ZADU’L-MEAD |
DÖRDÜNCÜ KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) CİHADI |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
B) UHUD SAVAŞINDAN
SONRAKİ OLAYLAR
1- Hamraü'l-Esed Seferi
2- Ebu Seleme Seriyyesi
3- Abdullah b. Üneys Seriyyesi
4- Reci Vakası
5- Bi'ri Maune Vakası
6- Hz. Peygamber'in (s.a.) Kunutta
Beddua Okuması
7- Zatü'r-Rika Gazası
8- İkinci Bedir Gazası
9- Dumetü'l-Cendel Gazası
10- Müreysi Gazası
11- İfk Hadisesi
1- Hamraü'l-Esed Seferi:
Uhud savaşı, sona erince
müşrikler çekildiler. Müslümanlar, onların kadınları, çocukları ve malları
gasbetmek için Medine'ye gideceklerini sandılar. Bu da onlara ağır geldi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ali b. Ebi Talib'e (r.a.):
"Düşmanın peşine düş, ne yaptıklarına ve ne istediklerine bak. Eğer atları
sürüp develere binerlerse Mekke'ye dönmek, yok eğer atlara binip develeri
sürerlerse Medine'ye gitmek istiyorlar demektir. Canım elinde olan Allah'a
yemin ederim ki, Medine'ye girmek niyetinde iseler onlara karşı yürüyüp onlarla
orada çarpışacağım!" buyurdu. Hz. Ali şöyle anlatıyor: Ne yaptıklarına
bakarak peşlerini takip ettim. Atları sürüp develere bindiler ve Mekke'ye
yöneldiler. Mekke'ye dönmeye karar verdiklerinde Ebu Süfyan, müslümanlara yaklaşıp
şöyle seslendi: "Gelecek yıl sizinle buluşma yerimiz Bedir olsun."
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "Tamam, kabul ettik!
deyin" buyurdu. Ebu Süfyan: "İşte buluşma yeri orası." dedi.
Sonra arkadaşları ile birlikte ayrılıp gitti. Biraz yol aldıktan sonra
aralarında geçen şeyler sebebiyle birbirlerini kınamaya başladılar. Bir kısmı
diğerlerine dedi ki "Hiçbir şey yapmadınız. Güçlerini ve keskinliklerini
kırdınız, sonra bıraktınız. Size karşı etrafında toplanacakları liderleri sağ
kaldı. Geri dönün de köklerini kazıyalım."
Bu durum Allah Rasülü'ne
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ulaşınca sahabe arasında seslenerek düşmanlarıyla
karşılaşmak için yürümeye çağırdı ve: "Bizimle beraber savaşa katılmış
olanlardan başkası gelmesin!" buyurdu. Abdullah b. Übey O'na: "Senin
yanında ben de geleyim mi?" dedi. "Hayır" diye cevapladı.
Şiddetli yaralarına ve korkularına rağmen müslümanlar çağrısına uyup
"İşittik, itaat ettik." dediler. Cabir b. Abdullah izin isteyerek:
"Ey Allah'ın Rasulü! Ben senin katıldığın her savaşa mutlaka katılmak
isterim. Ancak babam beni kızlarının başında bıraktı. Ama izin ver seninle
geleyim." dedi. Bunun üzerine ona izin verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte müslümanlar Hamraü'l-Esed'e kadar ilerlediler. Ma'bed
b. Ma'bed el-Huzai orada Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelerek
müslüman oldu. Rasulullah ona Ebu Süfyan'ın ardından yetişip savaştan
caydırmaya çalışmasını emretti. Ma'bed, Ebu Süfyan'a Ravha'da yetişti. Ebu
Süfyan onun müslüman olduğunu bilmiyordu. "Ma'bed, ne haber?'* diye sor*
du. Ma'bed dedi ki: "Muhammed ve ashabı size ateş püskürüyorlar. Benzeri
görülmemiş bir orduyla yola çıkmışlar. Üstelik arkadaşlarından geride kalanlar
da pişman olmuşlar." Ebu Süfyan: "Sen ne diyorsun!" dedi. Ma'bed;
"Ordunun öncü birlikleri şu tepenin ardından çıkıncaya kadar süratle yola
koyulmandan başka bir yol göremiyorum." dedi. Ebu Süfyan: "Vallahi,
onların kökünü kazımak için saldırmak üzere toplanmıştık." dedi. Ma'bed:
"Sana tavsiye ederim, böyle yapma." dedi.
Bunun üzerine gerisin
geri Mekke'ye döndüler. Ebu Süfyan Medine'ye gitmek isteyen bir müşrikle
karşılaştı ve ona: "Mekke'ye döndüğünde devene kuru üzüm yükletmem
karşılığında Muhammed'e bir haber iletebilir misin?", diye sordu. Adam:
"Evet" dedi. O zaman Ebu Süfyan: "Muhammed'e, bizim kendisinin
ve ashabının kökünü kazımak için saldırmak üzere toplandığımızı ilet."
dedi. Onun sözü kendilerine ulaştığında ashab: "Allah bize yeter. O ne
güzel vekildir. Bu yüzden kendilerine bir fenalık dokunmadan Allah'tan nimet ve
bollukla geri döndüler. Allah'ın rızasına uydular. Allah büyük lütuf
sahibidir." dediler.
2- Ebu Seleme Seriyyesi:
Daha önce geçtiği gibi
Uhud savaşı hicri 3. yılın Şevval ayının yedisinde cumartesi günü olmuştu. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye dönüp Şevval'in geri kalan
günleriyle Zilkade, Zilhicce ve Muharrem aylarını burada geçirdi.
Muharrem ayı girdiğinde
Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Huveylid'in oğulları Talha ve
Seleme'nin kendi kabileleriyle bunlara tabi olanlar arasında dolaşıp Esed b.
Huzeyme oğullarını Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile savaşa
çağırmak için gezdikleri haberi ulaştı. Bunun üzerine Ebu Seleme'yi onlara
karşı gönderdi. Kendisine bir sancak verdi. Ensar ve Muhacirlerden 150 kişiyi
onun yanısıra gönderdi. Bunlar deve ve koyun sürüleri ele geçirdiler, herhangi
bir çarpışma olmadı. Ebu Seleme bu deve ve koyunların hepsini Medine'ye
getirdi.
3- Abdullah b. Üneys
Seriyyesi:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Muharrem aymın 5. günü, Halid b. Süfyan b. beyh
el-Hüzeli'nin kendisine karşı bir ordu toplamış olduğu haberini aldı. iid'e
karşı Abdullah b. Üneys'i gönderdi. Abdullah onu öldürdü.
Abdülmü'min b. Halefi
şöyle der: Abdullah, Halid'in başını getirip Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) önüne koydu. O da kendisine bir asa verip: "Bu, kıyamet günü
seninle benim aramda bir işarettir." buyurdu. Abdullah ölüm döşeğinde o
asanın kendisiyle birlikte kefenine konulmasını vasiyet etti. Abdullah'ın
(Medine'den) ayrılığı on sekiz gece sürmüştü. Muharrem ayının çıkmasına yedi
gün kala, cumartesi günü geri dönmüştü.
4- Reci Vakası:
Safer ayında Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Adal ve Kara" kabilelerinden bir
grup geldi. Aralarında müslümanların bulunduğunu söylediler ve Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara kendileriyle birlikte, dini
öğretecek, Kur'an okutacak kimseler göndermesini istediler.
Hz. Peygamber de
beraberlerinde, İbn İshak'ın ifadesine göre altı kişi gönderdi. Buhari ise:
"On kişiydiler. Başlarına da Mersed b. Mersed el-Ganevi'yi komutan
yapmıştı.*' demektedir. Aralarında Hubeyb b. Adiy de vardı. Birlikte yola
çıktılar.
