ZADU’L-MEAD

DÖRDÜNCÜ KİTAP

PEYGAMBER'İN (S.A.) CİHADI

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

A) HAYBER GAZASI

 

1- Hayber Gazasının Tarihi

2- Hayber'e Doğru Yola Çıkış

3- Ebu Hureyre ve Arkadaşlarının Medine'ye Gelişi

4- Ehli Eşek Etinin Haramlığı

5- Amir ile Merhab'ın Vuruşması

6- Sancağın Hz. Ali'ye Verilişi

7- Merhab'ın Öldürülmesi

8- Hayber Kalelerinin Alınışı

9- Yahudilerin Teslim Oluşu

10- Hz. Peygamber'in (s.a.) Safiyye ile Evlenmesi

11- Hayber Ganimetlerinin Taksimi

12- Cafer b. Ebu Talib ve Arkadaşları ile Eş'arilerin Medine'ye Gelmeleri

13- Fezareoğullarının Pay İstemeleri

14- Hz. Peygamber'in (s.a.) Zehirlenmesi

 

1- Hayber Gazasının Tarihi:

 

 Musa b. Ukbe şöyle der: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hudeybiye'den Medine'ye döndüğünde yirmi gün kadar Medine'de kaldı. Sonra savaşmak üzere Hayber'e gitmek için yola çıktı. Allah Teala, Rasul'ü Hudeybiye'de iken Hayber'i ona vaadetmişti.

 

imam Malik şöyle der: Hayber'in fethi hicri 6. yılda gerçekleşmiştir. Alimlerin çoğunluğu ise, Hayber fethinin hicri 7. yılda olduğu görüşündedirler. Muhammed İbn Hazm ise kesin ve kuşku götürmez bir gerçek olarak Hayber fethinin hicri 6. yılda meydana geldiğini söylemiştir.

 

Bu konudaki ihtilaf, herhalde tarih başlangıcına bağlıdır. Acaba hicri tarih, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiği Rebiulevvel ayından mı başlar, yoksa o yılın birinci ayı olan Muharrem ayından mı başlar? Bu hususta alimler iki yol tutmuşlardır: Çoğunluk, tarihin Muharrem ayından başladığı görüşündedir. Muhammed İbn Hazm ise, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye geldiği zaman olan Rebiulevvel ayından başladığı görüşündedir. İmam Ahmed'in sahih isnadla rivayet ettiği gibi, hicreti ilk kez tarih başlangıcı olarak alan, Yemen'de, Ya'la b. Ümeyye'dir. Bu işin ilk kez, hicretin 16. yılında Hz. Ömer tarafından yapıldığı da söylenir.

 

 

2- Hayber'e Doğru Yola Çıkış:

 

ibn İshak diyor ki: Bana Zühri'nin Urve yoluyla naklettiğine göre Mervan b. Hakem ile Misver b. Mahreme -bu ikisi birlikte rivayet etmişlerdir- şöyle demişlerdir: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hudeybiye yılında Medine'den ayrıldı. Mekke ile Medine arasında iken O'na Fetih suresi indi. Allah Teala, Resulü'ne şu ayetle Hayber'i fetih müjdesini verdi: "Allah size, ele geçireceğiniz bol bol ganimetler vaadetmiştir. Şunu da sizin için acele olarak gerçekleştirmiş..."[Fetih, 20]; bu da Hayber'dir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zilhicce ayında Medine'ye geldi. Muharrem ayında Hayber'e gidinceye kadar Medine'de kaldı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hayber ile Gatafan arasında bulunan bir vadi olan Reci'de konakladı. Gatafanhların kendilerine kadar gelmelerinden endişeye kapılarak, burada geceledi ve sabah erkenden onlara doğru yola çıktı.

 

 

3- Ebu Hureyre ve Arkadaşlarının Medine'ye Gelişi:

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de Siba' b. Urfuta'yı vekil bıraktı. Ebu Hureyre bu sırada Medine'ye gelmişti. Sabah namazında Siba' b. Urfuta'ya yetişti. Onu, birinci rekatta Meryem, ikinci rekatta da Mutaffifin surelerini okurken dinleyince kendi kendine şöyle dedi: Falan kimseye yazıklar olsun ki, onun iki ölçeği vardır; kendisi bizzat ölçerek aldığı zaman bol ölçekle alır, satarken ölçtüğü zaman ise eksik ölçekle satar. Namazını bitirince Siba'ın yanına geldi. Siba' ona azık hazırladı. Allah Rasulü'nün yanına ulaştı ve müslümanlarla konuştu. Bunun üzerine müslümanlar, onu ve arkadaşlarım kendi hisselerine ortak ettiler.

 

Seleme b. Ekva' şöyle der: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber Hayber'e gitmek üzere yola çıktık. Geceleri yürüyorduk. Ashabtan biri, Amir b. Ekva'a: Kısa vezinli şiirlerinden bize bir şeyler dinletmez misin? dedi. Amir, şair idi. Müslümanlara şiirler okuyarak arkalarından develeri sürmeye başladı. Şöyle diyordu:

 

"Allah'ım! Sen olmasaydın biz hidayet bulamaz, Tasadduk etmez ve namaz da kılmazdık.

 

Yaptıklarımı bağışla, canımız sana feda olsun. Düşmanla karşılaştığımızda ayaklarımızı sabit kıl, Bize sükunet ve metanet indir, Çağnlsak geliriz. Bize feryad ve figan ettiklerinde, Başımıza getirmek istedikleri fitneden sakındır."

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şiir söyleyerek develeri süren kimdir?" diye sordu. "Amir." dediler. "Allah ona merhamet etsin!" buyurdu. Ashabtan biri "Ya Rasulallah, ona şehidlik vacip oldu. Keski ondan bir müddet daha bizi faydalandirsaydınız!" dedi.

 

 

4- Ehli Eşek Etinin Haramlığı:

 

Seleme b. Ekva' şöyle devam ediyor: Hayber'e gelip Hayberlileri kuşattık. Son derece açlığa maruz kalmıştık. Sonra Allah Teala, müslümanlara Hayber'in fethini müyesser kıldı. Akşam olunca yer yer çok sayıda ateşler yaktılar. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu ateşler nedir, niçin yakıyorsunuz?" diye sorunca: "Et için." dediler. "Ne eti için?" diye tekrar sordu. "Evcil eşek eti için." dediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Etleri dökün, kaplan da kırın." buyurdu. Müslümanlardan biri: "Ey Allah'ın Rasulü, etleri döküp kapları yıkasak olmaz mı?" dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Veya öyle yapın" buyurdu.

 

 

5- Amir ile Merhab'ın Vuruşması:

 

Mücahidler saf saf olduklarında (yahudilerden) Merhab, kılıcını sallayarak kaleden dışarı çıktı. Şöyle diyordu:

 

"Hayber halkı bilir ki ben Merhab'ım! Tepeden tırnağa silahlı, tücrübeli kahramanım, Harp kızışıp şiddetlendiği zamanlarda."

 

Amir, şöyle diyerek onun karşısına çıktı: "Hayber halkı bilir ki ben Amir'im!

 

Tepeden tırnağa silahlı, tehlikelerden sakınmaz kahramanım."

 

Birbirlerine kılıçla hücuma başladılar. Merhab'ın kılıcı Amir'in kalkanına saplandı. Amir, Merhab'ın ayaklarına doğru hamle yapmak üzere atıldı. Kılıcı kısa idi. Kılıcının ağzı kendisine dönerek diz kapağına isabet etti. Bu darbeden dolayı da şehid oldu. Seleme, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Amir'in amelinin boşa gittiğini söylüyorlar." dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Bunu söyleyen yalan söylemiştir. Şüphesiz Amir'e iki ecir vardır." buyurdu ve iki parmağım birleştirerek dedi ki: "Şu gerçek ki Amir, hem Allah'a itaat yolunda bütün ilim ve amel kuvvetini sarfeden, hem de Allah yolunda savaşan bir mücahiddir. Yeryüzünde Araplardan onun gibisi az bulunur."

