocuğun muhayyer kılınması, hadisin lafızlarının onun üzerinde ittifak etmeleri ve raşid halifelerin amellerinin o doğrultuda olması sebebiyledir. Kur'aya gelince, onu bazı raviler hadiste zikretmiş, bazıları ise zikretmemişlerdir. Kur'a, sadece Ebu Hureyre hadisinin bazı tariklerinde sabit olmuştur; bu yüzden de muhayyer kılma (tahyir), kur'a üzerine takdim olunmuştur. Eğer muhayyer kılma yolu ile meseleyi halletme imkanı bulunamazsa, başka alternatifler de yoksa, bu durumda kur'aya baş vurmaktan başka yol kalmaz.

 

Hem erkek hem de kız çocuğunu muhayyer kılanlar şöyle demektedirler: Nesai, Süneninde, İmam Ahmed. Müsnecfinde Rafi' b. Sinan hadisinde şöyle nakilde bulunmaktadırlar: Rafi' ile anne (ayrıldığı karısı), çocukları üzerinde anlaşmazlığa düşerler. Hz. Peygamber (s.a.} Rafi'i bir köşeye, kadını da başka bir köşeye oturtur. Aralarına da kız çocuğunu koyar ve onlara: "Çocuğu kendinize doğru çağırın!" diye emir buyurur. Çocuk annesine doğru meyleder. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allahım! Onu doğruya hidayet eyle!" diye dua eder de çocuk hemen babasına döner ve baba çocuğu alır. Bunlar şöyle demektedirler: Eğer bu hadis varid olmasaydı, Ebu Hureyre hadisiyle, daha önce geçen haberler (asar) kız çocuğunun da muhayyer kılınacağı konusunda delil olabilirdi. Çünkü çocuğun erkek olmasının hükümde bir etkisi yoktur; aksine o da erkek çocuğu gibidir. Bunun benzerlerini şu nasslarda da görüyoruz: "Kim, eşyasını iflas etmiş bir adamın yanında bulursa..." ; "Kim bir müşterek (erkek) köle üzerindeki bir payını azad ederse..." (Bu ve bu gibi nasslarda "erkeklik" bildiren ifadeler bir tahsis amacı için kullanılmamıştır.) Hatta hidane konusunda varid olan hadis, erkeklik şartının aranmaması hususunda daha da evleviyet arzeder. Çünkü bu hadiste geçen "sabi" (erkek çocuğu) sözcüğü, Hz. Peygamber'in kelamından değildir. Sahabi, sadece olayı hikaye etmektedir ve muhayyer bırakılanın "erkek çocuğu" olduğunu zikretmektedir. Hükmün illeti araştırılıp, bir ayıklamaya gidildiği zaman (tenkihu'l-menat), hükmün sübutunda çocuğun erkek olmasının herhangi bir etkisi olmadığı görülecektir.

 

Hanbeliler şöyle demektedirler: Sizinle münakaşa iki noktadadır: Birincisi: RafT hadisini delil olarak kullanmanız konusudur; ikincisi de muhayyer kılma hadisindeki "erkeklik" vasfını ilga etmenizle ilgilidir.

 

Birinci nokta: Hadis, İbnu'l-Münzir ve daha başkaları tarafından zayıf bulunmuştur. Yahya b. Said ve es-Sevri, Abdülhamid b. Cafer'in zayıf olduğunu söylemişlerdir. Sonra o hadiste yine İhtilaf vardır: Birinde muhayyer bırakılan çocuğun kız olduğu belirtilmiştir. Erkek çocuğu olduğu da rivayet edilmiştir. Abdürrezzak, Süfyan - Osman el-Betti - Abdulhamid b. Seleme - babası - dedesi kanalıyla şöyle nakleder: "Ravi (dede) nin ebeveyni, kendisi hakkında Hz. Peygamber'in huzurunda niza ederler. Birisi (babası) müslümandır, diğeri (annesi) ise kafirdir. Çocuk kafir olana doğru meyleder. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'ım! Ona doğruyu göster!" diye dua eder. Bunun üzerine o, müslüman olana yönelir ve Hz. Peygamber de kendisinin ona verilmesine hükmeder."

 

Ebu'l-Ferec İbnu'l-Cevzi: "Muhayyer kılınan çocuğun erkek olduğunu ifade edenlerin rivayeti daha sahihtir." demiştir. Hanbeliler devamla şöyle diyorlar: "Çocuğun kız olduğu kabul edilse bile, siz bu hadisi delil olarak yine kullanamazsınız. Çünkü hadiste ebeveynden birisinin Müslüman diğerinin ise kafir olduğu belirtilmektedir. Bu durumda benimsemediğiniz bir şeyle nasıl hükümde bulunabilirsiniz?"

 

Yine farzedelim ki, her ikisi de müslüman olsalar, hadis yine sizin için delil olmaya müsait değildir. Zira hadiste çocuğun sütten yeni kesilmiş olduğu belirtilmektedir. Bu da kesin olarak onun yedi yaşından daha küçük olduğunu gösterir. Anlaşılan odur ki, çocuk beş yaşından daha küçüktü. Siz ise yedi yaşından önce çocuğun muhayyer kılınamayacağı görüşündesiniz. Bu itibarla sözkonusu Rafi' hadisiyle hiçbir şekilde istidlalde bulunmanız mümkün gözükmemektedir.

 

Geriye kaldı ikinci nokta ki, o da muhayyer kılma ve diğer konularda sözkonusu edilen "erkeklik" vasfının ilga edilmesiyle ilgiliydi. Bu konuda deriz ki: Hiç şüphesiz hükümlerden bir kısmı vardır ki, bunlarda erkeklik veya kadınlık vasfı özel olarak kesinlikle aranmamakta, hüküm için böyle bir şart sözkonusu olmamaktadır. Yine bir kısmı da vardır ki, kesin olarak ayrılmakta ve erkeklik ya da kadınlık gibi şartlar aranmaktadır. Fertler arasında müşterek olan ve insan olma vasfına bağlanan her hükümde cinsiyet vasfı itibara alınmamaktadır. Bunun ötesinde, bir etkisi olan her konuda erkeklik vasfına itibar edilmekledir: Şehadet ve miras, nikahta velayet gibi. Yine kadınlara mahsus olan ya da erkeklere takdim edilmelerini gerektiren her konuda, kadınlık vasfı göz önünde bulundurulmaktadır: Mesela, hidane konusunda olduğu gibi, aynı derecede erkekle bulunması durumunda kadın takdim edilmektedir.

 

Geriye, konumuz olan çocuğun muhayyer kılınması ile ilgili konuda erkeklik vasfının bir etkisi bulunup bulunmadığını incelemek ve eğer etkisi var ise, birinci kategoriye dahil etmek, yoksa dikkate alınmayan, mülga olan kısma idhal etmek kalmaktadır. Bu konunun, cinsiyet vasfının ilga edildiği kısımdan kabul edilmesine imkan bulunmamaktadır. Çünkü buradaki muhayyer kılma arzu ve istek neticesinde olmakta, düşünce ve maslahat esasına dayalı bir muhayyer kılma niteliği arzetmemektedir. Bu yüzdendir ki, çocuk daha sonra, önceden tercihte bulunduğu kimseden vazgeçerek diğerini tercihte bulunsa, bu kez de ona teslim edilmektedir. Bu durumda kız çocuğu muhayyer bırakılacak olursa, bu çocuğun kah babasının yanında, kah annesinin yanında kalması neticesini doğuracaktır. Çünkü o takdirde her intikal arzusuna müsbet karşılık verilecektir. Bu ise Sari' Teala'nın kadınlar için koymuş olduğu, evde ikamet edip ihtiyaç bulunmadıkça dışarı çıkmamak, perde arkasında bulunmak gibi hususlara ters düşmektedir. Dolayısıyla bunların aksine olacak bir imkanın kadına tanınması uygun değildir. Bu vasıf muteber olduğuna ve bizzat Sari* tarafından da dikkate alındığına göre onu ilga etmek mümkün değildir.