Hicaz dolaylarında
Hüzeyloğullarına ait bir su olan Reci'e vardıklarında kendilerini götürenler
sahabılere ihanet ettiler ve onlara karşı Hüzeyloğullarından yardım istediler.
Onlar da gelip sahabileri çepeçevre kuşattılar ve hepsini öldürdüler. Sadece
Hubeyb b. Adiy ile Zeyd b. Desine'yi esir ettiler. Sonra bu ikisini götürüp
Mekke'de sattılar. Hubeyb ile Zeyd, Bedir savaşında Mekkelilerin ileri
gelenlerinden bazılarını öldürmüşlerdi. Hubey'i yanlarında hapsettiler, bir
müddet sonra öldürülmesine karar verdiler. Onu Harem'den çıkartıp Ten'im'e
getirdiler.
İdam edilmesi için görüş
birliğine vardıklarında Hubeyb: "Beni bırakın da İki rekat namaz
kılayım." dedi. Serbest bıraktılar ve iki rekat namaz kıldı. Selam
verince: "Vallahi eğer, korktu diyecek olmasaydınız daha fazla
kılardım." dedi. Sonra şöyle devam etti: "Allah'ım! Kaç kişi olduklarını
say ve onları teker, teker öldür. Onlardan hiçbirini sağ bırakma." Daha
sonra şu şiiri okudu:
"Gruplar etrafımda
toplandılar, kabilelerini de bir araya getirip he (grubun toplanmasını
istediler.
Hepsi düşmanlıklarını
açığa vurup benim aleyhime çalışıyorlardı!, kü ben telef olacak yerde, yağlı
urganda bağlıyım.
Çocuklannı ve
kadınlarını etrafıma topladılar. Beni asılmak üzere; gayet sağlam ve uzun bir
dar ağacına yaklaştırdılar.
Kederimden sonraki
garipliğimi ve ölümüm sırasında bu kimselerin bana hazırladığı şeyleri Allah'a
şikayet ediyorum.
Ey arşın sahibi! Yapmak
istediklerine karşı bana sabır ver. Etimi parçaladılar, umudum kesildi.
Beni küfrü ya da ölümü
seçmede serbest bıraktılar; gözlerim yaşla doldu, ama korkudan sızlanmıyorum.
Ölümden çekinmiyorum,
zaten bir ölüyüm ben. Gidişim de dönüşüm de Rabbimedir.
Müslüman olarak
öldürüleyim, ne tarafta öldürüldüğüme önem vermiyorum, yatacağım yer Allah
katındadır.
Bu Allah rızası içindir,
dilerse parçalanmış bir cesedin mafsallarını mübarek kılar.
Düşmana karşı ürperme ve
korku göstermiyorum; çünkü dönüşüm Allah'adır".
Ebu Süfyan ona dedi ki:
"Arzu eder miydin, burada Muhammed'in boynu vurulaydı da sen ailenin
yanında olaydın?" Hubeyb: "Hayır vallahi. Ben ailemin arasında olayım
da Muhammed'e bulunduğu yerde kendisine acı verecek bir dikenin batmasını bile
asla arzu etmem" diye karşılık verdi.
Sahihti Buhari)'dey
öldürüleceği zaman iki rekat namaz kılma adetini ilk başlatan insanın, Hubeyb
olduğu kaydedilmektedir. Ebu Ömer b. Abdilber, Leys b. Sa'd yoluyla aktardığı
bir kıssada Zeyd b. Harise'nin bu iki rekatı kıldığım nakletmiştir. Hicr b.
Adiy de, Muaviye, Şam'a bağh beldelerden Azra'da kendisinin öldürülmesini
emrettiğinde aynı şekilde iki rekat namaz kılmıştır.
Sonra Hubeyb'i idam ettiler
ve cesedini koruyacak bir kimse görevlendirdiler. Fakat Amr b. Ümeyye ed-Damri,
geceleyin gelip onu darağacıyla birlikte yüklenerek götürdü ve defnetti.
Hubeyb, esirliği
sırasında Mekke'de hiç meyve bulunmazken, bir salkım üzüm yerken görülmüştür.
Zeyd b. Desine'ye gelince, Safvan b. Ümeyye onu satın alıp babasına karşılık
öldürdü.
Musa b. Ukbe, bu olayın
sebebini şöyle zikretmiştir: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bu birliği Kureyş hakkında araştırma yapmaları için göndermişti. Lihyanoğulları
onları engelledi.
5- Bi'ri Maune Vakası:
Yİne bu ayda, hicri 4.
yılın Safer ayında Maune kuyusu olayı vuku bulmuştur. Özeti şudur:
Mulaibu'l-Esinne denilen Ebu Bera Amir b. Malik, Rasulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yanına Medine'ye gelmişti. Hz. Peygamber onu islam'a
çağırmış, ancak o ne müslüman olmuş, ne de uzak durmuştu. "Ey Allah'ın
Rasulü! Dinine çağırmaları için ashabını Necidlilere gönderirsen onlara icabet
edeceklerim umarım." demişti. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Necid halkının onlara zarar vermelerinden
korkarım." buyurmuştu. Ebu Bera ise: "Ben onları himaye ederim."
demişti. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da onunla birlikte, İbn
İshak'ın görüşüne göre 40 sahabi göndermişti. Sahih(~i Buhar?)''de: "Onlar
70 kişiydiler." denmektedir. Sahih(-i Buhari)'de geçen sayı sahihtir.
Rasulullah (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bunların başlarına, Saideoğullarından olup Mu'nik Li yemut diye
lakap takılmış Münzir b. Amr'ı komutan tayin etti. Bu kimseler müslümanların
seçkinlerinden, faziletlilerinden, önde gelenlerinden ve kurralarından idiler.
Maune kuyusunda konaklaymcaya kadar gittiler. Bu kuyu, Amiroğulları toprakları
ile Süleymoğulları taşlığı arasında bir yerde idi, burada konakladılar. Sonra
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mektubunu, Ümmü Süleym'in
kardeşi Haram b. Mühan ile Allah düşmanı Amir b. Tufeyl'e gönderdiler. Tufeyl,
mektuba bakmayıp bir adama emretti, o da Haram'ı arkasından mızrakladı. Mızrak
kendisini delip geçtiğinde kanı görünce Haram: "Kabe'nin Rabbine yemin
olsun, ben kazandım!" dedi. Bunun ardından hemen Allah düşmanı, geri
kalanlarla savaşmak için Amiroğullarını harbe çağırdı. Ebu Bera'nın himayesinden
dolayı ona katılmadılar. Bunun üzerine Süleymoğullarını harbe çağırdı. Usayya,
Ri'l ve Zekvan kabileleri olumlu cevap verdiler. Gelip Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını çepeçevre kuşattılar. Ashab, Ka'b b.
Zeyd b. Neccar hariç, son adamları da öldürülünceye kadar savaştılar. Ka'b, son
nefesini veriyor diye şehitler arasında bırakılmıştı. Hendek savaşında şehit
edilinceye kadar yaşadı.
Amr b. Ümeyye ed-Damri
ile Münzir b. Ukbe b. Amir, müslümanların otlağına çıkmışlardı. Olay yerinin üzerinde
kuşların dönüp durduğunu gördüler. Münzir b. Muhammed, savaş alanına inip
kendisi de şehit edilinceye kadar arkadaşlarıyla birlikte müşriklere karşı
çarpıştı. Amr b. Ümeyye ed-Damri ise esir alındı. Fakat Mudar kabilesinden
olduğunu bildirince, Amir kakülünü kesti ve annesinin bir adağını yerine
getirmek için onu kölelikten azad etti. Amr b. Ümeyye de oradan ayrıldı. Kanat
vadisinin başlangıcındaki Karkara denilen yere gelince bir ağacın gölgesinde
oturdu. Kilaboğullarından iki adam gelip onunla birlikte o gölgelikte mola
verdiler. Adamlar uyuyunca Amr, arkadaşlarının intikamını alıyorum zannıyla
ansızın saldırarak ikisini de öldürdü. Bunların üzerinde Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ahidnamesi vardı. Fakat Amr bunu bilmiyordu. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına döndüğünde yaptığı şeyi anlattı. O zaman
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Şüphesiz sen (haksız yere)
iki adamı öldürmüşsün. Onların diyetini mutlaka ödeyeceğim!" buyurdu.