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber'e geldiğinde sabah namazını kıldırdıktan sonra müslümanlar hayvanlarına bindiler. Haber halkı müslümanların geldiğinden habersiz, tarlalarına gitmek üzere ipleri ve zembilleriyle yollara düşmüşlerdi. Orduyu görünce: "Vallahi Muhammedi İşte Muhammed, işte ordu!" deyip kaçışarak kalelerine döndüler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların bu halini görünce şöyle söyledi: "Allahu ekber, harap oldu Hayber! Allahu ekber harap oldu Hayber! Biz düşman bir kavmin yurduna girince, uyarılmış olan o kimselerin hali yaman olur!"

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hayber'e yaklaşıp onu karşısına alınca, "Durunuz." diyerek mücahidleri durdurdu ve: "Allah'ım! Yedi gök ve onların gölgeledikleri şeylerin Rabbi! Yedi kat yer ve onların yüklendikleri şeylerin Rabbi! Şeytanlar ve onların saptırdıklarının Rabbi! Senden bu kentin hayrını, halkının hayrını ve orada bulunanların hayrım diliyoruz. Bu kentin şerrinden, halkının şerrinden ve orada bulunanların şerrinden sana sığınırız." diye dua edip sonra orduya: "Haydi ilerleyiniz. Bismillah!" diye talimat verdi.

 

 

6- Sancağın Hz. Ali'ye Verilişi:

 

Hücum edecekleri günün gecesinde Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu sancağı yarın, Allah'ı ve Rasülü'nü seven, kendisini de Allah ve Rasulü'nün sevdiği ve Allah'ın fethi onun eliyle müyesser kılacağı bir kimseye vereceğim" dedi. Müslümanlar geceyi, sancağın kime verileceğini konuşarak geçirdiler. Sabaha eriştiklerinde hepsi birden sancağın kendisine verileceğini ümit ederek Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna vardılar. Hz, Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ali b. Ebi Talib nerede?" diye sordu. "Ya Rasulallah! O gözlerinden rahatsızdır." dediler. "Ona haber gönderin." dedi. Hz. Ali getirildi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ali'nin gözlerine tükürerek ona dua etti. Hz. Ali, sanki gözlerinde ağrı yokmuşçasına iyileşti. Bundan sonra Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sancağı kendisine verdi. Hz. Ali: "Ey Allah'ın Rasulü! Bizim gibi (müslüman) olana kadar onlarla savaşayım mı?" diye sordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Meydanlarina varıncaya kadar sükunetle gir. Sonra onları İslam'a davet et. İslam hususunda üzerlerine gerekli olan Allah'ın haklarım onlara haber ver. Allah'a yemin ederim ki, Allah'ın, senin sayende bir tek kişiyi hidayete erdirmesi, birçok kırmızı develere sahip olmandan daha hayırlıdır."

 

 

7- Merhab'ın Öldürülmesi:

 

Merhab şöyle diyerek ortaya çıktı: "Ben o kimseyim ki anam/bana Merhab adını takmıştır! Tepeden tırnağa silahlı, tecrübeli kahramanım ben, Harplerin kızışıp şiddetlendiği zamanlarda."Hz. Ali, karşısına şöyle diyerek çıktı:

 

"Ben o kimseyim ki anam bana Haydar adını takmıştır! Ben ormanların korkunç görünüşlü aslanı gibiyim. Düşmanları üçer beşer haklarım!"

 

Ve Merhab'a bir kılıç vurup başım gövdesinden ayırdı. Bundan sonra fetih gerçekleşti.

 

Hz. Ali -r.a.- yahudilerin kalesine yaklaşınca, kalenin üzerinden bir yahudi Hz. Ali'yi farkederek: Sen kimsin? dedi. Hz. Ali: Ben, Ali b. EbiTalib'im! diyerek cevap verdi. Yahudi, Hz. Ali'ye: Musa'ya indirilene yemin olsun ki sizler galip olacaksınız! dedi.

 

Aynı şekilde, Sahih-i Müslim'de de, Merhab'ı öldürenin Hz. Ali (r.a.) olduğu rivayeti vardır.

 

Musa b. Ukbe; Zühri ve Ebu'l-Esved - Urve ve Yunus b. Bükeyr- İbn İshak kanalıyla şöyle rivayet etmiştir: Hariseoğullarından Abdullah b. Sehl, Cabir b. Abdullah'tan naklen, Merhab'ı öldürenin Muhammed b. Mesleme olduğunu rivayet etmiştir. Cabir, rivayetinde şöyle der: "Yahudi Merhab, silahını kuşanmış vaziyette Hayber kalesinden kaside söyleyerek dışarı çıktı. O, şöyle diyordu: "Benimle kim karşılaşacak!" Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bunun karşısına kim çıkacak?" diye ashaba seslendi. Muhammed b. Mesleme: "Ey Allah'ın Rasulü! Onunla ben karşılaşacağım. Vallahi ben, şu an intikam alması gereken ve gözü hiçbir şeyi görmeyen bir kimseyim. Dün -Mahmud b. Mesleme'yi kastederek- kardeşimi öldürdüler." diye cevap verdi. Mahmud b. Mesleme, Hayber'de şehit edilmişti. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Öyleyse onun üzerine yürü! Allah'ım! Merhab'a karşı ona yardım et." diye dua etti. Birbirlerine yaklaştıklarında aralarına bir ağaç girdi. Her ikisi de karşısındakine karşı ağacı siper ediniyordu. Ne zaman onlardan biri, ağacı siper edinse, diğeri kılıcıyla ağacın önüne gelen dallarını kesiyordu. Sonunda düello için ortaya çıktıklarında, ağaç sanki aralarında dikilen bir adama dönmüş, hiçbir dalı kalmamıştı. Sonunda Merhab, Muhammed b. Mesleme'ye hamle yaparak kılıcıyla ona vurdu. Muhammed b. Mesleme, deri kalkanıyla kılıçtan korundu. Kılıç kalkana saplandı, bırakmadı. Muhammed b. Mesleme de bir darbe indirerek Merhab'ı öldürdü. Yine Seleme b. Sellame ve Mecma' b. Harise de, Merhab'ı öldürenin Muhammed b. Mesleme olduğunu söylemişlerdir.

 

Vakıdi şöyle der: Anlatıldığına göre, Muhammed b. Mesleme, Merhab'ın inciklerine vurarak onları kesince, Merhab; "Ey Muhammed! Beni hemen öldür" demiş; Muhammed ise: "Ölümü, kardeşim Mahmud'un tattığı gibi yavaş yavaş tat" diyerek onu terketmişti. Bu arada Hz. Ali (r.a.) Merhab'ın yanına gelerek, boynunu kesip üzerinde bulunan (harp) eşyalarını almıştı. Bunun üzerine Hz. Ali ve Muhammed, Merhab'ın eşyalarını hususunda Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna çıktılar. Muhammed b. Mesleme: "Ey Allah'ın Rasulü! Onun ayaklarını kesip, sonra terketmem, sadece ölümü yavaş yavaş tatması içindi. Yoksa, onun işini hemen bitirebilirdim." demişti. Hz. Ali (r.a.) ise: "Doğru söylüyor. Boynunu, o, ayaklarını kestikten sonra vurdum." diyerek karşılık vermişti. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Merhab'ın kılıcını, mızrağını, miğferini ve kalkanını Muhammed b. Mesleme'ye vermiştir. Merhab'ın kılıcı Muhammed b. Mesleme'nin ailesinin yanındaydı. Üzerinde ne olduğu bilinmeyen bir yazı vardı. Bir yahudi yazıyı okudu, şunların yazı olduğu anlaşıldı:

 

"Bu kılıç, Merhab'ın kılıcıdır. Onu kim tadarsa helak olur!"