 

Sonra bu durum ; çocuğun bir onun bir bunun yanına gidip kalmasına imkan vereceği için, hem babanın, hem de annenin kız çocuğuna gerekli ihtimamı göstermemeleri gibi bir duruma sebep olacaktır. Genel olarak müşahadeyle bilinmektedir ki, İnsanların müştereken koruma durumunda olup, birbirlerine güvenerek gerekli tedbirleri almadıkları şeyler, sonunda ziyan olup gitmektedir. Nitekim bir Arap atasözünde: "İki aşçı arasında aş, aş olmaz." denilmektedir.

 

Yine müşahadelerimizle biliyoruz ki, çocuğun ebeveynden birisini tercih etmesi, diğerinin ona olan rağbetini azaltmakta ve ona iyilikte bulunma, onu koruma arzusunu kırmaktadır. Çocuk birini tercihte bulunur ve daha sonra da diğerine intikal ederse, ebeveynden hiçbirisi ona karşı gerekli ilgiyi gösterme, onu muhafaza ve ihsanda bulunma konusunda tam bir rağbet gösteremezler. (Bu itibarla, kız çocuğuna tercihte bulunma hakkı tanınmamalıdır.).

 

Burada: "Sözkonusu ettiğiniz aynı durum erkek çocuğu için de bahis mevzuudur, bununla birlikte onu muhayyer kılmaya engel olmamaktadır." şeklinde bir itiraz gelebilir. Cevaben deriz ki: " Doğru söylediniz! Ancak şurası unutulmamalıdır ki, kalpler erkek çocuğuna cibilli olarak meyyaldir ve onlar kız çocukları üzerine tercih edilirler. Hem rağbet azlığı, hem kadınlığın getirdiği noksanlık ve hem de çoğu defa kız çocuklarının hor görülmeleri gibi unsurlar eğer bir araya gelecek olurlarsa, kız çocuğu ziyan olur gider ve bu durum telafisi mümkün olmayan bir fesada götürür. İşte vakıa buna şahittir. Fıkıh, meşru kılınan ahkamı vakıaya indirgemektir. Erkek ve kız çocuklarının hükümlerinin farklı olmasının sırrı şudur: Kız çocuğu ilgi ve muhafazaya erkek çocuğundan daha fazla muhtaçtır. Bu yüzden de genel olarak teşride kadının setri ve muhafazası maksadıyla erkekler için sözkonusu edilmeyen hükümler getirilmiştir: Giyim, eteklerin bir kanş veya daha fazla salınması, rüku ve secdede kollarını yanına yapıştırıp toplu durması, Kur'an okurken sesini yükseltmemesi, tavafta remel yapmaması, ihramda dikişli elbiseden soyunmaması, başını açmaması, yalnız başına yolculuğa çıkmaması bunlardandır. Kadının büyük ve bilgi sahibi olmasına rağmen durumu böyle olduğuna göre, küçücük yaşta ve henüz aklının ermediği, ne denilse inanacağı bir dönemde durumu nasıl olacaktır? Hiç şüphe yoktur ki, kız çocuğunun ebeveynden bir onun bir bunun yanında kalması, belli bir yerde karar kılmayacağı için, maksadı iptal ve ihlal edici veya en azından noksanlaştırıcı bir durum arzedecektir. Bu durumda en uygunu, ona tercih hakkı tanımadan ebeveynden birisinin yanında sürekli olarak kalmasına hükmetmektir.

 

Nitekim çoğunluk fukaha bu görüştedir: İmam Malik, Ebu Hanife, Ahmed ve İshak bunlar arasındadır. Kız çocunun muhayyer kılınması hakkında ne nass vardır ne de nass hükmünde bir şey vardır; dolayısıyla onun durumu erkek çocuğun hükmüne katılamaz.

 

Sonra burada kız çocuğunun, ebeveynden hangisinin yanında kalması konusunda ve hangisinin çocuk için daha yararlı olacağı hakkında ictihad belirmiş ve İmam Malik, Ebu Hanife ve iki rivayetten birisinde İmam Ahmed, annenin daha uygun olacağını belirtmişlerdir ki, delil bakımından doğru olanı da budur. Kendisinden meşhur olan İrivayetinde İmam Ahmed ve tabilerinin tamamının tercihine göre de baba daha uygundur, kız çocuğu onun gözetimine verilmelidir.

 

Annenin daha uygun olduğunu söyleyenler şöyle demektedirler: Genelde görmekteyiz ki, baba geçim ile uğraşmakta, dışardaki işlere bakmakta, insanlarla uğraşmaktadır. Anne ise dört duvar içerisinde devamlı evinde bulunmaktadır. Bu itibarla, kızın annenin yanında kalması, onun için şüphesiz daha koruyucu ve daha çok gözetici olacak; gözü hep kızının üzerinde bulunacaktır. Baba ise böyle değildir. Zira o çoğu kez evden uzakta bulunacak ve gerekli itinayı gösteremeyecektir. Bu itibarla, kız çocuğunun annenin yanında kalması daha uygun olacaktır.

 

Bunlar devamla şöyle demektedirler: Kızın anne yanında olunca maruz kalacağı mefsedetin aynısı, daha fazlasıyla birlikte babanın yanında kalınca da sözkonusudur. Çünkü, baba kızını evde yalnız başına bıraktığı zaman, onun hakkında emniyet duyamaz. Onun yanında karısını veya başka bir kadını bırakması durumunda ise, kadın kendisine yabancı olacağı için, hiçbir zaman gerçek annesinin şefkat ve ilgisini göstermeyecektir. Bu itibarla annesinin yanında kalması daha koruyucu olacaktır.

 

Hem kız çocuğu kadınlar için gerekli olan ip eğirmek, ev işlerini yapmak gibi bazı hususlan öğrenmeye muhtaç bulunmaktadır. Bunu ise, çocuğa ancak kadınlar verebilir, erkekler bu işi yapamazlar. Bu durumda kız, ev işlerini öğrenebilmesi için annesine daha da çok muhtaçtır. Böyle bir ihtiyaç içerisinde bulunan çocuğu babasına teslim etmek, bu maslahatı ortadan kaldırmak, çocuğu mağdur etmek anlamına gelir. Bu becerileri Öğrenmesi için çocuğun yabancı bir kadına teslim edilmesi, çocuğun bir annenin bir babanın yanında kalması gibi durumlar ise, kadınlar için meşru kılman hükümlerin aksine onun dışarıya alışmasına, evden uzaklaşmasına sebep olur. Bu itibarla, hem kızın, hem babanın, hem de annenin maslahatı, kızm annesinin yanında kalmasında yatmaktadır. Bu görüşten başka birisini tercihe gitmemiz mümkün değildir.

 

Babanın daha uygun olacağı görüşünde olanlar ise şöyle demektedirler: Kızlarına karşı babalar, annelerinden daha gayretlidirler. Bir babanın kızı için duyduğu gayret ile annesinin duyacağı gayret hiçbir zaman aynı olamaz. Nice anneler vardır ki, kızlarının şehevi arzularını tatmine yardımcı olmaktadırlar. Anneyi bu duruma İten şey, aklının zayıflığı, çabuk kanar olması ve tabiatında mevcut bulunan gayretin zayıflığıdır. Baba ise böyle değildir. Bu ve daha başka sebeplerden dolayı, Yüce Allah kızın evlendirilmesi velayetini babaya vermiş, annesine vermemiştir. Annesi, kızının ne evliliğiyle ilgili konularda ne de onun malı üzerinde yetkili kılınmamıştır. İslam şeriatının kemal ve güzelliğinin tezahürü, kız çocuğunun bakıma ve terbiyeye muhtaç olduğu sürece annesinin yanında kalmasını gerektirmiştir. Şehvet duyulabilecek bir devreye ulaştıktan ve erkekler için uygun hale geldikten sonra da yine şeriatın aynı kemal ve güzelliği, bu kez onun anneden daha gayretli, kızın çıkarlarını daha iyi gözetecek, onu daha iyi koruyabilecek birisinin (babanın) yanında kalmasına hükmetmeyi gerektirecektir.

