ZADU’L-MEAD

BEŞİNCİ KİTAP TIBBU'N-NEBİ PEYGAMBER'İN (S.A.)

Sağlık Konusundaki Tutum Ve Öğütleri

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

B) RUHANİ VE TABİİ İLAÇLARLA TEDAVİ

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) basit veya karmaşık ilahi ruhani ve tabii ilaçlarla tedavi konusundaki tutumu şöyledir:

 

1- Nazarın Tedavisi

2- Zehirli Hayvan Sokmalarının Tedavisi

3- Akrep Sokmasının Tedavisi

4- Isırgının Tedavisi

5- Yılan Sokmasının Tedavisi

6- Yara ve Çıbanların Tedavisi

7- Ağrıların Tedavisi

8- Musibet ve Üzüntünün Tedavisi

9- Korku ve Uykusuzluğun Tedavisi

10- Yangının Söndürülmesi

 

1- Nazarın Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nazar değeni tedavi konusunaaki tutumu şöyledir:

 

Müslim, Sahihimde İbn Abbas'tan Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Nazar, gerçektir. Şayet kaderle yarışacak bir şey olsaydı, nazar onunla yarışırdı."

 

Yine Müslim, Sahih'ınde Enes b. Malik'ten rivayeten, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zehirli hayvanlar, nazar ve ısırgı (yan tarafta çıkan yara) için dua okunmasına (rukye) izin vermiştir.

 

Buhari ve Müslim'in Sahihlerinde Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Nazar değmesi, gerçektir." buyurmuştur.

 

Ebu Davud'un Sünen'inde Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Nazar değdiren abdest alır, sonra bundan nazar değen yıkanırdı."

 

Buhari ve Müslim'de Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilir: "Rasülullah bana nazar değmesi için dua okumamı emretti."

 

Tirmizi, Süfyan b. Uyeyne - Amr b. Dinar - Urve b. Amir - Ubeydullah b. Rifa'a ez-Zuraki senediyle Esma bt. Ümeys'in: "Ey Allah'ın elçisi! Beni Cafer'e nazar değer. Onlara dua okuyayım mı?" diye sorduğunu, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet, şayet Allah'ın takdirini geçecek bir şey olsaydı, nazar değmesi onu geçerdi." buyurduğunu zikreder. Hadis, hasen-sahihtir.

 

imam Malik'in, İbn Şihab - Ebu Umame b. Sehl b. Huneyf senediyle rivayetine göre, Amir b. Rebia, Sehİ b. Huneyfi yıkanırken gördüğünde: "Hiç güneş görmeyen ciltler bile bugünkü gördüğüm gibi değildir." dedi. Bunun üzerine Sehl yere yikıliverdi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Amir'e gelerek ona kızdı ve şöyle buyurdu: "Sizden biri kardeşini neden (gözle) öldürüyor? Ona bereket duası yapsaydın ya! Haydi şimdi onun için yıkan." Amir de onun için yüzünü, ellerini, dirseklerini ve dizlerini, ayak topuklarım ve böğürlerini bir kap içerisine yıkadı. Sonra bu su Şehrin üzerine döküldü. Sehl iyileşerek insanlarla yoluna gitti.

 

Yine İmam Malik, bu hadisi Muhammed b. Ebi Ümame b. Sehl - Sehl b. Huneyf senediyle de rivayet eder. Buna göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Nazar değmesi gerçektir, onun için abdest al." buyurdu. Bundan sonra, nazar değmesi dolayısıyla abdest aldı.

 

Abdürezzak, Ma'mer - Tavus - Tavus'un babası senediyle merfu olarak şunu rivayet eder: "Nazar, gerçektir. Şayet kaderi geçecek bir şey olsaydı, nazar onu geçerdi. Birinizin yıkanması istendiğinde, bu kişi yıkansın." Senedi kesintisiz bir şekilde Rasulullah'a ulaştırılmıştır.

 

Zühri der ki: "Nazar değdiren kişiye bir kap getirmesi emredilir. Ellerini bu kaba sokar ve ağzını yıkayıp suyu kaba boşaltır, su alıp yüzünü kapta yıkar. Sonra sol elini daldırıp, sağ dizine, sağ elini daldırıp, sol dizine su döker. Daha sonra böğürlerini yıkar, kap toprağın üstüne konulmaz. Kaptaki bu su, nazar değen kimsenin kafasının arka tarafına bir defada dökülür."

 

Nazar, iki çeşittir: 1) İnsan nazarı, 2) Cin nazarı. Ümmü Seleme'den sahih olarak rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme'nin evinde, yüzünde sarılık izi bulunan bir kız çocuğu gördü ve şöyle buyurdu: "Ona dua okuyun. Çünkü, nazar değmiş."

 

Hüseyn b. Mes'ud el-Ferra şöyle diyor: "Bu hadiste geçen 'sarılık' nazar, yani cin nazarı demektir. O kız çocuğunda cinden ortaya çıkan, ok ucundan daha keskin nazar değmesi vardır."

 

Cabir'den merfu olarak şu zikredilir: "Nazar, kişiyi kabre, deveyi tencereye sokar. "

 

Ebu Said'den rivayete göre, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), cin ve insanların nazarından dolayı Allah'a sığınırdi.

 

Hadisten veya akli ilimlerden fazla nasibi olmayanlardan bir grup, nazar değmesini kabul etmez ve, "O, gerçeği olmayan kuruntudan ibarettir." derler. Bunlar, insanların hadisi ve akli ilimleri en az bileni, en arsızı, en karaktersizi, ruh ve nefis, onların nitelikleri, fonksiyonları ve etkileri hakkında en bilgisizidir. Din ve inançlarının farklı olmasına rağmen, milletlerin aklı başında kişileri, sebebi ve nazarın etki yönü konusunda değişik düşünceleri olsa bile, nazar değmesini red ve inkar etmez.

 

Bir grup da şöyle der: Nazar değdirenin nefsinde kötü bir oluşum meydana geldiğinde, gözünden zehirli bir güç doğup nazar değene ulaşır, böylece zarar görür. Şöyle derler: İşte bu inkar edilemez. Tıpkı, beyaz benekli zehirli yılanlardan doğup insanlara ulaşıp onları telef eden zehirli gücün doğuşu gibi. Bu durum, bu çeşit yılanların bir grubundan yaygın bir şekilde olur; insana bir göz attığında, insan yok olur, tıpkı nazar değdiren gibi.

 

Başka bir grup ise şöyle der: Bazı insanların bakışından nazar değene ulaşıp, onun vücuduna girerek zarar doğuran görülmez ince özler çıkması uzak bir ihtimal değildir.

 

Başka bir grup şöyle der: "Nazar değdirenden asla bir güç sebep veya tesir olmaksızın, nazar değdirenin nazar değenle karşılaşması sırasında dilediği bir zararı yaratmak suretiyle Allah, kanununu yürütmüştür." Bunlar, dünyadaki sebepleri, güçleri ve tesirleri kabul etmeyenlerin düşünceleridir. Onlar, sebep tesir ve sonuçları kendilerine kapatmışlar ve bütün aklı başındakilere karşı çıkmışlardır.

 

Hİç şüphesiz, yüce Allah beden ve ruhlarda, çeşitli güç ve tabiatlar yaratmış, bir çoğuna özellikler ve etkili şekiller vermiştir. Akıllı bir kimsenin, ruhun bedene etkisini kabul etmemesi mümkün değildir. Çünkü bu, hissedilen ve gözle görülen bir durumdur. Sözgelimi, saygı gösterdiği ve çekindiği birisi kendine baktığında insanın yüzünün nasıl müthiş bir şekilde kızardığını, korktuğu biri baktığında da sapsarı kesildiğini görürsünüz. İnsanlar nazar değmesinden hastalanan ve gücü zayıflayanları görmüşlerdir. İşte bütün bunlar, ruhun tesiri sonunda olur. Gözle yakın ilişkisi dolayısıyla, fiil de ona nisbet edilmiştir, yoksa işi yapan gerçek nesne göz değildir. Etki, doğrudan ruha aittir. Ruhlar; tabiatı, gücü, nitelikleri ve özellikleri açısından birbirinden farklıdır. Hased kişinin ruhu, hased edilen kişiye açık bir biçimde eziyet verir. Bu yüzden Yüce Allah, hased edenin şerrinden kendisine sığınmasını Peygamberinden istemiştir. Hased edenin, hased edilene eziyet vermesi, insanlık gerçeğinden uzaklaşanlar dışında kimsenin inkar etmediği bir durumdur. İşte, nazar değmesinin esası da budur. Çünkü hased eden habis nefiste, habis bir oluşum meydana gelir ve hased edilenle karşılaşır, bu özellik dolayısıyla ona tesir eder. Varlıkların buna en çok benzeyeni, beyaz benekli yılanlardır. Çünkü onun zehiri, kuvvetli bir şekilde kendisinde saklıdır. Düşmanıyla karşılaşınca, ondan öfke dolu bir güç doğar, eziyet verici bir biçimde şekillenir. Bu oluşumun, öylesine şiddetli ve güçlüsü vardır ki, cenini düşürür, göze dokunur. Nitekim, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kuyruksuz engerek ve iki beyaz benekli yılanlar hakkında şöyle buyurur: "Bu ikisi gözün nurunu giderir ve cenini düşürür."

 

Habis oluşumların öylesi vardır ki, bu nefsin kötülüğünün şiddeti ve etkili habis şekli dolayısıyla insana yalnızca görmekle etki eder. Etkileme, bedeni yakınlaşmaya bağlı değildir. Nitekim tabiatı ve şeriatı fazla tanımayanlar bunu böyle sanır. Etki bazan yakınlaşma, bazan karşılaşma, bazan görme, bazan ruhun etkileyeceği kişiye doğru yönelişi, bazan dualar, muska ve Allah'a sığınmalar, bazan da vehim ve hayallerle olur. Nazar değdirenin nefsinin etkisi, görmeye bağlı değildir, hatta gözü kör olur da kendisine o nesne tarif edilirse, gözü görmese bile nefsi o nesneyi etkileyebilir. Nazar değdirenlerin bir çoğu, nazar değeni görmeksizin sadece anlatmakla etki eder. Nitekim yüce Allah, Peygamberine şöyle buyurur: "Doğrusu inkar edenler, Kur'an'ı dinlediklerinde nerdeyse seni gözleriyle yıkıp devireceklerdi. "[Kalem. 51] "Ey Muhammed! de ki: Yaratıkların şerrinden, bastırdığı zaman karanlığın şerrinden, düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden, haset ettiği zaman hasetçilerin şerrinden, tan yerini ağartan Rabbime sığınırım."[Felak, 1-5] Her nazar değdiren hasetçidir, ama her hasetçi nazar değdirmez. Madem ki hasetçi nazar değdirenden daha geneldir, öyleyse hasetçiden Allah'a sığınma, nazar değdirenden de Allah'a sığınma demektir. Hasetçi ve nazar değdirenin nefsinden hased edilen ve nazar değene doğru oklar çıkar. Bazan isabet eder, bazan etmezler. Şayet doğrudan ve korumasız bir şekilde isabet ederse, hiç şüphesiz ona etki eder. Ama korkarak veya hazırlıklı bir şekilde isabet ederse, etki etmez. Hatta bu oklar bazan sahibine geri dönerler. Bu hissi, ok atma gibidir. Biri nefis ve ruhlardan, öteki vücut ve bedenlerden. Bunun esası, nazar değdirenin bir şeyi beğenmesi ve bu beğeniyi habis nefsinin oluşumunun izlemesi, sonra nazar değene bakışıyla zehirini kusmaya yardım etmesidir. İnsan bazan bizzat kendisi nazar değdirir, bazan da iradesi olmaksızın, tabiatıyla nazar değdirir. Bu, insan türünden doğan nazarın en aşağılık olanıdır. Bizim mezhebimize mensup olan ve olmayan fukaha şöyle demiştir: "Böyle bir özelliği bulunduğu bilinen kişiyi, devlet başkanı hapseder ve ölünceye kadar nafakasını sağlar." Bu, kesin olarak doğrudur.

 

Bu hastalığın giderilmesi için yapılacak olan, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tedavi yolunu izlemektir. Bu da çeşit çeşittir. Ebu Davud Sünen'lnde, Sehl b. Huneyf'den şu olayı nakleder: Bir sel geldi. Bu sele girdim ve yıkandım. Ateşli olarak çıktım. Bu olay Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iletildi. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Ebu Sabit'e söyleyin. Allah'a sığınsın." Dedim ki: "Efendim! Dua okumak uygun mudur?" Şöyle buyurdu: "Dua okumak, yalnızca nazar değmesi, zehirli varlıklar ve sokma durumunda olur."

 

Bu hadiste geçen "nefis" kelimesi nazar değmesidir. Araplar, "filancaya nefis isabet etti" derler. "Nazar değdi" demektir. "Nafis", nazar değdiren kişidir. "Sokma" akrep vb. nin sokmasıdır.

 

Sığınma ve dualardan bir kısmı, böl bol Felak ve Nas surelerini, Fatiha suresini, ayetu'l-Kursi'yi okumaktır. Başka bir kısmı ise, Hz. Peygamber'in dualarıdır; sözgelimi şu dualar:

 

"Yaratıklarının şerrinden Allah'ın tam kelimelerine sığınırım."