 

Sonra (Merhab'ın ölümünden sonra kardeşi) Yasir dışarı çıktı. Yasir'le karşılaşmak üzere Zübeyr ileri atıldı. Zübeyr'in annesi Safiyye: "Ey Allah'ın Rasulü! Yasir oğlumu öldürecek?" diye (telaşlı bir şekilde) sordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Aksine, senin oğlun onu öldürecektir, inşallah" buyurdu ve Zübeyr, Yasir'i öldürdü.

 

 

8- Hayber Kalelerinin Alınışı:

 

Musa b. Ukbe şöyle demiştir: Sonra yahudiler savunma yapmak üzere Kamus adındaki kalelerine sığındılar. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onları yirmi güne yakın muhasara altında tuttu. Kalenin bulunduğu yer, sıcağı şiddetli, sağlığa elverişli olmayan bir yerdi. Müslümanlar son derece zorluk çektiler. Açlıktan dolayı eşekleri kestiler. Fakat Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müşlümanları eşek etlerini yemekten nehyetti. (Bu arada) efendisinin davarlarını gütmekte olan Hayber halkından, Habeşli zenci bir köle geldi. Hayber halkım silaha sarılmış bir vaziyette görünce, onlara ne yapmak istediklerini sordu. Hayberliler: "Peygamber olduğunu iddia eden şu kişi ile savaşacağız" diye cevap verdiler. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adının anılması zenci kölenin gönlüne işledi. Davarlarıyla Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelerek: "Ne söylüyor, neye davet ediyorsun?" diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "İslam'a, Allah'tan başka hiçbir ilah bulunmadığına ve benim Allah'ın elçisi olduğuma tanıklık etmeye ve sadece Allah'a ibadet etmeye çağırıyorum" buyurdu. Köle: "Şehadet edip Allah Teala'ya iman edersem bana ne var?" diye sorunca, Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer bu iman üzere ölürsen, sana cennet var" şeklinde karşılıkta bulundu ve köle müslüman oldu. Sonra köle: "Ey Allah'ın Peygamberi! Yanımda bulunan davarlar emanettir." dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Koyunları yanından çıkar ve onları çakıl taşlarıyla taşla! Şüphesiz ki Allah senin adına emanetini yerine getirecektir." buyurdu. Köle de böyle yaptı ve davarlar sahibinin yanına döndüler. Böylece yahudi, kölesinin müslüman olduğunu anladı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müslümanlar arasında ayağa kalkarak onlara nasihatta bulunup, cihada teşvik etti. Müslümanlar ve yahudiler karşılaştıklarında, bu zenci köle de öldürülenler arasında bulunuyordu. Müslümanlar onu karargahlarına taşıyarak çadıra aldılar. Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem), çadırda kölenin halini görüp sonra da ashaba yönelerek şöyle dediğini söylediler: "Allah, bu köleye ikram edip onu hayra şevketti. Allah'a hiç secde etmediği halde, cennet hurilerinden ikisini başucunda gördüm."

 

Hammad b. Seleme'nin Sabit kanalıyla Enes'ten rivayetine göre Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir adam gelerek: "Ey Allah Rasulü! Ben, siyah tenli, çirkin yüzlü, pis kokulu, malı mülkü olmayan bir adamım. Şu yahudilerle öldürülünceye kadar çarpışırsam, cennete girer miyim?" diye sordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet, girersin" buyurdu. Bunun üzerine adam ileri atılarak öldürülünceye kadar çarpıştı. Öldüğü zaman, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına gelerek: "Allah, yüzünü güzelleştirdi, kokunu hoş eyledi ve malını çoğalttı!" dedi; sonra şöyle buyurdu: "Cennet hurilerinden iki zevcesini üzerinden cübbesini çıkarıp, cildiyle cübbesi arasına girerlerken gördüm."

 

Şeddad b. el-Had anlatıyor: Bedevilerden bir kişi Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve O'na iman edip, tabi olarak şöyle söyledi: "Ben de seninle beraber hicret edeceğim" Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)de bu bedeviyi kollamalarını bazı sahabilerine tavsiye etti. Hayber savaşı vuku bulunca, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bazı şeyleri ganimet olarak elde etmiş, onları paylaştırmıştı. Bu paydan bir hisse de bu bedevi için ayırmış ve onun için ayırdığı bu hisseyi sahabilerine vermişti. Bu bedevi arkalarında koyun güdüyordu. Geldiği zaman ashab payını kendisine verince, bedevi: "Bu nedir?" diye sordu. Ashab: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) senin için ayırdığı paydır" dediler. O payı alarak Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirip: "Ey Allah'ın Rasulü! Bu nedir?" diye sordu. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Senin için ayırdığım hissedir." buyurdu. Bedevi: "Ben, bunlar için sana tabi olmadım! Fakat sana, okla -boğazına işaret ederek- şuramdan vurulup öleyim de, cennete gireyim diye tabi oldum" dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer Allah'a doğru söylüyorsan, O da seni doğrulayacaktır." buyurdu. Sonra bedevi düşmanla çarpışmaya gitti. Bilahare ölmüş vaziyette Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) getirildi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu, o mudur!" diye sordu. Ashab: "Evet odur." dediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah'a doğru söyledi. Allah da onu doğruladı!" buyurdu. Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu cübbesine sararak, öne koyup namazını kıldırdı ve ona şöyle dua etti:

 

"Allah'ım! Bu, senin yolunda muhacir olarak çıkıp, sonra da şehit düşen kulundur. Ben onun böyle olduğuna şahidim."

 

Vakıdi şöyle der: Yahudiler Zübeyr kalesine geçmişlerdi. Bu kale, bir zirvenin tepesinde sağlamca bir kaleydi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) orada üç gün kalmıştı. Bu sırada yahudilerden Azzal adında bir adam gelerek: "Ey Ebu'l-Kasım! Sen burada bir ay da kalsan hiçlerine gelir. Çünkü onların, yer altında su kaynakları var. Geceleri çıkıp, ondan içiyor sonra kalelerine dönüyor ve böylece senden korunuyorlar. Şayet sen, onların su kaynaklarını kesecek olursan o zaman senin karşına, meydana çıkarlar." dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sularının bulunduğu yere giderek sularını kesti. Yahudiler, suları kesilince kaleden çıktılar ve çok çetin bir şekilde çarpıştılar. Müslümanlardan birkaç kişi şehit oldu, yahudilerden de on kadar kişi öldürüldü. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zübeyr kalesini fethederek Küteybe, Vatih ve İbn Ebi'l-Hukayk'ın kalesi Sülalim'e geçti. Kale halkı çetin bir savunma yaptı. Natat ve Şak bölgelerinden hezimete uğrayan herkes onların yanına gelmişti. Zira Hayber'in iki tarafı vardı: 1- Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce fethettiği Şak ve Natat ciheti. 2- Küteybe, Vatih ve Sülalim tarafı. Küteybe, Vatih ve Sülaiim kalelerinin halkı, kalelerinden dışarı çıkmadılar. Sonunda Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onlara karşı mancınık kurdurmaya karar verdi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tarafından on dört gün süreyle muhasara altında tutulan yahudiler yok olacaklarım anlayınca, Hz. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sulh istediler. İbn Ebi'l-Hukayk, Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İnip, seninle konuşabilir miyim?" diye haber yolladı. Allah Rasulü de (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet, inip benimle konuşabilirsin" diye karşılık verdi. Bunun üzerine İbn Ebi'l-Hukayk kaleden inerek Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem); kalede bulunan yahudilerin savaşla kanları dökülmemek, çocukları kendilerine bırakılmak, Hayber'den ve Hayber arazisinden çocuklarıyla birlikte çıkıp gitmelerine müsaade edilmek ve sırtlarındaki elbiselerinden başka kendilerine ait olan mal, arazi, altın, gümüş at ve silahlarını Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bırakmak üzere anlaşma yaptı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Eğer herhangi bir şeyi benden gizleyecek olursanız, Allah'ın ve Rasulü'nün himayesi üzerinizden kalkar" dedi. (Onlar da kabul ederek) bu şartlar üzerine anlaşma yaptılar.