 

Bunlar devamla şöyle diyorlar: Biz baba ve diğer erkeklerin, kendileri fasık bile olsalar, son derece gayretli olduklarını, hatta bu gayretlerinin aşırılığından dolayı kendilerini, bir şüphe neticesinde kızlarını, kız kardeşlerini veya velayeti altında bulunan başka kadınları öldürmeye bile sevkettiğini görüyoruz. Kadınların ise, bunun aksine bu gibi durumlar karşısında çözülme ve aldanma gösterdiklerini görmekteyiz. Her iki türde de galip olan budur. Nadir olana ise itibar edilmez. Kaldı ki, biz ebeveynden birisini diğeri üzerine takdim ettiğimizde, mutlaka çocuğun korunmasını ve gözetilmesini göz önünde bulundurmak zorundayız. Bu yüzdendir ki, İmam Malik ve Leys şöyle demişlerdir: "Anne koruyucu ve emniyetli bir yerde değilse, veya nza gösterilebilecek birisi değilse, babanın kızı ondan alabilme hakkı vardır." Kendisinden yapılan meşhur rivayette imam Ahmed de aynı görüştedir. Çünkü muteber olan babanın koruma ve gözetmesidir. Eğer bu konuda ihmalkar ise veya bu konuda acizse ya da nza gösterilebilecek bir kimse değilse veya deyyuslukla tanınıyorsa ve anne böyle değilse, hiç şüphesiz, anne kız üzerinde daha çok hak sahibi olacaktır. Çocuğun tercihiyle veya kur'a ile ya da kendiliğinden takdimde bulunduğumuz kimseyi biz. sadece çocuğun maslahatı onunla gerçekleşeceği için takdim ediyoruz. Eğer anne babadan daha koruyucu, daha gayretli bulunursa, o takdirde baba üzerine takdim olunur; bu durumda ne kur'aya, ne de çocuğun tercihte bulunmasına itibar edilmez. Çünkü çocuk henüz küçük olması hasebiyle aklı zayıftır, çalışmamayı ve oyunu tercih eder; çocuk bu konuda kendisine yardımcı olacak birisini tercihte bulunursa, onun bu tercihine bakılmaz. Çocuk kendisi için daha faydalı ve daha hayırlı olan kimsenin yanında kalır. Şeriatın bunun dışında başka bir şeye ihtimali yoktur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Çocuklara, yedi yaşına geldiklerinde namaz kılmalarını emredin; on yaşında iken kılmazlarsa onları (tedib için) dövün ve yataklarını ayırın." Yüce Allah da şöyle buyurur: "Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden koruyun."[Tahrim. 6] Hasan el-Basri bunu: "Onları eğitin, öğretin, terbiye edin, onlara fıkıh öğretin " diye tefsir etmiştir. Eğer anne çocuğu mektebe verir ve ona Kur'an öğretirse; çocuk oyunu ve kendi akranlarıyla beraberliği tercih eder ve baba da ona bu imkanı verirse, bu durumda anne, çocuğun tercihine bakılmaksızın, kur'a çekilmeksizin onun üzerinde daha çok hak sahibi olacaktır. Aksi de aynı şekildedir. Ebeveynden hangisi çocuk hakkında Allah'ın ve Peygamberinin emirlerini nazar-ı itibara almaz ve çocuğu ihmal eder, diğeri de aksine gerekli ilgiyi gösterirse o, çocuk hakkında daha çok hak sahibi ve öncelik arzedecektir.

 

Şeyhimizi (ibn Teymiye) şöyle anlatırken işittim: Bir hakimin huzurunda bir anne ve baba çocukları hakkında muhakeme oldular. Hakim çocuğu onlardan birisini seçmesi için muhayyer bıraktı, çocuk da babasını tercih etti. Kadın hakime:"Çocuğa, babasmı niçin tercih ettiğini, sorar mısınız? " dedi. Hakim de sordu. Çocuk: "Annem beni her gün okula gönderiyor, hoca beni dövüyor. Babam ise beni çocuklarla oynamam için serbest bırakıyor." dedi. Bunun üzerine hakim, çocuğun annesine verilmesine hükmetti.

 

Şeyhimiz (ibn Teymiyye) şöyle demektedir: Ebeveynden birisi çocuğun eğitim ve öğretimini, Allah'ın üzerine vacib kıldığı hususları yerine getirmeyi terkederse, o asidir ve onun çocuk üzerinde velayet hakkı yoktur. Hatta velayetinde bulunan şeyle ilgili görevleri yapmayan kimsenin o konuda velayet hakkı kalmaz; ya eli tamamen velayetten çekilir ve o görevleri yapacak başka birisine tevdi edilir veyahut da o görevi beraberce yapacağı bir başkası yetkisine ortak edilir. Çünkü asıl maksat, mümkün mertebe Allah ve Rasulü'ne itaat etmektir. Bu hak sırf yakınlık veya nikah ya da vela ile sabit olan miras hakkı türünden değildir ki, hak sahibinin fasık ya da salih birisi olması arasında fark bulunmasın. Aksine hidane hakkı, vacibin yerine getirilmesini ve onu ifaya yeterli bilgiye sahip olunmasını ve mümkün mertebe de ifasını gerektiren velayet türündendir. Farzedeİim ki, baba kız çocuğunun maslahatını gözetmeyecek ve gerçekleştirmeyecek bir kadınla evlenmiş olsun, anne ise çocuğun maslahatlarını gerçekleştirmeye bu kumadan daha muktedir bulunsun, bu durumda hidane hakkı kesinlikle anneye ait olacaktır. Burada akılda tutulması gereken bir husus vardır: Hidane konusunda ebeveynden birisinin kesin olarak takdim edileceğine, veya çocuğun ebeveyn arasında muhayyer kılınacağına dair genel bir nass bulunmamaktadır. Alimlerimiz ebeveynden birisinin mutlak anlamda taayyün etmeyeceğinde hatta tecavüzkar ve ihmalkar olanın iyi, salih ve adil olan üzerine takdim edilemeyeceğinde müttefiktirler. En iyisini Allah bilir.

 

Hanefi ve Malikiler şöyle demektedirler: Sizinle münakaşamızın esasını iki nokta teşkil etmektedir: Birincisi: Çocuğun muhayyer kılınmasının iptaline delalet edecek bir delilin ortaya konması. İkincisi: Muhayyer kılmaya dair delil olarak kullandığınız hadiste iddianızı destekler unsurun bulunmadığını ortaya koymak.

 

Birincisini ele alalım: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Sen onun üzerinde daha çok hak sahibisin!" buyurup çocuğu muhayyer kılmaması buna delalet etmektedir. İkinci noktaya gelince, sizin rivayette bulunduğunuz, çocuğu muhayyer kılma ile ilgili hadisler mutlak olup herhangi bir kayıt içirmemektedirler. Oysa ki siz, muhayyer kılma hükmünü mutlak olarak kabul etmeyip yedi yaş veya daha fazla olmakla kayıtlamaktasınız. Halbuki, hadislerde buna delalet edecek bir durum bulunmamaktadır. Biz ise şöyle demekteyiz: Çocuğun dikkate alınacak, muteber bir tercihi olduğu zaman ebeveyni arasında muhayyer kılınır. Çocuğun tercihi ise ancak sözünün kabul gördüğü bir dönemde muteberdir. Bu ise buluğ çağından sonra olur. Sizin tercihte bulunma zamanını yedi yaş ile kayıtlamanız, bizim buluğ çağıyla kayıtlamamızdan daha uygun değildir. Aksine tercihi gerektirecek unsur bizden taraftadır; çünkü o zaman çocuğun sözü muteber olmaktadır. Buna hadiste geçen kadının: "Bana Ebu Inebe kuyusundan su getirdi..." sözü de delalet etmektedir. Zira bu kuyu Medine'den birkaç mil uzaklıktadır. Buluğ çağına ermeyen bir çocuğun genellikle böyle uzak bir kuyudan su getirmesi makul değildir. Biz hadiste, tercihin buluğ çağında olacağına dair bir delaletin bulunmadığımı kabul ediyoruz; ancak hadiste bunun böyle olmayacağına delalet eden bir unsur da yoktur. Olay ferdi bir olaydır {kadıyyetu ayn). Sari' Teala'dan muhayyer kılma işinin buluğ çağından önce olmasını gerektirecek genel bir nass yoktur ki, onun gereğiyle hükme gidilsin. Haydi diyelim ki, hadiste buluğ çağında olmayacağına delalet eden unsur vardır, bu takdirde sizin benimsediğiniz yedi yaşıyla kayıtlamayı gerektirecek unsur nerededir?