İşte bu olay Nadiroğulları
gazasına sebep oldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bu iki şahsın
diyetini vermeye yardım etmeleri için aralarındaki anlaşmadan dolayı
Nadirogullarına gitti. "Evet" dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali ve ashabından bir grupla
oturuyordu. Yahudiler, toplanmış, bu konuyu görüşüyorlardı. Bazıları: "Şu
değirmen taşını Muhammed'in üzerine atıp onu öldürecek bir adam var mı?"
dediler. İçlerinden en şakileri olan Amr b. Cihaş -Allah ona lanet etsin-
ortaya atıldı. Bu sırada Cebrail (a.s.) alemlerin Rabbi katından, yahudilerin
verdiği kararı Rasulü'ne bildirmek için geldi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) hemen o anda Medine'ye dönmek üzere yerinden kalktı. Sonra
hazırlanıp bizzat onlarla savaşmak üzere yola çıktı. Nadiroğullarını altı gün
kuşatma altında tuttu. Medine'de vekil olarak İbn Ümmi Mektum'u bırakmıştı. Bu
olay Rebiülevvel ayında oldu.
İbn Hazm der ki: İçki o
vakit haram kılındı. Nadiroğulları, silah dışında develerinin taşıyabileceği
kadar mal almak ve memleketlerinden çıkmak şartıyla teslim oldular. Huyey b.
Ahtab ile Sellam . Ebi Hukayk gibi ileri gelenleri Haybcr'e, bir grup da Şam'a
gitti. İçlerinden sadece iki kişi müslüman oldu: Yamin b. Amr ve Ebu Sa'd b.
Vehb. Bu ikisi mallarını kurtardılar. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), Nadiroğullarının mallarını özellikle ilk Muhacirler arasında
paylaştırdı. Çünkü bu mallar, müslümanların at sürmeden ve binmeden
(savaşmaksızın) elde ettikleri ganimetlerdendi. Ancak fakirliklerinden dolayı
Ebu Dücane ile Sehi b. Huneyf adlı iki Ensariye de ganimetten pay verdi.
Haşr suresi, bu gaza
hakkında nazil olmuştur. Bizim söylediğimiz megazi ve siyer alimlerine göre
sahih olan haberdir.
Muhammed b. Şihab
ez-Zühri, Nadiroğulları gazasının Bedir savaşından altı ay sonra vuku bulduğunu
zannetmiştir. Bu ya onun yanılgısıdır ya
bile bırakmaksızın
hepsinin o surede zikredileceklerini zannedecekleri şekilde 'minhüm, minhüm'
diye inmeye
da ona atfedilen bir
yanlışlıktır. Bilakis söz konusu gazanın Uhud savaşından sonra olduğunda şüphe
yoktur. Bedir savaşından altı ay sonra olan gaza Kaynukaoğulları gazasıdır.
Kurayza gazası ise Hendek savaşından, Hayber de Hudeybiye anlaşmasından sonra
olmuştur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yahudilerle dört savaş
yapmıştır:
1) Kaynukaoğulları
gazası, Bedir'den sonra.
2) Nadiroğulları gazası,
Ühud'dan sonra.
3) Kurayzaoğulları
gazası, Hendek'ten sonra.
4) Hayber gazası,
Hudeybiye anlaşmasından sonra.
6- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Kunutta Beddua Okuması:
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir ay süreyle rükudan sonra kunut okuyup Bi'ri Maune
olayında kurraları öldürenlere beddua etti. Bunlar daha sonra tevbe edip
müslüman olarak geldiklerinde beddua okumayı terketmiştir.
7- Zatü'r-Rika Gazası:
Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Zatü'r-Rika gazasına bizzat katıldı. Bu Necid
gazasıdır. Hicretin 4. yılı Cemaziyelula ayında savaşa çıktı. Muharrem ayında
çıktığı da söylenmiştir. Muhariboğulları ve Sa'lebe b. Sa'd b. Gatafan
oğullarıyla savaşmak niyetindeydi. Medine'de Ebu Zer el-Ğifari'yi vekil
bıraktı. Osman b. Affan'ı bıraktığı da söylenmiştir. Ashabından 400 kişinin
başında savaşa çıktı. 700 kişi oldukları da söylenmiştir. Gatafan kabilesinden
bir toplulukla karşılaştılar. Birbirlerine karşı durdular, fakat aralarında
savaş çıkmadı. Ancak Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabeye o gün
korku namazı klıdırdı. İbn İshak ile siyer ve megazi alimlerinden bir grup bu
gazanın tarihi ve onda kılınan korku namazı hakkında böyle söylemişlerdir.
Diğer alimler de bu görüşü onlardan almışlardır. Bu gerçekten problemdir. Zira
müşriklerin, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hendek savaşı
sırasında güneş batıncaya kadar ikindi namazını kılmaktan alıkoydukları
sabittir.
Sünen'de ve imam Ahmed
ile Şafii'nin -Allah onlara rahmet eylesin- Müsned'lerinde nakledildiğine göre
müşrikler Hz. Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle, ikindi, akşam ve
yatsı namazlarını kılmaktan alıkoymuşlardı da hepsini topluca kılmıştı. Halbuki
bu olay korku namazının nazil olmasından önceydi, Hendek savaşı ise hicretin 5.
senesi Zatü'r-Rika'dan sonra yapılmıştır.
Görünen odur ki, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıldığı ilk korku namazı Usfan'da
kıldığıdır. Nitekim Ebu Ayyaş ez-Zuraki diyor ki: Biz Hz. Peygamber'le
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte Usfan'da idik. Bize öğle namazını
kıldırdı. O gün müşriklerin komutanı Halid b. Velid idi. Müşrikler:
"Gerçekten onların bir gaflet anım yakaladık." dediler ve ilave
ettiler: "Onların bu namazdan sonra bir namazları daha vardır ki
kendilerine mallarından ve oğullarından daha sevimlidir." Bunun Üzerine
öğle ile ikindi arasında korku namazı nazil oldu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bize ikindi namazım kıldırdı. Bizi iki gruba ayırdı... Sonra
hadisin geri kalanını zikretti. Hadisi, Ahmed (b. Hanbel) ve Sünen sahipleri
rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre anlatıyor:
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Dacnan ile Usfan arasında bir yere
inerek müşrikleri kuşatmıştı. Müşrikler: "Bunların bir namazı var ki, o
kendilerine oğullarından ve mallarından daha sevimlidir. İşinizi sağlam tutun.
Sonra hep birden üzerlerine saldırın." dediler. Bunun üzerine Cebrail
(a.s.) geldi ve Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabını iki
gruba ayırmasını söyledi... Hadisin devamım zikretti. Tirmizi: Hadis,
hasen-sahihtir, demişür.
Usfan gazasının Hendek
savaşından sonra olduğu konusunda ilim adamları arasında ihtilaf yoktur. Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) korku namazını Zatü'rRika'da
kıldırdığı rivayeti de sahihtir. Böylece bunun (Zatü'r-Rika gazasının) Hendek
ve Usfan savaşından sonra olduğu anlaşılmış oldu. Ebu Hureyre ile Ebu Musa
el-Eş'ari'nin Zatü'r-Rika gazasına katılmış olmaları da bu görüşü
kuvvetlendirmektedir. Nitekim Sahihayn'da. Ebu Musa'dan, kendisinin Zatü'r-Rika
gazasına katıldığı ve sahabenin ayakları parçalandığından dolayı ayaklarına
çaput sardıkları rivayet edilmiştir.