 

"Şeytanın ve haşeratın şerrinden, her türlü nazar değmesinden Allah'ın tam kelimelerine sığınırım.'*

 

"iyi ve kötünün vazgeçemeyeceği, Allah'ın tam kelimelerine, her türlü yaratıkların, gökten inenin göğe çıkanın, yeryüzüne ekilenin ve ondan çıkarılanın, gece ve gündüz fitnelerinin, -ey Rahman Allah'ım- iyilikle doğan yıldız dışındaki yıldızların şerrinden Allah'a sığınırım."

 

fkesinden, cezasından, kullarının kötülüğünden, şeytanların fisıldaşmalarından ve bana gelmelerinden, Allah'ın tam kelimelerine sığınırım."

 

"Aillah'im! Alnından yakaladığının şerrinden yüce rızana ve tam kelimelerine sığınırım. Allah'ım! Günah ve isyanı açığa çıkarırsın, Allah'ım! Seni ordun yenilmez, sözünün aksi çıkmaz; bütün hamd ve tesbihler Sanadır,'

 

"Kendinden daha büyüğü olmayan Allah'ın rızası, iyi ve kötünün vaizi geçemeyeceği tam kelimeleri, bildiğim ve bilmediğim güzel isimleriyle, yaratıkların, ekilenlerin ve çoğalanların, kötülüğünü engelleyemediklerimin şerrinden ve alnından yakaladıklarının şerrinden O'na sığınırım. Şüphesiz Rab; bim, doğru yoldadır."

 

"Allah'ım! Sen Rabbimsin. Senden başka ilah yok. Sana güvendim. Sen büyük Arş'ın Rabbisin. Allah'ın dilediği olur, dilemediği olmaz. Güç ve kudret Allah'tandır. Biliyorum ki Allah herşeye kadirdir, bilgisi herşeyi kuşatmıştır |ve herşeyi tek tek saymıştır. Allah'ım! Nefsimin kötülüklerinden, şeytanın ve ortaklarının kötülüklerinden, alnından yakaladığın her canlının şerrinden Sana sığınırım. Rabbim şüphesiz doğru yoldadır."

 

Nazar değen kimse, dilerse şöyle de dua edebilir:

 

"Kendisinden başka ilah olmayan, benim ve herşeyin ilahı olan Allah'a sığınırım. Benim ve herşeyin Rabbine sarılırım. Ölmeyen Diri'ye güvenirim. Kötülüğü "La Havle ve la kuvvete illa billah" diyerek defederim. Bana Allah yeter, O ne güzel vekildir. Kulların kötülüklerine karşı Allah bana yeter, yaratıklara karşı Allah yeter. Rızık verilenlere karşı gerçek rızık verici yeter. Sadece kendisine güvendiğim bana yeter. Herşeyin yönetimi elinde olan bana yeter. O'na sığınılır, başkasına sığınılmaz. Allah bana yeter. Allah dua edeni işitir. Allah'tan başka dua edecek yoktur. Kendisinden başka ilah olmayan Allah bana yeter. O'na güvenirim. O yüce Arş'ın Rabbidir."

 

Bu dua ve sığınma niyazlarını deneyenler, yararının ne kadar değerli olduğunu ve onlara duyulan ihtiyacı bilirler. Bunlar nazar değdirenin etkisini engeller, etkiledikten sonra ise söyleyenin iman gücü, nefis gücü, kapasitesi, tevekkül ve dayanma gücü ölçüsünde bu etkiyi defeder. Çünkü bunlar silahtır, silahın etkisi de kullanana göredir.

 

Nazar değdiren, gözünün zararından ve nazar değene isabet etmesinden endişe duyuyorsa, şu duayı yapar: "Allah'ım! Ona bereket ver." Nitekim Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da, Sehl b. Huneyf'e nazarı değdiğinde Amir b. Rebia'ya: "Ona bereket duası yapsaydın ya!" buyurmuştur. Yani, "Allah'ım! Ona bereket ver." demesini istemiştir.

 

Nazar değmesinden kurtulma dualarından birisi de, "Bu Allah'ın dileğidir. Kuvvet yalnızca O'ndandır."şeklindedir. Nitekim Hişam b. Urve, babasının, beğendiği bir şey görünce veya bir bahçeye girince bu duayı yaptığını nakleder.

 

Başka bir dua, Cebrail'in (a.s.), Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı duadır (rukye) ki Müslim, Sahih'inde bu duayı nakleder:

 

"Allah'ın adıyla; sana eziyet veren her kötülükten, her nefis veya hasetçi gözün şerrinden Allah'a sığınırım. Allah sana şifa versin. Seni koruması için Allah'ın adıyla O'na sığınırım."

 

Seleften bir grup, nazar değene Kur'an'ın bazı ayetlerinin yazılmasını ve sonra bunu içmesini uygun görürdü. Mücahid şöyle diyor: "Hastanın ayetleri yazıp yıkaması ve içmesinde bir sakınca yoktur." Aynı görüş Ebu Kılabe'den de nakledilir. İbn Abbas'ın, doğurma güçlüğü çeken bir kadına bazı Kur'an ayetlerinin yazılmasını, sonra yıkanıp içirilmesini emrettiği rivayet edilir. Eyyub der ki: "Ebu Kılabe'nin Kur'an'dan bazı ayetleri yazdığını, sonra onu suyla yıkayıp ağrısı olan bir adama içirdiğini gördüm."

 

Nazar değmesinin tedavi yollarından bir başkası, nazar değdirenin koltuk altını, yanlarını ve böğrünü yıkamasının emredilmesidir. Bu böğür konusunda iki görüş vardır: 1) Bu, iki bacak arasıdır, 2) Vücudunun sağ böğrüdür. Bundan sonra su, nazar değenin arkasından ansızın başına dökülür. Bu doktorların kabul etmediği, inkar, alay ve şüphe edenler ile fayda vereceğine inanmayanın ve deneme için yapanların yarannı göremediği bir tedavi yoludur.

 

Tabiatta, tıpçıların sebeplerini kesin olarak bilmedikleri bir takım özellikler vardır; hatta onlara göre bu özellikler düzenlilikten uzaktır, işlevlerini doğrudan kendileri yürütürler. Onlar bunun bile cahiliyken, şer'i özellikleri inkar eden zındık ve bilgisizlerine ne demeli? Ayrıca bu yıkanmayla tedavi olma konusunda, aklı selim sahipleri lehte şahitlik yapmakta ve ikisi arasındaki ilişkiyi kabul etmektedir. Bil ki, yılanın zehirine panzehir kendi elindedir, öfkeli nefsin etkisinin ilacı öfkesinin sakinleştirilmesinde, elini üstüne koyup sıvazlayarak ateşini söndürmekte ve öfkesinin sakinleştirilmesindedir. Bunun durumu, yanında bir ateş parçası olan adam gibidir. O ateş parçasını sana atmak ister de, sen bu ateş onun elindeyken üstüne su döküp onu söndürürsün. Bu yüzden nazar değdirenin şöyle demesi emredilmiştir: "Allah'ım! Ona bereket ver." Böylelikle nazar değene iyilik anlamındaki duayla, bu habis oluşum defedilsin. Çünkü bir şeyin ilacı, onun panzehirindedir. Nüfuz etmek istediğinden dolayı, bu habis oluşum, vücudun ince yerlerinde kendini gösterdiğine göre, koltuk altı ve böğürlerinden daha incesini göremezsin; böğür yerine, avret mahalli de söylenir. Suyla yıkanınca bu oluşumun etkisi ve işlevi ortadan kalkar. Aynı şekilde, şeytani ruhların bu yerlerde bir takım özellikleri vardır.

 

Kısacası, suyla yıkanması bu ateşliliği söndürür ve bu zehirliliği giderir.

 

Burada başka bir durum daha var. Bu, yıkamanın etkisinin vücudun en ince ve hızlı girilecek yerlerinden kalbe ulaşıp, suyla bu ateşliliği ve zehirliliği söndürmesi, böylelikle nazar değeni iyileştirmeğidir. Tıpkı, zehirli varlıklar soktuktan hemen sonra öldürülünce, sokma etkisinin sokulandan hafiflemesi ve bir rahata ermesi gibi. Çünkü kendileri, soktuktan sonra sızıyı sokulana aşılar. Ama öldürülürse, acı hafifler. Sokulanın ferahlaması ve düşmanını öldürmekle nefsine şifa arayan tabiatın acıya karşı güçlenerek onu defetmesi, bu acının azalma sebeplerinden olsa bile, bunlar yapılmış bir takım gözlemlerdir.

 

Kısacası, nazar değdirenin yıkanması kendisinden ortaya çıkan durumu giderir. Yıkanması, nefsinin bu oluşumla şekillenmesi durumunda ancak fayda verir.

 

Şöyle bir itiraz yapılabilir: Pekiyi, yıkanmanın ilişkisi anlaşıldı, ama bu suyun nazar değene dökmülmesi de neyin nesidir? Bu itiraza şöyle cevap verilebilir: Çok yakından ilişkilidir. Çünkü bu su, bu ateşliliğin söndürüldüğü ve nazar değdirenin bu habis oluşumunu ortadan kaldıran bir sudur. Nasıl nazar değdirenin ateşliliği onunla söndürülüyorsa, nazar değdirenle ilişkisinden sonra nazar değenin ilgili yeri de onunla söndürülür ve etkisi ortadan kaldırılır. Demirin soğutulduğu su, tipçıların belirttiği birçok tabii ilaca karıştırılır. Nazar değdirenin ateşliliğinin söndürüldüğü bu suyun, böyle bir hastalığa uygun bir ilaca karışması inkar edilemez. Kısacası, tabiat alimlerinin tıbbı ve tedavisi, Hz. Peygamber'in tıbbına göre, kendilerinin kocakarı ilaçlarına nisbeti gibidir, hatta daha bile azıdır. Çünkü onlarla peygamberler arasındaki farklılık çok büyüktür; onlarla kocakarılar arasındaki farklılık, insanın anlayamadığı derecede büyüktür. Böylelikle hikmet ile şeriat arasındaki kardeşlik sözleşmesini ve birinin diğerine aykırı olmadığını anlamış bulundun. Allah, dilediğini doğruya eriştirir, başarı kapısını çalmayı sürdürenlere her kapıyı açar, sonsuz nimet ve apaçık deliller O'nundur.

 

Nazar değmesinin ilaçlarından ve korunma yollarından birisi, nazar değdirmesinden korkulan kişiye karşı onun etkisini engelleyecek şekilde iyilik ve güzelliklerin saklanmasıdır. Nitekim, Begavi, Şerhu's-Sünne adlı kitabında, sevimli bir çocuk görünce, Hz. Osman'ın nazar değmemesi için, "Çenesindeki gamzeyi karaya boyayın." dediğini nakleder. Bu sözü açıklarken, "gamze"nin, çocuğun çenesinde olduğunu belirtir.

 

Hattabi, Garibu'l-Hadis adlı kitabında, Hz. Osman'ın nazar değen bir çocuk görünce, "Gamzesini karaya boyayın." dediğini nakleder. Ebu Amr şöyle der: Ahmed b. Yahya'ya bu sözünü sordum. "Gamze" ile, çenesindeki gamzeyi kasdettiğini söyledi. Böylece bu sözüyle, "Nazar için çenesindeki bu gamzeli kısmı karaya boyayın." demek istemiştir. Hz. Aişe'den rivayet edildiğine göre, bir gün hutbe okurken Rasulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başında siyah bir sarıkla görmüştür. Hattabi, bu hadisle, "siyah" (desma) sözcüğüne delil getirmek istemiştir. Şair de şu sözünü bundan ilhamla söylemiştir:

 

"Kemal sahibinin nazar değmesinden kendisini koruyacak bir kusura ne de çok ihtiyacı vardır."

 

Nazar değmesine karşı okunan dualardan biri de Ebu Abdillah es-Saci'den rivayet edilen şu duadır: Güzel bir deve üstünde hacca veya savaşa gittiği bir yolculuğunda, yoldaşları arasında nazar değdiren biri vardı. Bir şeye baktığında onu telef ederdi. Ebu Abdillah'a; "Deveni bu nazar değdirenden koru." denilince: "Deveme hiçbir şey yapamaz." cevabını verdi. Ebu Abdillah'ın bu sözü, nazar değdiren adama iletildi. Ebu Abdillah'ın kaybolmasını kolladı. Böyle bir durumda devesinin yanına geldi ve ona baktı. Deve sarsıldı ve yere yıkıldı. Ebu Abdillah geri dönünce, nazar değdirenin ona bakıp nazar değdiğini bildirdiler. Ebu Abdillah: "Onu bana gösterin." dedi, hemen adamı gösterdiler. Yanında durdu ve şu duayı yaptı:

 

"Allah'ın adıyla. Habsun Habis! ve Hacerun Yabis! ve Şihabun Kabis! Nazar değdirenin bakışı kendisinin ve en sevdiğinin olsun. 'Gözünü bir çevir bak, bir çatlak görebilir misin? Bİr aksaklık görmek için gözünü tekrar tekrar çevir bak ama göz umduğunu bulamayıp bitkin ve yorgun düşer."'[Mülk, 3-4] Nazar değdirenin gözbebekleri fırladı ve deve hiçbir şeyi kalmamış biçimde ayağa kalktı.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ilahi rukye ile her şikayete karşı kullanılabilen genel ilaç konusundaki tutumu şöyledir:

 

Ebu Davud, Sünen'inde Ebu'd-Derda'dan şu hadisi rivayet eder: Resulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle derken işittim: "Sizden biri bir şeyden şikayet eder veya kardeşLona bir şikayette bulunursa, şu duayı yapsın:

 

'Yücelerde olan Rabbimiz Allah! İsmin yüce olsun. Gökte ve yerdeki emrin, gökteki rahmetin gibidir. Rahmetini yeryüzüne gönder. Gökte ve yerdeki emrin, gökteki rahmetin gibidir. Rahmetini yeryüzüne gönder. Günah ve hatalarımızı bağışla! Sen iyilerin Rabbisin. Bu acıya karşı, rahmet deryandan rahmet, şifa denizinden bir şifa indir.' Allah'ın izniyle iyileşir.