 

Şafiiler, Hanbeliler ve çocuğun muhayyer kılınacağı görüşünde olanlar ise şöyle demektedirler: Sizin Hz. Peygamber'in "Evlenmediğin sürece sen çocuk üzerinde daha çok hak sahibisin." sözü ile görüşünüzü delillendirmeye çalışmanız birçok yönden dolayı uygun değildir: Çünkü sizden bir kısmınız: "Çocuk kendi başına yeterli olduğu, kendi kendine giyebilip, içebildiği zaman, baba çocuğun tercihi aranmaksızın onun üzerinde daha çok hak sahibidir." derken, kiminiz de "Dişleri çıktığı zaman, baba daha çok hak sahibidir." demektesiniz.

 

Biz ise şöyle diyoruz: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), evlenmediği sürece, çocuk üzerinde annenin daha çok hak sahibi olduğuna hükmetmiştir ve kadının nikahının çocuğun babasının yanında olacağı yaştan önce veya sonra olacağı ayrımını yapmamıştır. Bu takdirde hadis karşısında bizim de sizin de durumumuz aynıdır; sizin bize karşı cevap olarak kullandığınız şeyi biz de size kullanabiliriz, eğer siz takdir yaparsanız, biz de yapabiliriz; yok siz takyide giderseniz biz de gidebiliriz; siz tahsis yaparsanız biz de tahsis yapabiliriz. Eğer bu anlaşıldı ise diyoruz ki: Hadis iki hususu gerektirmektedir:

 

1) Kadının evlendikten sonra çocuk üzerinde bir hakkı yoktur.

 

2) Evlenmediği sürece anne, çocuk üzerinde daha çok hak sahibidir. Annenin daha çok hak sahibi olmasının iki şekli sözkonusu olabilir:

 

Birincisi: Çocuk temyiz yapamayacak derecede küçük olur. Bu durumda anne, çocuğun tercihine bakılmaksızın öncelikli olarak hak sahibidir.

 

İkincisi: Çocuk temyiz yaşına ulaşmıştır. Bu durumda da anne daha çok hak sahibidir; ancak bu öncelik, bir şarta bağlıdır. Hüküm bir şarta bağlandığı zaman, o şartın takdir edileceği düşüncesiyle mutlak olarak zikredilmesi doğru olmaktadır. Bu takdirde anne, eğer çocuk kendisini tercih ederse daha çok hak sahibi olacaktır. Nihayet bu, mutlakın, çocuğun muhayyer kılınmasına delalet eden delillerle takyid edilmesi demek olur. Eğer hadis mutlaklığı üzere hamledilecek olursa -ki bu asla mümkün değildir- bu durum, çocuğun muhayyer kılınmasını gerektiren hadislerin iptalini gerektirecektir. Hem sonra siz, bu hadisi kadının daha çok hak sahibi olabilmesi İçin mukim olacak, hür olacak, reşıd olacak vb. gibi hadislerde asla zikri bulunmayan şartlarla kayıtlamaktasınız. Bu durumda hadisin, sünnetin delalet ettiği ve sahabenin üzerinde ittifak ettikleri "çocuğun muhayyer kılınması" hususuyla takyidi sizin takyidlerinizden daha çok evleviyet arzeder.

 

Muhayyer kılma hükmünü getiren hadisleri buluğ çağından sonraya hamletmeniz beş açıdan dolayı doğru değildir:

 

1 - Hadisin "Hz. Peygamber bir çocuğu ebeveyni arasında muhayyer bıraktı" ifadesinde "gulam = çocuk" tabiri kullanılmaktadır.

 

"Gulam" kelimesinin hakikat manası, henüz buluğ çağına ulaşmayan çocuk demektir. Onu baliğ manasına hamletmek, gereksiz ve bir karine olmaksızın hakiki manasından çıkararak mecazi manasına sevketmek olur.

 

2 - Baliğ üzerinde hidane hakkı yoktur. Kırk yaşındaki bir adamın anne ve babası arasında muhayyer kılınması nasıl sahih olabilir? Bu hem adeten hem de şer'an mümkün değildir. Dolayısıyla hadisin bu manaya hamledilmesi uygun olmaz.

 

3 - İşitenlerden hiçbir kimse, onların aklı başında büyük bir adam hakkında nizada bulunduklarını ve o adamın ebeveyni arasında muhayyer kılındığım anlamaz. Hiçbir kimsenin aklına böyle bir mana gelmez. Eğer böyle bir adamın muhayyer kılınması düşünülseydi, o zaman muhayyerliği üç şey; yani ebeveyni ve kendi başına kalması arasında olması lazım gelirdi.

 

4 - Ne adeten ne örfen ve ne de şer'an, ebeveynin aklı başında büyük bir adam üzerinde nizaa düşmeleri makul değildir. Nitekim şeriatta durumu böyle olan birisinin ebeveyni arasında muhayyer kılınması da makul gözükmemektedir.

 

5 - Hadisin bazı rivayetlerinde, çocuğun küçük olduğu ve henüz buluğ çağına ulaşmadığı belirtilmektedir Nesai'de, Rafi' b. Sinan hadisinde: "Kadından olma, buluğ çağına ermemiş küçük bir çocuk geldi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) babayı buraya, anneyi de şuraya oturttu ve çocuğu aralarında muhayyer kıldı." denilmektedir.

 

Sizin:"Ebu Inebe kuyusu Medine'den birkaç mil uzaktadır..." şeklindeki sözünüze gelince; bu iddianız için önce şu sorulara cevap vermeniz gerekecektir: a) Hadisin ve onu rivayet eden ravmin sıhhati nedir? b) Bu kadının evinin bu kuyudan uzak olduğunu isbat etmek, c) On yaşlarında bir çocuğun adeten (genelde) adı geçen kuyudan su çekemeyeceğini ortaya koymak. Bütün bunların isbatı mümkün değildir. Çünkü, Araplar ve badiyede yaşayanların (bedeviler) küçük çocukları, bundan daha uzak kuyudan bile su çekmektedirler.

 

Bizim hadisi yedi yaşıyla kayıtlamamıza gelince, şüphesiz bunu gerektirecek bir unsur bulunmamaktadır, bu üzerinde icma edilen bir husus da değildir. Çünkü çocuğun muhayyer kılınacağı görüşünde olanlar iki kısma ayrılmaktadırlar: Bir gruba göre çocuk beş yaşında muhayyer kılınır. Bunu İshak b. Rahuye nakletmiştir. Ondan da Harb "el-Mesail'inde zikretmiştir. Bunlar görüşerini şöyle delillendirmektedirler:

 

Hadiste sema'ın (tahammül) sahih olduğu yaş beş yaşıdır. Bu yaşta aklının ermesi mümkündür. Nitekim Mahmud b. er-Rebi', kendisinin beş yaşında iken Hz. Peygamber'in yüzüne su püskürttüğüne aklının erdiğini belirtmektedir.

 

İkinci bir gruba göre ise çocuk ancak yedi yaşına varınca muhayyer kılınır. Bu İmam Şafii, Ahmed ve İshak'ın görüşleri olmaktadır. Bunlar da görüşlerini şu şekilde delillendirmektedirler: Tercihte bulunma, temyiz ve anlayış gücünün bulunmasını gerektirir. Bunun ise çocuklarda bir kıstası yoktur. Onun için de, temyizin muhtemelen bulunduğu yaş (mazinnesi) itibara alınır ki, o da yedi yaşıdır. Çünkü yedi yaşı temyiz çağının ilk yaşı olmaktadır. Bu yüzden de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tarafından, yedi yaşı çocukların namazla emre dilmelerinin ilk başlangıç zamanı olarak kabul edilmiştir.

