ZADU’L-MEAD |
DÖRDÜNCÜ KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) CİHADI |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
C) TEBUK GAZASI
1- Kıtlık Yılı ve Savaş Hazırlıkları
2- Ordunun Yola Çıkışı ve Geri Kalanlar
3- Hz. Ali'yi Medine'de Bırakması
4- Ebu Hayseme'nin Pişman Oluşu
5- Ordunun Hıcr'e Varışı
6- Ebu Zer'ln Yalnız Yürüyüşü
7- Ordudaki Münafıklar
8- Tebük'te Yapılan Anlaşmalar
9- Halid b. Velid'in Dümetü'l-Cendel'e
Gönderilmesi
10- Tebük'ten Ayrılış
11- Rasulullah'in (s.a.) Tebük'teki
Hutbesi
12- Rasulullah'ın (s.a.), Tebük'te İki
Namazı Bir Arada Kılması
13- Münafıkların, Rasulullah'a (s.a.)
Tuzak Kurmaya Kalkışmaları
14- Dırar Mescidi ve Yıktırılması
15- Tebük'ten Medine'ye Dönüş
16- Tebük Seferinden Geri Kalanlar
1- Kıtlık Yılı ve Savaş
Hazırlıkları:
Hicretin 9. yılı, Recep ayında vuku bulmuştur.
İbn İshak der ki: Tebük gazvesi; insanların çok büyük bir sıkıntı içinde
olduğu, beldelere kuraklığın hakim olduğu bir zamanda vuku bulmuştur. Ürünler
olgunlaşmış, insanlar ürününün başında ağaçlarının gölgesinde kalmayı arzu
ediyorlar. Bu vaziyette bir yerden başka bir yere gitmeyi istemiyorlar. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sefere çıkacağı zaman genellikle
onu gizlerdi, zamanın elverişsiz oluşu ve meşakkatlerin had safhada bulunuşu
yüzünden bu seferde öyle yapmadı.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), hazırlıklarını sürdürürken, bir gün Selemeoğullarından Ced
b. Kays'a dedi ki: "Ey Ced! Bu yıl Ben? Asfar (Bizanslılar) ile savaşa
gelmez misin?" Ced cevab olarak şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulü! Bana
izin versen de günaha sokmasan daha iyi olmaz mı? Allah'a yemin olsun ki, bütün
kavmimin de bildiği gibi kadınlara benden daha çok düşkün kimse yoktur.
Korkarım ki Beni Asfar'ın kadınlarını görürsem sabredemem, günaha
girerim." Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Sana izin
verdim" diyerek ondan yüz çevirdi.
Şu ayet-i kerime onun
hakkında indi: "İçlerinden öylesi var ki: 'Bana izin ver, beni fitneye
düşürme' der."[Tevbe, 49]
Bir grup münafık
birbirine dedi ki: "Bu sıcakta sefere çıkmayın." Cenab-i Hak onlar
hakkında da şu ayet-i kerimeyi indirdi: "Sıcakta sefere çıkmayın, dediler.
"[Tevbe, 81]
Daha sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sefer hazırlıklarını yoğunlaştırdı, ashab-ı
kirama da hazırlanmalarını emretti. Zenginleri, Allah yolunda bağışta bulunmak
için teşvik etti. İmkanı olanlar ellerinde avuçlarında olanları, sevabını
Allah'tan umarak getirdiler. Bu seferde en büyük bağışı Hz. Osman b. Affan
yaptı. Kimse onun yaptığı ölçüde bağışta bulunamadı.
Ben derim ki: Hz. Osman'ın
bağış miktarı: Çulu ve semeriyle üç yüz deve ve bin dinardı.
İbn Sa'd nakleder ki:
Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Şam'da büyük bir kalabalığın
toplanmakta olduğu, onların yıllık ihtiyaçlarının Heraklius tarafından
karşılandığı, Lahm, Cüzam, amile ve Gassan gibi kabileleri yanına aldığı ve
öncü birliklerinin Belka'ya ulaştığı haberi geldi. Bu arada yedi kişi ağlayarak
Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldiler ve O'ndan kendilerini
teçhizatlandınp savaşa göndermesini istediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) de buna yetecek imkan bulunmadığını söyleyince, bağışta bulunmaya
güç yetirememekten dolayı duydukları hüznün tesiriyle gözyaşı dökerek dönüp
gittiler. Bu yedi kişi: Salim b. Umeyr, Utbe b. Zeyd, Ebu Leyla el-Mazini, Amr
b. Aneme, Seleme b. Sahr ve Irbaz b. Sariye idi. Bazı rivayetlere göre:
Abdullah b. Mugaffel ve Ma'kıl b. Yesar da bu zümrenin içindeydi. Bazılarına
göre ise Tebük seferine katılamayacağı için ağlayanlar, Müzeyne kabilesinin
Mukarrinoğullarından yedi kişiydi. İbn İshak, Amr b. Humam b. el-Cemuh'u da bu
kişiler arasında saymaktadır.
Arkadaşları, Ebu Musa'yı
Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) göndererek, O'ndan kendilerine
binit tedarik etmesini istediler. Bu arada Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) öfkeli olarak geldi ve: "Vallahi ben sizi bir şeye bindiremem,
sizi bindirecek bir şey bulamıyorum." dedi. Daha sonra Allah Rasulü'ne
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) birkaç deve geldi ve onları Ebu Musa ve
arkadaşlarına gönderdi ve şöyle dedi: "Sizi bindiren ben değilim. Fakat
Allah sizleri bindirdi. Allah'a yemin ederim ki ben bir konuda yemin eder de
aksini daha hayırlı görürsem, o hayırlı olanı yapar ve yeminimden dolayı
keffaret veririm."
Ulbe b. Zeyd, gece
yarısı kalktı, namaz kıldı ve ağlayarak şöyle dua etti: "Allah'ım! Sen
cihad etmeyi emrettin ve onu teşvik ettin, sonra bana Rasulün ile birlikte
cihada çıkacak gücü ve imkanı vermedin. Rasulü'nün eline de beni
techizatlandıracak imkan vermedin. Ben de malıma, bedenime ve iffetime dokunarak
bana sıkıntı veren ve benim Allah katında mükafatlandırılmama sebep olan her
hadisenin sevabını her bir müslümana bağışlıyor, tasadduk ediyorum."
Herkesle birlikte sabahladı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bu gece tasaddukta bulunan, Allah için sadaka veren nerde?" diye
seslendi. Kimse kalkmadı. Sonra tekrar: "Nerede o sadaka veren, kalksın
ayağa!" diye seslenince, Ulbe ayağa kalktı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) buyurdu ki: "Müjdeler olsun, Muhammed'in nefsi kudret elinde bulunan
(Allah)'a yemin olsun ki senin sadakan, Allah katında kabul edilen sadakalardan
yazıldı."
Araplardan bir grup
sefere çıkmamak için mazeret ileri sürdüler ve kendilerine izin verilmesini
istediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mazeretlerini kabul etmedi.
İbn Sa'd, bunların seksen iki kişi olduklarını söyler. Abdullah b. Übey b.
Selul, yahudi ve münafık müttefikleriyle birlikte karargahını
Seniyyetü'l-Veda'da kurdu. Denildiğine göre askerlerinin sayısı diğerlerinden
daha az değildi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de, Ensar'dan
Muhammed b. Mesleme'yi yerine vekil olarak tayin etti. İbn Hişam, Siba' b.
Urfuta'nın vekil tayin edildiğini söylerse de birinci rivayet daha kuvvetlidir.
2- Ordunun Yola Çıkışı
ve Geri Kalanlar:
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yola çıkınca, Abdullah b. Übey ve bebarerindeki diğer
münafıklar geri kaldılar. Bu arada müslümanlardan da bir grup geri kaldı.
Bunlar arasında: Ka'b b.
Malik, Hilal b. Ümeyye, Mürare b. Rebi', Ebu Hayseme es-Salimi ve Ebu Zer de
bulunmaktaydı. Ebu Hayseme ile Ebu Zer sonradan yola çıkıp Rasulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yetiştiler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bu savaşa 30.000 asker ve 10.000 at ile hazırlandı. Yirmi gün boyunca
namazlarım kısaltarak kıldı. Heraklius o günlerde Humus'ta idi.
3- Hz. Ali'yi Medine'de
Bırakması:
İbn İshak der ki: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkarken Ali b. Ebi Talib'i
ailesinin yanına bıraktı. Münafıklar bu durumu fırsat bilerek fitne uyandırmak
istediler ve dediler ki: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu ağır
sefer meşakkatini ona yüklememek, onun yükünü hafifletmek için geriye
bıraktı." Bunun üzerine Ali (r.a.) silahım alıp yola çıktı ve Curf denilen
mevkide Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yetişti ve dedi ki:
"Ey Allah'ın Peygamberi! Münafıklar beni koruduğun için geri bıraktığını
iddia ettiler." Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki: "Yalan söylüyorlar, ben seni, yalnızca geride bıraktıklarıma
bakman için bırakıyorum. Geri dön, hem kendi ailen, hem benim ailem için bana
vekalet et. Bana nisbetle sen, Musa'ya nisbetle Harun gibi olmak istemez misin?
Ancak benden sonra nebi gelmeyecektir." Bunun üzerine Hz. Ali Medine'ye
döndü.