 

Müslim'in Sahih'inde Ebu Said el-Hudri'den rivayete göre, Cibril (a.s.) Hz. Peygamber'e geldiğinde: "Ey Muhammed! Bir şikayetin mi var?" diye sormuş, Rasulullah "Evet" deyince, şu duayı yapmıştır:

 

"Allah'ın adıyla hasedçi bir nefis ve gözden acını dindirmesi için O'na dua ederim. Allah sana şifa verecektir. Allah'ın adıyla O'na dua ederim."

 

Soru: Ebu Davud'un, "Yalnızca nazar değmesi ve zehirli varlıklar için dua okunur." şeklinde rivayet ettiği hadis için ne dersiniz?

 

Cevap: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bununla başka şeylerde dua edilmeyeceğini kasdetmemiştir. Bilakis bundan kastedilen, göz ve zehirli varlıklar hakkında bundan daha üstünü ve yararlısı olmadığıdır. Hadisin siyakı da bunu gösteriyor. Çünkü Sehl b. Huneyf, nazar değince, "Dua okumakta bir yarar var mı?" diye sormuş ve Rasulullah da: "Yalnızca nazar değmesi ve zehirli varlıklar için dua okunur." buyurmuştur. Bu konudaki diğer genel ve özel hadisler de aynı doğrultudadır. Ebu Davud, Enes'ten Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu rivayet eder: "Yalnızca nazar değmesi, zehirli varlıklar ve yandaki yaralar, (ısırgı) için dua okunur."

 

Müslim'in Sahihinde, yine Enes'ten rivayetle, Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nazar değmesi, zehirli varlıklar ve yandaki yaralar (ısırgı) için dua okumaya izin verdiği rivayet edilir.

 

 

2- Zehirli Hayvan Sokmalarının Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zehirli hayvan sokmasına karşı Fatiha okumasındaki tutumu şöyledir:

 

Buhari ve Müslim, SffA/Merinde Ebu Said el-Hudri'den şu olayı rivayet ederler: Rasulullah'ın ashabından bir grup bir yolculuğa çıkmıştı. Bir Arap obasında konakladılar. Bu obadan kendilerini misafir etmesini istediler, ama oba halkı onları misafir etmeyi kabul etmedi. Bu oba halkının seyyidi bir hayvan tarafından sokulmuştu. Her çareyi aramışlar, ama bulamamışlardı. İçlerinden birisi: "Şu konaklayanlara gitseniz, belki onların birinde bir çare vardır." dedi. Konaklayanların yanına geldiler. Oba halkı onlara şöyle dedi: "Ey topluluk! Seyyidimizi bir hayvan soktu. Yarar sağlayacak her çareyi aradık, ama bulamadık. İçinizde bize yardımı dokunacak olan var mı?" Aralarından biri şöyle dedi: "Evet, ben okuyabilirim. Ama bizi misafir etmenizi istedik, misafir etmediniz. Ortaya bir ödül koyana kadar dua okumayacağım." Bunun üzerine, bir bölüm koyuna anlaşma yaptılar. Bunun üzerine bu adam -Ebu Said- adama doğru gitti ve Fatiha suresini okudu. Adam iyileşti ve bukağısından çözülmüş hayvana döndü. İleri geri yürümeye başladı. Artık onda hiçbir hastalık kalmamıştı. Yaptıkları anlaşma gereği oba halkı ortaya koydukları karşılığı ödediler. Konaklayanlardan bir kısmı, "Bölüşün" dedi. Adama dua okuyan kişi ise: "Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gidene kadar hiçbir şey yapmayın. Durumu ona anlatır, emredeceğini yaparız." dedi. Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldiler ve durumu anlattılar. Şöyle buyurdu: "Bunun rukye (dua) olduğunu nereden bildin?" Sonra sözlerini şöyle sürdürdü: "Doğru yapmışsınız, o koyunları alın ve bana da bir pay ayırın."

 

İbn Mace, Sünen'inde Hz. Ali'den Rasulullah'ın şöyle buyurduğunu rivayet eder: "En iyi ilaç, Kur'an'dır."

 

Bilindiği gibi, bazı sözlerin özellikleri ve tecrübe edilmiş yararlan vardır. Allah'ın diğer yaratıklara üstünlüğü gibi, diğer bütün sözlere üstün olan alemlerin Rabbinin sözü hakkında ne denilebilir? Bu yüce sözler tam şifadır, yararlı koruyucudur, yol gösterici ışıktır, herkese ve herşeye rahmettir, bir dağa indirilseydi azamet ve celaletinden onu çatlatacak durumdadır. Yüce Allah şöyle buyurur: "Kur'an'dan, inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O zalimlerin ise sadece kaybını arttırır."[İsra, 82] Bu ayette geçen "min" (-dan, Kur'an'dan) kelimesi, bölümlemeyi değil, cinsi açıklar. İki görüşün daha sahihi budur. Nitekim şu ayette de böyledir: "(..) Allah, inanıp yararlı işler işleyenlere, bağışlama ve büyük ecir vadetmiştir."[Fetih, 29] Hepsi inanan ve iyi işler işleyenlerdendir. Kur'an'da, Tevrat'ta, İncil'de ve Zebur'da bir benzeri indirilmeyen, Allah'ın kitaplarının bütün anlamlarını kapsayan, Allah'ın -Allah, Rab ve Rahman gibi- bütün temel ve kapsamlı isimlerini, ahiretin varlığının ispatını, tevhidu'r-rububiyye ve tevhidu'l-ilahiyye şeklindeki iki tevhidi içeren, yardım ve hidayeti yalnızca kendisinden istemede Yüce Rabbe ihtiyacı zikreden, mutlak olarak en üstün ve en yararlı duayı belirten Fatiha suresi için ne denilebilir? Kullar ona ne kadar da muhtaçtır. O, emrettiğini yapmak, yasakladığından kaçınmak ve ölünceye kadar bu şekilde dosdoğru olmak suretiyle Allah'ı tanımayı, tevhidi ve O'na ibadeti içeren doğru yolun kılavuzudur. Bu sure, mahluktanın, hakikati tanımak, onu uygulamak, sevmek ve tercih etmek dolayısıyla "Nimet verilenler", hakikati tanıdıktan sonra ondan dönmek dolayısıyla "gazaba uğrayanlar", hakikati tanımadıklarından dolayı "sapkınlar" şeklinde gruplandırılmasını içerir. Bu surede, kaderin, şeriatın, isim ve sıfatların, ahiretin, peygamberlerin, nefislerin arındırılmasının, kalbleri düzeltmenin isbatı, Allah'ın adalet ve ihsanı bütün bid'at ve batıl inançlıların reddedilmesi yer alır. Bunların hemen yanıbaşında da mahlukatın kısımları zikredilir. Biz bütün bunları Medaricu's-Salikin adlı kitabımızda açıkladık. Bu sureyle bazı hastalıklar için şifa istenebilir, sokmalara karşı okunabilir.

 

Kısacası, Fatiha suresinin içerdiği samimi kulluk, Allah'a hamd ve sena, bütün işlerin O'na havale edilmesi, O'ndan yardım isteme, O'na güvenme/ herşeyi O'ndan isteme durumlarının tümü nimet sağlayıcıdır. Fatiha suresi, nimetleri sağlayan, belaları defeden, şifa verici ve yeterli en büyük ilaçlardandır.

 

Fatiha süresindeki rukye (dua) yerinin, "Yalnızca sana kulluk eder, yalnızca senden yardım isteriz." kısmı olduğu belirtilir. Şüphesiz ki bu iki cümle, bu ilacın en kuvvetli bölümlerindendir. Çünkü bu ikisinde, herşeyin Allah'a havale edilmesi ve tevekkül, O'na sığınma ve O'ndan yardım isteme, Allah'a muhtaç olma ve isteklerde bulunma, yalnızca Allah'a ibadetten ibaret olan gayelerin en yücesi ile ibadet konusunda O'ndan yardım istemekten ibaret vesilelerin en şereflisi yer almaktadır. Bir defasında Mekke'de rahatsızlanmıştım. Doktor ve ilaç bulamamıştım. Fatiha suresini okuyarak tedavi olmaya çalışıyor, zemzem suyundan içiyor, suya birkaç defa okuyor, ve sonra suyu içiyordum. Böylece tam bir şekilde iyileştim. Bundan sonra birçok ağrılarımda bu usulü uygular oldum. Böyle bir tedavi yolundan son derece yararlandım.

 

Zehirli hayvanların sokmalarına karşı tedavide Fatiha ve diğerlerini okumakta harikulade bir sır vardır. Çünkü bu varlıklar, daha önce de geçtiği gibi, habis nefislerinin oluşumuyla etki ederler. Silahları, savunma aracı olan zehirleridir. Öfkelenmedikçe sokmazlar. Öfkelendiklerinde zehir harekete geçer ve soktuğu organla onu kusar. Yüce Allah, her derde bir deva vermiştir. Herşeyin panzehiri vardır. Okuyanın nefsi, okunanın nefsine etkide bulunur. İkisinin nefsi arasında etki ve tepki olur. Tıpkı hastalık ile ilaç arasındaki gibi, duyanın nefsi ve gücünün, okuma sonucunda bu derde karşı direnci artar. Allah'ın izni ve ilaç ile hastalığın etki ve tepkisiyle derdi başından defeder.

 

Bu bedeni olduğu kadar, ruhi hastalık ve ilaç hakkında da geçerlidir. Üfürme ve püskürmede, bu rutubet ve havadan, dua okuyan kişiden, zikir ve duadan yardım isteme sözkonusudur. Çünkü okuma, okuyanın kalbinden ve ağzından çıkar. Okuyan kişinin tükürük, nefes ve nefis gibi iç parçaları daha etkili ve aktif olur. İkisinin bileşiminden, ilaçların terkibinde ortaya çıkana benzer etkili bir durum doğar.

 

Kısacası, okuyanın nefsi, bu habis nefislerin karşıtıdır; nefsinin durumuna göre etkisi artar, okumak ve üfürmekle bu sonucu gidermeye yardım ister. Okuyanın nefsi daha kuvvetli olursa, okuma da daha tam olur. Üfürmeyle yardım istemesi, bu habis nefislerin sokmak yoluyla yardım istemesi gibidir.

 

Üfürmede başka bir sır daha vardır. Çünkü, hem iyi, hem de habis ruhlar ondan yardım ister. Bu yüzden de iman ehli kadar, büyücüler de onu uygular. Yüce Allah şöyle buyurur: "(..) Düğümlere nefes eden büyücülerin şerrinden tan yerini ağartan Rabbe sığınırım."[Felak, 4] Çünkü nefis, öfke ve çatışmaya göre şekillenir. Nefeslerini bunların oku olarak gönderir. Bunu üftirme ve etkili durumun yandaşı olan tükürükten bir parça bulunan tükürmeyle gerçekleştirir. Büyücüler, üfürmeyle açık bir biçimde yardım isterler; büyü yapılanın vücuduyla doğrudan ilişki kurmazlar, bilakis düğümlere üfler ve onu bağlarlar, büyülü kelimeleri söylerler. Bunları, büyü yapılanda, süfli ve habis ruhlar aracılığıyla yaparlar. Dua okumada bunların karşısında, okumak suretiyle belanın defedilmesini sağlayan temiz ve an ruh yer alır, üfürmeyle yardım ister. Hangisi daha güçlüyse, onun hükmü geçerli olur. Ruhlar birbirleriyle karşılaşırlar. Onların çatışması ve araçları, bedenlerinki gibidir. Çatışmaları ve araçları birbirinin aynıdır. Hatta ruhların ve bedenlerin çatışma ve karşılaşmasında aslolan, araç ve ordulardır. Ama hissin hakim olduğu kişiler hissin kendisini hakimiyetine alması ve ruhlar aleminden ruhun hükümlerinden ve fiillerinden uzak bulunması dolayısıyla, ruhların etkisini ve tepkisini hissetmezler.

 

Kısacası, ruh, güçlü olur, Fatiha'nın anlamlarıyla yoğrulur, üfürme ve püskürmeyle yardım alırsa, habis nefislerden doğan etkiyle karşılaşır ve onu yokeder. Allah en iyisini bilir.

 

 

3- Akrep Sokmasının Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) akrep sokmasına karşı dua okumakla tedavisi konusundaki tutumu şöyledir:

 

İbn Ebi Şeybe, Müsned'mde Abdullah b. Mes'ud'dan şu hadiseyi rivayet eder: Rasulullah'la (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte namaz kılıyorduk. Secde ettiğinde, bir akrep parmağını soktu. Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) döndü ve şöyle buyurdu: "Ne bir peygamberi, ne de başkasını bırakmayan akrebe lanet olsun." Sonra içinde su ve tuz bulunan bir kap getirilmesini istedi. İhlas, Felak ve. Nas surelerini okuyarak akrebin soktuğu yeri bu kaba koymaya başladı, sonunda sakinleştik.