 

"Hadisler ferdi olaylarla ilgilidir (kadıyyetu ayn)" sözünüz doğrudur. Ancak bu hadislerin, buluğ çağına ermiş erkeklerin muhayyer kılınması şekline hamletmek, daha önce de geçtiği gibi, mümkün değildir. Zira bazı lafızlarında "gulam = çocuk", diğer bazı lafızlarında da "buluğa ermemiş küçük" ifadeleri bulunmaktadır. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Hz. Hamza'nın kızı ve onun hakkında Hz. Ali, Zeyd, Cafer (r.anhum) aralarında sözkonusu olan nizaa ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Cafer lehine hükmüne gelince, bu hüküm kaza umresinin hemen akabinde verilmişti. Çünkü Mekke'den çıktıklarında, Hz. Hamza'nın kızı: "Amca! Amca!" diye çağırarak onların arkasına düşmüştü. Bunun üzerine Hz. Ali onun elinden tutmuş, sonra Cafer ve Zeyd onun hakkında nizaa düşmüşler ve her birisi, kendisinin onu üstlenme konusunda daha üstün olduğunu belirtmişti. Zeyd, onun bizzat Hz. Peygamber tarafından kardeşi ilan edilen Hz. Hamza'nın kızı olduğunu söylemiş; Hz. Ali onun amcasının kızı olduğunu belirtmiş; Cafer de tercihini gerektirecek iki unsuru zikretmişti: Yakınlık ve kızın teyzesinin kendi nikahında bulunması dolayısıyla çocuğun kendi teyzesinin yanında kalmış olacağı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunlar arasında Cafer'in gerekçelerini diğer ikisinin gerekçelerinden daha üstün görmüş ve çocuğun ona verilmesine hüküm buyurmuş ve her birisinin kalbini de, elinden çocuğun alınmasından daha sevimli gelecek bir şeyle tatmin etmiş, gönüllerini almıştı.

 

Kardeş kılınma (muahat) gerekçesi, hidane hakkını gerektirecek bir husus değildir. Ancak Zeyd, Hz. Hamza'nın vasisi bulunuyordu ve o sıralarda kardeşlik sebebiyle, kardeş ilan edilenler birbirlerine varis oluyorlardı. Bu yüzden Zeyd, çocuğun gözetimi konusunda kendisinin daha haklı olduğunu zannetmişti.

 

Burada ileri sürülen akrabalık, yani amca çocuğu olma gerekçesi, acaba hidane hakkını sabit kılar mı? Bu konuda iki görüş bulunmaktadır: Birincisi: Onunla hidane hakkına hak kazanılır. İmam Şafii'nin tasrihi de böyledir. İmam Malik, Ahmed ve daha başkalarının görüşleri de bu şekildedir. Çünkü o asabe olmaktadır ve karabet {yakınlık) sebebiyle velayeti bulunmaktadır. Dolayısıyla, miras, nikah velayeti, ölüm velayeti gibi konularda yabancılar üzerine takdim edildiği gibi, hidane konusunda da yabancılar üzerine takdim edilir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), gerek Hz. Ali'nin ve gerekse Cafer'in kız çocuğunun hidanesi hakkındaki iddialarını tepkiyle karşılamamıştır. Eğer onların böyle bir hakları olmasaydı, mutlaka Hz. Peygamber onların bu batıl iddialarını tepkiyle karşılar, münker bulurdu. Çünkü bu bir hakları olmayan şeyin davası niteliğinde olurdu. Hz. Peygamber ise batıl olan bir şeyi ikrarda bulunmaz.

 

İkinci görüşe göre, babalar ve dedeler dışında erkeklerden hiçbir kimsenin hidane hakkı bulunmamaktadır. Bu görüş İmam Şafii'nin bazı tabilerine aittir. Bu hem İmam Şafii'nin beyanına, hem de delile muhaliftir. Çoğunluk fukahanm görüşüne göre -doğrusu da budur- çocuk kız ise ve amca oğlu da süt emme vb. gibi bir sebeple kıza mahrem ise, bu takdirde yedi yaşını aşsa bile üzerinde hidane hakkı bulunmaktadır. Eğer mahrem değilse, o takdirde yedi yaşına ulaşıncaya kadar kız çocuğu üzerinde hidane hakkı olacaktır. Yedi yaşından sonra artık bu hakkı kalmayacak ve çocuk bir mahremine veya güvenilir bir kadına teslim edilecektir. Ebu'l-Berekat, el-Muharrar'ında: "Amca oğlunun, süt emme vb. gibi bir sebeple mahrem olmadıkça, kız çocuk üzerinde asla hidane hakkı yoktur." demiştir.

 

Soru: Bu olayda Hz. Peygamberin hidane ile hükmü teyzeden dolayı mıdır, yoksa Cafer'den dolayı mı?

 

Cevap: Bu konuda iki görüş bulunmaktadır: Bu görüşlerin kaynağını ise hadislerin lafızlarındaki farklılıklar oluşturmaktadır. Buhari'nin Sahihinde, Bera hadisinde : "Hz. Peygamber, onu teyzesine hükmetti." denilmektedir.

 

Ebu Davud'daki Rafi' b. Uceyr hadisinde ise, bu olayla ilgili olarak Hz. Ali'den yapılan rivayette Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):MKız çocuğuna gelince, onu Cafer lehine hükmediyorum, teyzeziyle beraber kalır. Teyze şüphesiz anne (makamında) dır." buyurmuştur. Sonra Ebu Davud, Abdurrahman b. Ebi Leyla tarikiyle: "Kız çocuğunu Cafer lehine hükmetti. Çünkü çocuğun teyzesi onun nikahında bulunuyordu." demiştir. Sonra İsrail - Ebu İshak - Hani' b. Hani' ve Hübeyre - Hz. Ali senediyle rivayet ettiği hadiste ise:" Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), çocuğu teyzesi lehine hükmetti ve: Teyze anne menzilesindedir. buyurdu." şeklinde varid olmuştur.

 

Bu İfadeler birçok fakih için problem arzetmiştir. Çünkü eğer bu hüküm Cafer için verilmişse, Cafer mahrem değildir; o ve Hz. Ali yakınlıkta birbirlerine eşittir. Eğer teyze için ise, teyze evli bulunmaktadır. Hidane hakkına sahip olan kadın evlendiği zaman hakkı düşmektedir. Bütün bu problemler karşısında bir çıkış yolu bulamayan İbn Hazm, çözümü hadisin bütün tariklerini tenkit etmede bulmuş ve şöyle demiştir: "Buhari hadisinde İsrail vardır ve o zayıftır. Hani' ve Hübeyre hadisleri ise, bunların her ikisi de meçhuldürler. İbn Ebi Leyla hadisi mürseldir, ondan rivayet etmekte olan Ebu Ferve ki o, Müslim b. Salim el-Cüheni'dir, bilinen bir ravi değildir. Nafi b. Uceyr hadisine gelince; hem o, hem de babası her ikisi de meçhuldürler; meçhul ravi ise hüccet olmaz. Şu kadar var ki, bu hadis her yönüyle, Hanefi, Maliki ve Şafüler aleyhine hüccet olmaktadır. Çünkü teyze, Cafer ile evli bulunuyordu, Kureyş'in en yakışıklı genci idi ve o Hz. Hamza'nın kızına mahrem değildi." İbn Hazm sonra devamla:" Biz Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kız çocuğunu, teyzesinden dolayı Cafer lehine hükmetmiş olduğunu inkar etmiyoruz. Çünkü bu çocuk için daha koruyucu oluyordu." demektedir. Ben derim ki: Bu, İbn Hazm'ın saldırganlığından ve bütün insanların sıhhati üzerinde ittifak ettikleri hadisi zayıf kabul etme konusundaki cür'eti ve bütün ulemayı karşısına almasının bir neticesi olmaktadır. Çünkü bu hadisin ; sahih, sünen, müsned, siyer ve tarih kitaplarındaki şöhreti onu isnadından müstağni kılacak kadardır. Nasıl olmaz ki, Sahih sahibi bu olayın sıhhati konusunda kendinden öncekilerle görüş birliği etmiş, ve İbn Hazm'dan önce bu hadisin sıhhatine yönelik herhangi bir tenkit de asla işitilmemiştir. Onu "İsrail zayıftır." şeklindeki bir tenkide iten şey, Ali b. el-Medini'nin onu zayıf kabul etmesidir. Ancak, onun dışındaki bütün muhaddisler, bundan kaçınmışlar ve onun hadislerini hüccet olarak kullanmışlar, onu tevsik etmişler, onun güvenilir bir ravi olduğunu ifade etmişlerdir. İmam Ahmed:"O sikadır." demiş ve hıfzına taaccübünü ifade etmiştir. Ebu Hatim:"O Ebu İshak'ın talebeleri içerisinde en sağlam olanıdır." demiştir. Özellikle de bu hadisi Ebu İshak'tan rivayette bulunmuştur. İsrail, onun hadislerini sanki Kur'an'dan bir sure gibi ezberlerdi. Ondan bir cemaat rivayette bulunmuşlardır ve hepsi de onu hüccet olarak kullanmışlardır.