Ebu Hureyre'ye gelince,
Müsned'ae ve Sünen'de Mervan b. Hakem'in ona şöyle sorduğu nakledilmektedir.
"Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte korku namazı
kıldın mı?"Ebu Hureyre: "Evet" dedi. Hakem: "Ne zaman?'*
diye sorunca, "Necid gazasının olduğu yıl." diye cevap verdi.
Bu da, Zatü'r-Rika
gazasının Hayber'den sonra olduğuna delalet eder. Zatü'r-Rika gazasının Hendek
savaşından önce olduğunu söyleyen apaçık bir yanlışlığa düşmüştür. Bazıları
bunu kavrayamayınca, lafızlar ve tarihler çatıştığında olayları, ayrı ayrı
sayma konusundaki alışkanlıkları üzere, Zatü'r-Rika gazasının biri Hendek
savaşından önce diğeri de ondan sonra olmak üzere iki kere yapıldığını iddia
etmişlerdir. Bu iddiada bulunan kimsenin söyledikleri -sahih değil ya- sahih
olsaydı, daha önce Usfan kıssasında belirtilen sebepten ötürü, sahabeye korku
namazını birinci defada kıldırmış olması ve bunun da Hendek savaşından sonra
olması mümkün olmazdı. Bu iddiada bulunanların buna, Hendek savaşında namazı
ertelemenin caiz olup neshedilmediği ve çarpışma esnasında kılmaya imkan
buluncaya kadar namazın ertelenmesinin caiz olduğu şeklinde cevap verme hakları
vardır. Nitekim imam Ahmed'in (r.h) mezhebindeki iki görüşten biri ve daha
başkalarının görüşü budur. Fakat Usfan kıssasında, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sahabeye ilk korku namazını burada kıldırdığına ve bunun
Hendek savaşından sonra olduğuna bir çözüm bulamazlar.
Doğrusu, Zatü'r-Rika
gazasının anlatımını buradan sonraya, Hendek': ten hatta Hayber'den sonraya
almak gerekirdi. Ancak biz, megazi ve siyer alimlerine uyarak onu burada
zikrettik. Sonra onların yanılgılarının farkına vardık. Tevfik Allah'tandır.
Müslim'in, Sahihinde
CabirMen rivayet ettiği şu hadis de Zatü'r-Rika gazasının Hendek savaşından
sonra olduğuna delalet etmektedir. Cabir diyor ki: Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte Zatü'r-Rika'ya varıncaya dek gittik. Gölgelik
bir ağacın yanına vardığımızda orayı Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bırakmıştık. Derken müşriklerden bir adam geldi. Rasulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kılıcı ağaçta asılıydı. Adam kılıcı alıp kınından sıyırdı...
Anlatmaya devam etti. Cabir daha sonra şöyle diyor: Namaza çağrıda bulunuldu.
Bir gruba iki rekat kıldırdı, sonra bunlar ayrılıp gittiler. Ardından diğer
gruba iki rekat kıldırdı. Böylece Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
dört rekat, sahabe ise ikişer rekat kılmış oldu.
Korku namazı Hendek
savaşından sonra meşru kılınmıştır. Hatta bu rivayet onun Usfan'dan bile sonra
olduğuna delalet eder. En iyi bilen Allah'tır.
Cabir'in devesini Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) satması olayının Zatü'r-Rika
gazasında olduğu nakledilmiştir. Tebük'ten dönüşü sırasında olduğu da
söylenmiştir. Fakat şu meselede Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
kızkardeşlerine bakacak ve onlara katlanacak dul bir kadınla evlenmesini haber
vermesi, babasının vefatından sonra onun deveyi satmada acele ettiğini ve Tebük
gazasının olduğu yıla kadar bunu ertelemediğini göstermektedir. En iyi bilen
Allah'tır.
Zatü'r-Rika gazasından
dönüşleri sırasında müşriklerden bir kadını esir aldılar. Bunun üzerine kadının
kocası, Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından kan dökünceye
kadar geri dönmemeyi adadı. Geceleyin geldi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) müslümanlan düşmandan korumak için iki kişiyi gözcülükle
vazifelendirmişti. Bunlar, Abbad b. Bişr ile Ammar b. Yasir idiler. Kadının
kocası bir ok atıp Abbad'ı vurdu. Abbad namaz kılıyordu, oku söküp çıkarttı.
Adam kendisine üç ok alıncaya kadar namazını bozmadı ve vazgeçmedi. Nihayet selam
verdi ve arkadaşını uyandırdı. Arkadaşı: "Allah Allah! Beni ne diye
uyandırmadın?" dedi. Abbad şöyle cevap verdi: "Bir sure okuyordum,
yarıda kesmek istemedim. "
Musa b. Ukbe,
MegazPsinde şöyle der: Bu gazanın ne zaman olduğu, Bedir'den önce mi yoksa sonra
mı veya Bedir ile Uhud arasında mı ya da Uhud'dan sonra mı olduğu
bilinmemektedir.
Bedir'den önce olmasını
mümkün görmekle gerçekten iyice uzaklaşmış oldu. Bunun imkansız olduğu açıktır.
Yukarıda açıklaması geçtiği üzere bu gaza ne Uhud'dan, ne de Hendek'ten
önceydi.
8- İkinci Bedir Gazası:
Ebu Süfyan'ın Uhud'dan
ayrılışı esnasında "Gelecek yıl sizinle buluşma yerimiz Bedir olsun."
dediği daha önce geçmişti. Şaban ayı girince, -ertesi yılın Zilkade ayı olduğu
da söylenmiştir- Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) 1500 kişinin
başında buluşma yerine doğru yola çıktı. Müslümanların on atı vardı. Sancağını
Ali b. Ebi Talib taşıyordu. Medine'de yerine Abdullah b. Revaha'yı vekil
bırakmıştı. Böylece Bedir'e geldi. Orada sekiz gün müşrikleri bekleyerek durdu.
Ebu Süfyan da Mekke'den müşriklerle beraber yola çıktı. 2000 kişiydiler ve elli
atları vardı. Mekke'den bir konak uzaklıktaki Merruzzahran'a geldiklerinde Ebu
Süfyan onlara: "Bu yıl kıtlık yılıdır. Sizi geri götürmek
fikrindeyim." dedi. Ayrılarak geri döndüler. Sözlerini tutmadılar. Bu
nedenle bu gaza, Bedr-i Mev'id diye isimlendirildiği gibi İkinci Bedir diye de
adlandırılmıştır.
9- Dumetü'l-Cendel
Gazası:
Dume, dal harfi ötreli
olarak okunmalıdır. Üstünlü okunuşundi öftaya çıkan Devme, başka bir yerdir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hicretin 5. yılı Rebiülevvel ayında oraya doğru
yola çıktı. Sebebi, kendisine orada Medine'ye yürümek isteyen büyük bir
topluluğun bulunduğu haberinin ulaşmasıdır. Dumetü'l-Cendel ile Medine arası on
beş gecelik bir mesafeydi, Şam'dan da beş gecelik uzaklıktaydı. Medine'de Siba'
b. Urfuta el-Gifari'yi vekil bıraktı. Müslümanlardan 1000 kişinin başında yola
koyuldu. Yanında Üzreoğullarından Mezkur adında bir kılavuz vardı. Onlara
yaklaştığında müşrikler batıya doğru yönelmişlerdi. Deve ve koyunlarının
izlerini buldu. Bunun üzerine müslümanlar onların hayvanlarına ve çobanlarına
baskın yaptılar. Ölenler öldü, kaçabilenler kaçtı. Bu haber Dumetü'l-Cendel
halkına gelince dağıldılar. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onların
yurtlarında konakladı. Orada, Dumetü'l-Cendel halkından hiç kimseyi bulamadi.