4- Ebu Hayseme'nin
Pişman Oluşu:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkıp günlerce yürüdükten sonra idi. Ebu
Hayseme, sıcak bir günde ailesinin yanına dönmüştü. İki hanımını da, bostanı %
içindeki çardaklarında, etrafı sulayarak serinletmiş olarak buldu. Kendisi için
' de su temin etmişler ve yemek hazırlamışlardı. Bostana girince çardağın
kapısında durdu, hanımlarına ve kendisi için hazırladıkları şeylere baktı ve
kendi kendine dedi ki: "Allah'ın Rasulü güneş altında, fırtınalar ve
sıcakla boğuşuyor. Ebu Hayseme serin gölgelikte, yemeği hazırlamış, güzel bir
kadınla b malının yanıbaşında oturuyor. Bu, insaf değil." Sonra şöyle
dedi: "Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yetişinceye kadar hiçbirinizin çardağına girmeyeceğim. Hemen yol azığımı
hazırlayın.'' Kadınlar denileni yaptılar. Sonra devesine bindi ve Hz.
Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramaya başladı ve O Tebük'e varıp
ordugahını kurduğunda O'na yetişti. Ebu Hayseme Rasulullah'ı (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ararken yolda Umeyr b, Vehb b. el-Cumahi ile karşılaşmış, Tebük'e
yaklaşıncaya kadar birbirlerine refakat etmişlerdi. Ebu Hayseme, Umeyr b.
Vehb'e dedi ki: "Ben, günahkarım, Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yanına varıncaya kadar benden ayrılma." Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Tebük'e inerken her ikisi de O'na yaklaşıyorlardı. Oradakiler
dediler ki: "Yolda bu tarafa doğru gelen birisi var." Rasülullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) da bunun üzerine: "Ebu Hayseme olmalı."
dedi ve oradakiler: "Ey Allah'ın Rasulü! Vallahi o, Ebu Hayseme!"
dediler. Devesini çökertip indi ve Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) selam verdi. Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da ona: "Bu,
senin için daha hayırlı Ey Ebu Hayseme!" dedi. Ebu Hayseme, o ana kadar
olanların hepsini anlattı. Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu
dinledikten sonra hayırlar diledi ve hayır duada bulundu.
5- Ordunun Hıcr'e
Varışı:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Semud kavminin bulunduğu bölgedeki Hıcr
mevkiinden geçerken dedi ki: "Buranın suyundan içmeyiniz, namaz için
abdest almayınız, o su ile yoğurduğunuz hamurlan develere yediriniz, siz o
hamurdan yemeyiniz, arkadaşsız dışarı çıkmayınız." Herkes denileni yaptı,
ancak Saideoğullarından iki kişi, biri ihtiyaç dolayısıyla, diğeri de devesini
aramak için dışarı çıkmışlardı. İhtiyacı için çıkan (cin tarafından) çarpıldı.
Devesini aramak için çıkan da fırtınaya kapılıp Tayy kabilesinin dağlarına
kadar sürüklendi. Bu durum Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haber
verildiği zaman: "Tek başınıza çıkmaktan sizi men etmedim mi?"
buyurdu. Daha sonra dua etti ve çarpılan şahıs iyileşti; diğerini de, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye döndükten sonra Tayylılar getirdiler.
Ben derim ki: Sahih-i
Müslim*'de rivayet edilen Ebu Humeyd hadisi şöyledir: Hareket ettik ve Tebük'e
kadar geldik. Rasülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu gece şiddetli
bir rüzgar esecek, hiç biriniz kalkmayın, devesi olanlar devesinin dizini bağlasın."
buyurdu. Şiddetli bir rüzgar esti. Bir kişi kalkmış (dışarı çikmiş)tı. Rüzgar
onu sürükleyip Tayy kabilesinin iki dağına götürdü,
İbn Hişam, Zühri'nin
şöyle dediğini nakleder: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hıcr'a
vardığında elbisesini yüzüne örttü, devesini hızlandırdı ve sonra şöyle dedi:
"Kendi nefislerine zulmedenlerin yurtlarına, ancak ağlayarak girin ki,
onlara isabet eden musibet size de isabet etmesin.
Ben derim ki: Sahih-i
Buhari've Sahih-i Müslim'de İbn Ömer'den şöyle bir rivayet vardır: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurmuştur ki: "Azaba uğrayan şu kavmin
yurtlarına ancak ağlayarak giriniz. Ağlamıyorsanız, girmeyiniz ki onların
uğradığı musibete uğramayasınız."
Sahih-i Buhari'deki
rivayette, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına,
yoğurdukları hamuru yemeyip atmalarını emrettiği kaydedilmektedir.
Sahih-i Müslim'de de,
Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara, hamuru develere
yutturmalarını, suları dökmelerini ve onun yerine sularını develerin su içmek
için geldikleri kuyudan almalarını emrettiği kaydediImektedir. Bu rivayet
Buhari'de de vardır. Ancak bu hadisi nakledenler, Buhari'deki "hamurun
atılması" hadisini nakledenlerin akıllarında tutamadıkları bir çok şeyi
ezberleyip akıllarında tutmuşlardır.
Beyhaki ise ashabın
arasında bir münadinin bağırarak toplanmaları için uyanda bulunduğunu,
toplanınca da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu
zikreder: "Allah'ın gazap ettiği bir kavmin yurduna ne diye
girersiniz!" Bir kişi bağırarak dedi ki: "Merak ediyoruz, Ey Allah'ın
Rasulü!" Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu
ki: "Size bundan daha çok merak edeceğiniz bir haber vereyim mi? İçinizden
biri size, daha önceden olan ve daha sonra da olacak olayları haber veriyor.
Dürüst olunuz ve istikamet üzere bulununuz. Şüphesiz Allah (c.c.) sizlere azab
etmek için vesile aramaz. İlerde Allah öyle bir kavim yaratacak ki onlar
Allah'ın azabına karşı korunmak için hiçbir şey yapmayacaklar. "
İbn İshak der ki:
Müslümanlar susuz kaldılar ve bu durumdan Allah Resulü'ne (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şikayette bulundular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dua
etti. Allah ala bulut gönderdi, herkes kana kana içip yanlarındaki kapları da
doldurun • caya kadar yağmur yağdı.
Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yürüdü, biraz yol aldıktan sonra, devesi
kayboldu. Münafıklardan Zeyd b. Lusayt dedi ki: "Nebi olduğu iddiasında
d&İ ğil mi? Sizlere gökyüzünün haberlerini bildirmiyor mu? Nasıl olur da
devesi nin nerede olduğunu bilmez?" Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) buyurdu ki: "Bir adam şov le şöyle söylemekte..." diyerek
onun söylediği sözleri zikretti ve dedi ki: "Ali* lah'a yemin olsun ki
ben, Allah'ın (c.c.) bana bildirdiğinden başkasını bilmem. Allah Teala devenin
nerede bulunduğunu da bana bildirmiştir. O f lanca vadide ve falanca bölgede.
Yularının takıldığı bir ağaç onu bırakm makta, gidiniz ve onu getiriniz."
Bu söz üzerine gittiler ve deveyi getirdiler.
Yine bu yolda Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kadının bahçesindeki hurmayı on
vesk olarak tahmin etti.
Sonra Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yoluna devam ediyor, bu arada bazıları geri
kalıyor, sefere katılmıyorlar ve: "Filan geri kaldı, falan gelmedi"
diyorlardı. Ra sülullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da bunlara diyordu ki:
"Bırakın, eğer o kimsede bir hayır vat! sa, Allah onu size ulaştıracaktır,
şayet öyle değilse Allah ondan (onun şerrin den) sizi rahata ve selamete
çıkarmıştır."
6- Ebu Zer'ln Yalnız
Yürüyüşü:
Ebu Zer'in (r.a.) devesi
ayak diretip yavaşlayınca, Ebu Zer eşyasını tına aldı ve yürüyerek Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izini takibe başladı. Rasulüllah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir ara konaklamıştı. Müslümanlardan biri
"Ey Allah'ın Rasulü! Surda bir adam tek başına yürüyor." dedi.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da: "Ebu Zer olmalı." diye
karşılık verdi. Biraz daha bakıp kim olduğunu anlayınca, oradakiler: "Ey
Allah'ın Rasulü! Allah'a yemin olsun ki o, Ebu Zer'dir." dediler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Allah,
Ebu Zer'e rahmetiyle muamele etsin! O tek başına yürür, tek başına ölür ve
yalnız olarak diriltilir."
İbn İshak, Abdullah b.
Mes'ud'dan şu rivayette bulunur: Hz. Osman, Ebu Zer'i Rabeze'ye sürünce, orada
öldü. O esnada yanında, yalnızca hanımı ve uşağı vardı. Ölmeden önce hanımına
ve uşağına kendisini yıkamalarını, kefenlemelerini sonra cesedini yolun
ortasına bırakmalarını ve. ilk geçecek kafileye: "Bu Rasulullah'ın
sahabesi Ebu Zer'dir, defni için bize yardım ediniz." demelerini vasiyet
etti. Ölünce vasiyetini yerine getirdiler, onu yolun ortasına bıraktılar.