 

"Hani' ve Hübeyre meçhuldürler." sözüne gelince, evet bu ikisi kendisine göre meçhuldürler, ama onlar Sünen sahipleri katında maruf olan, hadis hafızları tarafından sika kabul edilen ravilerdendir. Nesei onun hakkında: "Hani' b. Hani' fena değildir (la be'se bih).'' der. Hübeyre'ye gelince, dört Sünen sahibi ondan rivayette bulunmuşlardır ve o sika kabul edilmiştir.

 

"İbn Ebi Leyla hadisi mürseldir, ondan rivayet eden Ebu Ferve ki o, Müslim b. Salim el-Cüheni'dir, bilinen bir ravi değildir." sözüne gelince, burada ileri sürülen iki illet de asılsızdır. Çünkü Abdurrahman b. Ebi Leyla, Hz. Ali'den birden fazla hadis rivayet etmiş, aynca Hz. Ömer ve Muaz'dan da rivayette bulunmuştur. İbn Hazm'ı yanıltan şey, Ebu Davud'un, Muhammed b. İsa - Süfyan - Ebu Ferve - Abdurrahman b. Ebi Leyla senediyle bu haberi nakletmiş olmasıdır. İbn Hazm bu ifadeden, Abdurrahman'ın rivayette Hz. Ali'yi zikretmediği zehabına kapılmış ve hadisin mürsel olduğunu söylemiştir. Bu onun yanlış anlamasından kaynaklanmıştır. Çünkü İbn Ebi Leyla olayı, Hz. Ali'den rivayet etmektedir. Ebu Davud haberi ihtisarla vermiş ve sadece delil olarak kullanılacak kısmı zikirle yetinmiş ve gerisini Abdurrahman b. Ebi Leyla'nın Hz. Ali'den rivayeti yaygın olarak bilindiği için zikrine gerek duymamıştır. Bu olayı Hz. Ali rivayet etmiş ve onun çevresinde bulunan insanlar ondan bunu işitmiştir: Hani* b. Hani', Hübeyre b. Yerim, Uceyr b. Abd Yezid, Abdurrahman b. Ebi Leyla bunlardandır. Ebu Davud ilk üçünün hadislerini olayı tam olarak anlatmaları sebebiyle, bütünüyle zikretmiş.İbn Ebi Leyla'nın rivayetine de işaretle yetinmiştir. Çünkü onun rivayetini tamamlamamıştır. Senedi kendisinden başlayarak ona kadar zikretmiştir. Böylece, hadisin mürselliği iddiası ortadan kalkmış olmaktadır. Sonra ben, Ebu Bekir el-İsmaili'nin bir müsnedde bu hadisin muttasıllığını tasrih ederek rivayet etmiş olduğunu gördüm: O, Heysem b. Halef - Osman b. Said el-Mukri - Yusuf b. Adiyy - Süfyan - Ebu Ferve - Abdurrahman b. Ebi Leyla - Hz. Ali kanalıyla rivayette bulunmuş ve onun (Hz. Ali'nin) Cafer ve Zeyd ile niza ettiklerini... anlatmıştır.

 

"Ebu Ferve, bilinen bir ravi değildir." sözünün de bir esası yoktur. Çünkü Süfyan b. Uyeyne ve daha başkaları onun nasıl bir ravi olduğunu bildirmişler ve Buhari ile Müslim onun rivayetini Sahihlerine almışlardır.

 

"Nafi b. Uceyr ve babasının bilinmeyen, meçhul kimseler oldukları" ifadesi ise doğrudur. Bunların halleri bilinmemektedir ve ilim nakliyle meşhur olan kimselerden değillerdir. Gerçi Nafi babasından daha meşhurdur, zira kendisinden iki sika ravi: Muhammed b. İbrahim et-Temimi ile Abdullah b. Ali rivayette bulunmuşlardır. Buna rağmen, itimad bu ikisinin rivayetlerine değildir. Hadisin sıhhati diğer yollarla sabit olmaktadır. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Hadisi bir problem olarak görenlerin müşkillerine, Allah'ın tevfikine dayanarak şöyle cevap verebiliriz: Konuyla ilgili bir problem yoktur; ister Cafer için hükmedilmiş olsun, ister teyze için, fark etmez. Çünkü, eğer kız çocuğunun amcası oğlundan başka bir yakını yoksa, onu karısıyla birlikte evinde alıkoyması caizdir, hatta bu taayyün bile eder. O başka bir yabancıdan, özellikle de amca oğlu dini, iffeti, güvenilirliğiyle bilinmesi durumunda, daha evladır. Böyle bir durumda amca oğlunun yabancılardan daha evla olduğunda hiçbir şüphe yoktur.

 

Soru: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu kız çocuğunun amcasının oğlu bulunuyordu ve kendisine de mahremdi; çünkü Hz. Hamza Peygamber'imizin aynı zamanda süt kardeşi idi. Bu durumda onu niye kendi yanına almadı?

 

Cevap: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), risalet vazifesinin ağır yükleri altında bulunuyordu, ilahi vahyi tebliğ etmek ve insanları ona davet etmek, Allah düşmanlarıyla cihad etmek gibi pek çok meşguliyetleri vardı ve bunlar onu, çocuğun terbiyesiyle uğraşmaktan alıkoyacak düzeyde idi. Eğer kendi yanına alsaydı, mutlaka onu hanımlarından birisinin yanına bırakacaktı. Oysa ki kızın bizzat teyzesi, çocuk için merhametçe daha yakın ve onun terbiyesini üstlenmeye daha uygun bulunuyordu.

 

Hem sonra Hz. Peygamber'in (s. a.) hanımlarından her birisine dokuz günde ancak bir sıra geliyordu. Eğer çocuk da Hz. Peygamberle birlikte dolanacak olsaydı, bu onun için bir meşakkat olurdu ve böylesi bir durumda kız çocuğunun sürekli dışan girip çıkması ve dışarıdaki hayata alışması sözkonusu olacaktı. Eğer hep zevcelerinden birisinin yanında kalacak olsaydı, o zaman hidane onun olacaktı; halbuki, kendisi çocuk için yabancı oluyordu.

 

Buraya kadar yaptığımız izahlar, hükmün Cafer lehine verilmiş olmasıyla ilgili idi. Eğer hüküm çocuğun teyzesi için verilmişse -ki doğrusu budur, sarih ve sahih hadis buna delalet etmektedir- bu takdirde çeşitli açılardan dolayı herhangi bir problem sözkonusu değildir:

 

1) Hidane hakkına sahip olan bir kadının evlenmesi, kız çocuğunun hidanesini düşürmez. Nitekim, İmam Ahmed'den yapılan iki rivayetten birisi bu şekildedir. Ulemaya ait iki görüşten birisi de bu olmaktadır. Bu görüşün delili bu hadistir. Daha Önce çocuğun erkek oluşu ile kız oluşu arasındaki fark geçmişti.

 

2) Kadının, çocuğun bir yakımyla evlenmiş olması hidane hakkını düşürmemektedir. Cafer, kızın amcası oğlu bulunuyordu.

 

3) Koca hidane hususunda rıza gösterirse, çocuğun yanında kendi himayesi altında olmasını tercihte bulunursa, bu durumda hidane düşmez. Sahih olan da budur. Bu şöyle bir prensibe bağlıdır: Hidanenin evlilik sebebiyle düşmüş olması, kocanın hakkına riayetledir. Çünkü koca, kadın çocuğunun hizmetinde olacağı için, ondan istenilen istifadeyi elde edemez, çocuğun kendi karısıyla bulunmasından dolayı hayatının tadı bozulur, bu yüzden de aralarında nefret ve soğukluk doğmasından emin olunamaz. İşte bundan dolayı kocanın, karısını kendi hukukundan başka bir şeyle meşgul olmaktan menetme yetkisi bulunmaktadır. Bu durumda ise çocuğun menfaatleri zayi olup gidecektir. Ama koca çocuğun kendileriyle kalmasını ister ve onun korunmasına karşı özen gösterirse, bu durumda hidane hakkının düşmesini gerektiren sebep ortadan kalkmış olur. Hidane hakkını gerektiren husus ise mevcuttur, dolayısıyla üzerine hükmü terettüp edecektir.. Bunun böyle olduğunu şu husus da açıklamaktadır: Hidane hakkının evlilikle düşmesi Allah hakkı değildir; sadece kocanın, çocuğun ve akrabalarının hakkı olmaktadır. Hak sahibi buna razı olunca, her türlü takdirde problem zail olacaktır. Böylece, Hz. Peygamberden sadır olan bu hükmün, en güzel, en açık, maslahata, hikmete, rahmet ve adalete en uygun bir hüküm olduğu ortaya çıkmıştır. Tevfik ancak Allah'tandır.