Birkaç gün burada kaldı. Etrafa seriyyeler, birlikler gönderdi. Halktan hiçbir
kimseyi bulamadılar. Daha sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Medine'ye döndü. Bu gazada Uyeyne b. Hısn ile bir anlaşma yaptı.
10- Müreysi Gazası:
Müreysi gazası hicretin
5. yılı Şaban ayında oldu. Sebebi: Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Mustalıkoğulları reisi Haris b. Ebi Dirar'm, kavmi arasında dolaşarak
onları ve Araplardan söz geçirebildiklerini Rasulullah'la (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) savaşmak üzere davet ettiği haberi ulaştı. Peygamberimiz Büreyde b.
Husayb el-Eslemi'yi durumu öğrenmesi için gönderdi. Büreyde onların yanına
gidip Haris b. Ebi Dirar ile buluştu ve onunla konuştu. Hz. Peygamberdin
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına dönüp onların durumunu haber verdi.
Bunun üzerine Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) müslümanlan savaşa çağırdı, onlar da
çıkmak için acele ettiler. Bundan önce hiçbir gazaya katılmamış bir grup
münafık da kendileriyle birlikte yola çıktı. Medine'de Zeyd b. Harise'yi vekil
bıraktı. Ebu Zer el-Ğifari'yi bıraktığını söyleyenler bulunduğu gibi, Nümeyle
b. Abdullah el-Leysi'yi bıraktığını söyleyenler de vardır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Şaban ayından iki gece geçtikten sonra pazartesi
günü yola çıktı. Haris b. Ebi Dırar ile yanında bulunanlara Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine doğru gelmekte olduğu ve Peygamber
ile müslümanlardan haber getirmek üzere yolladığı casusun öldürüldüğü haberi
ulaşınca büyük bir korkuya kapıldılar. Yanlarında bulunan Araplar onlardan
ayrıldılar.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Müreysi'e geldi. Burası bir su kenarı idi. Çadırını burada
kurdu. Yanında Hz. Aişe ile Ümmü Seleme (r.anhüma) vardı. Savaşa hazırlandılar.
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına saf tutturdu. Muhacirlerin
sancağı Hz. Ebu Bekir Sıddik'ta, Ensarınki Sa'd b. Ubade'de idi. Bir müddet
karşılıklı ok attılar. Sonra Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ashabına emretti ve hep birden hücuma kalktılar. Zafer müslümanların oldu.
Müşrikler bozguna uğradı, öldürülenler öldürüldü. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) düşmanın kadın ve çocuklarını esir aldı, deve ve koyun
sürülerini ele geçirdi. Bir kişi dışında müslümanlardan kimse öldürülmedi.
Abdülmü'min b. Halef, Siret adlı kitabında ve daha başkaları böyle
söylemektedirler. Bu bir yanılgıdır. Zira aralarında savaş olmamıştır. Ancak
düşmana su kenarında baskın yapmış ve çocukları kadınları ve mallarını ele
geçirmiştir. Nitekim Sahih(~i Buhari/de: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Mustalikoğulları üzerine onlar gafilken hücum etti..." denmekte
ve hadis zikredilmektedir.
Kabile reisi Haris'in
kızı Cüveyriye de esir almanlar arasındaydı. Sabit b. Kays'ın payına düşmüş,
Sabit de kendisiyle kölelik sözleşmesi yapmıştı. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), onun kölelikten kurtulması için gereken parayı ödedi ve
onunla evlendi. Müslümanlar bu evlilik sebebiyle, "Onlar, Allah Rasulü'nün
s.a.) hısımlandır." diyerek Mustalıkoğullarından yüz esir köleyi azad edip
serbest bıraktılar.
ibn Sa'd der ki: Bu
gazada Hz. Aişe'ye ait bir gerdanlık düştü de onu aramaya koyuldular. Neticede
teyemmüm ayeti nazil oldu.
Taberani, Mucem'inde
Muhammed b. İshak - Yahya b. Abbad b. Abdullah b. Zübeyr - babası aracılığıyla
Hz. Aişe'nin şöyle dediğini zikreder: Benim gerdanlık meselemden dolayı olanlar
olduktan, ifk ehli dediklerini dedikten sonra Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte bir başka gazaya daha çıktım. Yine gerdanlığım düştü. Onu
aramak için herkes yolundan kaldı. Allah'ın dilediği bir zamanda Ebu Bekir'le
karşılaştım. Bana: "Kızım! Her seferde alemin başına sıkıntı ve bela
oluyorsun. Hiç kimsenin yanında su yok." dedi. Bunun üzerine Allah,
teyemmüme ruhsat veren ayeti indirdi.
Bu hadis, teyemmüm
ayetinin inişine sebep olan gerdanlık hikayesinin bu gazadan sonra meydana
geldiğine delalet etmektedir; görünen budur. Fakat bu kıssada gerdanlığın
kaybolması ve aranması sebebiyle cereyan eden ifk hadisesi yer almıştır.
Bazıları iki olayı birbiriyle karıştırmışlardır. Biz burada ifk hadisesine
işaret edeceğiz.
11- İfk Hadisesi:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu gazaya çıktığında çekilen kur'anın kendisine
çıkması sebebiyle Hz. Aişe'yi beraberinde götürmüştü. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), hanımları arasındaki adeti buydu. Gazadan dönüşte
bir yerde konakladılar. Hz .Aişe ihtiyacı sebebiyle çıktı, sonra geri döndü. Bu
sırada kızkardeşinden emanet olarak aldığı bir gerdanlığı kaybetti. Hemen
kaybettiği yere gerdanlığını aramak üzere geri döndü. Hevdecini taşıyan adamlar
geldiler, onu içinde zannederek hevdeci deveye yüklediler. Hafifliğini
farketmemişlerdi. Çünkü Hz. Aişe'nin (r.anha) yaşı çok gençti, kendisini
ağırlaştıracak kadar şişmanlamamiştı. Aynı şekilde bu kimseler hevdeci hep
birlikte taşıdıkları için hafifliğini hissedemediler. Şayet hevdeci bi: ya da
iki kişi kaldırsaydı durum gizli kalmazdı.
Hz. Aişe konakladıkları
yere dönüp geldi. Gerdanlığını bulmuştu ama burada hiç kimse kalmamıştı.
Konaklama yerinde oturdu. Kendisini kaybettiklerini anlayınca aramak üzere
buraya döneceklerini düşünüyordu. Allah, bütün işlerinde hakimdir, arşının
üstünden işleri dilediği gibi düzenler. Gözlerini uyku bürüdü ve nihayet
uyuyakaldı. Safvan b. Muattal'ın, "İnna lillahi ve inna ileyhi raciun!
Rasulullah'ın hanımı!" sözünü duyuncaya dek uyanmadı. Safvan, ordunun
ardçıları arasında konaklamıştı, çünkü o çok uyuyan birisiydi. Nitekim, İbn Ebi
Hatim'in Sahih'inae ve Sözen'de denmektedir ki: Safvan Hz. Aişe'yi görünce
tamdı, -hicab ayetinin inmesinden önce görüyordu- ve istircada bulundu. Sonra
devesini çöktürüp Hz. Aişe'ye yaklaştırdı, o da deveye bindi. Hz. Aişe'ye bir
kelime bile söylemedi, o da kendisinden "İnna lillahi ve inna ileyhi
raciun" sözünden başka bir şey işitmedi. Sonra Safvan, deveyi yularından
çekerek onunla birlikte ordunun bulunduğu yere varıncaya kadar yürüdü. Ordu
Nahruzzahira'da konaklamıştı. İnsanlar bu durumu görünce her biri seciyesine
göre ve kendisine yakışan biçimde konuştular. Habis ruhlu, Allah düşmanı İbn
Übey, soluklanacak bir fırsat buldu ve kalbindeki münafıklık ve kıskançlık
kederinden dolayı sözde taşkınlık yapıp iftirayı (ifk) orada burada söylemeye,
yalana yalan katmaya, ifki yaymaya, neşretmeye, toplamaya, dağıtmaya başladı.