Abdullah b. Mes'ud, Iraklılara ait bir kafileyle umreye giderken çıkageldi. Yol
üzerindeki cenaze onları korkuttu ve neredeyse deve, cesedini çiğneyecekti. Ebu
Zer'in uşağı kalktı, yanlarına vardı ve dedi ki: "Bu cesed, Rasulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabesi Ebu Zer'indir. Defnedilmesi için bana
yardımcı olunuz." Abdullah b. Mes'ud, ağlamaya ve şöyle konuşmaya başladı:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) doğru söyledi. "O, tek başına
yürür, tek başına ölür ve yalnız olarak diriltilir." Sonra Abdullah b.
Mes'ud ve kafiledeki arkadaşları inip Ebu Zer'i defnettiler. Daha sonra Abdullah
b. Mes'ud oradakilere, Tebük seferinde Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Ebu Zer hakkında söylediği sözü nakletti.
Ben derim ki: Bu
kıssanın sıhhatinde şüphe vardır. Zira Ebu Hatim ibn Hibban, Sahik'inae ve
diğer eserlerinde Ebu Zer'in vefatı olayını anlatmış ve Ümmü Zer'in şöyle
söylediğini nakletmiştir: Ebu Zer'in vefatı yaklaşınca ben ağladım. Ebu Zer:
"Niçin ağlıyorsun?" dedi. "Niçin ağlamayayım? Sen bu şekilde
çöllerde vefat edeceksin, yanımda ne seni kefenleyecek bir kumaş parçası, ne de
defnedebilecek bir imkan var." dedim. Bunun üzerine deki ki: "Ağlama
sana bir müjdem var! Ben Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim de
içinde bulunduğum bir cemaata şöyle dediğini işitmiştim: 'Sizden biriniz çölde
vefat edecek ve müslüman bir topluluk onun vefatında hazır bulunacaktır.' O
cemaatta bulunanların her biri, ya bir köyde veya bir topluluk içinde vefat
etti. Rasullullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işaret ettiği kimse benim.
Allah'a yemin olsun ki ben, ne yalan söyledim, ne de söylediğim bir söz
yalanlandı. Sen yolu gözetle." Dedim ki: "Nasıl olur? Hacılar gitti,
yolcu kalmadı." Dedi ki: "Sen git ve gözetle." Daha sonra Ümmü
Zer şöyle dedi: Bir kum yığınına yaslanmış olarak yolu gözetliyordum. Bazan da
gelip Ebu Zer'in hastalığıyla ilgileniyordum. Biz bu vaziyette iken
bineklerinin üzerinde kartallar gibi yükselen bir grup insan gördüm. Onlara
işaret ettim, hızla bana gelip durdular ve dediler ki: "Hayrola, neyin
var?" "Bir müslüman ölmekte, onu kefenlememiz gerekecek" dedim.
"Kim o?" diye sordular. "Ebu Zer." dedim.
"Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabesi mi?" dediler.
"Evet" dedim. "Anamız babamız ona feda olsun!" diyerek
süratle yanına geldiler. Ebu Zer onlara dedi ki: "Müjdeler olsun size! Ben
Rasulullah'ı (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benim de içinde bulunduğum bir
topluluğa şöyle derken işittim: 'Sizden biriniz çölde vefat edecek ve mü'min
bir topluluk onun vefatında hazır bulunacaktır.' O cemaatte bulunanlardan her
biri, bir topluluk arasında (bir yerleşim merkezinde) ölmüştür. Allah'a yemin
olsun ki ben ne yalan söyledim, ne de bir sözüm yalanlandı. Yanımızda bana ya
da kanma ait bir kumaş parçası bulunsaydı ondan, başkasıyla kefenlenmezdim.
Allah aşkına sizden şunu istiyorum. İçinizden emir, arif (emir yardımcısı), berid
(posta tatarı) veya nakib olarak görev yapan biri varsa beni
kefenlemesin!" Ensar'dan bir genç dışında herkes buna benzer görevlerde
bulunmuşlardı. O genç dedi ki: "O sözünü ettiğin kişi benim amcacığım.
Seni, şu üzerimdeki örtü ve annemin dokuduğu heybemin kumaşlarıyla
kefenleyeyim." Ebu Zer ona: "Beni, sen kefenle." dedi. Ensardan
olan genç kefenledi, hep beraber namazını kıldılar ve defnettiler. Bu
topluluğun tamamı Yemenli idi.
7- Ordudaki Münafıklar:
Tekrar Tebük kıssasına
dönelim.
Münafıkların grubunda
Amr b. A'vf oğullarının kardeşi Vedia b. Sabit ve Selemeoğullarının müttefiki
Eşca' kabilesinden Mahşiy b, Humeyyir adında bir adam vardı. Birbirlerine şöyle
diyorlardı: "Rumlarla savaşmayı Araplarla savaşmak gibi mi sanıyorsunuz?
Vallahi biz sizi yarın mü'minleri korkutmak ve paniğe kaptırmak için iplere
bağlanmış olarak görüyoruz." Mahşi; b. Humeyyir de dedi ki: "Vallahi
şu sözlerinizden ötürü hakkımızda Kur'ar ayeti inmesindense, her birimize yüzer
sopa vurulmasına hükmedilmesini da ha çok yeğlerdim." Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ammar b. Yasir'e dedi ki: "Şu kavmi yetiş,
mahvoldular. Sor bakalım ne söylediler? Şayet inkar ederlerse onlari de ki:
İnkarınızın aksine şöyle şöyle sözler söylediniz." Ammar yanlarına gitti kendisinden
isteneni yerine getirdi. Onlar da gelip Rasulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) özür dilediler. Vedia b. Sabit dedi ki: "Biz lafa dalmış
eğleniyorduk." Bunun üzerine Allah haklarında: "Eğer onlara soracak
olursan 'Andolsun ki biz, sadece lafa dalmış, şakalaşıyorduk!'
derler."[Tevbe, 65] ayetini indirdi. Mahşiy b. Humeyyir dedi ki: "Ya
Rasulallah! Beni adım ve babamın adı geriletti." Mahşiy, yukardaki ayette
affolunduğu bildirilenlerdendi. Daha sonra Abdurrahman adını aldı ve Allah'a,
şehid olarak ölmek ve yerinin bilinmemesi için dua etti. Yemame savaşında şehid
oldu ve izine rastlanmadı.
İbn Aiz, Megazi adlı
eserinde şöyle bir hadise nakleder: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Tebük'te su kaynağının azaldığı bir sırada oraya varmıştı. Kaynak suyundan bir
avuç ağzına aldıktan sonra tekrar geri boşaltır boşaltmaz su kaynadı. Şu ana
kadar da kaynamaya devam etmektedir.
Ben derim ki: Sahih-i
Müslim'de, Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kaynağa gelmeden önce
şöyle dediği nakledilmektedir: "İnşaallah siz, yarın Tebük suyu kaynağına
varacaksınız. Kuşluk vaktine kadar oraya yanaşmayınız. Kim oraya varırsa, ben
gelinceye kadar suyuna el sürmeyiniz." Dediler ki: "Kaynağa geldik,
iki kişi daha önceden oraya gelmişti. Su, ayakkabı bağcığı gibi incecik akıyordu."
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o iki kişiye: "Suya el
sürdünüz mü?** diye sordu. Onlar da: **Evet," dediler. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara, biraz ağır konuştu. Sonra suyu
avuçlarıyla bir yere topladılar. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), o
suyla yüzünü ve ellerini yıkadı, tekrar kaynağına boşalttı ve kaynaktan bol bir
şekilde su akmaya başladı. Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki: "Ey Muaz, sana uzun bir hayat nasip olsaydı çok geçmeden
buraların bahçelerle dolduğunu görürdün."
8- Tebük'te Yapılan
Anlaşmalar:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tebük'e gelince, Eyle kralı yanına geldi. Sulh
yaptılar. Eyleliler cizye verdi. Cerba ve Ezruh halkı da cizye ödediler.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da onlara eman verildiğini bildiren
bir yazı yazdı. Eyle kralına yazdığı yazı şöyle idi:
"Bismiilahirrahmanirrahim. Bu Allah'tan ve Allah'ın Peygamberi Muhammed'den
Yuhanna b. Ru'be ve Eyle halkına verilen bir emandır. Karadaki ve denizdeki
vasıtaları, (ve bu vasıtalardaki Eyleliler) Ey lehlerle birlikte bulunan Şam ve
Yemen halkıyla sahilde bulunanlar da Allah'ın ve Muhammed Peygamber'in
himayesindedirler. Onlardan kim bir kötülük işlerse, onun malı korunmayacaktır
ve o mal alan kimseye aittir. Su almak isteyeni ve karada, denizde yolculuk
etmek isteyeni engellemek helal değildir.
9- Halid b. Velid'in
Dümetü'l-Cendel'e Gönderilmesi:
İbn İshak der ki: Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Halid b. Velid'i Dumetü'l-Cendel'de Ükeydir b.
Abdilmelik'e gönderdi. Ükeydir, Kindeliler'den olup hıristiyandı ve
Dümetü'l-Cenderin kralı idi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Halid b.
