ZADU’L-MEAD

ÜÇÜNCÜ KİTAP

ADAB VE DUALAR

 

ANA SAYFA      Kur’an      Hadis      Sözlük      Biyografi

 

HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) SELAMLAŞMA KONUSUNDAKİ TUTUMLARI

 

1- Hz. Peygamber'in (s.a.) Selam Verişi:

2- Çocuklara ve Kadınlara Selam Verişi:

3- Mescidde Selam:

4- Konuşmadan Önce Selam:

5- Selam Adabı:

6- Ehl-i Kitab'a Selam Verişi:

 

1- Hz. Peygamber'in (s.a.) Selam Verişi:

 

Sahihayrfda Ebu Hureyre (r.a.) tarafından Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğu rivayet olunmuştur: "İslam'da en efdal ve en hayırlı olan şey; yemek yedirmek, tanıdığına ve tanımadığına selam vermektir.

 

Yine Sahihayn'da rivayet olunduğuna göre; "Cenab-ı Hakk Adem'i (a.s.) yarattığında buyurdu ki: 'Şu melek gurubunun yanına git, onlara selam ver. Ve selamına ne şekilde mukabele edeceklerini dikkatle dinle. Çünkü o şekilde selam alma, senin ve zürriyetinin selamlaşması için örnek olacaktır. Bunun üzerine Adem (a.s.): -esselamu aleykum- dedi. Melekler: -esselamu aleyke -ve rahmetullah- diye mukabelede bulunarak onun selamına -ve rahmetullah- lafzını ziyade ettiler."

 

Yine Sahihayn'da, Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem), selamın yayılmasını emrettiği ve; şayet aralarında selamı yayarlarsa birbirlerini sevecekleri iman etmedikçe cennete giremeyecekleri, birbirlerini sevmedikçe de iman etmiş olamayacakları haber verilmiştir.

 

Buhari, Sahih'inde Ammar'ın (r.a.) şöyle dediğini nakletmiştir: "Üç şeyi kim şahsında bir araya getirirse, imam da toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selam vermek, fakir iken sadaka vermek.

 

Bu tavsiye ve kelimeler, hayrın esas ve ayrıntılarını içermektedir. Çünkü insaflı davranmak; hem Allah, hem de kul hakkının eda edilmesini gerektirir. Aynı şekilde insaflı davranmak; kişinin kendisinin olmayan bir şeyi başkalarından istememesini, güçleri üzerinde bir şeyi başkalarına yüklememesini, kendisi için yapmalarım arzu ettiği bir şeyi onlara yapmasını, affedilmesini arzu ettiği hususlarda onları affetmesini, kendi leh ve aleyhinde verdiği hüküm ile başkalarının da leh ve aleyhinde hüküm vermesini gerektirir. Buna nefsin nefse karşı insaflı davranması da girer. Nefsine karşı insaflı davranan kişi, kendinde olmayan bir şey ile övünmez, nefsini kirletecek, onu küçük düşürecek, Allah'a isyanla kendisini tahkir edecek davranışları işlemez. Kendisini geliştirir, büyütür. Allah'a taat ile, O'nun tevhidi ile, O'nun sevgisiyle, korku ve ümidiyle, O'na tevekkül ile, O'na rücu ile, O'nun sevgi ve rızasını halkın sevgi ve rızasına tercih ederek nefsini yüceltir. Nefsi için halk ve Allah ile beraber olmaz. Aksine nefsini, Allah'ın uzaklaştırdığı gibi bir tarafa atar. Sevgisi, buğzu, vermesi, mani olması, konuşması, girişi, çıkışı nefsi için değil Allah için olur. Nefsini bir tarafa uzaklaştırır. Yaptığı amellerden kendisi için bir yer, bir pay çıkarmaz. Aksi halde Allah'ın, "De ki: Ey kavmim! Elinizden geleni yapın! [En'am, 135] ayetiyle zemmettiği (kınadığı) kimselerden olur.

 

Bir kölenin yaptığı amellerden kendisi için bir yer bir pay yoktur. Çünkü O, yaptığı amellerden elde edilen kazançları elde eder, onları hak eder. Ameller ise efendisine aittir. Köle, efendisinin bir mülküdür. Köle ise efendisine müstahak olduğu şeyleri ifa etmek üzere çalıştırılan bir işçidir. Aslında kölenin yaptığı iş kendisinin değil, efendisinindir. Köle, hürriyete kavuşmak için efendisiyle bir anlaşma yapabilir. Bu anlaşma ile köle muayyen borç taksitleri ödemek mecburiyetinde kalır. Köle bir taksidi ödeyince, diğer taksidin vadesi gelir. Mükatebe (anlaşma yapan köle), borç taksitlerini ödeyinceye kadar köle olarak kalır.

 

Kişinin kendi nefsine karşı insaflı davranmasının gaye ve faydaları şunlardır. Nefsine karşı insaflı davranan kişi, Rabbini ve kendi üzerinde O'nun hakkını öğrenir. Kendini tanır ve yaratılış gayesini öğrenir. Nefsi için Halik ve Malik'ine isyan ederek ona mağlup olmaz. Nefsine sahip olur, faydasına olan şeyleri temenni eder. Halik ve Malik'inin arzusuna uyar. Kendi arzusuna O'nunkini tercih eder. O'nu kendine takdim ve tercih eder. Aksi halde iradesini, kendi arzusu ile Halikve Malik'inin arzusu arasında bölüştürürse, çok kötü bir taksim yapmış olur veya şu şekilde söyleyenlerin taksimi gibi bir taksim yapmış olur: "Allah'ın yarattığı ekinlerle hayvanlardan Allah'a pay ayırıp zanlarınca, 'Bu Allah'a, bu da ortaklarımıza (putlarımıza)' dediler. Ortakları için ayrılan Allah'a ulaşmıyor, fakat Allah için ayrılan ortaklarına ulaşıyor! Ne kötü hüküm veriyorlar![En'am, 136]

 

işte kişi, Allah (c.c.) ile O'na ortak koştuğu putları ve kendi nefsi arasında cehalet, zulüm ve basiretini örten bir örtü içinde taksim yapan kişilerden olmamaya dikkat etsin! Çünkü insan çok zalim ve çok cahil olarak yaratılmıştır. Zulüm ve cehil ile nitelendirilen bir kişiden nasıl insaf beklenebilir ki? Haiik'a insaf etmeyen bir kişi nasıl halka insaf edebilir? Nitekim bir hadis-i kudside Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor: "Ey Ademoğlu; Bana karşı insaflı olmadın. Benim hayrım sana ulaştığı halde, senin şerrin Bana yükselmekte. Ben sana muhtaç olmadığım halde nimetlerimle kendimi sana sevdiriyorum. Sen de bana muhtaç olduğun halde isyanlarınla Beni ne kadar azablandırıyorsun. Çok cömert olan melek, benim katıma daima senin çirkin amelinle çıkmaktadır."

 

Diğer bir hadis-i kudside Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:

 

"Ey Ademoğlu! Bana karşı hiç insaflı değilsin! Seni Ben yarattığım halde, sen başkasına kulluk ediyorsun. Senin rızkını Ben verdiğim halde, sen Benden başkasına teşekkür ediyorsun."

 

Kendi nefsine insaflı olmayan kişi, başkasına nasıl insaflı davranabilir? Nefsine çok çirkin bir şekilde zulmeden zararı için son derece gayret eden, en büyük lezzeti aldığını zannettiği halde ondan mahrum kalan, nefsini mutlu edeceği ve nasibine ulaştığı zannıyla son derece yorulup, sapıklık yaparak Allah'tan (c.c.) olan nasibinden mahrum kalan, yetişti ve geliştiğini zannettiği halde nefsini son derece örten, yüceldi zannıyla onu son derece küçülten kişiden, (yani kendisine karşı insafı tersyüz eden böyle bir kişiden) nasıl başkalarına karşı insaf beklenebilir? Kişi nefsine böyle olursa, başkalarına karşı nasıl olacağım düşünüyorsun?

 

Ammar'ın (r.a.); "Üç şeyi kim şahsında bir araya getirirse, imanı da toplamış olur: Nefsine karşı olsa da insafı elden bırakmamak, herkese selam vermek, fakir iken sadaka vermek." sözünün gayesi de hayrın esas ve ayrıntılarını ihtiva eden bir tavsiye olmasıdır.

 

Herkese selam vermede tevazu hali mündemiçtir. Şöyle ki, selam veren kişi, hiç bir kimseye karşı kibirlenmez. Aksine, küçük büyük, şerefli miskin, tanıdığı tanımadığı herkese selam verir. Kibirli kişi ise bunun zıddına hareket eder. Çünkü kibirli kişi, kibrinden ve büyüklenmesinden dolayı kendisine verilen selama karşılık vermez. Böyle bir kişi, başkalarına nasıl selam verir!

 

Fakir iken infak ise, ancak Allah'a güven gücünden, infak edilen şeyin bedelini Allah'ın vereceğine imandan ileri gelir. Keza, kesin inaç, tevekkül, merhamet, dünyada zühd ve gönül zenginliğinden sadır olur. Aynı şekilde fakir iken infak; infak ile fakirliğin geleceğini söyleyen kimsenin va'dini, kötülüğü emredenin sözünü tekzib etmekten ileri gelir. Kendisinden yardım istenen ancak Allah'tır.

 

 

2- Çocuklara ve Kadınlara Selam Verişi:

 

Rivayet olunduğuna göre Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir keresinde çocukların yanından geçti ve onlara selam verdi. Bunu Müslim rivayet etmiştir. Tirmizi'nin, Cami'indeki rivayetinde ise Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir gün bir grup kadının yanından geçiyordu. Onlara mübarek eliyle işaret ederek selam verdi. Ebu Davud, Esma bt. Yezid'in (r.anha) şöyle söylediğini naklediyor: "Biz kadınların arasındayken Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanımıza geldi ve bize selam verdi." Bu kadın sahabi yukarıdaki Tirmizi hadisinin de ravisidir. Hadise'nin aynı olduğu ve Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara eliyle işaret ederek selam vermiş olduğu açıkça anlaşılmaktadır.

 

Sahih-i Buhari'de rivayet olunduğuna göre sahabe-i kiram (r.anhum), bir keresinde cumadan dönerlerken yolları üzerinde bulunan yaşlı bir kadına rastladılar ve ona selam verdiler. Bu yaşlı kadın da onlara arpadan ve silk (pazı tabir olunan bir bitki) kökünden pişirilmiş bir yemek takdim etti. Bu olay, kadınlara selam verme konusunda mahrem olmayanların dışında yaşlı ve mahrem olan kadınlara selam verilmesini doğrulamakda ve teyid etmektedir.

 

Sahih-i Buhari \t diğer hadis kitaplarında Rasulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naklolunduğuna göre, küçüğün büyüğe, yürüyenin oturana, binitlinin yürüyene, azınlığın çoğunluğa selam vermesi gerekir.

 

Tirmizi'nin Cami'inde Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakledildiğine göre; yürüyen kişi ayakta durana selam verir.

 

Bezzar'm, Müsned'inde, Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakline göre; binitli yürüyene, yürüyen oturana selam verir. Yürüyen iki kişiden hangisi daha önce selam verirse efdal olan onunkidir.

 

Ebu Davud'un Soner'inde Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yapılan rivayete göre şöyle buyurmuştur: "Allah katında ikrama en layık olan kişi, ilkin selam veren kişidir.

 

Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam hususundaki adeti, bir cemaatın yanına geldiğinde ve ayrılırken selam vermesiydi. Ayrıca şöyle buyurduğu da nakledilir: "Sizden biri oturduğunda selam versin. Kalktığında da selam versin. Çünkü ilk selam ikincisinden (sevab yönünden) daha üstün değildir.

 

Ebu Davud'un rivayetine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu: "Sizden biri arkadaşlarıyla karşılaştığında hemen selam versin. Şayet aralarına bir ağaç ve duvar girer de sonra bir daha karşılaşırlarsa yine selam versin.

 

Enes b. Malik diyor ki: Ashab-ı kiram (r.anhum) birlikte yürürlerdi. Karşılarına bir ağaç veya yüksek bir yer çıktığında sağa sola dağılırlardı. Engeli aştıktan sonra karşılaştıklarında birbirlerine selam verirlerdi.

 

 

3- Mescidde Selam:

 

Mescidde selam konusunda Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), adeti üzere mescide girerken önce iki rekat tahiyyetül mescid namazı kılar, daha sonra cemaatın yanına gelerek onlara selam verirdi. Böylece tahiyyetül mescid (mescide selam verme) mescidde bulunanlara selamdan önce olur. Çünkü tahiyyetül mescid Allah hakkı, selam vermek ise kul hakkıdır. Böyle bir durumda Allah hakkı, kul hakkına takdim edilir. Fakat mali haklarda durum değişiktir. Çünkü insanların ona aşırı bir meyli bulunduğu bilinmektedir. Allah hakkı ile kul hakkı arasındaki fark şudur: Mali haklarda, kişinin, Allah ve kul haklarının tamamını ödeyecek mali gücü bulunmazsa, kulun ihtiyacı göz önünde tutularak önce kul hakkı ödenir. Selamda ise böyle bir durum yoktur.

 

Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzurunda cemaatın adeti de şöyleydi: Cemaattan biri mescide girer, iki rekat namaz kılar, sonra gelir, Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam verirdi. Bu sebepten Rifaa b. Rafi' hadisinde denilmiştir ki: Bir gün Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mescidde aramızda oturuyordu. Rifaa dedi ki: Biz Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber iken o vakit bedeviye benzer bir adam geldi. Hemen namaz kıldı. Fakat namazında kusur yaptı. Sonra döndü ve Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam verdi. Bunun üzerine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Dön ve namaz kıl. (Zira namazın iadesi sana farz oldu). Çünkü sen namaz kılmadın." buyurdu. Sonra hadisi sonuna kadar zikretti. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adamın namazını kabul etmediği halde, selamı namazdan sonra vermesini tasvip etti. Yani namazdan sonra selam vermesini tenkit etmedi.

 

Bu durumda, mescide giren kişiye, şayet içerde bir cemaata rastlarsa sırasıyla şu üç selamı vermesi sünnettir: a) Girerken Allah'ın ismini anması (bismillah demesi), b) Sonra iki rekat tahiyyetül mescid namazı kılması, c) Daha sonra mescidde bulunanlara selam vermesi.

 

 

4- Konuşmadan Önce Selam:

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) evlerine gece vardığında, uykudakileri uyandırmayacak, uyanık olanların ise duyacağı bir tarzda selam verirdi. Hadisi, Müslim rivayet etmiştir.

 

Tirmizi, Rasulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şunu rivayet etmiştir: "Selam, konuşmadan öncedir.'' Diğer bir lafızda ise: "Selam vermedikçe bir kimseyi yemek yemeğe davet etmeyiniz." buyurmuştur. Bu ve bundan önceki hadisin isnadı zayıf olsa bile, amel bu hadise göredir.

 

Ebu Ahmed, yukarıdakiler den daha güzel bir isnadla Abdülaziz b. Ebi Ravad - Nafi - ibn Ömer senediyle rivayet eder ki, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurmuştur: "Soru sormadan önce selam verilir. Kim size selam vermeden önce soru sorarsa ona cevap vermeyiniz. "

 

Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), selam ile başlamayan kişinin konuşmasına hiçbir zaman izin vermezdi. Rivayet olunduğuna göre: "Selam ile başlamayanın konuşmasına müsaade etmeyiniz!" diye buyururdu.

 

Bu hadisten daha ceyyid olanı Tirmizi'nin, Kelede b. Hanbel'den yapmış olduğu rivayettir: Safvan b. Ümeyye, onunla Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir miktar süt, ağız (doğuran hayvanın ilk sütü), ceylan yavrusu eti ve ufak cins salatalık gönderdi. Hz. Peygamber Mekke vadisinin en yukarısında bulunmaktaydı. Kelede der ki: İzin almadan ve selam vermeden Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanına girdim. Bunun üzerine bana: "Geri dön! Esselamu aleyküm. Gireyim mi, de!" buyurdu. Tirmizi; hadis, hasen-garibtir, demiştir.

 

 

5- Selam Adabı:

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir cemaatın kapısına geldiğinde, kapıya doğru yüzünü tam dönmez fakat kapının sağ veya sol yanına doğru çekilir ve: "Esselamu aleyküm, esselamu aleyküm," derdi.

 

Kendisine doğru yönelen kişiye, bizzat kendisi selam verirdi. Yanlarında olmayan kişilere selam gönderirdi. Başkalarına ulaştırmak için selam alırdı. Nitekim kadınların en doğru sözlüsü Hatice bt. Huveylid'e (r.anha) Cebrail'in (a.s.) Allah'tan (c.c.) getirmiş olduğu selamı almış ve Cebrail'in (a.s.) şu sözünü nakletmiştir: "Şu Hatice sana yemek getirmiştir. Rabbinden ona selam söyle! Benden de O'nu cennette bir köşk ile müjdele!"

 

Yine en doğru sözlü kadınların ikincisi, Ebu Bekir es-Sıddık'ın (r.a.) kızı Hz. Aişe'ye (r.anha): "Bu Cebrail, sana selam söylüyor." buyurmuş, Hz. Aişe (r.anha) de: "Ve aleyhisselam ve rahmetullahi ve berekatuhu, bizim göremediğimizi görüyorsun.'% demiştir.

 

Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam alırken adeti, selamın sonuna "ve berekatuhu"ya kadar eklemesiydi. Nesai'nin rivayetine göre, bir adam geldi ve "Esselamu aleyküm" diye selam verdi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı aldı ve; "On sevap kazandı," buyurdu. Sonra, adam oturdu. Daha sonra başka biri geldi, "Esselamu aleyküm ve rahmetullahi" diye selam verdi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı aldı ve; "Yirmi sevap kazandı," buyurdu. Adam sonra oturdu. Daha sonra başka biri daha geldi "Esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu" diye selam verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamı aldı ve; "Otuz sevap kazandı," buyurdu. Hadisi Nesai ve Tirmizi, İmran b. Husayn'dan (r.a.) rivayet etmişlerdir. Tirmizi, hadisin hasen olduğunu söylemi ştir.

 

Hadis-i şerifi Ebu Davud da Muaz b. Enes'ten (r.a.) rivayet etmiş ve şunu ziyade etmiştir: Sonra bir başka adam daha geldi ve; esselamu aleyküm ve rahmetullahi ve berekatuhu ve mağfiretuhu, diye selam verdi, Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Kırk sevab kazandı, dedi ve bundan sonra: "Faziletler işte böylece meydana gelir." buyurdu. Bu hadis sabit değildir. Sabit olmamasının üç illeti vardır: Birincisi; hadis, rivayeti delil kabul edilemeyen bir kişi olan Ebu Merhum Abdurrahim b. Meyimin tarafından nakledilmiştir. İkincisi; senedinde Sehl b. Muaz vardır ki onun da hadisiyle delil getirilemez. Üçüncüsü; ravilerinden Said b. Ebi Meryem kesin olarak rivayet etmemiş olup, 'zannediyorum ki ben onu Nafi' b. Yezid'den işittim' demiştir.

 

Bundan daha zayıf olan rivayet Enes'ten nakledilen diğer bir hadistir: Bir keresinde adamın biri Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uğradı ve: Esselamu aleyke ya Rasulallah! dedi. Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) da adamın selamına; "Ve aleykesselamu ve rahmetullahi ve berekatuhu ve mağfiretuhu ve rıdvanuhu." diyerek mukabelede bulundu. Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) soruldu: Ey Allah'ın Rasulü! Bu adamın selamını öyle bir şekilde aldınız ki, ashabtan hiçbirinin selamını böyle almamıştınız? Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu şekilde selam almadan beni ne engeller ki o, on küsur kişinin sevabıyla dönüyor. Bu zat arkadaşlarını idare eden biriydi. " buyurdu.

 

Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir adeti de selamı üç kere tekrarlayarak almasıydı. Sahih-i Buhari'de Enes b. Malik'in (r.a.) şöyle dediği rivayet ediliyor: "Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem) konuştuğunda, bir kelimeyi anlaşılmcaya kadar üç defa tekrarlardı. Bir cemaatın yanına vardığında hemen onlara selam verir ve anlaşılmcaya kadar üç defa selamı tekrarlardı." Galiba Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam verme hususundaki bu adeti selamın bir kerede ulaşmadığı kalabalık bir topluluk içindir. Şayet birinci selamı işittiremediğini zannettiyse ikinci ve üçüncü selamı işittirmek için tekrarlamış olmalıdır. Nitekim Sa'd b. Ubade'nin (r.a.) evine vardığında üç defa selam vermiş, hiç kimse cevap vermeyince dönmüştü. Yoksa Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devamlı olarak üç defa selam verme adeti olsaydı, ashab-ı kiram (r.anhum) daima kendilerine üç defa selam verirler; Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de her karşılaştığı sahabisine ve evine her girdiğinde hep üç defa selam vermesi gerekirdi. Bu sünnetini düşünen kimse, meselenin öyle olmadığını ve selamın tekrarının bazı zamanlara mahsus olduğunu anlar. En doğrusunu Allah bilir.

 

Karşılaştığı şahsa önce kendisi selam verirdi. Kendisine biri selam verdiğinde, selamını ya aynısıyla veya daha fazlasıyla bekletmeksizin hemen alır, ancak namazda bulunduğunda veya def-i hacet gibi bir özre mebni olarak selamı tehir ettiği de olurdu.

 

Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam alışını karşısındakine işittirir, namazdan başka hiç bir yerde selama eliyle, başıyla ve parmaklarıyla mukabele etmezdi. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine işaretle selam veren kişinin selamını alırdı. Bu şekilde davranışı birçok hadiste gelmiştir. Bu hadislerle çelişen hiçbir hadis gelmemiştir. Fakat Rasulullah'tan nakli sahih olmayan, meçhul ravi Ebu Gatafan'ın batıl olarak, Ebu Hureyre (r.a.) yoluyla Allah Rasülü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu rivayeti vardır: "Namazında belli manaya hamledilebilen bir işaret yapan kişi namazını iade etsin." Darakutni der ki: Bize İbn Ebi Davud; Ebu Gatafan meçhul bir şahıstır, demiştir. Rasulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahih olarak nakledildiğine göre; namazda işaret ederdi. Hadisi Enes, Cabir (r.anhuma) ve diğerleri Rasululah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nakletmişlerdir.

 

Rasulullah'ın (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünneti, selam verdiğinde; "Esselamu aleykum ve rahmetullahi" diye selam vermesiydi. İlk selam verenin, "Aleykesselam" diye selam vermesini hoş karşılamazdı.

 

Ebu Ceri el-Hüccvmi der ki: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) huzuruna geldim ve: Aleykesselam ya Rasulallah! dedim. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Aleykesselam, deme. Çünkü aleykesselam, ölülerin selamıdır." buyurdu. Hadis sahihtir.

 

Bu hadisi bazı alimler müşkil bulmuş ve ölülere: "Esselamu aleyküm" lafzıyla rivayet edilen hadise, "esselam" tabirinin önce söylenmesinden dolayı muarız olduğunu zannetmişlerdir. Ve yine "Aleykesselam, ölülerin selamıdır" cümlesini, bu husustaki hükmün haber verilişi olduğunu zannetmişlerdir. Ve onların bu şekilde hadisi yanlış anlamaları meselede çelişki olmasını gerektirmiştir. Halbuki "Aleykesselam, ölülerin selamıdır" cümlesi, vakıa olan bir şeyi haber vermedir. Bu konudaki hükmü değil. Yani: Şairler ve diğerleri ölüleri bu lafızla selamlarlar demektir. Nitekim şairlerden biri şöyle demiştir:

 

"Ey Kays b. Asim, aleyke selamullah, Allah dilediği kadar rahmetiyle sana merhamet etsin. Ne Kays'ın kalıntısı ne de hiçbir kimsenin kalıntısı vardır. Gerçekten de kabilesinin binaları yıkıldı gitti."

 

İşte bundan dolayı Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ölülerin selamı ile selam vermeyi hoş görmedi. Hoş görmediğinden dolayı da o şekilde selam veren kişinin selamını almadı.

 

Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam veren bir şahsın selamını "vav" ile ve selam lafzından önce, aleyke, diyerek "ve aleykesselam" şeklinde alırdı.

 

Bazıları; şayet selam alan kişi vav'ı kaldırarak "aleykesselam" dese, sahih olur mu? diye sormuş, el-Mütevelli ve diğerleri: "Bu hem cevap olmaz, hem de selamı alma farzını hükümden düşürmez. Çünkü selam alma sünnetine muhaliftir. Ve yine bu acaba selam alma mı, verme midir, bilinemiyor. Çünkü görünüşü her iki duruma da uygundur." demişlerdir. Ve Yine Rasulullah (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ehli kitap size selam verdiğinde; ve aleyküm, deyiniz." buyurmuştur . Bu, müslümanlara selamı vav ile almanın vacip olduğunu gösterir. Çünkü vav bu tür sözlerde birincinin takririni, ikincisinin isbatını gerektirir. "Essamu aleykum" diyen ehl-i kitab'ın selamına da vav ile mukabelede bulunmayı emrettiğinde: "Ehl-i kitab size selam verdiğinde siz de. onlara; ve aleykum, diyerek karşılık veriniz-" buyurduğu için, müslümanlara bu şekilde selam almak daha uygun ve evla olur.

 

Bir başka gurup da; bu şekilde vav'sız selam da, vav ile birlikte bulunduğu gibi sahih bir selam almadır, demişlerdir. İmam Şafii de büyük kitabında aynı görüşte olduğunu bildirmiş ve bu görüşüne şu ayeti delil getirmiştir: "İbrahim'in (a.s.) şerefli misafirlerinin haberi sana geldi mi? Hani bunlar, onun yanına gelmişlerdi de "selam" demişlerdi. İbrahim de "selam" ile mukabele etmişti." Yani "selamun aleykum" demiş olması gerekir. Fakat cevap vermede "aleykum"un hazfi, ilk selam veren hazfettiği için güzel olmuştur. Yine Sahihayn'da Ebu Hureyre'den (r.a.) rivayet edilen hadisle delil getirmişlerdir: "Hak Teala Adem'i (a.s.) boyu altmış zira' olarak yarattı. Yarattığı zaman ona: Git, bu melek cemaatına selam ver. Ve sana nasıl mukabelede bulunacaklarını dikkatle dinle. Çünkü bu senin ve zürriyetinin selamı olacaktır. Adem (a.s.): "Esselamu aleykum" dedi. Melekler de "Esselamu aleykum ve rahmetullah" diyerek ve rahmetullah'ı eklediler." Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu şekilde selamlaşmanın, Adem (a.s.) ve zürriyetinin selamı olduğunu haber verdi.

 

Dediler ki: Selam verilen kişi, selam veren kişinin verdiği şekilde selamını almakla ve bir de ondan daha faziletli olan ziyadelerle mukabele etmekle memurdur. Şayet aynı şekilde mukabele ederse adaleti (eşitliği) yerine getirmiş olur.

 

"Size ehl-i kitap selam verirse, siz de; ve aleykum, deyiniz." hadisine gelince; bu hadisteki vav lafzında ihtilaf edildi. Üç ayrı yoldan gelmiş olup, birinde vav vardır. Ebu Davud, Malik'in bu şekilde, Abdullah b. Dinar'dan rivayet ettiğini söylemiştir. Yine hadisi Sevri, Abdullah b. Dinar'dan nakletmiş ve orada "fe aleyküm" demiştir. Süfyan'ın bu hadisi Sahihayndadir. Hadisi, Nesai ise ibn Uyeyne yoluyla Abdullah b. Dinar'dan vav'sız olarak nakletmiştir. Müslim ve Nesai'nin rivayetinde "aleyke, de!" lafzıyla vav'sız gelmiştir.

 

Hattabi der ki: Muhaddislerin çoğunluğu vav ile "ve aleykum" şeklinde rivayet ediyorlar. Süfyan b. Uyeyne ise hadisi vav'ı hazfederek "aleykum" şeklinde rivayet etmiştir ki doğrusu da budur. Vav hazfedilince de (selama benzeterek) söylemiş oldukları sözleri onlara aynen reddedilmiş olur. Vav ile söylenilirse ehl-i kitab'la birlikte iştirak meydana gelmiş olur. Ve yapmış oldukları beddua kabul edilmiş, kapsamına da girilmiş olur. Çünkü vav atıf harfidir ve iki şey arasında birleşmeyi, iştiraki gerektirir.

 

Selama vav ile mukabele etmeye dair gelen emirde ise bir müşkil yoktur, çünkü "essam", çoğunluğun görüşüne göre ölüm demektir ve burada selam veren de, alan da ortaktır. Vav ile selam almada, selamın, veren ve alandan birine ait olmadığının beyanı, hükümde ortaklığın isbatı vardır. Hazfedilen rivayette, ise selam veren kişinin, selam alan kişiden buna daha layık ve müstahak olduğuna ikaz vardır. Bu yoruma göre vav ile getirmek, vav'ın hazfından daha doğrudur ki Malik ve diğerlerinin rivayeti böyledir. Fakat bazan "essam", din kötülüğü ve çirkinliği manasına seamet olarak tefsir ediliyor. Diyorlar ki; bu manaya göre mutlaka vav'ın hazfi gerekir. Fakat bu, lügatte bilinen manasının hilafınadır. Bu sebepten hadiste ''Habbetussevda (çörek otu), Ölüm hariç her türlü hastalığa şifadır." şeklinde olup, hadisteki 'essam'ın ölüm olduğunda ihtilaf olunmamıştır.

 

Kendini üstad zanneden bazı kişiler, yahudilerin selamı, sin'in kesriyle "essilam" diye alınır zannetmişlerdir. "Essilam" taş demektir; selime'nin çoğuludur. Bu şekilde selam almanın yanlışlığı açık ve bellidir.

 

 

6- Ehl-i Kitab'a Selam Verişi:

 

Rasulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahih olarak şöyle buyurduğu nakledilmiştir: "Onlara, önce siz selam vermeyiniz. Onlarla yolda karşılaştığınızda, onları yolun en dar kısmından geçecekleri şekilde sıkıştırın." Fakat deniliyor ki, bu hususi bir hüküm olup, Beni Kurayza'ya yürüdüklerinde buyurdular ki, "Onlara önce siz selam vermeyiniz." Acaba bu mutlak olarak ehl-i zimmetin hepsine şamil bir hüküm mü? Yoksa durumu bunlar gibi olanlara mı hastır? Bu, ihtilaf konusudur. Ancak Müslim, Sahih'mde, Ebu Hureyre'nin (r.a.) hadisinde rivayet ediyor ki, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdular: "Yahudi ve hıristiyanlara ilk defa siz selam vermeyiniz. Onlardan biriyle yolda karşılaşırsanız» onları yolun en dar yerine sıkıştırın. Anlaşılan, hadisteki bu hüküm umumidir.

 

Selef ve halef bu konuda ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluk, selama ilk defa başlanılmayacağım söylemişlerdir. Diğerleri ise, selam alınmasında olduğu gibi selam verilmesinde de caiz olduğunu söylemişlerdir. Bu son görüş ibn Abbas, Ebu Ümame ve İbn Muhayriz'den (r.anhum) menkul olup İmam Şafii'nin de görüşüdür. Fakat bu mezhebin sahibinin sözü, ehl-i kitab'a rahmet lafzı söylenmeksizin sadece "esselamu aleyküm" şeklinde tek olarak söylenmesinin gerekmesidir. Bir grup da; ehl-i kitab'a olan bir ihtiyaçtan veya eza vereceğinden korkarak veya akrabalıktan veya selam vermeyi gerektirecek bir sebebten dolayı, maslahat icabı önce selam vermek caizdir, demişlerdir. Bu görüş İbrahim en-Nehai ve Alkame'den rivayet olunuyor. Evzai diyor ki: Selam verirsen (bir şey olmaz, çünkü) salih kişiler de selam vermiştir. Selamı terkedersen (de bir şey olmaz, çünkü) salih kişiler önce selam vermemişlerdir.

 

Ehİ-i kitab'ın selamını almanın vücubunda ihtilaf edilmiştir. Cumhur, vacip olduğuna kaildir ki doğru olan da bu görüştür. Bir gurup da, bid'at ehlinin selamını almak vacip olmadığı gibi, ehl-i kitab'ın da selamını almak evleviyetle vacip değildir, demişlerdir ki, doğrusu önceki görüştür. Ehl-i bid'at ile ehl-i zimmet arasındaki fark şudur: Biz, ehl-i bid'ate bir ders olması ve onlardan sakınmak için onlardan uzak kalmaya memuruz.

 

Rasulullah'tan (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet edildiğine göre; bir gün, müslüman, müşrik, puta tapan ve yahudilerin birlikte oldukları bir topluma uğradı ve onlara selam verdi.

 

Yine sahih olarak nakledildiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hirakl (Heraklius) ve diğer devlet başkanlarına yazdığı mektuplarda, "Selam hidayete tabi olanlaradır. " şeklinde selam yazmıştır.

 

Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet edildiğine göre şöyle buyurmuştur: "Cemaat halinde yürünürken, birinin selam alması kifayet eder. Cemaat halinde oturulurken birinin selam alması kifayet eder. Bu hadise dayanarak bazıları: Selama mukabelede bulunmak, farz-ı kifayedir, birinin mukabelede bulunması hepsine kafidir, demişlerdir. Şayet hadis sabit olsaydı ne güzel olurdu. Çünkü bu hadisi Ebu Davud, Said b. Halid el-Huzai el-Medeni'nin rivayeti olarak nakletmiştir. Ebu Zür'a er-Razi der ki: O, Medinelidir, zayıftır. Ebu Hatim er-Razi: Hadisi zayıftır, demiştir.

 

Buhari: Onun hakkında ihtilaf edilmiştir, demiştir, Darakutni: O, hadiste kuvvetli değildir, demiştir.

 

Bir kişi diğer bir arkadaşından Rasulullah'a (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam getirdiğinde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adeti, hem onun hem de selamını getirdiği kişinin selamını almasıydı. Nitekim Sünen'de geçtiği gibi, bir adam dedi ki: Babam sana selam söylüyor. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Aleyke ve ala ebikesselam - Sana da babana da selam olsun.'' diye mukabelede bulundu.

 

Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir sünneti de, günah işleyen kişiye tevbe edinceye kadar ne selam verir, ne de selam alır olmasıydı. Tıpkı Ka'b b. Malik ve iki arkadaşından yüz yüze gelmemek için kaçtığı gibi. Ka'b selam veriyordu. Ancak Rasul-i Ekrem'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam almak için mübarek dudaklarını kıpırdatıp kıpırdatmadığını anlayamıyordu.

 

Bir gün hanımı, Ammar b. Yasir'e, za'feran sürmüştü. Ammar bu halde iken Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selam verdi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) selamını almadı ve "Git bunu yıka!" buyurdu.

 

Zeynep bt. Cahş'a (r.anha) şöyle buyurdu: "Devesi hastalanınca Safiyye'ye yardım et!" Zeynep: Ben bu yahudi kadına mı yardım edeceğim? dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zeynep'ten (r.anha) ikibuçuk ay ayrı yaşadı. Her iki rivayeti de Ebu Davud nakletmiştir.

 

Sonraki sayfa için aşağıdaki link’i kullan:

 

HZ. PEYGAMBER'İN (S.A.) EVE GİRERKEN İZİN İSTEMESİ