 

Şu üç husus fukahanın hadis karşısındaki yaklaşımları olmaktadır:

 

Birincisi: Hidane hakkına sahip olan kadının evlenmesi bu hakkı düşürmez. Hasan el-Basri bu görüştedir ve Yahya b. Hamza da bu doğrultuda hükümde bulunmuştur. Ebu Muhammed b. Hazm'ın görüşü de bu olmaktadır.

 

İkincisi: Kadının evlenmesi kız çocuğu üzerindeki hidane hakkını düşürmez, fakat erkek çocuğu üzerindeki hidane hakkını düşürür. İki rivayetinden birisinde İmam Ahmed bu şekilde söylemiştir.

 

Üçüncüsü: Kadının, çocuğun bir yakınıyla evlenmesi hidane hakkını düşürmez, yabancı birisiyle evliliği ise düşürür. İmam Ahmed'in mezhebinde meşhur olan görüş de budur.

 

İbn Cerir et-Taberi'ye ait dördüncü bir yaklaşım daha bulunmaktadır: Hidane hakkı sahibi kadın, eğer anne ise ve onunla nizada bulunan kimse de baba oluyorsa, evlenmesi durumunda kadının hidane hakkı düşer. Ama kadın teyze veya hidane hakkı sahibi başka bir kadın olursa, bu durumda kadının evlenmesiyle hakkı düşmez. Aynı şekilde hidane hakkı sahibi anne olur, nizada bulunan kimseler de babanın dışında çocuğun akrabalarından birisi bulunursa, kadının evlenmesiyle hakkı yine düşmez.

 

Biz onun sözünü, lehinde ve aleyhinde olan hususları zikredeceğiz. Tehztbu'l-Asaf da Hz. Hamza'nın kızıyla ilgili hadisi zikrettikten sonra şöyle demiştir: "Bu hadiste, küçük kız ve erkek çocuğunun bakımını üstlenecek kimselerden, çocukların babalarından başka birileri İle evli olsalar bile, anne tarafından olan yakınlarının, baba tarafından olan asabelerlnden daha çok hak sahibi olduğuna delalet vardır. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) , iki amcasının oğulları olan Hz. Ali ve Cafer ile Hz. Peygamber tarafından babası Hz. Hamza İle kardeş ilan edilen Zeyd'in, onun kendilerine verilmesi hakkındaki taleplerine rağmen, Hz. Hamza'nın kızının teyzesine verilmesine hükmetmiştir. Teyzesi, o sırada çocuğun babası olmayan başka birisiyle evli bulunuyordu. Bu olay, Hz. Hamza'nın şehit edilmesinden sonra oluyordu. Bu durumda:"Küçük kız ve erkek çocuğunun, tercihte bulunma yaşına ulaşıncaya kadar, baba tarafından olan asabesinin hidane konusunda herhangi bir hakları yoktur; aksine anneleri tarafından olan kadın akrabaları, evli bile olsalar, daha çok hak sahibidirler." şeklinde söyleyenlerin sözlerinin doğru olduğu anlaşılmış olacaktır. ,

 

Burada birisi şöyle diyebilir: Eğer durum size göre, vasfettiğinlz şekilde, küçük kız ve erkek çocuğun annesi ve anne tarafından olan kadın akrabaları, evli olsalar bile hidane konusunda, babanın erkek akrabaları olan asabeden daha çok hak sahibi iseler, bu durum aynı şekilde, evli olan anne ile, çocukların yakın ve uzak babalan arasında da sözkonusu olsaydı ya? Nitekim teyze, babalarından başka birisiyle evli bulunsa bile, çocuklar üzerinde daha çok hak sahibi bulunmaktadır. Anne ile aralarında ne fark vardır ki, ayn ayn mütalaa edilmektedirler?

 

Cevap: Aralarındaki fark açıktır. Şöyle ki, annenin çocukların hidanesi konusunda, babalarından ayrılmış olması durumunda, başka birisiyle evlenmediği sürece daha çok'hak sahibi olduğu konusunda haber-i müstefiz bulunmamakta ve bu konuda bildiğimiz kadanyla haberin hüccetliğine karşı itirazları kabul edilebilecek kimselerin ihtilafları bulunmamaktadır. Bu konuda bir haber de zikredilmektedir. Her ne kadar isnadı üzerinde tenkitler varid ise de, durumunu tavsif etmiş olduğumuz nakil, isnadı zayıf da olsa onun sıhhatine delalet etmektedir. Taberi sonra, Amr b. Şuayb'in, babası ve dedesi aracılığıyla rivayet ettiği: "Evlenmediğin sürece sen, çocuk üzerinde daha çok hak sahibisin." hadisini Müsenna b. es-Sabbah kanalıyla rivayet etmiştir.

 

Sonra şöyle demiştir: Çocuk hakkında anne ile, çocuğun asabesinin niza etmesi durumuna gelince, bu konuda Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zikrettiğimiz: "Çocuğun babasından başka birisiyle evli bulunan teyzesini, çocuğun asabesi olan amca oğullarından daha çok hak sahibi kabul etmesi ve çocuğun ona verilmesine hükmetmesi" şeklindeki sahih hadisi bulunmaktadır. Bu durumda anne, asabeden daha evla olacaktır. İsterse bir başkasıyla evlensin. Zira Hz. Peygamber teyzeyi, asabeye sadece anneye olan yakınlığından dolayı takdim etmiştir. Durum bu şekilde anlattığımız gibi olunca, iki mesele hakkındaki görüşümüzün esası da ortaya çıkmış olur: Birinci meselenin dayanağı bu konuda varid olan haber-i müstefizdir (yaygın haber). Diğerinin dayanağı ise adil ravilerce rivayet edilmiş olan haber-i ahad'dır. Hal böyle iken bunlardan birisinin hükmünü diğerine döndürmek mümkün değildir; zira kıyas sadece hakkında nass bulunmayan hükümler hakkında sözkonusudur. Hakkında Kur'an ya da sünnetten bir nass bulunan konularda kıyasın yeri yoktur.

 

Burada birisi şöyle diyebilir: Siz annenin, çocuğun babasından başka birisiyle evlenmesi durumunda, hidane konusundaki hakkını bu konuda varid olduğunu zannettiğiniz haber-i müstefiz ile düşürüp babayı daha çok hak sahibi kıldınız; oysa ki, siz de biliyorsunuz ki, Hasan el-Basri: "Kadın, evlense bile, çocuğu üzerinde daha çok hak sahibidir." demiştir ve Yahya b. Hamza da bu doğrultuda hükümde bulunmuştur.

 

Cevap: Bize göre, dinde hüccet olan müstefiz bir haberin şartı, ona herhangi bir muhalifin bulunmaması değildir; bilakis hem amel hem de görüş olarak ümmetin alimlerinden hata ve yalan üzerinde birleşmiş olmalarına imkan vermeyecek kadar bir çoğunluğun rivayette bulunmuş olmalarıdır. Ümmetin alimlerinden bu şartı taşıyan bir çoğunluk "kadın, kocasından ayrılıp başka birisiyle evlendiğinde, baba bu durumda kız çocuğu üzerinde anneden daha çok hak sahibidir" şeklinde rivayette bulunmuşlardır. Dolayısıyla bu bağlayıcı bir hüccettir ve buna re'yle (şahsi görüşle) karşı çıkmak caiz değildir. Böyle şahsi bir görüş, hata etmesi caiz olan kimseden sadır olmuş görüştür, (bağlayıcı olamaz). Taberi'nin sözü burada bitti.