Arkadaşları da bu konuda ona yaklaşmaya çalışıyorlardı. Medine'ye dönünce, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu konuda susup konuşmazken,
iftiracılar lakırdıya daldılar. Sonra Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Hz. Aişe'den ayrılma konusunda ashabıyla istişare etti. Hz. Ali, onu
boşayıp başkasını almasına açık değil dolaylı olarak işaret etti. Üsame ve
başkaları ise düşmanların sözüne aldırmayıp onu nikahında tutmasını tavsiye
ettiler. Hz. Ali, söylentilerdeki şüpheyi gördüğü için Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanların sözlerinden dolayı çektiği gam ve
kederden kurtulması için şek ve şüphenin yakine terkedilmesini önerdi;
hastalığın kökünü kurutmak üzere görüş bildirdi. Üsame ise, Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'ye ve babasına olan sevgisini, bunların
da ötesinde ve daha önemlisi onun temiz ve masum olduğunu, iffetli ve dindar
biri olduğunu biliyordu. Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbi
katındaki değeri ve derecesinden dolayı Allah'ın O'nu müdafaa edeceğini
bildiğinden ötürü Allah Rasulü'nün evinin hanımı, kadınları arasındaki
sevgilisi ve Sıddık'ının kızını iftiracıların indirdiği dereceye
indirmeyeceğini; Rasulullah'ın Rabbi katında en değerli olduğunu ve Allah'ın,
zinakar bir kadım O'nun nikahında bulundurmayacak kadar O'nun Allah katında
aziz olduğunu biliyordu. Yine Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sevgilisi olan Aişe-i Sıddika'nın, Rasülü'nün nikahında iken onu fuhşa mübtela
kılmayacak kadar Rabbi katında yüce olduğunu biliyordu. Kim Allah'ı ve
Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve O'nun Allah katındaki değerini
kalbinde güçlü bir şekilde duyuyorsa, Ebu Eyyub ve sahabenin diğer ileri
gelenlerinin bunu işitince söyledikleri gibi: "Allah'ım! Seni noksanlardan
tenzih ederiz, haşa bu büyük bir iftiradır." der.
Onların Allah'ı tesbih
edişlerini ve bu makamda O'nu tenzih edişlerindeki tanımayı, dostu ve
yaratıklarının en değerlisi olan Rasulü'ne kötü ve zinakar bir kadın nasip
etmesi gibi O'na yakışmayan şeylerden Allah'ı nasıl tenzih ettiklerini bir
düşün! Kim Allah hakkında böyle bir şey düşünürse O'nun hakkında kötü bir zanda
bulunmuştur. Allah ve Rasulü'nü hakkıyla tanıyanlar, Allah Teala'nın şu sözünde
belirttiği gibi, kötü kadınların ancak kendilerine benzer erkeklere yakıştığını
anlamışlardır: "Kötü kadınlar, kötü erkeklerindir. "[Nur, 26] Dolayısıyla
bunun büyük bir suç isnadı ve apaçık bir iftira olduğundan şüphe etmeyerek
kestirip attılar.
Bu durumda şöyle bir
soru yöneltilebilir: Peki, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah'ı en
iyi tanıyan, kendisinin O'nun katındaki derecesini ve kendisine yakışanı en iyi
bilen olduğu halde neden Hz. Aişe'nin meselesi hususunda çekimser kalmış, ona
soru sormuş, araştırıp istişare etmiş ve sahabenin ileri gelenleri gibi:
"Attanım! Seni tenzih ederim. Haşa bu büyük bir iftiradır."
dememiştir?
Cevap: Bu, Allah
Teala'nın, bu kıssa sebebiyle bazı toplulukları yükseltip diğerlerini alçaltsm,
hidayete erenlerin hidayetini ve imanını güçlendirip zalimlerin ise sadece
hüsranını artırsın diye bu kıssayı Rasulü ve ümmetinin bütünü için kıyamete
kadar bir imtihan, deneme ve kendileri için bir vesile kıldığı yüce hikmetlerin
bütünündendir. İmtihanın ve denemenin tam olması Hz. Aişe'ye iftira konusunda
Allah Rasulü'ne vahyin bir ay süreyle kesilmesini gerektirdi. Allah'ın takdir
buyurup hükmettiği hikmetinin tamamlanması ve en mükemmel yönleriyle ortaya
çıkması; sadık mü'minlerin iman ve sebatlarının adalet ve doğruluk üzere
artması ve Allah'a, Rasulü'ne, ehl-i beytine, sıddik kullarına karşı hüsn-i
zanlarının devam etmesi; münafıkların iftira ve nifaklarının katmerlenmesi ve
Allah'ın Rasulü'ne ve mü'minlere onların kalblerinde gizlediklerini açığa
vurması; Sıddika (Hz. Aişe)dan ve ana-babasından istenen kulluğun tamama
ermesi; Allah'ın onlara olan nimetlerinin tamamlanması; gerek Hz. Aişe'nin
gerekse ebeveyninin Allah'a olan ihtiyaç ve rağbetleri, O'na muhtaç olmaları ve
boyun eğmeleri, O'na hüsn-i zanda bulunmaları ve ümit bağlamalarının artması;
böylece Hz. Aişe'nin, yaratıklardan ümidini kaybedip herhangi bir insanın
elinden yardım ve destek gelebileceğinden ümidini kesmesi için bu konuda Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir şey vahyedilmedi. Ana babası
kendisine: "Kalk, Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) teşekkür
et. Allah O'na senin masum olduğunu vahyetti." dediklerinde bu makamın
hakkını tam verdi ve: "Vallahi kalkmam, yalnızca masum olduğumu vahyeden
Allah'a hamdederim." dedi.
Ayrıca bu olay
ayıklandı, temize çıkarıldı ve mü'minlerin kalpleri bu konuda Allah'ın,
Rasülüne vahiy göndermesini olabilecek en muazzam bir şekilde gözetledi ve bunu
son derece istekle bekleyip durdular. İşte bu durum, Hz. Peygamber'e bir ay
süreyle vahyin kesilmesinin hikmetlerindendir. Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), ehl-i beytinin, Sıddik'ın ve ailesinin, ashabının ve mü'minlerin en
çok ihtiyaç duydukları anda vahiy ansızın geliverdi. Öyle ki toprağın yağmura
en çok gereksinim duyduğu anda yağmurun yağması gibi geldi. En güç ve en nazik
bir konumda gelmişti. Tam bir sevinçle sevindiler ve son derece neşelendiler.
Şayet Allah, Rasulü'nü hemen ilk anda olayın gerçeğine muttali kılsaydı ve o
anda hemen vahiy gönderseydi bu hikmetler ve daha nice kat kat hikmetler.,
kaybolur giderdi.
Yine Allah Teala,
Rasulü'nün ve ehl-i beytinin kendi katındaki derecesini ve onların kendi
katındaki değerlerini açığa vurmayı, Rasulü'nü bu darboğazdan çıkarmayı ve O'nu
bizzat savunup müdafaa etmeyi ve düşmanlarım reddetmeyi, Rasulü'nün bir
müdahelesi olmayan ve O'na nisbet edilemeyen bir işten dolayı O'nu
ayıplamalarına ve kötülemelerine cevap vermeyi üstlenmiş, hatta bunu O tek
başına yüklenerek Ras'ulü'nü ve ehl-i beytini müdafaa etmek istemiştir.