Velid'e dedi ki: "Onu yaban sığın avlarken bulacaksın." Halid (r.a.)
yola çıktı. Mehtaplı ve berrak bir gecede Ükeydir'in kalesine gözle
görülebilecek kadar yaklaştılar. İTerasta karısıyla beraberdi. O sırada bir
yaban öküzü gelip boynuzlarıyla sarayın kapısını tırmalamaya başladı. Karısı
Ükeydir'e dedi ki: "Daha önce hiç böylesini görmüş müydün?" O da:
"Hayır, vallahi görmedim." dedi. Karısı: "Kim bunu yakalamadan
bırakır?" dedi. Ükeydir: "Hiç kimse." diye karşılık verdi. Sonra
aşağı indi, atı eğerlendi. Ükeydir atma bindi, yanında aralarında Hassan
adındaki kardeşinin de bulunduğu ailesinden bir grup vardı. Hep beraber
atlarına binip yaban öküzünü kovalamaya başladılar. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) süvarileri Ükeydir'i yakaladılar, kardeşini de
öldürdüler. Üzerinde atlastan yapılmış ve altınla işlenmiş bir cübbe vardı.
Halid, bu cübbeyi alıp kendisi gitmeden önce Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gönderdi. Sonra Ükeydir'i Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
getirdi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ükeydir'in kanını
bağışladı. Onunla cizye ödemesi şartıyla sulh yaptı ve sonra serbest bıraktı, o
da ülkesine döndü.
İbn Sa'd der ki:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Halid'i dört yüz atlıyla birlikte
gönderdi. Sonra (İbn İshak'ın naklettiği) olayları zikrettikten sonra dedi ki:
Halid b. Velid, Ükeydir'e, Dumetü'l-Cendel'in kapısını açması şartıyla,
Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelinceye kadar eman verdi. Ükeydir
teklifi kabul etti ve iki bin deve, sekiz yüz at, dört yüz zırh ve dört yüz
mızrak vermeyi kabul ederek barış anlaşması yaptılar. Ganimetten, Rasulullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkı ayrılıp, beşte biri de çıkarıldıktan sonra
geri kalanı mücahidler arasında taksim edildi ve her bir mücahide beş hisse
düştü.
İbn aiz, bu habere şunu da ilave eder:
Ükeydir, yaban öküzü ile ilgili olarak dedi ki: "Vallahi bu hayvanın bize
geldiğini dün geceye kadar hiç görmemiştim. İki üç gündür aklımdan
geçiriyordum. Allah böyle takdir etmiş."
Musa b. Ukbe der ki: Yuhanna,
Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanındayken Ükeydir'İe bir araya
geldiler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), her ikisini de İslam'a
davet etti, fakat yanaşmadılar, cizye ödemeyi kabul ettiler. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu iki kişiyle Dumetü'l-Cendel, Tebuk, Eyle ve
Teyma üzerine sulh anlaşması yaptı ve onlara bu konuda yazı yazdı.
10- Tebük'ten Ayrılış:
Tekrar Tebük kıssasına
dönelim: ibn İshak der ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) on küsur
gün Tebük'te kaldı. Sonra Medine'ye doğru yola çıktı. Yolda Müsakkak vadisinde,
kaya kovuğundan çıkan ve ancak bir, iki en çok üç kişinin susuzluğunu gideren
bir kaynak vardı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kim bizden
önce suya varırsa, biz gelinceye kadar kimse ondan içmesin." dedi.
Münafıklardan bir grup, önceden gidip sudan içtiler. Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) suyun başına geldiğinde sudan bir eser görmedi ve:
"Bizden önce suya kim geldi?" diye sordu. "Filan filan gedi ya
Rasulallah!" denildi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben
gelinceye kadar su içmelerini men etmemiş miydim?" dedi ve onları
lanetleyip beddua etti. Sonra inip elini kaynağın ağzına koydu. Eline bir
miktar su dökülmeye başladı, sonra o sudan kaynak yerine serpti ve elini oraya
sürdü ve bir süre dua ve niyazda bulundu, akabinde öyle bir su fişkırdı ki
-duyanların söylediğine göre- suyun sesi yıldırımların sesini andırıyordu.
Herkes kana kana içti ve her türlü ihtiyaçlarını giderdiler. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Şayet yaşarsanız, ya da sizden
biriniz sağ kalacak olursa bu vadinin, kendinden önceki ve sonraki vadilerden
daha münbit olduğunu duyacaksınız."
Ben derim ki: Sahih-i
Müslim'de şöyle bir rivayet vardır: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onlara dedi ki: "İnşallah siz, yarın Tebük suyuna varacaksınız. Kuşluk
vakti olmadan yanına yaklaşmayın, kim yanına varırsa suyuna el sürmesin."
Bu hadis daha önce de geçmişti.
Şayet burada bir olay
sözkonusuysa Müslim'in hadisi daha güvenilir sayılır, iki ayrı olay cereyan
etmiş olması da mümkündür.
Muhammed b. İbrahim b.
H|ris et-Teymi, Abdullah b. Mes'üd'un şöyle anlattığını nakletmektedir: Ben
Tebük gazasında Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraberken bir
gece yarısı kalktım ve ordugah tarafında bir ateş yandığını gördüm ve ateşi
izlemeye başladım. Baktım ki Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ebu
Bekir ve Ömer oradalar ve duydum ki Abdullah Zü'lbicadeyn el-Müzeni vefat
etmiş, kabrini kazmışlar, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kabre
inmiş. Ebu Bekir ve Ömer cesedi O'na doğru gönderirken Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Kardeşinizi bana yanaştırınız." diyor, onlar da
gönderiyorlardı. Yan üstü yatırmaya hazırlanırken de: "Ya Rabbi; ben bu
kişiden razıyım, Sen de ondan razı ol." diye dua etti. Abdullah b. Mes'ud
dedi ki: "Keşke o kabrin sahibi ben olsaydım".
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Tebük seferinden dönerken dedi ki:
"Medine'de öyle kavimler vardır ki, yürüdüğünüz her yerde, aştığınız her
vadide onlar sizlerle beraberlerdi." Oradakiler: "Onlar Medine'de
bulundukları halde mi, bizimle beraberlerdi?" dediler. "Evet,
mazeretleri sebebiyle kalmışlardı." dedi.
11- Rasulullah'in (s.a.)
Tebük'teki Hutbesi:
Hakim ve ed-Delail'de Beyhaki,
Ukbe b. Amir'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir: Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte Tebük seferine çıkmıştık. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir gece uyumamış, ertesi gece istirahata
çekilmişti. Güneş bir mızrak boyu yükselinceye kadar uyanamadı. Uyandıktan
sonra: "Ey Bilal! Ben sana, sabah namazını bekle demedim mi?" Bilal
dedi ki: "Ya Rasulallah! Seni kendinden geçiren uyku beni de
geçirdi." Daha sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bulundukları
yerden fazlaca uzaklaşmadan namazını kıldı, günün geri kalan kısmında ve
geceleyin, Tebük'e varıncaya kadar hiç durmadan yola devam etti. Tebük'te,
Allah'a layık olduğu veçhile hamd ve senada bulundu ve sonra dedi ki:
"Sözlerin en
doğrusu, Allah'ın kitabıdır. Yapışılacak en sağlam kulp takvadır. Dinlerin en
hayırlısı İbrahim'in (a.s.) dini (İslamiyet)dir, sünnetlerin en hayırlısı
Muhammed'in sünnetidir. Sözlerin en şereflisi Allah'ı zikretmektir. Kıssaların
en güzeli şu Kur'an'dır. İşlerin en hayırlısı Allah'ın farz kıldıkları, en
şerlileri de sonradan ortaya çıkan, bid'at olanlarıdır. En güzel yol
peygamberlerin yolu, en şerefli ölüm şehitlerin ölümü, en koyu körlük hidayete
erdikten sonra dalalete düşmektir. Çalışmaların en hayırlısı faydalı olanı,
doğru yolun hayırlısı uyulanı, körlüğün en şerlisi kalp gözünün kör olmasıdır.
Veren el, alan elden üstündür. Yeterli miktardaki az mal, oyalayıcı ve aldatıcı
çok maldan hayırlıdır. Mazeret ileri sürmelerin en şerlisi ölüm geldiğinde
yapılandır. En kötü pişmanlık kıyamet günündekidir. Bazı insanlar cumaya en son
geliyorlar ve Allah'ı çirkin bir şekilde zikrediyorlar. Hataların en büyüğü,
dilin çok yalan söylemesidir. Zenginliğin en hayırlısı kalb zenginliği,
azıkların en hayırlısı, takvadır. Hikmetin (her hayrın) başı Allah'tan (c.c.)
korkmaktır. Kalpte bulunan en hayırlı şey yakin derecesindeki imandır. Şüphe
küfür alametidir. Ölü için bağırarak ağlamak cahiliye adetlerindendir. (Ganimet
malları ve diğer hususlarda) hıyanet cehennem korlanndandır. Sarhoşluk cehennem
ateşidir. Şiir İblisin işidir. İçki bütün kötülükleri bir araya toplar. En kötü
yiyecek yetim malıdır. Mutlu kişi başkasının halinden ibret alandır. Şaki,
anasının karnındayken şakı olandır. Her birinizin gidişi kabre doğrudur, işi
ahirete kalır. Yapılan işlerde esas olan sonuçlardır. Düşüncelerin en kötüsü
yalan düşüncelerdir. Her gelecek yakındır. Mü'mine sövmek fasıklık, onu
öldürmek küfürdür. Mü'minin etini yemek (dedikodusunu yapmak, hakkında gıybet
etmek) Allah'ın emirlerine karşı gelmektir. Mü'minin malı da kam gibi haramdır.
Yalan yere Allah'a yemin eden kişiyi Allah yalancı çıkarır. Kim bağışlayıcı,
affedici olursa Allah da onu bağışlar ve affeder. Kim öfkesini yenerse Allah
onu mükafatlandırır. Kim herhangi bir zarara uğrar da sabrederse Allah o zararın
karşılığını verir. Gösteriş yapmak isteyeni Allah cezalandınr. Sabırlı
davranmaya çalışanı güçlü kılar ve Allah'a isyan edeni de azaba düçar
eder." Hutbesini bitirdikten sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) üç defa istiğfarda bulundu.
Ebu Davud, Sünen'inde
İbn Vehb'den şu hadisi nakleder: Muaviye'nin Said b. Gazvan'dan naklettiğine
göre, Said'in babası Gazvan, hacca giderken Tebük'e uğramıştı, kötürüm bir adam
gördü ve ona ne olduğunu sordu. Adam dedi ki: Sana ne olduğunu anlatacağım, ama
benim hayatta olduğumu bildiğin sürece kimseye bundan bahsetmeyeceksin:
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tebuk'ta bir hurma ağacının yanına
geldi ve: "İşte bu ağaç bizim kıblemiz."
dedi, sonra o ağaca
doğru namaz kıldı. Ben de koşup oynayan bir çocuktum, koşarak O'na doğru gittim
ve O'nunla ağacın arasından geçtim. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Namazımızı kesti, Allah da onun izini (yani iz bırakan
ayaklarım) kessin." dedi. Bu güne kadar bir daha ayaklarım üstünde duramadım.
Sonra Ebu Davud, Veki' -
Said b. Abdülaziz - Yezid b. Nimran'ın kölesi senediyle Yezid b. Nimran'dan
başka bir rivayet nakleder. O rivayete göre Yezid b. Nimran dedi ki: Tebük'te
kötürüm bir adam gördüm. O adam dedi ki: Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) merkebinin üzerinde namaz kılarken önünden geçtim. Bunun üzerine Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Allah'ım, izini kes." dedi,
ondan sonra iki ayağım üzerinde hiç yürüyemedim. Bu ve bundan önceki iki isnad
da zayıftır.
12- Rasulullah'ın
(s.a.), Tebük'te İki Namazı Bir Arada Kılması:
Ebu Davud, Kuteybe b.
Said - Leys - Yezid b. Ebi Habib - Ebu't-Tufeyl - Amir b. Vasile kanalıyla Muaz
b. Cebel'den şöyle bir hadis nakleder: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), Tebük gazasında güneşin zevalinden önce yola çıktığında öğle
namazını, ikindi ile cem edip kılmcaya kadar tehir etti. Akşam namazı vaktinden
önce yola çıktığı zaman, akşam namazını yatsı namazı ile beraber kılıncaya
kadar tehir etti. Akşam namazından sonra yola çıktığı zaman yatsı namazını
kılmakta acele etti ve akşam namazı ile beraber kıldı."
Tirmizi şöyle
demektedir: "Zeval vaktinden sonra yola çıkarsa, ikindi namazını kılmakta
acele eder, öğle ve ikindiyi öğle namazı vaktinde beraber kılardı."
Tirmizi bu hadis için: "Hadis hasendir." demişti.. Ebu Davud da:
"Bu hadis münkerdir, vaktin öne alınması konusunda herhangi bir hadis
yoktur." demektedir.
Ebu Muhammed İbn Hazm
der ki: "Hiç bir hadisçi Ebu Davud hadisinde geçen Yezid b. Ebi Habib'in
Ebu Tufeyl'i dinleyip ondan hadis aldığını bilmemektedir."
Hakim ise bu Ebu Tufeyl
hadisi ile ilgili olarak şöyle demektedir: Bu, ravileri güvenilir imamlar olan
bir hadistir. İsnad ve metin yönünden şazzdır. Sözkonusu hadis için
söyleyebileceğimiz bir illet, eksiklik de bulamıyoruz. Bütün bunlardan sonra
bir de baktık ki, hadis mevzu imiş. Buhari'den şöyle nakledilmiştir: Kuteybe b.
Said'e: "Ebu Tufeyl'den Yezid b. Habib'ın rivayet ettiği hadisi Leys'ten
yazarken kiminle beraberdin?" dedim. Dedi ki: "Halid el-Medaini ile
beraber yazdım." Halid el-Medaini, hadis şeyhlerine söylemedikleri şeyleri
isnad ederdi. Yine Ebu Davud, Yezid b. Halid b. Yezid b. Abdullah b. Muvehheb
er-Remli - Mufaddal b. Fudale - Leys b. Sa'd - Hişam b. Sa'd - Ebu Zübeyr - Ebu
Tufeyl senediyle Muaz b. Cebel'den şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkmadan önce, güneşin zeval vakti
geçtiğinde öğle ile ikindi namazlarını bir arada kılardı. Akşam namazı için ise
şöyle yapardı: Yola çıkmadan önce güneş battıysa akşam ve yatsıyı beraber
kılar, şayet güneş batmadan Önce yola çıktıysa akşam namazını yatsının vaktine
girinceye kadar tehir eder, sonra ikisini beraber kılardı."
Ahmed b. Hanbel, İbn
Main, Ebu Hatim, Ebu Zür'a, Yahya b. Said, bu hadiste geçen Hişam b. Sa'd'ı
hadis rivayetinde zayıf bulmuşlardır. Ondan hadis rivayet edilmezdi. Nesai de
bu şahsı zayıf bulanlardandır. Ebu Bekir el-Bezzar dedi ki: "Hişam b.
Sa'd'dan hadis rivayet etmekten çekinen, ya da çekinmeyi gerektirecek bir
illet, bir eksiklik yönelten kimseye rastlamadım." Ebu Davud der ki:
"Mufaddal ve Leys'in hadisi münker hadistir/*
13- Münafıkların,
Rasulullah'a (s.a.) Tuzak Kurmaya Kalkışmaları:
Ebu'l-Esved, Meğazf
sinde Urve'den şöyle bir nakilde bulunur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Tebük'ten döndü. Medine'ye doğru yola çıktı. Bir müddet yol aldıktan
sonra bir grup münafık Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir tuzak
hazırladılar, yolda O'nu yüksek bir tepeden aşağı atmak hususunda aralarında
anlaştılar. Tepeye yaklaşınca Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte yürümek istediler. Ashabı da oraya gelince, Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Kim vadiden gitmek isterse gitsin, orası sizin için
daha müsait." dedi. Ashab-ı kiram vadi yolunu tutarken Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve O'na tuzak kurmak isteyen bir grup münafık
tepeye doğru yürüdüler. Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına
söylediklerini duyunca (bu tam fırsattır deyip) başlarındaki örtüyle yüzlerini
örterek çok mühim ve tehlikeli işe teşebbüs etmek için hazırlandılar. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Huzeyfe b. el-Yeman ve Ammar b.
Yasir'e, yanında yürümelerini emretmişti. Ayrıca Ammar'a devesinin yularını
tutmasını, Huzeyfe'ye de deveyi arkadan sürmesini emretmişti. Onlar bu şekilde
yürürlerken, arkalarından kendilerine doğru gelenlerin gürültülerini duydular.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sinirlendi ve Huzeyfe'ye onları
defetmesini emretti. Huzeyfe, Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sinirlendiğini
gördü ve hemen geriye dönüp elindeki sopa ile bineklerinin önüne geçip vurmaya
başladı. Onları yüzleri maskeli olarak gördü, fakat o bölgede her yolcunun
tabii olarak yüzünü böylece örtmesi adet olduğu için bu durumdan hiç
şüphelenmedi. Huzeyfe'yi görünce, Allah onların kalblerine korku düşürdü ve
hilelerinin açığa çıktığını, tuzaklarının anlaşıldığını zannettikleri için
süratle kalabalığa karıştılar. Sonra Huzeyfe döndü. Rasulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yanına gelince Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Ey Huzeyfe! Sür hayvanı, Ey Ammar! Sen de acele et." dedi. Böylece
süratlenip tepeden aşarak, vadi yolundan gelmekte olup henüz oraya ulaşamamış
olanları beklemeye başladılar. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Huzeyfe'ye dedi ki: "O gruptan tanıyabildiğin oldu mu?" Huzeyfe:
"Filanın, filanın bineğini tamdım, gece karanlıktı ve yüzleri de
maskeliydi." dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Durumları ve ne istedikleri konusunda bir şey öğrenebildiniz mi?"
diye sordu. Oradakiler: "Hayır vallahi, ya Rasulallah" dediler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Onlar, tepeye
çıktığım zaman beni oradan aşağıya yuvarlamak için hile yapıp benimle birlikte
yürümek istediler." dedi. "O halde bize emretmez misin, gidip
boyunlarını vuralım?!" dediler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
buyurdu ki: "İnsanların, 'Muhammed ashabını öldürüyor* demelerini
istemem." Daha sonra yanındaki iki kişiye onların adlarına söyledi ve
kimseye söylememelerini emretti.