 

Bu hadiste, tabii ve ilahi kısımlarından oluşan birleşik bir ilaçla tedavi olunabileceği yer alır. Çünkü İhlas suresinde, ilmi i'tikadi tevhidin yüceliği, Allah'ın her ortaklığı reddeden tekliğinin isbatı, mahrukatın ulvisinin ve süflisinin daima kendisine muhtaç oluşu ve O'na yönelişiyle birlikte her yüceliğin isbatını içeren samediyyetin ortaya konulusu, doğmamış ve doğurulmamışlığın, asıl, füru, eş ve benzerin reddedilmesini içeren, eş ve benzerliğin reddi gibi yalnızca bu Surede bulunan ve Kur'an'ın üçte birine denk açıklamalar sözkonusudur. O'nun "Samed" isminde, bütün kemalin ortaya konulusu yer alır. Eş ve benzerinin olmadığının açıklanmasında, benzer ve örnekten uzak oluşu sözkonusudur. Birliğinde, celal sahibi Allah'a herhangi bir ortak bulunmadığı belirtilir. Bu üç esas, tevhidin özüdür.

 

Felak ve Nas (Mu'avvizeteyn) surelerinde, topluca ve tek tek her türlü kötülükten Allah'a sığınma vardır. Çünkü "Yaratıkların şerrinden sığınma", ister bedende, ister ruhta olsun, bütün sığınılacak kötülükleri kapsar. "Bastırdığı zaman karanlığın", yani gecenin ve battığı zaman işaretinin, yani ayın şerrinden sığınma, habis ruhların yayıldığı zamanın kötülüğünden sığınmaktır ki, gündüzün ışığı, bu ruhlar ile yayılışı arasına girer. Gece karanlığı çöküp ay batınca, yayılır ve bozgunculuk yapar.

 

"Düğümlere üfürenlerin şerrinden sığınma", büyücüler ve büyülerinin şişerinden sığınmayı içerir.

 

"Hasetçilerin şerrinden sığınma", hasedi ve nazarıyla acı veren habis nefislerden sığınmayı kapsar.

 

İkinci sure, insan ve cin şeytanlarının kötülüklerinden sığınmayı içine alır. İki sure, her türlü kötülükten Allah'a sığınmayı içerir. Bu ikisinin, olmazdan önce kötülüklerden korunma ve sakınma konusunda büyük bir önemi vardır. Bu yüzden Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ukbe b. Amir'e, her namazdan sonra bu iki sureyi okumayı tavsiye etmiştir. Bu, Tirmizi'nin Cami'inde yer alır.

 

Bunda, namazdan namaza kötülüklerin defolmasını isteme konusunda büyük bir sır vardır. Tirmizi şöyle der: Allah'a sığınanlar, bu ikisinin benzeriyle sığınmamişlardır. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) on bir düğümde büyü yapılmıştı. İşte bu sırada Cibril, bu iki sureyi getirdi. Her ayeti okuyuşunda bir düğüm çözüldü, sonunda bütün düğümler çözülmüş oldu. Böylece Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tam olarak iyileşti.

 

Hadisteki tabii ilaca gelince, tuzda pek çok zehir için fayda vardır, özellikle de akrep sokmasına karşı, Kanun adlı kitabın yazarı (İbn Sina) şöyle diyor: "Akrep sokmasına karşı, keten tohumuyla birlikte tuz sarılır." Başkaları da bunu söylemiştir. Tuzda, zehirlerin çektiği ve girdiğini çeken ve giren bir kuvvet vardır. Akrep sokmasında soğutma, çekmeye ve çıkarmaya ihtiyaç gösteren ateşli bir güç olduğu için, sokma ateşine karşı soğutulmuş su ile çeken ve çıkaran tuz terkibi yapılır. Bu, yapılabilecek ilacın en tamı, en kolayı ve en basitidir. Bu hadiste, akrep sokmasına karşı kullanılacak ilacın soğutma, çekme ve çıkarma olduğu da belirtilmiştir.

 

Müslim, Sahih'inde Ebu Hureyre'den şu hadisi nakleder: Bir adam Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve: "Dün rastladığım bir akrep beni soktu." dedi. Bulun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Akşamleyin, 'Yarattığının şerrinden \llah'ın tam kelimelerine sığınıyorum.' demiş olsaydın, sana bir zarar vermezdi." buyurdu.

 

Bil ki tabii ilahi ilaçlar hastalıklara, hastalık ortaya çıktıktan sonra fayda verir, hastalanmadan önce korur. Hastalanınca, acı verse bile zararlı olmaz. Tabii ilaçlar ise sadece hastalık ortaya çıktıktan sonra fayda verir. Sığınma ve dualar, ya hastalık sebeplerinin doğuşunu engeller, ya da sığınmanın tamlık, güç ve zaafına göre tam bir şekilde etkisini göstermesine mani olur. Dua ve sığınmalar, sağlığı korumak ve hastalığı gidermek için yapılır.

 

Birincisine örnek, Buhari ve Müslim'deki Hz. Aişe'den nakledilen şu hadistir: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yatağa girince avuçlarına "Kul huvallahu ahad" ve Muavvizeteyn'i (Felak ve Nas surelerim) üfürür, sonra yüzüne sürerdi, eli derisine değmezdi.

Ebu'd-Derda'nın rivayet ettiği sığınma hadisi de merfü olarak nakledilir: "Allah'ım! Sen Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Sana güvendim. Sen yüce Arş'ın rabbisin." Bu, daha önce de geçmişti. Rivayette: "Kim bu duayı sabahleyin yaparsa, akşama kadar başına bir musibet gelmez. Kim akşam üzeri yaparsa, sabaha kadar başına bir musibet gelmez." denir.

 

Aynı şekilde Buhari ve Müslim'in Sa/ı/A'lerinde: "Bakara suresinin sön iki ayetini okuyana bu ikisi yeter." hadisi yer ahr.

 

Müslim'in So/ı/ft'inde de şu hadis bulunuyor: "Bir eve giren, 'Yarattıklarının şerrinden Allah'ın tam kelimelerine sığınırım' derse, o evden ayrılıncaya kadar hiçbir şey ona zarar vermez."

 

Ebu Davud'un Stmen'inde şu rivayet vardır: Rasulullah bir yolculukta geceleyin şöyle derdi: "Ey yeryüzü! Benim ve senin Rabbin Allah'tır. Senin şerrinden ve sendeki ve üstündeki varlıkların şerrinden Allah'a sığınırım. Arslandan ve karanlıktan, yılandan ve akrepten, evde oturandan, doğurandan ve doğandan Allah'a sığınırım."

 

İkincisine gelince; yukarıda geçtiği gibi Fatiha okumak, akrep sokmasına ve birazdan anlatılacak olanlara karşı dua okumak bunun örneğidir.

 

 

4- Isırgının Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ısırgılara dua okuması konusundaki şöyledir:

 

Daha önce, Müslim'in Sahih'inde yer alıp, Enes'ten rivayet edilen hadiste, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zehirli hayvanlara, nazara ve ısırgıya (yandaki yara ve çıbana) karşı okumaya ruhsat verdiği geçmişti.

 

Ebu Davud'un Sözen'inde Şifa bt. Abdillah'tan şu hadis rivayet edilir:8 Ben Hafsa'nın yanındayken Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanımıza geldi ve şöyle buyurdu: "Ona yazmayı öğrettiğin gibi, ısırgı duasını da öğretsene."

 

Isırgı (karınca) iki yanda çıkan yaradır. Bu bilinen bir hastalıktır. Hasta, bu yaranın olduğu yerde sanki bir karınca gezinirmiş ve isınrmış gibi hissettiğinden bu şekilde isimlendirilmiştir. İbn Kuteybe ve başkaları şöyle der:

 

Mecusiler, kişinin kızkardeşinden oğuluna karınca remili yapılınca, hastanın iyileştiğini idda ederlerdi. Şairin şu sözü de bunu gösterir: "Bizde yüce topluluğun Örfü dışında, bir ayıp bilinmez. Biz, karınca remili yapmayız. "

 

Hallal şunu rivayet eder: Şifa bt. Abdillah, cahiliyye devrinde ısırgı için dua okurdu. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelince -Mekke'de O'na biat etmişti-, şöyle dedi: "Ey Allah'ın elçisi! Ben cahiliye devrinde ısırgıya karşı dua okurdum. Bunu sana arzetmek istiyorum.'* Bunu şöylece arzetti: "Allah'ın adıyla. Yuvalarından çıkıp dönünceye kadar sasırsın ve kimseye zarar vermesin. Allah'ım! İnsanların Rabbi! Sıkıntıyı gider."

 

Hadiste, kadınlara yazma öğretileceğine delil de vardır.

 

 

5- Yılan Sokmasının Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yılan sokmasına karşı okuduğu dua konusundaki tutumu şöyledir:

 

Daha önce Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)» "Yalnızca nazarda ve zehirli hayvanlarda dua okunur." hadisi geçmişti. Buradaki "hume" (zehirli) yer alan mim fethalı ve şeddesizdir. İbn Mace'nin Sözen'inde, Hz. Aişe'den, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yılan ve akrebe karşı dua okumaya izin verdiği rivayet edilir.'' İbn Şihab ez-Zühri'den rivayete göre şöyle demiştir: Rasülullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından birini yılan soktu. Hz. Peygamber şöyle buyurdu: "Dua okuyacak biri yok mu?" Şu cevabı verdiler: "Ey Allah'ın elçisi! Hazm ailesi, yılana karşı dua okurlardı. Sen duaları yasaklayınca, onlar da okumaz oldular." Hz. Peygamber: "Umare b. Hazm'ı çağırın." dedi. Umare'yi çağırdılar. Resulullah'a, okuduğu duayı nakletti. Hz. Peygamber: "Bir sakıncası yok." buyurdu. Bu konudaki duasını okumaya izin verdi.

 

 

6- Yara ve Çıbanların Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yara ve çıbanlara okuması hakkındaki t şöyledir:

 

Buhari ve Müslim'de Hz Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilir: Bir insan rahatsızlandığında veya yara ve çıbanı olduğunda, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) parmağını şöyle koyar -ravi Süfyan kendi şehadet parmağını yere koyarak Hz. Peygamber'in bu fiilini göstermiştir-, sonra kaldırır: "Allah'ın adıyla, şu arzımızın (bölgemizin) toprağı ile bazımızın tükrüğü, Rabbımızm izniyle hastamıza şifa verilmesi içindir." diyerek şifa dilerdi.

 

Bu, basit, yararlı ve bileşik bir ilaçtır. Yara ve taze çıbanların tedavisinde kullanılan güzel bir ilaçtır, özellikle de başka ilaç bulunmadığında. Çünkü her yerde vardır. Bilindiği gibi, halis toprağın tabiatı soğuktur, kurudur, tabiatın normal gelişmesini ve iyileşme hızını engelleyen, özellikle sıcak bölgelerdeki ve sıcak mizaçlı kişilerdeki yara. ve çıbanların rutubetini kurutucudur. Çünkü yara ve çıbanlardan sonra, çoğu kez sıcak mizacın bozulması gelir. Böylece ülkenin sıcaklığı, mizaç ve yara üçlüsü oluşur. Halis toprağın tabiatı, soğuk ve basit bütün ilaçların soğukluğundan daha çok soğuk ve kurudur. Toprağın soğukluğu, hastalığın sıcaklığına karşılıktır. Özellikle de yıkanmış ve kurutulmuşsa. Yine peşinden habis rutubet ve akıntı gelir. Toprak onun kurutucusudur, iyileşmesini engelleyen habis kuruma ve kurutuculuğun da şiddetini azaltır. Böylece -bununla beraber- hasta organın mizacında bir değişme olur. Organın mizacı normale dönünce, yönetici güçleri kuvvetlenir ve Allah'ın izniyle acıyı ondan defeder.

 

Hadisin anlamı, kendi şehadet parmağının üstüne tükürüp, onu toprağa sürerek bir miktar toprak alması ve bunu yaraya sürmesidir. Bu sözü, Allah'ın adını zikretme bereketi bulunmasından, işi O'na havale etme ve O'na güvenmesinden dolayıdır. Böylece bir ilaç, ötekine katılarak, etkisi artar.

 

"Bölgemizin (arzımızın) toprağı" sözünden maksat, bütün yeryüzü mü, yoksa özellikle Medine toprağı mıdır? Bu konuda, iki görüş vardır. Hiç şüphesiz toprakta bazı özellikler vardır ki, bu özelliğiyle birçok hastalığa karşı fayda sağlar, birçok habis hastalıklar iyileşir. Galenos (Calinus) şöyle diyor: "İskenderiye'de karaciğer ve istiska (hydropisie) hastalığına yakalananları gördüm. Çoğu kez Mısır toprağını kullanırlardı. Bu toprağı uyluklarına, bacaklarına ve kollarına, sırtlarına ve kaburgalarına sürerlerdi. Bundan açık bir şekilde fayda görürlerdi. Bu sürme işte bu şekilde çürük ve şişkin yerlere fayda verir. Fazla kan kaybından dolayı bütün vücudu şişen bir topluluğun bu topraktan apaçık bir fayda gördüğünü bilirim. Başka bir topluluk da bazı organlarında müthiş bir şekilde yerleşmiş müzmin ağrılarına şifa buldu, ağrılar iyileşti ve temelli gitti." Kitabu'l-Mesihi*nin yazarı şöyle diyor: "Knossos (Kunus, Mustaki adası)*tan getirilen toprak, parlak ve temizleyici, yaraları iyileştirici ve kapatıcıdır."