 

 

9- Yahudilerin Teslim Oluşu:

 

Hammad b. Seleme'nin Ubeydullah b. Ömer - Nafi' - İbn Ömer kanalıyla rivayetine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayberlilerle savaşarak onları kalelerine çekilmek zorunda bırakmış; ekin, hurmalık ve arazilerine el koymuştu. Bunun üzerine Hayberliler, hayvanlarının taşıyabileceği kadar yüklerini alıp altın ve gümüşlerini Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bırakarak Hayber'den çıkıp gitmek üzere O'nunla (Sallallahu aleyhi ve Sellem) anlaşma yaptılar. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıca herhangi bir şeyi gizleyip saklamamalarını, eğer böyle yapacak olurlarsa, kendilerinden himaye ve ahdin kalkacağını şart koşmuştu. Fakat daha sonra yahudiler, Nadiroğulları yurdundan Hayber'e sürüldüklerinde beraberinde getirdiği, Huyey b. Ahtab'a ait mal ve zinet eşyası dolu bir tulumu sakladılar. Allah Rasulü '(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Huyey b. Ahtab'ın amcasına: "Huyey'in Nadir'den getirdiği tulumuna ne oldu?" diye sordu. O da: "Savaşlar ve geçimler o tulumu aldı götürdü" diye karşılık verince, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Geçen zaman az, ama mal bundan çok fazlaydı" buyurdu ve Huyey'in amcasını Zübeyr'e havale etti. Huyey'in amcası Zübeyr'e gitmeden önce bir harabeye girmişti. Zübeyr, onu biraz sıkıştırınca: "Huyey'i şuradaki bir harabede dolaşırken gördüm" dedi. Harabeye gidip arayarak Huyey'in tulumunu orada buldular. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ebu'l-Hukayk'ın iki oğlunu -ki bunlardan birisi Huyey b. Ahtab'ın kızı Safiyye'nin kocasıydı- öldürttü. Kadınlarını ve çocuklarını da esir etti. Vermiş oldukları sözü tutmadıkları için mallarını müslümanlar arasında bölüştürdü. Onları Hayber'den çıkarıp sürmek istediğinde: "Ey Muhammedi Bizleri bırak, bu topraklarda kalalım. Bu toprakları ıslah eder, bakımım yaparız. Bizler bunları sizden daha iyi biliriz" dediler. Gerçekten de, ne Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne de ashabının arazinin bakımını yapacak işçileri olmadığı gibi, kendilerinin de bu iş için boş vakitleri yoktu. Neticede onların, yetişecek olan bütün ekin ve meyvelerin yarısının kendilerine verilmesi şartıyla Hayber'de kalmalarına müsaade etti. Abdullah b. Revaha, daha önce de geçtiği gibi yetişecek ekin ve meyveleri tahmin ederdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) anlaşmadan sonra sadece, sözlerim tutmadıkları için Ebu'l-Hukayk'ın iki oğlunu öldürtmüştür. Çünkü onlar, eğer Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) herhangi bir şeyi saklayacak veya gizleyecek olurlarsa, kendilerinden Allah'ın ve Rasulü'nün himayesinin kalkacağını kabul etmişlerdi. Fakat verdikleri sözde durmayarak bir şeyler saklamışlardı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Sizleri sürüp çıkardığımızda, Medine'den getirdiğiniz mallar nerede?" diye sorduğunda, onlar: "Hepsi tükendi." deyip bu hususta yemin etmişlerdi. Ama Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisini sıkıştırması için Kinane'nin amcasının oğlunu, Zübeyr'e havale ettiğinde onların mallarını sakladıklarım itiraf etmişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Kinane'yi, Muhammed b. Mesleme'ye göndermiş, o da Kinane'yi öldürmüştü. Muhammed b. Mesleme'nin kardeşi Mahmud b. Mesleme'yi öldüren kişinin Kinane olduğu da söylenmiştir.

 

 

10- Hz. Peygamber'in (s.a.) Safiyye ile Evlenmesi:

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Huyey b. Ahtab'ın kızı Safiyye'yi ve onun halasının kızını esir aldı. Safiyye Kinane b. Ebi'l-Hukayk'ın nikahlısıydı. Safiyye, yeni zifafa girmiş bir gelindi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bilal'e, Safiyye'yi çadırına getirmesini emretti. Bilal, Safiyye'yi ölülerin arasından geçirip getirdi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu durumu hoş görmeyerek Bilal'e: "Ey Bilal! Senden merhamet kalktı mı?" dedi.

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Safiyye'ye İslam'ı sundu; o da müslüman oldu. Onu kendisi için ayırarak azad etti ve azad edilmesini mehir yerine saydı. Yolda Safiyye ile gerdeğe girdi ve onun için düğün yemeği verdi. (Gerdeğe girdiğinde) Safıyye'nin yüzünde bir morartı gördü. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu nedir?" diye sorunca Safiyye şöyle dedi: "Ey Allah'ın Rasulü! Sen üzerimize gelmeden önce rüyamda, ayın sanki yerinden ayrılarak, kucağıma düştüğünü gördüm. Vallahi, senin hakkında kesinlikle hiçbir şey düşünmüyordum. Bunu kocama anlatınca: 'Medine'de bulunan şu kralı istiyorsun!' diyerek yüzüme bir tokat attı"

 

Ashab, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Safiyye'yi, hanımı olarak mı, yoksa cariye olarak mı aldığı hususunda şüpheye düşerek, "Bekleyiniz! Eğer Safiyye'yi örterse o hanımlarından birisi; örtmezse cariyelerinden birisidir" dediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bineğine binince, giymiş olduğu elbisesini Safiyye'nin sırtına ve yüzüne örttü, sonra elbisenin bir ucunu kendi altına aldı. Böylece ashab Safıyye'nin, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarından biri olduğunu anladılar ve yolculukta Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geriden takip ettiler. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bineğine bindirmek için yanına geldiğinde Hz. Safiyye, Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saygısından ötürü, ayağıyla O'nun uyluğunun üzerine basmaktan çekinip dizini, O'nun uyluğunun üzerine koyarak hayvana bindi.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Safiyye ile gerdeğe girdiğinde Ebu Eyyub, sabaha kadar eli kılıç kabzasında, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çadırının yanıbaşında dikilerek gecesini geçirdi. Ebu Eyyub, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çadırdan çıktığını görünce tekbir getirdi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Eyyub! Sana ne oluyor?" diye sordu. Ebu Eyyub: "Ey Allah'ın Resulü! Bu kadının yanına girdiğinden beri, bu gecemi uykusuz geçirdim. Senin, onun babasını, kardeşini, kocasını ve bütün akrabalarını öldürdüğünü hatırlayarak, sana bir kötülük yapmasından korktum." deyince, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gülerek, Ebu Eyyub'a güzel sözler söyledi.