İbn ishak, bu kıssa ile
ilgili olarak şöyle ilave bir rivayet nakletmektedir: Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Huzeyfe'ye buyurdu ki: "Allah bana, onların ve
babalarının adlarım bildirdi, ben de sana, yarın sabahleyin haber vereceğim.
Şimdi git, sabah olunca onları toplarsın." Sabah olunca dedi ki:
"Abdullah b.
Übey, Sa'd b. Ebi Şerh,
Ebu Hatır el-A'rabi, Amir, Ebu Amir ve Cülas b. Süveyd b. es-Samit'i
çağır." Bu sonuncusu: "Bu gece Muhammed'e tepeden aşağıya atmadan
bırakmayacağız. Eğer Muhammed ve ashabı bizden hayırlı ise, biz koyunuz o
çoban, bizim aklımız yok, o akıllı demektir." demişti. Sonra Huzeyfe'ye,
Mecma' b. Harise ve Müleyh et-Temimi'yi çağırmasını emretti. Müleyh, Ka'be'ye
ait olan kokuyu çalmış, irtidad edip kaçmıştı ve nerede olduğu bilinmiyordu.
Daha sonra Hisn b. Nümeyr'i çağırmasını emretti. Hısn, zekat olarak toplanan
hurmadan çalmıştı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine:
"Yazıklar olsun, niçin yaptın bunu?" demiş; o da: "Senin bu
işten haberin olmayacağını zannettiğim için yaptım. Şu saata kadar sana hiç
inanmamıştım." diye cevap verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) de hatasını hoş görüp kendisini affetti. Sonra, Tuayme b. Ubeyrık ve
Abdullah b. Uyeyne'yi çağırmasını emretti. Abdullah arkadaşlarına şöyle
demişti: "Bu gece uyanık kaim, sonra bütün bir ömür rahat edin. Allah'a
yemin olsun ki bu adamı öldürmekten başka yapacak hiçbir işiniz yok."
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu çağırdı ve: "Yazıklar olsun
sana! Ben ölseydim senin ne yararın olacaktı?" dedi. Abdullah: "Ey
Allah'ın Rasulü! Allah, seni düşmanlarına karşı muzaffer kıldığı sürece bir
hayır üzereyiz, biz yalnız Allah'la ve seninleyiz." dedi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu bıraktı. Sonra Mürre b. Rebi'i
çağırmasını emretti. O da şöyle demişti: "Bir kişiyi öldürelim, bütün
insanlar huzura ersin." Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu
çağırıp şöyle dedi: "Yazıklar olsun sana! O söylediğin sözleri söylemene
sebep neydi?" "Ey Allah'ın Rasulü! Ben böyle bir şey söylediysem sen
onu bilirsin, ben bir şey söylemedim" dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) bunların hepsini bir araya topladı. Bunlar, Allah'a ve Rasulüne harp
ilan eden, Allah'ın Rasulü'nü öldürmeye yeltenen on iki kişiydi. Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), onlara ne söylediler, ne düşündüler, gizli açik
neleri varsa hepsini haber verdi. Allah Teala, Peygamberini bütün bu bilgilere
muttali kılmıştı. Bu on iki kişi, münafıklar ve Allah ve Rasulü'ne harp açan
kimseler olarak öldüler. Bunlar hakkında Allah Teala'nın ayeti şöyledir:
"Başaramayacakları bir şeye (Peygamber'e suikasde) yeltendiler.
"[Tevbe, 74] Ebu Amir, bunların reisi idi. Mescid-i Dırar'ı onun için inşa
etmişlerdi. Ona Rahib denilirdi, ama Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
*Fasık' diye isimlendirmişti. Cesedi melekler tarafından yıkanan Hanzala'nın
babası idi. Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mescid-i Dırar'a
gelmesi için haber gönderdiler. O da geldi ve gelince Allah (c.c), indirdiği
ayetlerle münafıkları rezil etti ve Rasulullah'ın emriyle mescid yakılarak
yerle bir edildi.
Ben derim ki: İbn
İsnak'ın zikrettiği hususlarda birçok yönden yanlışlıklar var:
Birincisi: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem). Huzeyfe'ye münafıkların isimlerini bildirmiş
başka hiç kimseye bildirmemişti. Bu yüzden Huzeyfe'ye: "O, başkasının
bilmediği sırrın sahibidir." deniliyordu. Birisi ölür de hakkında
şüphelenilirse, Hz. Ömer derdi ki: "Bakınız, eğer Huzeyfe cenaze namazını
kılıyorsa, mü'mindir, yoksa münafıklardandır."
İkincisi: İbn İshak'ın
sözünden naklettiğimiz: "Abdullah b. Übey de aralarındaydı." rivayeti
de yanlıştır. Çünkü bizzat İbn İshak'ın kendisi Abdullah b. Übey'in Tebük
seferine katılmadığını zikretmiştir.
Üçüncüsü: "Ve Sa'd
b. Ebi Şerh." sözü de yanlıştır ve bariz bir hatadır. Zira Sa'd b. Ebi
Şerh hiç müslüman olmamıştır. Oğlu Abdullah ise İslam'ı kabul etmiş ve hicret
etmiş, ama sonradan irtidad edip Mekke'ye dönmüştür. Mekke'nin fethinde Hz.
Osman, Rasululİah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun adına eman dilemiş,
kendisine eman verilmiş ve tekrar müslüman olmuş, örnek müslümanlar arasında
yerini almıştır. O günden sonra kendisinden herhangi bir kötülük sadır olmamış
ve kesinlikle de o on iki kişilik münafık grubuyla bir arada bulunmamıştır.
Bilmiyorum, bu fahiş hatanın sebebi nedir?
Dördüncüsü: "Ebu
Amir reisleriydi." sözü de İbn İshak derecesine ulaşamayanlara kapalı
kalmayacak açık bir hatadır. Zira bizzat İbn İshak, Ebu Amir'in kıssasını
hicret kıssasında anlatmış ve Asim b. Ömer b. Katade'den naklen demiştir ki:
"Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicret edince Ebu Amir
on küsur kişiyle Mekke'ye gitmiş, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Mekke'yi fethedince Taife gitmiş, Taif halkı müslüman olunca da Şam'a geçmiş,
sonra orada garip, perişan ve kimsesiz bir vaziyette ölmüştür." O halde
nerde bu fasık, nerde Tebük gazası!
14- Dırar Mescidi ve
Yıktırılması:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem)Tebük'ten döndü ve Zi-Evan'a kadar geldi. Zi-Evan,
Medine'ye bir saatlik mesafededir. Daha önce Dırar mescidini yapanlar,
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Tebük'e giderken yanına gelip
demişlerdi ki: "Ya Rasulallah! Hasta ve özürlüler için, bir de yağmurlu
kış gecelerinde sel geldiği zaman birlikte namazlarımızı eda etmek üzere bir
mescid yaptık, gelip orada bize namaz kıldırmanı istiyoruz." Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben şimdi yolcuyum ve meşgulüm, inşaallah
dönersek gelir namazınızı kıldırırım." dedi. Dönüşte Zi Evan'a geldiğinde,
mescid hakkında vahiy nazil oldu. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Beni Seleme b.
Avf'ın kardeşi Malik b. Duhşum İle Ma'n b. Adiy el-Aclani'yi çağırtıp onlara
dedi ki: "Halkı zalim olan şu mescide gidiniz, yakıp yıkınız." Bu iki
kişi süratle çıkıp Salim b. Avfoğutları mahallesine geldiler. Bunlar Malik b.
Duhşum'un kabilesindendi. Malik, Ma'n'a dedi ki: "Beni bekle, bir ateş
alıp geleyim." Ailesinin yanına gitti, yapraklı bir hurma dalım ateşleyip
geldi. Sonra süratlice mescide girdiler ve -mescid halkı o sırada içerde olduğu
halde- mescidi yaktılar ve yıktılar, içindeki münafık topluluk dağıldı. Bunun
üzerine Cenab-ı Hakk, bu konuda şu ayetleri indirdi: "Zarar vermek, inkar
etmek, mü'minlerin arasım ayırmak için bir mescid yapanlar da vardır."
[Tevbe, 107] Kıssayı sonuna kadar anlattı.
İbn İshak mescidi yapan
on iki kişinin adını zikretmiştir. Sa'lebe b.'Hatıb da onların arasındaydı.
Osman b. Said ed-Darimi,
Abdullah b. Salih - Muaviye b. Salih - Ali b. Ebi Talha - İbn Abbas yoluyla
şöyle rivayette bulunmuştur: "O kimseler ki müminlerin arasım ayırmak
için, küfürlerini kuvvetlendirmek için... mescid edindiler." ayetinde
mevzubahs edilenler Ensar'dan mescid yapan bir gruptu. Ebu Amir onlara demişti
ki: "Mescidinizi yapın, gücünüz yettiği kadar silah ve mühimmat hazırlayın.
Ben Rum Kralı Kayser'e gidip oradan asker getireceğim ve Muhammed'le birlikte
ashabım buradan çıkaracağım." Mescidi inşa edip bitirince Rasulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelerek: "Mescidimizin inşasını tamamladık.