 

Bir takım topraklarda böyle özellikler olduğuna göre, yeryüzünün en temiz ve bereketli toprağı hakkında ne denir? Hz. Peygamberdin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tükrüğüyle karışmış ve Allah'ın adı ve O'na güvenmesi bunun yoldaşı olmuştur. Daha önce de geçtiği gibi, duanın gücü ve etkisi yapana, kendisine karşı dua okunanın tepkisine göre değişir. Bu, erdemli, akıllı ve müslüman bir tıpçının reddetmeyeceği bir durumdur. Niteliklerden herhangi biri bulunmazsa, dilediğini söylesin.

 

 

7- Ağrıların Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağrılara okuma tedavisi konusundaki tutumu şöyledir:

 

Müslim'in, Sahih'inde Osman b. Ebi'l-As'tan rivayet ettiğine göre, Osman, müslüman olduğundan beri vücudunda gördüğü bir ağrıyı Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arzetti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Elini vücudunun ağrı duyduğun yerine koy ve üç defa bismillah, sonra da yedi defa 'Hissetmekte olduğum ve sakınıp sığınmaya çalıştığım şeyin şerrinden Allah'ın izzetine ve kudretine sığınıyorum' de." Bu ilaçta, Allah'ın anılması, işin O'na havale edilmesi, acının şerrinden onu giderecek olan izzetine ve kudretine sığınma vardır. Daha etkili ve faydalı olması için tekrar edilmesi, zararlı maddenin çıkarılması için ilacın tekrarlanması gibidir. Yedi sayısında, başkasında olmayan bir özellik vardır. Sahihayn'dB., Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bazı aile üyelerini sağ eliyle sıvazlayarak dua okuduğu ve şöyle dediği rivayet edilir: "Allah'ım! İnsanların Rabbii Hastalığı gider, şifa ver. Sen şifa vericisin, Senden başka şifa veren yoktur. Öyle bir şifa ver ki, hastalıktan iz bırakmasın." Bu duada, Rubübiyetinin ve rahmetinin kemaliyle Allah'tan bir şifa isteği vat dır; şifa vericinin yalnızca Allah olduğu, O'nun şifasından başka şifa bulu madiği yer alır. Allah'ın tevhidi, ihsanı ve rububiyetiyle şifa dilemeyi içerir.

 

 

8- Musibet ve Üzüntünün Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) musibet ateşi ve üzüntüsünü tedavisindeki t tumu şöyledir:

 

Yüce Allah şöyle buyurur: "Sabredenleri müjdele. Onlara bir musib* geldiğinde 'Biz Allah'ınız ve elbette O'na döneceğiz.' derler. Rablerinin rahmeti ve mağfireti onlaradır. O'nun yolunda olanlar da onlardır. "[Bakara, 155-157] Müsned'de, Hz. Peygamber'in (s:a.) şöyle buyurduğu nakledilir: "Bir musibete uğrayıp, 'Biz Allah'ınız ve O'na döneceğiz. Allah'ım; musibetim konusunda bana ecir ver ve ondan daha iyilisini ver.' derse, Allah da ona musibetinde ecir verir ve daha iyisini bedel kılar. "

 

Bu sözler, musibete uğrayan için en Özlü, dünya ve ahireti konusunda en yararlı ilaçtır. Çünkü iki önemli esası içermektedir ki kul bunları gerçekten tanırsa musibetinden kurtulur:

 

Birincisi: Kulun kendisi, ailesi ve malı gerçekte yüce Allah'a aittir. Allah bunu kendisine emanet olarak vermiştir. Çekip aldığı takdirde, malı emanet edilenden geri alan emanet verici gibidir. Ayrıca kul iki yokluk arasındadır: Kendinden önceki yokluk, kendinden sonraki yokluk. Kulun mülkü, kısa bir süre için emanet bir maldır. Bunun yanisıra, kul bu malı yoktan var etmiş değildir ki mülkü gerçekten ona ait olsun. Var olduktan sonra onu afetlerden koruyacak da, varlığım ilelebet sürdürecek de değildir. Malında hiçbir rolü yoktur, gerçek bir mülkü de yoktur. Ayrıca kul, malında mülkünde, gerçek mal sahibi gibi değil, verilen emir ve yasaklar çerçevesinde hareket eden biridir. Bu yüzden malında, ancak gerçek sahibinin onayladığı tasarruflarına İzin verilir.

 

İkincisi: Kulun dönüşü gerçek mevlası olan Allah'adır. Dünyayı hiç şüphesiz ardında bırakacak ve ilk yaratılışta olduğu gibi ailesiz, malsız ve akrabasız bir şekilde Rabbine gelecektir. Kulun başlangıcı, hayatı ve sonu böyle

 

olduğuna göre, bir varlık dolayısıyla nasıl sevinebilir veya bir kayıp dolayısıyla nasıl üzülebilir. Başlangıcı ve sonu hakkında düşünmesi, bu hastalığın en Önemli ilaçlarındandır. İlaçlarından başka biri de, başına gelecek musibetin ondan şaşmayacağım, başına gelmeyenin de gelmeyeceğini yakinen bilmesidir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Yüryüzüne ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce o, Kitap'ta bulunmasın. Doğrusu bu Allah'a kolaydır. Bu, kaybettiğinize üzülmemeniz ve Allah'ın size verdiği nimetlerle şımarmamanız içindir. Allah kendini beğenip öğünen, hiç kimseyi sevmez. "[Hadid, 22]

 

Musibetin ilaçlarından birisi de, kulun başına gelen musibete bakmasıdır. Bu takdirde Rabbi'nin, benzerini veya daha üstününü kaldırdığını, -şayet sabreder ve razı olursa- bu musibetin kaldırılmasından kat kat büyüğünü rezerv ettiğini şayet dilerse, musibetinden daha büyüğünü yaratacağını görebilir.

 

Başka bir ilacı ise, musibetinin ateşini, başka musibete uğrayanların durumuna bakarak gönlünü soğutmasıdır. Bilsin ki beterin beteri vardır sağına baksın sıkıntıdan başkasını görebilir mi? Soluna baksın, pişmanlıktan başkasını görebilir mi? Dünyaya şöyle bir baktığında, bir sevdiğini kaybetmekten veya kötü bir şey olmasından dolayı belaya uğrayanları, dünyadaki kötülüklerin birer rüya ve kaybolan gölge olduğunu, biraz güldürürse çokça ağlattığım, bir gün sevindirirse sürekli üzdüğünü, pek az faydalandırırsa uzun süre engellediğini, iyilik doldurduğu evi gözyaşına boğduğunu, bir gün sevindirdiyse bir üzüntü gününü sakladığını görür. Abdullah b. Mes'ud (r.a.) şöyle diyor: "Her gülüşten sonra bir ağlayış vardır."

 

Hind bt. en-Nu'man ise şöyle demiştir: "Kendimizi insanların, en üstünü ve zengini görmüştüm. Sonra güneş batar batmaz bizi en fakir olarak gördüm. Gerçekten de, iyilik doldurduğu evi gözyaşına boğması Allah'a aittir."

 

Adamın biri, durumun açıklamasını isteyince şöyle cevaplamış: "Bir sabah, Arapların her biri bizim durumumuzu arzuluyordu. Akşamleyin ise, Araplar bize sadece acıyordu."

 

Bir gün kızkardeşi Hurka bt. en-Nu'man, en iyi durumdayken ağladı. "Seni ağlatan nedir? Belki biri sana acı veriyor." denilince şunu söyledi: "Hayır. Ailemde, rahat bir hayat gördüm, her sevinç dolan ev, üzüntü dolan"

 

İshak b. Talha şöyle anlatıyor: Bir gün onun yanına girdim ve şöyle dedim: "Hükümdarların gözyaşları için ne dersin?" Şu cevabi verdi: "Bugünkü durumumuz, dünkünden daha iyi. Kitaplarda okuduğumuz kadarıyla, her iyilik içinde yaşayan aile, daha sonra gözyaşı da görecektir. Zaman bir topluluğa sevecekleri bir gün gösterirse, hoşlanmayacakları bir gün de gösterir." Sonra şu şiiri söyledi:

 

"Bir zaman insanları yönetiyor, iktidarı elimizde tutuyoruz, Bir de ne görelim ki günün birinde saray hizmetkarı olmuşuz,

 

Nimetleri devam etmeyen şu dünyaya yuh olsun, Bazan bize gülüyor, bazan da bizden kaçıyor."

 

Musibetin bir başka ilacı, sabırsızlığın onu kaldırmayıp kat kat arttırdı ğını bilmektir. Gerçekte sabırsızlık, hastalığı arttırıcı bir unsurdur.

 

Başka bir ilaç ise, sabrın, teslimiyetin -ki bu namaz, rahmet ve Allah'ın sabrın garantisi kıldığı hidayettir- ve Allah'a ait olup, O'na dönüşü kabullenme sevabının yok edilmesinin, gerçekte musibetten daha önemli olduğunu bilmektir.

 

Musibetin başka bir ilacı, sabırsızlığın düşmanı sevindirip dostu üzdüğünü, Rabbini kızdırıp şeytanı sevindirdiğini, ecrini boşa çıkardığını ve kendisini zayıflattığım bilmektir. Sabreder ve ölçülü giderse şeytanı çatlatır, onu eli boş döndürür. Rabbini hoşnut eder, dostunu sevindirir, düşmanını üzer, dostlarının yükünü azaltır ve kendisini teselli etmelerinden önce onları teselli eder. Sebat ve büyük olgunluk işte böylesidir; yoksa yanakları yolmak, elbiseleri parçalamak, beddua ve ağıtlar, kadere öfkelenmek değil.

 

Başka bir ilaç, sabrın ve işi Allah'a havale etmenin ortaya çıkardığı tat ve sevincin, şayet devam ederse, başına gelen musibetin devam etmesiyle ortaya çıkandan kat kat fazla olduğunu bilmektir. Bu konuda kendisine, Rabbine hamdetmesi ve işi O'na havale etmesi dolayısıyla cennetde inşa edilecek hamd köşkü yeter. Şimdi dönüp düşünsün: Hangi musibet daha büyük? Dünya musibeti mi, yoksa ebedi cennetteki hamd köşkünün kaybedilmesi musibeti mi? Tirmizi'de merfu olarak şu hadis vardır: "Kıyamet gününde insanlar, musibet ehlinin gördükleri karşılık için derilerinin dünyada önünç verilmiş olmasını ister. "

 

Seleften biri şöyle diyor: "Dünya musibetleri olmasaydı, kıyamete müflis olarak gelirdik."

 

Musibetin bir çaresi de, Allah'dan daha iyisinin geleceğini umarak kalbini rahatlatmaktır. Allah dışında herşeyin bir bedeli vardır, ama Allah'ın bedeli yoktur. Nitekim bir beyitte şöyle denir:

 

"Kaybettiğin taktirde, herşeyin yerini tutacak biri vardır, Ama Allah'ı kaybedersen onun yerini tutacak asla yoktur.'*

 

Musibetin başka bir çaresi, musibetten payının sadece bu kadar olduğunu bilmektir. Kim hoşnutluk gösterirse hoşnutluk kazanır, kim hoşnutsuzluk gösterirse hoşnutsuzluk kazanır. Musibetten payın senin kabullendiğin kadardır. Payının ister iyisini, istersen kötüsünü seç. Şayet musibet kişide öfke ve küfür doğurursa helak olanlar güruhuna, bir vacibi yapmayarak veya bir haramı işleyerek sabırsızlık ve aşırılık doğurursa aşırılar güruhuna yazılır. Şikayet ve sabır göstermeme doğurursa aldanmışlar güruhuna yazılır. Şayet Allah'a itiraz ve hikmetini tenkit etme durumu doğurursa, zındıklık kapısını çalmış veya oraya girmiş olur. Allah için sabır ve sebat gösterirse sabredenler bölümüne, Allah'ın rızasını kazanırsa rıza kazananlar kısmına, hamd ve şükrederse şükredenler arasına yazılır ve hamdedenlerle birlikte hamd sancağının altında olur. Şayet Rabbine sevgi ve kavuşma sevinci doğurursa, halis aşıklar arasına yazılır.

 

İmam Ahmed'in MüsnecT'mde ve Tirmizi'de, Mahmud b. Lebid'den merfu olarak şu hadis rivayet edilir: "Allah bir topluluğu sevdiğinde onlara bela ve sıkıntı verir. Rıza gösteren O'nun rızasını, öfkelenen de hoşnutsuzluğunu kazanır." Ahmed b. Hanbel, şunu da ilave eder: "Sabırsızlık gösteren de sahırsızlık görür."