Asıl maksat Rasulullah'a
eziyet vermekti. Hanımına iftira atılan kimse suçsuz olduğunu bilse veya
bilmeye yakın bir zanla tahmin etse onun, hanımının masum olduğuna şahitlik
etmesi yakışık almazdı. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe
hakkında kesinlikle su-i zanda bulunmamıştır; hem Rasulullah'ı hem de Hz.
Aişe'yi bundan tenzih ederiz. Bunun için iftiracılardan mazur görülmesini
isteyerek Rasulullah şöyle buyurdu: "Ailem hakkında bana eza veren bir
şahsa karşı bana kim yardım eder. Vallahi, ben ailem hakkında iyilikten başka
bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar bir adamın adım ortaya attılar ki, onun
hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum. Bu adam ailemin yanına ancak
benimle birlikte girmiştir." Zira Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sahip olduğu, Sıddika'nın suçsuzluğuna delalet eden ipuçları
mü'minlerinkinden çok daha fazlaydı. Fakat sabrının, sebatının, merhametinin,
Rabbine olan hüsn-i zannının ve O'na olan güveninin mükemmelliğinden ötürü
sabır ve sebat makamının ve Allah'a hüsn-i zan beslemenin gereğini tam olarak
yerine getirdi. Nihayet, gözünü aydınlatıp gönlünü sevindiren ve değerini
artıran, Rabbinin kendisine ne kadar önem verdiğini ümmetine bildiren, onun
işine itina ettiğini gösteren vahiy geliverdi.
Hz. Aişe'nin günahsız
oluşunu bildiren vahiy gelince Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
iftirasını açığa vuranlar hakkında emir buyurdu, seksener değnek had cezası vuruldu.
Habis ruhlu Abdullah b. Übeyy'e ise iftiracıların başı olmasına rağmen had
vurulmadı. Denilmiştir ki: Zira had cezalan had vurulanlar için bir günahı
hafifletme ve bir keffarettir. Halbuki habis adam buna layık değildir. Allah
ona ahirette büyük bir azap vaadetmiştir ki hadde gerek yoktur; bu ona yeter.
Yine denilmiştir ki: Bilakis o kişi sözü süsleyip püslüyor, derleyip
toparhyarak anlatıyor ve kendisine isnad edilmeyecek şekilde kalıplara
sokuyordu. Şöyle de denilmiştir: Had, ancak itirafla veya bir delille sabit
olur. O ise iftira ettiğini itiraf etmedi. Ayrıca hiç kimse onun iftirada
bulunduğuna dair şahitlik etmedi. Çünkü o bunu sadece yandaşlarının arasında
söylüyordu ve onlar da aleyhine şahitlik etmediler. Zaten mü'minler arasında
böyle bir şey söylemiyordu.
Bir başka görüşe göre:
Hadd-i kazf (iftira cezası) Allah hakkı olduğunu söyleyenler bulunsa da kul
hakkıdır, ancak hak sahibinin istemesiyle bu hak alınır. İftira atılan kimsenin
istemesi gerekir. Hz.Aişe ise bu hakkı İbn Übey'den talep etmemiştir.
Bir görüşe göre ise:
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onun münafıklığının ortaya
çıkmasına ve defalarca öldürülmesi gerekecek şekilde konuşmasına rağmen
öldürmediği gibi, bu defa da ona had cezası uygulanmasını daha büyük bir fayda -onun
kavminin kalbini kazanmak ve onları İslam'dan nefret ettirmemek- nedeniyle
terketmiştir. Çünkü bu habis ruhlu adam kendisine itaat olunan ve reis
konumunda bir kimseydi. Dolayısıyla ona had vurulması halinde fitnenin
ayaklanmasından emin olunamazdı. Belki de bütün bu sebeplerden dolayı kendisine
had vurulması terkolundu.
Mistah b. Üsase, Hassan
b. Sabit ve Hamne bt. Cahş gibi gerçek mü'minlere, günahlarını temizlemek ve
onlara keffaret olmak üzere had vurdurdu. O halde Abdullah b. Übeyy'in bunların
dışında bırakılması, buna layık olmamasındandır.
Sıddika'nın suçsuzluğuna
dair ayet inip ana babasının "Kalk da Resulullah'a (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) teşekkür et." demeleri üzerine: "Vallahi, kalkmam ve ancak
Allah'a hamdederim." sözü üzerinde düşünen kimse; onun Allah'ı tanımasını,
imanının gücünü, nimeti Rabbine yükleyişini, bu makamda hamdi yalnız O'na
tahsis edişini, tevhidi soyutlayışını, musibet anındaki cesaretinin gücünü ve
kendisinin suçsuzluğuna delil getirişini anlar. Hz. Aişe, sulha rağbet ve onu
talep makamında kalkmasını gerektiren şeyi yapmadı. Rasulullah'ın (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kendisine olan sevgisine, güvenine rağmen sevgilinin
sevgiliye naz olarak diyeceğini dedi; özellikle naz makamlarının en güzeli olan
böyle bir makamda sözü tam yerinde kullandı. Onun; "Ancak Allah'a
hamdederim, zira suçsuzluğuma dair vahiy indiren O'dur." dediği zaman
Allah'a olan sevgisi ne kadar güzeldir? Onun bu sebatı ve vakan Allah içindir
ve O, kendisine en sevimli şeydir, O'na karşı sabredemez. Oysa sevgilisinin
(Rasulullah'ın) gönlü bir ay kendisine karşı değişmiş, sonra da ondan hoşnutluk
ve ikbal görmüştür. Bu nedenle O'na kalkıp teşekkür etmede, Rasulullah'ı çok
sevmesine rağmen onun hoşnutluğuna ve yakınlığına sevinmede acele etmedi ki, bu
gayet sebatkar ve güçlü bir davranıştır.
Bu mesele hakkında Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ailem konusunda bana eza veren
bir adam hakkında kim bana yardımcı olur?" dediğinde Abdüleşheloğullarının
kardeşi Sa'd b. Muaz'ın kalkıp: "Ey Allah'ın Rasulü! Sana ben yardım
edeceğim!" demesi ilim adamlarının birçoğuna problem olmuştur. Zira hiçbir
alim, Sa'd b. Muaz'ın Hendek savaşından hemen sonra Kurayzaoğulları hakkında
hüküm vermesinin akabinde vefat ettiği konusunda ihtilaf etmemiştir; ve bunun
5. yılda olduğu sabittir. Oysa ifk hadisesinin şu bahsettiğimiz
Mustalıkoğulları gazasında olduğunda şüphe yoktur ki bu gaza, Müreysi
gazasıdır. Alimlerin çoğunluğuna göre bu gaza Hendek savaşından sonra hicri 6.
yılda olmuştur. Bu problemi çözmek için alimler farklı metodlardan yola
çıkmışlardır: Musa b. Ukbe, Buhari'nin kendisinden rivayetine göre Müreysi
gazasının Hendek'ten önce hicretin 4. yılında olduğunu söylemiştir. Vakıdi, 5.
yılda olduğunu ifade etmiş ve: "Kurayza ve Hendek savaşları ondan sonradır"
demiştir. Kadı İsmail b. İshak da: "Bu konuda ihtilaf ettiler. En doğrusu
Müreysi gazasının Hendek savaşından önce olmasıdır," demiştir. Buna göre
problem yoktur. Fakat alimler aksi görüştedirler. Hem ifk hadisinde de bunun
aksini gösteren deliller vardır. Çünkü Hz. Aişe: "Olay, hicab ayeti nazil
olduktan sonra oldu." dem ektedir. Hicab ayeti ise Zeyneb bt. Cahş
hakkında inmiştir. O zaman Zeynep Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) nikahındaydı. Çünkü Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Zeyneb'e
Hz. Aişe hakkındaki kanaatini sormuş, o da: "Kulağımı ve gözümü
duymadığım, görmediğim şeyden muhafaza ederim." demişti. Hz. Aişe der ki:
"Zeyneb, Hz. Peygamber'in hanımları arasında benimle rekabet ederdi."