 

 

11- Hayber Ganimetlerinin Taksimi:

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber ganimetlerini, her biri yüzer hisselik otuz altı kümeye ayırdı. Toplamı üç bin altı yüz hisse ediyordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunun yarısını, kendisi ve müslümanlar için ayırdı. Bu, bin sekiz yüz hisse yapıyordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için de müslümanlardan herhangi birinin payı gibi bir pay ayrılmıştı. Diğer bin sekiz yüz hisseyi ise, karşılaşabileceği musibet ve felaketler ile, müslümanların ortaya çıkabilecek çeşitli ihtiyaçları için bir tarafa koydu.

 

Beyhaki şöyle demiştir: Taksimat böyle yapılmıştır. Çünkü Hayber'in yarısı anveten (zorla), yarısı da sulh yoluyla fethedilmiştir. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zorla fethedilen kısmı, ganimeti ve beşte birlik kısmı hak eden kimseler arasında paylaştırmış; sulh yoluyla fethedilen kısmı ise karşısına çıkabilecek musibet ve felaketler ile müslümanların ihtiyaç gösterecek umumi işleri için ayırmıştır.

 

Ben derim ki: Beyhaki tarafından yapılan bu açıklama, İmam Şafii'nin (r.h.) şu fıkhi kaidesi üzerine kurulmuş bir açıklamadır: "Zorla fethedilen arazilerin taksiminin diğer ganimetlerin taksimi gibi olması vaciptir." Beyhaki, Hayber'in yarısını Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) paylaştırmadığını görünce "Yarısı da sulh yoluyla fethedilmiştir" demiştir. Fakat siyer ve meğaziyi gereği gibi düşünen kimse, Hayber'in zorla fethedilip, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber topraklarının hepsine kılıçla, zorla el koyduğunu hemen anlar. Şayet Hayber topraklarının herhangi bir kısmı sulh yoluyla fethedilmiş olsaydı, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber yahudilerini oradan sürüp çıkarmazdı. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların Hayber'den çıkarılmalarını kesin olarak emrettiğinde, Hayberliler: "Bizler arazi işlerini sizlerden daha iyi biliriz. Bırakın, burada kalıp çıkacak mahsulün yarısını size vermek şartıyla Hayber topraklarını imar edelim!" demişlerdi. Bu, Hayber'in zorla fethedildiği hususunda cidden açık bir delildir. Malum olduğu üzere, Hayber'de yahudi ve müslümanlar arasında mızrak ve kılıçlarla çarpışmalar meydana gelmiş, gerek yahudilerden, gerekse müslümanlardan ölenler olmuştu. Fakat kalelerine sığınmak zorunda bırakıldıklarında, seve seve kabul ettikleri sulh için kalelerinden inmişler; altın, gümüş, zırh ve silahlarını Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bırakıp canları ve çocılklarının bağışlanması ve Hayber topraklarından çıkıp gitmeleri şartıyla anlaşma yapmışlardı. İşte sulh bu idi. Hayber topraklarından herhangi bir kısmının yahudilere bırakılması şeklinde bir anlaşma vaki olmamış, kesinlikle böyle bir anlaşma cereyan etmemiştir. Şayet böyle bir anlaşma olsaydı; Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Dilediğimiz kadar kalmanıza müsaade ederiz." demezdi. Onların, kendi topraklarında, dilediği kadar kalmalarına Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nasıl olur da müsaade etmiş olabilir? Hz. Ömer yahudilerin hepsini Hayber topraklarından sürgün ettiği zaman, yukarıda olduğu gibi onlarla arazi müslümanlara ait olmak üzere ve onlardan bir haraç alınması şartıyla anlaşma yapmamış, böyle bir anlaşma hiç vuku bulmamıştır. Çünkü o, Hayber'e kesinlikle haraç vergisi koymamıştır.

 

Kuşkusuz doğru olan şudur: Hayber anveten (zorla) fethedilmiştir. Devlet başkanı anveten fethedilen topraklar hususunda, bu toprakları bölüştürmek veya vakfetmek ya da bu toprakların bir kısmını bölüştürüp, bir kısmını vakfetmek tercihleri arasında muhayyerdir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) her üç türü de yaparak, Kurayza ve Nadir topraklarını taksim etti; Mekke topraklarını taksim etmedi ve Hayber'in ise yarısını taksim edip, diğer yarısını bıraktı. Mekke'nin zorla fethedildiği konusundaki itiraza yer bırakmayan açıklama ise daha önce geçmişti.

 

Hayber ganimetleri bin sekiz yüz hisseye taksim edilmiştir. Çünkü Hayber, Hudeybiye'ye katılıp da, gerek Hayber'de hazır bulunan gerekse bulunmayanlar için Allah tarafından vaadedilmiş bir ganimet idi. Hudeybiye'de müslümanlar bin dört yüz kişiydiler. Yanlarında ise iki yüz at vardı ve her at için iki hisse takdir edilmiş, dolayısıyla Hayber ganimetleri bin sekiz yüz hisseye ayrılmıştır. Cabir b. Abdullah'tan başka Hudeybiye'de bulunup da Hayber savaşına katılamayan herhangi bir sahabi yoktur. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona da Hayber savaşına katılan bir kimse gibi pay ayırmıştır.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süvari olana üç, yaya olana ise bir hisse vermiştir. Toplam bin dört yüz kişiydiler. Aralarında iki yüz de süvari vardı. Kuşkusuz doğru olan budur!

 

Abdullah el-Ömeri. Mafi - İbn Ömer kanalıyla şöyle rivayet etmiştir: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süvariye iki, yaya olana ise bir hisse verdi."

 

İmam Şafii (rahimehullah) demiştir ki: Herhalde Abdullah el-Ömeri Nafi'in, at için iki, yaya için de bir hisse dediğini işitmiş, fakat (bunu rivayet ederken) atlı için demiştir. Hadis alimlerinden hiçbir kimse Ubeydullah b. Ömer'in, hıfz konusunda kardeşini geçtiğinde şüphe etmez. Bize, arkadaşlarımızdan güvenilir bir kişi İshak el-Ezrak el-Vasıti - Ubeydullah b. Ömer - Nafi - İbn Ömer kanalıyla Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) at için iki, at sahibi için de bir hisse ayırdığını haber vermişti:

 

Sonra Şafii, Ebu Muaviye - Ubeydullah b. Ömer - Nafi' - İbn Ömer kanalıyla, Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süvari olan kimseye biri kendisi, ikisi de atı için olmak üzere üç hisse verdiğini rivayet etmiştir. Bu rivayet Sahihayn'da. da mevcuttur. Aynı şekilde bunu Sevri ve Ebu Üsame de, Ubeydullah'tan rivayet etmişlerdir.

 

Şafii (r.h.) şöyle der: Mecma' b. Cariye'nin rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber hisselerini on sekiz parçaya ayırdı; ordu, üç yüzü süvari olmak üzere, bin beş yüz kişiden teşekkül etmekteydi ve Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) süvariye iki, yayaya da bir hisse verdi.

 

Şafii (r.h.) şöyle demiştir: Babası - amcası Abdurrahman b. Yezid - amcası Mecma' b. Cariye kanalıyla bu hadisi rivayet eden Mecma' b. Yakub tanınmamış bir ravidir. Biz bu hususta Ubeydullah'ın hadisini kabul ettik ve bu hadise zıt düşen dengi bir haber de görmedik. Bir haberin reddedilmesi ancak dengi bir haberle caizdir.