 

Musibetin çarelerinden biri, ne kadar sabırsızlık gösterilirse gösterilsin, işin sonunda mecburi bir sabır (sabru'l-ıztırar) olduğunu bilmektir. Böylesi de övgüye ve mükafata değer değildir. Bilgelerden biri şöyle diyor: "Akıllı kişi, bilgisizin günler sonra yaptığını, musibetin daha ilk gününde yapar. Büyükler gibi sabır göstermeyen, hayvanlar gibi teselli bulup avunur." Buhari'de merfu olarak şu hadis vardır: "Sabır, musibetin ilk anında gösterilendir." el-Eş'as b. Kays şöyle diyor: "İnanarak ve karşılığını Allah'tan umarak sabret, aksi halde hayvanlar gibi teselli bulursun."

 

Musibetin bir çaresi de, musibete uğrayanın en yararlı ilacının, sevdiği ve hoşnutluk gösterdiğinde Rabbine ve ilahına teslimiyet olduğunu, sevginin özellik ve sırrının sevgiliye teslimiyet olduğunu bilmesidir. Birini sevdiğini öne sürüp, sonra onun hoşlandığını reddeden ve hoşlanmadığını seven, kendisi aleyhine tanıklık yapmış ve sevgilisini öfkelendirmiş olur.

 

Ebu'd-Derda şöyle diyor: "Allah bir şeyi yarattığında, onunla hoşnut olmak ister." İmran b. Husayn, hastayken şöyle diyordu: "Bana en sevimli olan, O'na en sevimli olandır." Ebu'l-Aliye de böyle derdi.

 

Bu, yalnızca sevenlerle birlikte kullanılabilen bir çare ve ilaçtır. Herkesin bu ilacı kullanması mümkün değildir.

 

Musibetin başka bir çaresi, iki büyük ve sürekli tat ve yarar arasında mukayese yapmaktır: Musibetle yararlanma tadı ve Allah'ın verdiği mükafatla yararlanma tadı. Şayet tercih edebileceği bir durum çıkarsa, üstün olanı tercih eder, başarı ihsan etmesinden dolayı da Allah'a hamdetsin. Her yönde, alt mertebede olanı tercih ederse, aklındaki, kalbindeki ve dinindeki musibe tin dünyasındaki musibetten daha büyük olduğunu bilsin.

 

Musibetin bir başka ilacı, bu belayı verenin hakimlerin hakimi ve merhametlilerin en merhametlisi olduğunu, yüce Allah'ın belayı, yoketmek, azai etmek ve süründürmek için göndermediğini bilmektir. Ondan bir nimeti alması; sabrını, hoşnutluğunu ve imanını sınamak, kalbi kırık bir halde huzurunda O'na sığınarak şikayetini O'na anlatarak tazarru ve niyazda bulunduğunu işitmek ve kapısına geldiğini görmek içindir.

 

Şeyh Abdülkadir şöyle diyor: "Oğlum! Musibet seni yoketmek için gelmemiş, yalnızca sabrım ve imanını sınamak için gelmiştir. Oğlum! Kader, pençeli bir hayvan gibidir. Pençeli hayvan İeş yemez."

 

Kısacası, musibet, ortaya çıkanı şekillendiren örs gibidir. Ya kırmızı altın çıkarır veya büsbütün pislik ve moloz çıkarır. Nitekim bir beyitte şöyle denir:

 

"Onu döktük, sanıyoruz ki gümüştür, Örs demirin molozunu ortaya çıkardı."

 

Bu örs ona dünyada fayda vermezse, önünde en büyük örs var. Kul, dünya örsüne ve kalıbına sokulmasının bu örs ve kalıptan daha İyi olduğunu ve iki örsten birinin zorunlu bulunduğunu bilirse, Allah'ın dünya örsüyle ilgili nimetinin kadrini bilmelidir.

 

Musibetin bir çaresi de, kulun, şayet dünya sıkıntıları ve musibetler olmasaydı, kibir, kendini beğenme, firavunluk ve kalp sıkıntısı gibi hem dünyayı, hem de anketini yoketme sebeplerinin geleceğini bilmesidir. Bazen çeşitli musibetlerle nimetleri kaybettirmesi, merhametlilerin en merhametlisi Yüce Allah'ın, bu hastalıklardan koruyan, kulluğun dosdoğru sürdürülmesini sağlayan, yokedici, habis ve bozuk maddelerden arınmasını ortaya çıkaran bir rahmetidir. Musibet dolayısıyla merhamet eden ve nimetlerle sınayan Allah, her noksandan uzaktır. Nitekim bir beyitte şöyle denir:

 

"Allah bazan -büyük de olsa- belayla nimet verir, Allah kimi toplulukları nimetlerle sınar."

 

Yüce Allah kullarını sıkıntı ve bela hastalıklarıyla tedavi etmeseydi, azarlar, isyan ederler ve haddi aşarlardı. Yüce Allah bir kuluna iyilik dilediğinde, durumuna göre yokedici hastalıklardan arındıran bela ve sıkıntı verir, bu bela ve sıkıntı onu terbiye eder, temizler ve arındırırsa, dünya mertebelerinin en üstünü olan kulluğa ve ahiret sevabının en yücesi olan Allah'ı görme ve O'na yakın olma derecesine yükseltir.

 

Dünyadaki acının ahiretteki tatlının, dünyadaki tatlının ahiretteki acının ta kendisi olduğunu, Allah'ın birini öbürüyle değiştirdiğini bilmek de musibetin bir çaresidir. Geçici bir acıdan sürekli bir tatlılığa geçmek, bunun tersi bir durumdan daha iyidir. Bunu tam anlayamadıysan, Rasulullah'ın şu sözüne bakıver: "Cennet nefse hoş gelmeyen şeylerle, cehennem nefsin şehvetleriyle kuşatılmıştır. "

 

Bu noktada, insanların akılları farklı şeyler anlar, insanların gerçeği ortaya çıkar. Çoğunluğu geçici tatlılığı, yok olmayan sürekli tatlılığa tercih eder, ebedi tatlılık için geçici acıya, ebedi izzet için geçici zillete, afiyet için geçici sıkıntıya katlanmaz. Çünkü önündekini hemen görür, sonrakini ise göremez. İman zayıftır, şehvetin otoritesi ise onu etkisi altında tutmaktadır. İşte bundan da dünyanın tercihi, ahiretin reddedilmesi durumu ortaya çıkar. Böyle bir bakış açısı, işin dış yanına, ilk ve önceki durumlarına bakmaktan ibarettir. Dünya perdesini yırtan ve işin önüne ve sonuna geçebilen etkili bakış açısının farklı bir durumu vardır.

 

Nefsini; Allah'ın dostları ve itaatkar kulları için hazırladığı sürekli nimet, ebedi mutluluk ve büyük kurtuluş ile tembel ve kaybeden kulları için hazırladığı utançlık, ceza ve sürekli pişmanlıklara çağırıver. Sonra kendine layık olanı seç. Herkes kapasitesine göre hareket eder. Herkes kendine uygun olanı ve yakışanı arzular. Bu ilacı daha fazla uzatmayayım. Doktor ve hastanın bu şiddetli ihtiyacı, genişçe yazmayı gerektirdi. Başarı Allah'tandır.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) keder, üzüntü, gam ve hüznün tedavisi konusundaki tutumları şöyledir;

 

Sahihayn'da, ibn Abbas'tan rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzüntülü durumunda şöyle derdi:

 

"Yüce ve hilim sahibi Allah'tan başka ilah yoktur. Yüce Arş'ın Rabbi Allah'tan başka ilah yoktur. Yedi kat göklerin, yeryüzünün ve yüce Arş'ın Rabbi Allah'tan başka ilah yoktur."

 

Tirrriizi'nin Cc/m'inde Enes'ten rivayete göre, bir durum Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güç geldiğinde şöyle derdi: "Ya hayy, ya kayyum! Rahmetinle yardım istiyorum."

 

Yine Tirmizi'de Ebu Hureyre'den rivayete göre, bir durum Hz. Peygamber'i üzdüğünde yüzünü göğe kaldırır ve: "Sübhanellahi'l-Azim = Ey büyük Allah'ım; sen her noksandan uzaksın." derdi. Kendisini duaya verince: "Ya hayy, ya kayyum." derdi.

 

Ebu Davud'un Sünen'inde Ebu Bekre'den rivayete göre, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Üzüntü duası şudur:

 

Allah'ım! Rahmetini umarım. Beni bir an bile nefsime teslim etme. Benim bütün durumumu düzelt. Senden başka ilah yoktur."

 

Yine Ebu Davud'un Sünen'inde, Esma bt. Umeys'ten rivayet edildiğine göre, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona şöyle buyurmuştur:

 

Üzüntülü durumda söyleyeceğin sözleri sana öğreteyim:

 

''Allah Rabbim'dir. O'na hiçbir şeyi ortak koşmam." Bir rivayete göre bu, yedi defa söylenir.

 

Nasıruddin el-Elbani, el-Kelimu't-Tayyib'e (s.73) yazdığı dipnotta, Ömer b. Abdilaziz'in mevlası Hilal b. Ebu Tu'me'ye, kütüb-i sitte ravilerinin biyografilerini yazan Tehzib, Takrib ve Hulasa gibi kitaplarda, her birinin künyeler kısmında bulunmasına rağmen, biyografiler arasında yer verilmediğini sanmıştır. Oysa Tehzib'de aynen şunlar yazılıdır: Ebu Tu'me el-Umevi, Ömer b. Abdilaziz'in mevlasıdır, adı Hilal'dir. Şam'lıdır, Mısır'da oturmuştur. Ömer b. Abdilaziz'den ve Abdullah b. Ömer'den hadis rivayet etmiştir. Ondan da Abdulaziz b. Ömer b. Abdilaziz, Abdurrahman b. Yezid b. Cabir ve Abdullah b. Lehi'a rivayette bulunmuştur. Ebu Hatim şöyle diyor: Ebu Tu'me, Mısır kurrasındandır. Ondan Yezid b. Cabir'in iki oğlu rivayette bulunmuştur. ibn Yunus şöyle diyor: Hilal, Ömer b. Abdilaziz'in mevlasıdır, künyesi Ebu Tume'dİr. Mısır'da kurra idi. İbn Ammar el-Mavsıli şunu söylüyor: Ebu Tu'me, sikadır.

 

İmam Ahmed'in Müsned'inde, İbn Mes'ud'dan rivayete göre Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Birinde hüzün veya keder olunca şunu söylesin:

 

'Allah'ım! Ben senin kulunum, senin kulunun oğluyum, ümmetinden biriyim. Kaderim senin elinde. Benim hakımda senin hükmün geçerli, takdir ettiğin adalettir. Kendine verdiğin, kitabında indirdiğin, yaratıklardan birine öğrettiğin veya gayb bilgisinde kendi tercih ettiğin isminle Senden dilekte bulunuyorum! Yüce Kur'an'ı kalbimin baharı, gönlümün nuru ve üzüntümün cilası kıl. Üzüntümü gider.'

 

Bunu söyleyenden Allah üzüntü ve kederi giderir, yerine sevinç getirir."

 

Tirmizi'de Sa'd b. Ebi Vakkas'tan rivayete göre, Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Yunus peygamber, balığın karnındayken Rabbına şu duayı yapmıştır

 

'Senden başka ilah yoktur. Sen her kusurdan uzaksın. Ben zalimlerden biri oldum.'

 

Müslüman biri bu duayı yaptığında duası mutlaka kabul olunur."

 

Başka bir rivayette şöyledir: "Ben bir söz biliyorum ki, üzüntüye düşen onu söylerse Allah bu üzüntüsünü giderir: Kardeşim Yunus'un sözü."

 

Ebu Davud'un Sünen'ınde Ebu Said el-Hudri'den şu hadis rivayet edilir: Bir gün Resulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) camiye girdi. Ensar'dan Ebu Ümame adındaki biri camide idi. Rasulullah ona: "Ey Ebu Ümame! Hayrola, namaz vakti olmadığı halde camide misin?" diye'sordu. Ebu Ümame: "Üzüntü ve borçlar beni bırakmıyor, ey Allah'ın elçisi!" cevabını verdi. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sana söylediğin takdirde Yüce Allah'ın üzüntünü kaldıracağı ve borcunu ödeme imkanı vereceği bir söz öğreteyim mi?" Ebu Ümame: "Evet, öğret ey Allah'ın elçisi!" deyince, Hz. Peygamber şöyle buyurdu: Sabah ve akşam şunu söyle:

 

"Allah'ım! Üzüntü ve kederden, acizlik ve tembellikten, korkaklık ve cimrilikten, borca batmaktan ve insanların kahrından Sana sığınırım."

 

Ebu Ümame şöyle diyor: "Bunu yaptım.: Yüce Allah da üzüntümü giderdi, borcumu ödeme imkanı verdi."

 

Ebu Davud'un Sünen'inde İbn Abbas'tan rivayete göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah, devamlı istiğfar edenin her üzüntüsünü sevince dönüştürür, her zorluktan çıkış yolu verir, ummadığı yerden onu rızıklandırır."

 

Müsned'de, bir iş kendisini üzdüğünde Resulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem), namaz kılmağa sığındığı rivayet edilir.

 

Yüce Allah şöyle buyurur: "Sabır ve namazla yardım isteyiniz."[Bakara, 45]

 

Sünen'de şu hadis vardır: "Cihad yapınız. Çünkü o, cennet kapılarından biridir. Allah onunla nefislerden gam ve kederi uzaklaştırır. "

 

Ibn Abbas'tan Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Üzüntü ve kederi artan bol bol La havle vela kuvvete illa billah (güç ve kudret yalnızca Allah'tandır.) desin."

 

Sahihayn'da. şu rivayet sabittir: "(Bu söz) cennet hazinelerinden biridir."