 

Taberi'nin bu görüşünün tenkidi, doğru ve hatalı yönleri:

 

"Bu hadiste, küçük kız ve erkek çocuğunun bakımını üstlenecek kimselerden, çocukların babalarından başka birileriyle evli olsalar bile, anne tarafından olan yakınlarının, baba tarafından olan asabelerinden daha çok hak sahibi olduğuna delalet vardır." sözünü ele alalım. Hadiste bu dediğine asla bir delalet bulunmamaktadır. Aksine, hadisin lafızlarından birisinde bunun tam tersine sarahat bulunmaktadır, ki bu Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kız çocuğuna gelince, onu Cafer lehine hükmediyorum." ifadeleridir. Diğer lafız ise: "Çocuğun teyzesine verilmesine hükmetti ve Teyze anne yerindedir.' buyurdu." şeklindedir ki, Taberi'nin delil olarak kullandığı lafız da bu olmaktadır. Bunda mutlak anlamda anne tarafından olan yakınlığın baba tarafından olan yakınlığa mukaddem olduğuna dair bir delil bulunmamaktadır; aksine Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ali ile Cafer'in çocuğu talep davalarını ikrarla karşılaması, baba tarafından olan yakınların da hidane hakkı konusunda hakları bulunduğuna delalet eder. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) burada teyzeyi, hidane hakkına malik kimseler arasında, sadece kadın oluşundan dolayı takdim etmiştir. Teyzeyi babanın yakınları üzerine takdimi, aynen anneyi baba üzerine takdimi gibidir. Hadiste onun iddiasına delalet edecek, anne tarafından yakın olanlar, baba tarafından yakın olan asabeden daha çok hak sahibidirler, şeklinde genel bir lafız bulunmamaktadır ki, anne bir kızkardeşin kızı, atncadan; teyzenin kızı amcadan ve haladan mukaddem olsun. Hadiste, açık olması bir tarafa, buna delalet nerede bulunmaktadır?!

 

"Bu durumda:"Küçük kız ve erkek çocuğunun, tercihte bulunma yaşına ulaşıncaya kadar, baba tarafından olan asabesinin hidane konusunda herhangi bir hakları yoktur..." diyenlerin sözlerinin doğru olduğu anlaşılmış olmaktadır." sözüne geçelim. Bu sizin dediğiniz, hadisten ne ilim ne de zan ölçüsünde anlaşılmamaktadır. Bu hadis sadece şuna delalet etmektedir: Teyze ile evli olan amca oğlu, nikahı altında çocuğun teyzesi bulunmayan amca oğlundan daha evladır. Geriye illetin tahkiki {tahkik-i menat) kalmaktadır: Acaba asabe ciheti, hidane hakkını gerektirmekte midir? Bu konuda İki kişi aynı derecede bulunmuştur. Öyleyse Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zaten hidane hakkı bulunan kimselerden olan çocuğun teyzesiyle evli olanı diğerine tercih mi etmiştir? Nitekim hadisçilerden bir grup bu şekilde anlamışlardır. Yoksa annenin yakını, ki burada teyzedir, çocuk üzerinde babanın asabesinden daha çok hak sahibidir ve bu hakkı evlenmesiyle düşmez şeklinde midir? Evlenmesiyle bu hakkının düşmemesi de: a) Ya evlilik mutlak olarak hidane hakkını düşürmediği içindir. Nitekim Hasan el-Basri ve ona katılanlar böyle düşünmektedirler, b) Ya hidanesi sözkonusu olan (erkek değil) kız çocuğudur, onun içindir. Nitekim, İmam Ahmed'den gelen bir rivayet böyledir, c) Ya da koca çocuğun yakın akrabasıdır. Hidane hakkı hu yüzden düşmemektedir. İmam Ahmed'in meşhur olan görüşü de bu şekildedir, d) Ya da Ebu Cafer et-Taberi'nin dediği gibi, hidane hakkının sahibi, anne dışında bir kadındır ve nizada bulunan da babadır.

 

Bunlar, hadis karşısındaki dört yaklaşım olmaktadır. Ancak Taberi'nin kail olduğu görüş son derece zayıf bulunmaktadır. Çünkü, evlenmesi sebebiyle annenin hldane hakkını düşüren sebep, aynısıyla diğer hidane sahibi kadınların evlenmesi durumunda da sözkonusudur. Teyze nihayet anne yerindedir ve ona benzetilir; dolayısıyla ondan daha kuvvetli olamaz. Anne tarafından olan diğer hidane sahibi kadınların durumu da aynıdır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "annenin diğer yakınlarının, kim olurlarsa olsunlar, evlenmeleri durumunda hidane hakları düşmez" şeklinde genel bir hükümde bulunmamıştır, O sadece, Hz. Hamza'nın kızının bir yakınıyla evli bulunan teyzesi lehine muayyen bir hükümde bulunmuştur.

 

Anne ile anne dışında diğer hidane hakkı sahipleri kadınlar arasında haber-i müstefiz sebebiyle yaptığı ayırımla ilgili sözüne gelince, bununla Taberi, kendi kanaatine göre bir iki kişinin muhalefetiyle bozulmayan "icma"'ı kastetmektedir. Bu görüş, Taberi'nin yalnız başına kail olduğu bir görüştür ve bu konuda ulema ona muhaliftirler.

 

Amr b. Şuayb hadisinin zayıf (vahi) olduğu şeklindeki hükmüne gelince, bu tenkidi hadisin kendisine ulaşan tankına dayalıdır. Çünkü ona ulaşan tarikte Müsenna b. es-Sabbah vardır ve o zayıf ya da "metruk" bir ravidir. Ancak hadisi Evzai, Amr b. Şuayb - babası - dedesi tarikiyle rivayet etmiş ve Ebu Davud da onu Sünen'ine almıştır.

 

Hadis konusunda beşinci bir yaklaşım daha bulunmaktadır; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kız çocuğunun, teyzesinin gözetimine verilmesine hükmetmiştir. Teyzenin evli bulunması buna mani değildir. Çünkü, kız çocuğu teyzenin kocasına, cem (kansıyla aynı nikah altında toplama) yoluyla haram olmaktadır. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizzat bu manaya Davud b. Husayn'ın İkrime ve İbn Abbas senediyle yaptığı rivayette temas buyurmuş ve uzunca verilen hadiste konumuzla ilgili olmak üzere; "Ve sen ey Cafer! çocuk üzerinde daha çok hak sahibisin. Teyzesi senin nikahın altındadır; bir kadın halası yada teyzesi üzerine nikahlanmaz." buyurmuştur. Bu konuda, "çocuğun bakımını üstlenecek kimsenin, çocuğa ebedi olarak haram olan kimselerden olması" gerektiğine dair Hz. Peygamberden gelen genel bir nass yoktur ki, bu yaklaşıma itiraz edilebilsin. Aksine böyle bir şartı aramak, fıkhı kaideler ve şeriatın asılları ile bağdaşmayacak bir husustur. Çünkü, teyze çocuğun bakımını üstlenen kimsenin nikahı altında olduğu müddetçe, kız kardeşinin kızı (yeğeni) ona haram olacaktır. Teyze kocasından ayrıldığı zaman ise, yeğeni de kendisiyle beraber ayrılacaktır. Dolayısıyla böyle bir hükümde temelden bir mahzur bulunmamaktadır. Yine hiç şüphe yoktur ki, bu görüşle amel etmek, kız çocuğu için, hakime durumunun intikal ettirilerek bir yabancıya tevdi edilmesine dair vereceği hükümden de daha uygundur. Zira hakim hidane konusuna bizzat kendisi eğilecek değildir, mutlaka onu bir başkasının gözetimine verecektir.

 

Acaba, bu olay hakkında, hiçbir kimse Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verdiği bu hükmün mahza maslahat, hikmet ve adalet olduğundan; kız için son derece ihtiyatlı ve onu gözetici bir karar bulunduğundan; ona muhalif olan her hükmün mutlaka zulüm ve fesattan uzak olmayacağından ve şeriatın böyle bir hüküm getirmekten münezzzeh bulunduğundan, O'nun hükmünde hiçbir problemin olmadığından, asıl bütün problemlerin ona muhalif olarak getirilen hükümlerde bulunduğundan şüphe edebilir mi? Yardımı ancak Allah'tan isteriz ve sadece ona tevekkül ederiz.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

C) NAFAKA