 

Beyhaki şöyle demiştir: Mecma' b. Yakub'un senediyle ordunun ve atlıların sayısı hakkında rivayet ettiği habere karşı çıkılmıştır. Cabir ve megazi alimlerinin rivayetlerine göre ordu bin dört yüz kişi idi ve bunlar Hudeybiye'de hazır bulunan kimselerdi. Yine İbn Abbas, Salih b. Keysan, Beşir b. Yesar ve meğazi alimlerinin rivayetlerinde ise; atların sayısının iki yüz olduğu; at için iki, sahibi için bir ve yaya için de bir hisse verildiği haberi mevcuttur.

 

Ebu Davud şöyle demiştir: "Ebu Muaviye'nin hadisi daha sahihtir ve uygulama da bu yoldadır. Mecma'ın hadisinde şüphe görüyorum. Çünkü iki yüz süvari oldukları halde, üç yüz süvariydiler demiştir."

 

Yine Ebu Davud'un Ebu Amra yoluyla onun babasından şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Dört kişi Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldik. Yanımızda da bir at vardı. Her birimize birer, at içinse iki hisse verdi." Bu hadisin isnadında Abdurrahman b. Abdullah b. Utbe b. Abdullah b. Mes'ud vardır ki, bu Mes'udi diye meşhur olan kişi olup onda zayıflık vardır. Bu hadis, ondan, başka bir yoldan da rivayet edilmiştir. Bu rivayette şöyle der: "Üç kişi Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldik. Yanımızda da bir at vardı. Atlıya üç hisse verdi." Bu haberi de Ebu Davud rivayet etmiştir.

 

 

12- Cafer b. Ebu Talib ve Arkadaşları ile Eş'arilerin Medine'ye Gelmeleri:

 

Bu savaş esnasında Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcasının oğlu Cafer b. Ebu Talib ve arkadaşları ile Eş'arilerden Ebu Musa Abdullah b. Kays ve arkadaşları hep birlikte (Habeşistan'dan) Allah Rasülü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına döndüler. Bunlarla birlikte dönenler arasında Esma bt. Umeys de vardı.

 

Ebu Musa diyor ki: Bizler Yemen'de iken Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ortaya çıktığı haberi bize ulaşmıştı. Ben ve iki kardeşim -birisi Ebu Rühm, diğeri Ebu Bürde, ki ben onların en küçüğü idim- kavmimizden elli küsur kişiyle birlikte muhacir olarak yola çıktık. Bir gemiye bindik. Gemimiz bizi Habeşistan'daki Necaşi'niri yanına bıraktı. Necaşi'nin yanında Cafer b. Ebu Talib ve arkadaşlarıyla buluştuk. Cafer bize; "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizleri buraya gönderdi ve burada kalmamızı emretti. Siz de bizimle beraber kalınız!" dedi. Topluca Medine'ye gelene kadar onunla beraber kaldık. Hayber'i fethettiği sırada Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kavuştuk. Hayber ganimetlerinden bize de pay verdi. Cafer ve arkadaşlarıyla birlikte bulunan gemimiz halkından başka, Hayber fethinde bulunmayan hiçbir kimseye pay vermedi. Yalnızca fethe katılanlar yanında Cafer ve arkadaşlarına pay verdi. Ordudaki mücahidlerden bazıları bize: "Bizler hicret şerefini kazanmakta sizleri geçtik" diyorlardı.

 

Ebu Musa devamla şöyle diyor: Esma bt. Umeys Hz. Hafsa'nın yanına girdi. Bu sırada Hz. Ömer de Hafsa'nın yanına girdi. Hz. Ömer, Esma'yı görerek; "Bu kadın kim?" diye Hafsa'ya sordu. Hafsa da: "Esma'dır." dedi. Hz. Ömer, Esma'ya: "Bizler hicret şerefini kazanmakta sizleri geçtik. Bu sebeple bizler, Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sizden daha layık ve daha yakınız." dedi. Bunun üzerine Esma öfkelenerek Hz. Ömer'e "Ey Ömer! Hayır, kesinlikle öyle değilsiniz! Sizler Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberdiniz. Aç olanınızı doyuruyor, cahilinize öğüt veriyordu. Halbuki bizler, uzaklarda hiç hoş olmayan bir ülkedeydik. Bunların hepsine Allah ve Rasulü yolunda katlanılmıştır. Allah'a yemin olsun ki, söylediğin şeyleri Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) anlatmadan, ne bir şey yiyecek, ne de bir şey içeceğim. Bizler eziyete uğratılıyor, korkutuluyorduk. Ben bunu, muhakkak Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) söyleyeceğim! VAllahi, bu hususta ne yalan söylerim, ne yalana tenezzül ederim, ne de alacağım cevaba kendiliğimden bir şeyler katıp çoğaltırım." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelince Esma: "Ey Allah'ın Rasulü! Ömer şöyle, şöyle söyledi" dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Peki ona sen neler söyledin?" diye sordu. Esma da: "Ona şöyle, şöyle söyledim." dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O bana sizden daha yakın, daha layık değildir. Ömer ve arkadaşlarına bir tek hicret sevabı vardır. Ey gemi halkı! Emin olun ki, sizin için iki hicret sevabı vardır." buyurdu. Ebu Musa ve gemi halkı, bu haberi sormak için grup grup Esma'ya geliyorlardı. (Bu o derece büyük bir sevinç meydana getirmişti ki) dünya malından hiçbir şey, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendileri hakkında söylediği bu söz kadar onların gönüllerinde ferahlık verici ve bu kadar büyük tesirli olamazdı.

 

Cafer, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına geldiğinde, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onu karşılayıp alnından öpmüş ve: "Vallahi Hayber'in fethedilmesine mi, yoksa Cafer'in gelişine mi, hangisine daha çok sevineyim bilemiyorum?" demiştir.

 

Bu olay hakkında rivayet edilen "Cafer, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) baktığında, Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hürmet olsun diye tek ayağı üzerinde sekerek yürümüştür." haberine gelince; bu olayı, ayılar emsali raksçılar raks hususunda kendilerine esas almışlardır. Bu haberi Sevri -Ebu'z-Zübeyr- Cabir senediyle rivayet eden Beyhaki: "Haberin isnadında, Sevri'ye kadar olan kısımda bilinmeyen ravi vardır" diyor.

 

Ben derim ki: Bu haber sahih olsa bile, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavrına aykırı olan yürümedeki kırılıp dökülme, kırıtma, endam satma ve ayılara benzemenin caizliği hususunda hüccet olamaz. Çünkü bu hareket belki Türklerdeki cönk çalma vb. gibi Habeşlilerin ileri gelenlerine saygı göstermek için yapageldikleri adetlerindendi. Cafer de bu adete göre hareket ederek bir defa bunu yapmış, sonra da İslam geleneğinden dolayı bu hareketi terketmiştir. Böyle olunca, bu nerede sekerek, kırılıp, bükülerek yürümek nerede? Başarıya ulaştıran yalnız Allah'dır!

 

 

13- Fezareoğullarının Pay İstemeleri:

 

Musa b. Ukbe şöyle demiştir: Fezareoğulları Hayberlilere yardıma gelenlerdendi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Fezareoğullarına haber gönderip, Hayberlilere yardım etmemelerini isteyerek, eğer Hayberlileri bırakıp giderlerse kendilerine Hayber'den bir şeyler verileceğini vaad etti. Fakat bu teklifi kabul etmediler. Allah Teala Hayber'in fethini Rasulüne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nasib edince, Fezareoğullarından orada bulunanlar Allah Rasülü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelerek; "Bize vermiş olduğun sözü tut" dediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onlara: "O halde Zürrükaybe -Hayber dağlarından bir dağdır- sizin olsun" dedi. Bunun üzerine Fezareoğulları "O zaman seninle savaşırız" deyince Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Peki bizimle savaşmak için buluşma yeriniz şurası olsun" buyurdu. Fezareoğulları bu sözü Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işitir işitmez kaçışarak çekip gittiler.