 

Tirmizi'de ise şöyledir: "(Bu söz) cennet kapılarından biridir."

 

Bunlar on beş ilaç türünü içerir. Şayet bu dualarla üzüntü, gam ve keder giderilemezse, bu hastalık iyice yerleşmiş, sebepleri kökleşmiş ve büsbütünr bir arınmaya ihtiyaç var demektir.

 

1) Allah'ın rububiyet tevhidi,

2) İlahlık tevhidi,

3) İtikadi-İlmi tevhid,

4) Yüce Allah'ın kuluna zulmetmekten ve onu sebepsiz yere sorumlu tutmaktan uzak oluşu,

5) Kulun bizzat kendisinin zalim olduğunu itiraf edişi,

 

6) Yüce Rabbimize en sevdiği şeylerle, O'nun isim ve sıfatlarıyla! bunların da en kapsamlısı, -Hayy ve Kayyum'dur- dua ediş,

 

7) Yalnızca O'ndan yardım isteyiş,

8) Kulun O'ndan ümit bekleyişini ikrar,

 

9) O'na güvenme, işi O'na havale etme ve kaderinin O'nun elinde Oluşunu, dilediği gibi yaratacağını ve hakkında Allah'ın hükmünün geçerli, bu takdirinin de adalet oluşunu itiraf,

 

10) Kalbini Kur'an bahçelerinde besleyiş, Kur'an'ı kalbi için bahara döndürüş, şüphe ve şehvet karanlıklarına karşı ondan ışık bekleyiş, her kaybettiğine onunla teselli buluş, her musibete karşı onunla gıdalanma, gönül hastalıklarına onunla şifa arama, üzüntüsünün cilası, gam ve kederinin şifası oluşu,

 

11) İstiğfar, af dileyiş,

12) Tevbe,

13) Cihad,

14) Namaz,

15) Güç ve kudretin yalnızca Allah'a ait oluşu.

 

Sözkönusu bu ilaçların bu hastalıklara etki yönü şöyledir: "Yüce Allah Ademoğlunu ve organlarını yaratmış, her birine kaybettiği zaman üzüntü duyacağı kemal durumunu vermiş; onların hükümdarı olan kalbe kaybettiği zaman yerini hastalık ve gam, keder, hüzün gibi acıların cağı'bir mükemmellik vermiştir.

 

Göz yaratılmış olduğu görme özelliğini, kulak yaratılmış olduğu işitme özelliğini ve dil yaratılmış olduğu konuşma özelliğini kaybederse, mükemmelliğini kaybetmiş olur.

 

Kalb; yaratıcısını bilmek, sevmek, tek olarak tanımak, O'nunla sevinmek, sevgisiyle coşmak, O'ndan hoşnut olmak, O'na güvenmek, O'nun için sevmek, O'nun için düşmanlık etmek, sürekli O'nu anmak, O diğer bütün şeylerden kendisine daha sevgili olmak, her şeyden daha çok O'ndan ümid etmek, kalbinde herşeyden çok O'na yer vermek, nimet, sevinç ve lezzetin, hatta hayatın ancak böylece olduğunu gönlüne yerleştirmek için yaratılmıştır. Bu, onun için gıda, sağlık ve hayat yerindedir. Bunları kaybedince, üzüntü, gam ve keder her yandan hızla onu sarar, sürekli teslim alır.

 

Kalbin en önemli hastalıkları, şirk, günah, gaflet, Allah'ın sevdiklerini ve hoşnutluk gösterdiklerini önemsemeyiş, işi O'na havale etmeme, O'na az güvenme, O'ndan başkasına meyil gösterme, takdirine öfkelenme ve verdiği sözde ve tehditte şüpheye düşmedir.

 

Kalbin hastalıklarını düşünürsen, başkasını değil, yalnızca bunları ve benzerlerini sebep olarak görürsün. Başka bir ilacı olmayan çaresi, bu hastalıkların panzehiri olan nebevi ilaçlardır. Çünkü hastalık panzehiriyle giderilir, sağlık benzeriyle korunur. Kalbin sağlığı bu nevebi emirlerle korunur, hastalıkları bu panzehirlerle giderilir.

 

Tevhid, kula hayır, sevinç, tat, ferahlık ve neşe kapılarını açar. Tevbe, kalbi hasta eden bozuk karışım ve maddelerin arındırılması ve karışmaktan korunmasıdır. O, kalbe sevinç, kötülük kapılarını kapatır, tevhid sayesinde mutluluk ve iyilik kapılarını açar, tevbe ve istiğfarla kötülük kapılarını kapatır.

 

Tıp otoritelerinden olan eski bir alim şöyle diyor: "Vücudunun afiyette olmasını isteyen az yesin ve içsin. Kalbinin afiyetini isteyen, günahlarını terketsin." Sabit b. Kurra şöyle diyor: "Vücudun rahatı az yemekte, ruhun rahatı az günahta, dilin rahatı da az konuşmaktadır."

 

Kalb için günah, zehir yerindedir; onu yok etmese de, hiç şüphesiz zayıflatır. Gücü zayıflayınca hastalıklara güç yetiremez. Gönül doktoru Abdullah b. Mübarek bir şiirinde şöyle diyor:

 

Günahların kalpleri öldürdüğünü gördüm. Kalpteki perişanlığı sürekli günah işlemek yaratır,

 

Günahları terketmenin kalpleri dirilttiğini gördüm, Senin için iyi olan, günahlara isyandır."

 

Heves ve arzular, kalbin en büyük hastalıklarından, heves ve arzuya aykırı davranış ise en önemli ilaçlarındandır. Nefis, aslında cahil ve zalim olarak yaratılmıştır. Cehaletinden dolayı nefis, şifasının heveslerine uymakta olduğunu sanır. Halbuki bu, telef ve ölmesidir. Zalim oluşu dolayısıyla nefis, dürüst doktorun dediğini kabul etmez bilakis hastalığı ilaç yerine koyar ve ona güvenir, ilacı hastalık sanır, ondan kaçar. Böylece, hastalığı tercih edip ilacından kaçınması sonucu, doktorları aciz bırakan ve bunlarla beraber şifası imkansızlaşan hastalık ve illetler doğar. En büyük musibet bunu kadere yüklemesi, nefsini temize çıkarması, durumuyla sürekli olarak Rabbini kınaması, sonunda açıktan açığa bu kınamasını diliyle sürdürmesidir.

 

Hasta bu duruma gelince; onun iyileşmesi, sadece Rabbından bir rahmet gelip yeni bir hayat vermesi ve övgüye değer bir yolu benimsetmesi durumunda beklenebilir. Bu yüzden, İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadis, Hahlık ve Rablık tevhidini içermiş, Yüce Rabbı, azamet ve hilimle nitelemiştir. Bu iki sıfat da, en yüce kudret ve rahmeti, iyilik ve bolluğu, ulvi ve süfli alem ile yaratıkların en üst sınırı olan Arş için Rablığın mükemmelliğini gerektirir. Tam Rablık; tevhid, ibadet, sevgi, korku, ümit, ululama ve İtaatin yalnızca O'na ait olmasını gerektirir. O'nun mutlak azameti, O'nda her mükemmelliğin varlığını, her noksan ve benzerliğin bulunmayışını gerektirir. O'nun hilmi, yaratıklarına en yüce rahmet ve iyiliği gerektirir.

 

Kalbin bunu bilmesi ve tanıması Yüce Allah'ı sevmeyi, ululamayı ve tevhidi gerektirir. Neşe, lezzet ve sevinçten, üzüntü, keder ve gam acısını giderecek olan durum doğar. Hastayı sevindiren, ferahlatan ve güçlendiren bir durum olunca, tabiatın bedeni hastalığa karşı nasıl güç kazandığını görürsün. Kalp için bu şifanın ortaya çıkması daha uygun ve iyidir.

 

Ayrıca, üzüntünün sıkıntısı ile üzüntü duasının içerdiği bu niteliklerin genişliğini karşılaştırırsan, bu sıkıntıdan kurtarmak ve kalbin, sevinç ve neşeye boğmak için son derece uygun olduğunu görürsün. Bunu yalnızca kalbinde nurları doğan ve kalbi gerçekleri arayanlar kabul eder.

 

"Ya hayy, ya kayyum, rahmetinle imdat diliyorum." sözünün, bu hastalığı giderme konusundaki etkisi son derece anlaşılır durumdadır. Çünkü "bayat" sıfatı, Allah'ın bütün kemal sıfatlarım içerir ve gerektirir. "Kayyum" sıfatı ise, bütün fiili sıfatlan içerir. Bunun için, Allah'ın dua edilince kabul edilen ve istenince verilen en yüce ismi hayy ve kayyum olmuştur. Tam hayat, bütün hastalık ve acıların zıddıdır. Bu yüzden cennet hayatı mükemmel olduğundan, cennettekilere üzüntü, gam, keder ve herhangi bir afet gelmez. Hayatın noksanlığı, fiillere zarar verir, kayyum sıfatına aykın düşer. Kayyum sıfatının tamlığı, hayat sıfatının mükemmelliği içindir. Mutlak ve tam hayat sıfatıyla diri olanın, mutlaka kemal sıfatı da vardır. Kayyum olana mümkün olanı yapmak asla imkansız değildir. Hayat ve kayyum sıfatlarıyla Allah'tan dilekte bulunmanın, hayata aykırı düşen ve fiillere zarar veren durumun giderilmesinde etkisi vardır.

 

Bunun bir benzeri, hidayete erdirmesi için Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbine, "Cebrail, Mikail ve İsrafil'in Rabbı" diyerek dilekte bulunmasıdır. Çünkü kalbin hayatı, hidayetledir. Yüce Allah, hayatı bu üç meleğe havale etmiştir. Cebrail, kalblerin hayatı olan vahiy meleğidir. Mikail, beden ve ruhların hayatı olan tabiatı yöneten melektir. İsrafil, dünyanın hayatı ve ruhların cesetlere dönüşünün sebebi olan nefhayı üflemekle görevlidir. Yüce Allah'tan, hayatın havale edildiği büyük ruhların Rabbi diyerek dilekte bulunmanın, isteğin elde edilmesinde etkisi vardır.

 

Kısacası, hayy ve kayyum isimlerinin, duaların kabulünde ve üzüntülerin giderilmesine özel bir etkisi vardır.

 

Sünen*de ve Ebu Hatim'in Sahih'inde merfu olarak şu hadis rivayet edilir: "Allah'ın en yüce ismi, şu iki ayettedir: 'Tanrınız bir tek tanrıdır, O merhamet eden, merhametli olandan başka tanrı yoktur.'[Bakara, 163] 'Elif, lam, mim. Allah; O'ndan başka tanrı olmayan, diri (hayy) ve her an yarattıklarını gözetip durandır. (Kayyum)."[Al-İmran, 1-2] Tirmizi, "Bu sahih bir hadistir." diyor.

 

Sünen ve İbn Hibban'ın Sahihinde Enes'ten rivayete göre bir adam şöyle dua etti: "Allah'ım! Senden yalnızca Sana hamd ederek istiyorum. Senden başka tanrı yoktur. Sen ihsan sahibisin, gökleri ve yeri en iyi şekilde yaratansın. Celal ve ikram sahibisin. Ya hayy, ya kayyum." Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Kendileriyle dua edilince duayı kabul ettiği, isteyince verdiği Allah'ın en büyük ismiyle dua etti."

 

Bu yüzden Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendini duaya verince, "Ya hayy, ya kayyum" derdi. ¦

 

"Allah'ım! Rahmetini umuyorum. Beni bir an bile nefsime bırakma. Bütün işimi düzelt. Senden başka ilah yoktur.'* hadisi, ümidin tüm hayır kendisinde olana ait bulunduğunu, yalnızca O'na güvenUdiğini, işin O'na havale edildiğini ve O'na niyaz yapıldığını, işini düzeltmesini, nefsine bırakmamasını ve bu hastalığı gidermekte güçlü bir etkisi bulunan tekliğini belirtmek içindir. "Allah, Rabbimdir. O'na hiçbir şeyi ortak koşmam." hadisi de böyledir.

 

İbn Mes'ud'un, "Allah'ım! Ben senin kulunun oğlu bir kulunum." hadisinde ise, ilahi bilgiler ve kitabımızın boyutunu aşan kulluk sırları vardır. Çünkü bu söz, kendisini, atalarının ve ninelerinin kulluğunu itirafı, kaderinin Allah'ın elinde olup dilediği gibi belirlediğini içermektedir. Kul, Allah olmaksızın bir fayda veya yarar elde edemez; ölüm, hayat ve dirilişe sahip değildir. Çünkü kaderi başkasının elinde bulunan kişinin elinde hiçbir şey bulunmaz, bilakis kaderin sahibi elinde esir ve tartışmasız iktidarının emrinde olur.

 

"Benim hakkımda senin hükmün geçerli olur. Benimle ilgili takdirin adalettir." sözü, tevhidin dayandığı iki önemli temeli içerir:

 

1) Kaderin ve yüce Rabbin kulu hakkındaki hükümlerinin geçerli olduğunun, bundan kurtuluşun ve ona karşı hile yapmanın imkansız olduğunun ispatı yer alır.