Senin orada bize namaz kıldırıp, mübarek olması için dua etmeni arzu
ediyoruz." dediler. Bunun üzerine Allah Teala şu ayetleri indirdi:
"Ey Rasulüm; orada asla namaza durma, ta ilk gününden beri Allah'a karşı
gelmekten sakınmak için kurulan mescid (Küba mescidi), elbette içerisindede
namaza durmana daha uygundur. Onunla birlikte cehennem ateşine yuvarlandı.
(Bundan maksat temelleridir.) Yaptıkları bina, kalblerinde bir şüphe ve ızdirap
kaynağı olmakta -kalbleri parçalanıncaya kadar- devam edecektir. Allah
bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir."[Tevbe 108-110]
15- Tebük'ten Medine'ye
Dönüş:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye yaklaşınca kadın;'kiz, oğlan şöyle
söyleyerek karşılamaya çıktılar: "Seniyyetü'l-Veda sırtlarından üzerimize
dolunay doğdu.
O davetçi Allah'a davet
ettiği müddetçe şükretmek bize vacip oldu."
Bazı raviler bu konuda
yanılmakta ve:"Bu olay Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Mekke'den Medine'ye hicret etmesi sırasında cereyan etmiştir."
demektedirler. Bu, açık bir hatadır. Çünkü Seniyyetü'l-Veda Şam tarafındadır;
Mekke'den Medine'ye gelen birisi orayı göremez ve Şam istikametine yönelmedikçe
oraya uğrayamaz. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), uzaktan Medine'yi
görünce: "İşte Tabe! İşte Uhud! O öyle bir dağdır ki, biz onu severiz, o
da bizi sever." buyurdu.
Medine'ye girince Abbas
(r.a.) dedi ki: "Ya Rasulallah! Bana izin ver de seni öveyim."
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dai "Söyle, Allah ağzına sağlık
versin." deyince Abbas şöyle söyledi: "önceden de sen gölgeliklerde
ve Adem ile Havva'nın yaprakla örtünmüş olduğu çenette güzeldin.
Sonra yeryüzüne indin;
ama sen ne bir beşerdin, ne bir çiğnem et idin, ne de bir kan pıhtısıydın.
Bilakis sen, tufan,
Nesr'i ve Nesr'e tapanları boğarken gemilere binen bir nutfe idin.
Sulbden rahme geçersin
ve alem devredip zaman geçince örtü açığa çıkar.
Ta ki şerefine şahit
olan faziletin Hındif in nesebinden daha yüce bir yere sahip olur.
Ve sen doğunca yeryüzü
parlar ve senin nurunla ufuk aydınlanır. Biz de bu aydınlık içinde ve bu nur
sayesinde yolumuzu açarız."
16- Tebük Seferinden
Geri Kalanlar:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye girince, ilk önce Mescide gidip orada
iki rekat namaz kıldı. Sonra herkesle beraber oturdu. Tebük seferine gitmeyip
geri kalan seksen küsur kişi Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip
mazeretlerini arz etmeye ve özürlerini yemin ederek teyide başladılar.
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem)» onların dış görünüşlerine bakarak
özürlerini kabul etti, kendileri için istiğfarda bulunup kalplerindeki gerçek
durumlarını Allah'a havale etti. O sırada Ka'b b. Malik, Allah Rasulü'ne
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi. Selam verince Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kızgın bir şekilde tebessüm edip: "Buraya gel!"
dedi. Ka'b şöyle anlatıyor: Gittim, önüne oturdum. Bana dedi ki: "Niçin
geri kaldın?. Sen beni desteklemek üzere Akabe'de biat etmemiş miydin?*'
"Evet. Allah'a yemin olsun ki ben, şu anda senden başka kimin yanına
otursam ileri süreceğim mazeretlerle onu ikna edip gazabından kurtulacağımı
zannederim. Çünkü münakaşa etmeyi bilirim. Fakat ben -Allah'a yemin olsun ki-
şunu çok iyi biliyorum: Bugün seni benden hoşnut edecek yalan sözler söylersem,
çok geçmeden Allah yalanımı ortaya çıkarıp seni hakkımda gazaplandırır. Şayet
seni hakkımda gazaplandiracak doğruyu söylersem, Allah'ın beni affedeceğini
umarım. Vallahi hiç bir mazeretim yoktu. Vallahi hiç bir zaman da bu seferden
geri kaldığım zamanki gibi güçlü ve varlıklı olmamıştım." dedim. Bunun üzerine
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İşte bu, doğru söyledi."
dedikten sonra: "Kalk, Allah senin hakkındaki hükmünü bildirinceye kadar
bekle." dedi. Ka'b anlatmaya devam ediyor: Kalktım, Selemeoğullarından bir
grup adam da benimle beraber yürüyor ve bana diyorlardı ki: "Vallahi,
bundan önce senin herhangi bir günah işlediğini görmedik. Ne çare ki diğer
geride kalanlar gibi Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) özür beyan
edemedin. Şayet öyle yapsaydın Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem)senin
için de Allah'tan mağfiret dilemesi yeterdi." Beni bu şekilde kınama
hususunda o kadar ısrar ettiler ki, geri dönüp kendimi yalanlayıp özür beyan
etmeyi düşündüm. Sonra onlara: "Benim durumumda başka biri var mı?"
dedim. "Evet, senin söylediğin gibi söyleyen iki kişi daha var, onlara da
sana dendiği gibi denildi." dediler. "Onlar kim?" diye sordum.
Mürare b. er-Rebi el-Amiri ve Hilal b. Ümeyye el-Vakıfı olduğunu söylediler. Bu
iki şahıs da Bedir harbine katılmış örnek müslümanlardandı. Onların adım duyunca,
geri dönmekten vazgeçip yoluma devam ettim.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Tebük seferinden geri kalanlar arasından, müslümanların -üç
kişi olarak- sadece bizimle konuşmasını men etti. Herkes bizden uzaklaştı ve
bize karşı değiştiler, dünya bile eskiden bildiğim dünya değildi. Elli gün bu
hal üzere devam ettik. Diğer iki arkadaşıma gelince evlerine kapandılar,
ağlayıp durdular. Ben, içlerinde en güçlüsü ve en dayanıklısı idim. Dışarı
çıkıyor, namaz için cemaate iştirak ediyor, çarşı pazar dolaşabiliyordum, fakat
hiç kimse benimle konuşmuyordu. Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
geliyor, namazdan sonra oturduğu meclise varıyor, selam verip kendi kendime
diyordum ki: "Acaba selamımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı
mı?" Sonra O'na yakın bir yerde namazımı kılıyor, Rasulullah'a (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) göz atıyor, ben namaza yöneldiğimde bana doğru döndüğünü, ben
O'na yönelince de yüz çevirdiğini görüyordum. Herkesin benden bu şekilde yüz
çevirmesinin uzayıp gittiği bir sırada Ebu Katade'nin bahçe duvarına tırmandım.
Ebu Katade, amcamın oğluydu ve çok sevdiğim biriydi. Selam verdim, Allah'a
yemin olsun ki selamımı almadı. Dedim ki: "Ey Ebu Katade! Allah aşkına
soruyorum* benim Allah'ı ve Rasulü'nü sevdiğimi biliyor musun?" Hiç cevap
vermedi. Dönüp tekrar sordum, yine cevap vermedi. Tekrar sordum, bu defa dedi
ki:
"Allah ve Rasulü
bilir." Bunun üzerine gözlerim yaşardı, ağladım ve tekrar dönüp duvara
tırmandım ve gittim.
Bir aralık Medine
çarşısında yürürken, Şam bölgesinden bir çiftçiye rastladım. Gıda maddesi
getirmiş satıyor ve bana: "Kim Ka'b b. Malik'i gösterir?" diye
soruyordu. Sonunda bana geldi ve Gassan kralından bir mektup verdi. Mektupta
şöyle deniliyordu:
"Haber aldığıma göre
arkadaşın sana eziyet ediyormuş. Allah seni zelil ve zayi olacak bir mevkide
kilmamıştır. Hemen bize gel, layık olduğun gibi davranalım." Mektubu
okuyunca dedim ki: "Bu da bir başka bela!" Mektubu, tandırda yakmaya
azmettim ve yaktım. Elli günün kırk günü dolduğunda Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir elçisi bana gelip: "Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sana, ailenden ayrı kalmanı emrediyor."
dedi. Diğer iki arkadaşıma da aynı emri gönderdi. "Boşayayım mı, yoksa nasıl
bir ayrı kalma kastediliyor?" dedim. "Hayır, boşamayacaksın, yalnızca
uzak duracaksın ve ona yaklaşmayacaksın." dedi. Bunun üzerine kanma dedim
ki: "Ailenin yanına git. Allah bu konuda hükmünü bildirinceye kadar orada
kal." Hilal b. Ümeyye'nin karısı geldi ve: "Ya Rasulallah! Hilal b.
Ümeyye çok ihtiyar, kendisine hizmet edecek kimsesi de yok, kendisine hizmet
etmemi kötü görür müsünüz?" dedi. "Hayır, fakat sana
yaklaşmasın." buyurdu. Karısı dedi ki: "Vallahi, o hiç yerinden
kımıldamıyor. O günden şu ana kadar da durmadan ağlıyor." Ka'b diyor ki:
Bu olay üzerine ailemden bazıları bana: "Sen de Rasulullah'tan (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Hilal b. Ümeyye'nin hanımının ona hizmet etmek için izin
aldığı gibi yapıp, izin isteseydin." dediler. Ben: "Vallahi, o konuda
gidip izin istemem. Hem Rasülullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bana ne
karşılık vereceğini nerden bileyim, çünkü ben genç bir adamım." dedim.
Bu şekilde on gün daha
bekledim. Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem), başkalarını bizimle
konuşmaktan men ettiği günden bu yana tam elli gün geçmiş oldu. Ellinci günü
sabahı, evlerimizden bifinin damında sabah namazını kılmış, Allah Teala'nın
zikrettiği hal üzere canım sıkılmış ve bütün genişliğine rağmen dünya başıma
daralmış bir vaziyette otururken, Sel dağının tepesinde en yüksek sesle
birinin, "Ey Ka'b b. Malik!" diye bağırdığını duydum. Hemen secdeye
kapandım; çünkü Allah'ın (c.c.) beni feraha çıkaracak hükmünü bildirdiğini
anladım. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sabah namazını kılınca,
Allah'ın, tevbelerimizi kabul ettiğini bildirdi. Bu haberden sonra herkes bizi
müjdelemeye başladı. Bir grup müjdeci diğer iki arkadaşıma doğru giderken, atlı
bir şahıs ile Eşlem kabilesinden bir başka şahıs bana doğru koşuyorlardı. Eşlem
kabilesinden olan şahıs, bir tepeye çıkmış bana bağırıyordu. Onun beni
müjdeleyen sesi, attan önce gelmişti. Hemen üzerimdeki elbiseleri çıkarıp
müjdeciye giydirdim. Vallahi bundan başka da hiç elbisem yoktu. Hemen ödünç
elbise bulup giydim, süratle Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gittim.
İnsanlar grup grup beni karşılıyor, tevbemin kabulünden dolayı tebrik ediyor
ve: "Allah'ın tevbeni kabul buyurması mübarek olsun!" diyorlardı.
Ka'b diyor ki: Mescide
girdiğim sırada Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) etrafındakilerle
beraber oturuyordu. Talha b. Ubeydullah kalktı, bana doğru gelip, Denimle
tokalaşıp tebrik etti. Vallahi Talha'dan başka kalkıp yanıma gelen olmadı.
Talha'nın bu ilgisini hiç unutmuyorum. Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) selam verdiğimde, yüzü sevinçten parlayarak bana şöyle dedi: "Sana
anandan doğduğun günden itibaren yaşamış olduğun en güzel bir günün hayırlı
müjdesi var." Ben: "Bu müjde senden mi, yoksa Allah'tan mı, ya
Rasulallah?" diye sordum. "Bilakis Allah katından." diye cevap
verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir şeye sevindiği zaman
yüzü ay parçası gibi parlardı. O'nun bu halini biliyorduk. Gelip Rasülullah'ın
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) önüne oturunca: "Ey Allah'ın Rasulü!
Tevbemin kabulü dolayısıyla bütün malımı Allah ve Rasulü'ne bağışlamak
istiyorum." dedim. "Malının bir kısmını kendine sakla, bu senin için
daha hayırlıdır." buyurdu. Ben de: "Hayber'deki hissemi
alıkoyayım." dedim. Sonra dedim ki: "Ya Rasulallah! Allah Teala, beni
doğruluğum sebebiyle kurtardı. Bundan böyle hayatta olduğum müddetçe doğrudan
başka bir söz söylemeyeceğim." Allah'a yemin olsun ki, bunu Rasulullah'a
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) söylediğim günden bugüne kadar, doğru sözlülükten
dolayı Allah'ın beni imtihan ettiği ölçüde imtihana tabi tuttuğu başka bir
şahıs tanımıyorum. Vallahi, o günden itibaren hiç bilerek yalan söylemedim.
Bundan sonrası için de Allah'ın beni yalandan koruyacağını umarım. Bunun
üzerine Allah Teala Rasulü'ne: "Andolsun ki Allah, Peygamber'e uyan
Muhacirler ile Ensar'ın ve Peygamber'in tevbelerini kabul etti."[Tevbe,
117] ayetinden, "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve doğrularla beraber
olun."[Tevbe, 119] ayetine kadar inzal buyurdu. Allah'a yemin olsun ki,
İslam nimetine erdirdikten sonra Allah'ın bana lütfettiği en büyük nimeti, Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) karşı doğru sözlü olmak ve yalan
söyleyip helake düşmekten kurtulma nimetidir. Allah (c.c.) yalancılar hakkında
vahyini inzal buyurduğu zaman, herhangi bir şahsa söylenecek en ağır sözü
söyledi ve: "Siz yanlarına döndüğünüz zaman, kendilerinden yüz çeviresiniz
diye size karşı Allah'a yemin edecekler."[Tevbe, 95] ayetinden,
"Allah, o fasıklar topluluğundan asla razı olmaz."[Tevbe, 96] ayetine
kadar inzal buyurdu.
Ka'b dedi ki: Allah
Teala'nın, ''Savaştan geri kalmış üç kişinin tevbesini de..."[Tevbe, 118]
ayetiyle ifade ettiği geri kalıştan maksat, Tebük seferinden geri kalış
değildir. Aksine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) seferden döndükten
sonra, geri kalanlar gelip özür beyan etmişler ve bunu da yeminle
desteklemişlerdi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da onların
mazeretini kabul etmiş, kendileri adına mağfiret dilemişti. Fakat bu üç kişi,
gelip mazeret beyan etmemişler, bu konuda geri kalmışlar; Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), haklarındaki Allah'ın hükmünü bildireceği ana
kadar onları tehir etmişti. İşte ayet-i kerimedeki geri kalıştan maksat, bu
mazeret beyanındaki geri kalıştır.
Osman b. Said ed-Darimi,
Abdullah b. Salih - Muaviye b. Salih - Ali b. Ebi Talha - İbn Abbas yoluyla
gelen bir rivayetinde, "Münafıklardan diğer bir kısmı da günahlarını
itiraf ettiler, iyi işle kötü işi (nifak) birbirine karıştırdılar.
"[Tevbe, 102] ayet-i kerimesiyle ilgili olarak dedi ki: Tebük seferinde
Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) seferden döndüğü zaman bunlardan
yedisi kendilerini mescidin duvarına bağladılar. Mescid'den dönerken
yanlarından geçen Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kendilerini
duvara bağlayan bu şahıslar kimler?" diye sordu. "Ebu Lübabe ve
arkadaşları. Sizden geri kalmışlardı da ey Allah'ın Rasulü! Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip bağlarını çözüp kendilerini mazur gördüğünü
açıklayıncaya kadar bağlı kalacaklar." dediler. Bunun üzerine Rasulullah
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki: "Allah'a yemin ederim ki, Allah
onları azad etmedikçe ben, ne bağlarını çözerim, ne de özürlerini kabul ederim.
Çünkü onlar, benden yüz çevirdiler ve müslümanlarla birlikte sefere
gitmediler." Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu cevabı onlara
ulaşınca dediler ki: "Allah bizi azad etmedikçe biz kendi bağlarımızı
çözmeyeceğiz." Bu olay üzerine: "Münafıklardan diğer bir kısmı da
günahlarını itiraf ettiler, (evvelce yapmış oldukları) iyi işle kötü işi
birbirine karıştırdılar. Umulur ki Allah, onların tevbelerini kabul eder. Çünkü
Allah Gafur'dur, Rahim'dir." ayet-i kerimesi nazil oldu.[Tevbe, 102]
ayetin son kısmındaki "olur ki, umulur ki" manasına gelen bir kelime
olmasına rağmen, Allah için kullanıldığında kesinlik ifade eder. ayet-i kerime
nazil olunca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bağlarını çözmesi ve
mazeretlerinin kabul edildiğini bildirmesi için bir şahıs gönderdi. Onlar da
mallarıyla birlikte Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelip:
"İşte bizim malımız, bunları sadaka olarak kabul et ve bizim için
Allah'tan mağfiret dile." dediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Mallarınızı almam hususunda bir emir gelmedi." buyurdu.
Bunun üzerine: "Onların mallarından, kendilerini temizleyeceğin,
yücelteceğin bir sadaka al ve onlara dua et."[Tevbe, 103] (Yani onlar için
mağfiret dile) ayeti ile: "Çünkü senin duan, onlara huzur verir."
ayet-i kerimesi nazil oldu ve Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
sadakalarını kabul edip onlar için mağfiret diledi. Diğer üç kişi kendilerini
mescid duvarına bağlamışlardı. Tevbeleri kabul edilecek mi, yoksa azaba mı
duçar edilecekler, bunu bilmeden bekletildiler, ta ki Allah (c.c):
"Andolsun ki Allah, o güçlük saatında Peygamber'e uyan Muhacirler'le
Ensar'ın ve Peygamberdin tevbesini kabul etti."[Tevbe, 117] ayetinden,
"Savaştan geri kalmış üç kişinin de..." ve "Bundan sonra Allah,
tevbe ettikleri için onların tevbelerini kabul etti."[Tevbe, 118]
ayetlerine kadar inzal buyurdu. Atıyye b. Sa'd da bu rivayeti desteklemiştir.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan:
D) TEBUK
GAZASINDAKİ FIKHİ HÜKÜMLER VE HİKMETLER