 

Vakidi şöyle der: Ebu Şüyeym el-Müzeni, -müslüman olmuş ve islamiyeti güzel bir şekilde yaşamıştır- şöyle demiştir: Uyeyne b. Hısn ile ailelerimizin yanına döndüğümüzde, Uyeyne tekrar yanımıza gelmişti. Hayber'e yakın bir yerde, gecenin sonuna doğru konaklamış ve son derece korkmuştuk. Bu arada Uyeyne: "Size müjdeler olsun! Rüyamda Hayber dağlarından Zürrukaybe'nin bana verildiğini gördüm. Vallahi! Muhammed'in yakasına yapışacağım!" dedi. Hayber'e geldiğimiz zaman, Uyeyne de gelmiş, Allah Rasulü'nü (s.a) Hayber'i fethetmiş olarak bulmuştu. Uyeyne, Allah Rasulüne (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Muhammed! Müttefiklerimden elde ettiğin ganimetten bana da'pay ver! Çünkü ben, seninle çarpışmaktan vazgeçtim, seni müttefiklerimle başbaşa bıraktım" dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yalan söylüyorsun! Seni, ancak işitmiş olduğun o sayha ürkütüp, ailenin yanına kadar götürdü!" buyurdu. Uyeyne: "Ey Muhammed! Beni mükafatlandır!" dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "O zaman Zürrukaybe senin olsun" buyurdu. Uyeyne "Zürrukaybe nedir?" dedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Rüyada aldığını gördüğün dağdır." deyince, Uyeyne, Peygamberimizin yanından ayrıldı. Uyeyne ailesinin yanına dönünce, Haris b. Avf gelerek: "Ben sana, eline bir şey geçmez! demedim mi? Vallahi! Muhammed doğu ile batı arasındaki heryere galip gelecektir. Yahudiler bunu bize söyler dururlardı. Ebu Rafi' Sellam b. Ebi'l-Hukayk'ın: 'Bizler, peygamberlik hususunda, Harunoğullarından çıktı diye Muhammed'i kıskanıyoruz. Halbuki o, Allah tarafından gönderilmiş bir Peygamberdir. Fakat yahudiler bu hususta bana kulak asmazlar. Bizim için, biri Yesrib'te (Medine) diğeri ise Hayber'de olmak üzere iki defa boğazlanmak vardır' dediğine şahitlik ederim." Haris şöyle devam eder: O vakit Sellam'a: Muhammed yeryüzünün tamamına hükmedecek mi? diye sormuştum da, bana: "Musa'ya indirilmiş olan Tevrat'a yemin ederim ki, evet! Fakat, yahudilerin O'nun hakkında söylediğim şeyleri öğrenmelerini de istemem!" demişti.

 

 

14- Hz. Peygamber'in (s.a.) Zehirlenmesi:

 

Bu savaş sırasında Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zehirlenmişti. Bir yahudi kadını olan, Sellam b. Mişkem'in karısı ve Haris'in kızı Zeynep, zehirlemiş olduğu kızartılmış bir koyunu Allah Rasülü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hediye etti. Zeynep, müslümanlara: "Muhammed koyun etinin en çok neresini sever?" diye sormuş, müslümanlar da: "But etini çok sever." diye cevap vermişlerdi. Bunun üzerine Zeynep butuna daha çok zehir kattı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) koyunun butundan ısırınca, but Allah Rasülü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zehirli olduğunu bildirdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ısırmış olduğu lokmayı ağzından attı, sonra: "Burada bulunan yahudileri bana toplayınız." buyurdu. Ashab da yahudileri toplayarak Rasulullah'ın yanına getirdiler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yahudilere: "Ben size bir şeyler soracağım, bana doğru cevap verecek misiniz?" diye sordu. Yahudiler:"Evet, (doğru cevap vereceğiz) ey Ebu'l-Kasım!"dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Sizin babanız kimdir?" diye sordu. Yahudiler: "Babamız filandır" dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yalan söylediniz. Babanız filandır" buyurdu. Yahudiler: "Doğru ve yerinde söyledin" dediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ben sizden bir şey daha sorsam, bana doğru cevap verir misiniz?" diye sordu. Yahudiler: "Evet, ey Ebu'l-Kasım, (doğru cevap veririz.) Biz sana yalan söylesek, babamızın kim olduğunu bildiğin gibi bu yalanımızı da bilirsin" dediler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara: "Cehennemlikler kimlerdir?" diye sordu. Yahudiler: "Kısa bir müddet cehennemde bizler bulunacağız. Sonra arkamızdan sizler oraya gireceksiniz." dediler. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Haydi oradan! Vallahi, biz hiçbir zaman cehennemde size halef olacak değiliz!" buyurdu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Size bir şey daha sorsam, bu sefer bana doğru cevap verir misiniz?" diye bordu. Yahudiler: "Evet," dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Siz şu koyunu zehirlediniz mi?" diye sordu. Yahudiler: "Evet, zehirledik!" dediler. Peygamberimiz: "Peki sizi, bunu yapmaya sevk eden nedir?" dedi. Yahudiler: "Eğer sen bir yalancı isen, senden kurtulup rahata kavuşmayı istedik. Eğer gerçekten peygambersen zehir sana zarar vermez (diye düşündük)" dediler.

 

Zeynep, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına getirildiğinde: "Seni öldürmek istedim'" dedi. Peygamberimiz: "Allah sana, bunu yapabilecek gücü vermemiştir." dedi. Müslümanlar: "Onu öldürelim mi?" diye sordular. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, Öldürmeyiniz." buyurarak, Zeyneb'e ne ilişti, ne de onu cezalandırdı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) omuzundan kan aldırarak, zehirlenmiş koyun etinden yiyenlere de kan aldırmalarını emretti. Bu zehirli et yüzünden, ashabtan ölenler oldu. Zeyneb'in öldürülmesi konusunda ihtilaf edilmiştir. İmam Zühri şöyle der: "Müslüman olmuş, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de onu bırakmıştır." Bu rivayeti Abdürrezzak, Ma'mer ve Zühri'den rivayet etmiştir. Ma'mer şöyle demiştir: "İnsanlar Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zeyneb'i öldürdüğünü söylüyorlar."

 

Ebu Davud, Vehb b. Bakıyye - Halid - Muhammed b. Amr - Ebu Seleme kanalıyla "Yahudi bir kadın Hayber'de Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kızartılmış bir koyun hediye etti..." diyerek hadiseyi anlatmıştır. Ebu Seleme devamla şöyle diyor: Zehirli et yüzünden Bişr b. Bera b. Ma'rur öldü. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yahudi kadına haber göndererek: "Seni yaptığın bu şeye sevkeden nedir?" diye sordu. Cabir şöyle diyor: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yahudi karısının öldürülmesini emretti, kadın öldürüldü. "

 

Ben derim ki: Her iki rivayet de mürseldir. Bunu Hammad b. Seleme, Muhammed b. Amr - Ebu Seleme - Ebu Hureyre kanalıyla muttasıl bir senedle şöyle rivayet eder: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Bişr b. Bera öldüğü zaman kadını öldürtmüştür. "

 

Bu iki rivayet şu şekilde uzlaştırılmıştır: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başlangıçta Zeyneb'i öldürmemiş, fakat Bişr ölünce öldürmüştür.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) zehirli etten yeyip yemediği hususunda ihtilaf edilmiştir. Rivayetlerin büyük çoğunluğu, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o etten yediği, bundan sonra üç yıl yaşadığı ve vefatına sebep olan ağrısı için de şöyle dediği yolundadır: "Hayber günü koyundan yediğim lokmanın acısını zaman zaman hissederdim. İşte bu anlar o zehirden dolayı kalp damarımın benden kesildiği anlardır."

 

İmam Zühri; Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şehid olarak vefat etti, demiştin

 

Musa b. Ukbe ve daha başkaları şöyle demiştir: Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) savaşmak için Hayber'e gittiği haberini duyduklarında Kureyşlilerin aralarında büyük bahisler ve anlaşmalar oldu. Kureyşlilerin bir kısmı, Muhammed ve arkadaşları; bir kısmı ise, iki müttefikimiz ve Hayber yahudileri galip gelecek, diyorlardı. Haccac b. Ilat es-Sülemi, müslüman olmuş ve Hayber fethinde bulunmuştu. Abduddar b. Kusayoğullarinın kızkardeşi Ümmü Şeybe, Haccac'ın nikahhsıydı. Haccac zengin bir kimseydi. Süleymoğullarmm topraklarında maden yatakları vardı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber'i fethedince Haccac b. Ilat Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Karımın yanında altınlarım var. Eğer karım ve ailesi müslüman olduğumu anlarlarsa, bana mallarımı vermezler! Bana izin ver de, çabucak gidip Hayber'in fethi haberi ulaşmadan Mekke'ye varayım ve onlara öyle bir takım haberler vereyim ki, onlar sayesinde malımı ve canımı kurtarayım!" dedi. Allah Resulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Haccac'a izin verdi. Haccac Mekke'ye geldiğinde, karısına: "Geldiğimi gizli tut ve yanında bulunan mallarımı bana getir. Muhammed ve arkadaşlarından ele geçen ganimet mallarından bir şeyler satın almak istiyorum. Çünkü onların kökleri kazınmış malları yağmalanmıştır. Muhammed esir edilmiş, arkadaşları da kendisini terketmiştir. Yahudiler, onu Mekke'ye gönderip, sonra Medine'de ölen adamlarına karşılık öldüreceklerine dair yemin ettiler" dedi. Bu haber Mekke'de yayılınca, müslümanlara çok ağır geldi, gırtlaklarına dayandı. Müşrikler ise neşe ve sevinçlerini belirttiler. İnsanların şamata ve gürültüleri, sevinç gösterileri Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) amcası Abbas'ın kulağına gelince, kalkıp dışarı çıkmak istedi. Fakat sırtüstü düştü, ayağa kalkmaya gücü yetmedi. Bunun üzerine oğlu Kusem'i yanına çağırdı. Kuşem sima bakımından Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) benziyordu. Bu arada Abbas, Allah düşmanlarının sevinmemeleri için, sesini yükselterek şöyle şiir söylüyordu:

 

"Sevgili oğlum Kuşem! Burnu yerde sürülesicelerin, burnunun sürt meşine rağmen,

 

Nimet sahibi Rabbim'in, izzet ve hamiyet sahibi Peygamberine yen sevgili oğlum Kuşem!"

 

Gerek müslümanlardan, gerekse müşriklerden pek çok kimse Abbasi kapısının önünde toplandılar. Onlardan kimisi neşe ve sevinç gösteriyor kimisi müslümanların başına gelene seviniyor ve sevinç gösterisi için teşvik yor, kimisi de hüzün ve felaketten dolayı ölü gibi bir hal arzediyordu. Müslümanlar, Abbas'ın söylediği şiiri işitip soğukkanlılığını görünce, gönülleri ferahladı; müşrikler ise kendilerine ulaşmayan bir haberin Abbas'a geldiğini zannettiler. Sonra Abbas, bir kölesini Haccac'a göndererek ona şöyle dedi: "Onunla yalnız olarak görüş ve; 'Getirdiğin haber ve söylediğin şeylerden dolayı sana yazıklar olsun! Halbuki Allah'ın vaad ettiği şeyler, getirdiğin haberden daha hayırlı değil miydi? de!' Köle bunları söyleyince, Haccac "Ebu'l-Fadl'a selam söyle! Bana evlerinin tenha bir yerini hazırlasın, kendisinin yanına varacağım. Vereceğim haber onu sevindirecektir." dedi. Köle, evin kapışma gelince: "Müjde ey Ebu'l-Fadl!" diye seslendi. Abbas sevincinden, sanki hiç hasta değilmiş gibi, yerinden sıçradı. Kölenin yanına gelip, alnından öptü. Köle, Haccac'ın dediklerini bildirince Abbas köleyi azad etti. Sonra köle Abbas'a: "Haccac bana, kendisi için odalarından bir odayı boşaltmanı ve öğle vakti sana geleceğini söyledi." dedi. Haccac, Abbas'ın yanına gelip onunla başbaşa kalınca, vereceği haberi gizli tutması için Abbas'tan söz istedi. Abbas da bu hususta söz verdi. Bunun üzerine Haccac, Abbas'a şöyle dedi: "Ben, Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hayber'i fethetmiş, mallarını ganimet olarak almış, bundan Allah'ın hisseleri ayrılmış ve Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Huyey'in kızı Safiyye'yi kendisi için seçmiş ve onunla zifafa girmiş bir vaziyette bırakıp gelmiş bulunuyorum. Ben kendi mallarım için, onları toplayıp götürmek için geldim. Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) istediğim şekilde konuşmak için izin istedim, O da bana izin verdi. Benim söylediklerimi üç gün gizli tut. Sonra istediğini söyleyebilirsin." Karısı Haccac'ın mallarını topladı, sonra Haccac çabucak Medine'ye döndü. Üç gün geçince Abbas, Haccac'ın karısına gelerek: "Kocan ne yaptı?" diye sordu. Haccac'ın karısı: "Gitti ey Ebu'l-Fadl, Allah seni mahzun eylemesin. Sana ulaşan haber bize de ağır gelmiştir.-" diye karşılık verdi. Abbas dedi ki: "Evet, Allah beni mahzun etmez. Allah'a hamdolsun ki, ancak istediğim şey olmuştur. Allah, Rasulü'ne Hayber'i fethetmeyi nasip etmiş, orada Allah'ın taksimatı uygulanmış ve Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Safiyye'yi kendisi için seçmiştir. Eğer sana kocan lazımsa, git ona yetiş." Kadın: "Vallahi, sanırım ki sen doğru söylüyorsun." dedi. Abbas: "Vallahi, doğru söylüyorum. Durum sana söylediğim gibidir." dedi. Bunun üzerine kadın: "Peki, bunları sana kim haber verdi?" diye sordu. Abbas: "Sana o haberi veren kişi haber verdi" dedi. Kadının yanından ayrılarak Kureyşlilerin meclislerine geldi. Kureyşliler Abbas'ı görünce: "Ey Ebu'l-Fadl! Vallahi bu, büyük bir soğukkanlılık ve dayanıklılıktır! Senin başına hayırdan başka bir şey gelmesin!" dediler. Abbas: "Evet, Allah'a hamdolsun, benim başıma hayırdan başka bir şey gelmemiştir. Bana, Haccac şunları, şunları haber verdi ve benden, bir ihtiyacından dolayı söylediği şeyleri üç gün gizli tutmamı istedi" dedi. Böylece Allah, müminler üzerindeki üzüntü ve tasayı müşrikler üzerine çevirmiş oldu. Müslümanlar evlerinden çıkarak Abbas'ın yanına geldiler. Abbas da durumu onlara anlattı. Sevindirici haberi duyunca müslümanların yüzleri aydınlandı.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

B) HAYBER GAZaSINDAKİ FIKHİ HÜKÜMLER