 

2) Yüce Allah bu hükümlerinde adaletlidir, kuluna haksızlık yapmaz, bilakis bu hükümlerde adalet ve iyiliğin gereğinden dışarı çıkmaz. Çünkü zulmün sebebi, ya zalimin ihtiyacı, ya bilgisizliği veya akılsızlığıdır. Herşeyi bilen, hiçbir şeye muhtaç olmayan, ama herşeyin kendisine muhtaç olduğu, hakimlerin hakimi birinden böyle bir şey gerçekleşemez. Hiçbir şey O'nun hikmet ve hamdi dışında olmadığı gibi, herşey O'nun kudret ve dilemesindedir. O'nun hikmeti, dileme ve kudretinin etkili olduğu her yerde etkilidir. Bunun için Allah'ın Peygamberi Hud (a.s.), kavmi kendisini ilanlarıyla korkutunca şöyle demiştir: "Doğrusu ben Allah'ı şahit tutuyorum; siz de şahid olun ki, ben O'nu bırakıp koştuğunuz ortaklardan uzağım. Hepiniz bana tuzak kurun, sonra da ertelemeyin. Ben, ancak benim de, sizin de Rabbiniz olan Allah'a güvenirim. Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun. Rabbim elbette doğru yo]dadır."[Hud, 55-56] Yani, her ne kadar yüce Allah, mahlukatın kaderini elinde tutuyor ve dilediği gibi hareket ediyorsa da, O doğru yoldadır; onlar hakkında yalnızca adalet ve hikmetle, iyilik ve rahmetle tasarrufta bulunmaktadır. "Benim hakkımda senin hükmün geçerlidir." sözünün karşılığı ayetin "Hiçbir canlı yoktur ki Allah ona el koymamış bulunsun" kısmına; "Benim hakkımdaki takdirin adalettir" sözü ise ayetin "Şüphesiz Rabbim doğru yoldadır." kısmına uygunluk gösterir. Sonra, yüce Rabbine kulların bildiği ve bilmediği -ki gayb aleminde tercih ettikleri bunlardandır, melek ve peygamberler dahi bunları bilmez- isimleriyle dua etmiştir. Bu en önemli; Allah'ın sevdiği ve isteğin elde edilmesine en yakın dua çeşididir.

 

Sonra, Kur'an'i, kalbi için hayvanların beslendiği bahar kılmasını istemiştir. Kur'an gerçekten de kalbin damarıdır. Yine Kur'an'ı, gam ve kederine şifa kılıp, hastalığı kökünden söken, bedeni sıhhat ve normal durumuna döndüren ilaç yerinde olmasını, Kur'an'ın hüznünü cilalamasını istemiştir. Hasta doğru bir şekilde kullanırsa, bu ilaç ondaki hastalığı gidermeye, ona tam şifa, sağlık ve afiyet vermeye adaydır. Başarıya ulaştıran Allah'tır.

 

Yunus peygamberin duasına gelince; onda, Yüce Allah'ı en yüksek seviyede tek ve noksandan uzak tanıma, kulun kendi zulüm ve gühanını itiraf gibi üzüntü, gam ve keder ilaçlarının ve ihtiyaçların giderilmesinde Yüce Allah için kullanılacak isimlerin en etkilisi vardır. Çünkü, tevhid ve tenzih; Allah için her kemali kabul etmeyi, her türlü noksanı, kusuru ve benzeri reddetmeyi içerir. Zulmün itirafı; kulun şeriate, sevap ve cezaya inancını içerir, üzüntüsünü ve Allah'a sığınmayı, hatasını söylemeyi, kulluğunu kabullenmeyi ve Allah'a ihtiyaç duymayı gerektirir. Burada vesile edinilen tam dört durum vardır: Tevhid, tenzih, kulluk ve itiraf.

 

"Allah'ım! Üzüntü ve kederden Sana sığınırım." şeklindeki Ebu Ümame hadisi, her çifti birbirinin yakını ve eşi olan sekiz şeyden sığınmayı içerir. Keder ve hüzün kardeştir, acizlik ve tembellik kardeştir, korkaklık ve cimrilik kardeştir, borca batmak ve insanların zorbalığı kardeştir. Çünkü, kalbe hoşlanılmayan ve acı veren şeyler geldiğinde, bunun sebebi, ya geçmişteki bir durumchır ki onu kedere boğar, şayet gelecekte olması beklenirse, onu üzer ve kulu çıkarlarından alıkoyar ve engeller; yahut acizlik demek olan kudretsizliktir veya tembellik, iyiliği ve yaran kendisine ve diğer insanlara verdirmemek demek olan isteksizliktir; veyahut da yaran, korkaklık demek olan bedeniyle veya cimrilik demek olan malıyla engellemesidir. İnsanların ona kahır yapması, ya haklı gerekçeye dayanır ki bu borca dalmaktır, ya da haksızdır ki bu da insanların ona zorbalık yapmasıdır. Hadis, her kötülükten sığınmayı içermiştir. İstiğfarın gam, keder ve sıkıntıyı defetmedeki etkisi, din alimlerinin ve her ümmetin akıllı kişilerinin günah ve bozgunculuğunun üzüntü ve kederi, korku ve hüznü, gönül sıkıntısını ve kalp hastalıklarını gerektirdiğini bilme konusunda aynı görüşte birleşmesinden dolayıdır. Hatta günah işleyenler, arzularını yerine getirdiklerinde ve nefisleri usandığında, bunu kalplerindeki sıkıntı, gam ve keder dolayısıyla işlerler. Nitekim ahlaksızlıkların piri şiirinde şöyle diyor: "Bir kadehi zevkle içtim, Diğeriyle onu tedaviye çalıştım. "

 

Günahların ve suçların kalbteki sonucu bu olduğuna göre, onun çaresi tevbe ve istiğfardır.

 

Namaza gelince; namazda kalbi ferahlatan ve güçlendiren, onu açan, neşe ve zevke boğan bir özellik vardır. Namazda, kalp ve ruh Allah ile ilişki kurar, O'na yakm olur. O'nu zikrederek ferahlar, O'na yakararak neşe dolar-, huzurunda durur, O'na ibadette bedenin tümünü, güçlerim ve organlarını kullanır, her organa bundan payını verir, mahlukatla ilgilenmek, karışmak ve konuşmaktan alıkoyar, kalbinin ve organlarının güçlerini Rabbine ve yaratıcısına yöneltir, ancak sağlam kalblerde yer eden en önemli ilaçlardan, ferahlatıcılardan ve gıdalardan olduğu sürece namaz durumunda düşmanından emin olur. Hasta kalpler ise, ancak üstün gıdalar uygun düşen bedenler gibidir.

 

Namaz, dünya ve ahiret iyiliklerinin elde edilmesinde, kötülüklerin defedilmesinde en önemli yardımcılardandır. Namaz, günahtan alıkoyar, kalp hastalıklanm defeder, hastalığı vücuttan atar, kalbi aydınlatır, yüzü ağartır, organlara ve nefse dinçlik verir, rızık getirir, zulmü defeder, mazluma yardım eder, şehvet pisliklerini defeder, nimeti korur, belayı defeder, rahmet indirir, karanlığı aydınlatır, karın ağrılarının pek çoğuna yarar sağlar. İbn Mace, Sünen'inde Mücahid - Ebu Hureyre senediyle şunu rivayet eder: Ebu Hureyre der ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beni, yatarken karın ağrısından şikayet ettiğim halde gördü. Bana şöyle dedi: "Ey Ebu Hureyre! Karnında bir derdin mi var?" "Evet, ey Allah'ın elçisi!" dedim. Bunun üzerine Rasulullah: "Kalk, namaz kıl. Çünkü namazda şifa vardır." buyurdu. Bu hadis Ebu Hureyre'den mevkuf olarak rivayet edilmiştir. Hadisi, Mücahid'e doğrudan Ebu Hureyre söylemiştir ki öyleye benziyor.

 

Şayet zındık bir doktor, namazın ilaç olduğunu kabul etmiyorsa, om tıp diliyle hitap edilir ve: "Namaz, ruh ve bedenin birlikte yaptıkları bir spordur." denilir. Çünkü namazda ayakta durmak, eğilmek, oturmak, intikal vb. yapıldığı sırada çoğu mafsalların hareket ettiği, mide, bağırsak ve diğer sindirim organları gibi iç organların çoğunun eğilip büküldüğü hareketler ve vaziyet alışlar vardır. Bu hareketlerde, maddeleri güçlendirme ve nüfuz etme olduğu inkar edilemez. Özellikle nefis kuvveti ve onun namazda inşirah bulmasıyla tabiat güçlenip, acı defolur. Ama zındığın hastalığı, peygamberlerin getirdiğinden yüzçevirmesi ve onun yerine ilhadı geçirmesi, yalancı ve yüz çeviren mutsuzların gireceği kızgın ateşten başka bir ilacı olmayan hastalıktır.

 

Cihadın üzüntü ve kederi defetmedeki etkisi, vicdanen bilinen bir durumdur. Çünkü nefis, batıl saldırganı, saldırısını ve istilasını kendi başına bırakınca üzüntü ve kederi, hüzün ve korkusu artar. Ama onunla Allah için mücadele ederse, Allah onun hüznünü, gam ve kederini dinçlik, ferahlık ve kuvvetle değiştirir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Onlarla savaşın ki Allah sizin elinizle onları azaplandırsın, rezil etsin ve sizi üstün getirsin de mü'minlerin gönüllerini ferahlandırsın, kalplerindeki Öfkeyi gidersin."[Tevbe, 34-15] Kalbin sıkıntı, hüzün, keder ve üzüntüsünü cihaddan daha hızlı giderecek bir şey yoktur. Yardım yalnızca Allah'tan istenir.

 

"La havle vela kuvvete illa billah"ın hastalığı defetmedeki etkisine gelince; bu sözde, güç ve kudretin yalnızca Allah'a ait olduğu, işin bütünüyle O'na bırakıldığı, O*ndan gelecek hiçbir şeye karşı çıkılamayacağı, ulvi ve süfli alemde her dönüşümün bu çerçevenin dışına çıkamayacağı, bu dönüşüm kuvvetinin ve bütün bunların hepsinin yalnızca Allah'a ait olduğu yer alır. Bazı eserlerde şöyle denir: "Gökten inen ve oraya yükselen bir melek, bunu ancak 'La havle vela kuvvete illa billah*\\t gerçekleştirir." Şeytanı kovmada bu sözün şaşılacak bir etkisi vardır. Yardım yalnızca Allah'tan istenir.

 

 

9- Korku ve Uykusuzluğun Tedavisi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) korku ve uyumayı engelleyen durumun tedavisi hakkındaki tutumu şöyledir:

 

Tirmizi, Cami'inde Büreyde'den şunu nakleder: Halid, Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Allah'ın elçisi! Geceleyin uykum kaçıyor, uyuyamıyoruml" diyerek şikayette bulundu. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona şöyle buyurdu: Yatağına girdiğinde şöyle de:

 

"Yedi kat göklerin ve gölgelendirdiğinin Rabbi, Allah'ım! Yeryüzünün ve taşıdığının Rabbi, Allah'ım! Şeytanların ve saptırdıklarının Rabbi Allah'ım! Bütün mahlukatının kötülüklerine, onların herhangi birinin bana aşın gitmesine veya bana isyan etmesine karşı bana koruyucu ol. Senin koruman ne yücedir, şanın ne yücedir. Senden başka ilah yoktur."

 

Yine Tirmizi'de Amr b. Şu'ayb - babası - dedesi senediyle şu hadis vardır: Rasulullah, onlara korkuya karşı şunu öğretiyordu:

 

"Gazabından ve cezasından, kullarının şerrinden ve şeytanlarının fısıltılarından Allah'ın tam kelimelerine sığınınm. Şeytanların gelmesinden de Sana sığınırım, Rabbim!" Abdullah b. Amr, büyük oğullarına bunları öğretir, küçüklerine yazar ve üstüne asardı. Bu sığınmanın böyle bir hastalıkla ilişkisi açıktır.

 

 

10- Yangının Söndürülmesi:

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yangın ve söndürülmesi konusundaki tutumu şöyledir:

 

Amr b. Şu'ayb - babası - dedesi senediyle Rasulullah'ın şöyle buyurduğu rivayet edilir: "Yangını gördüğünüzde tekbir getirin. Çünkü tekbir onu söndürür. " Çünkü yangının sebebi ateştir. Ateş, şeytanın yaratıldığı maddedir. Yangında maddesi ve fiiliyle şeytana uygun düşen genel bir kötülük vardır. Şeytanın ona yardımı ve uygulaması sözkonusudur. Ateş tabiatı itibarıyla taşkınlık ve bozgunculuğu arar. Bu iki durum, yani yeryüzünde taşkınlık ve bozgunculuk, şeytanın yoludur, onlara çağırır, insanoğlunu onlarla yok eder. Ateş ve şeytandan her biri, yeryüzünde taşkınlık ve bozgunculuğu arzular. Yüce Rabbin ululanması, şeytanı ve fiilini engeller.

 

Bu yüzden Yüce Allah'ı ululamanın yangını söndürmede etkisi vardır. Çünkü Allah'ın yüceliğine kimse karşı duramaz. Müslüman Rabbine tekbir getirdiğinde, tekbiri ateşin ve maddesi ateş olan şeytanın yatıştınlmasında etkili olur, yangını söndürür. Biz ve başkaları bunu denedik. Aynen böyle olduğunu gördük. Allah en iyisini bilir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

A) SAĞLIĞIN KORUNMASI