Tarihçiler, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zeyneb'le evlenmesinin hicretin 5.
yılı Zilkade ayında olduğunu kaydederler. Buna göre Musa b. Ukbe'nin görüşü
sahih değildir. Muhammed b. İshak: "Mustalikoğulları gazası Hendek
savaşından sonra hicretin 6. yılında oldu." der, orada ifk hadisini
zikreder. Ancak o bunu Zühri'den, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe yoluyla Hz.
Aişe'den aktararak hadisi kaydeder. Bu hadiste: "Üseyd b. Hudayr kalktı
ve: Ya Rasulullah! Size ben yardım edeceğim, dedi. Sa'd b. Ubade de karşı
çıktı." demekte ve Sa'd b. Muaz'ı anmamaktadır. Ebu Muhammed İbn Hazm
diyor ki: Kendisinde hiç şüphe olmayan doğru budur. Sa'd b. Muaz isminin
zikredilmesi bir yanlışlıktır. Çünkü Sa'd b. Muaz, şüphesiz Kurayzaoğulları
fethinin hemen peşinden vefat etmiştir. Fetih ise hicretin 4. yılı Zilkade
ayının sonunda olmuştur. Mustalıkoğulları gazası ise, Sa'd'in vefatından 1 yıl
8 ay sonra, 6. yılda olmuştur. Adı geçen iki şahıs arasındaki münakaşa,
Mustalıkoğulları gazasından dönüşten 50 günü aşkın bir zaman geçtikten sonra
olmuştur.
Ben derim ki: Doğru
olan, ileride geleceği gibi Hendek savaşının hicretin 5. yılında olduğudur.
İfk hadisinde,
Buhari'nin, Ebu Vail aracılığıyla naklettiği bir rivayetinde: Mesruk'un: 'Ümmü
Ruman'dan ifk hadisini anlatmasını istedim, rivayet etti." dediği geçmektedir.
Bir çok alim şöyle demektedirler: Bu, apaçık bir yanlıştır. Zira Ümmü Ruman,
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) döneminde vefat etmiş ve Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kabrine inerek: "Hurilerden bir
kadına bakmaktan hoşlanan kimse buna baksın." demiştir. Diyorlar ki:
"Mesruk, Ümmü Ruman'ın sağlığında Medine'ye gelip ondan hadisi rivayet
etmesini istemiş olsaydı, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
görüşmüş olması ve O'ndan hadis işitmiş olması gerekirdi. Halbuki Mesruk,
Medine'ye ancak Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefatından sonra
gelmiştir." Yine diyorlar ki: "Mesruk, Ümmü Ruman'dan bu hadisten
başka bir hadis daha rivayet etmiş, ancak mürsel olarak rivayette bulunmuştur.
Dolayısıyla bazı raviler, onun Ümmü Ruman'dan hadis işittiğini zannetmişler ve
bu hadisi de duyduğuna hamletmişlerdir. Belki de Mesruk: 'Ümmü Ruman'dan
rivayet etmesi istendi.' demiştir de bazıları bunu.*Ben istedim' şeklinde
yanlış okumuşlardır. Çünkü alimlerden hemzeyi her zaman elif üstüne yazanlar
vardır."
Öteki alimler diyorlar
ki: Bütün bunlar Buhari'nin Sahih'ine aldığı sahih rivayeti reddetmez. İbrahim
el-Harbi ve başkaları demişlerdir ki: "Mesruk, henüz on beş yaşındayken
Ümmü Ruman'dan hadisi sormuş, yetmiş sekiz yaşında iken de vefat etmiştir. Ümmü
Ruman, Mesruk'un kendisinden hadis rivayet ettiği kimselerin en
eskisidir". Bunlar diyorlar ki: "Ümmü Ruman'ın, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hayatta iken vefat ettiğine ve Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun kabrine indiğine dair hadise gelince, bu
hadis sahih değildir. Sahih olmasını engelleyen iki illet vardır: Birincisi;
Aii b. Zeyd b. Cüd'an'ın rivayet etmiş olmasıdır ki bu ravi, hadisiyle delil
getirilemiyecek zayıf bir ravidir. İkincisi ise; hadisi Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kasım b. Muhammed yoluyla rivayet etmiş
olmasıdır. Kasım ise Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devrine
yetişmemiştir. Öyleyse bu hadis nasıl olur da Buhari'nin Sahih'inde rivayet
ettiği güneş gibi bir isnada sahip hadisin karşısında kabul görebilir! Buhari
hadisinde Mesruk: 'Ümmü Ruman'dan sordum da hadisi bana anlattı.' demektedir
ki, bu hadisin lafzının 'suilet = soruldu' olmasını iptal eder." Ebu Nuaym
da, MaYıfetü's-Sahabe adlı eserinde: "Ümmü Ruman'ın, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) döneminde vefat ettiği söylenilmişse de bu
yanlıştır." der.
İfk hadisinin
rivayetlerinden birinde: Hz. Ali'nin kendisiyle istişare ettiğinde Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem); "Cariyeye sor, o sana doğrusunu
söyler." dediği; bunun üzerine Berire'yi çağırıp sorduğunda onun:
"Aişe hakkında kuyumcunun halis altın hakkında bildiğinden başka bir şey
bilmiyorum." dediği veya buna benzer bir şey söylediği geçmektedir. Bu da
bir problem olmuştur. Çünkü Berire, ancak bundan uzun bir süre sonra kölelik
sözleşmesi yapıp azad olmuştur. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
amcası Abbas o zaman Medine'de idi. Hz. Abbas ise Medine'ye ancak Mekke
fethinden sonra gelmişti. Bunun için Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), kocasına dönmesi için Berire'ye aracılık edip onun da buna razı
olmadığı zaman, amcasına: "Ey Abbas! Mugis'in kendisine olan sevgisine
rağmen Berire'nin ona nefret duymasına hayret etmiyor musun?" demiştir.
İfk hadisesinde Berire,
Hz.Aişe'nin yanında değildi. Onların bu zikrettikleri şayet bağlayıcı ise, o
zaman yanlışlık, cariyenin Berire olarak isimlendirilmesindedir. Hz. Ali, Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Berire'ye sor" dememiş,
sadece "Cariyeye sor, o sana doğrusunu söyler." demişti. Bazı raviler
onu Berire sandılar ve onu öylece isimlendirdiler. Eğer Mugis'in Fetih
sonrasına kadar karismil istemeye devam etmiş ve ondan ümit kesmemiş olması
suretiyle onların zikrettikleri bağlayıcı değilse problem ortadan kalkar. En
iyi bilen Allah'dır.
Bu gazadan dönüşleri
esnasında münafıkların başı İbn Übey: "Medine'ye dönersek, andolsun ki
üstün kimseler zelil kimseleri oradan çıkaracaktır." dedi. Zeyd b. Erkam
bu sözü Hz. peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iletti. İbn Übey de gelip
kendini mazur göstererek böyle bir şey söylemediğine yemin etti. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) susup bir şey söylemedi. Bunun üzerine Allah
Teala Münafikun suresinde Zeyd'i tasdik eden ayetleri indirdi. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zeyd'in kulağından tutup: "Müjdeler olsun,
Allah seni doğruladı." dedi, sonra: "Bu, kulağı ile Allah'a
vefakarlık gösteren kimsedir." buyurdu. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Ey
Allah'ın Rasulü! Abbad b. Bişr'e emret de İbn Übey'in boynunu vursun."
dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de: "İnsanlar, Muhammed
ashabını öldürüyor diye konuştuklarında onlara bunu nasıl anlatırız?"
buyurdu.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: