ZADU’L-MEAD |
İKİNCİ KİTAP PEYGAMBER'İN (S.A.) İBADETLER KONUSUNDAKİ TUTUMU |
ANA SAYFA
Kur’an Hadis Sözlük Biyografi
B) HZ. PEYGAMBER'İN
(S.A.) HACCI
1- Hz. Peygamber'in (s.a.) Haccı 2- Hz. Peygamber'in (s.a.) Hac
Yolculuğu 3- Yola Çıkış Tarihi Hakkında Bir Tartışma 4- Yol Hazırlığı ve Yola Çıkışı 5- Hz. Peygamber'in (s.a.) Kıran
Haccı Yapmış Olduğunun Delilleri 6- Hz. Peygamber'in (s.a.) Umreleri,
Haccı ve İhramı Konusunda Yanılanlar 7- Bu Görüşleri Savunanların
Gerekçeleri ve Hatalarının Açıklanması 8- Hz. Peygamber'in (s.a.) Mekke'den
Çıkışı 9- Hz. Peygamber (s.a.) Üsfiye'de 10- Hz. Peygamber Arc'da 11- Hz. Peygamber (s.a.) Ebva'da 12- Hz. Peygamber (s.a.) Usfan'da 13- Hz. Aişe'nin Hayız Olması 14- Haccın Umreye Çevrilmesi ve Bu
Konuda alimlerin İhtilafı 15- Haccın Umreye Çevrilmesine
Muhalefet Edenlerin Gerekçeleri 16- Hz, Peygamber'in Mekke'ye Girişi 17- Sa'y Edişi 18- Arafat'a Gelişi |
19- Arafat'ta Yaptığı Dualar 20- İhramlı Bir Sahabinin Ölümü 21- Arafat'tan Dönüşü 22- Müzdelife'ye Varışı 23- Meş'ar-i Haram'da Vakfe Yapması 24- Cemreleri Taşlaması 25- Mina'daki Hutbesi 26- Kurbanlarını Kesişi 27- Tıraş Olması 28- Ziyaret Tavafı Yapması 29- Öğle Namazını Mekke'de mi,
Mina'da mı Kıldı? 30- Mina'ya Dönüp Cemreleri Taşlaması 31- Dua Ettiği Yerler 32- Hutbeleri 33- Mina'da Gecelemek 34- Cemreleri Taşlaması 35- Muhassab'da Konaklaması 36- Kabe'nin İçine Girip Girmediği 37- Mültezim'de Durması 38- Veda Gecesi Sabah Namazını Nerede
Kıldığı 39- Medine'ye Dönüşü 40- Hz. Peygamber'in (s.a.) Haccı
Konusunda Yanılgılar |
1- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Haccı:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'ye hicretten sonra bir tek Veda haccı
dışında hac yapmadığı konusu tartışmasızdır. Yine bu haccını hicretin onuncu
senesinde yaptığı da tartışmasızdır.
Hicretten önce hac yapıp
yapmadığı konusu ise tartışmalıdır. Tirmizi, Cabir b. Abdullah'ın (r.a.):
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üç kere hac yaptı: ikisi
hicretten önce, biri de hicretten sonra umre ile birlikte yapmış olduğu hacdır"
dediğini rivayet eder ve ekler: "Bu hadisin, Süfyan'dan rivayeti garibtir.
Muhammed'e yani Buhari'ye bu hadisi sordum, (Süfyan) es-Sevri'nin hadisi olarak
tanımadı." Bir rivayette de: "Bu hadis, sağlam sayılmaz"
demiştir.
Hacan farz kılındığım
belirten ayet inince Allah Rasulti (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geciktirmeden
derhal hacca koştu. Haccın farz kılınışı* hicretin dokuzuncu veya onuncu
senesine kadar gecikmişti. Her ne kadar "Haccı ve umreyi Allah için
tamamlayın" ayeti [Bakara, 196] hicretin altıncı yılında Hudeybiye senesi
inmişse de bu ayette haccın farz kılındığı belirtilmemektedir. Bu ayette
yalnızca başlanılan hac ve umrenin tamamlanılması emredilmektedir. Yoksa bu
ayet hac ve umreye başlamanın farz olmasını icab ettirmez.
Soru: Haccın, hicretin
dokuzuncu veya onuncu senesine kadar farz kılınmayıp farziyetin
geciktirildiğini neye dayanarak söylüyorsunuz?
Cevap: Çünkü Al-i İmran
suresinin baş tarafındaki ayetler (civar ülkelerden ve kabilelerden Medine'ye
temsilcilerin geldiği) "amu'l-vufud = elçiler senesi"nde inmiştir. O
sene, Necran heyeti Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi. Hz,
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlarla cizye ödemeleri şartıyla
anlaşma yaptı. Cizye (ayeti) ise Tebük seferinin yapıldığı hicretin dokuzuncu
senesi inmiştir. Bu sene içinde Al-i İmran suresinin ilk kısım ayetleri inmiş
ve Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ehl-i kitapla münazara yapmış,
onları tevhide ve karşılıklı lanetleşmeye (yani yalancı ve haksız olanın lanete
uğraması için Allah'a dua etmeye) çağırmıştır. Şu olay buna delildir. "Ey
iman edenler! Puta tapanlar pistirler. Bundan dolayı bu yıldan sonra onlar
Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar." ayeti [Tevbe, 28] inince Mekkeliler,
putperestlerle olan ticaretlerini kaçırmış olmalarından dolayı içlerinde bir
üzüntü duydular. Allah buna bedel onlara cizye verdi. Bu ayetlerin inişi ve
ilan edilişi hicretin dokuzuncu senesine rastlamaktadır. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ebu Bekir es-Sıddik'ı bunları ilan etmesi
için hac mevsiminde Mekke'ye yolladı. Arkasından da Hz. Ali'yi (r.a.) gönderdi.
Bizim söylediğimiz bu şeyi seleften pek çok kimse de söylemiştir. En doğrusunu
Allah bilir.
2- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Hac Yolculuğu:
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hac yapmaya karar verince, insanlara hac yapacağını ilan
etti. Halk da O'nunla birlikte yola çıkmak üzere teçhizatlarını hazırladı. Bu
durumu haber alan Medine civarında yaşayanlar da Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile beraber hac yapmak üzere geldiler. Yolda sayısız insan
çıkagelip O'nun kervanına katıldı. Önünde, arkasında, sağında ve solunda göz
alabildiğince insan kaynıyordu. Medine'den Zilkade ayının bitimine altı gün
kala öğleden sonra gündüzün yola çıkmıştı. Yola çıkmadan önce öğle namazını
dört rekat kıldırmıştı. Daha önce de ihram hakkında, ihramın farzları ve
sünnetleri hakkında insanlara bilgi vermek üzere bir konuşma yapmıştı.
3- Yola Çıkış Tarihi
Hakkında Bir Tartışma:
İbn Hazm: "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) perşembe günü yola çıktı." demiştir. Ben
derim ki: Açık olan, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumartesi
günü yola çıkmasıdır. İbn Hazm görüşünü üç öncül ile destekledi. 1) Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkışı Zilkade'nin bitimine
altı gün kalaya rastlar. 2) Zilhicce ayının hilali perşembe günü görülmüştür.
3) Arefe günü, cuma gününe rastlamıştır. İbn Hazm, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yola çıkışının Zilkade'nin bitimine altı gün kalaya
rastladığına delil olarak Buhari'nin İbn Abbas'tan rivayet ettiği: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçlarını tarayıp güzel kokular
süründükten sonra Medine'den ayrıldı..." şeklinde başlayan hadisi
göstermiştir ki bu hadisin içinde ibn Abbas "Bu iş Zilkade'nin bitimine
altı gün kalaya rastlamaktadır." demiştir.
ibn Hazm der ki: ibn
Ömer, arefe gününün cumaya rastladığını açıkça ifade etmiştir ki bugün
(Zilhicce'nin) dokuzuncu günüdür. Zilhicce ayının hilali ise kuşkusuz perşembe
gecesi görülmüştü. O halde Zilkade ayının son günü çarşambaya rastlamaktadır.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkışı Zilkade ayının
bitimine altı gün kala olduğuna göre o gün perşembe demektir. Zira ondan sonra
onun dışında altı gece kalmaktadır.
Görüşümüzü tercih
sebebimiz şudur: Hadis, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beş gün
kala yola çıktığı konusunu açık bir şekilde ifade etmektedir ki, o günler de
şunlardıri Cumartesi, pazar, pazartesi, salı ve çarşamba. İşte toplam beştir.
Onun görüşüne göre yedi gün kala çıkmış olması gerekir. Çıkma günü sayılmazsa,
altı gün kala çıkmış olması gerekir. Hangisi olursa olsun hadise aykırıdır.
Şayet geceler gözönüne alınırsa yola çıkışı beş değil, altı gece kalaya
rastlar. Şu halde perşembe günü çıktığı düşüncesiyle aydan beş gün kalması
meselesinin arasını herhangi bir şekilde uzlaştırmak asla mümkün değildir. Ama
yola çıkış cumartesi günü olarak ele alındığında çıkış günüyle birlikte kalan
gün sayısı şüphesiz beştir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
minber üzerinde yaptığı konuşmada halka ihramın durumu ve ihramlı kimsenin
giyebileceği şeyler hakkında Medine'de bilgi vermiş olması da buna delildir.
Görünen o ki, bu konuşma cuma günüydü. Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) konuşmada hazır bulunmaları için halkı topladığı ve
sokaklarda ilan ettirdiği naklolunmamıştır. Oysa İbn Ömer (r.a.) Hz.
Peyğamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) minberi üzerinde Medine'de yaptığı
bu konuşmada hazır bulunmuştu. Her vakit, insanlara ihtiyaç duydukları
bilgileri iş ortaya geldiğinde vermek Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) adetiydi. Hac hakkında verilecek bilgiler için en uygun zaman ise hemen
ardından yola çıkılacak olan cumadır. Açıkçası halk başına toplanmış ve kendisi
de halka dini öğretme arzusunu içinde en çok duyan insan iken, bu muazzam
kalabalık tam toplanmış ve halka hem dini hem de haccı bir arada -herhangi
birini bırakmadan- anlatması mümkün iken zaruret olmadığı halde Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), bir günden daha az bir zaman
kalmışken, konuşmasını cumadan başka bir vakte ertelemesi düşünülemez. En
doğrusunu Allah bilir.
Ebu Muhammed İbn Hazm,
İbn Abbas (r.a.) ile Hz. Aişe'nin (r.a.): "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Zilkade'nin bitimine beş gün kala yola çıktı."
sözleriyle kendi görüşünün uyuşmayacağını anlayınca şöyle bir yoruma baş vurdu:
Yani Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zülhuleyfe'den ayın bitimine
beş gün kala ayrılmıştır... Zülhuleyfe ile Medine arasında sadece dört millik
bir mesafe vardır. Az bir mesafe olduğu için bu yakın konak hesaba
katılmamıştır. Böylece bütün hadisler uzlaşmış olur... Şayet Medine'den Zilkade
ayının bitimine beş gün kala yola çıkmış olsaydı o vakit şüphe yok ki yola çıkışı
cuma gününe rastlamış olurdu. Bu ise hatadır. Çünkü cuma namazı dört rekat
kılınmaz. Oysa Enes, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte
Medine'de dört rekat öğle kıldıklarını söylemiştir...
İbn Hazm "Bunu daha
çok açığa kavuşturur" deyip Buhari yoluyla Ka'b b. Malik'den şu hadisi
rivayet eder: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yolculuğa
çıkacağı zaman nadir haller dışında hep perşembe günü yola çıkardı."
Hadisin bir diğer metninde ise "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
perşembe günü yola çıkmayı severdi." denilmektedir. İbn Hazm devamla der
ki: Şu halde zikrettiğimiz Enes hadisinden dolayı cuma günü yola çıkmış olması
düşünülemez. Aynı zamanda cumartesi günü yola çıkmış olması da hükümsüz olur.
Çünkü bu takdirde Medine'den Zilkade'nin bitimine dört gün kala ayrılmış olur.
Bunu da hiç kimse dememiştir.
ibn Hazm sözlerini şöyle
sürdürür: Hem Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'den çıktığı
günün gecesini Zülhuleyfe'de geçirdiği sahihtir. Öyle olsaydı -yani cumartesi
günü yola çıkmış olsaydı- Zülhuleyfe'den ayrılışı pazar gününe rastlamış
olurdu. Mekke'ye girmeden önceki geceyi Zituva'da geçirdiği sahihtir. Aynı
zamanda Mekke'ye Zilhicce'nin dördüncü günü sabah vakti girdiği de sahihtir.
Buna göre Medine Mekke arasında geçirdiği yolculuğun süresi yedi gün olur.
Çünkü böyle"ölmuş olsaydı Medine'den Zilkade'nin bitimine dört gün kala
çıkmış olur, Mekke'ye ise Zilhicce'nin üçünde, bu ayın dördüncü gecesini
karşılarken girmiş olur. Bu da toplam yedi gece eder, daha fazla değil. Bu ise
icma ile yanlıştır, hiç kimse böyle bir şey dememiştir. Öyleyse Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zilkade ayının bitimine altı gün
kala yola çıktığı doğrudur. Böylece bütün rivayetler uzlaşmış ve aralarında
görülen çelişki ortadan kalkmıştır. Hamdolsun Allah'a...
Ben derim ki: Bu
rivayetler, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cumartesi çıkmış
olmasıyla birbirleriyle uyuşur, uzlaşırlar; aralarında bir çelişki de kalmaz.
Hem böylece İbn Hazm'ın aktardığımız yorumlarındaki çirkinlik de ortadan
kalkmış olur. Ebu Muhammed İbn Hazm'ın "Şayet Medine'den Zilkade ayının
bitimine beş gün kala çıkmış olsaydı, o vakit yola çıkışı cuma gününe rastlamış
olurdu." sözü bağlayıcı değildir. Aksine beş gün kala yola çıkıp da
çıkışının cumartesine rastlaması doğrudur. Ravinin, ancak sayısı belirtilen şey
dişi olduğunda hazf edilebilen "ta" harfini sayıdan hazfetmiş
olduğunu (yani Arapça aslında hams diye geçen beş rakamının hamsetün şeklinde
olmadığını) gören Ebu Muhammed'i bu durum yanıltmış ve beş gece kala diye
anlamasına sebep olmuştur. Dolayısıyla ona göre, böyle bir şey ise ancak yola
çıkış cuma günü olursa olur, cumartesi günü olsa o zaman dört gece kala yola
çıkılmış olur. İbn Hazm'ın bu görüşü aynen aleyhine çevrilir. Çünkü perşembe
günü yola çıkmış olsa o vakit yola çıkış beş gece kala olmaz, altı gece kala
olur. Bu yüzden adı geçen beş tarihiyle kayıt düşülmüş ve yola çıkışı,
Zülhuleyfe'den ayrılışa yorumlamak zorunda kalmıştır. Oysa buna hiç gerek
yoktu. Zira mümkündür ki, Zilkade ayı (normal süreden) eksik (yani 30
çekeceğine 29) çekmiştir. Bu yüzden de yola çıkış tarihi, ayın mutad süresine
dayanılarak bitimine beş gün kala diye verilmiştir. Arapların ve diğer
milletlerin tarih verecekleri zaman, ayın tam süresini gözönüne alarak ayın
geri kalan süresine göre tarih vermeleri, sonra ay bitip noksanlığı
anlaşıldıktan sonra da tarihte ihtilafa düşmemeleri için aynı şekilde tarih
belirtmeleri onların adetleridir. Herhangi bir kimsenin yirmi dokuz çeken bir
ayın yirmi beşinci günü yazılmış bir şey hakkında "Ayın bitimine beş gün
kala yazdı." si doğrudur.
Hem çıkış günüyle
birlikte geri kalan gün sayısı kuşkusuz beştir. Araplar, tarih verilirken
geceler ve gündüzler bir arada bulunduğu zaman geceler kelimesini (tağlib metoduyla)
üstün sayarlar. Çünkü gece, ayın başlangıcıdır, günden daha öncedir. Onlar
geceleri söyleyip günleri kastederler. Şu halde günleri gözönüne alarak
"beş kala" demek ve geceleri gözönüne alarak da sayıyı ifade eden
kelimeyi erkekler için kullanılan tarzda (müzekker) getirmek doğrudur. İşte o
zaman Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkışı ayın bitimine
beş kalaya rastladığı halde cuma gününe rastlamış olmaz,
Ka'b hadisinde Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) perşembe günü dışında asla yola
çıkmadığı ifade edilmemekte, yalnızca çoğunlukla o gün yola çıktığı
belirtilmektedir. Kuşkusuz Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gazalara
çıkışlarında perşembe günü ile sınırlı ve bağımlı kalmamıştır.
İbn Hazm'ın
"Cumartesi günü çıkmış olsaydı, dört gün kala çıkmış olurdu." sözüne
gelince ne geceler, ne de günler gözönüne alındığında böyle bir durumun ortaya
çıkmayacağı artık anlaşılmıştır.
"Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'den çıktığı günün gecesini Zülhuleyfe'de
geçirdi..." sözüne gelince; cumartesi günü yola çıkmış olmasında yolculuk
müddetinin yedi gün olması lazım gelmez. Tuhaf doğrusu! Çünkü Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayın bitimine beş gün kala yola çıksa ve
Zilhicce'nin dördünde Mekke'ye girse Medine'den yola çıkışıyla Mekke'ye girişi
arasında dokuz gün geçmiş olur. Bu hiçbir yönden problem değildir. Zira
Mekke'ye gitmek için takip ettiği Medine Mekke arasındaki yol o kadardır.
Devamlı seyahat yapan Arabın yol alışı seyahat edemeyen şehir sakinlerinin yol
alışlarından genellikle çok daha hızlıdır. Özellikle tahterevanlar, develerin
yanlarına yüklenmiş sandıklar ve ağır yükler bulunmadığında. En iyi bilen
Allah'tır.
4- Yol Hazırlığı ve Yola
Çıkışı:
Yeniden haccını
anlatmaya dönelim. Öğle namazını Medine'de dört rekat kıldırdı. Sonra saçlarını
tarayıp güzel kokular süründü. İzarım (belden aşağı giyilen elbise) ve ridasını
(üstten giyilen elbise) giydi.
Öğle ile ikindi arasında
yola çıktı. Zülhuleyfe'de konakladı. Orada ikindi namazını iki rekat kıldırdı.
Sonra geceyi orada geçirdi. Orada akşam, yatsı, sabah ve öğle namazlarını
kıldırdı. Böylece toplam beş vakit namaz kıldırmış oldu. Hanımlarının hepsi de
beraberinde idi. o gece hepsini dolaştı.
İhrama girmek isteyince
ilk olarak cinsel ilişkiden dolayı yapmış olduğu gusülden ayrı olarak ihram
için ikinci kere gusletti. ibn Hazm, cünüplükten dolayı yapmış olduğu ilk
gusülden başka guslettiğini zikretmemiştir. Yine bazıları da bundan
sözetmemişlerdir. İbn Hazm bundan kendince sabit görmediği için kasden, ya da
unuttuğundan sözetmemiştir. Oysa Zeyd b. Sabit, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ihram giymek için soyunup guslettiğini gördüğünü
söylemiştir.' Tirmizi bu hadisin hasen-garib olduğunu söyler.
Darakutni, Hz. Aişe'nin:
"Allah Rasülü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama girmek isteyince başını
hanım çiçeği ve çöven otu ile yıkadı." dediğini kaydeder.'Sonra Hz. Aişe
eliyle, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bedenine ve başına
Zerire denilen göz otu (yahut Hindistan'dan getirilen bir tür güzel koku) ve
içinde misk bulunan bir güzel koku sürdü. O kadar sürmüştü ki, miskin
parıldayışı, Peygamberimizin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçının ayrım
yerlerinde ve sakalında çabucak farkedilmekteydi. Sonra da bu halin devamına
müsaade edip kokuyu yıkamadı.
Sonra izarım ve ridasını
giyindi. İki rekat öğle namazı kıldırdı. Ardından namaz kıldığı yerde hac ve
umreye birlikte niyetlenip ihram giydi, telbiyeye başladı. Öğleniif farzından
başka, ihram için bir namaz kıldığı aktarılmamıştır.
İhrama girmeden önce
develerinin boyunlarına ikişer nal parçası taktı ve kurbanlık alameti olmak
üzere hörgüçlerinin sağ yanlarını yarıp kan akıttı.
5- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Kıran Haccı Yapmış Olduğunun Delilleri:
Biz, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran haccı yapmış olduğunu bu konudaki sahih ve
sarih (açık) yirmiyi aşkın hadise dayanarak söylüyoruz. Bunlar:
1- Buhari ve Müslim,
Sahih'lennae İbn Ömer'den rivayet ederler ki: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Veda haccında umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' etti.
Zülhuleyfe'den beraberinde sürüp getirdiği develeri kurban etti. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama girerken önce umreye niyetlenip telbiyeye
başladı. Sonra hacca niyetlenip telbiye etti.
2- Yine Buhari ve
Müslim, SaA/A'lerinde Urve yoluyla Hz. Aişe'nin Allah Rasulü'nden (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) aktardığı, İbn Ömer hadisiyle aynı anlamda benzer bir hadisi
rivayet ederler.
3- Müslim, Sahih'nae
Kuteybe - Leys - Nafi senediyle rivayet eder ki, İbn Ömer haccı umreye
bitiştirdi ve her ikisi için bir tek tavaf yapıp "Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de aynen böyle yaptı." dedi.
4- Ebu Davud, es-Sa'lebi
- en-Nüfeyli - Züheyr b. Muaviye - İshak - Mücahid senediyle rivayet etmektedir
ki, ibn Ömer'e: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kaç umre
yaptı?" diye sordular, "iki defa" cevabım verdi. Bu cevap
kulağına gelince Hz. Aişe: "ibn Ömer elbet biliyor ki, Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccıyla birlikte yaptığı dışında üç umre
yapmıştır." dedi.
Bu, ibn Ömer'in:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac ile umreyi
bitiştirdi." sözüyle çelişmez. Zira İbn Ömer burada tam ve hacdan ayrı
olarak yapılan umreyi kasdetmiştir. Kuşku yoktur ki, bunlar da kaza umresi ve
Cirane umresi olmak üzere ikidir. Hz. Aişe ise hem müstakil iki umreyi ve hem
de kıran haccıyla birlikte yapılan umreyi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yapmasına engel olunan (Hudeybiye) umresini kasdetmiştir. Kuşkusuz
bunlar dörttür.
5- Süfyan es-Sevri,
Cafer b. Muhammed - babası Muhammed - Cabir b. Abdullah yoluyla rivayet eder
ki, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üç kere hac yaptı: İkisi
hicretten önce, biri de hicretten sonra umre ile birlikte yapmış olduğu hacdır.
Bu hadisi Tirmizi vs. rivayet etmiştir.
6- Ebu Davud, en-Nüfeyli
ve Kuteybe'den Davud b. Abdurrahman el-Attar - Amr b. Dinar - İkrime senediyle
İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) dört umre yaptı: 1) Hudeybiye umresi, 2) Ertesi sene yapılması
konusunda (müşriklerle) anlaştıkları umre, 3) Cirane'den (ihrama girerek)
yaptığı umre, 4) Haccıyla birlikte yaptığı umre.
7- Buhari, Sahih'inde Hz.
Ömer'in (r.a.) şöyle dediğim kaydeder: Ben, el-Akik vadisinde Allah Rasulü'nden
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) işittim, diyordu ki: "Bana bu gece
Rabbim'den (c.c.) birisi (Cebrail) gelip dedi ki; Bu mübarek vadide namaz kıl
ve: 'Hac içinde umreye niyetlendim* der.
8- Ebu Davud'un
rivayetine göre Bera b. azib anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), Hz. Ali'yi (r.a.) Yemen*e vali tayin ettiğinde ben de onunla
beraberdim. Onun yanında iken birkaç okka altınım oldu. Hz. Ali, Yemen'den
Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) döndüğünde karşılaştığı durumu
şöyle anlattı: (Hanımım) Fatıma'yı (r.a.) renkli elbiseler giyinmiş ve eve
güzel ve hoş sıvı kokular serpmiş bir halde buldum. Bana: "Sana ne oluyor?
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabilerine emretti, onlar da
ihramdan çıktılar." dedi. Ben de ona: "Ben, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gibi niyet edip ihrama girdim." dedim. Sonra Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldim. Bana: "Ne yaptın?"
diye sordu. Ben de: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gibi
niyet edip ihrama girdim." dedim. O da: "Ben, kurbanlık develeri
sürüp getirdim ve (hac ile umreyi) birleştirdim." buyurdu..
9- Nesai'nin, İmran b.
Yezid ed-Dımeşki - İsa b. Yunus - el-A'meş, - Müslim el-Batin - Ali b. Hüseyn
senediyle rivayetine göre Mervan b. el-Hakem anlatıyor: Hz. Osman'ın yanında
oturuyordum. Hz. Ali'nin (r.a.) umre ve hacca birlikte telbiye getirdiğini
işitti. Bunun üzerine: "Bundan yasaklanmış değil miydin?" dedi. Hz.
Ali de cevap olarak dedi ki: 'Evet, öyle. Ama ben Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ikisine birlikte telbiye getirdiğini kulağımla işittim. Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sözünü, senin sözün için
bırakmam."
10- Müslim, Sahih'inde
Şu'be aracılığıyla Humeyd b. Hilal'in Mutarrif'ten şöyle işittiğini rivayet
eder: İmran b. Husayn bana dedi ki: Sana bir söz. söyleyeceğim. Umulur ki Allah
onun sayesinde seni faydalandırır: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hac ile umreyi birleştirdi. Sonra bunu yasaklamadan vefat etti. Ayrıca
bunu haram kılan bir ayet de inmedi."
11- Yahya b. Said
el-Kattan ile Süfyan b. Uyeyne, İsmail b. Ebu Halid - Abdullah b. Ebi Katade
senediyle Abdullah'ın babası, Ebu Katade'nin şöyle dediğini rivayet ederler:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac ile umreyi birleştirdi.
Zira bir daha hac yapmayacağını biliyordu." Bu hadisin Yahya b. Said ile
Süfyan b. Uyeyne'ye varan sahih senedleri vardır.
12- İmam Ahmed, Süraka
b. Malik'den rivayet ediyor: Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Umre kıyamete kadar haccın içine "girmiştir." buyurduğunu
işittim. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisi Veda haccında
kıran haccı yapmıştır (yani umre ile haccı birleştirmiştir). Bu hadisin senedindeki
raviler sikadır.
13- İmam Ahmed ve ibn
Mace'nin Ebu Talha el-Ensari'den rivayetlerine göre Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hac ile umreyi bir arada yaptı. Bu hadisi aynı zamanda
Darakutni de rivayet etmiştir. Hadisin senedinde (zayıf kabul edilen) Haccac b.
Ertat vardır.
14- İmam Ahmed'in
el-Hirmas b. Ziyad el-Bahili'den rivayet ettiği bir hadise göre Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccında hac ile umreyi birleştirdi.
15- Bezzar, sahih bir
senedle ibn Ebi Evfa'nın: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac
ile umreyi birleştirdi. Çünkü o seneden sonra haccedemeyeceğini
biliyordu." dediğim rivayet eder. Bu hadisin senedindeki Yezid b. Ata adlı
ravinin, hadisin senedinde hata yapttğı söylenmiştir. Diğerleri ise delil
bulunmadan onun hata ettiğini söylemeye yol bulunmadığını belirtmişlerdir.
16- imam Ahmed'in Cabir
b. Abdullah'tan rivayetine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac
ile umreyi birleştirdi ve her ikisi için bir tek tavaf yaptı. Hadisi, Tirmizi
de rivayet etmiştir. Senedinde Haccac b. Ertat vardır. Tek kalmadıkça ya da
sika ravilere muhalefet etmedikçe bu zatın rivayet ettiği hadis hasen
derecesinden aşağı düşmez.
17- İmam Ahmed'in
rivayetine göre Ümmü Seleme: Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Ey Muhammed ailesi! Hac içinde umre yapmaya niyetlenip ihrama
girin!" buyurduğunu işittim, demiştir.
18- Buhari ve Müslim'in,
Sahihlerinde rivayetlerine göre -Metin Müslim'e aittir.- Hafsa anlatıyor: Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İnsanların bu hali ne? Sen
umre ihramından çıkmadığın halde onlar ihramdan çıktılar?" diye sordum.
Bana şu cevabı verdi: "Ben kurbanıma gerdanlık taktım ve saçlarımı
toplayıp yapıştırdım. Artık ben, bütün yapılacak şeyleri yapıp hac ihramından
çıkmadan ihramdan çıkamam." Bu hadis de gösterir ki, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) umre ile beraber hac yapmaktaydı. Çünkü hac
ihramından çıkmadan umre ihramından da çıkamamaktaydı. Bu, Malik ve Şafii'nin
usulüne göre tamamen bağlayıcıdır. Zira onlara göre kurbanı (hedy), sırf umre
yapan kimsenin (müfrid bi'l-umre) ihramdan çıkmasını engellemez; kurbanı olan
kimsenin ihramdan çıkmasını, yalnızca hacla birlikte yaptığı kıran umresi
engeller. Şu halde hadis, bu iki imamın usulüne göre (uyulması gereken) bir nas
demektir.
19,20- Nesai ile
Tirmizi, Muhammed b. Abdullah b. Haris b. Nevfel b. Haris b. Abdülmuttalib'in,
Muaviye b. Ebu Süfyan'ın haccettiği sene Sa'd b. Ebi Vakkas'la Dahhak b.
Kays'ın umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' etme konusunu görüştüklerini ve
aralarında şöyle bir konuşma geçtiğini işitti. Dahhak: "Bunu ancak
Allah'ın emrini bilmeyen yapar." dedi. Bunun üzerine Sa'd: "Ne kötü
dedin, yeğenim!" dedi. Dahhak: "Çünkü Ömer İbnü'l-Hattab bunu
yasakladı." karşılığını verince Sa'd: "Bunu Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yaptı. Biz de beraberinde yaptık." cevabını verdi.
Tirmizi: "Bu hadis hasen-sahihtir" diyor. Buradaki umreyi hacca
ekleyerek temettü' etmeden maksadı (temettu'un) iki türünden biri olan kıran temettu'udur.
Çünkü Kur'an dilinde böyledir. Kur'an'ın inişinde ve yorumlamşında hazır
bulunan sahabiler buna tanıktırlar. Bundan dolayı ibn Ömer: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) umreyi hacca ekleyerek temettü* yaptı. Önce
umreden başlayarak umre için niyetlenip ihrama girdi, sonra hacca niyetlenip
ihrama girdi" demiştir. Hz. Aişe de aynısını söylemiştir. Hem Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı -imam Ahmed'in de kesin
gözüyle baktığı gibi- kuşkusuz kıran temettu'u idi. İmran b. Husayn'ın
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' etti. Biz de O'nunla
birlikte temettü' ettik." sözü de bunu gösterir. Hadis, Buhari ve Müslim
tarafından rivayet edilmiştir.
Mutarrif e: "Sana
bir söz söyleyeceğim. Umulur ki Allah onun sayesinde seni faydalandırır: Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac ile umreyi birleştirdi. Sonra bunu
yasaklamadan vefat etti." diyen İmran b. Husayn'ın kendisidir. Bu hadis
Müslim'in Sahihimde rivayet edilmiştir. Görüldüğü üzere İmran, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı kıran haccını haber verirken
"temettü etti" ve "hac ile umreyi birleştirdi" sözlerini
kullanmaktadır.
Ayrıca Sahihayrfdz. Said
b. Müseyyeb'den rivayet edilmiş olan şu hadis de buna delildir: Hz. Ali ile Hz.
Osman, Usfan'da bir araya geldiler. Hz. Osman, temettü' haccından yahut umreden
nehyederdİ. Hz. Ali, ona: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yaptığı bir şeyi yasaklamakla neyi amaçlıyorsun?" dedi. Hz. Osman:
"Bırak, sen bizim işimize karışma." dedi. Bunun üzerine Hz. Ali:
"Doğrusu ben seni bırakamam." dedi ve bu durumu görünce (hac ve
umrenin) her ikisine birden niyetlenip ihrama girdi ve telbiyeye başladı. Bu,
Müslim'in metnidir. Buhari'deki metin ise şöyledir: Hz. Ali ile Hz. Osman Usfan
mevkiinde temettü' hakkında ihtilafa düştüler. Hz. Ali: "Sen, başka değil;
ancak Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yapmış olduğu bir şeyi
yasaklamak istiyorsun." dedi. Hz. Ali, Hz. Osman'ın bu yasaklama işini
görünce (hac ile umrenin) her ikisine birden niyetlenip ihrama girdi ve
telbiyeye başladı.
Buhari'nin tek başına
rivayet ettiği bir hadise göre Mervan b. el-Hakem anlatıyor: Hz. Osman ile Hz.
Ali'ye şahid oldum. Hz. Osman, temettü' haccını ve hac ile umreyi birleştirmeyi
yasaklıyordu. Hz. Ali bunu görünce
her ikisine birden
niyetlenip ihrama girip "Lebbeyke bi-umratin ve haccetin"diye
telbiyede bulundu ve: "Hiç kimsenin sözü için Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir sünnetini bırakmam." dedi.
Artık bu da açıkça
ortaya koymaktadır ki, onlara (sahabilere) göre hac ile umreyi birleştiren
kimse temettü' yapan kimse demektir ve Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yaptığı hac çeşidi de bu hacdır. Hz. Osman da, Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle yaptığı konusunda Hz. Ali'ye muvafakat
göstermiştir. Zira Hz. Ali, kendisine: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yaptığı bir şeyi yasaklamakla neyi amaçlıyorsun?"
dediğinde ona: "Allah Rasulü bunu yapmamıştır" dememiştir. Şayet Hz.
Osman, bu konuda Hz. Ali'ye muvafakat göstermeseydi şüphesiz ona karşı gelirdi.
Sonra Hz. Ali, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) muvafakat
göstermeye, bu konuda O'na uymaya ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) fiilinin nesholunmadığını açıklamaya azmedip kıran konusunda Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uymayı ve O'nun yolunu izlemeyi
yerleştirmek ve Hz. Osman'ın yoruma dayalı olarak yasakladığı bir sünneti
ortaya çıkarmak amacıyla hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama girdi ve
telbiyeye başladı. O vakit bu, yirminci delili oluşturan başlı başına bir
delildir.
21- Malik'in Muvatta'da
İbn Şihab - Urve senediyle rivayetine göre Hz. Aişe anlatıyor: Veda haccı
senesi Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte çıktık. Umre
için niyetlenip ihrama girerek telbiyeye başladık. Sonra Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Kimin yanında kurbanlık bir hayvan varsa,
hacca umreyle birlikte niyetlenip ihrama girsin. Böyle yapan kimse her ikisinin
de yapılması gerekli fiillerini tamamen yerine getirinceye kadar ihramdan
çıkamaz." buyurdu.
Malumdur ki, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında kurbanlık hayvan vardır.
Kendisi emrettiği bir şeyi, herkesten daha çok yapmaya özen gösterir.
Zikrettiğimiz ve daha zikredeceğimiz diğer hadisler de bunu göstermektedir.
İçlerinde Abdullah İbn
Abbas'ın ve bir cemaatın da bulunduğu bir grup selef ve halef uleması
beraberinde kurbanlık hayvan getiren kimsenin kıran haccı yapmasını ve
kurbanlık getirmeyen kimsenin de ayrı bir umre ile temettü' etmesini farz
saymışlardır. Onlara göre Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yaptığı ve ashabına emrettiği şeyden başkasını yapmak caiz olmaz. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran haccı yapmış ve yanında kurbanlık
bulunmayan herkesin (haccı) başlı başına ayrı bir umreye çevirmelerini
emretmiştir. O halde O'nun yaptığı yahut emrettiği şekilde yapmamız farzdır. Bu
görüş, inşallah yakında zikredeceğimiz pek çok yönden, haccı umreye çevirmeyi
haram sayanların görüşlerinden daha doğrudur.
22- Buhari ve Müslim'in,
SffA/A'lerinde Ebu Kılabe'den rivayetlerine göre Enes b. Malik anlatıyor: Biz
de beraberinde iken Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de bize
öğleyi dört, Zülhuleyfe'de ikindiyi iki rekat kıldırdı. Gece sabaha kadar
Zülhuleyfe'de kaldı. Sonra devesine bindi, deve onu Beyda tepesine çıkarınca
Allah'a hamdedip tesbih etti ve tekbir getirdi. Sonra hacca ve umreye
niyetlenip ihrama girerek telbiyeye başladı. Beraberindeki insanlar da hacca ve
umreye niyetlenip ihrama girerek telbiyeye başladılar. Mekke'ye geldiğimizde
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanlara emretti, ihramdan
çıktılar. Nihayet terviye (arefeden önceki gün olan Zilhicce'nin sekizinci)
günü olunca insanlar hacca niyetlenip ihrama girdiler.
Yine Sahihayn'da
kaydedilen bir rivayete göre Bekir b. Abdullah el-Müzeni anlatıyor: Enes:
"Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac ve umreye birlikte
telbiye getirdiğini işittim." dedi. Bunu Ibn Ömer'e söyledim. O da:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalnızca hacca telbiye
getirdi." dedi. Enes'le karşılaştım, İbn Ömer'in sözünü ona aktardım.
Bunun üzerine Enes: "Herhalde siz, bizi çocuk sanıyorsunuz! Ben Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): Lebbeyke umraten ve haccen =Allah'ım!
Senin hac ve umre davetine icabet ettim, dediğini işittim." Dedi. Enes'le
İbn Ömer arasında yaş bakımından bir yıl veya bir yıldan biraz fazla zaman
farkı vardır.
Sahih-i Müslim'deki bir
rivayete göre Yahya b. Ebu İshak, Abdülaziz b. Suheyb ve Humeyd, Enes'in şöyle
dediğini işittiklerini söylemişlerdir: Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) işittim, hac ile umreye birlikte telbiye getirerek: "Lebbeyke
umreten ve haccen Allah'ım! Senin umre ve hac davetine icabet ettim!"
diyordu.
Kadı Ebu Yusuf, Yahya b.
Said el-Ensari aracılığıyla Enes'in şöyle dediğini rivayet eder: Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Lebbeyke bihaccin ve umretin
mean = Allah'ım! Senin hac ve umre davetine birlikte icabet ettim!"
dediğini işittim.
Nesai'nin rivayet ettiği
Ebu Esma hadisinde Enes diyor ki: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hac ve umreye birlikte telbiye getirdiğini işittim."
Yine Nesai'nin Hasan
el-Basri aracılığıyla Enes'ten rivayet ettiği bir | hadise göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle namazını kıldırınca hac ve umreye niyetlenip
ihrama girerek telbiyeye başladı.
Bezzar'ın, Hz. Ömer'in
azatlı kölesi Zeyd b. Eşlem aracılığıyla Enes'ten rivayet ettiği bir hadise
göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac ve umreye birlikte
niyetlenip telbiye getirmiştir. Bezzar aynı hadisi Süleyman et-Teymi
aracılığıyla Enes'ten rivayet eder; Ebu Kudame yoluyla da Enes'ten benzerini
rivayet eder. Veki, Mus'ab b. Süleym'in Enes'ten buna benzer bir hadis
işittiğini kaydeder ve İbn Ebi Leyla - Sabit el-Bünani aracılığıyla yine
Enes'ten benzer'bir hadis rivayet eder. el-Huşeni ise buna benzer bir hadisi
Muhammed b. Beşşar - Muhammed b. Cafer - Şu'be - Ebu Kazaa - Enes senediyle
kaydeder.
Sahih-i Buhari'de Katade
aracılığıyla rivayet edilen bir hadiste Enes: "Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) dört umre yaptı." deyip onları sayar ve onlar arasında
"haccıyla birlikte yaptığı umre"yi de kaydeder. Bu hadis yukarıda
geçti.
Abdürrezzak, Ma'mer - Eyyub
- Ebu Kılabe ve Humeyd b. Hilal - Enes senediyle benzer bir hadis rivayet eder.
işte toplam on altı sika
ravi! Hepsi de Enes'ten ittifakla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) telbiye getirirken hac ve umreye birlikte telbiye getirdiğini, bunu
ifade eden telbiye sözü söylediğini aktarmaktadırlar. Bu raviler: 1- Hasan
el-Basri, 2- Ebu Kılabe, 3- Humeyd b. Hilal, 4- Humeyd b. Abdurrahman et-TaviI,
5- Katade, 6- Yahya b. Said el-Ensari, 7- Sabit el-Bünani, 8- Bekir b. Abdullah
el-Müzeni, 9- Abdülaziz b. Suheyb, 10- Süleyman et-Teymi, 11- Yahya b. Ebu
İshak, 12- Zeyd b. Eşlem, 13- Mus'ab b. Süleym, 14- Ebu Esma, 15- Ebu Kudame
Asim b. Hüseyn, 16- Ebu Kazaa Süveyd b. Hacer el-Bahili.
İşte Enes'in, Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işitmiş olduğu telbiye sözünü
aktaran haberler! İşte Hz. Ali ile Bera'nın, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kendisinin kıran haccı yaptığını haber verdiğini ifade eden
rivayetleri! İşte yine Hz. Ali, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bunu yaptığını haber veriyor! İşte Hz. Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.) haber veriyor:
Rabbi, Allah Rasulüne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle yapmasını emretmiş ve
O'na ihram giyerken söyleyeceği sözü öğretmiştir... İşte yine Hz. Ali haber
veriyor ki, kendisi Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac ve
umreye birlikte telbiye getirdiğini işitmiştir... İşte adlarını andığımız geri
kalan diğer sahabiler, hepsi de Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
böyle yaptığını haber veriyor... Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
ailesine ve beraberinde kurbanlık getirenlere böyle yapmalarım emrediyor.
Apaçık bir şekilde Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran haccı yaptığını rivayet eden
sahabiler: 1- Mü'minlerin annesi Hz. Aişe, 2- Abdullah b. Ömer, 3- Cabir b.
Abdullah, 4- Abdullah b. Abbas, 5- Ömer İbnü'l-Hattab, 6- Ali b. Ebi Talib, 7-
Osman b. Affan: Hz. Ali'nin sözünü ikrar etmesi ve Hz. Ali'nin ona bu durumu
takrir etmiş olmasıyla (Hz. Osman'ın da bu görüşte olduğu anlaşılıyor), 8-
imran b. Husayn, 9- Bera b. azib, 10- Mü'minlerin annesi Hafsa, 11- Ebu Katade,
12- İbn Ebi Evfa, 13- Ebu Talha, 14- Hirmas b. Ziyad, 15- Ümmü Seleme, 16- Enes
b. Malik, 17- Sa'd b. Ebi Vakkas. Toplam on yedi sahabi etmektedir. -Allah
hepsinden razı olsun.- Bunlardan kimileri Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) fiilini, kimileri ihram giyerken söylediği lafzı, kimileri kendisi
hakkında verdiği haberi ve kimileri de emrettiği şeyi rivayet etmektedirler.
Soru: İbn Ömer, Cabir,
Aişe ve ibn Abbas'ı nasıl bunlar arasında sayıyorsunuz? Oysa Aişe: "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad eden olarak hacca niyetlenip ihrama
girdi." diyor; bir başka metinde ise: "İfrad eden (müfrid) olarak
hacca niyetlenip ihrama girdi." diyor. Birinci metin Sahihayndadır.
İkincisi ise Müslim'de iki ayrı tarzda rivayet edilmiştir; biri bu metindir ve
diğeri de; "İfrad haccı yapmak üzere hac için niyetlenip ihrama
girdi." şeklindedir. Buhari'nin kaydettiğine göre, İbn Ömer: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalnızca hac için telbiye
getirdi." demiştir. Öte yandan Müslim'in rivayetine göre, İbn Abbas;
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacca niyetlenip ihrama girdi,
telbiye getirdi." Demiştir. İbn Mace'nin rivayetine göre ise Cabir:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccı yaptı."
Demektedir.
Cevap: Şayet bu
sahabilerden gelen hadisler birbiriyle çelişiyorlar ve birbirlerini
düsürüyorlarsa geri kalanların hadisleri birbirleriyle çelişmemektedirler.
Haydi diyelim ki, sözünü ettiğiniz kimselerin hadisleri birbirleriyle
çeliştikleri için ne kıran, ne de ifrad haccı konusunda delil olamazlar. Peki,
geri kalan sahabilerin açık ve sahih olan hadislerinden yüz çevirmeyi
gerektiren sebep ne?! Hele onların hadisleri birbirini doğruluyor ve aralarında
da bir çelişki bulunmuyorsa? Arada çelişki var sananlar, sahabilerin
kullandıkları sözlerle neyi kasdettiklerini idrak edemedikleri için böyle
sanmışlar ve onların sözlerini, onlardan sonra ortaya çıkan ıstılahlara
(terimlere) yüklemişlerdir.
Şeyhülislam (İbn
Teymiye)'nin, sahabilerin bu konudaki hadislerini uzlaştırmak için yazmış
olduğu güzel bir faslı gördüm. Buraya olduğu gibi alıyoruz. Diyor ki: Doğrusu
bu konudaki hadisler birbirleriyle uyum içindedirler; basit bir ihtilaf dışında
aralarında bir ihtilaf yoktur. Bu kadarı başkalarında da bulunur. Şöyle ki,
sahabeden, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' ettiği
rivayeti sabit olmuştur. Onlara göre temettü', kıran'ı da içine almaktadır.
Kendilerinden Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccı
yaptığı rivayeti aktarılan aynı sahabilerden O'nun temettü' haccı yaptığı
rivayeti de aktarılmıştır. Birincisi Sahihayn'da Said b. Müseyyeb'den şöylece
aktarılır: Hz. Ali ile Hz. Osman, Usfan'da bir araya geldiler. Hz. Osman,
temettü' haccından yahut umreden nehyederdi. Hz. Ali, ona: "Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı bir şeyi yasaklamakla neyi
amaçlıyorsun?" dedi. Hz. Osman: "Bırak,"Sen bizim işimize
karışma." dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: "Doğrusu ben, seni
bırakamam" dedi ve bu durumu (Hz. Osman'ın yasaklayışmı) görünce (hac ve
umrenin) her ikisine birden niyetlenip ihrama girdi ve telbiyeye başladı. Bu
açıkça ortaya koymaktadır ki, onlara göre hac ile umreyi birleştiren kimse,
temettü' yapan kimse demektir ve Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yaptığı hac çeşidi de budur. Hz. Osman, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) böyle yaptığı konusunda Hz. Ali'ye muvafakat göstermiştir. Ancak ikisi
arasındaki tartışma tıpkı fakihlerin tartışmalarında olduğu gibi şu iki konuda
cereyan etmiştir: Bizim için daha faziletli olan bu mu, değil mi? Haccı umreye
çevirme bizim için meşru mu? Ama Hz. Ali ile, Hz. Osman, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' yaptığında görüş birliğindedirler ve
onlara göre temettu'dan maksat kiran'dır. Sahihayn'da, Mutarrif'ten gelen
rivayete göre İmran b. Husayn: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hac ile umreyi birleştirdi. Sonra bunu yasaklamadan vefat etti. Ayrıca bunu
haram kılan bir ayet de inmedi." demiştir. Yine aynı sahabi bir başka
rivayette: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' etti. Biz
de O'nunla birlikte temettü' ettik." demiştir. İşte ilk müslümanların
ileri gelenlerinden olan Imran, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
temettü' yaptığım ve O'nun hac ile umreyi birleştirdiğini haber veriyor.
Sahabeye göre kıran haccı yapan (karin), temettü' yapan (mutemetti) demektir.
Bu yüzden onlar bu kimsenin kurban kesmesini vacip görmüşlerdir. Ve bu kimse (yani
kıran haccı yapan): "Umreyi hacca ilave etmek suretiyle temettü' yapan
(faydalanan) kimse, kolayına gelen bir kurban kessin." ayetinin [Bakara,
kapsamına girmiştir. Hz. Ömer, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle dediğini aktarır: "Bana, Rabbim'den birisi (Cebrail) gelip dedi ki:
Bu mübarek vadide namaz kıl ve 'Hac içinde umreye niyetlendim' de!.."
İşte raşid halifeler Hz.
Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali ile imran b. Husayn'dan en sahih senedlerle Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umre ile hac arasını bitiştirdiği
(kıran yaptığı) rivayet edilmiştir ki, onlar bunu temettü' diye
adlandırmaktaydılar. Öte yandan Enes, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hac ve umreye birlikte telbiye getirdiğini işitmiş olduğunu söylemektedir.
Bekir b. Abdulah
el-Müzeni'nin, ibn Ömer'den Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yalnızca hacca telbiye getirdiği yolunda naklettiği rivayete verilecek cevap
şudur: ibn Ömer'den rivayette bulunan oğlu Salim, Nafi' gibi ondan gelen
rivayetler konusunda Bekir'den daha sağlam olan sika raviler, ibn Ömer'in:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umreyi hacca eklemek suretiyle
temettü' etti." dediğim rivayet ederler ki, bunlar İbn Ömer konusunda
Bekir'den daha sağlamdırlar. Öyleyse Bekir'in, İbn Ömer'den yaptığı rivayeti
yanlış saymak, hem Salim ve Nafi'in ondan yaptığı rivayeti yanlış saymaktan ve
hem de İbn Ömer'in Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerinde yanlış
bir şey söylediğini kabul etmekten daha iyi, daha münasiptir. Muhtemel ki ibn
Ömer, ona "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccı
yaptı." dedi; o da onun "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hacca telbiye getirdi." dediğini sandı. Çünkü sahabiler, "haccı ifrad
etme" sözünü kullandıklarında hac amellerini birer kere yapma anlamım
kastediyorlardı. Onlar böylece hem "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kıran haccı yaptı ve bu hac sırasında iki tavaf, iki sa'y yaptı."
diyenleri ve hem de "ihramından çıktı." diyenleri reddetmiş
oluyorlardı. O halde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı ifrad
yaptığını rivayet eden sahabilerin rivayetleri bu görüş sahiplerini
reddetmektedir. Müslim'in, Sahih'inae rivayet ettiği şu hadis de bunu ortaya
koyar: İbn Ömer, "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte
hacca ifrad eden olarak, niyetlenip ihrama girdik." ve bir diğer metinde
ise: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad eden olarak
niyetlenip ihrama girdi." diyor.
Şayet "Bu
rivayetten maksat, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccı
yapmak için niyetlenip ihrama girdiğini belirtmektir" denilecek olursa,
buna şöyle cevab verilir: Bu senedden daha sahih bir senedle ibn Ömer'in:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umreyi hacca eklemek suretiyle
temettü' yaptı. Önce umreden başlayarak, umre için niyetlenip ihrama girdi.
Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi." dediği rivayet edilmiştir. Bu hadis
(İbn Şihab) ez-Zühri - Salim - ibn Ömer senediyle aktarılmıştır. İbn Ömer'den,
buna aykırı gelen bir rivayet, ya onun üzerinde yapılan bir yanlışlık demektir,
ya da ibn Ömer'in o hadisteki maksadı buna muvafıktır, yahut da ibn Ömer, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihramdan çıkmadığını öğrenince tıpkı
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Recep ayında umre
yaptı." sözünde yanılgıya düştüğü gibi burada da Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccı yaptığını sandı ve bir unutkanlık
eseri olarak bu durum ondan sadır oldu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), ihramdan çıkmayınca -ki ifrad haccı yapan kişi böyle yapar- O'nun
ifrad haccı yaptığını sandı.
Sonra (İbn Teymiye)
Zühri'nin Salim'den, onun da babası (ibn Ömer)'den rivayet ettiği "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' yaptı..." hadisini ve
Zühri'nin "Urve, bana Aişe'den rivayet etti ki..." sözüyle rivayet
ettiği aynen Salim'in babasından aktardığı hadis gibi bir hadisi verdikten
sonra diyor ki: Bu, yeryüzündeki en sahih hadislerdendir. Zira bu hadisi
devrinde sünneti en iyi bilen kişi olan Zühri, Salim'den, o da babasından
rivayet etmiş olup hadis, İbn Ömer ve Aişe hadislerinden daha sahihtir.
Sahihayn'aa Hz. Aişe'den
(r.a.) g'elen rivayete göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dört
umre yapmış, dördüncüsünü haccıyla birlikte ifa etmiştir. Hacdan sonra umre
yapmadığı konusunda ise alimler görüş birliğindedirler. O halde kıran temettu'u
yahut hususi bir temettü' yaptığı ortaya çıkmaktadır.
Sahih bir rivayete göre
İbn Ömer, hacla umreyi birleştirmiş ve: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) de böyle yaptı." demiştir. Bunu Buhari, Sahih'tz rivayet
etmektedir.
Kendilerinden haccın
ifradı (tek yapılması) rivayet edilen sahabi sayısı üçtür: Aişe, İbn Ömer ve
Cabir. Her üçünden temettü' da rivayet edilmiştir. Aişe ve İbn Ömer'in,
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umreyi hacca ekleyerek
temettü' yaptı" hadisleri onların (diğer) hadislerinden daha sahihtir. Bu
konuda (yani Hz. Peygamber'in ifrad yaptığı konusunda) bu iki sahabiden sahih
olarak aktarılan sözler ya hac fiillerini tek tek yapmak anlamındadır, ya da
diğer örneklerinde olduğu gibi bu da İbn Ömer'den (r.a.) ileri gelen bir
yanlışlıktır. Zira temetu' hadisleri mütevatirdir. Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz.
Ali, İmran b. Husayn gibi ileri gelen sahabiler tarafından rivayet edilmişlerdir.
Aynı şekilde onları Hz. Aişe, ibn Ömer ve Cabir de rivayet etmişlerdir. Hatta
Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' hadislerini onu aşkın
sahabi rivayet etmiştir (İbn Teymiye'nin sözleri burada bitti).
Ben derim ki: Enes, Aişe,
İbn Ömer ve İbn Abbas Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) dört umre
yaptığında görüş birliğindedirler. Yalnız ibn Ömer, bunlardan birinin Recep
ayında yapılmış olması konusunda yanılmıştır. İbn Abbas dışında bu sahabilerin
hepsi de "Dördüncü umre, haccıyla birlikte yaptığı umredir.'* demişlerdir.
Enes dışında kalanlar ise: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haccı ifrad yaptı." demişlerdir. Bu sahabiler "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' yaptı." da demişlerdir. Bunu da,
bunu da, bunu da, yani üçünü de demişlerdir. Onların sözleri arasında bir
çelişki yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran
temettu'u yaptı, hac fiillerini tek tek ifa etti ve iki ibadeti (hac ve umreyi)
birleştirdi. İki ibadeti birleştirmesi açısından kıran; iki tavaf ve iki sa'y
yerine yalnız bir tavaf ve bir sa'y yapması açısından ifrad ve hac ile umre
için yapacağı ayrı ayrı iki yolculuktan birini yapmamak suretiyle rahat etmesi
açısından temettü' haccı yapmış oldu.
Sahabenin kullandığı
sözleri düşünen, hadisleri birbirleriyle uzlaştıran ve onları birbirine göre
ele alan, sahabenin kullandığı dili anlayan kimseye doğrunun sabahı parıldar,
onun zihnindeki ihtilaf ve sallantıların karanlığı açılır. Doğru yola
eriştiren, hak yola ulaştıran yalnız Allah'tır.
Artık kim "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı ifrad etti." der, fakat bu
sözle, pek çok insanın sandığı gibi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ifrad haccı yaptığını (yani tek olarak hac yaptığını), sonra haccı
bitirince Ten'im'den veya başka yerden (ihrama girip) umre yaptığını ifade
etmek isterse bu yanlıştır; ne sahabeden, ne tabiinden, ne dört imamdan ve ne
de hadis imamlarından herhangi biri böyle bir şey demiştir. Şayet bu sözle,
selef ve haleften bir grubun da söyledikleri üzere, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalnız bir hac yaptığı ve beraberinde umre
yapmadığını ifade etmek isterse bu da bir yanılgıdır. Yukarıda da açıklığa
kavuştuğu üzere sahih ve açık hadisler bu görüşü reddeder. Şayet bu sözle Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalnızca hac fiillerini yaptığını ve
ayrıca umre için ameller yapmadığını ifade etmek isterse, işte o zaman isabet
eder. Onun görüşüne bütün hadisler delil olur, kim de "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kır'an haccı yaptı." der, ama bu sözle O'nun hac için
ayrı bir tavaf, umre için ayrı bir tavaf, hac için bir sa'y ve umre için bir
sa'y yaptığım anlatmak isterse sabit hadisler onun bu görüşünü reddeder. Şayet
bu sözle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki ibadeti
birleştirdiğini ve her ikisi için bir tek tavaf ve bir tek sa'y yaptığım ifade
etmek isterse işte onun bu görüşüne sahih hadisler tanıklık eder. Onun görüşü
doğrudur.
Kim de "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' yaptı." der; ancak bu
sözle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umre ihramından çıkıp yeni
baştan hac için ihrama girerek temettü' haccı yapmış olduğunu söylemek isterse
onun bu sözünü hadisler reddeder. Görüşü yanlıştır. Şayet Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihramdan çıkmayıp kurban şevki için ihramlı
kalarak temettü' yaptığını söylemek isterse pek çok hadis yine onun görüşünü
reddeder. Ancak bunun yanlışlığı daha azdır. Şayet Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) kıran temettu'u yapmıştır demek isterse işte bu doğrudur, bütün
sabit hadisler buna delildir ve hadislerdeki dağınıklık böylece toplanır; bir
problem, bir ihtilaf kalmaz.
6- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Umreleri, Haccı ve İhramı Konusunda Yanılanlar:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) umreleri konusuda şu beş grup yanılmıştır:
1- Recep ayında umre
yaptı diyenler- Bu yanlıştır. Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) umreleri zabıtlara geçmiş olup iyi bilinmektedir. Asla bunlardan
herhangi birine Recep ayında çıkmamıştır.
2- Şevval ayında umre
yaptı diyenler: Bu da bir yanılgıdır. Görünen o ki -Allah daha iyi bilir ya-
ravilerden biri yanlışlıkla burada "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Şevval'de itikaf yaptı" diyeceğine "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Şevval'de umre yaptı" dedi. Ancak hadisin gelişi ve
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) / biri Şevval'de, ikisi
Zilkade'de olmak üzere üç umre yaptı." sözü Hz. Aişe'nin yahut ondan
sonrakilerin umreyi kasdettiklerini gösterir.
3- Hacdan sonra
Ten'im'den (ihrama girerek) umre yaptı diyenler: Bunu} söyleyen hiçbir ilim
adamı mevcut değildir. Yalnızca avam ve hadis bilgisi bulunmayanlar böyle
sanmaktadırlar.
4- Hac sırasında hiç
umre yapmadı diyenler: Reddi mümkün olmayan yaygm (müstefiz) sahih sünnet bu
görüşü ibtal eder.
5- Önce bir umre yapıp
ihramdan çıktı, sonra Mekke'de hac için ihrama girdi diyenler: Sahih hadisler
bu görüşü ibtal edip reddeder.
Haccı konusunda beş grup
yanıldı:
1- Bir tek hac yaptı,
beraberinde umre yapmadı diyenler.
2- Temettü' haccı yaptı;
önce (umre) ihramınden çıktı, sonra hac için ihrama girdi diyenler. Nitekim
Kadı Ebu Ya'la ve başka alimler bu görüşü savunmuşlardır.
3- Temettü' haccı yaptığından
kurban sevketmesi sebebiyle ihramdan çıkmadı ve kıran haccı yapmadı diyenler.
el-Muğni sahibi Ebu Muhammed İbn Kudame ve başka alimler bu görüştedirler.
4- İki tavaf ve iki sa'y
yapmak suretiyle kıran haccı yaptı diyenler.
5- İfrad haccı yaptı,
sonra Ten'im'den (ihrama girerek) umre yaptı diyenler.
İhramı konusunda beş
grup yanıldı:
1- Yalnızca umre için
telbiye etti ve bunu böylece sürdürdü diyenler.
2- Yalnızca hac için
telbiye etti ve bunu böylece sürdürdü diyenler.
3- Hacca, ifrad haccı
yapmak için telbiye getirdi, sonra buna umreyi de kattı deyip bunun O'na mahsus
olduğunu sananlar.
4- Yalnız umre için
telbiye getirdiğini, sonra ikinci durumda buna haccı da kattığını söyleyenler.
5- Hangi ibadet için
olduğunu tayin etmediği serbest bir ihram giydi; ihram giydikten sonra bunu
belirledi, diyenler.
Doğrusu Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ilk başta ihrama girdiğinde hac ve umre için
birlikte ihrama girdi ve her ikisinin de yapılması gerekli vazifelerini yerine
getirmeden ihramdan çıkmadı. Her ikisi için bir tavaf, bir sa'y yaptı ve kurban
kesti. Nitekim hadisçilerin bildikleri bir tevatür derecesinde mütevatir olan
yaygın naslar da bunu göstermektedir. En doğrusunu bilen Allah'tır.
7- Bu Görüşleri
Savunanların Gerekçeleri ve Hatalarının Açıklanması:
I- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Umreleri Konusunda Vurulanlar:
a) Recep Ayında Umre
Yaptı Diyenler:
Recep ayında umre yaptı
diyenlerin gerekçeleri Buhari ve Müslim tarafından İbn Ömer'den (r.a.) rivayet
edilen "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Recep ayında umre
yaptı." hadisidir. Oysa Aişe ve başka sahabiler onun yanlışlık yaptığını
belirtmişlerdir. Nitekim Sahihayn'aak'ı bir rivayete göre Mücahid anlatıyor:
Ben, Urve b. Zübeyr ile beraber Mescide girdim. Abdullah b. Ömer'i, Hz.
Aişe'nin hücresine dayanıp oturmuş halde bulduk. Baktık, bazı insanlar kuşluk
namazı kılıyorlardı. Kıldıkları namazın durumunu İbn Ömer'e sorduk
"Bid'attir" dedi. Sonra ona: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kaç umre yaptı?" diye sorduk, o da: "Biri Recep ayında olmak
üzere dört umre." diye cevap verdi. Onu reddetmeyi istemedik. Mü'minlerin
annesi Aişe'nin kendi odasında dişlerini misvaklamasından çıkan sesi işittik.
(İzin alıp yanına girdik). Urve (teyzesi Hz. Aişe'ye): "Anneciğim! -yahut
ey mü'minlerin annesi!- Ebu Abdurrahman ibn Ömer'in ne dediğini duydun
mu?" diye sordu. Hz. Aişe: "Ne diyor?'''diyerek ona soru yöneltti.
Urve: "İbn Ömer, Allah Rasulü, biri Recep ayında olmak üzere dört umre yaptı
diyor." dedi. Bunun üzerine Hz. Aişe: "Allah, Ebu Abdurrahman'a
rahmet etsin! Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı her umrede
muhakkak kendisi hazır bulunmuştur. Oysa Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Recep ayında katiyen umre yapmamıştır." dedi. Enes ve İbn Abbas da
aynı şekilde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bütün umrelerini
Zilkade ayında yaptığım söylemektedirler. Doğrusu da budur.
b) Şevval Ayında Umre
Yaptı Diyenler:
Şevval ayında umre yaptı
diyenlerin gerekçeleri, Malİk'in Muvatta'da. Hişam b. Urve yoluyla onun babası
Urve'den rivayet ettiği: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) biri
Şevval'de, ikisi Zilkade ayında olmak üzere yaptığı üç umre dışında umre
yapmamıştır." hadisidir. Ancak bu hadis mürseldir ve yine yanlıştır. Ya
Hişam'ın ya da Urve'nin başına İbn Ömer'in başına gelen hal gelmiştir. Bu
hadisi, Ebu Davud Hz. Aişe'den merfu olarak rivayet etmiştir. Ancak bu da
yanlıştır; merfu olarak rivayeti sahih değildir. İbn Abdilberr: "Hadisin
müsned olarak rivayeti, Malik'den sahih yolla aktarılan şeylerden
değildir." demektedir.
Ben derim ki: Hz.
Aişe'den böyle bir rivayetin asılsızlığını şu rivayet de ortaya koyar: Hz.
Aişe, ibn Abbas ve Enes b. Malik: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Zilkade ayı dışında umre yapmadı." demişlerdir. Doğrusu da budur.
Çünkü Hudeybiye ve kaza umreleri Zilkade ayında yapılmıştı. Kıran haccında
yapılan umre de şüphesiz Zilkade ayında idi. Cirane umresi de Zilkade ayının
başında yapılmıştı. Yalnız tereddüt şurada ortaya çıktı: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Şevval ayında düşmanla karşılaşmak için Mekke'den
çıktı. Düşmanın işini bitirdi. Ganimetleri paylaştırdı. Cirane'den (ihrama
girip) geceleyin umre yapmak üzere Mekke'ye girdi ve oradan gece çıktı. Bu
sebeple bu umresi pek çok kişiye gizli kalmıştı. Muharriş el-Ka'bi aynen böyle
demektedir. En doğrusunu Allah bilir.
c) Ten'im'den İhrama
Girip Umre Yaptı Diyenler:
Hacdan sonra Ten'im'den
ihrama girip umre yaptığını sananların bir gerekçelerini bilmiyorum. Çünkü bu,
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı konusunda yaygın olarak
bilinen gerçeğe ters düşmektedir. Katiyen hiç kimse böyle bir şey naklet
memiştir ve hiçbir imam da böyle bir söz söylememiştir. Herhalde böyle sanan
kişi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı ifrad yaptığını
işitmiş olacak ve Mekke dışından gelip de ifrad haccı yapan herkesin hacdan
sonra Ten'im'e gidip orada ihrama girmesi gerektiğini görmüş olacak ki, Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını da bunun yerine koymuştur. Bu,
yanlışın ta kendisidir.
d) Hac Sırasında Hiç
Umre Yapmadı Diyenler:
Hac sırasında hiç umre
yapmadı diyenlerin gerekçeleri: Bu kimseler Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ifrad haccı yaptığını işittikleri ve O'nun hacdan sonra umre
yapmadığını kesin bildikleri için, daha önce yaptığı umre ile yetinerek bu hac
sırasında umre yapmamıştır dediler. Sahih ve meşhur hadisler, -daha önce de
geçtiği üzere yirmiyi aşkın sebepten ötürü- onların bu görüşlerini reddeder.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu, kendisiyle
faydalandığımız (temettü* yaptığımız) bir umredir." buyurmuş; Hafsa:
"İnsanların bu hali ne? Sen umre ihramından çıkmadığın halde onlar
ihramdan çıktılar." demiş; Süraka b. Malik: "Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) temettü* yaptı." demiştir. Aynı şeyi İbn Ömer, Aişe,
İmran b. Husayn ve İbn Abbas da söylemiş; Enes, ibn Abbas ve Aişe Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı umrelerden birini haca sırasında
yaptığını açıkça belirtmişlerdir.
e) Umre İhramından Çıkıp
Hac İçin İhrama Girdi Diyenler:
Kadı Ebu Ya'la ve ona
muvafakat edenlerin savundukları, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bir umre yapıp onun ihramından çıktığı görüşünün gerekçesi; İbn Ömer,
Aişe, İmran b. Husayn ve başka sahabilerden sahih olarak aktarılan "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' yaptı." hadisidir. Bu
hadisin, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihramdan çıkıp temettü'
yapmış olmasına da, ihramdan çıkmamış olmasına da ihtimali vardır. Sahihayn'da
rivayet edilmiş olup Muaviye'nin, kendisinin Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) saçını Merve tepesinde enli bir okla (veya bıçakla)
kısalttığını ifade eden haberi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ihramdan çıkmadığını gösterir. Bu işin Veda haccı dışında olması mümkün
değildir. Çünkü Muaviye, Mekke Fethinden sonra müslüman olmuştur ve Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Fetih zamanında ihramlı değildi. Yine
bu saç kısaltma işinin Cirane umresinde olması da iki yönden mümkün değildir:
1) Bu sahih hadisin
metinlerinden birinde: "Bu, o haccı sırasında idi" kaydı vardır.
2) Nesai'nin sahih
senedle rivayetinde ise: "Bu (Zilhicce ayının ilk) on günü içinde
idi." kaydı vardır. Muaviye'nin Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) saçını kısaltması ancak Veda haccı esnasında idi. Bunlar, temettu'un
yalnızca Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) has olduğunu
aktaranların rivayetlerini, özellikle onlardan bir grubun, kurban sevketmekle
ihramdan çıkma hakkına, sahabeden kurban sevkedenlerin dışındaki kimselerin
sahip oldukları şeklinde yorumlamışlardır. İçlerinde, üstadımız Ebu'l-Abbas
(İbn Teymiyye)'ın bulunduğu diğer bir grup onlara karşı gelmiş ve "Kim meşhur
sahih hadisler üzerinde düşünürse, ne Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ve ne de kurban sevkeden hiçbir kimsenin ihramdan çıkmadığım
anlar." demişlerdir.
II- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Haccı Konusunda Yanılanlar:
a) Bir Tek Hac Yaptı,
Beraberinde Umre Yapmadı Diyenler:
Bir tek hac yaptı,
beraberinde umre yapmadı diyenlerin gerekçeleri Sahihayrfda bulunan şu
hadistir: Hz. Aişe anlatıyor: "Veda haccı senesi Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile beraber çıktık. Kimimiz umreye, kimimiz hac ve umreye ve
kimimiz de hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiyeye başladı. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiyeye
başladı." Diyorlar ki: Bu taksim ve türlere ayırma, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalnızca hacca niyetlenip irrrama girdiği ve
telbiyeye başladığı konusunda açık bir ifadedir.
Müslim'in, Hz. Aişe'den
rivayet ettiği bir hadiste ise: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ifrad yapan kişi olarak hacca niyetlenip ihrama girdi ve telbiyeye
başladı.'' denilmiştir.
Sahih-i Buhari'de İbn
Ömer'den rivayet edildiğine göre; Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yalnızca hacca telbiye getirdi.
Sahih-i Müslim'de ibn
Abbas'tan gelen bir rivayete göre; Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hacca niyetlenip ihrama girdi ve telbiye getirdi.
Sünen-i ibn Mace'de
Cabir'den rivayet edildiğine göre; Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haccı ifrad etti.
Sahih-i Müslim'de, yine
Cabir'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Yanlız hacca niyet ediyorduk. Umre
yapmayı düşünmüyorduk."
Sahih-i Buhari'de
rivayet edildiğine göre Urve b. Zübeyr anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hac yaptı. (Teyzem) Hz. Aişe'nin bana haber verdiğine göre
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'ye geldiğinde ilk olarak
abdest aldı, sonra Beytullah'ı tavaf etti. Sonra bu (yapmış olduğu tavaf) umre
sayılmadı. Sonra Ebu Bekir (r.a.) hac yaptı. O ilk olarak Beytullah'ı tavaf
etti. Sonra bu umre sayılmadı. Ebu Bekir'den sonra Ömer de böyle yaptı.
Ömer'den sonra Osman hac yaptı. Onun ilk olarak Beytullah'ı tavaf ettiğini
gördüm. Sonra bu umre sayılmadı. Sonra Muaviye ve Abdullah b. Ömer hac yaptı.
Sonra ben, babam Zübeyr b. Avvam ile birlikte hac yaptım. Babam ilk olarak
Beytullah'ı tavaf etti. Sonra bu umre sayılmadı. Sonra İbn Ömer'in böyle
yaptığını gördüm. Sonra o da haccı bozup umreye çevirmedi. İşte İbn Ömer
onların yanındadır. Öyleyken neden ona sormuyorlar? Ne o, ne de geçmişlerden
herhangi biri haccı umreye çevirmemiştir. Onlar Mescid-i Haram'a ayak
bastıklarında ilk olarak Beytullah'ı tavaf ederler, sonra ihramdan çıkmazlardı.
Ben, annem Esma ile teyzem Aişe'yi gördüm, onlar Mekke'ye geldikleri zaman ilk
olarak Beytullah'tan başlayıp onu tavaf ettiler. Sonra da ihramlarından
çıkmadılar. Annem bana haber verdi ki, kendisi, kız kardeşi Aişe, (babam)
Zübeyr, falan ve falan şahıslar umre niyetiyle ihrama girip telbiye
getirmişler; Rükn'e ellerini sürdükleri vakit ihramdan çıkmışlardır.
Sünen-i Ebu Davud'da,
Musa b. İsmail - Hammad b. Seleme ve Vüheyb b. Halid - Hişam b. Urve - babası
Urve senediyle Hz. Aişe'nin şöyle dediği rivayet edilir: Biz Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberinde Zilhicce ayına doğru Medine'den yola
çıktık. HzT Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zülhuleyfe'ye vardığımızda
bizlere: "Kim hac niyetiyle ihrama girip telbiye etmek isterse öylece
yapsın ve kim de umre niyetiyle ihrama girip telbiye etmek isterse umreye
niyetlenip ihrama girsin, telbiye getirsin." buyurdu. Rivayetin bundan
sonraki kısmında Vüheyb (Hammad'dan) ayrılarak Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Ben de eğer kurbanlık sevketmemiş olaydım muhakkak
umreye niyetlenir, ihrama girer ve telbiye getirirdim." buyurduğunu,
diğeri ise:"Ben kendim hacca niyetlenip ihrama giriyorum."
buyurduğunu rivayet etmektedir. Şu halde her iki rivayetin toplamından Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccı yaptığı sahih olduğu
neticesi çıkar.
Görüldüğü gibi bu görüş
sahiplerinin gerekçeleri açıktır. Ancak onların bu gerekçeleri, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) verdiği hükmün; yapmaya karar verip
de kendi yaptığı şeyi "Ben kurbanı şevkettim ve kıran haccı yaptım"
şeklinde bildirdiği haberin; devesinin yanıbaşında bulunup, o vakit
başkalarından O'na daha yakın ve en güvenilir insanlardan olup da O'nun
"Allah'ım! Senin hac ve umre davetine icabet ettim" diye telbiye
getirdiğini işiten kimsenin (Enes'in) aktardığı haberin; Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) en çok ilim öğrenen insan Aİi b. Ebi Talib'in
(r.a.) Hz. Peygamber'in hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama girdiği ve
yine her ikisine birlikte telbiye getirdiği şeklinde verdiği haberin; Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisinin umre yapıp ihramdan
çıkmaması konusunda hanımı Hafsa'nın sözlerini kabullenip bu konuda ona karşı
çıkmaması, aksine onu doğrulaması ve bununla birlikte kendisinin hacı olduğunu
söyleyerek ona cevap vermesi yolunda -ki Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) duyduğu batıl bir şeye asla hoşnutluk gösterip ses çıkarmamazlık etmez,
hemen uyanda bulunur- Hz. Hafsa'nın kendisinin aktardığı haberin karşısında bir
mazeret teşkil etmez. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Rabbinden
gelen ve kendisine umre içinde hacca niyetlenip ihrama girerek telbiye
getirmesini emreden vahyi haber verişine karşılık bir mazeretleri yoktur. Yine
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir daha hac yapmayacağını
bildiği için kıran haccı yaptığını söyleyen sahabilerin ve Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacla birlikte umre yaptığım haber veren
sahabilerin haberleri karşısında onların ileri sürebilecekleri bir mazeretleri,
bir gerekçeleri yoktur. "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haccı, ifrad yaptı." diyenlerin de asla böyle bir mazeretleri yoktur.
Hiçbir şahabı ne Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "ben ifrad
haccı yaptım." ve "Rabbimden bana bir elçi geldi, ifrad haccı yapmamı
emrediyor." dediğini rivayet etmiştir; ne Hz. Peygamber'e (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Bu insanlara ne oluyor ki, ihramdan çıktılar? Onlar
umre ihramından çıktıkları halde sen hac ihramından çıkmadın!" demiştir,
ne de hiç kimseye O'nun: "Allah'ım! Yalnız umre davetine icabet
ettim." ve "Allah'ım! Yalnız hac davetine icabet ettim." diye
telbiye getirdiğini işittiğini söylemiştir ve ne de hiçbir kimse; "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sonunucusu haccından sonra olmak üzere
dört umre yaptı." demiştir.
Oysa dört sahabi, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizzat kendisinin kıran haccı
yaptığını söylediğini işittiklerine şahitlik etmektedirler. "Onlar, Hz.
Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) işitmediler" demekten başka bu
şahitliği reddetmenin yolu yoktur.
Katiyetle malumdur ki,
Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gördükleri davranışı kendi
anladıkları şekilde öyle zannederek haber verenlerin yanlışlık yaptıklarını ve
yanılgıya düştüklerini hesaba katmak, işitmediği halde "Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle şöyle dediğini işittim." şeklinde
haber verdi diye yalanlamaya kalkışmaktan daha iyidir. Çünkü burada ancak
yalanlamaya kalkışılabilir/Ama yamlarak Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gördüğü davranışı haber veren kişinin haberi yalandır denemez. Allah,
Ali'yi, Enes'i, Bera'yı ve Hafsa'yı, işitmedikleri halde "Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle dediğini işittik." demekten tenzih
etmiştir. Rabbi Allah Teala, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
şöyle şöyle yap diye vahiy gönderip de O'nun bunu yapmaması söz konusu
değildir; Allah, O'nu böyle durumlardan tenzih etmiştir. Böyle bir şey en
imkansız ve en olmayacak şeylerdendir. Hele Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ifrad haccı yaptığını söyleyenler, bunların maksatlarına muhalefet
etmemişler ve bunlarla çelişkiye düşmemişler, yalnızca Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac amellerini birer kere yaptığını ve ifrad
haccı yapan kişinin yaptığı amellerle yetindiğini kasdetmışlerse? Zira Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı şeyler arasında ifrad haccı
yapan kişinin yaptığı şeylere bir ilave yoktur. Onlardan bunun aksini ortaya
koyar görünümünde bir şey rivayet eden kimse, anladığı şekilde söylemiş
demektir. Mesela, Bekir b. Abdullah, Ibn Ömer'in; "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı, ifrad yaptı." dediğini işitiyor ve
kelimenin ıstılahtaki anlamına yükleyerek "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yalnızca hacca telbiye getirdi." diyor. Oysa İbn Ömer'in
oğlu Salim ve azadlı kölesi Nafi' ondan "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) temettü' yaptı. Önce umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye
getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." hadisini
rivayet ediyorlar. İşte Salim, Bekir'in verdiği haberin aksini haber
vermektedir. Bu hadisi, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle
yapılmasını emretti şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Çünkü ravi "Önce
umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama
girdi, telbiye getirdi" demek suretiyle sözünün anlamını iyice açmıştır.
Aynı şekilde Hz. Aişe'den (r.a.) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ifrad haccı yaptığını rivayet edenler Urve ile Kasım'dır. Yine Hz. Aişe'den,
kıran haccı yaptığını Urve ve Mücahid rivayet etmektedir. Urve'den, Ebu'l-Esved
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad yaptığını; Zühri ise yine
ondan kıran yaptığını rivayet ediyor. Şayet bu iki rivayetin birbirini düşürdüklerim
düşünsek, Mücahid'in rivayeti sapasağlam kalır. Eğer Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad yaptığı rivayeti, hac amellerini tek tek
yaptı, şeklinde yorumlansa rivayetlerin hepsi de doğruyu söylemiş ve
birbirlerini doğrulamış olur. Kuşku yok ki, Aişe ve ibn Ömer'in "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı, ifrad yaptı" sözünün üç
şekilde anlaşılması muhtemeldir:
1- Yalnız hacca
niyetlenip ihrama girmek.
2- Hac amellerini tek
tek yapmak.
3- Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bir tek hac yaptı, onun yanında başka bir şey yapmadı. Ama
umrede durum böyle değildir. Zira umreyi, dört defa yapmıştır.
Bu iki şahabının:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umreyi hacca ekleyerek
temettü' yaptı. Önce umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra
hacca'niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." şeklinde Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı şeyi hikaye etmelerine gelince; bu söz
açıktır, bir tek anlam dışında başka bir anlama gelmesi ihtimali yoktur. Bu
sözü mücmel (kapalı) saymak caiz olmaz. Esved b. Yezid ve Amra'nın Hz. Aişe'den
naklettikleri, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacca niyetlenip
ihrama girdiğini ifade eden rivayette, Mücahid ve Urve'nin yine ondan
aktardıkları Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran yaptığı
rivayetiyle çelişen bir durum yoktur. Çünkü kıran haccı yapan kimse kesinlikle
hacca niyetlenip ihrama giren hacı demektir. Umresi haccmın bir parçasıdır.
Artık kim, Hz. Aişe'den, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
(yalnız) hacca niyetlenip ihrama girdiğini rivayet ederse o kimse doğru biri
değildir. Mücahid'in rivayeti Amra ve Esved'in rivayetine eklenir ve sonra bu
iki rivayet, Urve'nin rivayetiyle birleştirilirse rivayetlerin toplamından Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran haccı yaptığı sonucu çıkar ve
rivayetler birbirlerini doğrulamış olur. Hatta Hz. Aişe ve ibn Ömer'in sözleri
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccma niyetlenip ihrama
girmiş olmasından başka türlü anlaşılmaya muhtemel olmasa o vakit kesinlikle
buna denecek söz, İbn Ömer'in "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Recep ayında umre yaptı." sözü ile Hz. Aişe yahut Urve'nin "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Şevval ayında umre yaptı." sözüne
verilen cevap olması gerekir. Ancak bu sahih ve açık hadislerin ravilerini
yalanlamaya, delalet ettikleri anlamın dışında yorumlamaya ve anlamlarını başka
yerlere çekmeye yol yoktur. Aynı şekilde ravilerinde muztariblik bulunan, bu
ravilerinden rivayet edilişinde ihtilaf edilen ve onlara bu hususta
kendilerinden daha güvenilir yahut kendilerine denk olanların muhalefet
ettikleri böyle mücmel bir rivayeti esas almaya da yol yoktur.
Cabir'in, "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı, ifrad etti." sözüne
gelince; bu sahabinin hadisinde, bunu (Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) umre yapmadığını) ifade eden açık bir şey yoktur. Burada yalnızca
kendilerinin sırf hacca niyet ettiklerini haber vermektedir. Bu hadiste Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yalnızca hacca (ifrad haccına) telbiye
getirdiğini gösteren şey nerede?
İbn Mace'nin yine ondan
rivayet ettiği "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı, ifrad
etti." şeklindeki öteki hadisin ise üç senedi vardır:
1- En ceyyid olanı:
ed-Deraverdi - Cafer b. Muhammed - babası Muhammed. Bu kesinlikle
Haccetü'l-Veda'daki uzun hadisinin bir özeti olup manası aktarılmıştır. Raviler
burada ed-Deraverdi'ye muhalefet ederek: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) hacca niyetlenip telbiye getirdi ve yüksek sesle (la ilahe illallah)
tevhid kelimesini söyledi." demişlerdir.
2- İkinci sened
şöyledir: Mutarrif b. Mus'ab - Abdülaziz b. Ebu Hazim - Cafer. ibn Hazm,
Mutarrif'in meçhul olduğunu söylemişse de ben derim ki: O, meçhul bir şahıs
değildir, İmam Malik'in kızkardeşinin oğludur. Buhari, Bişr b. Musa ve bir grup
muhaddis ondan rivayette bulunmuştur. Onun hakkında Ebu Hatim: "Doğru ( =
saduk) biridir, hadisi muztaribtir. O, bana İsmail b. Ebu Üveys'ten daha
sevimlidir." diyor; İbn Adiy ise: "Münker hadisler rivayet eder"
demektedir. Herhalde Ebu Muhammed İbn Hazm, ismini bir nüshada Mutarrif b.
Mus'ab şeklinde gördü ve bu isimde bir şahsı tanıyamadı. Oysa oradaki isim
Mutarrif Ebu Mus'ab olmalıdır. Bu şahsın uzun ismi şöyledir: Mutarrif b.
Abdullah b. Mutarrif b. Süleyman b. Yesar. Bu şahsm ismi konusunda yanılgıya
düşenlerden biri de Muhammed b. Osman ez-Zehebi'dir. Zehebi,
"ez-Zuafa" adlı eserinde: "İbn Ebi Zi'b'den rivayette bulunan
Mutarrif b. Mus'ab el-Medeni'nin hadisi münkerdir." der. Ben derim ki: ibn
Ebi Zi'b, ed-Deraverdi ve Malik'den rivayette bulunan, Mutarrif Ebu Mus'ab
el-Medeni'dir ve hadisi de münker değildir. Onu İbn Adiy'nin, "Münker
hadisler rivayet eder" sözü yanıltmıştır. Bu sözü söyleyen İbn Adiy sonra
onun rivayet ettiği bir grup münker hadisi sıralar. Ancak bunları ondan Ahmed
b. Davud b. Salih rivayet etmiştir. Darakutni bu şahsın yalancı olduğunu
söylemiştir ve bu hadislerdeki problem de ondan kaynaklanmaktadır.
3- Cabir hadisinin
üçüncü senedi. Bu senedde Muhammed b. Müslim'den rivayette bulunan Muhammed b.
Abdülvehhab kimdir ve nasıldır, araştırılır. Şayet Taifli Muhammed b.
Abdülvehhab ise bu şahıs İbn Main'e göre sika, İmam Ahmed'e göre zayıftır. ibn
Hazm onun hakkında "Kesinlikle sakıttır" demişse de bu ravi hakkında
bu sözü söyleyen ondan başkasını görmedim. Oysa Müslim onun rivayetini şahid
olarak kullanmıştır. İbn Hazm "Şayet ondan (Taifli'den) başkası İse kimdir
bilmiyorum" diyor. Ben derim ki: Başkası değildir, kesinlikle Taifli
olandır.
Her ne olursa olsun bu
hadis Cabir'den sahih senedle rivayet edilmiş bile olsa, bu hadisin hükmü Aişe
ve İbn Ömer'den rivayet edilmiş hadisin hükmünü alır. Diğer sika raviler
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacca niyetlenip ihrama
girdi." dedikleri halde herhalde bunlar aynı anlama yükleyip hadisi
"Haccı, ifrad yaptı." diye rivayet ettiler. Malumdur ki, umre hacca
katıldığı zaman artık "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacca
niyetlenip ihrama girdi," diyenin sözü, ''Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) hac ve umreye niyetlenip ihrama girdi." diyenin sözüyle
çatışmaz. Aksine bu, tafsilatım söylemiş; öteki ise genel bir ifade ile
ayrıntıya girmeden haber vermiştir. "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) haccı, ifrad yaptı." diyenin sözü, yukarıda zikrettiğimiz üç yöne
muhtemeldir. Ancak asla Hz. Peygamberdin (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"Allah'ım! ifrad haccına davetine icabet ettim." diye telbiye
getirdiğini işitmiş midir? İşte buna hiç yol yoktur. Hatta bulunsa bile
zikrettiğimiz ve reddedilmelerine asla bir yol bulunmayan bu temel direklerin
önüne geçirilmez; bunun yanlış olduğu söylenir, yahut ihramın evveline
yorumlanır ve hac esnasında Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kıran haccı yaptığı ortaya çıkar. Oysa böyle bir şey sabit değildir. Yukarıda
Süfyan es-Sevri - Cafer b. Muhammed - babası Muhammed - Cabir (r.a.) senediyle
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccında kıran yaptığı
rivayetini vermiştik. Bunu Zekeriyya es-Saci, Abdullah b. Ebu Ziyad el-Katavani
- Zeyd b. el-Hubab - Süfyan... senediyle rivayet eder. Yukarıda da geçtiği
üzere bu hadisle gerek "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacca
niyetlenip ihrama girdi." gerek "Haccı, ifrad yaptı." ve gerekse
"Hacca telbiye getirdi." hadisleri arasında bir çelişki yoktur.
Böylece kıran
ravilerinin rivayeti on sebepten dolayı tercihe hak kazanmıştır:
1- Yukarıda da geçtiği
üzere bu raviler daha çoktur.
2- Kıran rivayetinin
haber veriliş yolları türlü türlüdür. Nitekim yukarıda açıkladık.
3- Bu raviler arasında
Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ağzından çıktığını işittiği açık
metni aktaranlar, O'nun şöyle yaptım diye kendi yaptığını anlattığı hadisi
rivayet edenler ve Rabbinin O'na böyle yapmasını emrettiği haberleri verenler
vardır. İfrad konusunda bu şekil rivayet edilen hiçbir hadis gelmemiştir.
4- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) dört umre yaptığını rivayet edenlerin
rivayetlerinin, kıran rivayetini tasdik etmesi.
5- İfrad rivayetlerinin
aksine, kıran rivayetlerinin açık olup yoruma müsait olmamaları.
6- Kıran rivayetleri,
ifradcıların sükut edip geçtikleri yahut olmadığını söyledikleri bir ilave ( =
ziyade) içermektedirler. Ziyadeyi söyleyen, söylemeyene; isbat eden nefyedene
tercih edilir.
7- İfrad ravileri
dörttür: Aişe, İbn Ömer, Cabİr ve İbn Abbas. Bu dörtlü aynı zamanda kıranı
rivayet etmiştir. Şayet onların rivayetlerini birbirleriyle düşürme yoluna gidersek
o zaman onlar dışında kalan, kıran ravilerinin rivayeti, karşı rivayetten
kurtulmuş olur. Eğer tercih yoluna gidersek bu durumda Bera, Enes, Ömer
ibnü'l-Hattab, İmran b. Husayn, Hafsa ve bunların yanında yer alan yukarıda
isimleri sıralanan kendilerinden muztarib ve ihtilaflı şekilde rivayet gelmeyen
ravilerin rivayetini almak vacip olur.
8- Kıran, Rabbi
tarafından Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emredilen hac
şeklidir. Ondan başkasını yapmış olamaz.
9- Kurban sevkeden
herkese emredilen hac şeklidir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kurban sevkedenlere emredip sonra kendisi de kurban sevkettiği halde bu emrine
aykırı davranacak değildir.
10- Ailesine, ehl~i
beytine yapmalarını emrettiği ve onlar için tercihte bulunduğu hac şeklidir.
Onlar için de, kendisi için tercih ettiğini tercih edecektir, başka türlü
yapacak değildir.
11- Bir başka tercih
sebebi daha vardır, bu da, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Umre, kıyamet gününe kadar haccm içine girmiştir." hadisi. Bu hadis,
umre ile haccın araları ayrılmayacak şekilde umrenin, haccın bir parçası yahut
onun içine girmiş bir parça gibi olmasını ve umrenin hacla beraber tıpkı bir
şeyin içinde bulunan şeyin, onunla birlikteliği gibi olmasını icab ettirir.
12- Ömer
İbnü'l-Hattab'ın (r.a.), hac ve umreye birlikte niyetlenip ihrama giren ve bu
yüzden kendisine Zeyd b. Suhan yahut Selman b. Rabia tarafından tenkid gelen
Subey b. Ma'bed'e söylediği "Peygamberin Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sünnetine uymuşsun." sözü. Bu söz, Hz. Ömer'in, Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet ettiği "Allah'tan kendisine hac ve
umreye birlikte, niyetlenip ihram giymesi için vahiy geldiği" yolundaki
hadise muvafakat etmektedir. Bu da gösterir ki; kıran, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı ve o yolla Allah'ın kendisine buyurduğu
emri yerine getirdiği bir sünnetidir.
13- Kıran yapan kimsenin
yaptığı ameller her iki ibadet için yapılmış demektir. Böylece ihramı, tavafı
ve sa'yı her iki ibadete birlikte sayılmaktadır. Bu da ikisinden birine
sayılmasından ve her amelin ayrı ayrı yapılmasından daha iyidir.
14- Kurban şevkini
içeren ibadet kuşkusuz, kurban bulunmayan bir ibadetten daha faziletlidir. Kişi
kıran yaptığı zaman kurbanı her iki ibadeti için sayılır. Böylece ibadetlerden
biri kurbansız olmamış olur. Bu yüzden -Allah daha iyi bilir ya- Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban sevkeden kimsenin hac ve umreye birlikte
niyetlenip ihrama girerek telbiyede bulunmasını emretmiş ve buna Buhari ve
Müslim'de Bera'dan rivayet edilen "Ben, kurban şevkettim ve kıran yaptım
(hac ile umreyi birleştirdim)" hadisiyle işarette bulunmuştur.
15- Temettü' haccının
pek çok yönden ifraddan daha faziletli olduğu sabit olmuştur. Bazıları: a) Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabilere haccı, temettü' şekline
çevirmelerini emretmiştir. O'nun faziletli bir şeyden, daha az faziletli bir
şeye sahabileri intikal ettirmesi mümkün değildir, b) Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım,
kesinlikle kurban sevk etmez, haccı umreye çevirirdim." sözüyle böyle
yapmadığına üzüldüğünü belirtmiştir, c) Kurban sevketmeyen herkese böyle
yapmasını emretmiştir, d) Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabının
yaptığı hac, kurban sevkeden kimse için kıran, kurban sevketmeyen için
temettu'dur. Bunlardan başka daha pek çok sebep vardır. Kurban sevkedip
temettü' haccı yapan kimse kurbanını Mekke'den alıp temettü' yapan kimseden
daha faziletlidir. Hatta iki görüşten birine göre kendisinde Hıll ve Harem'de
bulunmak özelliği bir arada bulunan hayvan kurban olabilir. Bu sabit olduğu
zaman artık kurban sevkedip kıran yapan kimse -ister kurban şevketsin, isterse
etmesin- temettü' yapan kimseden faziletli demektir. Çünkü ihrama girişinden bu
yana kurban sevketmiştir. Temettü' yapan ise Hıll bölgesinin Harem'e en yakın
yerinden bu yana kurban sevketmiştir. O halde kurban sevketmeyip ifrad haccı
yapan en yakın Hıll sınırından bu yana kurban sevkedip temettü' yapandan nasıl
daha faziletli sayılabilir? Ya bir de mikattan bu yana kurban sevkedip kıran
yapandan daha faziletli sayıldığında durum nice olur? Bu, Allah'a hamdolsun,
apaçık ortadadır.
b) Umre İhramından Çıkıp
Hac İçin İhrama Girdi Diyenler:
Temettü' haccı yaptı;
önce (umre) ihramından çıktı, sonra terviye günü (arefe gününden bir gün önce,
Zilhicce'nin 8. günü) kurban şevkiyle birlikte hac için ihrama girdi,
diyenlerin gerekçeleri, yukarıda geçen Muaviye'nin Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) saçım enli bir okla (yahut bıçakla) Zilhicce ayının ilk on
günü içinde kısalttığı yolunda ondan rivayet edilen hadis. Bu hadisin bir
metninde "Bu, haccındaydı" cümlesi yer almaktadır. İnsanlar bu konuda
Muaviye'ye karşı gelmişler ve onun yanıldığını söylemişlerdir. Onun başına da
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Recep ayında umre
yaptı." diye rivayette bulunan ibn Ömer'in, bu rivayetten dolayı başına
gelenler gelmiştir. Zira pek çok yoldan yaygın (müstefiz) bir şekilde rivayet
edilen diğer sahih hadislerin hepsi de Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ihramından kurban bayramının birinci günü çıktığını göstermektedir.
Bundan dolayı kendisinin yaptığı şeyi şu sözlerle anlatmıştır: "Şayet
yanımda kurbanlık bulunmasaydı kesinlikle ihramdan çıkardım", "Ben
kurban şevkettim ve kıran yaptım. Kurbanı kesinceye kadar ihramdan
çıkamam." İşte bu, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kendisinden verdiği bir haberdir. Başkalarının O'ndan aktardığı haberin
-özdlikle de kendisinin yaptığını haber verdiği bir şeye aykırı olan haberin-
aksine burada yanılma ve yanlışlık yapma payı yoktur. Büyük bir kalabalık Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ister kısaltma isterse tıraş etme
şeklinde olsun saçından hiç aldırmadığım, kurban (bayramının birinci) günü
tıraş oluncaya kadar ihramlı kaldığını haber vermiştir. Herhalde Muaviye, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçını Cirane umresi sırasında
kısaltmıştır. -Çünkü o vakit, Muaviye müslüman olmuştu.- Sonra unutup bunun
(Zilhicce'nin ilk) onu içinde olduğunu sanmıştır. Nitekim İbn Ömer de bütün
umrelerinde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında bulunduğu
halde, O'nun bütün umrelerini Zilkade ayında yapmış olduğunu unutmuş ve
"Umrelerden biri Recep ayında idi." demiştir. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) haricindeki insanlar için yanılgı caizdir. Şayet kişilerin
yanıldıklarına delil bulunursa o delile göre hareket vacip olur.
Denilmiştir ki: Muaviye
herhalde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) saçının, kurban
bayramının birinci günü berberin tamamen tıraş etmediği arta kalan kısmını
kısaitmıştır. İşte Merve tepesinde bu kısmı kesmiştir. Bunu söyleyen, Ebu
Muhammed İbn Hazm'dır. Bu da onun bir yanılgısıdır. Zira berber kısalttığı bir
saçın unutarak bir kısmını bırakıp da kısaltma işi bittikten sonra kurban
gününün geri kalan vaktinde onu öylece bırakmaz. Oysa Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) saçım sahabe arasında paylaştırmış; Ebu Talha'ya iki yarıdan
biri düşmüş ve geri kalan sahabiler diğer yarıyı birer, ikişer, üçer... saç
teli olarak paylaşmışlardır. Hem Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Safa ile Merve arasında bir tek sa'y yapmıştır. O da ilk sa'ydır. ifaza
tavafının ardından sa'y ve hacdan sonra da katiyen umre yapmamıştır. O halde bu
sadece yanılgıdır. Denildi ki: Hadisin Muaviye'ye kadar olan senedinde
yanlışlık ve hata vardır. Hasan b. Ali senedde hata etmiş ve senedi Ma'mer
yoluyla İbn Tavus'a çıkarmıştır. Oysa sened Hişam b. Huceyr yoluyla İbn Tavus'a
çıkmaktadır. Hişam ise zayıftır.
Ben derim ki: Buhari'nin
Muaviye'den rivayet ettiği hadis, "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) başındaki saçından enli okla kısalttım." şeklinde olup Buhari buna
başka bir şey eklemiyor. Müslim'deki hadiste ise: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) başındaki saçından Merve tepesinde enli okla kısalttım."
deniyor. Sahihayn'da bunun dışında bir şey yoktur.
"Zilhicce'nin ilk
on günü içinde" diye rivayette bulunanların bu rivayetleri Sahih'de mevcut
değildir. Bu rivayet illetlidir veya Muaviye'nin bir yanılgısıdır. Ravisi Kays
b. Sa'd bunu Ata - İbn Abbas - Muaviye senediyle aktarıyor ve: "İnsanlar,
Muaviye'nin bu sözüne karşı geliyorlar." diyor. Kays, doğru söylüyor.
Artık biz Allah'a yemin ederiz ki, bu kesinlikle Zilhicce'nin onu içinde
değildi.
Muaviye'nin, Ebu
Davud'un Katade yoluyla Ebu Şeyh el-Hünai'den rivayet ettiği hadisteki şu
yanılgısı da buna benzemektedir: Muaviye, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ashabına: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şuna
ve kaplan derilerine (yani kaplan derisinden mamul eğerlere) binmeyi
yasakladığını biliyor musunuz?" diye sordu. "Evet" cevabını
verdiler. Muaviye; 'Peki, O'nun hacla umreyi birleştirmeyi (kıran yapmayı) yasakladığını
da biliyor musunuz?" diye sorunca onlar: "Ama böyle bir şey
yok." diye karşılık verdi. O da: "Bu (yasak) da diğeri ile
birliktedir. Fakat siz unuttunuz." dedi. Biz, Allah'ı şahit tutarız ki, bu
Muaviye'nin bir yanılgısıdır ya da ona atfedilmiş bir yalandır. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu katiyen yasaklamamıştır. Senedde adı geçen
Ebu Şeyh'in büyük, hafız, sika ravilerden öne geçirilmesini bırak, onun
rivayeti delil bile olmaz. İsterse ondan Katade ve Yahya b. Ebu Kesir rivayette
bulunmuş olsun. Bu ravinin ismi Hayevan (baştaki harf hı harfidir) b. Halde
olup bu isimde bir şahıs meçhuldür.
c) Kurban Sevkettiği
İçin İhramdan Çıkmadı Diyenler:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' haccı yaptı, kurban sevkettiği için
(umre) ihramından çıkmadı, diyen el-Muğni yazarı ile bir grup alimin
gerekçeleri: a) Hz. Aişe ile İbn Ömer'in: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) temettü' yaptı" demeleri,
b) Hafsa'nın Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "İnsanların bu hali ne? Sen umre
ihramından çıkmadığın halde onlar ihramdan çıktı!" demesi, c) Sa'd'ın
temettü' haccı konusunda "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu
yaptı, biz de beraberinde yaptık" demesi, d) İbn Ömer'in, kendisine temettü'
haccını soran kimseye bunun helal olduğunu söylemesi. İbn Ömer'den bu cevabı
alan kişi "Baban (Hz. Ömer) bunu yasaklamıştı" der. O da bu söze
karşılık "Babam bunu yasaklamış ve Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) de yapmışsa acaba sen babamın emrine mi, yoksa Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) emrine mi uyarsın?" sorusunu yöneltir. Adam
"Elbet, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emrine"
cevabını verir. Bunun üzerine İbn Ömer: "Yemin olsun ki, Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu yapmıştır." der.
Bunlar diyorlar ki:
Şayet Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında kurbanlık
bulunmasaydı kesinlikle, yanında kurbanlık bulunmayıp temettü' yapan kimsenin
ihramdan çıktığı gibi o da ihramdan çıkardı. Bu yüzden "Şayet yanımda
kurbanlık bulunmasaydı kesinlikle*ihramdan çıkardım." buyurarak, ihramdan
çıkmasına kurban şevkinin engel olduğunu haber vermiştir. Kıran yapan kimsenin
ihramdan çıkmasını, kurbanlık değil, kıran haccı yapıyor olması engeller.
Bu görüş sahipleri umre
ihramından çıkmadan hac ihramına girdiğinden ötürü "temettü' yapan"
kimseye, "kıran yapan" adını veriyorlar. Ancak bilinen kıran şekli,
hac ve umre ihramına birlikte girmek veya önce umre ihramına girip sonra tavaf
etmeden önce bu umreye haccı da katmaktır. Kıran yapanla kurban sevkedip
temettü* yapan arasında iki yönden fark vardır:
1- İhram yönünden. Zira
kıran yapan kimse ya ihramın başlangıcında ya da ihramlı iken tavaf yapmadan
önce hac ihramına giren kimse demektir.
2- ıran yapan kimsenin
yalnızca bir tek sa'y yapması gerekir. Bunu da ya ilk olarak yapar; ilk olarak
yapamazsa ifaza tavafının ardından sa'y eder. Cumhura göre temettü' yapanın
ikinci bir sa'y daha yapması gerekir. Ahmed'den gelen diğer bir rivayete göre
ise kıran yapan kimsede olduğu gibi onun da bir tek sa'y yapması yeterli olur.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifaza tavafının ardından ikinci bir
sa'y yapmadı. O halde bu görüşe göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) nasıl temettü' yapmış olabilir?
Soru: (Ahmed'den gelen)
diğer rivayete göre temettü' yapmış olabilir ve böyle bir itiraz yöneltilemez.
Bu rivayetin sahih hadisten güçlü bir dayanağı vardır. Müslim'in Sahih'inde
rivayetine göre Cabir diyor ki: "Gerek Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ve gerekse ashabı, Safa Merve arasında yalnız bir tek sa'y -ilk sa'yı-
yaptılar." Ashabın çoğunluğu temettü' yaptığı halde böyle yapmışlardır.
Süfyan es-Sevri, Seleme b. Küheyl'in şöyle dediğini rivayet eder: "Tavus,
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabından hiçbirinin hac ve
umre için bir tek tavaftan başka tavaf yapmadıklarına yemin ederdi."
Cevap: Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hususi bir temettü' yaptığını söyleyenler böyle
demiyorlar. Onlar temettü' yapanın iki sa'y yapmasının gerekli (vacip) olduğunu
söylüyorlar. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bilinen sünneti,
O'nun bir tek sa'y dışında sa'y yapmadığıdır. Nitekim Sahih'de kayıtlı bir
rivayete göre Ibn Ömer, kırana niyetlenip Mekke'ye geldi. Beytullah'ı tavaf etti,
Safa Merve arasında sa'y yaptı. Buna bir ilavede bulunmadı. Saçını ne tıraş
ettirdi, ne kısalttırdı ve ne de ihramdan dolayı kendisine haram olan
fiillerden herhangi birini işledi. Nihayet kurban bayramının birinci günü
olunca kurbanım kesti, başım tıraş ettirdi. Bu ilk tavafıyla hac ve umre
tavafını yerine getirmiş olduğu görüşüne vardı ve: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle yaptı." dedi. "Hac ve umre
tavafını yerine getirmiş olduğu bu ilk tavafı" sözüyle ravi, kuşku yok ki
Safa Merve arasında yaptığı tavafı (sa'yı) kasdetmektedir.
Darakutni, Ata ve Nafi'
yoluyla ibn Ömer ve Cabir'in: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haccı ve umresi için yalnız bir tavaf ve bir sa'y yaptı. Sonra Mekke'ye geldi.
Sader (dönüş, veda) tavafından sonra Safa-Merve arasında sa'y yapmadı."
dediğini rivayet eder. Bu da kesinlikle şu iki halden birini gösterir: 1) Ya
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran yapmaktaydı -ki temettü'
yapanın iki sa'y yapmasının vacip olduğunu ileri sürenlerin başka türlü
söylemeleri mümkün değildir-, 2) Ya da temettü' yapanın bir tek sa'y yapması
yeterli olur. Ancak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran
yaptığını ortaya koyan yukarıdaki hadisler bu konuda açıktır, onlardan
geçilemez.
Soru: Şu'be'nin Humeyd
b. Hilal - Mutarrif - imran b. Husayn senediyle rivayetine göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki tavaf , iki sa'y yapmıştır. Darakutni bu
hadisi İbn Said - Muhammed b. Yahya el-Ezdi - Abdullah b. Davud yoluyla
Şu'be'den rivayet etmiştir.
Cevap: Bu ma'lul bir
haberdir ve hatadır. Darakutni diyor ki: Muhammed b. Yahya bu hadisi ezberinden
aktardı ve metninde yanıldı, denilmektedir. Bu senedle gelen rivayetin doğrusu,
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacla umreyi birleştirdi",
şeklinde olacaktır. En iyi bilen Allah'tır. İnşallah aşağıda bu hadisin hata
olduğunu ortaya koyan deliller aktarılacaktır.
Sanırım, Üstad Ebu
Muhammed İbn Kudame'nin 'Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü'
yaptı' görüşünü benimsemesinin sebebi şu olacaktır: İmam Ahmed'in temettü',
kırandan daha faziletlidir demiş olduğu; Allah Teala'nın, Peygamberi için ancak
en faziletli olanı tercih etmiş olacağını; O'nun temettü' yaptığı yolunda
hadisler geldiğini ve bu hadislerin aynı zamanda Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ihramdan çıkmadığı konusunda net olduğunu görünce, bu dört ön
bilgiden hareketle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihramdan
çıkmadığı hususi bir temettü' yaptığı sonucuna varmıştır. Ancak Ahmed, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' haccı yaptığı için temettü' haccmı
tercih etmiş değildir. "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kıran yaptığında şüphe etmiyorum." diyen odur! O, Allah Rasulü'nden
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelen iki şeklin sonuncusu olduğu için temettü'
haccını tercih etmiştir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabeye,
haclarını temettü' şekline çevirmelerini emretmiş ve kendisi bunu kaçırdığı
için üzülmüştür.
Fakat el-Mervezi'nin İmam
Ahmed'den rivayetine göre hacı, kurban sevketmişse kıran daha faziletlidir.
Takipçilerinden kimileri bunu ikinci bir rivayet sayarken kimileri de meseleyi
bir tek rivayet sayıyor ve kurban sevkedenin kıran, sevketmeyenin ise temettü'
yapmasını daha faziletli buluyorlar. Bu (ikincisi) üstadımızın yoludur. İmam
Ahmed'in usulüne uygun olan da budur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kurbanlık şevkiyle birlikte haccı umreye çevirmeyi temenni etmemiş,
aksine kurbanlık sevketmemiş olsaydı, haccı umreye çevirmeyi arzu etmişti.
Şöyle demek kaldı: O
halde kurban sevkedip kıran yapmak mı, yoksa kurban sevketmeyip Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yapmayı arzuladığı gibi temettü'
yapmak mı daha faziletlidir?
Cevap: Bu meselede iki
şey birbiriyle çelişmektedir:
1- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran yaptı, kurbanlık şevketti. Allah Teala,
O'nun için işlerin -özellikle kendisine Rabbinden vahiy gelen konuda- en
faziletlisinden başka bir şeyi tercih edecek değildir. En hayırlı yol, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yoludur.
2- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor
olsaydım, kesinlikle kurban sevketmez, haccı umreye çevirirdim." sözü,
şayet bu sözü söylediği vakitte ihramlı olmasaydı umre ihramına girecek ve
kurbanlık sevketmeyecekti anlamını icab ettirir. Çünkü tercih ettiği şey,
kendisinin yapmış olduğu geçip giden şeydir. Artık o, arkada kalmıştır. Şimdi
başlıyor olmayı temenni ettiği şey ise henüz yapmadığı, bununla beraber önünde
olan şeydir. O halde Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kurban
sevketmeksizin umre ihramına girmesi mümkün olsaydı şimdiki yaptığını
yapmayacağını açıklamıştır. Malumdur ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) daha faziletli olandan fazileti nisbeten az olana dönmeyi tercih etmez;
aksine ancak en faziletli olanı tercih eder. Bu da O'ndan gelen iki şekilden
sonuncusunun temettü' haccının tercihi olduğunu gösterir.
Kurbanlık sevkedip kıran
yapmayı tercih edenler şöyle diyebilirler: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bunu, kendisinin yaptığı şey nisbeten az faziletli ve başkası ona
tercih edilir olduğu için söylememiştir. Aksine Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ihramlı kaldığı halde kendilerinin ihramdan çıkmaları
sahabilerin güçlerine gitmişti. Peygamberimiz (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
sahabilerin gönül huzuruyla, severek ve isteyerek kendilerine emredileni
yapmaları için onlara muvafakat göstermeyi tercih ederdi. Bazan muvafakat
gösterme ve kalbleri birleştirme söz konusu olduğunda daha faziletlisi varken
nisbeten az faziletli olanı da tercihte bulunurdu. Nitekim Hz. Aişe'ye:
"Eğer kavmin cahiliyet devrine yakın olmasaydı, Kabe'yi yıkar iki kapılı
yapardım." buyurmuştur. İşte bu, muvafakat gösterme ve gönülleri
birleştirme sebebiyle daha uygun olanı terketmedir. O durumda daha uygun olan
bu olmuştur. Kurban sevketmeden temettü' yapmayı tercih etmesi de aynen bunun
gibidir. Bu yolla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı ile
arzu ve temenni ettiği uzlaştınlmış ve Allah Teala, O'nun için iki şeyi
birleştirmiş olur: 1) Yaptığını, 2) Temenni ve arzu ettiğini. Böylece Allah,
O'na hem yaptığının ve hem de muvafakat gösterme niyetinde olup temenni
ettiğinin sevabını vermiştir. Araya ihramdan çıkma giren ve kurbanlık
sevkedilmeyen bir hac ibadeti, araya ihramdan çıkma girmeyen ve yüz kurbanlık
deve sevkedilen bir hac ibadetinden nasıl daha faziletli olabilir? Bir hac
ibadeti, O'nun hakkında, kendisi için Allah'ın tercihte bulunduğu ve Rabbinden kendisine
bu konuda vahiy gelen bir hac ibadetinden nasıl daha faziletli olabilir?
Soru: Her ne kadar
temettü' haccının arasında bir ihramdan çıkma sözkonusu ise de, burada ihrama
girme tekerrür etmektedir ve yeni baştan ihrama girme de Rab katında sevilen
bir ibadettir. Kıranda ise ihram tekerrür etmemektedir.
Cevap: Kurban şevkiyle
Allah'ın sembollerine saygı gösterme ve bu yolla O'na yakınlaşmada, sırf
ihramın tekerrür etmesinde bulunmayan bir fazilet vardır. Hem sonra ihramlılık
halinin devam ettirilmesi, tekerrürü yerine geçer. Kurban şevkinin yerini
tutacak bir karşılığı yoktur.
Soru: Peşinden umre
yapılan ifrad haccı mı, yoksa önce umre yaparak ihramdan çıkıp ardından hac
için ihrama girmek suretiyle yapılan temettü' haccı mı daha faziletlidir?
Cevap: Herhangi bir hac
ibadetinin, Allah'ın, yaratılmışların en faziletlisi (Hz. Muhammed s.a.) ve
ümmetin efendileri (sahabe) için tercih ettiği bir hac ibadetinden daha
faziletli olduğunu sanmaktan; hem Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), hem de O'nunla birlikte hacceden sahabeden herhangi birinin ve hatta
ashabından diğer kimselerin yapmadıkları bir hac ibadetinin, O'nun emriyle
yaptıkları hac ibadetinden daha faziletli olduğunu söylemekten Allah'a
sığınırız. Yeryüzündeki herhangi bir hac, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yaptığı hacdan, yaratılmışların en faziletlisine emredilenden ve
O'nun da sahabiler için tercih ettiği ve onlara yaptıkları diğer hac
şekillerini o şekle çevirmelerini emrettiği ve kendisinin de yapmayı arzu ettiği
bir hacdan nasıl daha faziletli olabilir? Katiyen bundan daha mükemmel bir hac
yoktur. Bu, şayet Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban
sevkedene kıran, sevketmeyene temettü' yapmalarım emrettiği sahih olarak
rivayet edilmişse böyledir. Bunun aksinin caizliğine şüphe ile bakılır. Bunun
vacip olduğunu söyleyenlerin azlığı seni ürkütmesin. Çünkü bunlar arasında suyu
tükenmeyen deniz (ilim denizi) Abdullah Ibn Abbas ve zahirilerden bir grup
vardır. İnsanlar arasında hakem, sünnettir. Kendisinden yardım dilenen yalnız
Allah'tır.
d) İki Tavaf ve İki Sa'y
ile Kıran Haccı Yaptı Diyenler:
Küfe fukahasının pek
çoğunun görüşü de olduğu üzere Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kıran haccı yaptı, ve bu hac esnasında iki tavaf, iki sa'y yaptı diyenlerin
gerekçeleri:
1- Darakutni'nin
Mücahid'den rivayetine göre İbn Ömer hac ile umreyi, birleştirerek beraber
yaptı ve "İkisinin yolu birdir" dedi. Hac ve umre için iki sa'y, iki
tavaf yaptı ve "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de benim
yaptığım gibi yaptı." Dedi.
2- Rivayete göre Ali b.
Ebi Talib hacla umreyi birleştirip ikisi için iki tavaf, iki sa'y yaptı ve
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de benim yaptığım gibi
yaptı." Dedi.
3- Yine Hz. Ali'den rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran haccı yaptı;
iki tavaf ve iki sa'y yaptı.
4- Alkame'nin rivayetine
göre Abdullah İbn Mes'ud demiştir ki: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), haccı ve umresi için iki tavaf, iki sa'y yaptı. Ebu Bekir, Ömer, Ali
ve İbn Mes'ud da böyle yaptı."
5- İmran b. Husayn'dan
rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki tavaf,
iki sa'y yaptı.
Şayet bu hadisler sahih
olsalardı, hatta bunlardan bir tek harf sahih olsaydı bu gerekçe ne kadar
güzeldi. Ama İbn Ömer hadisinin senedinde Hasan b. Umare vardır. Darakutni
diyor ki: Bu hadisi Hakem'den Hasan b. Umare dışında hiç kimse rivayet
etmemiştir. Onun da rivayet ettiği hadis bırakılır (metruku'l-hadis).
Hz. Ali'nin (r.a.)
birinci hadisini Hafs b. Ebu Davud rivayet ediyor. İmam Ahmed ve Müslim:
"Hafs'ın rivayet ettiği hadis bırakılır." diyorlar. İbn Hıraş ise
"O, yalancıdır, hadis uydurur." diyor. Ayrıca hadisin senedinde zayıf
bir ravi olan Muhammed b. Abdurrahman b. Ebi Leyla vardır.
Hz. Ali'nin (r.a.)
ikinci hadisini ise İsa b. Abdullah b. Muhammed b. Ömer b. Ali, babasından, o
da kendi babasından, o da dedesinden rivayet ediyor. Darakutni diyor ki: İsa b.
Abdullah'a "Mübarek" denilir; bu şahsın rivayet ettiği hadis
bırakılır.
Alkame'nin Abdullah'tan
rivayet ettiği hadisin senedi şöyledir: Ebu Bürde Amr b. Yezid, - Hammad -
İbrahim - Alkame. Darakutni diyor ki: "Ebu Bürde zayıftır. Senedde adları
geçen ondan sonraki kimseler de zayıftırlar." Ayrıca bu hadisin senedinde
Abdülaziz b. Eban vardır. Onun hakkında Yahya: "O yalancıdır, pistir'*,
er-Razi ve Nesai: "Onun rivayet ettiği hadis bırakılır." diyorlar.
İmran b. Husayn hadisine
gelince; bu hadis Muhammed b. Yahya el-Ezdi'nin yanılgıya düştüğü
hadislerdendir. Ezberinden rivayet etmiş ve yanılmıştır. Oysa defalarca doğru
şekilde rivayette bulunmuştu. Denilir ki: Tavaf ve sa'yi söylemekten
vazgeçmiştir.
İmam Ahmed, Tirmizi ve
Sahih'inde İbn Hibban, ed-Deraverdi - Ubeydullah b. Ömer - Nafi' - İbn Ömer
senediyle Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurduğunu
rivayet ederler: "Kim hacla umresini birleştirirse bu ikisi için bir tek
tavaf yapması yeterli olur." Tirmizi'nin metni ise şöyledir: "Kim hac
ve umre için ihrama girerse, her ikisinin ihramından çıkıncaya kadar ikisi için
bir tavaf, bir sa'y yapması yeterli olur."
Sahihayn'aa. rivayet
edilen bir hadise göre, Hz. Aişe (r.a.) anlatıyor: Veda haccında Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberinde hac için yolculuğa çıktık.
Umreye niyetlenip ihrama girdik, telbiye getirdik. Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yanında kurbanlık bulunan kişi hac ve
umreye niyetlenip ihrama girsin, telbiye getirsin. Sonra her ikisinin de
yapılması gereken vazifelerini bitirmeden ihramdan çıkmasın." buyurdu.
Umreye niyetlenenler tavaf edip ihramdan çıktılar. Sonra Mina'dan dönünce bir
başka tavaf daha yaptılar. Hac ve umreyi birleştirenler ise yalnız bir tavaf
yaptılar.
Sahih bir rivayete göre
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Aişe'ye: "Beytullah'ı
tavafın ve Safa-Merve arasındaki sa'yın haccın ve umren için yeterli
olur." Buyurmuştur.
Abdülmelik b. Ebu
Süleyman'ın Ata yoluyla İbn Abbas'tan rivayetine göre Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) haccı ve umresi için bir tek tavaf yapmıştır. Abdülmelik,
meşhur sika ravilerden biridir. Müslim ve Sünen sahipleri onun rivayetini delil
olarak kullanmışlardır. Ona "Mizan = mihenktaşı, terazi" denirdi.
Onun ne zayıf olduğu söylenmiştir, ne de cerh edilmiştir. Yalnızca rivayet ettiği
şuf'a hadisi münker bulunmuştur. Bu ise kusurlu yönü belirgin bir şikayettir.
Tirmizi'nin Cabir'den
(r.a.) rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac ile
umreyi birleştirip ikisi için bir tek tavaf yaptı. Her ne kadar bu hadisin senedinde
Haccac b. Ertat varsa da Süfyan, Şu'be, İbn Nümeyr (veya Nemir), Abdürrezzak ve
daha bir grup muhaddis ondan rivayette bulunmuştur. es-Sevri, onun hakkında
diyor ki: "Kafasından çıkanı, ondan daha iyi bilen kimse kalmadı. Tedlis
yaptığı gerekçesiyle ayıplanmıştir; bundan kurtulan kimse nadirdir." Onun
hakkında Ahmed: "Hafızlardandı.", İbn Main: "Güçlü değildir.
Doğru biridir (saduk), tedlis yapar." ve Ebu Hatim: "O 'Haddesena =
Bize falan hadis rivayet etti' dediği zaman doğrudur; onun doğruluğunda ve
hıfzında şüphe etmeyiz." demiştir.
Darakutni, Leys b. Ebu
Süleym - Ata, Tavus ve Mücahid - Cabir, ibn Ömer ve İbn Abbas senediyle rivayet
eder ki: "Gerek Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve gerekse
ashabı hacları ve umreleri için Safa-Merve arasında yalnız bir sa'y
yapmışlardır." Leys b. Ebu Süleym'in rivayetini dört sünen sahibi (Ebu
Davud, Tirmizi, Nesai ve İbn Mace) delil olarak, Müslim ise şahid olarak
kullanmıştır. Onun hakkında İbn Main: "Bir sakıncası yok", Darakutni:
"Sünneti bilen biriydi. Yalnızca rivayetinde Ata, Tavus ve Mücahid'i bir
arada söylemesini münker saymışlardır, o kadar.", Abdülvaris: "İlim
kaplarındandı" ve Ahmed: "Hadisi muztariptir. Ancak insanlar ondan
hadis rivayet etmiştir." demektedir. Nesai ve bir rivayete göre de Yahya
(İbn Main) bu zatı zayıf saymıştır. Böyle birinin rivayet ettiği hadis,
sahihlik derecesine ulaşmazsa da hasen sayılır.
Sahihayn'daki bir
rivayette Cabir anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Aişe'nin
yanına girdi, onu ağlar buldu. "Niçin ağlıyorsun?" diye sordu. Aişe:
"Hayız oldum. İnsanlar ihramdan çıktılar, ben çıkamadım ve Beytullah'ı
tavaf edemedim." diye karşılık verince, "Gusül abdesti al, sonra
niyetlenip ihrama gir." buyurdu. Aişe, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) dediğini yaptı. Sonra vakfe yerlerinde bulundu. Hayızdan
temizlenince de Kabe'yi tavaf etti ve Safa-Merve arasında sa'y yaptı. Sonra Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "Hac ve umre ihramından
birlikte çıkmış oldun." dedi.
Bu hadis üç şeye delalet
eder:. 1) Hz. Aişe kıran yapmıştır. 2) Kıran yapan kimsenin yalnız bir tavaf ve
bir sa'y yapması yeterlidir. 3) Yaparken hayız olduğu ve haccını da üzerine
kattığı o umreyi kaza etmesi Hz. Aişe'ye vacip olmamış ve umre ihramını hayız
olmakla bozmamış, yalnızca umre amellerini ve sırf onları yapmayı bir kenara
bırakmıştır. Hz. Aişe evvela kudüm tavafını yapmadı. Ancak Arafat'ta vakfe
yaptıktan sonra tavaf ve beraberinde sa'y yaptı. İfaza ( = ziyaret) tavafı ve
peşinden sa'y yapma, kıran yapan kimse için yeterli olursa ifaza tavafıyla
beraber kudüm tavafı ve bu ikisinden biriyle beraber bir tek sa'y yapma o kimse
için haydi hay diye yeterli olur. Fakat Hz. Aişe'nin ilk tavafı yapması mümkün
olmadı. Böylece onun başından geçen olay bir delil teşkil etti. Artık ilk
tavafı yapma imkanına sahip olamayan bir kadın, Hz. Aişe'nin yaptığı gibi
yapar; haccı umreye katar, kıran yapar ve her ikisi için bir ifaza tavafı ve
ardından bir sa'y yapması yeterli olur.
Şeyhülislam İbn Teymiye
der ki: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki tavaf, iki sa'y
yapmadığım ortaya koyan delillerden bazıları şunlardır: a) Hz. Aişe'nin (r.a.):
"Hac ve umreyi birleştirenler ise yalnız bir tavaf yaptılar." sözü.
Bunu Buhari ile Müslim birlikte rivayet etmişlerdir, b) Cabir'in: "Gerek
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), gerekse ashabı Safa-Merve arasında
bir tek sa'y -ilk sa'yı- yapmışlardır." sözü. Bunu Müslim rivayet
etmiştir, c) Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'ye:
"Safa-Merve arasında yaptığın sa'y, hac ve umren için yeterlidir."
buyurması. Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir, d) Ebu Davud'un rivayet ettiği
bir hadiste yine Hz. Aişe'ye: "Beytullah'ı tavafın ve Safa-Merve
arasındaki sa'y'ın, yaptığın hac ve umrenin her ikisi için de yeterli
olur." buyurması, e) Buhari ve Müslim'in birlikte rivayet ettikleri bir
hadiste Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Kabe'yi tavaf eden,
Safa-Merve arasında sa'y eden Hz. Aişe'ye: "Hac ve umre ihramından
birlikte çıkmış oldun." buyurması. (İbn Teymiye devamla) der ki: Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını aktaran bütün sahabiler,
kendileri Beytullah'ı tavaf edfp Safa-Merve arasında sa'y ettiklerinde Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara, kurbanlık sevkedenler hariç,
ihramdan çıkmalarını emrettiğini, kendisinin ise ancak kurban bayramının ilk
günü ihramdan çıktığını aktarmışlardır. Onlardan hiçbiri kendilerinden herhangi
bir kimsenin tavaf edip sa'y ettikten sonra yeniden tavaf edip sa'y ettiğini
aktarmamıştır. Malumdur ki, böyle şeyleri aktarmayı, insanların tabiatındaki
merak ve sürükleyici unsurlar kaçırmak istemezler. Öyleyse hiçbir sahabi bunu
aktarmadığına göre böyle bir şeyin olmadığı anlaşılmış olur.
İki tavaf, iki sa'y
görüşünü savunanların dayanakları Küfelilerin, Hz. Ali'den (r.a.) ve bir de ibn
Mes'ud'dan (r.a.) rivayet ettikleri eserlerdir.
Oysa Cafer b. Muhammed,
babası yoluyla Hz. Ali'den (r.a.) -Küfelilerin rivayetlerinin aksine- kıran
yapan kimsenin bir tek tavaf ve bir tek sa'y yapmasının yeterli olacağını
rivayet etmiştir. Iraklılarca rivayet edilenlerin bir kısmı munkatı', bir
kısmının ise ravileri ya meçhul, ya da cerhedilmiş kimselerdir. Bu yüzden nakil
uleması bunları kusurlu bulmuştur. Hatta İbn Hazm: "Bu konuda sahabeden
gelen rivayetlerin hepsi, hatta bir kelime bile sahih değildir." demiştir.
Bu konuda Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uydurma olduğunda
kuşku olmayan rivayetler de aktarılmıştır. Tavus, Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabından hiç kimsenin haccı ve umresi için bir tek tavaftan
başka tavaf yapmadığına yemin ederdi. İbn Ömer, İbn Abbas, Cabir ve başka
sahabilerden -Allah onlardan hoşnud olsun- böylesi rivayetler sabittir. Onlar,
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı haccı en iyi bilen
insanlardır; buna aykırı hac yapacak değillerdir. Hatta bu eserler, sahabenin
Safa-Merve arasında bir defadan başka tavaf (sa'y) yapmadıkları konusunda açık
ifadelerdir.
Alimler, kıran ve
temettü' yapan kimselerin iki sa'y mı, yoksa bir sa'y mı yapmaları gerektiği
konusunda tartışmışlar ve böylece gerek İmam Ahmed mezhebinde, gerekse diğer
mezheplerde üç görüş ortaya çıkmıştır:
1- Herbirinin bir tek
sa'y yapması gerekir. Nitekim oğlu Abdullah'ın rivayetine göre Ahmed böyle
söylemiştir. Abdullah diyor ki: Babama: "Temettü yapan kimse Safa-Merve
arasında kaç sa'y yapar?" diye sordum. O da: "İki tavaf yaparsa daha
iyi; bir tavaf yaparsa bir sakıncası yok" diye karşılık verdi... Üstadımız
(İbn Teymiye) "Bu, seleften birçok kişiden aktarılmıştır." dedi.
2- Temettü' yapanın iki
sa'y, kıran yapanın bir tek sa'y yapması gerekir. Bu, İmam Ahmed mezhebinde
ikinci görüştür. Malik ve Şafii'nin -Allah onlara rahmet etsin- talebelerinden
bir kısmı da bu görüştedirler.
3- Her ikisinin de iki
sa'y yapması gerekir. Ebu Hanife'nin (r.a.) mezhebi böyledir. Bu görüş Ahmed
(r.h.) mezhebinde de bir görüş olarak zikredilir. En iyi bilen Allah'tır.
Yukarıdan beri anlatılan bu ifadeler üstadımızın sözünün genişçe aktarımı ve
bir açıklamasıdır. En iyi bilen Allah'tır.
e) ifrad Haccı Yaptı
Diyenler:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifrad haccı yaptı, peşinden de Ten'im'den (ihrama
girip) umre yaptı, diyenlerin katiyen bir gerekçeleri bilinmiyor. Ancak
yukarıda geçtiği üzere "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı,
ifrad yaptı." hadisini işitip, ifrad yapanların Ten'im'den umre yapmayı
adet edindiklerini görüp Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de
böyle yaptığ* yanılgısına düştüler.
III- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) İhramı Konusunda Yamlanlar:
a) Yalnız Umre İçin
Telbiye Getirdi Diyenler:
Yalnız umre için telbiye
getirdi ve bunu sürdürdü, diyenlerin gerekçeleri: Bu kimseler Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) temettü' yaptığını işittiler. Onlara göre temuttu' yapan,
bütün şartlarını gözeterek tek umreye niyetlenip ihrama girerek telbiye getiren
kimse demektir. Hafsa (r.a.), Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"İnsanların ne bu hali? Sen umre ihramından çıkmadan onlar çıktılar"
demişti. Bütün bunlar Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"Lebbeyke bi umratin müfredetin = Allah'ım! Senin tek umre davetine icabet
ettim" diye telbiyede bulunduğunu göstermez. Hiç kimse Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle dediğini asla nakletmemiştir. O halde bu
sırf bir yanılgıdır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) telbiye
getirirken söylediği sözleri aktaran meşhur sahih hadisler bunu ibtal eder.
b) Yalnız Hac İçin
Telbiye Getirdi Diyenler:
Yalnız hac için telbiye
getirdi ve bunu sürdürdü diyenlerin gerekçeleri; yukarıda kaydettiğimiz
"Haccı, ifrad yaptı." ve "Hacca telbiye getirdi" diyenlerin
sözleridir. Bu konuda söylenecek, şeyler yukarıda geçti. Orada da belirtildiği
gibi katiyen hiç kimse Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"Allah'ım! Senin tek umre davetine icabet ettim." diye telbiyede
bulunduğunu söylememiştir. O'nun telbiyede söylediği sözleri aktaranlar bunun
aksini açıkça belirtmişlerdir.
c) Yalnız Hac için
Telbiye Getirdi, Sonra Umreyi Ekledi Diyenler:
Yalnız hacca telbiye
getirdi; sonra ona umreyi de ekledi deyip böylece hadislerin uzlaşacağını
sananların gerekçeleri: Bunlar Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haccı, ifrad yaptığını ifade eden hadislerin sahih olduğunu görünce bu
hadisleri ihramının başlangıcına yorumladılar. Sonra Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbinden bir elçi gelip "Hac içinde umreye
niyetlendim, de" demiştir. İşte o zaman umreyi hacca ilave etmiş ve
böylece kıran yapan durumuna gelmiştir. Bu yüzden Bera b. azib'e: "Ben,
kurban şevkettim ve kıran yaptım." demiştir. İhramın başlangıcında ifrad,
ihram esnasında ise kıran yapan durumunda idi. Hem hiç kimse O'nun ne umreye niyetlenip
ihrama girdiğini, ne umre için telbiye getirdiğini, ne yalnız umre yaptığını
söylemiş ve ne de "Yola çıkarken biz, umre dışında bir şeye
niyetlenmedik." demiştir. Aksine, "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) hacca niyetlenip ihrama girdi.", "Hac için telbiye
getirdi.", "Haccı, ifrad yaptı." ve "Biz yola çıkarken hac
dışında bir şeye niyetlenmedik." demişlerdir. Bu da gösterir ki, önce hac
için ihrama girdi, sonra Rabbinden kıran yapması için vahiy geldi ve bunun
üzerine her ikisine birden telbiye getirdi. İşte Enes ikisine birden telbiye
getirdiğini işitip doğru söylemiş; Aişe, İbn Ömer ve Cabir önce, yalnız hacca
telbiye getirdiğini işitmişler ve doğru söylemişlerdir. Bu görüşü savunanlar
"Böylece hadisler uzlaşmış ve onlardaki muztariblik ortadan kalkmış
olur." diyorlar.
Bu görüş sahipleri
umrenin hacca ilave edilmesini caiz bulmuyorlar; lağv (hükümsüz) görüyor ve
diyorlar ki: Bu Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hastır. O'nun
dışındakiler yapamaz... İbn Ömer'in "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yalnızca hacca telbiye getirdi." sözü ile Enes'in "Her
ikisine birlikte niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." sözü bunu
gösterir. Her iki sahabi de doğru söylemektedir. Kırana niyetlenip ihrama
girerek telbiye getirmesinin, yalnız hacca niyetlenip ihrama girerek telbiye
getirmesinden önce olduğunu söyleme imkanı yoktur. Çünkü kıran için ihrama
girdiği vakit, bundan sonra ifrad haccı için ihrama girmesi, ihramın ifrada
aktarılması imkanı kalmaz. O halde anlaşılmıştır ki, ifrad haccı için ihrama
girdi telbiye getirdi; İbn Ömer, Aişe ve Cabir bunu işittiler ve işittiklerini
aktardılar. Sonra Rabbinden kendisine vahiy gelince hacca umreyi de ilave etti
ve her ikisine birden niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Enes, her
ikisine birden telbiye getirdiğini işitip duyduğunu aktardı". Sonra Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisinin kıran yaptığını haber verdi.
Yukarıda adı geçen sahabiler de O'nun kıran yaptığını naklettiler. Böylece
sahabilerden aktarılan hadisler uzlaşmış, onlardaki muztariblik ve çelişkili
durum ortadan kalkmış olur.
Diyorlar ki: Hz.
Aişe'nin şu anlatımı da bunu gösterir: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile beraber hac yolculuğuna çıktık. "İçinizden kim hac ve umreye
niyetlenip ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi isterse öyle yapsın. Kim hacca
niyetlenip ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi isterse öyle yapsın. Kim de umreye
niyetlenip ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi isterse o da öyle yapsın."
buyurdu. Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve O'nunla
birlikte bazı insanlar hacca niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler...
Bu rivayet de gösterir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihramın
"başında ifrad haccına niyetlenmişti. Artık kırana niyetlenmesinin bundan
sonra olduğu anlaşılmış demektir.
Kuşkusuz bu görüş
yukarıda geçen hadislere aykırı düşmektedir. Ümmet için sahih olmayan bir
ihramla Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tahsis edilmesi davasını
red ve ibtal eden deliller vardır. Enes'in: "Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) öğleyi Beyda'da kıldı; sonra devesine bindi. Beyda dağına
tırmandı. Öğleyi kıldığı vakit hac ve umreye niyetlenip ihrama girerek telbiye
getirdi." sözü bunu reddeden delillerdendir.
Hz. Ömer'in rivayet
ettiği hadiste Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rabbİnden bit elçi
gelip: "Bu mübarek vadide namaz kıl ve: Hac içinde umreye niyetlendim,
de." diye söylediği belirtilmektedir ki, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) aynen öyle yapmıştır. Hz. Ömer, O'na emredileni; Enes ise O'nun
yaptığı şeyi rivayet ediyor ki, rivayetler birbirinin aynıdır. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zülhuleyfe'de öğleyi kıldı, sonra "Lebbeyke
haccen ve umraten = Allah'ım! Hac ve umre davetine icabet ettim." diye
telbiyede bulundu.
Alimler umrenin hacca
ilave edilmesi konusunda farklı iki görüş ileri sürmüşlerdir. Bu her iki görüş
de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir; bunların en meşhur olanına göre böyle bir
şey sahih olmaz. Ebu Hanife ve talebeleri -Allah onlara rahmet etsin- gibi
sahih olduğunu söyleyenler bu meseleyi şu temel üzerine oturtuyorlar: Kıran
yapan kimse iki tavaf, iki sa'y yapar. Umreyi hacca ilave ettiği vakit yalnız
hacca niyetlenip ihram giyme üzerine ek fazla bir ameli kendisine gerekli
kılmış olur. Bir tavaf, bir sa'y yapmasının yeterli olacağını söyleyenler ise
diyorlar ki: Bu ilave işinden kişi yalnızca iki yolculuktan birine çıkmama gibi
bir fayda elde eder. Ek bir ameli kendisine gerekli kılmış olmaz, aksine noksan
yapmış olur. Bu da caiz değildir. Bu, cumhurun görüşüdür.
d) Yalnız Umre İçin
Telbiye Getirdi, Sonra Hacci Ekledi Diyenler:
Umre ihramına girdi,
sonra ona haccı da ekledi diyenlerin gerekçeleri Buhari ve Müslim'in rivayet
ettikleri şu İbn Ömer hadisidir: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Veda Haccında umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' yaptı ve
kurbanlık şevketti. Kurbanlığını Zülhuleyfe'den beraberinde götürdü. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce umreden başlayıp umreye niyetlendi,
ihrama girdi ve telbiye getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye
getirdi."
Bu hadis, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce umre ihramına girdiğini, sonra
ona haccı da eklediğini açık bir şekilde ifade etmektedir. Yine şu rivayet de
bunu ortaya koyar: İbn Ömer, İbn Zübeyr devrinde hacca çıktığında umreye
niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra "sizi şahit tutuyorum, ben
umremle beraber hac yapmayı kendime vacip kıldım." dedi ve Kudeyd
mevkiinde (Mekke yakınında bir yer) satın aldığı kurbanı hedy olarak şevketti.
Sonra hac ve umreye birlikte telbiye getirerek yola koyuldu. Mekke'ye gelince
Beytullah'ı tavaf etti, Safa-Merve arasında sa'y yaptı; ve bunun üzerine bir
ilavede bulunmadı. Kurban kesmedi, saçını tıraş ettirmedi ve kısalttırmadı;
ihramdan çıkacak (veya ihramlı iken yapmaması gereken) hiçbir şey yapmadı.
Kurban bayramının birinci günü olunca kurbanım kesti, saçını tıraş ettirdi.
Yaptığı ilk tavafla hac ve umre tavafım yerine getirmiş olduğu görüşünde
bulundu ve: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle
yaptı." dedi.
Bunlara göre Hz.
Peygamber (sa..) ihramın başında temettü' ihram esnasında ise kıran yapmıştır.
Bunlar öncekilere göre daha mazurdur. Haccın umreye ilavesi caizdir, bunda bilindiği
kadarıyla bir tartışma yoktur. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz.
Aişe'ye (r.a.), haccı umreye ilave etmesini emretmiş ve o da böylece kıran
yapmıştır. Ancak sahih hadislerin siyakı, bu görüş sahiplerini reddeder. Zira
Enes, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğleyi kılınca hac ve
umreye birlikte niyetlenip telbiye getirdiğini haber vermiştir. Sahih'deki bir
hadiste de Hz. Aişe şöyle anlatıyor: Zilhicce ayının girmesine yakın Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Veda haccına çıktık. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "İçinizden kim umreye niyetlenip
ihrama girmek, telbiye getirmek isterse öyle yapsın. Şayet ben kurbanlık
sevketmeseydim kesinlikle umreye niyetlenip ihrama girer, telbiye getirirdim."
buyurdu. Bunun üzerine kimileri umreye ve kimileri de hacca niyetlenip ihrama
girdi, telbiye getirdi. Ben ise umreye niyetlenip ihrama giren, telbiye
getirenlerden idim... Bu hadisi Müslim rivayet etmiştir. Bu hadis açıkça ifade
etmektedir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) daha o vakit umreye
niyetlenmemişti. O halde Hz. Aişe'nin bu sözü ile Sahih'deki "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccında temettü' yaptı." sözünü ve
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacca niyetlenip ihrama girdi,
telbiye getirdi." sözünü -ki bunların hepsi Sahihedir- birleştirirsen
anlarsın ki, Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tek
olarak ayrı bir umre yapmadığını söylüyor, kıran haccıyla birlikte umre
yapmadığını söylemiyor; yukarıda da geçtiği üzere sahabiler, kırana temettü'
adı da veriyorlar; bu durum Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hacca niyetlenip ihrama girmesiyle de çatışmaz. Çünkü kıran umresi onun
içindedir, ondan bir parçadır. Aynı zamanda Hz. Aişe'nin "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı, ifrad yaptı." sözüyle de çatışmaz.
Zira umre amelleri, hac amellerine girip de hac amelleri birer kere yapılınca
bu, ameli ifrad ( = birer kere yapma) demek olur.
Hacca ifrad yaparak
telbiye getirmek ise, sözü ifrad yapmak (tek söylemek) demektir. Denilmiştir
ki, İbn Ömer'in rivayet ettiği "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Veda haccında umreyi hacca ekleyerek temettü' yaptı. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce umreye
niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi,
telbiye getirdi." hadisi, yine onun rivayet ettiği bir başka hadiste anlam
bakımından rivayet edilmiştir: İbn Ömer, bunu İbn Zübeyr fitnesi sırasında
yaptığı hac senesinde yapmış; önce umreye niyetlenip ihrama girmiş, telbiye
getirmiş ve sonra da: "Hac ile umrenin hali birdir. Sizi şahit tutuyorum,
ben umremle beraber hac yapmayı kendime vacip kıldım." deyip hac ve umreye
birlikte niyetlenip ihrama girmiş ve telbiye getirmişti. Bu hadisin sonunda da
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle yaptı."
demiştir. Burada ibn Ömer, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir
tek tavaf ve bir tek sa'y yapmakla yetindiğini söylemek istemiş ve onun bu
sözleri, (yaptığı şey) anlamına alınmış ve o şekil rivayet edilerek "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce umreye niyetlenip ihrama girdi,
telbiye getirdi. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi."
denmiştir. Bunu yapan ancak İbn Ömer'dir. Bu ihtimal uzak değil, hatta ortada
olan budur. Çünkü Hz. Aişe, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Yanımda kurbanlık bulunmasaydı umreye niyetlenip ihrama girer, telbiye
getirirdim." dediğini; Enes, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) öğleyi kılınca hac ve umreyi kendisine vacip kıldığını ve Hz. Ömer
(r.a.), Rabbinden O'na vahiy geldiğini ve bu şekilde yapmasını emrettiğini
haber veriyor.
Soru: Peki Zühri'nin
Urve'nin kendisine Hz. Aişe'den, Salim'in (babası) İbn Ömer'den aktardığı
hadisin benzeri bir hadis aktardığını söylemesini ne yapacaksınız?
Cevap: Hz. Aişe'nin
haber verdiği, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı ve umresi
için bir tek tavaf yaptığıdır. Bu da Urve'nin ondan aktardığı Sahihayn'daki
rivayete uygundur: "Umreye niyetlenenler Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve
arasında sa'y yaptılar, sonra ihramdan çıktılar. Mina'dan döndükten sonra da
hacları için bir başka tavaf daha yaptılar. Hac ve umreyi birleştirenler ise
bir tek tavaf yaptılar." İşte bu hadis, Salim'in babasından rivayet ettiği
hadisle tıpatıp aynıdır. "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
Yanımda kurbanlık bulunmasaydı umreye niyetlenip ihrama girer, telbiye
getirirdim, buyurdu." ve "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." diyen Hz. Aişe, nasıl:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce umreye, sonra da hacca
niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi." demiş olabilir? Artık Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihramın başlangıcında tek umreye niyetlenmediği
anlaşılmıştır. En doğrusunu Allah bilir.
e) Hangi İbadet İçin
Olduğunu Belirlemeden İhrama Girdi Diyenler:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) mutlak ihrama girdi, herhangi bir hac türünü
belirlemedi; daha sonra Safa-Merve arasında iken kendisine hüküm bildiren ayet
geldiği vakit yaptığı haccın türünü belirledi, diyenlere gelince: İmam
Şafii'nin (r.h.) görüşlerinden biri de budur. Şafii, ihtilafu'l-Hadis adlı
kitabında buna parmak basmış ve demiştir ki: Sabit bir rivayete göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmü beklemek için çıktı. Safa-Merve arasında
iken kendisine hüküm indi. Bunun üzerine ashabına, yanında kurbanlık
bulunmadığı halde ihrama girenlerin bu ihramlarını umreye saymalarını
emretti... Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmü bekleyiş
özelliğindendir ki, hac ve umre konusunda Allah'ın tanıdığı kolaylığı tercih
etmek isteyerek haccı farz kılan ayetin inmesinden (hemen) sonra Medine'den hac
yapmak için çıkmadı. Böylesi daha garantili olmalıdır. Çünkü kendisine
mülaanede bulunan iki kişi getirildiği zaman da hükmü bekledi. Aynı şekilde hac
konusunda da hükmü beklediği bilinmektedir.
Bu görüş sahiplerinin
gerekçeleri: Sahihayn'da rivayet edildiğine göre Hz. Aişe (r.a.) diyor ki:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile beraber yola çıktık; hac
ve umrenin sözünü etmiyorduk." Bu metinde ise şöyle diyor: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) telbiye getiriyordu. Ne haccı, ne
umreyi söylüyordu..." Ondan gelen bir rivayette de şöyle diyor: "Hacdan
başka bir niyetimiz olmaksızın Allah Rasulü'nün beraberinde yola çıktık.
Mekke'ye yaklaştığımız vakit Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında
kurbanlık bulunmayanların Beytullah'ı tavaf edip, Safa-Merve arasında sa'y
yaptıktan sonra ihramdan çıkmalarını emretti." Tavas diyor ki: Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hükmü bekler bir halde hac ve umrenin adım
anmaksızm Medine'den yola çıktı. Safa-Merve arasında iken O'na hüküm indi.
Bunun üzerine ashabına, yanında kurbanlık bulunmadığı halde hacca niyetlenip
ihrama girenlerin haclarını umreye çevirmelerini emretti...
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını anlattığı uzunca bir hadiste Cabir diyor
ki: ...Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mescidde namazı kıldı. Sonra
devesi Kasva'ya bindi. Devesi O'nu Beyda tepesine çıkarınca gözüm alabildiğince
uzaklara baktım, Peygamberimizin önü süvari yaya insan kaynıyordu. Bir o kadar
sağında, bir o kadar solunda ve bir o kadar da arkasında kalabalık vardı. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise ortamızda idi. O'na Kur'an ayetleri
iniyor ve kendisi yorumunu biliyordu. O ne yaparsa biz de onu yapıyorduk. O
şöylece tevhidle telbiyede bulundu:
"Buyur, Allah'ım,
buyur! Buyur, Senin hiç bir ortağın yok, buyur! Hamd Senin, nimet Senin, mülk
Senin. Ortağın yok Senin." İnsanlar da bu şekilde telbiye getirdiler.
Allah RasuTü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) telbiye getirmeyi sürdürdü.
Görüldüğü gibi Cabir, Hz. Peygaber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
telbiyeye bir ilavede bulunmadığım haber vermiş ve getirdiği telbiyeyi ne
hacca, ne umreye ve ne de kırana izafe ettiğini söylemiştir.
Bu gerekçelerden
hiçbirinde, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başlangıçta haccın
türünü belirleyerek ihrama girdiğini ve kıran yaptığını ifade eden hadislerle
çelişen bir taraf yoktur. Tavus hadisi mürseldir, bununla müsned olan temel
hadislere muhalefet edilemez. Bu hadisin sahih veya hasen yolla muttasıl olarak
rivayet edildiği bilinmemektedir. Sahih olsa bile Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hükmü beklemesi mikata varıncaya kadar geçen zaman
zarfındadır. O vadide iken kendisine hüküm geldi. Rabbinden bir elçi gelip:
"Bu mübarek vadide namaz kıl ve: Hac içinde umreye niyetlendim, de."
demiştir. İşte beklediği bu hüküm kendisine ihramdan önce gelmiş ve kıran
yapmasını belirlemiştir. Tavus'un: "Safa-Merve arasında iken O'na hüküm
indi." sözünde geçen hüküm, ihramı konusunda inen hükmün dışında bir başka
hükümdür. Zira yukarıdaki hüküm Akik vadisinde inmişti. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Safa-Merve arasında iken inen hüküm ise sahabeye, haccı
umreye çevirmelerini emrettiği hükümdür. İşte o vakit yanında kurbanlık hayvanı
bulunmayanlara haclarını umreye çevirmelerini emretmiş ve: "Bu yapmakta
olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım kurbanlık sevketmez, haccı umreye
çevirirdim." demişti. Bu vahiyle gelen kesin emirdir. Zira sahabiler bu
konuda çekimser davranınca "Size emrettiğimi yapmaya bakın." diye
buyurdu.
Hz. Aişe'nin: "Biz
yola çıktığımızda hac ve umrenin sözünü etmiyorduk." sözünü, şayet ondan
sağlam bir şekilde aktarılmışsa ihramdan önceye yüklemek vacip olur. Aksi halde
ondan gelen ve sahabilerin kimilerinin mikatta hacca, kimilerinin umreye
niyetlenip ihrama girerek telbiye getirdiklerini ve kendisinin de umreye
niyetlenip ihrama girenlerden olduğunu ifade eden diğer sahih rivayetlerle
çatışır. "Telbiye getiriyor; ne haccı, ne umreyi söylüyorduk." sözüne
gelince; bu durum ihramın başında idi. Hz. Aişe, kendilerinin Mekke'ye kadar bu
şekilde devam ettiklerini söylememiştir. Bu kesinlikle asılsızdır. Zira Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama girişini ve ne şekil telbiye
getirdiğini işitenler buna şahitlik etmişler ve böylece haber vermişlerdir.
Onların rivayetlerini reddetmeye yol yoktur. Bu, Hz. Aişe'den (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sahih yolla aktanlsa bile neticede Hz. Aişe, mikatta
sahabilerin getirdikleri telbiyeyi hafızasında iyi tutamamış ve böyle bir şeyin
olmadığını söylemiş; onun dışındaki sahabiler ise hafızalarında iyi tutmuş ve böyle
bir şeyin varlığını söylemiş olurlar. Erkekler bunu kadınlardan daha iyi
bilirler.
Cabir'in (r.a.);
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tevhidle telbiyede
bulundu." sözünde ise yalnızca Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ne şekil telbiye getirdiği haber verilmiştir. Hem bu sözde Hz,
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hiçbir şekilde ve her halükarda
ihrama girdiği hac ibadetinin türünü belirlemediğini ifade eden bir şey de
yoktur. Bu hadisler hac türünün belirlenmediği konusunda açık olsalar bile
belirlendiğini söyleyenlerin rivayet ettikleri hadisleri almak daha uygundur.
Çünkü bu hadisler çoktur, sahihtir, muttasıldır ve de belirlenmediğini
söyleyenlere gizli kalan fazla bir bilgiyi içermekte, ortaya koymakta ve ispat
etmektedirler. Bu, Allah'a hamdolsun apaçıktır. Başarı yalnız Allah'tandır.
8- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Mekke'den Çıkışı:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını anlatmaya dönelim:
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) başının saçlarını "gısl" ile birbirine tutturdu.
-Gısl, hanım otu gibi (sabun, losyon görevi gören) kendisiyle baş yıkanan ve
dağılmaması için saçlar birbirine tutturulan şeye verilen addır.- Namazgahında
niyetlenip telbiye getirdi. Sonra devesine bindi, yine telbiye getirdi. Devesi
üzerinde Beyda tepesine çıkınca da telbiye getirdi. İbn Abbas diyor ki:
"Allah'a yemin ederim. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
namazgahında niyetini yaptı. Devesine binince ve Beyda tepesi doruğuna çıkınca
telbiye getirdi. "
Kah hac ile umreye, kah
hacca telbiye getiriyordu. Çünkü umre, haccın bir parçasıdır. Bu yüzden Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kıran yaptığı da, temettü' yaptığı
da, ifrad yaptığı da söylenmiştir. İbn Hazm: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) telbiye getirişi öğleden az önce idi." demişse de bu
onun bir yamlgısıdır. Bilinen o ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
öğle namazından sonra ihram giyip telbiye getirmiştir. Katiyen hiç kimse
öğleden önce ihrama girdiğini söylememiştir. İbn Hazm, bunu neye dayanarak
söyledi bilmiyorum. Oysa İbn Ömer: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ancak devesi ayağa kalktığı vakit Şecere yanında devesi üzerinde
telbiye getirdi." demiştir. Enes ise "Öğleyi kıldı, sonra devesine
bindi." demiştir. Her iki hadis de Sahih'de rivayet edilmiştir.
Bu iki hadisi
birleştirirsen Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ancak öğle
namazından sonra telbiye getirdiği ortaya çıkar. Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu şekilde telbiyede bulundu:
Bu telbiyeyi yüksek
sesle getirdi, ashabı da işitti ve Allah'ın kendisine emretmesiyle, o da onlara
telbiye getirirken seslerini yükseltmelerini emretti.
Mahfe, hevdec ve
ammariye içinde değil, deve palanı üzerinde hac yapmıştır. Yükü altında idi.
İhramlı kimsenin mahfe, hevdec ve ammariye gibi bir şey içine binmesinin caiz
olup olmadığı tartışılmış, bu konuda ortaya iki farklı görüş çıkmıştır. Her
ikisi de İmam Ahmed'den rivayet edilmiştir: 1) Caizdir. Şafii ve Ebu Hanife'nin
görüşü de böyledir. 2) Yasaktır. Malik de bu görüştedir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), sahabileri ihrama girerken hac ibadetinin üç
türü arasında serbest bıraktı. Sonra Mekke'ye yaklaştıklarında yanlarında
kurban bulunmayanların hac ve kıranı umreye çevirmelerinin iyi olacağını
söyledi. Daha sonra da Merve'de bunu onlara vacip kıldı.
Hz. Ebu Bekir'in karısı
Esma bt. Umeys -Allah her ikisinden de razı olsun- Zülhuleyfe'de Muhammed b.
Ebu Bekir'i doğurdu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Esma'ya gusletmesini,
kan akmasını engellemek için önüne pamuk tıkayıp bir bezle kuşak gibi
bağlamasını ve ihrama girip telbiye getirmesini emretti. Bu olayda üç sünnet
vardır: 1) İhramlının gusledebileceği, 2) Hayızlı kadının ihram için
gusledeceği, 3) Hayızlınm ihrama girmesinin sahih olacağı.
Sonra Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yukarıda zikredilen telbiyeyi söyleye söyleye
yoluna devam etti. Yanındaki insanlar telbiye getirirlerken kah ilaveler kah
çıkarmalar yapıyorlardı. O ise bunları işittiği halde ses çıkarmıyor, karşı
gelmiyordu.
Telbiyesini sürdürdü.
Ravha'ya vardıklarında yaralı bir yaban eşeği gördü. "Bırakın onu. Sahibi
(yani yaralayan avcı) hemen hemen gelmek üzeredir." buyurdu. Sahibi, Allah
Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geldi ve: "Ey Allah'ın Rasulü!
Buyrun, bu eşeği ne yaparsanız yapın." dedi. Bunun üzerine Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Ebu Bekir'e, bu hayvanı yoldaşlar arasında
paylaştırmasını emretti, o da gerekeni yaptı. Bu olay, şu hususlara delil
teşkil eder:
1- İhramlı kimsenin,
ihramlı olmayan birinin avladığı bir avdan -şayet ihramlının kendisi için
avlanmamışsa- yemesi caizdir. Buradaki av sahibinin ihramlı olmamasına gelince,
herhalde bu zat Zülhuleyfe'ye uğramamıştır; Ebu Katade kıssasındaki Ebu Katade'nin
durumundadır.
2- Hibe akdinin geçerli
olabilmesi için "hibe ettim" demeye gerek yoktur. Hibeye delalet eden
herhangi bir şeyle hibe akdi sahih olur.
3- İşe yarayacak şekilde
seçip ayırarak eti kemikli olarak paylaştırmıştır.
4- Mecalsiz bırakacak şekilde
yaralamak ve kaçamaz hale getirmekle ava sahip olunur. Av, yakalayanın değil,
yaralayanındır.
5- Yaban eşeğinin etini
yemek helaldir.
6- Paylaştırma ( =
kısmet) için vekil tayin edilebilir.
7- Paylaştırmayı yapan,
bir kişi olabilir.
9- Hz. Peygamber (s.a.)
Üsfiye'de:
Sonra yola koyuldu.
Ruveyse ve Arc denilen yerler arasında kalan Üsaye'ye varınca başını ön
ayakları ile arka ayakları araşma eğmiş, yere kıvrılmış vaziyette bir gölgede
yatmakta olan, vücuduna ok saplanmış bir ceylana rastladı. Hiç kimsenin onu
endişelendirmemesi için herkes geçip gidinceye kadar başında bekleyecek bir
adam görevlendirdi. Ceylan kıssası ile eşek kıssası arasındaki fark, eşeği
avlayan kişi ihramlı değildi. Bu yüzden onu yemeyi yasaklamadı. Ceylanı avlayanın
ise ihramsız olup olmadığı bilinmiyordu. Kendileri ihramlıydı. Bundan dolayı
yemelerine izin vermedi; hiç kimsenin o ceylanı almaması için de herkes geçip
gidinceye kadar onun yanında bekleyecek bir vekil görevlendirdi.
Bu kıssa göstermektedir
ki, ihramlının avı öldürmesi, helal olmama konusunda avı, laşe yerine
geçirmektedir. Çünkü helal olsaydı, mal oluşu zayi olmazdı.
10- Hz. Peygamber (a.s.)
Arc'da:
Sonra yola devam etti.
Arc'da konakladı. O'nun yükü ile Hz. Ebu Bekir'in yükü birdi ve Hz. Ebu Bekir'in
uşağının yanında idi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oturdu. Hz.
Ebu Bekir bir yanına, Hz. Aişe diğer yanına ve (Hz. Ebu Bekir'in) karısı Esma
kocasının yanına oturdu. Hz. Ebu Bekir uşağı ve yükü bekliyordu. Uşak
çıkageldi. Yanında deve yoktu. Ebu Bekir: "Deven nerede?" diye sordu.
"Bu gece yitirdim." dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir: "Bir tek
deveyi yitiriyorsun ha!" diye öfkelenip uşağı dövmeye başladı. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise tebessüm ediyor ve "Bakın şu
ihramlıya, ne yapıyor?" diyordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bundan başka bir şey söylemiyor, tebessüm ediyordu. Ebu Davud bu
kıssayı "İhramlının uşağını terbiye için cezalandırması bölümü"
başlığı altında vermiştir.
11- Hz. Peygamber (s.a.)
Ebva'da:
Sonra Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola koyuldu. Ebva'ya varınca Sa'b b. Cessame,
O'na bir yaban eşeğinin budunu hediye etti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hediyeyi geri verdi ve: "İhramlı olmasaydık reddetmezdik, geri verme
sebebimiz yalnız budur." dedi. Sahihayn'daki bir rivayette Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir yaban eşeği hediye edildi denilmektedir.
Müslim'deki bir metinde ise "yaban eşeği eti" diye geçmektedir.
Humeydi diyor ki: Süfyan
bu hadisin rivayetinde "Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yaban eşeği eti hediye edildi." derdi. Süfyan bazan "ucundan kan
damlayan" der, bazan da bunu söylemezdi. Geçen zaman içerisinde Süfyan'ın
"yaban eşeği" dediği de olmuştur. Sonra "et" dedi ve bunu
ölünceye kadar sürdürdü. Bir rivayette "yaban eşeği yarısı" ve bir
diğer rivayette de "yaban eşeği bacağı" geçmektedir.
Yahya b. Said'in Cafer -
Amr b. Ümeyye ed-Damri - babası (Ümeyye ed-Damri) - Sa'b senediyle rivayetine
göre Cuhfe'de iken Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaban eşeğinin
budu hediye edildi. Hem kendisi, hem de yanındaki insanlar ondan yediler.
Beyhaki, "Bu hadisin senedi sahihtir." diyor. Şayet bu rivayet
sağlamsa Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diri olanını geri çevirmiş,
eti kabul etmiş demektir.
Şafii (r.h.) diyor ki:
Şayet Sa'b b. Cessame Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eşeği diri
olarak hediye etmişse ihramlı kişi yaban eşeği kesemez. Eğer eşeğin etini
hediye etmişse, muhtemeldir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
eşeğin kendisi için avlanmış olduğunu bildiğinden onu Sa'b'a geri vermiştir.
Bunun izahı Cabir hadisindedir... Malik'in rivayet ettiği "Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir eşek hediye etti." hadisi, başkalarının
rivayet ettiği "Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) eşek eti
hediye etti." hadisinden daha sabittir.
Ben derim ki: Yahya b.
Said'in Cafer'den rivayet ettiği hadis, kuşkusuz bir hatadır. Çünkü olay
birdir. Bu şaz ve münker rivayet istisna edilecek olursa raviler Hz.
Peygamber'in ondan yemediğinde ittifak etmişlerdir.
Sa'b'ın Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hediye ettiği diri mi idi, yoksa et mi idi
ihtilafına gelince, et olduğunu rivayet edenlerin rivayeti üç yönden kabule daha
elverişlidir:
1- Bunun ravisi iyi
bellemiş ve olayı iyi zabtetmiştir. Öyle ki ucundan kan damlamakta olduğunu
bile zabtetmiştir. Bu da olayı, bu önemsiz hadiseye varıncaya kadar iyi
bellediğini, hafızasında tuttuğunu gösterir.
2- Bu rivayet hediye edilenin,
eşeğin bir bölümü ve ondan bir et olduğu konusunda açıktır; "Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir eşek hediye etti." sözüyle
çelişmez. Hatta "et" rivayetini, ete hayvanın adı verilmiştir diye
yorumlamak mümkündür. Bu da dil yönünden olmayacak şey değildir.
3- Diğer rivayetler
hediye edilenin hayvanın bir kısmı olduğu konusunda birleşmekte, yalnızca o
kısmın hangi kışımı olduğunda birbirlerinden ayrılmaktadırlar. Bu kısım eşeğin
budu mu, yarısı mı, bacağı mı yoksa bir parça eti mi idi? Bu rivayetler
arasında bir çelişki yoktur. Çünkü hediye edilenin, budun ve bacağın bulunduğu
yarı olması mümkündür ve bunu öyle de böyle de söylemek doğrudur. Hem İbn
Uyeyne "bir eşek" sözünden vazgeçip ölünceye kadar "eşek
eti" sözünde sebat etmiştir. Bu da gösterir ki, Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Sa'b'ın hayvan değil, et hediye etmiş olduğu onun
tarafından anlaşılmıştır. Bununla Ebu Katade'nin avladığından yemesi arasında
bir çelişki yoktur. Zira Ebu Katade hadisesi hicretin altıncı yılı Hudeybiye
senesi meydana gelmişti. Sa'b hadisesi ise ya birçok kimsenin söylediği üzere
Veda hacci sırasında -ki Haccetü'l-Veda adlı eserinde Muhib et-Taberi de böyle
demektedir-; ya da Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı
umrelerden biri esnasında meydana gelmiştir. Bu sonuncusu şüphelidir. Ceylan
hadisesi ile Yezid b. Ka'b es-Sülemi el-Behzi'nin eşeği olayı Veda haccı
sırasında mı, yoksa Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umrelerinden
biri sırasında mı meydana gelmiştir? Allah daha iyi bilir. Şayet Ebu Katade
hadisi, "Ebu Katade avı Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) için
avlamamıştı" şeklinde ve Sa'b hadisi, "Sa'b avı Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) için avlamıştı" şeklinde yorumlanırsa
problem ortadan kalkar. Cabir'in Hz. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
aktardığı şu (merfu) hadis de buna şahitlik eder: "Kara hayvanlarının avı,
hayvanı siz avlamadıkça yahut hayvan sizin için avlanmadıkça size
helaldir." Ancak İdadisi, Cabir'den rivayet eden Muttalib b. Hantab'ın
Cabir'den hadis işittiği bilinmemektedir denilerek hadisin illetli olduğu
söylenmiştir. Bunu söyleyen Nesai'dir. Taberi, Haccetü'l-Veda adlı eserinde
diyor ki:"Biraz yol alınca Ebu Katade bir yaban eşeği avladı. Kendisi
ihramlı değildi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): He/hangi biriniz
Ebu Katade'ye bir şey emretti yahut ona avı gösterdi mi? diye sorduktan sonra
ashabına o avdan yemelerini helal kıldı." Bu, merhumun bir yanılgısıdır.
Çünkü Ebu Katade hadisesi Hudeybiye senesi meydana gelmişti. Sahihayn'da bu
şekilde rivayet edilmiştir: Oğlu Abdullah, onun şöyle dediğini aktarır:
"Biz Hudeybiye senesi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
beraberinde yola çıktık. Ashabı ihrama girdi, ben girmedim..." Hadisin
devamında Ebu Katade, yaban eşeği hadisesini anlatmaktadır.
12- Hz. Peygamber (s.a.)
Usfan'da:
Usfan vadisinden
geçerken "Ey Ebu Bekir! Bu, hangi vadidir?" diye sordu. Hz. Ebu Bekir
"Usfan vadisidir." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Hz. Hud ve Hz. Salih, yularları hurma lifinden yapılmış iki kızıl genç
deve üzerinde (kendilerine inananlarla birlikte) belden aşağılarına aba, belden
yukarılarına alacalı kumaş bürümüş oldukları halde Beyt-i Atik'i ziyaret için
buradan telbiye getirerek geçmişlerdi." buyurdu. Bu hadisi İmam Ahmed,
Müsned'de rivayet etmiştir.
13- Hz. Aişe'nin Hayız
Olması:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Şerife varınca Hz. Aişe (r.a.) hayız oldu. Oysa
umreye niyetlenip ihrama girmişti. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yanına girdi; o ağlıyordu. "Niçin ağlıyorsun? Herhalde hayız gördün?"
dedi. O da "Evet" diye karşılık verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) buyurdu: "Bu, Allah'ın, Adem kızlarına yazdığı bir
şeydir. Sen, hacıların yaptığını yap. Ancak Beytullah'i tavaf etme."
Alimler Hz. Aişe'nin
başına gelen olayda ihtilaf ettiler: Bu esnada o, temettü' haccı mı, yoksa
ifrad hacci mı yapmaktaydı? Şayet temettü' haccı yapmakta idiyse umresini
bırakıp ifrad haccına mı intikal etti, yoksa umreyi hacca katarak kıran mı
yaptı? Ten'im'den yaptığı umre vacip miydi, değil miydi? Vacip değilse bu umre
İslam umresinin (umretu'l-İslam) yerini tutar mı, tutmaz mı? Alimler yine Hz.
Aişe'nin nerede hayız görmeye başladığı ve nerede temizlendiği konularında da ihtilaf
etmişlerdir. Biz, şimdi Allah'ın yardımı ve tevfikiyle bu konuyu yeterince
açıklayacağız.
a) Bu Konuda alimlerin
İhtilafı:
Fakihler, Hz. Aişe
kıssasına dayalı şu meselede ihtilaf etmişlerdir: Bir kadın umre ihramına
girdikten sonra hayız olsa ve Arafat'ta vakfe yapmadan önce tavaf yapması
mümkün olmasa umre ihramını çıkarıp ifrad haccına niyetlenerek ihram mı giyer,
yoksa haccı umreye katıp kıran mı yapar? Birinci görüşü aralarında Ebu Hanife
ve öğrencilerinin bulunduğu Küfe fakihleri; ikincisini ise aralarında Şafii ve
Malik'in de bulunduğ Hicaz fakihleri benimsemişlerdir. Bu son görüş İmam Ahmed
ve tabileri gibi hadis ekolü mensuplarının da görüşüdür.
Kufeliler diyorlar ki:
Sahihayn'da. Urve'den rivayet edildiğine göre Hz. Aişe anlatıyor: Ben umreye
niyetlenip ihrama girdim, telbiyeye başladım. Mekke'ye hayizlı olarak girdim.
Ne Beytullah'ı tavaf ettim, ne de Safa-Merve arasında sa'y yaptım. Bu durumdan
Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yakındım. O da bana: "Başını
çöz, saçlarını tara, hacca niyetlen ve umreyi bırak." buyurdu. Buyurduğunu
yaptım. Hac vazifesini bitirince Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
beni (kardeşim) Abdurrahman b. Ebu Bekir ile birlikte Ten'im'e gönderdi. Oradan
ihrama girip umre yaptım. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"İşte bu, senin umrenin yerinedir." Bu hadis göstermektedir ki, Hz.
Aişe temettü' haccı yapmaktaydı ve umresini bırakıp hac için ihrama girmişti.
Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "umreni bırak" ve
"başım çöz, saçlarını tara" diye buyurmuştur. Şayet ihramı üzere
kalmış olsaydı saçlarını taraması caiz olmazdı. Bir de Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Aişe'nin Ten'im'den yaptığı umre için
"İşte bu, senin umrenin yerinedir." buyurmuştur. Şayet birinci umre
aynen kalmış olsaydı bu, onun yerine olmaz; başlı başına müstakil bir umre
olurdu.
Cumhur diyor ki: Hz.
Aişe kıssasını hakkıyla düşünürseniz, çeşitli tariklerini ve olayın parçalarını
bir araya getirirseniz, Hz. Aişe'nin kıran haccı yaptığını ve umreyi
bırakmadığını anlarsınfz. Sahih-i Müslim'de rivayet edildiğine göre Cabir
(r.a.) anlatıyor: Aişe, umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Şerife
varınca hayız gördü. Sonra Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Aişe'nin
yanına girdi. Onu ağlar bir halde buldu. "Bu halin ne?" diye sordu. O
da: "Hayızh bir haldeyim. İnsanlar (umre için girdikleri) ihramdan
çıktılar, ben çıkmadım. Beytullah'ı tavaf etmedim. İnsanlar şimdi hacca
gidiyorlar." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu,
Allah'ın Adem kızlarına yazdığı bir şeydir. Gusül abdesti al, sonra hacca
niyetlenip ihrama gir, telbiye getir." buyurdu. Aişe de denileni yaptı.
Bütün vakfe yerlerinde bulundu.
Temizlenince de Kabe'yi tavaf
etti, Safa-Merve arasında sa'y yaptı. Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ona: "Yaptığın haccın ve umrenin ihramından çıkmış oldun."
dedi. Aişe: "Ey Allah'ın Rasulü! Ben, Beytullah'ı tavaf etmeden hac yapmış
olmaktan dolayı içimde bir hüzün duyuyorum." dedi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) de (Aişe'nin kardeşine): "Ey Abdurrahman!
Onu götür, Ten'im'den umre yaptır." buyurdu.
Sahih-i Müslim'de
Tavus'tan rivayet edildiğine göre Aişe diyor ki: "Umreye niyetlenip ihrama
girdim, telbiye getirdim. (Mekke'ye) geldim. Hayız olduğum için tavaf yapmadım.
(Geri kalan) bütün hac vazifelerimi yerine getirdim." Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hacıların Mina'dan Mekke'ye akın ettikleri
"nefer günü" Aişe'ye: "Yaptığın tavaf, haccın ve umren için
yeterlidir." buyurdu.
İşte bunlar Hz. Aişe'nin
ifrad haccı içinde olmayıp hac ve umre içinde bulunduğu konusunda açık
naslardır. Bu naslar açıkça göstermektedir ki, kıran yapan kimsenin bir tavaf,
bir sa'y yapması yeterlidir. Hz. Aişe de umre ihramını çıkarmamış, aksine
ihramı içinde kalmış, ihramdan çıkmamıştır. Hadisin metinlerinden birinde
"Umre niyetinde sebat et. Olur ki, Allah sana onu da nasib eder."
sözü geçmektedir. Bu söz, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
"Umreni bırak" sözüyle çelişmez. Şayet bu sözden maksadı umreden
vazgeçmek, onu bırakmak olsaydı "Yaptığın tavaf, haccın ve umren için
yeterlidir." buyurmazdı. O halde anlaşıldı ki, bu sözle "umre
amellerini bırak" denilmek istenmiştir. Yoksa maksat ihramından vazgeçmesini
istemek değildir.
"Başını çöz,
saçlarını tara" sözüne gelince; bu insanlara pek müşkil gelen
şeylerdendir. Alimler bu konuda dört yol tutmuşlardır:
Birinci yol: Bu söz,
umrenin bırakıldığının delilidir. Nitekim hanefiler böyle demektedirler.
İkinci yol: İhramlı
kimsenin saçlarını taramasının caiz olduğuna delildir. Bunu meneden, haram
sayan ne Kur'an'da, ne sünnette ve ne de icma'da bir delil vardır. Bu da İbn
Hazm ve başkalarının görüşüdür.
Üçüncü yol: Bu metnin
illetli olduğunu söyleyip "Urve bu metni tek başına, rivayet edip diğer
ravilere muhalefet etti. Oysa Hz. Aişe hadisini Tavus, Kasım, Esved ve başka
muhaddisler de rivayet ettikleri halde bunlardan hiçbiri bu metni
zikretmemiştir." diyerek reddetme. Diyorlar ki: Hammad b. Zeyd, Hişam b.
Urve - babası Urve - Aişe senediyle, Aişe'nin hac esnasında hayız olması
olayını rivayet ederken: Birçok kişi bana, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Aişe'ye: "Umreni bırak, başını çöz, saçlarını tara."
buyurduğunu rivayet etmiştir, deyip hadisin devamını kaydeder. Diyorlar ki:
İşte bu, Urve'nin bu ilaveyi Aişe'den işitmediğinin delilidir.
Dördüncü yol:
"Umreyi bırak" sözü onu olduğu hal üzere bırak, ondan çıkma
anlamındadır. Yoksa maksat onun terkedilmesi değildir. Bu görüşü savunanlar
diyorlar ki: Şu iki husus bunu gösterir:
1. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Yaptığın tavaf, haccın ve umren için
yeterlidir." buyurması.
2. "Umre niyetinde
sebat et" hadisi. Diyorlar ki: Bu, çelişkiden selamette olduğu için
hadisi, umreyi bırakmaya yorumlamaktan daha iyidir. "...İşte bu, senin
umrenin yerinedir." hadisine gelince; Aişe ayrı bir umre yapmak istedi.
Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona, yaptığı tavafın
haccı ve umresi için yeterli ve umresinin haccına dahil olduğunu; böylece kıran
haccı yapmış olduğunu haber verdi. Aişe ise daha evvel niyetlendiği gibi başlı
başına ayrı bir umre yapmakta diretti. Bunu elde edince de Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona: "İşte bu, senin umrenin yerinedir."
buyurdu.
Esrem'in Sünen'inde yer
alan bir rivayette Esved anlatıyor: Aişe'ye: "Hacdan sonra umre yaptın
mı?" dedim. O da: "Vallahi, umre değildi. Yalnızca ziyaretti.
Beytullah'ı ziyaret ettim." dedi.
İmam Ahmed diyor ki: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ısrar edince Hz. Aişe'ye umre
yaptırdı. Aişe "İnsanlar iki ibadet (hac ve umre) yaparak dönüyorlar. Ben
ise bir ibadetle (hacla) dönüyorum" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey Abdurrahman! Ona umre yaptır."
dedi. Hıll bölgesinin en yakın yerini gözetti; Aişe'ye oradan umre yaptırdı.
b) Hz. Aişe İlk Önce
Hangi İhrama Girmişti?
Alimler Hz. Aişe'nin ilk
önce hangi ihrama girdiği konusunda f&* iki görüş ortaya atmışlardır:
Birinci görüş: Tek umre ihramına
girmiştir. Yukarıda kaydettiği! hadislerden dolayı doğru olan budur. Sahih'de
Hz. Aişe'nin şöyle dediği kaydedilmektedir: Veda haccında Allah Rasulti
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Zilhicce ayının başlarına doğru yola
çıktık. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Sizlerden kim umreye
niyetlenip ihrama girmek, telbiye getirmek isterse öyle yapsın. Şayet ben
kurban sevketmemiş olsaydım umreye niyet edip ihrama girer, telbiye
getirirdim." buyurdu. Ben de umreye niyetlenip ihrama girenlerdendim...
Bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'ye:
"Umreyi bırak, hacca niyetlenip ihrama gir" buyurmuştur. Bu sözü Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'ye, Mekke yakınlarındaki
Şerifte söylemişti. Bu ifade Hz. Aişe'nin umre ihramına girdiğini açık bir
şekilde göstermektedir.
İkinci görüş: Önce ifrad
haccı yapmak üzere hacca niyetlenip ihrama girmiştir. İbn Atrdilber diyor ki:
Kasım b. Muhammed, Esved b. Yezid ve Amra, hepsi de Hz. Aişe'den, onun umre
değil hac ihramına girmiş olduğunu gösteren rivayetlerde bulunmuşlardır.
Amra'nın rivayetinde şöyle diyor: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte yola çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak
görüyorduk." Esved b. Yezid de benzerini rivayet etmiştir. Kasım'ın
rivayetinde ise "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte
hac için telbiye getirdik" demektedir. İbn Abdilber sözüne devamla diyor
ki: Hz. Aişe'den "Ben umreye niyetlenip ihrama girenler arasındaydım."
sözünü aktaran Urve'nin hata ettiğini söylemişlerdir. İsmail b. İshak:
"Bunlar yani Esved, Kasım ve Amra kaydettiğimiz rivayetler üzerinde
birleşmektedirler. Bundan da anladık ki, Urve'den aktarılan rivayetler
yanlıştır." demektedir, ibn Abdilber sözünü şöyle sürdürüyor: Yanlış
olması muhtemel görünmektedir. Hz. Aişe'nin Beytullah'ı tavaf etmesinin mümkün
olmaması, kurban sevketmemiş olanların yaptıkları gibi onun da umre ihramından
çıkması ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona tavafı terkedip
hacca devam etmesini emretmesi bu yanlışlığa düşmesine sebep olmuştur. Böylece
buradan Hz. Aişe'nin umreci olduğu, umresini terkedip hacca başladığı anlamım
çıkarmakla yanılgıya düşmüşlerdir. Ebu Ömer (İbn Abdilber) sözüne devam ederek
diyor ki: Cabir b. Abdullah, Urve'nin Hz. Aişe'den rivayet ettiği gibi, Hz.
Aişe'nin umreye niyetlenip ihrama girdiğini rivayet etmiştir.
Bu ikinci görüşü
savunanlar diyorlar ki: Urvenin yanlış anlaması Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şu sözünden kaynaklanmıştır: "Başını çöz, saçlarını
tara, umreyi bırak ve hacca niyetlenip ihrama gir, telbiye getir." Hammad
b. Zeyd, Urve'nin oğlu Hişam'dan babası Urve'nin şöyle dediğini rivayet eder:
Birçok kimse bana, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Aişe'ye
"Umreni bırak, başını çöz, saçlarını tara ve hac yapan kimsenin yaptığım
yap!" buyurduğunu aktarmıştır. Görüldüğü üzere Hammad, Urve'nin bu sözü
Hz. Aişe'den işitmediğini ortaya koymuştur.
Ben derim ki:
Reddedilmeleri için bir sebep, bir kusur bulunmayan ve asla yoruma açık olmayan
bu sahih ve sarih naslann, Hz. Aişe'nin ifrad haccı yaptığı konusunda açık
(zahir) olmayan mücmel (kapalı) bir ifade ile reddedilmeleri ne kadar hayreti
mucip! Zira onun ifrad haccı yaptığını iddia edenlerin ileri sürdükleri delil
neticede onun "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte
yola çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyorduk."
sözüdür. Aman Yarabbi, ne kadar tuhaf! Temettü' yapan kimsenin hacdan başka
birşey için yola çıktığı düşünülür mü? Elbette temettü' yapan olarak hacca
çıkmıştır. Nitekim, cünüp olduğu için gusleden bir kimse önce abdest alsa
"Cünüplükten dolayı gusletmek için çıktım" demesi olmayacak bir şey
değildir. Mü'minlerin annesi (r.a.) de doğru söylemiştir. Çünkü Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emriyle umre ihramına girinceye
kadar yolculuğu, yalnız hac yolculuğu olarak görüyordu. Sözleri birbirini
doğrulamaktadır.
Hz. Aişe'nin "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte hac için telbiye
getirdik." sözüne gelince: Sahi hay n'daki bir rivayete göre Cabir onun
umreye niyetlenip ihrama girdiğini, telbiye getirdiğim söylemiştir. Sahih-i
Müslim'deki bir rivayete göre de Tavus onun böyle yaptığını söylemiştir.
Mücahid de ondan aynısını aktarmıştır. Hz. Aişe'den gelen rivayetler çelişse
bile sahabenin ondan yaptığı rivayet, tabiinin rivayetine göre alınmaya daha
layıktır. Oysa burada hiç çelişki yoktur. Çünkü "Şöyle yaptık" diyen
kimsenin bu sözü hem kendisinin ve hem de arkadaşlarının yapmış olmalarıyla
doğrulanır.
Ne tuhaf! İbn Ömer'in:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umreyi hacca ilave etmek
suretiyle temettü' yaptı." sözünün "Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabı temettü' yaptı" anlamına geldiğini ve İbn Ömer'in
fiili, emretmiş olmasından dolayı Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
izafe ettiğini söylüyorlar! O zaman Hz. Aişe'nin "Hac için telbiye
getirdik." sözüyle de hac için telbiye getiren sahabe grubu
kastedilmiştir, deseniz ya! Yine onun "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte yola çıktık, O'nunla birlikte yolculuk yaptık." vb.
sözlerinde olduğu gibi "yaptık" sözü hakkında da aynısını söylemeli
değil misiniz?!.. Şayet bu rivayet yanlış değilse sahih ve sarih hadislerden
dolayı kesinlikle bunu bu şekilde yorumlayıp Hz. Aişe'nin umre ihramına
girdiğini söylemek düşer. Hz. Aişe'nin hadislerini en iyi bilen insanın, ondan
aracısız şifahi olarak duyup işiten Urve'nin bu konuda yanlışlık yaptığı nasıl
söylenebilir?!..
Hammad'ın rivayetindeki
"Birçok kimse bana, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Aişe'ye: Umreni bırak buyurduğunu aktarmıştır." sözüne gelince; bu
rivayet, Hz. Aişe'den gelen sahih rivayetlere aykırı düşerse bunu illetli sayıp
reddetme gereği ortaya çıkar. Ama o rivayetlere uygun düşer ve onları doğrular,
Hz. Aişe'nin umre ihramına girdiği konusunda onlara şahitlik yaparsa, bu durum
kendisinin doğru olarak aktarıldığına, aktaran kimsenin iyi zaptedip
bellediğine delil olur. Maamafih Hammad b. Zeyd, bu illetli rivayeti -birçok
kimse bana... aktardı, sözünü- tek başına aktarmış ve bir grup muhaddis ona
muhalefet ederek bunu Urve yoluyla Hz. Aişe'den muttasıl senedle rivayet
etmişlerdir. Şu halde çelişki düşünülse bile çoğunluğun rivayeti doğruya daha
yakındır. Aman Yarabbi! Ne kadar tuhaf! Hz. Aişe'nin hadislerini en iyi bilen
insan Urve'nin, onun söylediği "Ben de umreye "niyetlenip ihrama
girenlerdendim." sözünü rivayet ederken, çeşitli ihtimaller taşıyan mücmel
bir söze dayanarak, yanlışlık yaptığını söylemek nasıl caiz olur ve bu sözle
kıssanın -bir kısmı yukarıda sıralanan yön ve açılardan- akışının da lehinde
şahitlikte bulunduğu sahih ve sarih bir nas aleyhine nasıl hüküm verilebilir?!
İşte Hz. Aişe'nin umreye niyetlenip ihrama girdiğini rivayet eden dört insan:
Cabir, Urve, Tavus ve Mücahid. Şayet Kasım, Amra ve Esved'in rivayetleri
bunların rivayetleriyle çelişse çokluklarına dayanarak bunların rivayetlerini
esas almak daha münasip olur. Çünkü aralarında (bir sahabi olan) Cabir vardır.
Hem Urve'nin fazileti ve teyzesi Hz. Aişe'nin (r.a.) hadislerini bilmesi de
malumdur.
İbn Abdilberr'in
"Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona tavafı terkedip hacca
devam etmesini emretmesi dolayısıyla Hz. Aişe'nin umreci olduğunu söylemekle
yanılgıya düşmüşlerdir." sözü ne kadar tuhaf! Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Hz. Aişe'ye umreyi bırakmasını hacca yeniden niyetlenip
ihrama girmesini emretmiş ve ona: "Hacca niyetlenip ihrama gir, telbiye
getir." buyurmuştur. "Haccı sürdür.", "Onda devam et."
dememiştir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Aişe'ye saçlarını
taramasını emrettiğini aktaran ravinin, sırf reddeden kişinin mezhebine
muhalefet etmiş olmasından dolayı yanlış rivayette bulunduğu nasıl
söylenebilir?!.. Allah'ın kitabında, Peygamberinin sünnetinde ve ümmetin icma ettiği
konular arasında ihramlı kimsenin saçım taramasını haram kılan bir husus
nerede? Görüşleri destekleme ve taklid sebebiyle, sika ravilerin yanlışlık
yaptıklarım söylemek caiz değildir. İhramlı kimse saçın dökülmesinden güvencede
olursa başını taramaktan men edilmez. Şayet taramakla saçından herhangi bir
şeyin düşmesinden emin olmazsa, işte bunun yasaklanması tartışma ve ictihad
konusudur. İki tarafın arasında delil, hüküm verir. Eğer ne bir ayet, ne bir
hadis ve ne de bir icma menedilmesine delil değilse, o caiz demektir.
c) Hz. Aişe'nin
Ten'im'den Yaptığı Umre:
Hz. Aişe'nin Ten'im'den
yaptığı bu umre konusunda alimler dört yol tutmuşlardır:
Birinci yol: Bu umre,
onun kalbini hoş etmek ve gönlünü almak için fazladan bir şeydi. Yoksa yaptığı
tavaf ve sa'y, hac ve umresine sayılmıştı. Temettü' yapmaktaydı. Sonra haccı
umreye ilave etti ve böylece kıran haccı yapanlar arasına katıldı. En sahih
görüş budur. Hadisler bundan gayrısına delil olmazlar. Bu, Şafii, Ahmed ve
başkalarının tuttukları yoldur.
İkinci yol: Aişe, hayız
olunca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona umresini bozmasını ve
umreden ifrad haccına geçmesini emretti. Aişe hac ihramından çıkınca da evvela
ihramına girdiği umresini kaza etmesini emretti. Bu, Ebu Hanife ve takipçilerinin
tuttuğu yoldur. Bu görüşe göre, bu umre Hz. Aişe hakkında vacip idi ve mutlaka
yapması gerekliydi. Birinci görüşe göre ise caiz idi. Hayız olup da Arafat'ta
vakfe yapmadan önce tavaf etme imkanına sahip olmayan her temettü' haccı
yapmakta olan kadın bu iki görüşe göre ya haccı umreye ilave edip kıran
yapmalıdır. Ya da umreden hacca geçip ifrad yapmalı ve umreyi kaza etmelidir.
Üçüncü yol: Aişe, kıran
yaptığı için ayrı bir umre yapması da gerekliydi. Çünkü kıran haccı esnasında
yapılan umre, "İslam umresi" yerine geçmez. Ahmed'den gelen iki
rivayetten biri budur.
Dördüncü yol: İfrad
haccı yapmaktaydı. Hayız olduğu için kudüm tavafını yapması mümkün olmadı.
Temizlenip hac görevini bitirinceye kadar ifrad haccını sürdürdü. Bu umre ise
İslam umresidir. Bu, malikilerden Kadı İsmail b. İshak ve başkalarının yoludur.
Bu yolun zayıflığı ortadadır. Hatta hadis hakkında tutulan yolların en
zayıfıdır.
Bu Hz. Aişe hadisinden,
hac ve umre ibadetlerinin temelleri konusunda muazzam prensipler elde edilir:
1- Kıran haccı yapan
kimse bir tavaf ve bir sa'y ile yetinir.
2- Hayızlı kadından
kudüm tavafı düşer. Nitekim Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hanımı Safiyye hadisi, hayızlıdan veda tavafının düşeceği konusunda bir
asıldır.
3- Hayizlının, tıpkı
hayızlı olmayan için caiz olduğu gibi haccı umreye ilave etmesi hem caiz ve hem
de evladır. Çünkü o, özürlü olup buna muhtaçtır.
4- Hayızh, Beytullah'ı
tavaf dişında bütün hac fiillerini yerine getirir.
5- Ten'im, Hıll
bölgesindendir.
6- Bir sene içinde,
hatta bir ay içinde iki umre yapmak caizdir.
7- Temettü* haccı yapan
kimsenin, kaçırmaktan emin olduğunda haccı umreye ilave etmesi meşrudur. Aişe
hadisi bu konuda bir dayanaktır.
8- Mekke umresi
konusunda da bir dayanaktır. Bunu müstehap sayanların bundan başka dayanakları
yoktur. Çünkü gerek Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve gerekse
-yalnız Aişe dışında- O'nunla birlikte hac yapanlardan hiçbiri Mekke'de
bulunduklarında şehirden çıkıp da umre yapmamışlardır. Mekke umresini "savunanlar
Aişe kıssasını kendi görüşleri için bir dayanak yapmışlarsa da bu kıssada onlar
için bir delil yoktur. Zira onun yaptığı umre ya "Aişe umreyi bozdu"
diyenlere göre bozulan umrenin kazasıdır, dolayısıyla kaza etmesi vacip bir
umredir, veya "Kıran yapmıştı. Yaptığı tavaf ve sa'y, hac ve umresine
sayılmıştı." diyenlere göre kalbini hoş etmek için yapmış olduğu tamamen
fazladan bir umredir. En iyi Allah bilir.
d) Hz. Aişe'nin Bu
Umresi tslam Umresi Yerine Geçer mi?
Hz. Aişe'nin yapmış
olduğu bu umrenin İslam umresi yerine geçip geçmeyeceğine gelince; bu konuda
fakihler iki görüş ileri sürmüşlerdir. Her ikisi de Ahmed'den rivayet
edilmiştir. Yerine geçmeyeceğini söyleyenler diyorlar ki: Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) meşru kıldığı ve yaptığı umre iki türlüdür, bir
üçüncüsü yoktur: 1) Temettü' umresi: Mikatta izin verdiği, yolculuk esnasında
teşvik ettiği ve Safa-Merve'de iken kurbanlık sevketmeyenlere vacip kıldığı
umredir. 2) Doğrudan doğruya kendisi için sefere çıkılan umre (ifrad umresi). Mesela,
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yukarıda adı geçen umreleri
böyledir. Bu ikisi dışında, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrı,
başlı başına bir umre meşru kırmamıştır. Her ikisinde de umreci Mekke'ye girmiş
durumdadır. En yakın Hıll bölgesine çıkılarak yapılan umre meşru kılınmamıştır.
Hz. Aişe'nin umresi ise sırf bir ziyarettir. Yoksa onun hacla birlikte yapmış
olduğu umre, Allah Rasülü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kesin ifadesine
göre onun için yeterli olmuştur. Bu da kıran yapan kimsenin haccıyla birlikte
yaptığı umrenin İslam umresi yerine geçeceğine delildir. Kesin doğru olan da
budur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Aişe'ye: "Yapmış
olduğun tavaf, haccın ve umren için yeterlidir." bir rivayette "yerine
geçer" ve bir rivayette de "sana kafidir" buyurmuş ve demiştir
ki: "Kıyamet gününe kadar umre, hacca dahil olmuştur." Kurbanlık
sevkeden herkese hacla umreyi birleştirmesini emretmiş; ama kendisiyle birlikte
kıran yapan ve kurbanlık sevketmiş bulunan hiç kimseye kıran umresi dışında bir
başka umre yapmasını emretmemiştir. O halde kıran yapan kimsenin bu haccı
esnasında yaptığı umrenin İslam umresi yerine geçeceği kesinlikle sahih
demektir. Başarı yalnız Allah'tandır.
e) Hz. Aişe'nin Hayızdan
Temizlendiği Yer:
Hz. Aişe'nin hayız
olduğu yer kuşkusuz Şeriftir. Nerede (hayızdan) temizlendiği konusunda ise
ihtilaf edilmiştir. Kimileri Arafat'ta olduğunu söylemiştir. Mücahid, Hz.
Aişe'den bu şekilde rivayet etmektedir. Urve'nin yine Hz. Aişe'nin kendisinden
rivayetine göre ise o hayızh iken arefe günü gelip çatmıştı. Bu iki rivayet
arasında bir çatışma sözkonusu değildir. Her iki hadis de sahihtir. İbn Hazm,
bu iki hadisi, iki anlama yüklemiştir. Ona göre Arafat temizliği, orada vakfe
yapmak için yapılan gusüldür. İbn Hazm diyor ki: Hz. Aişe "Arafat'ta iken
tatahhur ettim = iyice temizlendim" demektedir. Tatahhur, "tuhr =
temizlenmek"ten farklıdır. Kasım ise Hz. Aişe'nin tuhr gününün, kurban
bayramının birinci günü olduğunu söylemektedir. Bu hadis Sahih-i Müslim'dedir.
Kasım ile Urve, Hz. Aişe'nin arefe günü hayızh olduğu konusunda hemfikirdirler.
Bu zatlar, ona en yakın insanlardır... Oysa Ebu Davud, Muhammed b. İsmail -
Hammad b. Seleme - Hişam b. Urve - babası Urve senediyle Hz. Aişe'den
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Zilhicce ayının
başlarına doğru yola çıktık..." hadisini rivayet etmektedir, bu hadiste şu
cümle yer almaktadır: "...Batha gecesi olunca Aişe temizlendi." Bu
hadisin senedi sahihtir. Ancak İbn Hazm diyor ki: Bu hadis, münkerdir, bütün bu
ravilerin Hz. Aişe'den rivayet ettikleri hadise aykırıdır. Aykırı olan husus,
Hz. Aişe'nin Batha gecesi temizlendiğini ifade eden cümlesidir. Çünkü Batha
gecesi, kurban bayramının ilk gününden dört gece sonra olan gecedir. Bu ise imkansızdır.
Ancak biz iyi düşündüğümüzde bu sözün, Hz. Aişe'nin sözü olmadığını gördük. Şu
halde buna bağımlılık düştü demektir. Zira Hz. Aişe'den sonraki birinin
sözüdür. O, kendisini herkesten daha iyi bilir. İbn Hazm sözlerine devamla
diyor ki: Bu Hammad b. Seleme hadisini Vüheyb b. Halid ile Hammad b. Zeyd de
rivayet etmiş; ama bu sözü söylememişlerdir.
Ben derim ki: Hammad b.
Zeyd ile beraberindekilerin rivayet ettikleri hadis, Hammad b. Seleme hadisine
göre birkaç yönden tercihe şayandır:
1- Hammad b. Zeyd,
Hammad b. Seleme'den hafızası daha güçlü ve daha güvenilir bir ravidir.
2- Hammad b. Zeyd ve
beraberindekilerin rivayet ettikleri hadiste, kendisi hakkında Hz. Aişe'den
haber aktarılmaktadır. Hammad b. Seleme hadisinde ise Hz. Aişe'den haber
verilmektedir.
3- Zühri, bu hadisi Urve
aracılığıyla Hz. Aişe'den rivayet etmiştir ve bu rivayette "Ben, arefe
gününe kadar hayızlı olarak kaldım." cümlesi yer almaktadır. İşte Mücahid
ve Kasim'ın Hz. Aişe'den beyanda bulundukları son sınır budur. Ancak Mücahid,
onun "Arafat'ta iyice temizlendim" dediğini; Kasım ise bunun kurban
bayramının birinci günü olduğunu rivayet etmiştir.
14- Haccın Umreye
Çevrilmesi ve Bu Konuda alimlerin İhtilafı:
Yeniden Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını anlatmaya dönelim: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Şerife varınca ashabına: "Yanında kurbanlık
hayvanı bulunmayanlar, isterlerse (hac niyetlerini) umreye çevirsinler.
Kurbanlıkları bulunanlar ise çevirmesinler." Buyurdu. Bu ise mikatta iken
tanınan serbestlik hakkından üstte başka bir mertebedir.
Mekke'ye varınca yanında
kurbanlığı bulunmayan kimselerin haclarını umreye çevirmelerini ve ihramdan
çıkmalarını; yanında kurbanlık bulunanların ise ihramlı olarak kalmalarını
kesin surette emretti. Bundan asla herhangi bir şey neshedilmiş değildir.
Aksine Süraka b. Malik, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı
çevirmelerini emrettiği bu umrenin o seneye mi mahsus olduğunu, yoksa bu işin
ebedi mi olduğunu sormuş, O da: "Hayır, (yalnız bu seneye mahsus değil);
ebediyen bu böyledir. Kıyamet gününe kadar umre, hacca dahil olmuştur."
buyurdu.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı umreye çevirmeyi emrettiğini 14 sahabi
rivayet etmiştir. Bu hadislerin hepsi sahihtir. Bu sahabiler: 1- Aişe, 2-
Mü'minlerin annesi Hafsa, 3- Ali b. Ebu Talib, 4- Allah Rasulü'nün (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kızı Fatnna, 5- Ebu Bekir Sıddik'in kızı Esma, 6- Cabir b.
Abdullah, 7- Ebu Said el-Hudri, 8- Bera b. azib, 9- Abdullah b. Ömer, 10- Enes
b. Malik, 11- Ebu Musa el-Eş'ari, 12- Abdullah b. Abbas, 13- Sebra b. Ma'bed
el-Cüheni, 14- Süraka b. Malik el-Müdlici. Allah onlardan razı olsun. Şimdi biz
bu hadislere işaret edeceğiz:
Sahihayn'da İbn
Abbas'tan rivayet edilmektedir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ile ashabı (Zilhicce'nin) dördüncü gecesi sabahında hacca telbiye getirerek
(Mekke'ye) geldiler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara, haccı
umreye çevirmelerini emretti. Bu durum (hac aylarında umre yapmayı büyük günah
gördükleri için) sahabilere ağır geldi ve; "Ey Allah'ın Rasulü! Bu nasıl
hılldir (ihramdan çıkıştır? İhramın haram kıldığı şeyleri bu da helal kılar
mı?)" diye sordular. O da: "Bu umrenin ihramından çıkış da haccin
ihramından çıkış gibi tamamen ihramın haram kıldığı şeyleri helal kılar."
buyurdu. Müslim'deki bir metinde denilmektedir ki: "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile ashabı Zilhicce'nin dördüncü günü hacca
telbiye getirerek Mekke'ye geldiler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onlara haccı umreye çevirmelerini emretti." Bir metinde ise: "Yanında
kurbanlıkları bulunanlar dışındaki sahabilere ihramlarını umreye çevirmelerini
emretti." denilmektedir.
Sahihayn'da. rivayet
edildiğine göre Gabir b. Abdullah anlatıyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ile ashabı hacca niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve Talha dışında hiçbirinin yanında
kurbanlığı yoktu. Hz. Ali (r.a.) yanında kurbanlığı olduğu halde Yemen'den
geldi ve: "Ben, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama
girdiği gibi ihramlandım." dedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sahabilere, ihrama girerken niyetlendikleri haccı umreye çevirmelerini,
tavaf etmelerini, saçlarını kısaltmalarını ve beraberinde kurbanlığı bulunan
kimseler dışında kalanların ihramdan çıkmalarını emretti. Sahabiler:
"Bizler, herbirimizin cinsel uzvu meni damlatır halde mi, Mina'ya
gideceğiz? (Yani biz ihramsız olduğumuz için hanımlarımızla cinsel ilişkide
bulunacak, Hz. Peygamber böyle bir şeyden ihramlı olduğu için mahrum
kalacak!)" dediler. Bu sözler, Hz, Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kulağına ulaşınca: "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor
olsaydım kurbanlık sevketmezdim. Şayet yanımda kurbanlığım bulunmasaydı elbet
ihramdan çıkardım." buyurdu. Bir metinde ise şöyle deniliyor: Bunun
üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aramızda ayağa kalktı ve şu
konuşmayı yaptı: "Siz de biliyorsunuz ki, sizin Allah'tan en çok korkan,
O'na en çok sadakat gösteren ve O'na en çok itaatkar olanınız benim. Şayet
yanımda kurbanlık bulunmasaydı, sizin ihramdan çıktığınız gibi ben de çıkardım.
Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor olsaydım, kurbanlık sevketmezdim.
Siz artık ihramdan çıkın." Bir metinde de deniliyor ki: Biz ihramdan
çıkınca Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize Mina'ya yöneldiğimiz
zaman ihrama girmemizi emretti. Biz de Ebtah'da niyetlenip ihrama girdik.
Süraka b. Malik b. Cu'ştim: "Ey Allah'ın Rasulü! Bu iş, bu seneye mi mahsus,
yoksa ebediyen böyle mi?" diye sordu, O da: "Ebediyen" cevabını
verdi. Bu metinlerin hepsi de Sa/7z7i'dedir. Bu son metin "Bu iş yalnız
sahabilere mahsustu." diyenlerin görüşünü açık bir şekilde ibtal
etmektedir. Çünkü bu takdirde ebediyen değil, yalnız o sene için geçerli olur.
Oysa Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ebediyen geçerli olduğunu
söylüyor.
Müsned'de İbn Ömer'in
şöyle dediği rivayet edilir: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
ashabı hacca telbiye getirerek Mekke'ye geldiler. Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) "Yanında kurbanlık bulunanlar dışında kalan kimselerden
dileyen ihrama girerken niyetlendiği hacci umreye çevirsin." buyurdu.
Sahabiler: "Ey Allah'ın Rasulü! Bizler, herbirimizin cinsel uzvu meni
damlatır halde mi Mina'ya gideceğiz?" dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de: "Evet" cevabım verdi ve buhurdanlar (veya öd
ağaçları) yandı.
Sünen'de Rabi' b. Sebra
aracılığıyla babası Sebra'nın şöyle dediği rivayet edilir: Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Usfan'a vardığımızda
Süraka b. Malik el-Müdlici: "Ey Allah'ın Rasulü! Bize öyle bir şey yaptır
ki, bugün doğmuş bir kavim gibi olalım" dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Allah (c.c), size hac içine umreyi de dahil
etti. Mekke'ye vardığınızda Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y
yapan -yanınla Kurbanlık bulunanlar dışında kalan- kimseler ihramdan
çıksınlar" buyurdu.
Sahihayn'da "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Yalnız haccın
sözünü ediyorduk..." diye başlayan ve Hz. Aişe'den gelen hadiste deniyor
ki: Mekke'ye vardığımızda Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına
"İhrama girerken niyetlendiğiniz haccı umreye çevirin." diye emretti.
Bunun üzerine yanında kurbanlık bulunanlar dışındaki insanlar ihramdan
çıktılar... Aişe hadisin geri kalan kısmını da söylemektedir.
Buhari'deki bir metinde
deniyor ki: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola
çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyorduk. Mekke'ye gelince
Beytullah'ı tavaf ettik. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurbanlık
sevketmeyenlerin ihramdan çıkmalarım emretti. Bunun üzerine kurbanlık
sevketmeyenler ihramdan çıktılar. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hanımları da sevketmemişlerdi. Bu yüzden onlar da ihramdan çıktılar.
Müslim'in bir metninde
ise şöyle deniyor: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öfkeli bir halde
yanıma girdi. Ben: "Ey Allah'ın Rasulü! Seni öfkelendiren kimseyi Allah,
cehenneme sokar." dedim. O da: "Farkında değil misin? Ben insanlara
bir şey emrettim. Bakıyorsun, onlar tereddüd ediyorlar! Bu yapmakta olduğum
hacca yeniden başlıyor olsaydım satın alıp beraberimde kurbanlık sevketmez,
onların ihramdan çıktıkları gibi ben de ihramdan çıkardım." Buyurdu.
Malik, Yahya b. Said
yoluyla Amra'nın, Hz. Aişe'nin şöyle dediğini duymuş olduğunu rivayet eder:
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Zilkade ayının bitimine
beş gün kala yola çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyorduk.
Mekke'ye yaklaşınca Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yanında
kurbanlık bulunmayan kimselerin Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y
yaptıktan sonra ihramdan çıkmalarını emretti. Yahya b. Said diyor ki: Bu hadisi
Kasım b. Muhammed'e söyledim. "Vallahi, Amra hadisi sana olduğu gibi
söylemiş." dedi.
Sahih-i Müslim'de İbn
Ömer'in Hafsa'dan şunları işittiği rivayet edilmektedir: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccı senesi hanımlarına ihramdan
çıkmalarını emretti. "Senin ihramdan çıkmanı engelleyen nedir?" diye
sordum. "Ben başımın saçlarını yapışkan bir madde ile birbirine
tutuşturdum, ve kurbanımın boynuna kurbanlık nişanı taktım. Kurbanı kesmedikçe
ihramdan çıkamam." cevabını verdi.
Sahih-i Müslim'de Hz.
Ebu Bekir'in kızı Esma'nın -Allah her ikisinden de razı olsun- şöyle dediği
rivayet edilir: İhramlı olarak yola çıktık. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Yanında kurbanlığı bulunan kimse ihramlı kalsın. Kurbanlığı
bulunmayan ise ihramdan çıksın." buyurdu.
Yine Sahih-i Müslim'de
rivayet edildiğine göre Ebu Said el-Hudri anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Yüksek sesle hac için telbiye
getiriyorduk. Mekke'ye vardığımızda, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), kurbanlık sevkedenler hariç bize haccı umreye çevirmemizi emretti.
Terviye günü olunca Mina'ya gittik ve hacca niyetlenip ihrama girdik, telbiye
getirdik.
Sahih-i Buhari'de ibn
Abbas'tan gelen bir rivayette deniyor ki: Veda haccında Muhacirler, Ensar ve
Hz. Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları ihrama girip telbiye
getirdiler. Biz de ihrama girip telbiye getirdik. Mekke'ye vardığımızda Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kurbanlığın boynuna nişan takanlar
müstesna, hac niyetiyle yaptığınız ihram ve telbiyelerinizi umreye
çevirin." buyurdu.
i bir rivayete göre Bera
b. azib anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı yola
çıktı. Hac için ihrama girdik. Mekke'ye vardığımızda: "Haccınızı umreye
çevirin" buyurdu. İnsanlar: "Ey Allah'ın Rasulü! Ama biz hac için
ihrama girmiştik. Onu umreye nasıl çevirebiliriz?" dediler. O da:
"Size emrettiğimi yapmaya bakın" cevabım verdi. Bunun üzerine aynı
sözü tekrar tekrar söyleyip durdular. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) öfkelendi. Sonra gidip öfkeli bir halde Aişe'nin yanına girdi. Aişe,
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yüzündeki öfke ifadelerini gördü
ve: "Seni öfkelendireni Allah öfkelendirir." dedi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Neden öfkelenmeyeyim ki? Ben bir şey
emrediyorum, uyulmuyor!" dedi.
Biz, Allah'ı kendimize
şahit tutarız ki, şayet biz, hac için ihrama girmiş olsak, Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gazabından sakınmak ve O'nun emrine uymak için bu
haccı umreye çevirmenin bize kesinlikle farz olduğu görüşünde olurduk. Vallahi,
bu ne O'nun hayatında ve ne de O'ndan sonra neshedilmiş değildir. Buna aykırı
bir tek sahih harf bile rivayet edilmemiştir. Ayrıca Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) diğer insanlar dışta kalacak şekilde bunu yalnız ashabına
mahsus kılmış da değildir. Aksine Allah Teala, Süraka'nın Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunun yalnız kendilerine mi mahsus olduğunu
sormasını sağlamış ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) cevap olarak
ebediyen bunun böyle olduğunu söylemiştir. Bu hadislere ve Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) muhalefet edenlere öfkelendiği böyle güçlü bir
emre kendisini tercih etmemiz gereken şey nedir, bilmiyoruz.
Allah için ne mutlu imam
Ahmed'e (r.h.)! Kendisine Seleme b. Şebib: "Ey Ebu Abdillah! Bir tek nokta
dışında bana göre senin herşeyin güzeldir." demiş; "O nedir?"
diye sorusuna "Sen haccm umreye çevirileceğini söylüyorsun," cevabını
alınca: "Ey Seleme! Ben senin akim var sanıyordum! Ben bu konuda Allah
Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayet edilmiş on bir sahih hadis
biliyorum. Onları senin görüşün için terk mi edeyim?!" diye karşılık
vermişti.
Sünen'de Bera b.
azib'den rivayet ediliyor: Hz. Ali (r.a.), Yemen'den Allah Rasulü'ne geldiği
vakit Hz. Fatıma'nın renkli elbiseler giyindiğini ve eve güzel kokular serpmiş
olduğunu gördü. "Ne bu halin?" diye sordu. O da "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına emretti, ihramdan çıktılar." diye
karşılık verdi.
İbn Ebi Şeybe, ibn
Fudayl - Yezid - Mücahid senediyle rivayet eder ki Abdullah b. Zübeyr:
"Haccı, ifrad yapınız. Şu sizin körün sözünü bırakın." dedi. Bunun
üzerine İbn Abbas: "Allah'ın, kalbini kör ettiği kimse kuşkusuz sensin.
Annene bunu sorsana." deyip onu annesine gönderdi. Annesi: "İbn Abbas
doğru söylemiş. Biz, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte
hac yapmak için geldik. Haccı umreye çevirdik. İhramdan tamamen çıktık. Hatta
erkeklerle kadınlar arasında buhurdanlar yandı." diye açıklamada bulundu.
Sahih-i Buhari'deki bir
rivayete göre İbn Şihab (Zühri) anlatıyor: Ben bir soru sormak üzere Ata'nın
yanına girdim. Dedi ki: Cabir b. Abdullah bana şunları anlattı: Cabir'in
kendisi, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beraberinde Mekke'ye
kurbanlık develer sevkettiği gün O'nunla haccetmişti. Sahabiler ifrad haccına
niyetlenip ihrama girmişlerdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onlara: "Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y yapmakla
ihramınızdan çıkın, saçlarınızı kısaltın, sonra terviye gününe kadar ihramsız
kalın. O gün gelince hacca niyetlenip ihrama girin, telbiye getirin. Evvelki
ihramına girdiğiniz ifrad haccını temettü' haccına çevirin." buyurdu.
Sahabiler: "Hac diye isimlendirdiğimiz halde şimdi o haccı nasıl temettu'a
çevirmek suretiyle umre yaparız?" diye sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Size emrettiğimi yapın. Şayet ben kurbanlık sevketmemiş
olaydım, elbet size emrettiğim gibi yapardım. Fakat kurban yerine ulaşıncaya
(yani Mina'da kesilinceye) kadar ihramlıya haram olan hiçbir şey bana helal
olmaz." buyurdu. Onlar da denileni yaptılar.
Yine Sahih-i Buhari'de
Cabir'den rivayet edilen "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
ashabı hacca niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler."...diye
başlayan hadiste denmektedir ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ashabına haclarım umreye çevirmelerini ve tavaf etmelerini, kurbanlık
sevkedenler dışında kalan kimselerin saçlarım kısaltmalarını emretti.
Sahabiler: "Bizler herbirimizin cinsel uzvu meni damlatır olduğu halde
Mina'ya mı gideceğiz?" dediler. Bu söz, Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kulağına ulaştı. Bunun üzerine: "Bu yapmakta olduğum
hacca yeniden başlıyor olsaydım kurbanlık sevketmezdim. Yanımda kurbanlık
bulunmasaydı elbet ihramdan çıkardım." buyurdu.
Sahih-i Müslim'de Veda
haccı konusunda Cabir'den gelen rivayete göre şöyle anlatıyor: Mekke'ye
geldiğimizde Kabe'yi tavaf ettik, Safa-Merve arasında sa'y yaptık. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bizden, yanında kurbanlık bulunmayanların
ihramdan çıkmasını emretti. "Bu nasıl bir ihramdan çıkıştır?" diye
sorduk. "Tamamen hac ihramından çıkmak gibidir." cevabını verdi. Bunun
üzerine hanımlarımızla cinsel ilişkide bulunduk, güzel kokular süründük ve
elbiselerimizi giydik. O vakit, arefe gününe dört gece kalmıştı. Sonra terviye
günü niyetlenip ihrama girdik, telbiye getirdik. Müslim'in başka bir metninde
ise şöyle deniyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem); "Sizlerden
yanlarında kurbanlık bulunmayanlar ihramdan çıksın ve niyetlendikleri haccı
umreye çevirsinler." buyurdu. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile yanında kurbanlık bulunanlar dışında bütün insanlar
ihramdan çıktılar ve saçlarını kısalttılar. Terviye günü olunca Mina'ya
yöneldiler ve hacca niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler.
Bezzar'ın Müsned'inde Enes'ten
(r.a.) sahih senedle rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ile ashabı hac ve umreye niyetlenip ihrama girdiler, telbiye
getirdiler. Mekke'ye vardıklarında Beytullah'ı tavaf ettiler, Safa-Merve
arasında sa'y yaptılar. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara
ihramdan çıkmalarını emretti. Sahabiler bundan korkup çekindiler. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "İhramdan çıkın. Şayet yanımda kurbanlık
bulunmasaydı elbet ben de ihramdan çıkardım." buyurdu. Bunun üzerine
sahabiler ihramdan çıktılar ve hanımlanyla cinsel ilişkide bulunmaları helal
oldu.
Sahih-i Buhari'de
rivayet edildiğine göre Enes anlatıyor: Biz de beraberinde olduğumuz halde
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de öğleyi dört, Zülhuleyfe'de
ikindiyi iki rekat olarak kıldırdı. Sonra geceyi orada geçirdi. Sabah olunca
devesine bindi. Deve, O'nu Beyda tepesinin zirvesine çıkarınca Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Allah'a hamdetti ve tesbih getirdi. Sonra hac ve
umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. İnsanlar da hac ve umreye
niyetlenip ihrama girdiler, telbiye getirdiler. Mekke'ye vardığımızda insanlara
ihramdan çıkmalarını emretti. Terviye günü olunca hacca niyetlenip ihrama
girdiler, telbiye getirdiler..
Yine Sahih-i Buhari'de
rivayet edildiğine göre Ebu Musa el-Eş'ari anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) beni Yemen'e kavmime gönderdi. O, Batha'da iken gelip O'na
yetiştim. Bana: "Neye niyetlendin?" diye sordu. Ben de "Hz. Peygamber'in
niyet ettiği şeye niyetlendim." cevabını verdim. Bunun üzerine: "Peki
yanında herhangi bir kurbanlık var mı?" diye sordu. "Hayır"
dedim. Bana emretti, Beytullah'ı tavaf ettim, Safa-Merve arasında sa'y yaptım.
Sonra emretti, ihramdan çıktım.
Sahih-i Müslim'deki bir
rivayete göre Hüceymoğullarından bir adam İbn Abbas'a: "İnsanları
birbirine düşüren şu, 'Kim Beytullah'ı tavaf ederse ihramdan çıkmış olur'
fetvası nedir?" diye sordu. O da cevap olarak: "Hoş görmeseniz de
Peygamberinizin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünneti budur." dedi.
İbn Abbas doğru
söylemektedir. Beytullah'ı tavaf eden ve yanında kurbanlık hayvanı bulunmayan
herkes -ister ifrad, ister kıran, isterse temettü' yapmakta olsun- ya zorunlu
olarak ya da hükmen ihramdan çıkmış olur. İşte reddini ve kabul edilmemesini
gerektiren herhangi bir sebep bulunmayan sünnet budur. Tıpkı Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şu hadisinde olduğu gibi: "Gün, buradan
devrilip gece şuradan belirince oruçlu iftar eder." Bu hadis ya
"hükmen iftar etmiş olur" şeklinde ya da "iftar etme vakti
girmiş ve bu vakit onun için iftar vakti olmuştur" şeklinde
anlaşılacaktır. İşte Beytullah'ı tavaf eden için de durum böyledir. Ya hükmen
ihramdan çıkmış sayılacaktır, ya da bu vakit onun için, ihram vakti olmayıp
yalnızca ihramdan çıkış vakti olacaktır. Yanında kurbanlık hayvanı bulunmadığı
sürece bu böyledir. Sünnetten açık olarak anlaşılan da budur.
Yine Sahih-i Müslim'de
Ata'dan rivayet edildiğine göre İbn Abbas derdi ki: "İster hacı oftun
ister olmasın, Beytullah'ı tavaf eden herkes mutlaka ihramdan çıkar." Yine
derdi ki: "İster Arafat'ta vakfe yaptıktan sonra olsun, isterse yapmadan
önce olsun bu böyledir." İbn Abbas bunu Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kendilerine Veda hacci sırasında ihramdan çıkmalarını
emretmesine dayanarak söylemiştir.
Sahih-i Müslim'de İbn
Abbas'tan rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bu, kendisiyle faydalandığımız bir umredir. Yanında kurbanlık bulunmayan
ihramdan çıksın, ihramlıya haram olan her şey ona helal olmuştur. Artık kıyamet
gününe kadar umre hacca girmiştir." Buyurdu.
Abdürrezzak, Ma'mer -
Katade - Ebu'ş-Şa'sa senediyle İbn Abbas'ın şöyle dediğini rivayet eder:
"Hacca niyetlenip ihrama girerek gelen kimse Beytullah'ı tavaf ettiğinde
onun bu tavafı, istese de istemese de, haccmı umreye çevirir." Ravi
(Ebu'ş-Şa'sa) diyor ki: İbn Abbas'a "İnsanlar senin bu sözüne karşı
geliyorlar" dedim. O da: "Hoşlanmasalar da Peygamberlerinin sünneti
budur." dedi.
Bunu Hz. Peygamber'den
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) adını verdiğimiz ve vermediğimiz daha başka
sahabiler de rivayet etmiştir. Onlardan da tabiinin ileri gelenlerinden çeşitli
gruplar aktarmıştır. Sonuçta kuşku bırakmayacak, kesin bilgi verecek ve hiç
kimsenin inkarına veya "Böyle bir şey olmadı" demesine imkan
vermeyecek bir şekilde bize kadar ulaşmıştır. Bu görüş Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) aile fertlerinin, ümmetin ilim deryası büyük alim
İbn Abbas ve öğrencilerinin, Ebu Musa el-Eş'ari'nin, ehl-i sünnet ve ehl-i
hadisin imamı Ahmed b. Hanbel ve takipçilerinin, onun yanında ehl-i hadisin,
Basra kadısı Abdullah b. Hasan el-Anberi'nin ve Zahirilerin görüşüdür.
15- Haccın Umreye
Çevrilmesine Muhalefet Edenlerin Gerekçeleri:
Bu hadislere muhalefet
edenlerin gerekçeleri vardır: Birinci gerekçe: Bu hadisler neshedilmiştir.
İkinci gerekçe: Bunlar
sahabeye özgüdür. Başkalarının, bu hadislerin ortaya koyduğu hükümde onlara
ortak olmaları düşünülemez.
Üçüncü gerekçe: Aksine
hüküm bildiren hadislerle bu hadislerin çelişmeleri. Bu hadisler karşısında
ortaya koydukları gerekçelerin toplamı bu kadardır.
Şimdi biz bu gerekçeleri
teker teker sıralayıp Allah'ın yardım ve tevfikiyle bunlarda görülen
yanlışlıkları ortaya koyacağız.
a) Bu Hadisler
Neshedilmiştir:
Birinci gerekçe, nesihtir.
Nesh için şu dört şeye ihtiyaç varken bunlardan hiçbirini ortaya
koyamamışlardır. 1) Başka naslara ihtiyaç vardır, 2) Bu naslar bu hadislerle
çelişecektir, 3) Bu çelişki yanında hadislere karşı koyabilecek güçte
olacaklardır, 4) Bu naslarm, bu hadislerden daha sonra oldukları sabit
olacaktır. Nesih iddiasında bulunanlar diyorlar ki: Ömer b. Hattab
es-Sicistani, el-Firyabi - Eban b. Ebu Hazim - Ebu Bekir b. Hafs - İbn Ömer
senediyle rivayet eder ki, Hz. Ömer İbnü'l-Hattab (r.a.) halife olunca: "Ey
insanlar! Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize müt'ayı (temettü'
haccmı) önce helal, sonra haram kıldı." dedi. Bu hadisi Bezzar,
Müsned'inde Hz. Ömer'den rivayet etmiştir.
Hacın umreye
çevrilebileceğini mubah görenler diyorlar ki: Şaşılır size! Rüzgarların
sarsamadığı sabit dağların karşısına rüzgarların sağa-sola savurduğu heyelan
halindeki kum tepesini dikiyorsunuz! Bu hadisin ne senedi, ne metni... Senedi,
hadisçilere göre bize karşı delil olamaz. Metnine gelince, metinde geçen
"müt'a" kelimesi ile Allah Rasülü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
önce helal, sonra haram kıldığı müt'a nikahı kastedilmektedir. Bu kelimenin
başka türlü anlaşılması şu sebeplerden ötürü asla caiz olmaz:
1- Temettü' haccının
haram olmadığı konusunda ümmet icma etmiştir. Temettü' haccı ya farzdır, ya
mutlak olarak hac ibadeti şekillerinin en faziletlisidir, ya müstehaptir ya da
caizdir. Ümmet arasında bunun haramlığını savunan beşinci bir görüş bulunduğunu
bilmiyoruz.
2- Hz. Ömer
İbnü'l-Hattab'ın (r.a.) şöyle dediği pek çok yoldan sahih olarak rivayet
edilmiştir: "Hac yapsaydım elbet temettü' haccı yapardım." Bu sözü
Esrem, Sünen'inde ve başka eserlerinde kaydetmiştir.
Abdürrezzak'm, Musannef
adlı eserinde rivayet ettiğine göre (Hz. Ömer'in torunu) Salim b. Abdullah'a:
"Hz. Ömer, temettü' haccını yasakladı mı?" diye sordular. O da:
"Hayır, Allah Teala'nın kitabından sonra ha?" diye karşılık verdi.
Abdürrezzak'ın Nafi'den rivayetine göre, bir adam ona "Hz. Ömer temettü'
haccını yasakladı mı?" diye sordu; o da "Hayır" cevabını verdi.
Yine Abdürrezzak'ın rivayetine göre ibn Abbas demiştir ki: "Temettü'
haccını yasakladığını iddia ettiğiniz bu zatın -yani Hz. Ömer'in- 'Şayet umre
yapsam, sonra haccetsem elbet temettü' haccı yapardım, dediğini işittim."
Ebu Muhammed İbn Hazm:
"Hz. Ömer'in temettü' haccını yasakladıktan sonra bundan vazgeçip temettü'
haccı yapılabileceğini söylediği sahih olarak rivayet edilmiştir." diyorsa
da, kendisince neshedilmiş olduğu sahih olan bu görüşe Hz. Ömer'in geri dönmesi
imkansızdır.
3- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine bunun yalnızca o seneyi mi mahsus
olduğunu yoksa ebediyyen mi böyle olduğunu soran sahabiye "Hayır,
ebediyyen" diye cevap vermişken Hz. Ömer'in bunu yasaklaması imkansızdır.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu ifadesi, bu konuda neshin
olması ihtimalini ortadan kaldırmaktadır. Kendilerinde neshin cari olması
imkansız olan hükümlerden biri budur: Sözünde doğru ve güvenilir olan (Hz.
Peygamber'in) devamlılığını ve sürekliliğini haber verdiği hükümde nesih olmaz.
Çünkü O'nun haberinde sözünden cayma olmaz.
b) Bu Sahabeye
Mahsustur:
İkinci gerekçe, bunun
sahabeye mahsus olduğu iddiası. Şunları delil göstermişlerdir:
1- Abdullah b. Zübeyr
el-Humeydi, Süfyan - Yahya b. Said el-Murakkı' senediyle Ebu Zerr'in şöyle
dediğini rivayet eder: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
emriyle haccı umreye çevirmek bize mahsustur."
2- Veki'nin, Musa b.
Ubeyde - Yakub b. Zeyd senediyle rivayetine göre Ebu Zer diyor ki: "Bizden
sonra hiç kimse haccını umreye çeviremez. Zira bu bize, Hz. Muhammed'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına bir ruhsattı."
3- Bezzar, Yusuf b. Musa
- Seleme b. Fadl - Muhammed b. ishak - Abdurrahman el-Esedi senediyle Yezid b.
Şerik'in şöyle dediğini rivayet eder: Ebu Zerr'e: "Siz beraberinde iken
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) nasıl temettü' yaptı?" diye
sorduk. O da: "Sizin bununla bir ilginiz yok. Bu -yani temettü'-, yalnız
bizim için ruhsat verilen bir şeydir." diye cevap verdi.
4- Bezzar, Yusuf b. Musa
- Ubeydullah b. Musa - İsrail - İbrahim b. Muhacir - Ebu Bekir et-Teymi - Ebu
Bekir'in babası ve Haris b. Süveyd senediyle Ebu Zerr'in hac ve temettü'
konusunda "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bize verdiği bir
ruhsattır." dediğini rivayet eder.
5- Ebu Davud, Hennad
es-Serri - İbn Ebi Zaide - Muhammed b. İshak - Abdurrahman b. Esved - Süleyman
yahut Süleym b. Esved senediyle rivayet eder ki Ebu Zer, hacca niyetlenen ve
sonra haccı umreye çeviren kişi hakkında şöyle derdi: "Bu, yalnızca Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte bulunan kafile içindir."
6- Sahih-i Müslim'de Ebu
Zerr'in şöyle dediği rivayet edilir: "Temettü' haccı yapmak Hz.
Muhammed'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına mahsustur." Bir
metinde: "Temettü' haccı bizim için ruhsattı.", bir diğer metinde:
"İki müt'a -yani müt'a nikahı ile temettü' haccı- hasseten bizim için
sahihtir." ve bir başka metinde ise: "Temettü' haccı sizden ayrı
olarak yalnız bize mahsustur." demiştir.
7- Sünen-i Nesat'ds
sahih senedle İbrahim et-Teymi'den onun da babasından rivayet edildiğine göre
temettü* haccı konusunda Ebu Zer: "Sizin için değil. Size göre bir şey
yok. Yalnızca bize, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabına bir
ruhsattır." demiştir.
8- Ebu Davud ve
Nesai'nin Stfnen'lerinde rivayet edildiğine göre Bilal b. Haris anlatıyor:
"Ey Allah'ın Rasulü! Haccm umreye çevrilmesi bize mi mahsusdur, yoksa
bütün insanlar için genel geçerli bir şey midir?" diye sordum. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, bize mahsustur."
cevabını verdi. Bu hadisi İmam Ahmed de rivayet etmiştir.
9- Ebu Avane'nin
Müsned'inde sahih senedle İbrahim et-Teymi'den onun da babasiftdan rivayet
edildiğine göre, Hz. Osman'a temettü' haccı soruldu; o da cevap olarak:
"Bizim içindir. Sizin için değil." dedi.
Sahabeye tahsis
edildiğini savunanların gösterdikleri delillerin toplamı işte bu kadar.
Haccm umreye
çevrilmesini caiz ve bunun vacip olduğunu söyleyenler diyorlar ki: Bunların
hiçbirinde sizin için bir delil yoktur. Çünkü bu sahabe sözleri ya batıldır,
sözün kendisine nisbet edildiği kimseden asla sahih olarak rivayet
edilmemiştir; ya da sahihtir, ancak masum (günahsız ve hatasız) olmayan birinin
sözüdür, masumun (yani Hz. Peygamber'in) naslarına onunla karşı gelinemez.
Birincisi; reddedilemez
sahih naslara tercih edilmesinden öte el-Murakkı'ın rivayeti delil bile olmaz.
Onun rivayet ettiği hadisle karşı konulduğunda Ahmed b. Hanbeh
"el-Murakkı' el-Esedi de kim oluyor?" demişti. Ebu Zer, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı umreye çevirmeyi emrettiğini
rivayet etmişti. Ondan rivayet edilen 'bu, sahabeye mahsustur' sözü -şayet
sahihse-, neticede onun kendi görüşü demektir. İbn Abbas ve Ebu Musa el-Eş'ari:
"Bu, bütün ümmet için genel geçerlidir." demişlerdir. O halde Ebu Zerr'in
görüşüne bu iki sahabinin sözüyle karşı konulur ve böylece sahih ve sarih
naslar selamet bulur.
Hem sonra bilinmektedir
ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), hakkında soru sorulan ve
hacdan çevrilme olan bu umrenin ebediyyen geçerli olacağını, belli bir nesile
mahsus olmayacağını ifade etmiştir ki, bu nas ile de sahabeye mahsus olduğu
iddiası batıl olur. Bu nas, sened bakımından Ebu Zer'den gelen rivayetten daha
sahih ve -şayet Ebu Zerr'in rivayeti sahih olsa yine de- ona göre uyulmaya daha
layıktır.
Hem Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ashabının, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yaptığı ve emrettiği bir konuda ihtilaf ettiklerini, bir kısmının
"mensuh yahut hususidir." dediğini ve bir kısmının da "ebediyyen
bakidir" dediğini görsek; neshedildiği yahut hususi olduğunu iddia
edenlerin görüşleri, asıl olana aykırı düştüğü için kesin bir delil
bulunmaksızın kabul edilmez. En azından bu konudaki rivayetler devamlılığını ve
genel geçerliliğini iddia edenlerin görüşleriyle çelişiklik arzeder. İki
çekişmeli kişi arasında delil hüküm verir. Çekişme ortaya çıktığında, davayı
Allah'a ve Peygamberine (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iletmek vacip olur. Şu
halde Ebu Zer ile Hz. Osman, "Haccı umreye çevirme neshedilmiştir veya hususidir."
derler ve Ebu Musa ile Abdullah İbn Abbas da: "Bu iş bakidir ve hükmü
umumidir." derlerse, nesih ve hususilik iddiasında bulunanların delil
göstermeleri gerekir.
Bilal b. Haris'in
rivayet ettiği merfu hadise gelince; bu hadis yazılmaz (kayda değmez) ve
böylesi bir hadisle yukarıda sıralanan sabit direkler nesabesindeki sahih
hadislere karşı gelinemez.
Ahmed b. Hanbel'in oğlu
Abdullah diyor ki: Babam, 'hacca niyetlenip ihrama giren kimse şayet
Beytullah'ı tavaf eder, Safa-Merve arasında sa'y yaparsa; haccını umreye
çevirebilir' görüşündeydi. Temettü' haccı hakkında, "Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki emrinin sonuncusudur." demiştir. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Haccınızı umreye çevirin." buyurmuştur.
Abdullah sözünü şöyle sürdürüyor: Babama: "Peki haccın umreye çevrilmesi
konusunda Bilal b. Haris'in hadisi -yani bize mahsustur sözü- hakkında ne
diyorsun?" diye sordum. O da: "Ben bu görüşte değilim. Bu adam
tanınmıyor. Bu, senedi tanınmayan bir hadistir. Bence Bilal b. Haris hadisi
sabit değildir." cevabını verdi... İşte ne dediği ortada?
Ben derim ki: İmam
Ahmed'in sözlerinin doğruluğunu ve bu hadisin sahih olmadığını gösteren bir
dehl de şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabilere haclarını
çevirmelerini emrettiği bu temettü' haccmm ebediyyen geçerli olduğunu haber
vermiştir. Böyle söyledikten sonra bu hac şeklinin sahabilere mahsus olduğunu
söylediği artık nasıl sabit olabilir ki? Bu en imkansız bir şeydir. Nasıl
sahabilere haccı umreye çevirmelerini emredip "Kıyamet
gününe kadar umre, hacca
dahil olmuştur" diye belirtir de sonra O, bunun sonraki nesillere değil,
yalnız sahabeye mahsus olduğunu söylediği sabit olabilir? Biz Allah'ı şahit
tutarız ki, bu Bilal b. Haris hadisi Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sahih olarak gelmemiştir, O'nun hakkında yapılan bir hatadır. Bilal b.
Haris'in rivayeti, Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunun aksini
rivayet eden güvenilir ve sağlam ilim nakilcilerinin rivayetlerine nasıl tercih
edilebilir? Hem sonra Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle
buyurduğu sabitken İbn Abbas (r.a.) nasıl aksine fetva verir, ömrü boyunca
avamdan havas'tan insanların bulunduğu meclislerde bunun üzerinde tartışmalar
yapar ve Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) pek çok sayıda ashabı
bulunurken bunlardan hiçbir adam kalkıp da "Bu, bize mahsustur. Bizden
başkaları için bu hak yoktur" demez ve neticede sahabenin ölümünden sonra
Ebu Zerr'in bunu kendilerine mahsus gördüğü ortaya çıkar?!.
Hz. Osman'ın (r.a.)
temettü' haccı konusunda bunun kendileri için olduğu, kendilerinden başkaları
için geçerli olmadığı yolundaki sözü ile Ebu Zerr'in sözünün hükümleri eşittir.
Ebu Zer ve Hz. Osman'dan gelen rivayetin üç şeye ihtimali vardır:
1- Bunun caizliğinin
sahabeye mahsus olduğu. Haccı umreye çevirmeyi haram sayanlar bu şekilde
anlamaktadırlar.
2- Vacip olmasının
sahabeye mahsus olduğu. Üstadımız -Allah ruhunu mukaddes eylesin- bu
görüşteydi. Derdi ki: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), haccı umreye
çevirmelerini sahabeye emredip buyurmuştur ve sahabe bu emri yerine getirmek
üzere harekete geçmekte kararsızlık geçirince öfkelenmiştir ki, işte bundan
ötürü bu çevirme işi onlara farz kılınmıştı. Ama kıyamet gününe kadar ümmet için
caiz ve müstehaptır. Ancak o ilim deryası İbn Abbas bunda ısrar edip kıyamet
gününe kadar ümmete vacip saymış ve kurbanlık sevketmeyen her ifrad ve kıran
haccı yapan kimsenin kesinlikle ihramdan çıkmasının farz olduğunu, hatta
istemese bile ihramdan çıkmış sayılacağını söylemiştir. Ben, onun görüşüne
üstadımızın görüşüne nisbetle daha çok eğilim göstermekteyim.
3- Üçüncü ihtimal:
Sahabeden sonra hiç kimse ister kıran, ister ifrad yapsın kurbanlık hayvanı
bulunmaksızın hacca başlayamaz. Başlarsa haccı umreye çevirme gereğini duyar.
Ancak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) son olarak emrettiği gibi
kurbanlık sevketmemişse temettü', sevketmişse kıran yapması farz olur. Nitekim
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu şekilde emrettiği sahih yolla
aktarılmıştır. Bir kimse ifrad haccı yapmak üzere ihrama girip tavaf ettiğinde;
haccı, tek umreye çevirip temettü' yapamaz. Bu, yalnız sahabe içindi. Çünkü
onlar, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' haccım ve haccı
umreye çevirmeyi emretmeden önce baştan ifrad haccı için ihrama girmişlerdi.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' yapma ve haccı umreye
çevirme emri kesinlik kazanınca, artık hiç kimsenin O'na muhalefet edip ifrad
haccı yapma, sonra da onu umreye çevirme hakkı kalmamıştır.
Bu son iki ihtimali
düşündüğün zaman görürsün ki, bunlar birinci ihtimale göre ya daha ağırlık
kazanmaktadırlar, ya da ona denktirler ve sabit, sarih hadislerin onunla
çatışmaları toptan ortadan kalkar. Başarı yalnız Allah'tandır.
Müslim'in Sahih'inde,
temettü' haccının sahabeye mahsus olduğu yolunda Ebu Zerr'den aktardığı
rivayete gelince; şayet bununla temettü' haccının aslı kastediliyorsa hiçbir
müslüman bu görüşte değildir. Aksine müslümanlar, temettü' haccının kıyamete
kadar caiz olduğunda görüş birliği içindedirler. Şayet haccı umreye çevirme
suretiyle temettü' yapma kastediliyorsa, bu da yukarıda sıralanan üç yöne
muhtemeldir. el-Esrem Sünen'inde diyor ki: Ahmed b. Hanbel bize, Abdurrahman b.
Mehdi - Süfyan - A'meş - İbrahim et-Teymi senediyle Ebu Zerr'in temettü' haccı
konusunda "Bu bize mahsustur" dediğini aktardıktan sonra dedi ki:
"Allah, Ebu Zerr'e rahmet etsin. Temettü' haccı Allah'ın (c.c.) kitabında:
"kim umreyi hacca eklemek suretiyle temettü' yaparsa..." şeklinde
[Bakara, 196] (umumi olarak) geçmektedir."
Haccın umreye
çevrilmesini kabul etmeyenler diyorlar ki: Ebu Zer ve Hz. Osman'ın söyledikleri
"bu neshedilmiştir yahut sahabeye mahsustur." şeklindeki böylesi bir
söz re'y ile söylenemez. O halde bu sözü söyleyen, devamlılığını ve genel
geçerliliğini iddia edenlerin bilmedikleri fazla bir bilgiye sahip demektir.
Çünkü iddia edenler ıstıshab deliliyle nassın devamlılık ve genel geçerliliğine
hükmediyorlar; bunlar, dava edilen mal karşısındaki zilyed mesabesindedirler. Neshedildiğini
ve hususiliğini iddia edenler ise beyyine (delil, şahid) getirip de zilyede
tercih edilenler mesabesindedirler.
Haccın umreye
çevrilebileceğini caiz görenler diyorlar ki: Bu, kuşkusuz fasit bir sözdür.
Hatta kuşkusuz re'y (delile dayanmayan kişisel görüş)dir. Bunun, Hz. Osman ve
Ebu Zerr'den daha büyük birinin re'yi olduğunu İmran b. Husayn, Sahihayn'daki
şu rivayetiyle -metin Buhari'nindir- açık bir şekilde ortaya koymuştur:
"Daha Kur'an ayetleri inerken biz Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte temettü' yaptık. Sonra bir adam kendi re'yi ile dilediğini
söyledi." Müslim'deki metin ise şöyledir: "Allah'ın (c.c.) kitabında
temettü' haccı ile ilgili ayet indi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
bize temettü' yapmamızı emretti. Sonra temettü' haccinı nesheden bir ayet
inmedi. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de vefat edinceye kadar bunu
yasaklamadı. Bir adam kendi re'yi ile dilediğim söyledi." Bir metinde
İmran b. Husayn'ın "bir adam" sözüyle Hz. Ömer'i kasdettiği
belirtiliyor.
Kendisine temettü'
haccinı soran ve "Baban bunu yasakladı." diyen adama karşı Abdullah
İbn Ömer: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emri mi, yoksa
babamın emri mPuyulmaya daha layıktır?" diye karşılık verdi.
İbn Abbas, bu konuda
kendisine Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in görüşlerini ileri sürerek karşı koymaya
çalışanlara "Üzerinize gökten taş yağacak, nerdeyse! Ben, Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu diyorum; siz, Ebu Bekir ve Ömer
şöyle dedi, diyorsunuz!" şeklinde karşılık verdi. İşte bu alimlerin
cevabıdır; "Osman ve Ebu Zer, Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sizden daha iyi bilirler." diyenlerin cevabı değildir. İbn Abbas
ve Abdullah İbn Ömer de kalkıp "Ebu Bekir ve Ömer, Allah Rasulü'nü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bizden daha iyi bilirler." deselerdi ya! Ne sahabeden,
ne de tabiinden hiç kimse, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
nassını bu cevapla redde razı olmaz. Onlar, Allah ve Rasulünü en iyi
bilenlerdir ve ismet sahibi olmayanın görüşünü, ismet sahibinin sözüne
tercihten de en çok sakınan insanlardır. Hem sonra ismet sahibinden, bunun
kıyamete kadar baki olduğu yolunda nas sabit olmuştur. AH b. Ebu Talib (r.a.),
Sa'd b. Ebi Vakkas, ibn Ömer, İbn Abbas, Ebu Musa, Said b. Müseyyeb ve tabiinin
çoğunluğu baki olduğunu söylemişlerdir. Şu olay da gösterir ki; bu, tam bir
re'ydir, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle bir şey söylediği
söylenemez: Ömer ibnü'l-Hattab (r.a.) temettü' haccinı yasaklayınca Ebu Musa
el-Eş'ari, ona: "Ey mü'minlerin emiri! Hac ibadeti konusunda icad ettiğin
de ne?" diye sordu. O da şöyle cevap verdi: "Ya Rabbimizin kitabına
uyarız ki Allah: 'Hac ve umreyi Allah için tamamlayın! buyuruyor; [Bakara, 196]
yahut da Allah Rasulü'nün sünnetine uyarız. Zira Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kurbanını kesinceye kadar ihramdan çıkmadı." Görüldüğü
gibi Ebu Musa ile Hz. Ömer haccm temettu'a çevrilmesini ve yeni baştan. ihrama
girilmesini engellemenin hac ibadeti konusunda Hz. Ömer'in icad ettiği bir re'y
olup Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle bir rivayetin
bulunmadığında hemfikirdirler. Hz. Ömer neyi delil gösterirse göstersin Ebu
Musa, Hz. Ebu Bekir'in (r.a.) bütün halifeliği süresince ve Hz. Ömer'in
halifeliğinin ilk zamanlarında insanlara, haccın umreye çevrilebileceği
fetvasını verirdi. Nihayet Hz. Ömer (r.a.) bunu yasaklaması konusunda onunla
görüştü ve her ikisi de bunun hac ibadeti hususunda Hz. Ömer'in (r.a.) ortaya
attığı bir re'y olduğunda birleştiler. Sonra Hz. Ömer'in bu görüşünden
vazgeçtiği sahih senedle rivayet edilmiştir.
c) Aksini İfade Eden
Hadisler de Vardır:
Üçüncü gerekçe: Haccın
umreye çevrilebileceğini ifade eden hadislerin, aksini ifade eden hadislerle
çatışması. Buna delil olarak şu hadisleri gösteriyorlar:
1- Müslim, Sahih'inde
Zühri - Urve yoluyla Hz. Aişe'nin (r.anha) şöyle dediğini rivayet eder: Veda
haccı için Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık.
Kimimiz umreye, kimimiz hacca niyetlenerek ihrama girdik, telbiye getirmeye
başladık. Mekke'ye vardığımızda Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Kim umre ihramına girmiş ve kurbanlık sevmetmemişse ihramdan çıksın. Kim
de umre ihramına girmiş ve kurbanlık sevketmişse kurbanını kesinceye kadar
ihramdan çıkmasın. Hacca niyetlenip ihrama girenlerse haclarını
tamamlasınlar." buyurdu.
2- Yine Müslim'in,
Sahihimde Malik - Ebu'l-Esved - Urve senediyle rivayetine göre Hz. Aişe
anlatıyor: Veda haccı senesi Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte çıktık. Kimimiz umreye, kimimiz hac ve umreye ve kimimiz de hacca
niyetlenip ihrama girdik, telbiye getirdik. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ise hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. Umreye
niyetlenenler ihramdan çıktılar. Hacca veya hem hacca, hem umreye niyetlenenler
ise kurban bayramının birinci günü oluncaya kadar ihramdan çıkmadılar.
3- İbn Ebi Şeybe,
Muhammed b. Bişr el-Abedi - Muhammed b. Amr b. Alkame - Yahya b. Abdurrahman b.
Hatıb senediyle Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte hac yolculuğuna çıktık, üç gruba
ayrıldık: Kimimiz umre ile hacca, kimimiz ifrad haccına ve kimimiz de yalnız
umreye niyetlenip ihrama girdik, telbiye getirdik. Hem hacca ve hem de umreye
niyetlenenler hac görevlerini tamamen bitirinceye kadar ihram dolayısıyla haram
olan hiçbir şey onlara helal olmadı. İfrad haccına niyetlenenler de yine hac
görevlerini tamamen bitirinceye kadar ihram dolayısıyla haram olan hiçbir şey
onlara helal olmadı. Yalnız umreye niyetlenenler Beytullah'ı tavaf edip
Safa-Merve arasında sa'y yapınca ihramlıya haram olan şeyler onlara helal oldu
ve nihayet hacca yöneldiler.
4- Müslim'in Sahih'inde
İbn Vehb - Amr b. Haris - Muhammed b. Nevfel senediyle rivayetine göre Iraklı
bir adam, Muhammed b. Nevfel'e: "Bir kimse hac niyetiyle ihrama girse,
Beytullah'ı tavaf edince ihramdan çıkabilir mi, çıkamaz mı? Benim için Urve b.
Zübeyr'e bir sor." diye ricada bulundu... Urve, orada geçen konuşmalardan
sonra şunları söyledi: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac yaptı.
(Teyzem) Aişe bana şöyle haber verdi: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Mekke'ye geldiğinde Önce abdest almakla işe başladı. Sonra Beytullah'ı
tavaf etti. Sonra Ebu Bekir hac yaptı. O da ilk olarak Beytullah'ı tavafla işe
başladı. Sonra bu umre sayılmadı. Sonra Ömer de böyle yaptı. Sonra Osman hac
yaptı. Onun da ilk önce Beytullah'ı tavafla işe başladığını gördüm. Sonra bu
umre sayılmadı. Sonra Muaviye ve Abdullah İbn Ömer hac yaptılar. Daha sonra
babam Zübeyr b. Avvam'la birlikte hac yaptım. O da ilk olarak Beytullah'ı
tavafla başladı. Sonra bu umre sayılmadı! Daha sonra Muhacirleri ve Ensar'ı
gördüm, onlar da böyle yapıyorlardı. Sonra bu umre sayılmadı. En son böyle
yaptığını gördüğüm kimse İbn Ömer'di. Sonra İbn Ömer haccı bozup umreye
çevirmedi. İşte İbn Ömer yanlarında! Ona niçin sormuyorlar? Geçmiş büyüklerden
hiçbiri Mekke'ye ayağını bastığında ilk olarak Beytullah'ı tavaf etmeden önce
bir şey yapmazdı. Ama sonra onlar ihramdan çıkmazlardı. Annem (Esma) ile
teyzemi (Hz. Aişe) Mekke'ye ayak bastıklarında gördüm, ilk olarak Beytullah'ı
tavaftan önce bir şey yapmazlardı. Beytullah'ı tavaf eder, ama ihramdan
çıkmazlardı.
İşte haccı umreye
çevirme hadislerine karşı ileri sürdükleri hadisler bunlar. Allah'a hamd ve
şükürler olsun, bunlarda bir çatışma yoktur.
Zühri - Urve - Aişe
senediyle rivayet edilen birinci hadisi ele alalım: Bu hadiste ya Abdülmelik b.
Şuayb, ya babası Şuayb, ya dedesi Leys, yahut onun üstadı Akil yanlışlık
yapmıştır. Çünkü Malik, Ma'mer ve diğer muhaddisler Zühri - Urve - Aişe
senediyle hadisi rivayet etmişler ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), yanında kurbanlık bulunmayan kimselerin tavaf ve sa'y yapınca ihramdan
çıkmalarını emrettiğini açıkça belirtmişlerdir. Malik, Yahya b. Said - Amra
senediyle Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte Zilkade ayının bitimine beş gün kala
yola çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu olarak görüyorduk. Mekke'ye
yaklaştığımızda Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yanında kurbanlık
hayvanı bulunmayan kimselerin Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y
yapınca ihramdan çıkmalarını emretti..." Yahya diyor ki: Bu hadisi Kasım
b. Muhammed'e aktardım. "Vallahi (Amra) sana hadisi olduğu gibi
aktarmış." dedi.
Mansur, İbrahim - Esved
senediyle Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Bu yolculuğu yalnız hac yolculuğu
olarak görüyorduk. Mekke'ye vardığımızda Beytullah'ı tavaf ettik. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), kurbanlık sevketmeyenlerin ihramdan çıkmalarını
emretti. Bunun üzerine kurbanlık sevketmemiş olanlar ihramdan çıktılar. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları da kurbanlık sevketmeyenler arasında
oldukları için onlar da ihramdan çıktılar.
Malik ile Ma'mer, her
ikisi de İbn Şihab - Urve senediyle Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet
ederler: Veda haccı senesi Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte yola çıktık. Umreye niyetlenip ihrama girdik, telbiye getirdik. Sonra
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Kimin yanında kurbanlık varsa
hacla umreye birlikte niyetlensin, her ikisinin de yapılması gereken
vazifelerini yerine getirmeden ihramdan çıkmasın." buyurdu.
İbn Şihab, Urve
aracılığıyla Hz. Aişe'den, Salim'in babası (ibn Ömer) aracılığıyla Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rivayetine benzer bir rivayette
bulunur. Rivayetin metni şöyledir: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Veda haccında umreyi hacca ilave etmek suretiyle temettü' yaptı. Kurbanlık
şevketti. Kurbanlığım Zülhuleyfe'den beraberinde götürdü. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Önce umreye niyetlenip ihrama girdi, telbiyeye
başladı. Sonra hacca niyetlenip ihrama girdi, telbiye getirdi. İnsanlar da
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte umreyi hacca ilave
etmek suretiyle temettü yaptılar. İnsanların kimileri kurbanlık alıp
beraberinde sevketmiş, kimileri ise kurbanlık getirmemişlerdi. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'ye gelince insanlara şöyle hitap etti:
"Sizlerden kurbanlık sevkedenlerin, haclarını tamamlayıncaya kadar
kendilerine ihramdan dolayı haram olan şeylerden hiç birini yapmaları helal
olmaz. Kurbanlık sevketmemiş olanlar Beytullahı tavaf etsinler, Safa-Merve
arasında sa'y yapsınlar ve saçlarını kısaltıp ihramdan çıksınlar. Sonra hacca
niyetlenip ihrama girsinler ve kurban kessinler. Kurbanlık bulamayanlar üç gün
hacda, yedi gün de evlerine dönünce oruç tutsunlar..."
Abdülaziz el-Macişun,
Abdurrahman b. Kasım - babası Kasım senediyle Aişe'den: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Hatırımıza hacdan başka
bir şey getirmiyorduk..." diye başlayan hadisi rivayet eder. Bu hadiste
Hz. Aişe devamla der ki: Mekke'ye vardığımda Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ashabına: "Haccı, umreye çevirin." buyurdu. Bunun üzerine
yanında kurbanlık bulunanlar dışında insanlar ihramdan çıktılar.
A'meş, İbrahim
aracılığıyla Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Hatırımıza hacdan başka
bir şey getirmiyorduk. Mekke'ye vardığımızda ihramdan çıkmamız
emredildi..." ''
Abdurrahman b. Kasım,
babası yoluyla Hz. Aişe'nin şöyle dediğini rivayet eder: Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte yola çıktık. Hatırımıza hacdan başka
bir şey getirmiyorduk. Şerife vardığımızda hayız oldum. Ben ağlarken Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanıma girdi. "Niçin
ağlıyorsun?" diye sordu. Ben de: "Vallahi, keşke bu sene hac
yapmayaydım..." dedim. (Ravi hadisin devamını genişçe veriyor. Bu kısımda
Hz. Aişe diyor ki:) Mekke'ye vardığımda Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Haccınızı umreye çevirin." buyurdu. Bunun üzerine yanında
kurbanlık bulunanlar müstesna olmak üzere insanlar ihramdan çıktılar.
Bu metinlerin hepsi
Sahih'de olup Cabir, İbn Ömer, Enes, Ebu Musa, İbn Abbas, Ebu Said, Esma, Bera,
Hafsa ve başka sahabilerin, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
ashabına yanında kurbanlık hayvanı bulunanlar dışında herkesin ihramdan
çıkmasını ve haclarını umreye çevirmelerini emrettiği yolundaki rivayetlerine
de uygundur. Bütün bu sahabilerin Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ashabına kurbanlık sevkedenler dışında herkesin ihramdan çıkmasını ve
daha önceki hac niyetlerini temettü' niyetine çevirmelerini emretmesi konusunda
ittifak sağlamış olmaları bu rivayetin yanlışlığına ve bu rivayette bir yanılgı
bulunduğuna delildir. Bunu şu husus da ortaya koyar: Bu rivayet Leys - Akıl -
Zühri - Urve senediyle aktarılmıştır. Aynı Leys, Akil - Zühri - Urve - Aişe
senediyle, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' haccını ve
kurbanlık sevketmeyenlerin ihramdan çıkmaları emrini içeren Zühri - Salim -
babası İbn Ömer senediyle rivayet etmiş olduğu hadisin benzerini rivayet eden
ravidir.
Sonra düşündüğümüzde
gördük ki, Hz. Aişe'nin hadisleri birbirini doğrulamaktadır. Yalnız bazı
raviler, bir kısım rivayetlerde eklemeler yapmışlar; bazıları hadisi
özetleyerek, bazıları sadece bir kısmını aktararak ve bazıları da aynı anlamı
ifade edecek sözlerle (rivayet bi'l-mana metoduyla) rivayet etmişlerdir.
Sözkonusu hadiste hacca niyetlenenlerin ihramdan çıkmalarım meneden bir ifade
bulunmamaktadır. Yalnızca, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı
tamamlamayı emrettiği ifadesi yer almaktadır. Şayet bu ifade sahihse maksat
ihram üzere devam olacaktır. Şu halde bunun ihramdan çıkmayı ve haccı umreye çevirmeyi
emirden önce ifade edilmiş olması ve tamamlama emrine arız olan ziyade bir emir
olması belirginlik kazanmış demektir. Nitekim haccın ifrad, temettü' ve kıran
türleri arasında tercihin serbest bırakılması üzerine de böyle ziyade bir emir
arız olmuştu. Bunun bu şekilde belirginlik kazanması kaçınılmazdır. Aksi halde
bu, haccı feshetme emrini ve haccı feshetme emri de ifrad haccma izni neshetmiş
olur. Böyle bir şey kesinlikle imkansızdır. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sahabeye ihramdan çıkmalarını emrettikten sonra bunu
bozmalarını ve birinci ihram üzere kalmalarım emretmemiştir. Bu, kesinlikle
olmayacak bir şeydir. O halde bu ifadenin -şayet sahihse- sahabeye haccın
feshetmeleri emredilmeden önce olması belirginlik kazanır. Bundan başkası asla
caiz değildir. En iyi bilen Allah'tır.
Ebu'l Esved - Urve - Hz.
Aişe senediyle rivayet edilen "...Hacca veya hem hacca hem umreye
niyetlenenler ise kurban bayramının birinci günü oluncaya kadar ihramdan
çakmadılar." hadisi ile Yahya b. Abdurrahman b. Hatıb yoluyla Hz. Aişe'den
rivayet edilen "Hem hacca hem de umreye niyetlenenler, hac görevlerini
tamamen bitirinceye kadar ihram dolayısıyla haram olan hiçbir şey onlara helal
olmadı. İfrad haccına niyetlenenler için de aynı durum sözkonusu oldu."
hadisine gelince; her iki hadisi de hadis hafızları münker saymışlardır. Hem bu
hadisler münker sayılmaya da layıktırlar.
Esrem, Ahmed b. Hanbel -
Abdurrahman b. Mehdi - Malik b. Enes - Ebu'l-Esved - Urve senediyle Hz.
Aişe'nin şunları söylediğini kaydeder: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte yola çıktık. Kimimiz hacca, kimimiz umreye ve kimimiz de
hacla umreye (birlikte) niyetlenip ihrama girdik. Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ise hacca niyetlenip ihrama girdi. Umreye niyetlenenler
Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y yapınca ihramdan çıktılar.
Hacla umreye niyetlenenler ise kurban bayramının birinci gününe kadar ihramdan
çıkmadılar." Ahmed b. Hanbel dedi ki: "Bu hadiste ne tuhaflık var! Bu
hatadır." Esrem diyor ki: Ahmed b. Hanbel'e: "Zühri, Urve
aracılığıyla "Hz. Aişe'den bunun aksini rivayet ediyor!" dedim. O da:
"Evet, Hişam b. Urve de öyle rivayet ediyor." dedi.
Hafız Ebu Muhammed İbn
Hazm diyor ki: "Bu iki hadis gerçekten münkerdir. Ebu'l-Esved'in rivayet
ettiği buna benzer bir hadis daha vardır ki, onun da münkerliği, çürüklüğü ve
batıl olduğu ortadadır. Acaba ravisinin bunu rivayet etmesi nasıl caiz
oluyor?" Sonra İbn Hazm, Buhari yoluyla Ebu'l-Esved'den şu rivayeti
kaydeder: Esma'nın azatlısı Abdullah, Hz. Ebu Bekir Sıddik'ın (r.a.) kızı olan
bu Esma'nın her ne zaman (Mekke'deki) Hacun mevkiine uğrasa şu sözleri
söylediğini işitmiş olduğunu rivayet eder: "Allah, Rasulü'ne salat
eylesin. İşte biz O'nun beraberinde burada konaklamıştık. Biz o vakit yükü hafif,
binilecek hayvanları az, azıkları az kimselerdik. Ben, kızkardeşim Aişe,
(kocam) Zübeyr, falan ve falan şahıslar umre yaptık. Beytullah'a el sürüp tavaf
edince ihramdan çıktık. Sonra öğleyi müteakip hac için yeniden ihrama girdik.
İbn Hazm diyor ki: Çok az bir hadis bilgisine sahip olan herhangi bir kimsenin
de derhal anlayabileceği üzere bu hadis kuşkusuz, şu iki asılsız (batıl) yönden
dolayı kusurlu ve zayıftır:
1- "Ben ve
kızkardeşim Aişe... umre yaptık." sözü. Hz. Aişe'nin Mekke'ye ilk olarak girdiğinde
umre yapmamış olduğu konusunda nakil erbabı arasında bir ihtilaf yoktur. Bundan
dolayıdır ki; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac tamam olduktan
sonra Muhassab gecesi Hz. Aişe'ye Ten'im'den umre yaptırmıştır. Cabir b.
Abdullah bu şekilde rivayet etmiştir. Aynı zamanda Esved b. Yezid, ibn Ebi
Müleyke, Kasım b. Muhammed, Urve, Tavus ve Mücahid gibi güvenilir faviler de
Hz. Aişe'den bu şekilde rivayet etmişlerdir.
2- "Beytullah'a el
sürüp tavaf edince ihramdan çıktık. Sonra öğleyi müteakip hac için yeniden
ihrama girdik." sözü. Kuşku yok ki, bu da asılsızdır. Çünkü Cabir, Enes b.
Malik, Aişe ve İbn Abbas, hepsi de ihramdan Mekke'ye girdikleri gün çıkıldığım
ve hacca terviye günü (arefe gününden* bir önceki gün) niyet edildiğini rivayet
etmişlerdir. Sözkonusu iki gün arasında kuşkusuz üç gün vardır.
Ben derim ki: Hadis ne
münkerdir, ne de asılsız (batıl). Hadis sahihtir. Bu durum, Ebu Muhammed'in
kendi anlayışından kaynaklanmaktadır. Zira Esma, hem kendisinin hem de Aişe'nin
umre yapmış olduğunu haber vermektedir ki, kuşkusuz bu olmuştur.
"Beytullah'a el sürüp tavaf edince ihramdan çıktık." sözü ile hem
kendisinin ve hem de Hz. Aişe'ye isabet eden hayız özrünün kendilerine isabet
etmediği kimselerin yaptığı şeyi haber vermektedir. Hz. Aişe'nin, Mekke'ye
girdikleri gün, Beytullah'a el sürdüğünü ve o gün ihramdan çıktığını
belirtmemiştir. Kuşku yok ki, Hz. Aişe umre niyetiyle geldi ve bu niyetini
Şerifte hayız oluncaya kadar sürdürdü. Orada umreye haccı da eklemek suretiyle
kıran yaptı. Şu halde Hz. Aişe, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) İle
birlikte umre yaptı yahut umreye niyetlenip geldi dense, bu söz yalan olmaz.
"Sonra öğleyi
müteakip hac için yeniden ihrama girdik." sözüne gelince; bir kere Esma
Mekke'ye girildiği günün öğle vaktini müteakip ihrama girdiklerini söylemiyor
ki, Ebu Muhammed'in dediği lazım gelsin. O, terviye gününün öğle vaktini
müteakip zamanı kasdetmektedir. Avam-havas herkesin bilebileceği ve zihinlerin
başka yönlere kayması sözkonusu olmayan şeylerden olması dolayısıyla böylesi
bir şeyin anlaşılması ve anlatımı için özel olarak şu günün öğle vaktinden
sonra diye belirtilmesine gerek yoktur. Şu halde sika ravilerin hadislerini
böyle bir kuruntuyla reddetmeye yol yoktur.
Ebu Muhammed diyor ki:
Hz. Aişe'den aktarılan sözkonusu iki hadis için -kendisinin münker saydığı
hadisleri kastediyor- en sağlıklı yol bu hadiste geçen "Hacca veya hem
hacca, hem umreye niyetlenenler hac vazifelerini tamamen bitirip kurban
bayramının birinci günü oluncaya kadar ihramdan çıkmadılar." sözünü
yorumlayıp Aişe bu sözüyle yanında kurbanlık bulunanları kasdetmiştir
demelidir. Böylece bu iki hadisten münkerlik kalkmış ve bütün hadisler uzlaşmış
olur. Zira Zühri, Urve'den Ebu'l-Esved'in Urve'den yaptığı rivayetin aksini
rivayet ediyor. Zühri kuşkusuz Ebu'l-Esved'den hıfz yönünden daha sağlamdır.
Yahya b. Abdurrahman bu konuda Aişe'den aktardığı rivayette Esved b. Yezid,
Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir, Aişe'nin azadli kölesi Ebu Amr Zekvan,
Abdurrahman kızı Amra gibi -bu hanım Aişe'nin kucağında yetişmiştir- hıfzda,
güvenilirlikte, büyüklükte ve Aişe'yle sıkı fıkıhkta kendilerine denk
olamayacağı insanlara muhalefet etmiştir. Oysa bu insanlar Hz. Aişe ile
samimiyeti ve sıkı fıkılığı olan insanlardır. Haydi böyle olmasalar bile
onların rivayetine yahut tek kalsa bile onlardan birinin rivayetine elbet uymak
vacip olurdu. Çünkü bunların rivayetlerinde Ebu'l-Esved ile Yahya'nın
rivayetinde bulunmayan bir fazlalık vardır. Bir delili bilmeyen veya onun
farkında olmayan, onu bilen, hatırlayan ve haber verenin üstünde değildir. Oysa
bu büyük zatlar Hz. Aişe'den gelen rivayette birbirlerine muvafakat
sağlamışlardır. Böylece yukarıda zikrettiğimiz Ebu'l-Esved ve Yahya'nın
hadisine tutunulamaz olmuştur.
İbn Hazm sözlerini şöyle
sürdürüyor: Hem Ebu'l-Esved ve Yahya'nın rivayet ettiği hadisler müsned değil,
mevkufturlar. Çünkü bu raviler, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sahabilere ihramdan çıkmalarını emretmesi hadisesinden sözetmeksizin Hz. Aişe
kimin ne yaptığını nasıl anlatmışsa, onlar da ondan bunu aktarmışlardır. Hz.
Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) başka hiç kimsenin yaptığı delil
olmaz. Bu iki ravinin zikrettiği şeyler sahih olsa bile Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), yanında kurbanlık bulunmayanlara, haccı umreye
çevirmelerini emrettiği sahih senedle rivayet edilmiştir. Artık bu emri yerine
getirmeyi uzatıp geciktirseler, ihramdan çıkmasalar Allah Teala'ya isyan ermiş
olurlardı. Allah, onları bu duruma düşmekten korumuş ve bundan aklamıştır. Şu
halde kesinlikle sabit olmuştur ki, Ebu'l-Esved ile Yahya'nın hadisinde, sadece
yanında kurbanlık bulunanlar kastedilmiştir. Yukarıda verdiğimiz sahih hadisler
de, aynen böyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yanında
kurbanlığı bulunanlara haccı umreyle birleştirmelerini ve her ikisinin de
yapılması gerekli amellerini yapmadan ihramdan çıkmamalarım emrettiğini ifade
etmektedirler. Sonra İbn Hazm, Malik - İbn Şihab - Urve - Aişe senediyle Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Yanında kurbanlık hayvanı
bulunan kimse hac ve umreye niyetlenip ihrama girsin. Sonra her ikisinin
yapılması gereken vazifelerini yerine getirmeden ihramdan çıkmasın."
buyurduğunu kaydedip diyor ki: Gördüğün gibi Urve aracılığıyla Aişe'den gelen
bu hadis, Ebu'l-Esved yoluyla Urve'den ve Yahya yoluyla Aişe'den gelen
hadislerde kastedilen şey şudur diye söylediğimiz hususu şüphe bırakmayacak bir
şekilde ortaya koymaktadır. Şimdi mesele (kapalılık) tamamen ortadan kalkmış
oldu. alemlerin Rabbi Allah'a hamdolsun.
İbn Hazm sözlerine
devamla, diyor ki: Ebu'l-Esved hadisinde cümlelerin çıkartılmış olduğunu,
Urve'den aktarılan onun annesinin, teyzesinin ve Zübeyr'in yalnızca umre
yaptıklarını, Rükn'e el sürünce ihramdan çıktıklarını ifade eden sözleri de
ortaya koyar. Hiç ihtilaf yok ki, umre yapan kimse Rükn'e el sürmekle ihramdan
çıkamaz; ihramdan çıkmak için Rükn'e el sürdükten sonra Safa-Merve arasında
sa'y yapmak gerekir. O halde hadisten cümleler çıkartıldığı sahih demektir. Bu
cümleleri, zikrettiğimiz diğer sahih hadisler ortaya çıkarmaktadır. Böylece
kavga ve gürültü tamamen ortadan kalkmış oldu. Başarı yalnız Allah'tandır.
Ebu'l-Esved'in Urve'den
rivayet ettiği Ebu Bekir, Ömer, Muhacirler, Ensar ve İbn Ömer'in yaptıklarını
ihtiva eden hadis için ibn Abbas çok iyi bir cevap vermiştir. Onun verdiği
cevap yeterlidir. A'meş, Fudayl b. Amr - Said b, Cübeyr - İbn Abbas senediyle
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' yaptığını rivayet
etmiştir. İbn Abbas'tan bunu işiten Urve: "Ebu Bekir ve Ömer, temettü'
haccını yasakladılar." dedi. Bunun üzerine İbn Abbas: "Bakıyorum siz
helak olacaksınız. Ben, 'Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu'
diyorum; sen, 'Ebu Bekir ve Ömer dedi' diyorsun!" diye karşılık verdi.
Abdürrezzak'ın, Ma'mer -
Eyyub se*nediyle rivayetine göre Urve, İbn Abbas'a: "Allah'tan korkmuyor
musun? Temettü' haccma ruhsat veriyorsun!" dedi. İbn Abbas: "Ey
Urvecik! Annene sor!" diye karşılık verdi. Bunun üzerine Urve: "Fakat
Ebu Bekir ve Ömer yapmadılar" deyince, İbn Abbas: "Vallahi, siz böyle
devam ederseniz öyle görüyorum ki, Allah size azap eder. Ben size Allah
Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadis aktarıyorum, siz bize Ebu Bekir
ve Ömer'den sözediyorsunuz?!" diye cevap verdi. Bu sözler üzerine Urve:
"Elbet onlar, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetini
daha iyi bilen ve O'nun sünnetine senden daha çok uyan insanlardı." dedi.
Ebu Müslim el-Kecci,
Süleyman b. Harb - Hammad b. Zeyd - Eyyub es-Sahtiyani - İbn Ebi Müleyke
senediyle rivayet eder ki; Urve b. Zübeyr, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) sahabilerinden birine: "Zilhicce ayının ilk on günü içinde
insanlara, bu günlerde umre yapılmazken umre yapmalarını
emrediyormuşsun?!" diye sordu. O da: "Niçin bunu annene
sormuyorsun?" dedi. Urve: "Zira Ebu Bekir ve Ömer bunu
yapmadılar." diye cevap verdi. Bunun üzerine o sahabi: "İşte buradan
helak oldunuz. Öyle görüyorum ki, Allah (c.c.) sizi mutlaka cezalandıracaktır.
Ben size Allah Rasulü'nden hadis aktarıyorum, siz bana Ebu Bekir ve Ömer'in
yaptıklarını haber veriyorsunuz!" dedi. Urve de ona: "Onlar, Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sünnetini vallahi senden daha iyi
bilirlerdi." dedi. Bunun üzerine o sahabi sustu.
Sonra Ebu Muhammed İbn
Hazm, Urve'nin bu sözüne karşılık aşağıda zikredeceğimiz cevabı verdi.
Üstadımızın verdiği ondan daha güzel bir cevabı da nakledeceğiz.
Ebu Muhammed diyor ki:
Biz, Urve'ye deriz ki: İbn Abbas hem Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) sünnetini ve hem de Ebu Bekir ile Ömer'in uygulamalarını senden daha
iyi bilir; o, senden daha hayırlı ve o üçüne senden daha yakındır. Bunda hiçbir
müslüman kuşku duymaz. Mü'minlerin annesi Aişe, senden daha bilgili ve daha
doğrudur... Sonra İbn Hazm, Sevri - Ebu İshak es-Sebii - Abdullah senediyle şu
rivayeti aktarır: Hz. Aişe, "Kim haccı yönetmek üzere
görevlendirildi?" diye sordu. "İbn Abbas" diye cevap verdiler.
Bunun üzerine Hz. Aişe: "O, haccı en iyi bilen insandır" dedi. Ebu
Muhammed, "Maamafih, Urve'den daha hayırlı, daha faziletli, daha bilgili,
daha doğru ve daha güvenilir bir kimse, Hz. Aişe'den Urve'nin dediğinin aksini
rivayet etmiştir." dedikten sonra, Bezzar - el-Eşec - Abdullah b. İdris
el-Evdi - Leys - Ata ve Tavus - İbn Abbas senediyle rivayet eder ki, Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Ebu Bekir ve Ömer temettü' yapmışlardır;
bunu ilk yasaklayan Muaviye'dir.
Abdürrezzak, Sevri -
Leys - Tavus - İbn Abbas senediyle de şu hadisi kaydeder: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile Ebu Bekir temettü' yaptılar. Ebu Bekir vefat
edince Ömer ve Osman da aynısını yaptılar. Bunu ilk yasaklayan Muaviye'dir.
"
Ben derim ki: Bu İbn
Abbas hadisini Müsned'inde İmam Ahmed ve Tirmizi de rivayet etmiştir. Tirmizi:
"Bu hadis hasendir" demiştir.
Abdürrezzak'ın, Ma'mer -
İbn Tavus - babası Tavus senediyle rivayetine göre Übey b. Ka'b ile Ebu Musa,
Ömer İbnü'l-Hattab'a: "Kalkıp insanlara şu temettü' işini açıklasan olmaz
mı?" dediler. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Bunu bilmeyen kaldı mı ki? Ben
kendim yapıyorum." karşılığını verdi.
Ali b. Abdülaziz
el-Bağavi, Haccac b. Minhal - Hammad b. Seleme - Hammad b. Ebu Süleyman yahut
Humeyd - Hasan (Basri) senediyle rivayet eder ki; Hz. Ömer, Kabe'nin malım
almak istedi ve: "Kabe'nin bu mala ihtiyacı yok" dedi. Yemenlileri
idrarla (elbise) boyamaktan menetmek istedi ve bir de temettü' haccını
yasaklamak istedi. Bunun üzerine Übey b. Ka'b dedi ki: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ashabı bu malı gördüler. O'nun ve ashabının bu
mala ihtiyaçları vardı; ama almadı. Sen de alma. Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve ashabı Yemen dokuması kumaşlardan yapılan elbiseleri
giyerlerdi. Ama kumaşların idrarla boyandığını bildiği halde O, bunu
yasaklamadı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte temettü'
yaptık; ama kendisi bunu yasaklamadı ve Allah yasaklayıcı bir ayet de
indirmedi."
Hz. Ömer'in, "Şayet
sene ortasında umre yapsam, sonra da hac yapsam elbet temettü' yapardım. Elli
kere hac yapsam elbet temettü' yapardım." dediği yukarıda geçmişti. Bu
sözleri Hammad b. Seleme, Kays - Tavus - İbn Abbas senediyle Hz. Ömer'den şu
şekilde rivayet eder: "Bir sene içinde iki kere umre yapsam, sonra hac
yapsam elbet haccımla birlikte bir umre daha yapardım." Sevri ise, Seleme
b. Küheyl - Tavus - İbn Abbas senediyle Hz. Ömer'in: "Umre yapsam,
ardından bir daha umre yapsam, sonra hac yapsam elbet temettü' yapardım."
dediğini rivayet eder. İbn Uyeyne, Hişam b. Huceyr ve Leys - Tavus senediyle
İbn Abbas'ın şöyle dediğini aktarır: Temettü' haccını yasakladığım iddia ettiğiniz
bu zatın -Hz. Ömer'i kastediyor-; "Umre yapsam, sonra hac yapsam elbet
temettü' yapardım" dediğini işittim. İbn Abbas diyor ki: Şu kadar, bu
kadar kere olsa da, temettü' yapmadıkça kişinin haccı katiyen tamam olmaz.
Üstadımızın verdiği
cevaba gelince; Hz. Ömer (r.a.), asla temettü' haccını yasaklamış değildir.
Yalnızca "Haccmız ve umreniz için en tamam olanı, ikisi arasını
ayırmanızdır." demiş ve böylece Hz. Ömer, onlar için en faziletli olanı
yani kişinin her birisi için memleketinden ayrı bir yolculuk yapmasını tercih
etmiştir. Böylesi, başka bir yolculuk yapmaksızın yapılan kıran ve hususi
temettü' haccından daha faziletlidir. Ahmed b. Hanbel, Ebu Hanife, Malik, Şafii
-Allah onlara rahmet etsin- ve başka alimler de buna parmak basmışlardır. Hz.
Ebu Bekir ve Hz. Ömer'in -Allah onlardan razı olsun- yaptıkları ifrad şekli
budur ve Hz. Ömer (r.a.), insanlar için bunu tercih ederdi. Hz. Ali (r.a.) de
aynısını yapardı. Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Ali (r.a.), "Hac ve umreyi Allah
için tamamlayın." ayeti [Bakara, 196] hakkında "Hac ve umreyi
tamamlamak demek, aile yuvandan onlar için ihrama girmendir" demişlerdir.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de umresi hakkında Hz. Aişe'ye:
"Sevabın, çektiğin yorgunluk ölçüsüncedir." buyurmuştur. Hac yapan
kişi aile yuvasına dönüp umre yapmak için yeniden oradan ayrılır, hac
aylarından Önce umre yapar ve orada kalır hac yapar, yahut hac aylarında umre
yapar evine döner, sonra hac yaparsa, işte o zaman her bir ibadeti aile
yuvasından yapmış olur. Hac ve umrenin tam, kamil bir şekilde yapılışı böyledir
ve bu diğerlerinden daha faziletlidir.
Ben derim ki: İşte Hz.
Ömer'in, insanlar için tercih ettiği husus budur. Kimileri yanlışlıkla Hz.
Ömer'in temettü' haccını yasakladığını sanmış; kimileri onun koyduğu yasağı,
haccı umreye çevirmek suretiyle yapılan temettu'a yorumlamış; kimileri ifrad
haccını temettu'a tercihen bu yasağı en uygun olanı terketmeye yorumlamış;
kimileri Hz. Ömer'den gelen yasaklama rivayetlerinin zikrettiğimiz müstehaplık
rivayetleriyle çeliştiklerini söylemiş; kimileri diğer konularda olduğu gibi bu
konuda da Hz. Ömer'den iki rivayet bulunduğunu söylemiş; kimileri yasaklamanın,
Hz. Ömer'in eski görüşü olduğunu ve daha sonra bundan döndüğünü söylemiş,
-Nitekim Ebu Muhammed İbn Hazm bu yolu tutmuştur- ve kimileri de hacıların
hanımlarıyla misvak ağacı gölgesinde (yahut Arafat yakınlarındaki Erak denilen
yerde) cinsel münasebette bulunmalarını hoş görmediğinden Hz. Ömer'in kendi
görüşü olarak yasaklamış olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Ebu Hanife'nin, Hammad -
İbrahim en-Nehai senediyle rivayetine göre Esved b, Yezid anlatıyor: Ben, Arefe
günü öğleden sonra Ömer İbnü'l-Hattab'la Arafat'ta vakfe yapıyordum. Saçlarını
taramış, üzerinden güzel kokular savrulan bir adam çıkageldi. Hz. Ömer, ona:
"Sen ihramlı mısın?" diye sordu. Adam: "Evet" cevabını
verdi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Senin halin, ihramlı hali değil. İhramlı
kimse, saçları uzun müddet taranmadığından keçelenen, üstü başı tozlu olan ve
ter kokan kimse demektir." dedi. Adam: "Ben temettü' haccı yapmak
üzere geldim. Yanımda ailem de var. Ben, bugün ihrama girdim." dedi. O
zaman Hz. Ömer dedi ki: "Bu günlerde temettü' yapmayın. Zira ben onlara
temettü' haccı konusunda ruhsat versem hanımlarıyla Erak'ta (Arafat
yakınlarında bir yer) cinsel münasebet kurarlar. Sonra onlarla hacca
giderler." Bu sözler, bunun Hz. Ömer'in kendi görüşü olduğunu ortaya
koymaktadır.
İbn Hazm diyor ki: O
halde ne oldu? Ve ne güzel oldu? Oysa Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hanımlarını dolaştı, sonra sabah ihrama girdi. İhramdan önce göz açıp
kapayacak kadar zaman kalana dek cinsel ilişki kurmanın mubah olduğunda ihtilaf
yoktur. En iyi bilen Allah'tır.
d) Diğer Görüşleri ve
Tenkidi:
Haccın umreye
çevrilmesini menedenler, şimdi zikredeceğimiz ve bozukluklarını ortaya
koyacağımız başkaca iki yol daha tutmuşlardır:
Birinci yol: Diyorlar
ki: Sahabe ve onlardan sonra gelenlerin haccı feshetmenin caiz olup olmadığında
ihtilaf ettikleri gözönüne alınırsa, ilim adamlarının pek çoğuna hatta
çoğunluğuna göre, yapılması caiz olmayan bir şeyden ibadeti korumak amacıyla
ihtiyat olarak bunun engellenmesi gerekir.
İkinci yol: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac aylarında umre yapmanın caiz
olduğunu göstermek için sahabilere haccı feshetmelerim emretmiştir... Çünkü
cahiliye devri halkı, hac aylarında umre yapmayı hoşgörmezler ve derlerdi ki:
"Devenin sırtındaki yağır (aşınmadan dolayı meydana gelen yara bere izi)
iyileşir, iz silinir gider, safer ayı da çıkar giderse; işte o zaman umreci
için umre helal olur..." Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sahabilere bundan dolayı haccı feshetmelerini emretti. Böylece onlara hac
aylarında umre yapmanın caizliğini açıklamış oldu.
Bu her iki yol da
tutarsızdır:
Birincisi: İhtiyat,
sünnet belli değilse ancak o zaman meşru olur. Belli ise ona uymak ve ona
aykırı olanı bırakmak ihtiyattır. Eğer ihtilaftan dolayı onu bırakmak
ihtiyatsa, ona aykırı olanı bırakmak ve ona uymak daha daha ihtiyatlıdır.
İhtiyat iki türlüdür: 1) alimlerin ihtilafından kurtulmak için ihtiyat, 2)
Sünnete muhalefetten kaçınmak için ihtiyat.
Bunlardan birinin
diğerine üstünlüğünü açıktır.
Hem burada ihtiyat
imkansızdır. Çünkü haccı feshetme konusunda alimlerce üç görüş ileri
sürülmüştür:
1- Haramdır.
2- Vaciptir.
3- Müstehaptır. Haram sayana
muhalefetten kaçınma, vacip sayana muhalefetten kaçınmaya göre ihtiyat
açısından daha elverişH değildir. Muhalefetten kurtulmak için ihtiyatlı
davranma imkansız olunca, sünnete muhalefetten kurtulmak için ihtiyat gösterme
artık kesinlik kazanır.
İkinci yola gelince: Pek
çok yönden tutarsızlığı daha da ortadadır:
1- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yukarıda da geçtiği üzere bundan önceki üç
umresini hac aylarında, Zilkade ayında yapmıştır. Zilkade ayı ise hac aylarının
ortasıdır. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu daha önce üç defa
yapmışken, sahabilerin, hac aylarında umre yapmanın caiz olduğunu ancak Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine haccı umreye
çevirmelerini emretmesinden sonra öğrendikleri, bu zamana kadar bilmedikleri
nasıl düşünülebilir?
2- Sahihayn* daki bir
hadise göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mikatta sahabilere:
"Kim umreye niyetlenip ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi isterse öyle
yapsın. Kim hacca niyetlenip ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi isterse öyle
yapsın. Kim de hac ve umreye niyetlenip, ihrama girmeyi, telbiye getirmeyi
isterse o da Öyle yapsın." buyurmuştur. Görüldüğü üzere Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) mikatta, müslümanların çoğunluğu yanında iken hac
aylarında umre yapmanın caiz olduğunu onlara açıklamıştır. Şu halde onlar, bu
işin caiz olduğunu haccı feshetme işlemine kadar nasıl bilmemiş olabilirler?
Allah'a yemin olsun ki, bu sözle bu işin caiz olduğunu öğrenmemişlerse feshetme
suretiyle caiz olduğunu öğrenmemiş olmaları akla daha yatkındı.
3- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurbanlık sevketmemiş olanlara, ihramdan
çıkmalarını, sevketmiş olanlara ise kurbanı kesinceye kadar ihramlı kalmalarını
emretmiş ve böylece ihramlılar arasında fark bulunduğunu ortaya koymuştur. Bu
da gösterir ki, ihramdan çıkmaya engel, sırf birinci ihram değil, kurbanlık
sevketmiş olmaktır. Haccı feshetmeyi menedenterin kaydettikleri illet, belli
türdeki ihramlıya mahsus olamaz. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ihramdan çıkma ve çıkmama konusunda etkili olan hususun, -başka bir şey değil-
kurbanın bulunup bulunmaması olduğunu söylemiştir.
4- Şöyle denilebilir:
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), müşriklere muhalefet etmeyi
amaçlamışsa, bu durum, haccı feshetmenin bu illetten dolayı daha faziletli
olduğuna bir delil teşkil eder. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) şayet bunu yalnız müşriklere muhalefet olsun diye sahabilere emretmişse
bu durum kıyamete kadar ya vacip, ya müstehap olarak haccı feshetmenin
meşruluğuna bir delil olmuş olur. Zira Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) müşriklerin tavırlarına muhalefet olsun diye hac ve umre konusunda
yaptığı ve ümmetine meşru kıldığı şey ya vacip, ya müstehap olarak kıyamete kadar
meşru demektir. Müşrikler Arafat'tan güneş batmadan önce hareket ederler,
Müzdelife'den ise güneş doğuncaya kadar hareket etmez ve: "Ey Sebir!
Aydınlan ki, kurban kesimine koşalım!" derlerdi. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onlara muhalefet ederek "Bizim tavrımız, müşriklerin
tavrına muhalefet etti. Biz güneş batıncaya kadar Arafat'tan hareket
etmedik." buyurdu.
Bu muhalefet ya Malik'in
dediği gibi rükündür, ya Ahmed b. Hanbel, Ebu Hanife ve iki görüşünden birine
göre Şafii'nin dediği gibi vaciptir, yapmadığı takdirde kurban kesmek gerekir;
ya da diğerlerinin dediği gibi sünnettir.
Müzdelife'den güneş
doğmadan önce hareket etmek, müslümanların ittifakıyla sünnettir. Aynı şekilde
Kureyşliler Arafat'ta vakfe yapmazlar, Müzdelife'den hareket ederlerdi. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara muhalefet edip Arafat'ta vakfe
yaptı ve oradan hareket etti. "...Sonra insanların hareket ettikleri
yerden hareket edin." ayeti [Bakara, 199] bu konuda inmiştir. Bu muhalefet
müslümanların ittifakıyla haccın rükünlerindendir. Müşriklere muhalefet
ettiğimiz hususlar ya vaciptir ya müstehaptır. Bunlar arasında mekruh yoktur. O
halde nasıl haram bulunabilir? Nasıl "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ashabına, müşriklerin haccına muhalif bir hac şeklini emretmiştir. Oysa
onlara yasakladığı şey, yapmalarını emrettiğinden daha faziletliydi."
denebilir? Yahut nasıl "Müşriklerin yaptıkları gibi hac yapıp da temettü'
yapmayan kimsenin haccı, Allah Rasulü'nün emriyle muhacirlerin ve Ensar'ın
oluşturduğu ilk müslümanların yaptıkları hacdan daha faziletlidir."
denebilir?
5- Sahihayn'da rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdu ki:
"Kıyamete kadar umre, hacca dahil olmuştur." O'na sordular:
"Yaptığımız bu umre yalnız bu sene için mi, yoksa ebediyen geçerli
mi?" O da: "Hayır, ebediyen geçerlidir, Kıyamete kadar umre, hacca
dahil olmuştur." buyurdu.
Cabir'in rivayet ettiği
uzun hadiste açıkça geçtiği üzere sahabiler, hacdan çevrilen umreyi
sormuşlardı. Cabir anlatıyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sa'yı
Merve'de bitirince: "Bu yapageldiğim hacca yeniden başlayabilseydim
kurbanlık sevketmez, niyetlendiğim haccı umreye çevirirdim. Hanginizin yanında
kurbanlık hayvanı bulunmuyorsa, ihramdan çıksın ve haccını umreye
çevirsin." buyurdu. Bunun üzerine Süraka b. Malik ayağa kalkıp: "Ey
Allah'ın Rasulü! Bu seneye mi mahsus, yoksa ebediyen geçerli mi?" diye
sordu. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) parmaklarını birbirine
geçirip iki kere: "Umre, hacca dahil olmuştur." buyurdu ve devamla:
"Hayır, ebediyen geçerli." dedi... Bir metinde ise deniyor ki: Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zilkade'nin dördüncü günü sabahı
(Mekke'ye) geldi ve bize ihramdan çıkmamızı emretti. Biz: "Arefe gününe
ancak beş gün kalmışken bize hanımlarımızla cinsel ilişki kurmamızı ve erkeklik
aletlerimiz meni akıtır bir halde Arafat'a gelmemizi emrediyor?" dedik...
Hadisin daha sonraki bölümünde deniyor ki: Süraka b. Malik: "Bu seneye mi
mahsus, yoksa ebediyen geçerli mi?" diye sordu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de: "Ebediyen" cevabım verdi.
Sahih-i Buhari'üt bir
hadise göre Süraka, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu
size mi mahsus ey Allah'ın Rasulü?" diye sordu. O da: "Hayır,
ebediyen." buyurdu. Böylece Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
açıklamış oldu ki, haclarını umreye çeviren sahabilerin yaptıkları bu umre
şekli, ebediyen geçerlidir ve kıyamete kadar umre, hacca dahil olmuştur. Bu da
temettü' umresinin, haccın bir bölümü olduğunu gösterir.
Bazı insanlar Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hayır, ebediyen
geçerli." sözünü delil olarak kullanma konusunda iki itiraz ileri
sürmüşlerdir. Birincisi: Bu sözle, "Yapılan bu umre ile farzın düşmesi yalnız
o seneye mahsus değil; aksine ebediyen farzı düşürür." denmek istenmiştir.
Bu itiraz tutarsızdır. Çünkü bunu kasdetmiş olsa, "ebediyen" şeklinde
cevap vermezdi. Zira ebedilik, belli bir grup için geçerli olmaz, bütün
müslümanlar için geçerli olur. Hem Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Kıyamete kadar umre, hacca dahil olmuştur" buyurmaktadır. Sahabiler
de bu sorularıyla vacipliğin tekrar edip etmeyeceğini sormak isteselerdi;
yalnız umreyi sormakla yetinmezler, haccı da sorarlardı. Ama onlar
"Yaptığımız bu umre bu seneye mi mahsus, yoksa ebediyen mi geçerli?"
diye sormuşlardır. Şayet umrenin vacipliğinin her sene tekrar edip etmeyeceğini
sormak isteselerdi; hac konusunda sordukları gibi "Her sene mi, ey
Allah'ın Rasulü?" diye sorarlar, O da hac konusunda onlara verdiği şu
cevabı verirdi: "Söylemediğim, şeyleri olduğu gibi bırakın, sormayın.
Evet, deseydim elbet (her sene) vacip olurdu." Sahabiler, Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu size mi mahsus?" diye sormuşlar; O
da:""Hayır, ebediyen geçerli." diye cevap vermiştir. Bu soru ve
cevap, hususilik bulunmadığı konusunda açık ifadelerdir.
İkincisi: Soruyu soran
kişi, soruda geçen "bu" sözüyle hac aylarında umre yapmanın
caizliğini kasdetmektedir. Bu itiraz öncekinden daha tutarsızdır. Çünkü soruyu
soran kimse bu soruda, hac aylarında umre yapmanm caiz olup olmadığını değil,
(başka tür) haccı feshetme suretiyle yapılan temettü' haccını sormuştur. Zira
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında kurbanlık hayvanı
bulunmayanların haccı feshetmelerini emretmesi üzerine sormuştur. O vakit
Süraka, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu seneye mi
mahsus, yoksa ebediyen geçerli mi?" diye sormuş; Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de onun sorduğu soruya cevap vermiştir, sormadığına değil.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanında kurbanlık hayvanı
bulunmayanlara ihramdan çıkmalarını emretmesinin ardından "Kıyamete kadar
umre hacca dahil olmuştur." buyurması bunun kıyamete kadar devamlı olduğunun
açık ifadesidir. O halde hususilik iddiası ibtal olmuştur. Başarı yalnız
Allah'tandır.
6- Kaydettiğimiz bu
illet ne hadiste geçmektedir, ne de hadiste ona bir işaret vardır. Şayet bu
illet asılsız ise itirazınız ibtal olur. Eğer sahihse, hiçbir yönden sahabe
için bir ayrıcalığı gerektirmez. Hatta sahihse o illetin bulunduğu şeyin
devamlılığını ve sürekliliğini gerektirir. Nitekim Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve ashabının gücünü müşriklere göstermek için remel (koşar
adım yürümek) meşru kılınmış ve muşruluğu kıyamete kadar süreklilik
arzetmiştir. Şu halde her nasıl düşünülürse düşünülsün, bu illeti delil
göstererek bunun sahabilere mahsus olduğunu söylemenin tutarsızlığı ortaya
çıkmış demektir.
7- Sahabe -Allah
onlardan razı olsun-, üç sene Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
hac aylarında umre yapmış olmalarına rağmen buradan hareketle hac aylarında
umre yapmanm caizliğini anlamakla, mikatta Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) kendilerine bu konuda izin vermesiyle ve nihayet haccı umreye
çevirmelerini emretmesiyle yetinmemişse, onlardan sonra gelenlerin bununla
yetinmeyip Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emrine uymak ve O'nun
ashabının yolunu takip etmek amacıyla haccı umreye çevirmeleri daha layıktır.
Ancak herhangi bir kimse: "Biz sahabenin yetinmediği ile yetinir, caizlik
konusunda onların ihtiyaç duyduklarına ihtiyaç duymayız." diyecek olursa,
bu bir cehalettir; ondan Allah'a sığınırız.
8- Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), haram bir husus olan haccı feshetme işlemini
ashabına emretmek suretiyle bunun mubah olduğunu öğretmesi düşünülemez. Çünkü
bu yasağı işlemeksizin, bundan daha kolay bir açıklamayla, A$ha açık bir
delaletle ve daha az bir külfetle öğretmesi mümkündür.
Soru: Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) onlara bunu emrettiğinde haccı feshetme işlemi haram değildi.
Cevap: O zaman ya
vaciptir, ya da müstehaptır. Bunlardan her birini savunan bir grup vardır. O
halde vacip yahut müstehap kılındıktan sonra bunu haram kılan kimdir? Bu
vacipliği yahut müstehaplığı hangi nas, hangi icma kaldırmıştır? Bu
sorgulamadan asla kurtuluş yoktur.
9- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Bu yapageldiğim hacca yeniden
başlayabilseydim kurbanlık sevketmez, niyetlendiğim haccı umreye çevirirdim."
buyurmuştur. Şimdi, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac
aylarında umre yapmanın caizliğini o vakit yeni öğrendiğini ve bu yüzden onu
kaçırdığı için üzüldüğünü mü sanıyorsun? Bu, en imkansız 'şeylerdendir.
10- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), kurbanlık sevketmeyip ifrad ve kıran haccına
niyetlenenlere, haccı umreye çevirmelerini emretti. Malumdur ki, kıran yapan
kimse hac aylarında hac yanında umre de yapmıştır. O halde Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisi yapmış olduğu ve haccı umreye eklediği
halde hac aylarında umre yapmanın caiz olduğunu göstermek için nasıl kıran
yapan kimseye kıran haccını umreye çevirmesini emredebilir?
11- Haccın umreye
çevrilmesi usul kıyasına aykırı değil, uygundur. Bu konuda nas bulunmamış
olsaydı bile kıyas bunun caiz olmasını gerektirir. O halde bu konudaki nas,
kıyasa uygun gelmiştir. Bunu Şeyhülislam (İbn Teymiye) söylemiş ve o, bu hususu
şöyle açıklamıştır: İhramlı bir kimse gerektiğinden fazlasını kendine gerekli
kılıp yüklense, imamların ittifakıyla caizdir. Şayet umre yapmak üzere ihrama
girse, sonra umreye haccı da katsa, tartışmasız caizdir. Hac yapmak üzere
ihrama girse, sonra buna umreyi de katsa, cumhura göre caiz olmaz. Bu görüş
aynı zamanda Malik, Ahmed b. Hanbel ve zahir mezhebine göre Şafii'nin de
görüşüdür. Ebu Hanife ise temel kabul ettiği, 'kıran yapan kimse iki tavaf, iki
sa'y yapar' görüşüne dayanarak bunun caiz olduğunu söylemiştir... Şeyhülislam
devamla diyor ki: Kıran yapan kimsenin iki tavaf, iki sa'y yapacağı yolunda
İmam Ahmed'den aktarılan rivayetten çıkartılacak kıyas da budur. Durum böyle
olduğunda hac yapmak üzere ihrama giren kimse artık hacdan başka bir şey
yapmaya niyetlenemez. Temettü' haccına niyetlenmişse artık hem umre ve hem de
hac yapmayı kendisine gerekli kılmış demektir. Haccı feshetme suretiyle
kendisine önce olduğundan daha fazla görev yüklediği için bu caiz olmuştur.
Daha faziletli olduğuna göre müstehap demektir. Bu durum, temettuZ yapan kişi
(Hz. Peygamber'in emriyle) haccı umreye çevirdi sananlara problem olmuştur.
Oysa durum böyle değildir. Çünkü haccı yalnız umreye çevirmek istese, hiç
ihtilafsız bu, caiz değildir. Haccı feshetme, yalnızca umreden sonra hac yapma
niyetini taşıyanlar için caizdir. Temettü' haccına niyetlenen kişi umre ihramına
girdiğinde hacca da girmiş demektir. Nitekim Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem): "Kıyamete kadar umre hacca dahil olmuştur."
buyurmaktadır. Bu sebeple temettü' yapan kimsenin umre ihramına girmesinden
itibaren üç gün oruç tutması caizdir. Bu da o kimsenin o durumda hacda olduğunu
gösterir. Bundan sonra hac için ihrama girmesi ise tıpkı cünüp kimsenin önce
abdest alması, sonra gusletmesi gibidir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) cünüplükten dolayı guslettiğinde böyle yapardı. Ölen kızını yıkayan
kadınlara "Sağından ve abdest organlarından yıkamaya başlayın."
buyurmuştur. Abdest organlarım yıkama guslün bir bölümüdür.
İtiraz: Bu üç yönden
tutarsızdır:
1- Haccını feshettiği
vakit ilk ihramıyla kendisine yasak olan şeyler, feshetme suretiyle helal olur.
Bu ise kendisine yüklediği (niyetlendiği) görevden daha aşağıdır.
2- İlk olarak
niyetlendiği hac şekli, kendisine çevirdiği hac şeklinden daha mükemmeldir.
Bundan dolayı birincisi cezaya ihtiyaç göstermez. Kendişine çevrilen ise ceza
olarak kurban kesimine ihtiyaç gösterir. İçinde ceza bulunmayan hac şekli, ceza
bulunan hac şeklinden daha faziletlidir.
3- Umrenin hacca ilavesi
caiz olmazsa onun hacca bedel yapılması ve haccın umreye çevrilmesi haydi haydi
caiz olmaz.
Bu itiraz yönlerine biri
toplu, diğeri tafsilatlı olmak üzere iki yoldan cevap verilecektir:
Toplu cevap: Bu yönler
tamamen sünnete karşı yapılan itirazlardır. Bu itirazlara ise, şöyle cevap
verilir: Vahyi kişisel görüşlere tercih gereklidir. Sünnete muhalif her görüş kesinlikle
batıldır. Batıl olduğunu ise, sahih ve sarih sünnete muhalefet etmiş olması
ortaya koyar. Kişisel görüşler sünnete tabidirler. Sünnet, kişisel görüşlere
tabi değildir.
Tafsilatlı cevap: Zaten
maksadımız da budur. Biz 'haccın feshi, kıyasa uygundur' görüşünü
kabullenmiştik. O halde bu kabullenişin hakkını vermek gerekir. Buna göre
birinci yönün cevabı: Temettü' haccı -araya ihramdan çıkış girmiş olsa da-,
içinde hiç ihramdan çıkma bulunmayan ifrad haccından daha faziletlidir. Çünkü
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yanında kurbanlık hayvanı
bulunmayanlara temettü' haccı yapmak üzere ihrama girmelerini ve ashabına
haccı, temettü' haccına çevirmelerini emretmiş, kendisi de bu hac için ihrama
girmiş olmayı temenni etmiştir. Aynı zamanda Allah'ın, kitabında sözü edilen
hac şekli de budur. Ümmet bu hac şeklinin caiz, hatta müstehap olduğunda icma
etmiş, diğerlerinde ise iki görüşe ayrılmışlardır. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de hac için ihrama giren ashabına sonra haclarını temettü'
haccına çevirmelerini emrettiğinde onların çekimser davranmaları üzerine
kızmıştır. Hem kesinlikle herhangi bir haccın, en hayırlı nesillerin ve
alemlerin en faziletlisi olan. insanların, Peygamberleri (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte yapmış oldukları hacdan daha faziletli olması mümkün
değildir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurbanlık sevketmiş
olanlar dışında kalan bütün sahabilere, haclarını, temettü' haccma
çevirmelerini emretmiştir. Bu tür hac dışında başka bir haccın bundan daha
faziletli olması mümkün değildir. Ancak kıran haccma niyetlenip kurbanlık
sevkedenin yaptığı hac bundan müstesnadır. Nitekim Allah Teala da Peygamberine
kıran haccını seçmiştir. Allah'ın, Peygamberi için seçtiği hac kıran haccı;
Peygamberin ashabı için seçtiği hac ise temettü' hacadır. Hangi hac bu
ikisinden daha faziletli olabilir? Hem Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), ashabını, üstün bir hac şeklinden vazgeçirip daha az faziletli ve
başkası kendisine tercih edilen bir hac şeklini yaptırması mümkün değildir.
Temettü' haccmın ifrad haccından daha faziletli olduğunu gösteren daha pek çok
sebep vardır; ancak onları anlatmahin yeri burası değildir. Böylece bu hac
şeklinin, feshetme suretiyle kaçırılan ihram üzere kalmaktan daha faziletli ve
daha tercihe şayan olduğu anlaşılmış ve bununla ikinci yönün asılsızlığı ortaya
çıkmış oldu.
"O, kurban
kesilmesi zorunlu bir hac şeklidir." sözünüze gelince, bu söz çeşitli
yönlerden tutarsız bir sözdür:
a) Temettü' haccında
kurban kesimi, istenilen bir ibadettir ve bu, haccın tamamlayıcısıdir. Şükran
kanıdır, ceza kam değil. Memleketinde bulunan (mukim) kimse için kurban
bayramında kurban kesimi nasıl b gün yapılan ibadetin tamamlayıcı sidir, tıpkı
bunun gibi kan akıtmayı içeren hac şekli de kurban kesimini içeren bayram
yerindedir. Zira o gün kurban kesimiyle Allah'a yakınlaşma kan akıtma gibidir.
Tirmizi ve başkalarının Ebu Bekir Sıddik'tan rivayetlerine göre Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Hangi hac daha faziletlidir?" diye
sordular. O da: "Acc ve secc" cevabını verdi. "Acc'\ Yüksek
sesle telbiye getirme; "secc", kurban kanı akıtma demektir.
"İfrad yapan kimse de bu fazileti elde etme imkanına sahiptir."
denirse şöyle cevap verilir: Yalnız kıran ve temettü' yapanlar hakkında bunun
meşru olduğuna dair nas gelmiştir. İfrad yapan için de müstehap olduğu
düşünülse bile onun sevabı nerde, temettü' ve kıran yapanların kestiği kurbanın
sevabı nerde?
b) Şayet bu, ceza kanı
olsaydı; ondan yemek caiz olmazdı. Oysa sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), hacda kestiği kurbanın etinden yemiş; her
deveden bir parça etin bir tencereye konmasını emretmiş ve kendisi onların
etinden yemiş, çorbalarından içmiştir. Şayet O'na düşen pay, bir devenin yedide
biri ise her deveden yemiş olduğu gözönüne alındığında yüz parça yemiş
demektir. Develerden düşen pay, bölüştürme suretiyle belli olmamış şayi
hissedir. Sahıhayn'da rivayet edilen bir hadise göre de Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), temettü' haccı yapmakta olan hanımları adına
kesmiş olduğu kurbandan yemiştir. İmam Ahmed bu hadisi delil olarak
kullanmıştır. Sahihayn'da Hz. Aişe'den (r.a.) rivayet edildiğine göre Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), hanımları adına kurban kesti. Sonra
onlar adına kestiği bu kurbandan kendilerine gönderdi. Allah Teala, Mina'da
kesilen kurbanlar hakkında buyuruyor ki: "Siz de bunlardan yeyin, çaresiz
kalmış yoksulu da doyurun. "[Hac, 28] Bu ayet sırf oraya mahsus değilse,
kesinlikle temettü' ve kıran kurbanlarını da kapsar. Zira orada meşru olan,
temettü' ve kıran kurbanlarının kesimidir. İşte bundan dolayı -Allah daha iyi
bilir ya- Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Rabbinin
"yeyin" emrine uymak için her deveden bir parça etin bir tencereye
konmasını emretmiş, böylece bütün kestiği kurbanlardan yeme imkanına
kavuşmuştur.
c) Cezaya sebeb olan
şey, aslında yasaktır. Bir mazeret bulunmaksızın ona kalkışılmaz. Çünkü cezanın
sebebi ya bir vacibin terki, yahut bir yasağın çiğnenmesidir. Temettü' haccında
ise kurban kesimi ya vacip olarak -İbn Abbas ve bir grup alim bu görüştedir-
yahut müstehap olarak -çoğunluk bu görüştedir- emredilmiş bir şeydir. Şayet
temettü' haccı kurbanı ceza kurbanı olsaydı, bir mazeret bulunmaksızın onun
sebebini yapmaya kalkışmak caiz olmazdı. O halde onların "ceza
kanıdır" sözlerinin asılsızlığı ortaya çıkmış ve anlaşılmıştır ki, bu hac
ibadetine ait bir kurbandır; Allah bu sayede kullarına bir genişlik göstermiş
ve sürekli ihramda kalmadan kaynaklanan bir meşakkat bulunduğu için de onun sebebiyle
ihram sırasında ihramdan çıkmayı mubah kılmıştır. Bu, yolculukta namazı
kısaltma ve oruç tutmama, mestler üzerine meshetme yerindedir. Gerek Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), gerekse ashabı hem bunu hem de bunu
yapmışlardır. "Allah Teala, verdiği ruhsatların yapılmasından hoşlanır.
Nitekim kendisine karşı bir günah işlenmesinden hoşlanmaz." Görüldüğü
üzere Allah'ın, kolaylaştırdığı ve hafifleştirdiği bir şeyi kulunun yapmasını
sevmesi, ona haram kıldığı ve yasakladığı şeyi işlemesinden hoşlanmaması
gibidir. Her ne kadar kesilen kurban, iki yolculuktan birinin düşmesinden
dolayı rahatlayışa bir bedel ise de bu, hac aylarında gelen kimse için ifrad
haccı ve onu müteakip umre yapmaktan daha faziletlidir. Bedel bazan vacip de
olabilir. Mesela (öğleye) bedel sayanlara göre cuma ile, su kullanma imkanına
sahip olmayan için teyemmüm bedel oldukları halde vaciptirler. Bedel bazan
vacip olabildiğine göre, müstehap olması caizlik bakımından daha uygundur.
Arada ihramdan çıkılması hepsinin bir tek ibadet olmasını engellemez. İfaza
tavafı örneğinde olduğu gibi. Zira ifaza tavafı, ittifakla bir rükündür; ancak
birinci ihramdan çıkıştan sonra yapılır. Aynı şekilde Mina günlerinde şeytan
taşlama da böyledir; tamamen ihramdan çıktıktan sonra yapılır. Ramazan orucunda
da geceleri oruç bozulur; ama bu, onun bir tek ibadet olmasını engellemez.
Bundan dolayı Malik ve başkaları demişlerdir ki: Bütün Ramazan ayı için bir tek
niyet kafidir, zira oruç bir tek ibadettir. En iyi Allah bilir.
"Umrenin hacca
ilavesi caiz olmazsa, onun hacca bedel yapılması ve haccın umreye çevrilmesi
haydi haydi caiz olmaz." sözünüze gelince; bir değirmen gürültüsü
işitiyoruz, ama öğüttüğü unu görmüyoruz! Bu iki şey arasında ne bağlantı var?
Elinizde hiçbir sağlam delili bulunmayan bu davanın delili nedir? Hem sonra
bunu söyleyen şayet Ebu Hanife (r.a.) taraftarlarından ise, Ebu Hanife'nin
kendisi bu kıyasın tutarsızlığını itiraf etmemektedir. Şayet başkalarından ise
kıyasının sıhhatini ortaya koyması istenir; ama buna yol bulamaz. Sonra denir ki:
Umreyi ilave eden kimse niyetlendiği görevinden noksanlaştırmıştır. Çünkü haç
için bir tavaf, umre için başka bir tavaf yapacaktı. Kıran yapınca sahih
sünnetin hükmünce bir tavaf, bir sa'y yapması yeterli olmuştur. Bu cumhur'un
görüşüdür. Oysa niyetlendiği görevi noksanlaştırmıştır. Fesheden ise
niyetlendiğinden eksiltmemiş, aksine ibadet şeklini ondan daha mükemmel, daha
faziletli ve daha çok vacibi bulunan bir şekle aktarmıştır. Her nasıl
düşünülürse düşünülsün böylece kıyasın tutarsızlığı ortaya çıkmış oldu. Hamd,
yalnız Allah'adır.
16- Hz, Peygamber’in
(s.a.) Mekke'ye Girişi:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını anlatmaya dönelim.
Sonra Hz, Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola koyuldu. Zituva'da konakladı. Şimdi orası
"abaru'z-Zahir" adıyla bilinmektedir. Zilhicce'nin dördüne rastlayan
pazar gecesini orada geçirdi. Sabah namazını orada kıldı. Sonra o gün gusletti
ve Mekke'ye doğru yola koyuldu. Mekke'ye gündüz Hacun üzerindeki Mekke'nin
yukarı tarafına düşen yüksek tepeden girdi. Umrede aşağı taraftan girerdi.
Hacda yukarı taraftan girdi, aşağı taraftan çıktı. Sonra yola devam edip kuşluk
vakti Mescid-i Haram'a girdi.
Taberani, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'ye, bu gün insanların
Şeybeoğulları kapısı adını verdikleri Abdimenafoğulları Kapısından girdiğini
kaydetmektedir.
İmam Ahmed'in kaydına
göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Dar-ı Ya'la mahallesinin bir
yerine girdiği vakit Beytullah'a yönelmiş ve dua etmişti.
Taberani kaydetmektedir ki,
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Beytullah'ı gördüğünde şöyle dua
etmişti: "Allah'ım! Şu evini daha çok şereflendir; ona daha çok saygı ve
heybet duyulmasını, onun daha çok üstün tutulmasını sağla!"
Yine Taberani'nin
rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Kabe'yi görünce
ellerini kaldırır, tekbir getirir ve şöyle dua ederdi:
"Allah'ım! Selam
Sensin. Selam Sendendir. Rabbimiz! Bizi selamla (yahut selametle yaşat). Allah'ım!
Şu evini daha çok şereflendir; ona daha çok saygı ve heybet duyulmasını, onun
daha çok üstün tutulmasını sağla! Onu hac yahut umre yapma niyetiyle ziyaret
edenlerin de şereflerini, tazimlerini, saygılarını ve iyiliklerim arttır!"
Bu hadis mürseldir. Ancak Said b. Müseyyeb, Hz. Ömer İbnü'l-Hattab'ın (r.a.) bu
duayı okuduğunu işitmiştir.
Mescid-i Haram'a girince
doğru Beytullah'a gitti. Tahiyyetü'l-mescid namazı kılmadı. Zira Mescid-i
Haram'ın tahiyyetü'l-mescidi tavaftır. Hacer-i Esved'in hizasına varınca onu
selamladı, üzerine varmadı. Onu geçip Rükn-i Yemani cihetine ilerlemedi.
Ellerini kaldırmadı. Ne "Bu tavafımla şu ve şu yedi tura niyet
ettim." dedi ve ne de bilgisizlerin yaptığı gibi tavafa tekbirle başladı.
Hatta bu, kötü bid'atlerdendir. Hacer-i Esved'i bütün bedeniyle hizasına alıp,
sonra ondan yüz çevirip onu yan tarafına alma diye bir şey yapmadı. Aksine
Hacer-i Esved'i karşısına alıp selamladı. Sonra sağından başlayıp Kabe'yi
soluna aldı. Ne Kabe kapısının yanında, ne oluk altında ve ne de Kabe'nin
arkasında ve rükünleri yanında dua etmiştir. Tavaf için ne bilfiil yaparak ve
ne de öğreterek belli bir zikir tayin etmiştir. Sadece iki rükün arasında şöyle
dua ettiği mahfuzdur:
"Rabbimiz! Bize
dünyada bir iyilik, ahirette bir iyilik ver. Bizi cehennem azabından
koru!" Bu tavafı sırasında ilk üç turda remel yaptı: Hızlı yürür,
adımlarını kısa atardı. Ridasım koluna alıp iki ucundan birini, kürek
kemiklerinden biri üzerine attı ve diğer kürek kemiği ile omuzunu açık bıraktı.
Hacer-i Esved'in karşısına her gelişinde mihceni ile ona işaret ediyor yahut
selamlıyor ve mihceni öpüyordu. "Mihcen", ucu eğri değnek demektir.
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Rükn-i Yemani'yi selamladığı
sabittir; ancak ne onu, ne de selamladığında elini öptüğü sabittir.
Darakutni'nin İbn Abbas'tan rivayetine göre, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Rükn-i Yemani'yi öper ve yüzünü onun üstüne koyardı. Ancak bu hadisin
senedinde Abdullah b. Müslim b. Hürmüz adlı bir ravi vardır ki, İmam Ahmed onun
hakkında "hadisi salihtir = salihu'l-hadis" derken diğerleri onu
zayıf saymıştır. Ama burada Rükn-i Yemani'den maksat Hacer-i Esved'dir. Çünkü
o, Rükn-i Yemani diye adlandırılır ve diğer rükünle ona "Yemaniyyan"
denir. Kapı tarafından Hıcr'ın bitişiğindeki rükünle ona "Irakıyyan",
Hıcr'ı takip eden iki rükne "Şamiyyan" ve Rükn-i Yemani ile Kabe'nin
arkasından Hıcr'a bitişen rükne "Garbiyyan" denir. Ancak Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerek Hacer-i Esved'i öptüğü,
gerekse eliyle onu selamladığı ve elini üzerine koyup sonra elini öptüğü ve
gerekse mihcenle selamladığı sabittir. Böylece üç tür istilam (selamlama) şekli
ortaya çıkmaktadır. Bir rivayete göre de dudaklarını Hacer-i Esved üzerine uzun
müddet koyarak ağlamıştır.
Taberani'nin ceyyid senedle
rivayetine göre; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Rükn-i Yemani'yi
selamladığı vakit "Bismillahi vallahu ekber" derdi.
Hacer-i Esved'e her
gelişinde "Allahu ekber" demiştir.
Ebu Davud et-Tayalisi
ile Ebu Asim en-Nebil, Cafer b. Abdullah b. Osman'ın şöyle dediğini
söylemektedirler: Muhammed b. Abbad b. Cafer'in Hacer-i Esved'i öptüğünü ve
üzerine ainını koyduğunu gördüm. Sonra dedi ki: İbn Abbas'ın bunu öptüğünü ve
üzerine alnını koyduğunu gördüm ve İbn Abbas dedi ki: Ömer İbnü'l-Hattab'ın
bunu öpüp üzerine alnını koyduğunu gördüm ve sonra şöyle dediğini işittim:
"Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle yaptığını gördüm,
ben de yaptım. "
Beyhaki'nin rivayetine
göre İbn Abbas, Rükn-i Yemani'yi öptü, sonra üzerine alnını koydu. Sonra yine
öpüp üzerine alnını koydu. Bunu üç kere yaptı.
Yine Beyhaki, İbn
Abbas'ın: "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hacer-i Esved
üzerine alnım koyduğunu gördüm" dediğini kaydeder.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), iki yemani rükün ( = Yemaniyyan) dışında
rükünlerden hiçbirini selamlamamış ve eliyle sıvazlamam ıştır. Şafii (r.h.) der
ki: Hiç kimse bu iki rüknü selamlamayı Allah'ın evi terkedilmiş olsun diye
terketmemiştir. Ancak Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
selamladığını selamlamış, selamlamadığını da selamlamamiştır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavafı bitirince Makam'ın arkasına geldi ve
"Makam-ı İbrahim'den bir namazgah edinin." ayetini okudu. Makam'ı,
Kabe ile kendisi arasına alarak iki rekat namaz kıldı. Bu iki rekatta,
Fatiha'dan sonra Kafirun ve İhlas surelerini okudu. Sözü edilen bu ayeti
okuması, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) davranışla Kur'an'ı
tefsir edişi ve Allah'ın bu ayetten ne kasdetmiş olduğunu açıklaması demektir.
Namazını bitirince Hacer-i Esved'e yöneldi ve onu selamladı.
17- Sa'y Edişi:
Sonra Safa tepesinin
karşısındaki kapıdan Safa'ya çıktı. Tepeye yaklaşınca: "Şüphesiz Safa ve
Merve Allah'ın nişanelerindendir." ayetini [Bakara, 159] okudu ve
"Allah'ın ilk olarak söylediğinden başlıyorum." dedi. Nesai'nin
rivayetinde ise: "başlıyorum" yerine emir kipiyle
"başlayın" kelimesi yer almaktadır. Sonra dağın tepesine çıktı ve
nihayet Kabe'yi gördü. Kıbleye yöneldi. Kelime-i tevhid ve tekbir getirdi ve
şöyle dedi:
"Tek Allah'tan
başka tanrı yok. O'nun ortağı yok. Mülk O'nundur. Hamd O'na mahsustur. O'nun
herşeye gücü yeter. Tek Allah'tan başka tanrı yoktur. O Allah sözünü tutmuş,
kuluna yardım etmiş ve güçlü toplulukları tek başına hezimete
uğratmıştır." Sonra bu arada dua etmiş ve üç defa böyle söylemiştir.
İbn Mes'üd, Safa'daki
Sad* denilen bir yarık üzerinde ayağa kalktı. Bunun üzerine ona: "Ey Ebu
Abdurrahman! Burası neresidir?" diye sordular. O da: "Burası,
kendisinden başka tanrı bulunmayan Allah'a yemin ederim ki, kendisine Bakara
suresi indirilen zatın makamıdır." diye cevap verdi. Bu olayı Beyhaki
rivayet etmiştir.
Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yürüyerek Merve'ye İndi. Ayakları yokuş aşağı vadinin
ortasına akınca, koştu. Vadiyi geçip (Merve) tepesine tırmanmaya başlayınca
yürüdü. O'ndan aktarılan sahih rivayet böyledir. O gün sa'y yapılan yerin
başlangıç ve sonunda dikili bulunan iki yeşil alametin önüne gelinceye kadar
koşuyor (buradan itibaren yürüyordu). Görünen o ki, vadinin yapısı
değişmemiştir. Sahih-i Müslim'deki rivayette Cabir, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle yaptığını aktarmaktadır. Bu rivayetin
görünümünden anlaşılan, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaya
olduğudur. Müslim'in; Sahih'inde rivayetine göre Ebu'z-Zübeyr, Cabir b.
Abdullah'ın şöyle dediğini işitmiştir: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Veda haccında, insanlar etrafım sardığı için (herkes tarafından
görülemediğinden) kendisine sorularını sorsunlar diye onlara görünebilmek için
yüksekte olmak amacıyla devesi üzerinde Kabe'yi tavaf etti ve Safa-Merve
arasında sa'y yaptı." Müslim'in, Ebu'z-Zübeyr aracılığıyla Cabir'den
rivayetine göre ne Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve ne de ashabı
Safa-Merve arasında bir tek sa'ydan başka sa'y -o da ilk sa'yıdır- yapmamıştır.
İbn Hazm diyor ki: Bu
iki rivayet arasında bir çelişki yoktur. Çünkü binitli olan kimseyi devesi
yokuş aşağı indirince, o kimsenin bütün bedeni yokuş aşağı akmış olur. Aynı
zamanda bedeninin geri kalan kısmıyla beraber ayakları da yokuş aşağı akmıştır.
Bu iki rivayetin arasını
bulmada bence bundan daha güzel başka bir yol vardır. Şöyle ki: Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) önce yaya olarak sa'y yaptı; sonra sa'yını
binitli olarak tamamladı. Böyle olduğu, bir rivayette açıkça belirtilmiştir.
Sahih-i Müslim'de rivayet edildiğine göre, Ebu't-Tufeyl anlatıyor: İbn Abbas'a:
"Söyle bana, Safa-Merve arasında binitli olarak sa'y yapma sünnet midir?
Zira kavmin, sünnet olduğunu iddia ediyor." dedim. O da: "Hem doğru
söylemişler, hem yanlış!" diye karşılık verdi. Ben: "Hem doğru
söylemişler, hem yanlış! sözünün anlamı ne?" diye sordum. Şunları söyledi:
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) etrafında insanlar kalabalık
lası p "İşte Muhammedi İşte Muhammed!" diye bağrışmaya başladılar;
hatta yeni yetişmekte olan genç kızlar evlerden dışarı çıktılar. Dağıtmak
amacıyla Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Önünde, insanlar
dövülmezdi. Kalabalık iyiden iyiye artınca Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) (devesine) bindi. Yürümek ve koşmak daha faziletlidir.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Mekke'ye gelişinde yapmış olduğu kudüm tavafını
yaya mi, binitli olarak mı yaptığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Sahıh-i Müslim'de rivayet edildiğine göre, Hz. Aişe (r.a.) diyor ki: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Veda haccında insanların kendisinden
uzaklaştırılmasını hoş görmediği için Kabe'nin etrafını devesi üzerinde Rükn'ü
(Hacer-i Esved'i) selamlayarak tavaf etti.
Sünen-i Ebu Davud'aa ibn
Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), rahatsız olduğu bir halde Mekke'ye geldi. Tavafı devesi üzerinde
yaptı. Rükn'e her gelişinde onu ucu eğri değnekle selamladı. Tavafı bitirince
deveyi çökertti, iki rekat namaz kıldı." Ebu't-Tufeyl diyor ki:
"Allah Rasulü'nü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gördüm; Kabe'nin etrafım
devesi üzerinde tavaf ediyor, Hacer-i Esved'i ucu eğri değneği ile selamlıyor,
sonra o değneği Öpüyordu." Bu hadisi Müslim, "deve" kelimesini
zikretmeksizin rivayet etmiştir. Hadis, Müslim'in senediyle ve deve kelimesinin
zikredilmesi suretiyle Beyhaki tarafından rivayet edilmiştir. Allah daha iyi
bilir ya, bu kudüm tavafında değil de ifaza tavafında olsa gerektir. Çünkü
Cabir (kudüm tavafının) ilk üç turunda Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) remel yaptığım hikaye etmiştir ki, bu ancak yaya olunduğunda mümkündür.
Şafii (r.h.) diyor ki:
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kudüm tavafında yaptığı yedi
turu yaya idi. Çünkü Cabir, bu tavafta Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) üç turda remel yaptığını, dört turda ise yürüdüğünü aktarmıştır.
Cabir'in, tavafı Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir tek turda
hem binitli, hem yaya olarak yapmış olduğunu söylemesi düşünülemez. Oysa
binitli olarak yaptığı yedi turun, kurban bayramının birinci günü yaptığı
tavafta gerçekleştiği mahfuzdur... Sonra Şafii, ibn Uyeyne - İbn Tavus - babası
Tavus senediyle rivayet eder ki: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ashabına ifaza tavafı için erken davranmalarını emretti. Kendisi ise
hanımları arasında geceleyin devesi üzerinde Rükn'ü ucu eğri değneği ile
selamlayarak ifaza tavafını yaptı." Sanırım "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) değneğin ucunu öpüyordu." dedi.
Ben derim ki: Maamafih
bu hadis mürseldir ve Cabir'in Sahih'de rivayet ettiği "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifaza tavafını, kurban bayramının birinci günü
gündüz yaptı." hadisine ters düşmektedir ki, yakında geleceği üzere Hz.
Aişe ile İbn Ömer de böyle rivayet etmişlerdir. İbn Abbas'ın "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), rahatsız olduğu bir halde Mekke'ye
geldi. Tavafı devesi üzerinde yaptı. Rükn'e her gelişinde onu selamlardı."
sözü şayet mahfuz ise umrelerinden birinde olsa gerektir. Yoksa kudüm tavafının
ilk üç turunda remel yaptığı sahih senedle aktarılmıştır. Yalnız İbn Hazm'ın
sa'y konusunda dediği gibi "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) devesi
üzerinde remel yapmıştır. Zira devesi üzerinde remel yapan kimse de remel
yapmış sayılır" denilebilirse de, hiçbir hadiste Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kudüm tavafında binitli olduğu belirtilmemiştir.
En iyi Allah bilir.
ibn Hazm: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), devesi üzerinde binitli olduğu halde
Safa-Merve arasında üçü remel, dördü normal yürüyüş olmak üzere yedi tur
yaptı" diyor. Bu, merhumun yanılgı ve yanhşlıklarındandır. Zira ondan
başka hiç kimse katiyen böyle bir şey söylememiş ve hiç kimse de Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu şekilde yaptığını asla rivayet
etmemiştir. Bu, yalnızca Kabe'nin tavafı meselesindedir. Ebu Muhammed (ibn
Hazm) yanlışlıkla bunu Safa-Merve arasında yapılan turlara aktarmıştır. Daha
tuhafı da bu görüşünü desteklemek amacıyla Buhari'nin İbn Ömer'den rivayet
ettiği şu hadisi delil göstermiştir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), Mekke'ye geldiğinde ilk iş olarak Rükn'ü (Hacer-i Esved'i)
s'elamlayarak Kabe'yi tavaf etmeye koyuldu. (İlk) Üç turda remel yaptı, dört
turda ise normal yürüdü. Beytullah'ı tavaf işini bitirince, Makam'ın yanında
iki rekat namaz kıldı. Selam verip namazdan çıktı. Safa'ya geldi. Safa-Merve
arasında yedi tur (şavt) yaptı... İbn Hazm, hadisin geri kalan kısmını da
kaydedip diyor ki: "Safa-Merve arasında kaç kere remel yapmış olduğunu
belirten bir ifadeye rastlamadık. Ancak bu hadis, müttefekun aleyh'dir."
İşte böyle diyor, İbn Hazm. Ben derim ki: İttifakla rivayet edilen (müttafekun
aleyh) husus, bütün turlarda vadinin ortasına geldiğinde koştuğudur. Özellikle
ilk üç turda remel yaptığım hiç kimse söylememiş ve bildiğimiz kadarıyla ondan
başkası da nakletmemiştir. Bu meseleyi üstadımıza sordum. "Bu, onun
yanlışlarından biridir. Merhumun*, kendisi hac yapmamıştır." dedi.
Bu yanlışlığın bir
benzeri "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) on dört kere sa'y
yaptı" deyip gidiş-gelişini bir defa sayanın düştüğü yanlışlıktır. Bu da
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında yapılan bir yanlışlık olup
hiç kimse tarafından nakledilmemiştir ve her ne kadar imamlara müntesip sonraki
bazı alimlerce savunulmuşsa da görüşleri meşhur olan hiçbir imam böyle bir şey
söylememiştir. Hz. Peygamberdin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sa'yını Merve'de
tamamlamış olduğunda ihtilaf edilmemiş olması da bu görüşün sakatlığını ortaya
koyar. Şayet gidiş-geliş bir defa sayılsaydı, sa'yını Safa tepesinde bitirmiş
olması gerekirdi.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Merve'ye ulaştığında tepesine çıkar, Kabe'ye
yönelir, tekbir getirir, kelime-i tevhid söyler ve Safa'da yaptığı gibi
yapardı. Merve'de sa'yını tamamlayınca; yanında kurban bulunmayan, kıran yahut
ifrad haccı yapan herkesin kesinlikle ihramdan çıkmalarını ve kadınlarla cinsel
ilişki kurma, güzel koku sürünme, dikişli elbise giyme gibi ihramlıya haram
olan şeylerin hepsini yapmalarını ve terviye gününe kadar bu şekilde
kalmalarını emretti. Kendisi ise kurbanlık sevketmiş olmasından dolayı ihramdan
çıkmadı ve orada şöyle dedi: "Bu yapmakta olduğum hacca yeniden başlıyor
olsaydım kurbanlık sevketmez, haccı umreye çevirirdim."
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisinin ihramdan çıktığı rivayet edilmişse de
yukarıda açıkladığımız üzere bu kesinlikle yanlıştır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) burada, saçlarını tamamen tıraş ettirenler için
üç kere, kısalttıranlar içinse bir kere dua edip Allah'tan onların
bağışlanmalarını diledi. Haccı feshedip ihramdan çıkmalarını kendilerine
emretmelerini müteakip Süraka b. Malik b. Cu'şum, burada O'na bu haccı feshetme
işinin o seneye mi mahsus olduğunu, yoksa ebediyen geçerli bir şey mi olduğunu
sormuş, O da: "Hayır, ebediyen geçerlidir." cevabını vermişti.
Kurbanlık sevketmiş olmalarından dolayı Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Ali, Talha
ve Zübeyr ihramdan çıkmamışlardı.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları ise kırana niyet etmişlerdi, ihramdan
çıktılar. Yalnız Hz. Aişe hayız olduğundan ihramdan çıkma imkanına sahip
olmadığı için ihramdan çıkmadı. Hz. Fatıma ise ihramdan çıkmıştı. Çünkü onun
yanında kurbanlık hayvanı yoktu. Hz. Ali (r.a.) de kurbanlığı bulunduğu için
ihramdan çıkmadı. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisi gibi
niyetlenip ihrama girenlere şayet yanlarında kurbanları varsa ihramlı
kalmalarını, kurbanları yoksa ihramdan çıkmalarını emretti.
Terviye gününe kadar
Mekke'de kaldığı sürece Mekke'nin dışında müslümanlarla konakladığı yerde
namazım kıldı. Mekke dışında kaldığı dört gün boyunca namazı kısaltarak kıldı.
Bu dört gün: Pazar, pazartesi, salı, çarşamba. Perşembe günü kuşluk vakti
olunca, beraberindeki müslümanlarla birlikte Mina'ya hareket etti. İhramdan
çıkmış olanlar meskenlerinde ihrama girdiler; Mescid-i Haram'a gidip orada
ihrama girmediler. Hatta ihrama girdiklerinde Mekke arkalarında idi.
18- Arafat'a Gelişi:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mina'ya ulaşınca orada konakladı ve öğle ile
ikindiyi kıldırdı. Geceyi orada geçirdi. Cuma gecesi idi. Güneş doğunca oradan Arafat'a
hareket etti. Bugünkü umumi yolun sağındaki Dab yolunu tuttu. Ashabından
kimileri telbiye, kimileri tekbir getiriyor; kendisi bunları işitiyor ne
telbiye ve ne de tekbir getirenleri menediyordu. Arafat'ın doğusunda, günümüzde
harabe bir köy olan Nemire'de kurulmasını emrettiği çadırın kurulmuş olduğunu
gördü. Orada konakladı. Güneş tepe noktadan batıya yönelince, devesi Kasva'nın
getirilmesini emretti, sırtına eğer vuruldu. Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Ürene arazisindeki Batnu'l-Vadi'ye gelince devesi üzerinde
insanlara muazzam bir konuşma (hutbe) yaptı. Bu konuşmada İslam'ın temel
kaidelerini açıkladı; şirk ve cahiliye kaidelerini yıktı. Kendilerine tecavüzün
haram olduğunda bütün dinlerin ittifak etmiş olduğu haram şeylerin; yani
kanlar, mallar ve ırzların haramlıklarını açıkladı. Cahiliye adetlerini
ayaklarının altına aldı. Bütün cahiliye faizlerini ayaklarının altına aldı ve
ibtal etti. Erkeklere, hanımlarına iyi davranmalarını tavsiye etti. Kadınların
hak ve görevlerini anlattı. Beslenme ve giyinme ihtiyaçlarının örfe göre
karşılanması hakkına sahip olduklarını söyledi ve bunun ne kadar olacağını
bir/ölçü vererek belirtmedi. Kocalarının istemedikleri insanları evlerine
aldıkları takdirde kocalarına, onları dövmeyi mubah kıldı. Ümmete, Allah'ın
kitabına sarılmayı öğütledi. Ona sarıldıkları müddetçe yoldan sapmayacaklarını
haber verdi. Sonra onlara kendisinden sorulacaklarını haber verip o zaman ne
söyleyeceklerini, nasıl şahitlikte bulunacaklarını söylemelerini istedi. Onlar
da: "Sen, Allah'tan aldıklarını tebliğ ettin, peygamberlik vazifeni yerine
getirdin ve öğüt verdin! diye şahitlikte bulunacağız." dediler. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) (şehadet) parmağını göğe
kaldırdı; Allah'ı onlara üç kere şahit tuttu ve orada bulunanların
bulunmayanlara söylenenleri ulaştırmalarım emretti.
İbn Hazm diyor ki:
"Hilal kabilesinden Haris'in kızı ve Abdullah İbn Abbas'ın annesi
Ümmü'l-Fadl, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir bardak süt
gönderdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) insanların önünde devesi
üzerinde sütü içti' Hutbeyi tamamlayınca Bilal'e namaz için kamet getirmesini
emretti." Bu, merhumun yanılgısıdır. Çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) süt içmesi olayı, bundan sonra Arafat'a gidip orada vakfe
yaparken gerçekleşmişti. Bu şekilde olduğu Sahihayn'da Meymune'den açık br
ifade ile rivayet edilmiştir:' İnsanlar, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) arefe günü oruçlu olup olmadığında şüphe ettiler. Ümmü'l-Fadl, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mevkıf'ta vakfe yaparken O'na süt
gönderdi. İnsanların gözleri önünde sütten içti. Bir rivayette
"...Arafat'ta vakfe yaparken..." denilmektedir.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) konuşmasını yaptığı yer vakfe yeri değildi. Çünkü
Urene'de konuşma yapmıştır ki, orası vakfe yeri değildir. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Nemire'de konakladı, Urene'de konuşma yaptı ve
Arafat'ta vakfede bulundu. Bir tek konuşma yaptı (hutbe okudu); aralarında
oturduğu iki konuşma yapmadı. Konuşmasını tamamlayınca Bilal'e ezan okumasını
emretti. Sonra Bilal kamet getirdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
iki rekat olarak Öğle namazını kıldırdı. Her iki rekatta da içinden kıraat
eyledi. Cuma günü idi. Bu da gösterir ki yolcu cuma namazını kılmaz. Sonra
Bilal kamet getirdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ikindi
namazını yine iki rekat olarak kıldırdı. Yanında Mekkeliler de vardı. Onlar da
kuşku yok ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gibi hem kısaltarak
hem de birleştirerek (O'nun arkasında) namaz kıldılar. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara ne namazı tamamlamayı ve ne de (öğle ile
ikindiyi) birleştirerek kılmamalarını emretti. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) onlara "Namazınızı tamamlayın. Zira biz yolcuyuz" demiş
olduğunu söyleyen şüphesiz apaçık bir hataya düşmüş ve çirkin bir yanlışlık
yapmış olur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara bu sözü
Mekke'nin içinde kendi memleketlerinde mukim olmaları sebebiyle Fetih gazileri
hakkında söylemişti. Bundan dolayı alimlerin görüşlerinin en doğrusu,
Mekkeliler Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptıkları gibi
Arafat'ta namazları hem kısaltarak, hem de birleştirerek kılarlar, görüşüdür.
Bu da apaçık bir şekilde gösterir ki, namazın kısaltılması için yolculuk belli
bir mesafe ve belli günlerle sınırlandırılmaz; namazın kısaltılması konusunda
haccın katiyen hiçbir tesiri yoktur. Tesir, yalnızca Allah'ın sebep kıldığı
şeydir ki o da yolculuk halidir. Sünnetin icabettirdiği budur. Sınırlama
getirenlerin görüşlerinin hiçbir tutar yönü yoktur.
Namazını bitirince
devesine bindi, vakfe yerine geldi. Dağın eteğinde kayaların yanında durdu,
kıbleye yöneldi ve ip gibi uzayıp giden yaya kafilesini önüne aldı. Devesi
üzerinde idi. Güneş batıncaya kadar dua etti, Allah'a yalvardı yakardı.
İnsanlara Ürene vadisinin dibinden yukarı çıkmalarını emretti ve Arafat'ın
özellikle kendisinin vakfe yaptığı yer olmadığını haber verip buyurdu ki: "Ben
burada vakfe yaptım. Arafat'ın tamamı vakfe yeridir.
İnsanlara haber gönderip
meş'arları (ibadet edecekleri yerler) üzerinde bulunmalarını, oralarda vakfe
yapmalarını, çünkü bu yerlerin babaları Hz. İbrahim'in mirasından olduğunu
söyledi.
Orada Necid halkından
bazıları gelip Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı sordular. O
da: "Hac, Arafat (yahut arefe)dir. Müzdelife gecesi sabah namazından önce
gelenin haccı tamam olur. Mina günleri üçtür. Acele edip iki gün kalana bir
günah yoktur. Geciken kimseye de günah yoktur." diye açıklama yaptı.
19- Arafat'ta Yaptığı
Dualar:
Yoksul bir kimsenin
yemek isteyişi gibi dua sırasında ellerini göğüs hizasına kaldırdı. Sahabilere
en hayırlı duanın arefe günü yapılan dua olduğunu haber verdi.
Vakfe yerinde yaptığı
söylenen dualardan bazıları:
"Allah'ım!
Dediğimiz gibi ve dediğimizden daha hayırlı hamd Sana! Allah'ım! Benim namazım,
haccım, yaşamım ve ölümüm Senin içindir. Dönüşüm, Sanadır. Mirasım da Rabbim,
Sana aittir. Allah'ım! Kabir azabından, kalbin vesvesesinden, işlerin
dağınıklığından Sana sığınırım. Allah'ım! Rüzgarların getirdiği afetlerin
şerlerinden Sana sığınırım." Bu hadisi Tirmizi rivayet etmiştir.
"Allah'ım! Sen
sözümü işitiyor, yerimi görüyor; gizli açık nem varsa biliyorsun. Hiçbir işim
Sana gizli kalmaz. Ben çaresizim, yoksulum. Senden yardım ve eman diliyorum.
Korkuyorum, endişe ediyorum. Günahlarımı itiraf ve kabul ediyorum. Bir yoksul
Senden nasıl isterse ben de öyle istiyorum. Zelil bir günahkar Sana nasıl
yalvarırsa ben de öyle yalvarıyorum: Senin huzurunda boynunu bükmüş, Senin için
gözlerinden yaşlar boşanan, Senin uğruna bütün varlığını zelil eden, burnunu
yerlere sürten zarara uğramış korku içinde olan bir kul nasıl Sana dua ederse,
ben de öyle dua ediyorum. Allah'ım! Rabbim! Duamı kabul buyurmaktan beni mahrum
eyleme. Bana acı, bana merhamet et, ey istenilenlerin en hayırlısı ve
verenlerin en hayırlısı!" Bu hadisi Taberani rivayet etmiştir.
İmam Ahmed'in Amr b.
Şuayb - babası - dedesi senediyle rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) arefe günü çoğunlukla şu duayı yapmıştır:
"Tek Allah'dan
başka tanrı yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nun, hamd O'nundur. Hayır,
O'nun elindedir. O'nun herşeye gücü yeter."
Beyhaki'nin Hz. Ali'den (r.a.)
rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurdular ki:
Benimle benden önceki peygamberlerin Arafat'ta çoğunlukla yaptıkları dua şudur:
"Tek Allah'dan
başka tanrı yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nundur, hamd O'nundur. O'nun her
şeye gücü yeter. Allah'ım! kalbimde bir nur, göğsümde bir nur, kulağımda bir
nur, gözümde bir nur yarat. Allah'ım! Göğsüme genişlik ver, işimi kolaylaştır.
Kalb vesvesesinden, işlerin dağınıklığından ve kabir azabından Sana sığınırım.
Allah'ım! Gece ve gündüz içinde bulunan bütün kötü şeylerin şerlerinden,
rüzgarların getirdiği afetlerin ve zamanın musibetlerinin şerlerinden Sana
sığınırım."
Bu duaların rivayet
senedlerinde gevşeklik (leyyin) vardır.
Şu ayet Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) orada indi: "Bugün sizin için dininizi
bütünledim, size karşı nimetimi tamamladım ve size din olarak İslam'ı seçtim.
"
20- İhramlı Bir
Sahabinin Ölümü:
Arafat'ta vakfe yaparken
bir müslüman ihramlı olduğu halde devesinden düştü ve öldü. Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) iki bez içine kefenlenmesin!, güzel koku sürülmemesini, su ve
sidr (Arabistan kirazı, Trabzon hurması) ağacı yaprağı ile yıkanmasını, başının
ve yüzünün örtülmemesini emretti. Ve Allah Teala'nın o müslümanı kıyamet günü
telbiye getirir bir vaziyette dirilteceğini haber verdi.
Bu olay 12 hüküm
içermektedir:
1- Ölünün yıkanmasının
farz oluşu. Çünkü Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu emretmiştir.
2- Kişi ölmekle pis
olmaz. Zira ölmekle pis olsaydı yıkanması ancak pisliğini artırırdı. Çünkü
hayvanın ölmekle pis olması maddi varlığı ile ilgilidir. Şayet insanın ölmekle
pis olduğunu söyleyenler yıkamakla temizlendiği görüşüne müsaade ediyorlarsa
ölmekle pis olması görüşü dayanaktan yoksun kalır. Şayet temizlenmediğini söylüyorlarsa
bu takdirde yıkama, yalnızca ölünün kefenlerinin, bezlerinin ve yıkayıcısının
pisliğini arttırır.
3- Ölünün su ve sidr ile
yıkanması meşrudur, yalnızca su ile yetinilmez. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) üç yerde sidr ile yıkamayı emretmiştir ki birisi budur.
İkincisi, kendi kızının yıkanmasında su ve sidr ile, üçüncüsü ise hayızlı iken
ölen kadının yıkanmasında emretmiştir.
Hayızlı iken ölen
kadının yıkanmasında sidr kullanmanın farziyeti konusunda Ahmed b. Hanbel
mezhebinde iki görüş vardır.
4- Temiz şeylerle suyun
değişikliğe uğraması onun temizliğini gidermez. Nitekim cumhurun görüşü budur.
Her ne kadar sonraki Hanbeli fakihler aksini düşünmekte iseler de Ahmed b.
Hanbel'den gelen iki rivayetin en sağlamı da bu yoldadır. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yıkadıktan sonra durulayıcı su ile yeniden
yıkanmasını emretmemiştir. Hatta kızının yıkanması konusunda son yıkamada bir
parça kafur sürülmesini buyurdu. Şayet kafur suyun temizliğini giderseydi elbet
yasaklardı. Burada maksat yalnızca iki maddenin birbirine karıştırılmasından
dolayı bir değişikliğin husule gelip suyun kafur kokusunu kazanması değil,
bedenin iyice temizlenip güzel kokmasını sağlamak, onu takviye edip
sağlamlaştırmaktır. Bu ise su ve kafurun ayrı ayrı kullanılmasıyla değil,
kafurun suya karıştırılmasıyla ancak meydana gelir.
5- İhramlının
gusletmesinin mübahliğı. Bu konuda Abdullah İbn Abbas ile Misver b. Mahrame
tartışmışlar ve Ebu Eyyub el-Ensari, Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ihramlı iken guslettiğini söyleyerek tartışmayı sonuca bağlamıştır.
İhramlının cünüplükten dolayı gusledeceği konusunda alimler arasında ittifak
vardır. Fakat Malik (r.h.) ihramlı cünübün başını suya tamamen daldırmasını, bu
işlemin bir tür başı örtme sayılacağından dolayı mekruh görmüştür. Doğrusu
bunda bir sakınca yoktur. Ömer İbnü'l-Hattab ve İbn Abbas bunu yapmışlardır.
6- ihramlı kimsenin su
ve sidr kullanması yasak değildir. Bu konuda ihtilaf edilmiş, bunu Şafii ve
kendisinden gelen iki rivayetin en zahir olanına göre Ahmed b. Hanbel mubah;
Malik, Ebu Hanife ve oğlu Salih'in rivayetine göre Ahmed b. Hanbel yasak
saymışlardır. Bu rivayete göre Ahmed: "Şayet böyle yaparsa kurban
keser" demiştir. Ebu Hanife'nin iki öğrencisi (Ebu Yusuf ile Muhammed) ise
böyle yaparsa sadaka vermesi gerekir, demişlerdir.
Yasaklayanlar şu üç
sebebe dayanmaktadırlar:
a) İhramlının başındaki
haşeratı öldürür. Oysa ihramlının başında bit araması bile yasaktır.
b) Bu bir rahatlamadır. Oysa
baştaki dağınıklığın giderilmesi ihrama aykırı düşer.
c) İhramlı sidrin
kokusundan lezzet alır. O zaman güzel kokuya benzemiş olur. Hele bir de (sabun
gibi temizlikte kullanılan) hanım çiçeği kullanırsa.
Dayanılan bu üç sebep
gerçekten çürüktür. Doğrusu bunun caiz olmasıdır. Çünkü nas vardır. Allah ve
Rasulü yıkanmak suretiyle başın dağınıklığını ve keçelenmiş halini gidermeyi,
bit öldürmeyi ihramlıya yasaklamamışlardır. Hem sidrin güzel kokuyla hiçbir
alakası yoktur.
7- Ölüyü kefenleme,
mirasının dağıtımından ve borcunun ödenmesinden daha önce gelir. Çünkü Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki bez parçası içine kefenlenmesini
emretmiş, ama ne mirasçısını, ne de borcunu sormuştur. Durum böyle olmasaydı
elbet sorardı. Nitekim hayatta iken nasıl giydiği elbise borcunu ödemeye göre
daha tercihe şayansa, öldükten sonra da durum aynıdır. Bu cumhurun görüşüdür.
Bu konuda kural dışı bir ihtilaf varsa da önemsizdir.
8- Ölünün
kefenlenmesinde izar ve ridadan oluşan iki bez parçası ile yetinmek caizdir. Bu
cumhurun görüşüdür. Kadı Ebu Ya'la der ki: "Güç yetirildiği takdirde üç
bez parçasından daha azı caiz olmaz. Çünkü iki bez parçası ile yetinmek caiz
olsaydı yetimleri bulunan kimsenin üç parça ile kefenlenmesi caiz
olmazdı." Doğru olan onun söylediği sözün aksidir. İleri sürdüğü sebep
yüksek kalitelisi varken sert ve kaba olanı kullanma ile çürütülür.
9- ihramlı kişiye güzel
koku yasaktır. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onun telbiye
getirir bir vaziyette diriltileceğine şahitlik etmekle birlikte güzel koku
sürülmesini yasaklamıştır. İhramlı kimsenin güzel koku sürünmesinin yasaklığı
konusunda bu hadis asıldır.
Sahihayn'da. İbn
Ömer'den gelen bir hadiste Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama
girecek olanlara: "Alaçehre (yahut Yemen safranı) veya safran dokunmuş
hiçbir şey giymeyin." buyurdu.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), haluk adı verilen, terkibinde safran da bulunan
bir tür güzel koku sürdüğü cübbe içinde ihrama giren bir kimseye cübbeyi
çıkarmasını ve bulaşan kokuyu yıkamasını emretti. İhramlı kimseye güzel kokunun
yasak olduğunun dayanağı bu üç hadistir. Bunların en açık ifadelisi de bu
olaydır. Çünkü son iki hadisteki yasaklayıcı ifade güzel kokunun belli bir
türüne, özellikle haluka mahsustur. Bunun yasaklığı ise hem ihram halinde ve
hem de ihram dışındaki hallerde umumilik arzeder.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir güzel kokuya yakın olmayı yahut dokunmayı
yasaklamış olduğuna göre bu yasak başı, bedeni ve elbiseleri de kapsar. Temas etmeden
koklamayı haram sayanlar, kıyas yoluyla haram saymışlardır. Yoksa yasağı ifade
eden söz açık olarak bunu kapsamaz. Bu konuda uyulması zorunlu, bilinen bir
icma da yoktur. Ancak bunun haram sayılısı (harama götüren) aracıları (vesail)
haram sayma türündendir. Zira koklanması bedene ve elbiselere bulaşmasına sebep
olur. Nitekim yabancı kadına bakmak haramdır. Çünkü başka şeylere vesile olur.
Sarama götürdükleri için haram sayılan vesileler, ihtiyaçtan veya fayda tarafı
ağırlık basan bir maslahattan dolayı mubah olurlar. Nitekim satın alınacak
cariyeye, evlilik teklifinde bulunulan kadına bakmak mubah olduğu gibi
mahkemede aleyhine şahitlikte bulunan yahut kendisiyle bir iş gören veya
kendisini tedavi eden kimsenin de bakması mubahtır. Buna göre ihramlının
rahatlama ve zevk alma kastıyla güzel koku koklamasından menedilir. Kendisinin
bir kastı olmaksızın koku burnuna ulaşsa yahut satın ahrken bilmek kastıyla
koklasa bundan menedilmez ve burnunu kapatması da vacip olmaz. Birincisi
ansızın bakış gibidir. İkincisi ise cariye satın alan veya bir kadına talip
olan kimsenin bakışı gibidir. Bunu açıklığa kavuşturan şeylerden biri de şudur:
İhramdan önce sürülmüş bir güzel kokunun devam etmesini ihramlıya mubah
sayanlardan bazıları ihramdan sonra da bilerek kasıtlı olarak koklamanın mubah
olduğunu belirtmişlerdir; Ebu Hanife'nin taraftarları bunu açık bir şekilde
belirtmişlerdi. Diyorlar ki: Ebu Yusuf'un Cevamiu'l-Fıkh adlı eserinde
"İhramlının, ihramdan önce sürünmüş olduğu bir güzel kokuyu koklamasında
bir sakınca yoktur." deniyor. el-Müfid adlı eserin sahibi der ki: Koku
ihramlıya siner ve böylece ihramdan sonraki yorgunluğun verdiği sıkıntıyı
gidermesi bakımından artık kendisine tabi olur. Tıpkı oruçlu için sahur ne ise
o olur; sahurla oruç halindeki açlık ve susuzluğun vereceği sıkıntı giderilir.
Ama elbise için durum böyle değildir. Çünkü elbise kişiden ayrılabilir.
Fakihler, kokunun yeni
baştan sürülmesinin yasak olduğu gibi kokusunu devam ettirmek de yasak mı,
yoksa kokusunun devam ettirilmesi caiz mi olduğu konusunda iki farklı görüş
ileri sürmüşlerdir. Cumhur, sahih sünnete uyarak kokusunun devam ettirilmesinin
caiz olduğu görüşünü benimsemiştir. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ihrama girmeden önce güzel koku sürünür, ihramdan sonra saçının ayrım
yerlerinde kokunun parlaklığı göze çarpardı. Bir metinde "ihramdan
sonra" sözü yerine "telbiye getirirken" denmekte ve bir metinde
ise "üç (gün) sonra" ibaresi yer almaktadır. Bütün bunlar "Bu
ihramdan önceydi. Yıkanınca eseri kayboldu" şeklinde yorumlayanların bu
tutarsız yorumlarını reddeder. Bir metinde deniyor ki: Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ihrama girmek istediği vakit bulabildiği en güzel kokuyu
sürünürdü. Daha sonra başında ve sakalında kokunun parlaklığı göze çarpardı!
Aman Allah'ım! Taklid ve görüşleri destekleme, sahiplerine neler yaptırıyor!
Onların içinden başka
bir grup da: "Bu, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) mi
sustu." diyor. Bu görüşü şu iki husus reddeder:
1) Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) mahsus olduğu davası delil olmadan dinlenmez.
2) Ebu Davud'un Hz.
Aişe'den rivayet ettiği şu hadis: Biz Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte Mekke'ye doğru yola çıkardık. İhrama girerken alınlarımızı
zamk ve misk karışımı güzel kokulu "sük" adı verilen bir tür koku ile
sargılardık. Herhangi birimiz terlediği vakit yüzüne akardı. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kokuyu görür, ama bizi ondan yasaklamazdı.
10- İhramlının başım
örtmesi yasaktır. Bu üç basamaklıdır: 1) İttifakla yasak olan, 2) İttifakla
caiz olan, 3) İhtilaflı olan.
Birincisi: Başın
örtülmesi amaçlanan başa bitişen ve temas eden her şey. Mesela sarık, kalpak,
takke, miğfer vb.
İkincisi: Çadır, ev,
ağaç vb. şeyler sahihtir ki, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ihramlı iken, O'nun için Nemire'de bir çadır kurulmuştu. Ancak Malik,
ihramlının, elbisesini gölgelenme amacıyla bir ağaca asmasını yasak saymıştır.
Çoğunluğu oluşturan alimler ise ona muhalefet etmişlerdir. İmam Malik'in
taraftarları ihramlı bir kimsenin mahfe gölgesinde yürümesini yasak
saymışlardır.
Üçüncüsü: Mahfe,
tahterevan, hevdec vb. şeyler. Bu konuda üç görüş vardır: 1) Caizdir. Şafii ve
Ebu Hanife -Allah onlara rahmet etsin- bu görüştedirler. 2) Yasaktır; yaparsa
fidye öder. Malik (r.h.) bu görüştedir. 3) Yasaktır, yaparsa fidye ödemesi
gerekmez. Bu üç görüş de İmam Ahmed'den (r.h.) rivayet edilmiştir.
11- İhramlının yüzünü
Örtmesi yasaktır. Bu konuda ihtilaf edilmiştir. Şafii ve bir rivayette Ahmed
mubah olduğunu; Malik, Ebu Hanife ve bir rivayette de Ahmed yasak olduğunu
söylemişlerdir. Mubah olduğunu söyleyen altı şahabı vardır: Hz. Osman,
Abdurrahman b. Avf, Zeyd b. Sabit, Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas ve Cabir. Allah
onlardan razı olsun. Bir üçüncü şaz görüş daha vardır: Şayet ihramlı diri ise
yüzünü örtebilir, ölü ise yüzünü örtmek caiz değildir. Bu görüşü İbn Hazm ileri
sürmüştür. Zaten onun zahiriliğine yakışan da budur.
Mubah olduğunu
savunanlar delil olarak bu sahabilerin sözlerini, asli mübahlığı ve Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) "Başını örtmeyin" sözünün
(muhalif) mefhumunu göstermişlerdir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Yüzünü örtmeyin" sözüne ise şöyle cevap vermişlerdir: Bu
hadiste, bu söz sahih değildir. Şu'be diyor ki: Bana bu hadisi Ebu Bişr aktardı.
On sene sonra ona bu hadisi sordum, hadisi olduğu gibi aktardı. Ancak
"Başını ve yüzünü örtmeyin." dedi... Görüşün sahipleri diyorlar ki:
Bu da, bu sözün zayıflığını gösterir.(277) Yine diyorlar ki: Oysa bu hadiste şu
metin de rivayet edilmiştir: "Yüzünü örtün, başını örtmeyin, "
12- İhramlılık hali
ölümden sonra da sürer, ölümle ortadan kalkmaz. Bu görüş Hz. Osman, Hz. Ali,
İbn Abbas ve başka sahabilerin görüşüdür. Allah onlardan razı olsun. Aynı
zamanda Ahmed b. Hanbel, Şafii ve İshak da bu görüştedirler.
Ebu Hanife, Malik ve
Evzai ihramlılık halinin ölümle ortadan kalkacağını ve Ölüye ihramsız kimseye
yapılanın aynısının yapılacağını, çünkü Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Üç kimse dışında herkesin ameli öldüğü vakit kesilir." buyurduğumı
söylemişlerdir. Diyorlar ki: Devesi tarafından
çiğnenerek öldürülen
kimse hakkında Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) buyurduğu hadis
delil olmaz. Çünkü ona mahsustur... Nitekim bu alimler Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Necaşi'nin cenaze namazını gıyaben kılması
hadisesinin de sırf ona mahsus olduğunu söylemişlerdir.
Cumhur diyor ki: Temel
prensibe aykırı olarak ortaya atılan hususiyet davası kabul edilmez. Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hadiste geçen: "Kıyamet günü
telbiye getirir vaziyette diriltilecek" sözü, illete işarettir. Şayet ona
mahsus olsaydı illete işaret etmezdi. Hele bir de kasır illeti esas almak doğru
değildir deniyorsa. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunun bir benzerini
de Uhud şehitleri hakkında şöyle söylemiştir: "Onları yaralarıyla birlikte
elbiseleri içine sarın. Zira onlar kıyamet günü renk kan rengi, koku misk
kokusu olduğu halde diriltilecekler." Oysa bu, yalnız onlara mahsus
değildir. Bir benzeri de şu hadistir: "Onu, iki bez içine kefenleyin. Zira
o, kıyamet günü telbiye getirir bir vaziyette diriltilecektir." Siz, bu
yalnız Uhud şehitlerine mahsustur demediniz, aksine orada da zikrettiğiniz
tahsise imkan varken hükmün diğer şehitler için de geçerli olduğunu iddia ettiniz.
Peki fark ne? Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki yerdeki
şahitliği de aynıdır! Hem bu hadis şeriatın temellerine ve ahiretin üzerine
kurulduğu hikmete de uygundur. Çünkü kul, öldüğü hal üzere diriltilir. Kim ne
şekilde ölürse o şekilde diriltilir. Bu hadis olmasaydı bile şeriatın temel
esasları buna şahitlik ederdi. En iyi bilen Allah'dır.
21- Arafat'tan Dönüşü:
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını anlatmaya dönelim:
Güneş batıp da ufuktaki
sanlık gidecek şekilde tamamen kaybolunca Arafat'tan hareket etti. Üsame b.
Zeyd'i terkisine aldı. Sekinet içinde ağır ağır yol aldı. Devesinin yularını
devenin başı yükün ucuna değecek şekilde kendisine doğru çekerken şöyle dedi:
"Ey insanlar! Ağır olunuz. İyilik sürat yapmakta değildir."
(Arafat ile Meş'ar
arasında bir yer olan) Me'zimeyn yolundan gitti. Arafat'a Dab yolundan
girmişti. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) aynı şekilde
bayramlarda da yolunu değiştirmek adetiydi. Bayramdaki tutumları anlatılırken
yukarıda bunun hikmeti de söylenmişti.
Sonra ne hızlı, ne yavaş
bir tür seyir şeklinin adı olan "anak" yürüyüşü ile yol almaya
başladı. Geniş bir meydan bulduğu zaman seyrini biraz daha hızlandırıyordu.
Oradaki yokuşlardan birine geldiğinde de tırmanabilmesi için devesinin yularını
biraz salıveriyordu. Yol alırken o sırada telbiye getiriyordu. Telbiye
getirmeyi kesmedi. Yolda iken Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
devesinden indi, küçük abdest bozdu. Hafif bir abdest aldı. Üsame, kendisine:
"Namaz mı kılacaksın, ey Allah'ın Rasulü?" diye sordu. O da:
"Namaz -yahut namazgah- önünde" buyurdu.
22- Müzdelife'ye Varışı:
Sonra yola koyuldu, Müzdelife'ye
geldi. Namaz abdesti aldı. Ezan okunmasını emretti. Müezzin ezan okudu, sonra
kamet getirdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yükler develerden
indirilmeden ve develer çökmeden akşam namazını kıldırdı. Sahabiler
develerinden yüklerini indirince namaz için kamet getirilmesini emretti. Sonra
ezansız, sırf kametle yatsı namazını kıldırdı. Akşam ile yatsı namazları
arasında hiç namaz kılmadı. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
iki namazı, iki ezan iki kametle kıldırdığı da rivayet edilir; bir ezan iki
kametle kıldırdığı da rivayet edilir. Doğrusu Arafat'ta yaptığı gibi bir ezan,
iki kametle kıldırmış olmasıdır.
Sonra sabaha kadar
uyudu. O geceyi ihya etmedi. (Yani ibadetle geçirmedi.) Bayram gecelerini ihya
ettiğine dair hiçbir sahih hadis yoktur.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), o gece ay batınca ailesinin zayıf fertlerine
(kadınlara, çocuklara, yaşlılara) Mina'ya tan ağarmadan gitmeleri için izin
verdi ve güneş doğuncaya kadar şeytan taşlamamalarını emretti. Bu hadis
sahihtir. Tirmizi ve başkaları sahih olduğunu söylemişlerdir.
Ebu Davud'un Hz.
Aişe'den (r.a.) rivayet ettiği: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kurban bayramının birinci günü gecesi Ümmü Seleme'yi gönderdi. Ümmü .
Seleme tan ağarmadan şeytan taşladı. Sonra gidip ifaza tavafını yaptı. Bu,
Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onun yanında olduğu gün
oldu." hadisi münkerdir. İmam Ahmed ve başkaları bu hadisi münker
saymışlardır. Bunun münkerliğini gösteren bir husus hadiste geçen: "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona, kurban bayramının birinci günü
Mekke'de sabah namazını kılmasını -bir rivayette ise kendisine gelmesini-
emretti." cümlesinin yer almasıdır. Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geçireceği gün olduğu için Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onun kendisine gelmesini istemiş olacaktır ki, bu kesinlikle imkansızdır.
Esrem diyor ki: Ebu
Abdillah (Ahmed b. Hanbel) bana Ebu Muaviye - Hişam - babası - Ümmü Seleme'nin
kızı Zeynep senediyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ümmü
Seleme'ye kurbanın birinci günü Mekke'de kendisine gelmesini emretmiş olduğunu
haber verdi. Esrem'den başkası hadisi müsned olarak rivayet etmemiştir, bu bir
hatadır.
Veki, babasından mürsel
olarak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme'ye bayramın
birinci günü sabah namazı vaktinde Mekke'de kendisine gelmesini emrettiğini
veya buna benzer bir hadis rivayet etmektedir ki, bu da son derece tuhaftır.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bayramın birinci günü sabah vakti,
Mekke'de ne yapacaktır? Bu rivayet münkerdir. Veki diyor ki: Yahya b. Said'e
gittim, bu hadisi sordum. O da Hişam yoluyla Hişam'ın babasından "Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ümmü Seleme'ye kendisine gelmesini"
değil, "gelmesini emrettiğini" rivayet etti". Bu ikisi arasında
fark vardır. Yahya, bana: "bunu Abdurrahman'a sor." dedi. Ben de ona
sordum. "Süfyan, Hişam yoluyla onun babasından bu şekilde rivayet
etti." diye cevap verdi. Hallal der ki: Esrem, Veki'den "kendisine
gelmesini" sözünü hikaye ederken yanlışlık yapmıştır. Veki "Mina'ya
gelmesin" demiştir. Öğrencilerinin dediği üzere "gelmesini"
sözünde isabet etmiş, ama "Mina'ya" sözünde hata etmiştir.
Hallal, Ali b. Harb -
Harun b. imran - Süleyman b. Ebu Davud - Hişam b. Urve - babası Urve senediyle
Ümmü Seleme'nin şöyle dediğini kaydeder: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Müzdelife gecesi önden gönderdiği aile halkı arasında beni de gönderdi.
Geceleyin şeytan taşladım. Sonra Mekke'ye gittim. Orada sabah namazını kıldım.
Sonra Mina'ya döndüm.
Ben derim ki: Senedde
geçen Süleyman b. Ebu Davud, Dimeşkli olup el-Havlani nisbesi taşımaktadır.
Kendisine İbn Davud da denir. Ebu Zür'a, İmam Ahmed'in onun hakkında
"Cezire halkindandir. Bir hiçtir." dediğini aktarır. Onun hakkında
Osman b. Said de "zayıftır" demektedir.
Ben derim ki: Bu hadisin
asılsızlığını Sahihayn'da Kasım b. Muhammed'den rivayet edilen şu hadis de
göstermektedir: Hz. Aişe anlatıyor: Ağır hareket eden bir kadın olan Sevde,
Müzdelife gecesi Allah Rasulünden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve insanların
izdihamından önce yola çıkma konusunda Hz. Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) izin istedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de ona izin
verdi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkmadan önce o yola
çıktı. Sabaha kadar biz orada bekletildik. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) hareket etmesiyle birlikte biz de hareket ettik. Sevde'nin izin
istediği gibi benim de Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin
istemiş olmam gerçekten benim için kendisiyle sevinilecek şeylerin en sevgilisi
olurdu. Bu sahih hadis de göstermektedir ki Sevde dışında Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları O'nunla birlikte hareket etmişlerdir.
Soru: Peki, Darakutni ve
başkalarının Hz. Aişe'den rivayet ettikleri şu hadisi ne yapacaksınız? Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarına Müzdelife gecesi Müzdelife'den
yola çıkmalarını ve şeytan taşlamalarım emretti. Sonra Hz. Aişe konakladığı yerde
sabahlardı. Vefatına kadar böyle yapardı.
Cevap: Bu hadis,
ravilerden biri olan ve pek çok kimse tarafından yalancı olduğu belirtilen
Muhammed b. Humeyd'den dolayı reddedilir. Yine Hz. Aişe'nin Sahihayn'da rivayet
edilen hadisi ve "Keşke Sevde gibi Allah Rasulü'nden (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) izin istemiş olsaydım." sözü bu hadisi reddeder.
Soru: Haydi diyelim ki
bu hadisi reddetme imkanınız vardır. Peki Müslim'in, Sahih'inde Ümmü Habibe'den
rivayet ettiği "Allah 'Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ümmü Habibe'yi
geceleyin Müzdelife'den gönderdi." hadisini ne yapacaksınız?
Cevap: Sahihayn'da
kaydedildiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gece aile
fertlerinin zayıf olanlarım önden göndermiştir. İbn Abbas da önden
gönderilenler arasındadır. Sevde'yi önden gönderdiği de sabit, hanımlarının
O'nunla birlikte hareket edinceye kadar O'nun yanında kaldıkları da sabittir.
Ümmü Habibe hadisini Müslim tek başına rivayet etmiştir. Şayet bu hadis mahfuzsa
o vakit Ümmü Habibe de önden gönderdiği zayıflar arasında demektir.
Soru: Peki İmam Ahmed'in
İbn Abbas'dan rivayet ettiği şu hadisi ne yapacaksınız? "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), İbn Abbas'ı kurban bayramının birinci günü
ailesiyle birlikte Mina'ya gönderdi. Tan ağarmasıyla birlikte şeytan
taşladılar. "
Cevap: Yine İmam
Ahmed'in rivayet ettiği ve Tirmizi'nin rivayet edip sahih olduğunu söylediği
bir başka hadisi buna tercih ederiz: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), ailesinin zayıf fertlerini önden gönderip onlara: "Güneş
doğuncaya kadar şeytan taşlamayın." buyurdu. İmam Ahmed'in rivayet ettiği
metin ise şöyledir: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), biz
Abdülmuttalib oğullarının yavrucuklarını, Müzdelife'den eşeklerimiz üzerinde
önden gönderdi. Uyluklarımıza hafif hafif vurarak: "Yavrularım! Güneş
doğuncaya kadar şeytan taşlamayın." buyurdu. Bu hadis ondan daha sahihtir.
Bu hadiste Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güneş doğmadan önce
şeytan taşlamayı yasakladığı yer almaktadır. Kıssanın zikri de hadisin iyi
bellenmiş olduğunu gösterir. Diğer hadisde ise onların yalnızca tan ağarmasıyla
birlikte şeytan taşladıklarından sözedilmektedir. Sonra düşündüğümüzde gördük
ki, bu hadisler arasında bir çelişki yoktur. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) çocuklara, güneş doğuncaya kadar şeytan taşlamamalarını
emretmiştir. Zira onların şeytan taşlamayı önceden yapma konusunda bir
mazeretleri yoktur. Ama Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) önden gönderip
de güneş doğmadan şeytan taşlayan kadınların ise insanların izdiham ve
kalabalığından dolayı kendilerine bir zarar gelme endişesi gibi bir mazeretleri
vardır. İşte sünnetin gösterdiği yol, hastalık yahut yaşlılık gibi bir mazereti
bulunup da kalabalıktan dolayı sıkıntıya düşecek olanların güneş doğmadan önce
şeytan taşlamalarının caiz olduğudur. Ama güç ve sıhhati yerinde olan için
böyle bir şey caiz değildir.
Bu meselede üç görüş
vardır: 1- Gece yarısından sonra mutlak olarak hem gücü yerinde olan, hem de
olmayan için caizdir. Şafii ve Ahmed b. Hanbel -Allah onlara rahmet etsin- bu
görüştedir. 2- Ancak tan ağardıktan sonra caizdir. Ebu Hanife (r.h.) bu
görüştedir. 3- Gücü yetenler için sadece güneş doğduktan sonra caizdir. ilim
adamlarından bir grup da bu görüştedir. Sünnetin gösterdiği yol, gece yarısı
değil, hemen ayın batınımdan sonra acele etme şeklindedir. Gece yarısı ile
sınırlayanların bir delilleri yoktur. En iyi bilen Allah'dir.
23- Meş'ar-i Haram'da
Vakfe Yapması:
Nahr günü tan yeri ağarınca
bir ezan, bir kametle vaktin evvelinde -kesinlikle vaktinden önce değil- sabah
namazını kıldırdı. Nahr günü, bayram günüdür. En büyük hac günüdür. Allah ve
Rasulü'nün bütün müşriklerden uzak olduğunun ilan edildiği gündür.
Sonra devesine binip Meş'ar-i
Haram'daki vakfe yerine geldi. Kıbleye yöneldi ve ortalık iyice aydmlanıncaya
kadar dua etti, yalvardı yakardı, tekbir ve tehlil (La ilahe illallah demek)
getirdi, zikir yaptı. Bunları güneş doğmadan önce yaptı.
Orada Urve b. Mudarris
et-Tai kendisine sordu: "Ey Allah'ın Rasulü! Ben, Tay'in iki dağından
geliyorum. Devemi usandırdım, kendimi yordum. Vallahi, üzerinde vakfede
bulunmadığım bir dağ bırakmadım. Benim haccım oldu mu?" Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona şöyle cevap verdi: "Şu namazda bizimle
birlikte bulunan, biz hareket edinceye kadar bizimle vakfede bulunan ve bundan
önce de geceleyin ve gündüzün Arafat'ta vakfe yapmış olan haccını tamamlamış ve
ihramdan çıkıp temizlenebilirle dönemine girmiş olur." Tirmizi: "Bu
hadis, hasen-sahihtir" diyor.
Müzdelife'de vakfe
yapmanın ve orada gecelemenin Arafat vakfesi gibi bir rükün olduğunu
söyleyenler bu hadisi delil göstermişlerdir. Sahabeden iki kişinin, İbn Abbas
ile İbn Zübeyr'in -Allah onlardan razı olsun- görüşleri de budur. İbrahim
en-Nehai, Şa'bi, Alkame ve Hasan el-Basri bu görüşü benimsemişlerdir. Evzai,
Hammad b. Ebu Süleyman, Davud ez-Zahiri ve Ebu Ubeyd Kasım b. Sellam'ın görüşü
de budur. İki Muhammed -İbn Cerir ile ibn Huzeyme- bu görüşü tercih etmiştir ve
bu görüş aynı zamanda Şafii mezhebinde bir vecih sayılmıştır. Bu görüş
sahiplerinin ileri sürdükleri üç delil vardır. Birisi budur. İkincisi:
"Meş'ar-i Haram'da Allah'ı zikredin." ayetidir.[Bakara, 198]
Üçüncüsü: Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) davranışı bu emredilen
zikri açıklama makamındadır.
Rükün görmeyenler iki
delil ileri sürüyorlar:
1- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Arafat'ta vakfe süresini tan yeri ağarıncaya
kadar uzatmıştır. Bu durum tan yeri ağarmadan önce Arafat'ta çok kısa bir süre vakfe
yapan kimsenin haccmın sahih olmasını icabettirir. Şayet Müzdelife'de vakfe
yapmak bir rükün olsaydı, haccı sahih olmazdı.
2- Bir rükün olsaydı, bu
konuda erkekler ve kadınlar müşterek olurlardı. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) kadınları geceleyin önden gönderdiğine göre rükün olmadığı
anlaşılmış demektir.
Bu iki delil söz
götürür. Çünkü Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Müzdelife'de
geceledikten ve orada yatsı namazıyla Allah Teala'yı zikrettikten sonra onları
önden gönderdi. Vacip olan işte budur. Arafat'ta vakfenin tan yeri ağarıncaya
kadar sürdürülmesine gelince; bu, Müzdelife'de gecelemenin bir rükün olmasına
aykırı değildir. O gece, tıpkı birleştirilmiş iki namazın vakti gibi o iki
vakfe için bir vakit olmuş olur. İkisinden birinin vaktinin dar olması, güç
yetirildiğinde onu, her ikisi için bir vakit olmaktan çıkarmaz.
24- Cemreleri Taşlaması:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) vakfe yerinde vakfede bulundu ve insanlara Müzdelife'nin
tamamının vakfe yeri olduğunu bildirdi, sonra terkisine Fadl b. Abbas'ı alarak
Müzdelife'den yola koyuldu. Yolda telbiye getiriyordu. Üsame b. Zeyd yaya
olarak Kureyş yarışçıları arasında geldi.
Yolda İbn Abbas'a,
şeytan taşlamada kullanmak üzere kendisine yedi taş bulup almasını emretti.
Bilgisizlerin yaptıkları gibi taşları o gece dağdan kırmadı ve geceleyin bulup
almadı. ibn Abbas, O'nun adına yedi fiske taşı topladı. Onları avucunda
silkeleyerek buyurdu ki: "Attığınız taşlar bunlar gibi olsun. Dinde
aşırılığa gitmekten sakının. Çünkü sizden öncekileri dinde aşırıya kaçma helak
etmiştir. "
İşte bu yolculuk
sırasında Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) karşısına Has'amlardan
güzel bir kadın çıktı ve babasının deve üzerinde tutunamayacak kadar yaşlı bir
ihtiyar olduğunu söyledi ve onun yerine hac yapıp yapamayacağını sordu. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kadına, babası yerine haccetmesini
emretti. Fadl kadına, o da ona bakmaya başlayınca Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) elini FazPın yüzüne tuttu ve onu diğer tarafa çevirdi. Fadl
yakışıklı delikanlıydı... Kimileri Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Fadl'ın yüzünü kadının ona bakmasını engelleyecek şekilde çevirmiş
olduğunu ve kimileri de Fazl'ı kadına bakmaktan çevirdiğini söylemişlerdir.
Doğrusu her iki durumdan dolayı bunu yapmış olmasıdır. Çünkü kıssada geçtiği
üzere Fadl kadına, o da ona bakmaya başlamıştı.
Bir başkası orada
annesinin durumunu sordu ve annesi hakkında: "Yaşlı bir kocakarıdır. Hayvana
bindirsem tutunamaz. Bağlasam, onu öldürmekten korkarım." dedi. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ne dersin, annenin bir borcu
olsa onu öder misin?" diye sordu. Adam "Evet" cevabını verdi.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Öyleyse annen yerine
haccet." buyurdu.
Muhassir vadisine
gelince devesini canlandırdı ve yol alışını hızlandırdı. Allah düşmanlarına
Allah'ın azabının indiği yerlerde böyle yapmak Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) adeti idi. Çünkü Allah'ın bize Kur'an'da anlattığı fil
sahiplerinin başına gelen burada gelmişti. Bu yüzden bu vadiye Muhassir (=
yoran, aciz bırakan) vadisi adı verilmiştir. Zira filler burada bitkin
düşmüşler ve Mekke'ye gitmekten kesilmişlerdir. Aynı şekilde Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Semud diyarı Hıcr'a girdiğinde de böyle yapmış,
elbisesini başına bürümüş ve hızlıca yol almıştır.
Muhassir, Mina ile
Müzdelife arasında bir kıstaktır (berzah); ne Mina'dan, ne de Müzdelife'den
sayılır. Ürene, Arafat ile Meş'ar-i Haram arasında bir kıstaktır. O halde her
iki meş'ar (Allah'a ibadete vesile olan yer) arasında onlardan sayılmayan bir
ara bölge vardır. Mina harem bölgesine dahildir ve aynı zamanda meş'ardır.
Muhassir, harem bölgesine dahildir, ama meş'ar değildir. Müzdelife hem
haremdir, hem meş'ardır. Ürene meş'ar değildir, aynı zamanda harem dışı
bölgedir. Arafat hem harem dışıdır ve hem de meş'ardır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki yol arasındaki büyük cemreye çıkan orta yolu
tuttu. Nihayet Mina'ya geldi. Doğruca Akabe cemresine gitti. Vadinin aşağısında
durdu; Kabe'yi soluna, Mina'yi sağına aldı. Devesi üzerinde kıbleye yöneldi.
Güneş doğduktan sonra binitli bir vaziyette tek tek atarak cemreyi taşladı. Her
bir çakıl taşını atarken tekbir getiriyordu. İşte o vakit telbiye getirmeyi
kesti.
Yolda ilerlerken telbiye
getiriyordu. Şeytan taşlamaya başlayıncaya kadar bu hal devam etti. Şeytan
taşlarken Bilal ve Üsame de O'nunla birlikte idiler. Biri devesinin yularını
tutuyor, diğeri elbisesiyle Hz. Peygamber'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güneş
sıcağından gölgelemeye çalışıyordu. Bu gölgeleme olayının şayet bayramın
birinci günü olduğu sabitse o halde bu olay ihramlı kimsenin mahfe vb. ile
gölgelenmesinin caizliğine delil olur. Şayet daha sonra ite
Mina günlerinde olmuşsa
bu bir delil olmaz. Hadiste hangi zamanda olduğuna dair bir açıklama yoktur. En
iyi bilen Allah'tır.
25- Mina'daki Hutbesi:
Sonra Mina'ya döndü ve
halka orada son derece edebi bir konuşma (hutbe) yaptı. Bu konuşmasında onlara
kurban gününün saygınlığını ve haramlığını, Allah katında üstünlüğünü;
Mekke'nin diğer şehirlere göre bir saygınlığı bulunduğunu bildirdi. Kendilerini
Allah'ın kitabına göre idare edenlerin sözlerini tutmalarım ve onlara itaat
etmelerini emretti. İnsanlara haccın yapılış şeklini kendisinden öğrenmelerini,
kendisinin yaptığı gibi yapmalarını emretti ve "Belki bu seneden sonra hac
yapmayacağım." dedi.
İnsanlara haccın
yapılışını öğretti. Muhacirleri ve Ensar'ı makamlarına oturttu. Kendisinden
sonra, birbirlerinin boyunlarını vuran kafirlere dönmemelerini insanlara
emretti. Onlara kendisinden duyduklarını diğer insanlara ulaştırmalarını
buyurdu ve sözü, işiteninden daha iyi belleyip muhafaza eden nice kimseler
bulunduğunu haber verdi.
Konuşmasında
(hutbesinde): "Her caninin işlediği cinayet yalnız kendi
aleyhinedir." buyurdu.
Muhacirleri kıblenin
sağına, Ensar'ı da soluna konaklattı. Diğer insanlar da onların etrafında
idiler. Allah, insanların kulaklarını O'na açtı. Öyle ki Mina'daki herkes kendi
konakladığı yerde O'nun konuşmasını işitebildi.
O konuşmasında buyurdu
ki: "Rabbinize ibadet edin, beş vakit namazınızı kılın, bir ay orucunuzu
tutun, size komuta edene itaat edin. Rabbinizin cennetine girin."
O vakit insanlara veda
etti. Bu yüzden onlar da bu hacca "Veda haccı" dediler.
Kendisine işte orada,
şeytan taşlamadan saçlarını tıraş eden, yine şeytan taşlamadan kurban kesen
kimselerin durumu soruldu, "sakıncası yoktur" cevabını verdi.
Abdullah İbn Ömer diyor ki: O gün kendisine ne sorulmuşsa: "Yapın,
sakıncası yok" dediğini gördüm.
İbn Abbas diyor ki: Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban kesme, tıraş olma, şeytan
taşlama, hac fiillerini öne geçirme ve geciktirme hakkında ne denmişse
"sakıncası yok" buyurdu.
Üsame b. Şerik anlatıyor:
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte hac yapmak üzere
çıkmıştım. İnsanlar O'na geliyor, kimisi "Ey Allah'ın Rasulü! Tavaf
yapmadan sa'y yaptım", kimisi "Şunu önce yaptım" kimisi
"Bunu geciktirdim" diyordu. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) onlara: "Sakıncası yok, sakıncası yok. Ancak bir müslüman adamın
gıybetini yapan müstesna. Çünkü o zalimdir. İşte günaha düşen ve helak olan
odur." buyuruyordu.
"Tavaf yapmadan
sa'y yaptım" sözü bu hadiste mahfuz değildir. Mahfuz olan şeytan taşlama,
kurban kesme ve tıraş olmayı birbirinden önce yapmadır.
26- Kurbanlarını Kesişi:
Sonra Mina'daki kurban
kesim yerine gitti. Altmış üç deveyi kendi eliyle kesti. Develer ayakta ve sol
ön ayakları bağlanmış iken onları kesiyordu.
Kendi eliyle kestiği
develerin bu sayısı, O'nun ömrünün yılları sayısıncadır. Sonra kendisi kesim
işini bıraktı ve yüz deveden geri kalanını kesmesini Hz. Ali'ye emretti. Sonra
Hz. Ali'ye (r.a.) develerin hepsini çullan, etleri ve derileriyle birlikte
yoksullara sadaka olarak vermesini, kasaba kesme işi karşılığında ücret olarak
kurbandan hiçbir şey vermemesini emretti. "Biz ücretini kendi yanımızdan
veririz." dedi ve "Dileyen kendisine ayıra: bilir." buyurdu.
Soru: Peki Sahihayn'da,
Enes'den (r.a.) rivayet edilen şu hadisi ne yapacaksınız? Enes anlatıyor: Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle namazını Medine'de dört rekat, ikindi
namazını Zülhuleyfe'de iki rekat kıldırdı ve geceyi orada geçirdi. Sabah olunca
devesine bindi. "Lailahe illallah" ve "Sübhanallah" demeye
başladı. Beyda tepesi üzerine çıkınca hac ve umreye birlikte telbiye getirdi.
Mekke'ye girince sahabilere ihramdan çıkmalarım emretti. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi eliyle ayakta oldukları halde yedi deve
kesti. Medine'de (bir kurban bayramında) alacalı iki koç kesti.
Cevap: İki hadis
arasında bir çelişki yoktur. Ebu Muhammed İbn Hazm diyor ki: Enes hadisi şu üç
şekilden biriyle açıklanabilir:
1- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), Enes'in dediği gibi kendi eliyle yedi deveden
fazla kesmemiş ve bundan sonra altmış üçe tamamlanıncaya kadar bir başkasına
kesmesini emretmiştir. Sonra o yerden ayrılmış ve Hz. Ali'ye (r.a.) de geri
kalanı kesmesini emretmiştir.
2- Enes, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendi eliyle yalnızca yedi tane
kestiğini görmüştür. Cabir ise Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
geri kalanı kesmeyi tamama erdirdiğini görmüştür. Böylece her ikisi de
gördüğünü, gözlemlediğini haber vermiştir.
3- Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Enes'in dediği gibi yedi deveyi kendi eliyle tek başına
kesmiştir. Sonra kendisi ve Hz. Ali, kargıyı birlikte tutmuşlar ve bu şekilde
altmış üçe tamamlayıncaya kadar beraberce kesmişlerdir. Nitekim Garafe b. Haris
el-Kindi'nin söylediğine göre kendisi o gün Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) kargının üst tarafını tuttuğunu, Hz. Ali'ye ise alt tarafını
tutmasını emrettiğini ve ikisinin o kargı ile develeri kestiklerini görmüştür.
Sonra Hz. Ali, Cabir'in dediği gibi yüz deveden geri kalanı tek başına
kesmiştir. En iyi bilen Allah'tır.
Soru: Peki İmam Ahmed ve
Ebu Davud'un Hz. Ali'den rivayet ettikleri şu hadisi ne yapacaksınız? Hz. Ali
diyor ki: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) develerini
kestiğinde, otuzunu kendi eliyle kesti. Geri kalanını da benim kesmemi emretti.
"
Deriz ki: Bu bir
hatadır, ravi tarafından tersine çevrilmiş (maklub hadistir). Çünkü otuz deveyi
kesen Hz. Ali'dir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yedi deveyi
kendi eliyle kestiğini ne Hz. Ali ve ne de Cabir görmüştür. Sonra öteki altmış
üç deveyi kesmiş, yüz deveden geriye otuz deve kalmıştır. Onları da Hz. Ali
kesmiştir. Ravi, Hz. Ali'nin kestiği deve sayısını Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kestiği ile yer değiştirtmiştir.
Soru: Peki şu Abdullah
b. Kurt hadisini ne yapacaksınız? Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Allah katında en azametli gün kurban günü, sonra yevmü'l-karr'dir."
buyurdu. -Yevmü'l-karr, kurban bayramının ikinci günüdür.- Allah Rasülü'ne
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) beş deve yaklaştırıldı. Kendisine hangisi
yaklaşmışsa ondan başlayıp kesti. Develerin yanları yere yıkılınca kısık sesle
bir söz söyledi, anlamadım. "Ne dedi?" diye sordum. "Dileyen
kendisine ayırsın" buyurdu, dediler.
Cevap: Kabul eder, doğru
olduğunu söyleriz. Çünkü yüz deve, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bir defada toptan yaklaştırılmadı. Küçük topluluklar halinde
yaklaştırıldılar. O develerden beş tanesi küçük bir grup halinde O'na
yaklaştırıldı. İşte bu grup, her birini kesmesi için Hz. Peygamber'e
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gelmiş, yaklaşmıştır.
Soru: Peki Sahihayn'da,
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü Mina'da yaptığı
konuşmaya dair Ebu Bekre'den rivayet edilen şu hadisi ne yapacaksınız? Ebu
Bekre, hadisin sonunda diyor ki: "Sonra alacalı iki koçun yanına gitti,
onları kesti ve birkaç koyunun yanına gitti, onları aramızda paylaştırdı."
Metin, Müslim'dedir. Buna göre iki koçun kesilmesi Mekke'de olmuştur. Enes hadisine
göre ise Medine'de olmuştu.
Cevap: Bu konuda alimler
iki yol tutmuşlardır:
Birinci yol: Söz,
Enes'in sözüdür. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Medine'de alacalı
ve boynuzlu iki koç kurban etti. Bayram namazını kıldırdı. Sonra iki koçun
yanına gitti. Görüldüğü gibi Enes, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Mekke'de develeri kesmesiyle Medine'de iki koç kesmesini birbirinden
ayırmış, bunların ik ayrı olay olduğunu ortaya koymuştur. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mina'da kurban kesimini anlatan herkesin O'nun
deve kurban etmiş olduğunu söylemeleri de bunu göstermektedir. Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) sevketmiş olduğu hedy ( = hacda kesilen kurban)
da devedir. Deve kesimi sevk işlemi yapmaksızın orada davar kesmekten daha
faziletlidir. Cabir, Veda haccı kıssasında: "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) şeytan taşlamadan döndü ve develeri kesti." demektedir.
İki koçun bayram günü kurban edildiğini ifade eden kıssa, ravilerden biri
tarafından karıştırıldı ve bu olay Mina'da iken meydana gelmişti zannetmekle
yanılgıya düştü.
ikinci yol: İbn Hazm'ın
ve onun yolundan gidenlerin tuttuğu yol: Bunlar birbirinden tamamen ayrı iki
işlem olup, bunları anlatan her iki hadis de sahihtir. Ebu Bekre, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'deki (hedyden farklı) kurban
kesimini, Enes ise Medine'deki kurban kesimini anlatmıştır. Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü davar, sığır ve deve kesmiştir.
Nitekim Hz. Aişe: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gün
hanımları adına sığır kurban etti." demektedir. Bu hadis, Sahihayndadır.
Sahih-i Müslim'de:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü Hz. Aişe adına bir
sığır kurban etti." diye kaydedilmektedir.
Sünen'de: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Veda haccında Muhammed ailesi adına
bir tek sığır kesti." diye rivayet edilmektedir.
ibn Hazm'ın mezhebine
göre hac yapan kimsenin hedy (hac için kesilen kurban) yanında bir de kurban
kesmesi meşru kılınmıştır. Doğrusu -inşallah- birinci yoldur. Hac yapan kimse
için hedy, mukim için kurban neyse odur. Hiç kimse Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve ashabının hedy ile kurbanı birleştirdiğini aktarmamıştır.
Aksine onların hacda kestikleri hedy, kurbanları oluyordu. Mina'da kesilen
hedy'dir, diğer yerlerde kesilen kurbandır.
Hz. Aişe'nin: "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları adına sığır kurban
etti." sözünde hedy'e kurban adı verilmiştir. Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hanımları temettü' haccı yapmaktaydılar. Onların hedy
kesmeleri gerekiyordu. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlar
adına kestiği sığır, onların kesmeleri, gereken hedy'dir.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları adına bir sığır kurban edilmesi
olayında bir mesele vardır: Hanımları dokuz tane idi. Bir sığırın, yediden
fazla kişi adına kesilmesi yeterli olur mu?
Ebu Muhammed İbn Hazm bu
meseleyi kendi kabul ettiği prensibe dayalı olarak, yani "Hz. Aişe, bu konuda
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) diğer hanımlarıyla aynı durumda
değildi. O kıran haccı, ötekiler ise temettü' haccı yapmaktaydılar."
prensibine göre cevaplamaya çalışmıştır. Ona göre kıran yapana kurban (hedy)
kesmek gerekmez. Kendi görüşünü, Müslim'in Hişam b. Urve'den, onun da
babasından rivayet ettiği şu hadisle desteklemiştir: Hz. Aişe anlatıyor: Biz
Zilhicce ayının başlarına doğru Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte yola çıktık. Ben umreye niyetlenip ihrama girenler arasında idim. Yola
çıktık, Mekke'ye geldik. Ben hayızlı iken arefe günü erişti. Yapmakta olduğum
umrenin ihramından çıkmamıştım. Bu durumdan Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) yakındım. "Umreni bırak, başım çöz, saçlarım tara ve hacca niyetlenip
ihrama gir, telbiye getir." buyurdu. Dediğini yaptım. Muhassab'da
kaldığımız gece -Allah haccımızı sona erdirmişti.- Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) yanımda kardeşim Abdurrahman b. Ebu Bekir'i gönderdi. O da
beni terkisine alıp Ten'im'e çıkardı. Umreye niyetlenip ihrama girdim. Allah,
haccımızı ve umremizi tamamladı. Bundan dolayı ne kurban lazım geldi, ne
sadaka, ne de oruç.
Bu fasit bir yoldur. İbn
Hazm bununla insanlardan ayrılmış, tek başına bir yol izlemiştir. Sahabe,
tabiin ve onlardan sonra gelenlere göre temettü' haccı yapana lazım geldiği
gibi kıran yapana da kurban kesmek lazım gelir. Hatta yukarıda geçtiği üzere
sahabe lisanında gerçekte temettü yapan da odur. Bu hadise gelince doğrusu bu
son söz Hişam b. Urve'nin sözüdür. Sahıh-i Müslim'de bu şekilde açık olarak
gelmiştir. Müslim, Ebu Küreyb - Veki - Hişam b. Urve - babası Urve - Hz. Aişe
(r.a.) senediyle hadisi kaydetmiştir ki, hadisin sonunda Urve "Allah, onun
haccını ve umresini tamamladı." demektedir. Hişam diyor ki: "Bundan
dolayı ne kurban lazım geldi, ne oruç, ne de sadaka."
Ebu Muhammed diyor ki:
Şayet Veki bu sözü Hişam'ın saymışsa, İbn Numeyr ile Abde sözü Hz. Aişe'nin
sözü araşma katmışlardır. Her iki ravi de sikadır. Öyleyse sözü Veki, Hişam'a
nisbet etmiştir; çünkü Hişam'ın söylediğini işitmiştir. Hişam'ın ona söylemesi,
o sözü Hz. Aişe'nin söylemiş olmasını ortadan kaldırmaz. Kişi, senediyle bir
hadis rivayet eder; sonra onu isnad etmeden fetva olarak söyler. Hiçbiri
diğerini ortadan kaldırmaz. Böylesini ancak insafsızlar ve nevalarına uyanlar
kusur sayarlar. Burada doğru olan, her sika ravinin rivayet ettiği konuda
tasdik edilmesidir. O halde Abde ve İbn Nümeyr, sözü Hz. Aişe'ye nisbet
ettiklerinde, adalet sahibi olmalarından dolayı tasdik edilirler. Veki de o sözü
Hişam'a nisbet ettiğinde adalet sahibi olmasından dolayı o da tasdik edilir.
Hepsi sahihtir. O sözü Hz. Aişe de söylemiştir. Hişam da söylemiştir.
Ben derim ki: Onun
zahiriliğine ve hadis illetlerinin doktorları olan, bu illetlere karşı özel
ilgileri bulunan hadis tenkitçileri imamların ince anlayışları gibi hadislerin
illetleri konusunda ince anlayışa sahip olmayan onun emsali kimselerin
zahiriliğine yakışan da budur. Bu büyük imamlar kendilerinin hadis zevkine ve
bilgisine sahip olmayanların kendilerine muhalif sözlerine iltifat bile
etmemektedirler. Hatta değerli ve değersiz madenleri ayırt eden usta sarraflar
gibi onların kesinlikle hatalı olduklarım söylemektedirler ve bu işi
bilmeyenlerin hatalarına da iltifat etmemektedirler.
Malumdur ki, Abde ve İbn
Nümeyr bu sözü söylerken "Hz. Aişe dedi" demediler. Onlar bu sözü,
kendilerinin sözü, yahut Urve'nin sözü veya Hişam'ın sözü olması muhtemel bir
şekilde hadise sokuşturmuşlardır. Veki, gelip ayırt etti ve açıklığa
kavuşturdu. Ayırt eden ve açıklığa kavuşturan kimse başkalarının mutlak
bıraktığını iyi bellemiş ve sağlama almış demektir. Evet, İbn Nümeyr ile Abde
"Hz. Aişe dedi'' ve Veki' "Hişam dedi" demiş olsalardı elbet Ebu
Muhammed'in dediği mümkün olur ve burası tartışma ve tercih konusu olurdu.
Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımlarının dokuz, kesilen kurbanın bir tek
sığır olmasına gelince: Bu, şu üç metinle rivayet edilmiştir: 1) Onların
arasında bir tek sığır kesildi. 2) Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
o gün onlar adına sığır kurban etti. 3) Hz. Aişe dedi ki: Kurban günü sığır eti
ile yanımıza girildi. Ben: "Bu nedir?" diye sordum. "Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları adına kurban kesdi."
dediler.
Alimler bir deve ve bir
sığırın kaç kişi adına kesilebileceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Kimileri
yedi demiştir. Şafii ve kendisinden gelen meşhur rivayete göre Ahmed bu
görüştedir. Kimileri de on demiştir. İshak da bu görüştedir. Sabittir ki, Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sahabilerin aralarında ganimetleri
paylaştırmış, bir deveyi on koyuna eş tutmuştur. Bu hadiste de Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) dokuz hanımı adına bir sığır kurban ettiği sabit
olmuştur.
Süfyan'ın Ebu'z-Zübeyr
yoluyla Cabir'den rivayetine göre sahabiler, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ile birlikte yaptıkları hacda bir deveyi on kişi adına kesmişlerdir. Bu
hadis Müslim'in şartlarına uymaktadır, ama kitabına almamıştır. O, kitabına
(Cabir'in) şu sözlerini almıştır: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ile birlikte hacca niyetlenip yola çıktık. Yanımızda kadınlar ve çocuklar da
vardı. Mekke'ye varınca Kabe'yi tavaf ettik. Safa-Merve arasında sa'y yaptık.
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) develerde ve sığırlarda ortak
olmamızı, yedi kişimizin bir deve veya sığır kesmesini emretti. Müsned'de İbn
Abbas'ın şöyle dediği rivayet edilir: "Bir yolculukta Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte idik. Kurban bayramı geldi. Bir
sığırda yedi ve bir devede on kişi birleşip kurban kestik." Bu hadisi
Nesai ve Tirmizi de rivayet etmiştir. Tirmizi: "bu hadis
hasen-garibdir" diyor.
Sahihayn'de ise İbn
Abbas'ın: "Hudeybiye senesi Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
birlikte bir deveyi yedi ve bir sığırı yedi kişi kurban ettik." dediği
rivayet edilmektedir.
Huzeyfe diyor ki:
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), müslümanlar arasında, yaptığı
hac sırasında yedi kişiyi bir sığırda ortak yaptı." Bu rivayeti İmam Ahmed
(r.h.) kaydetmiştir.
Bu hadisler şu üç
Şekilden biriyle açıklanabilir:
1- Ya yedi hadisleri
daha çok ve daha sahihtir, denir.
2- Ya bir devenin on
davara denk tutulması paylaştırmanın denk gelmesi için ganimetler konusunda bir
değerlendirmedir, hacda kesilen kurbanlarda yedi kişi adına geçerli olması ise
şer'i bir takdirdir, denir.
3- Yahut da şöyle denir:
Bu durum zaman, yer ve develerin değişimiyle değişir. Bu durumların bazısında
bir deve, on koyuna denk geliyordu. (Hz. Peygamber), bir deveyi on kişi için
geçerli saydı. Bazısında da yedi koyuna denk geliyordu, yedi kişi için geçerli
saydı. En iyi bilen Allah'dır.
Ebu Muhammed diyor ki:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hanımları adına hedy olarak
bir sığır kesti. Yine onlar adına bir sığır kurban etti. Kendisi adına iki koç
kurban etti, hedy olarak da altmış üç deve kesti." Buradaki yanılgıyı
yukarıda öğrendin. Kurban sığırı, hedy sığırından başka değildir, aynısıdır.
Hac yapan kimsenin kestiği hedy, memleketlerinde bulunan insanların kestiği
kurban yerindedir.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kurbanını Mina'daki kurban kesme yerinde kesti ve insanlara
bütün Mina'nın kurban kesme rinin hem yol, hem de kurban kesme yeri olduğunu
bildirdi. Bu hadis göstermektedir ki, kurban kesim işi yalnız Mina'ya özgü
değildir. Mekke caddelerinin, sokaklarının neresinde keserse yeterli olur.
Nitekim Arafat'ta vakfe yaptığında: "Ben burada vakfe yaptım. Bütün Arafat
vakfe yeridir." buyurdu. Müzdelife'de vakfe yaptığında: "Ben burada
vakfe yaptım. Bütün Müzdelife vakfe yeridir." buyurdu. Mina'da kendisine,
sıcaktan korunacağı bir bina yapmak istediler. "Hayır. Mina önce gelip
konanın konakladığı, devesini çökerttiği bir yerdir." diyerek engel oldu.
Bu hadis göstermektedir ki, müslümanlar Mina'da ortaktırlar; önce gelip orada
bir yere konaklayan kimse ayrılıncaya kadar oraya daha çok hak sahibidir; ancak
bununla oraya sahip olamaz.
27- Tıraş Olması:
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) kurban kesim işini bitirince berberi çağırttı, başını tıraş
ettirdi. Başında ustura ile dikilen berber Ma'mer b. Abdullah'ın yüzüne bakarak
ona: "Ey Ma'mer! Allah'ın Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kulağının
yumuşağından itibaren başını, elinde usturan olduğu halde sana teslim
etti." dedi. Ma'mer de: "Vallahi, ey Allah'ın Rasulü! Hiç şüphesiz bu
görev bana Allah'ın ihsan ettiği bir nimet ve lütuftur." dedi. Bunun
üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Peki öyleyse, haydi
sana teslim oluyor, kımıldamıyorum." buyurdu. Bu hadisi İmam Ahmed (r.h.)
kaydetmiştir.
Buhari, Sahihimde
"Hz. Peygambe'i (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tıraş edenin Ma'mer b.
Abdullah b. Nadla b. Avf olduğunu söylüyorlar." demektedir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) berbere başının sağ tarafını işaret ederek
"Şurayı al" buyurdu. Berber o kısmı tamamen tıraş edince saçını,
kendisini çevreleyenler arasında paylaştırdı. Ve sonra berbere işaret edip
başının sol tarafını tıraş ettirdi. Sonra "Ebu Talha burada mı,
gelsin?" dedi. Ebu Talha gelince kendisine sol tarafının kesilen saçını
verdi. Bu hadis Sahih-i Müslim'de bu şekilde kaydedilmiştir.
Sahih-i Buhari'de İbn
Sirin yoluyla Enes'den rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) başını tıraş ettirdiği zaman saçından ilk alan Ebu Talha oldu.
Bu rivayet, Müslim'in
rivayetiyle çelişmez. Çünkü Ebu Talha'ya sağ kısımdan diğerlerine isabet eden
kadar bir pay isabet etmiş ve sol kısmı yalnız o almış olabilir. Ancak
Müslim'in yine Sahih7inde rivayetine göre Enes diyor ki: Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) şeytan taşlayıp kurbanını kesince tıraş oldu;
başının sağ tarafını berbere uzattı, tıraş ettirdi. Sonra Ebu Talha
el-Ensari'yi çağırttı, kesilen saçını ona verdi. Sonra berbere sol tarafını
uzatıp "tıraş et" buyurdu. Berber tıraş edince, Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kesilen saçını Ebu Talha'ya verdi ve: "Bunu
insanlar arasında paylaştır" dedi. Bu rivayette -gördüğün gibi- Ebu
Talha'nın payı sağ kısım olarak, birinci rivayette ise sol kısım olarak
kaydedilmektedir. Hafız Ebu Abdillah Muhammed b. Abdülvahid el-Makdisi diyor
ki: Hadisi Müslim, Hafs b. Gıyas - Abdülala b. Abdülala - Hişam b. Hassan -
Muhammed b. Sirin - Enes senediyle "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Ebu Talha'ya sol tarafının saçını verdi." şeklinde rivayet ediyor,
Süfyan b. Uyeyne -Hişam b. Hassan- senediyle ise "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Ebu Talha'ya sağ tarafının saçını verdi"
şeklinde rivayet ediyor. İbn Avn'ın İbn Sirin'den yaptığı rivayetin, Süfyan'ın
rivayetini takviye ettiği görüşündeyim. En iyi bilen Allah'tır.
Ben derim ki: "İbn
Avn'ın rivayeti" sözüyle Buhari'nin İbn Sirin'den rivayet ettiği ve
yukarıda aktardığımız, Ebu Talha'nın ilk olarak aldığı saçın kendisine mahsus
olan kısım olduğunu ifade eden rivayeti kasdetmektedir. En iyi bilen Allah'tır.
Ebu Talha'nın kendisine
mahsus olan nasibinin sol kısım olduğunu, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) önce umuma dağıttığını, sonra hususi olarak verdiğini, -ki O'nun
yaptığı bağışlarda sünneti böyleydi ve aynı zamanda rivayetlerin ekserisi de
bunu ifade etmektedir- bu rivayetlerden bazısında kaydedilen şu olay da takviye
eder:
saçını paylaştırdı.
Sonra berbere sol tarafını işaret edip tıraş ettirdi, o kısmı da Ümmü Süleym'e
verdi... Bu rivayetle Ebu Talha'ya verdiğini ifade eden rivayet çatışmaz. Çünkü
Ümmü Süleym, Ebu Talha'nın karışıdır.
Hadisin bir başka metni
ise şöyledir: Sağ taraftan başladı. İnsanlar arasında saçını birer ikişer tel
olarak dağıttı. Sonra "solu tıraş et" buyurdu. Onu da böyle yaptı.
Sonra "Ebu Talha burada mı, gelsin." buyurdu. Gelince onu da Ebu
Talha'ya verdi.
Üçüncü bir metinde ise
şöyle denilmekte: "Ebu Talha'ya,! başının sol tarafının saçını verdi.
Sonra tırnaklarını kesti, onları insanlar arasında paylaştırdı." İmam
Ahmed'in (r.h.) Muhammed b. Abdullah b. Zeyd'den rivayetine göre babası ona
şunları anlatmıştır: Kendisi Hz. Peygamberi (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kurban kesim yerinde görmüştü. O sırada Kureyşli bir adam kurbanları
dağıtmaktaydı. Ne ona, ne de arkadaşına hiçbir şey kalmadı. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) başını elbisesi içine tıraş ettirdi. Kesilen
saçını o adama verdi, adam onu birtakım erkeklere paylaştırdı. Tırnaklarını
kestis onları da adamın arkadaşına verdi. Dedi ki: "O -saçı- bizim
yanımızda iken kına ve çivit ile boyanmıştır."
Saçlarını tıraş
ettirenlere üç kere, kısalttıranlara ise bir kere dua edip bağışlanmalarını
diledi. Pek çok sahabi -hatta çoğunluğu- saçlarım tıraş ettirdi, bir kısmı da
kısalttırdı. "İnşallah, Mescid-i Haram'a başlarını tıraş ettirmiş ve
kısalttırmış olarak emniyet içinde gireceksiniz." ayeti [Fetih, 27] ile,
Hz. Aişe'nin (r.a.): "Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama
gireceğinden dolayı ihrama girmeden önce ve ihramdan çıkacağı için de ihramdan
çıkmadan önce güzel koku sürdüm." sözü, başı tıraş ettirmenin hacda
yapılacak görevlerden biri olduğunun ve yasaklı şeyden kurtulma olmadığının bir
delilidir.
28- Ziyaret Tavafı
Yapması:
Sonra öğleden sonra
binitli olarak Mekke'ye hareket etti. İfaza tavafını yaptı. Bu tavafa, ziyaret tavafı
ve sader tavafı da denir. Başka tavaf yapmadı. Bu tavafla birlikte sa'y da
yapmadı. Doğru olan budur. Bu konuda üç grup muhalefet etmektedirler: 1) Bir
grup iddia ediyor ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifaza
tavafından ayrı olarak, biri kudüm tavafı olmak üzere iki tavaf yaptı. Sonra
ifaza tavafını yaptı. 2) Bir grup ise Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kıran haccı yapmakta olduğundan, bu tavafla birlikte sa'y da yaptığını
iddia ediyor. 3) Bir grup da o gün tavaf yapmadığını, ziyaret tavafını geceye
tehir ettiğini iddia etmektedir. Şimdi biz bu konuda neyin doğru olduğunu
anlatıp hatanın kaynağını açıklayacağız. Başarı yalnız Allah'tandır.
Esrem diyor ki: Ebu
Abdillah (Ahmed b. Hanbel)'e: "Temettü' haccı yapan kimse kaç tavaf ve
sa'y yapar?" diye sordum. "Haccı için tavaf ve sa'y eder. Bir de
ayrıca ziyaret tavafı yapar." cevabım verdi. Bu konuyu kendisine defalarca
sorduk, bu görüşünde sebat etti.
Üstad Ebu Muhammed
el-Makdisi, el-Muğni adlı eserinde diyor ki: Kıran ve ifrad yapan kimseler için
de hüküm aynıdır. Onlar da kurban bayramının birinci gününden önce Mekke'ye
gelmedikleri ve kudüm tavafı yapmadıkları takdirde evvela ziyaret tavafından
önce kudüm tavafını yaparlar. İmam Ahmed (r.h.) buna parmak basmış ve Hz. Aişe'nin
(r.a.) rivayet ettiği şu hadisi delil göstermiştir: "Umreye niyetlenip
ihrama girenler Beytullah'ı tavaf edip Safa-Merve arasında sa'y yaptılar, sonra
ihramdan çıktılar. Mina'dan döndükten sonra da hacları için bir başka tavaf
daha yaptılar. Hac ile umreyi birleştirenler ise yalnız bir tek tavaf
yaptılar." İmam Ahmed (r.h.) işte Hz. Aişe'nin sözünde geçen hacları için
yaptıkları tavafın kudüm tavafı olduğunu söylemiştir... (Üstad Ebu Muhammed)
diyor ki: Çünkü kudüm tavafının meşru olduğu sabittir. Ziyaret tavafı onu
düşürmez. Farz namaza başlamadan önce, camiye girince kılınan
tahiyyetü'l-mescid namazında olduğu gibi. el-Hıraki, Muhtasar'ında diyor ki:
Şayet hacı, temettü' haccı yapmakta ise umre için yaptığı gibi yedi kere
Kabe'nin etrafını dolaşır, yedi kere de Safa-Merve arasında sa'y yapar. Sonra
döner, ziyaret niyetiyle Kabe'yi bir kere tavaf eder. "Beyt-İ Atik'i tavaf
etsinler." ayetinde [Hac, 29] geçen bu tavaftır.
Kadı (Ebu Ya'la) ve
takipçileri gibi Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) temettü' haccı
yaptığını söyleyenlere göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu
şekilde yapmıştır. Üstad Ebu Muhammed'e göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) özel bir tür temettü' yapmıştır, ama böyle yapmamıştır. Üstad diyor
ki: el-Hıraki'nin kaydettiği bu tavaf konusunda Ebu Abdillah (Ahmed b.
Hanbel)'e muvafakat eden hiç kimse bilmiyorum. Aksine meşru olan, bir tek
ziyaret tavafı yapmaktır. Örneğin namaza kamet getirilirken camiye giren kimse
tahiyyetü'l-mescid yerine, namazı kılmakla yetinir. Çünkü ne Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne de Veda haccında O'nunla birlikte temettü'
haccı yapan sahabilerin yaptıkları nakledilmiştir ve ne de Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu herhangi bir kimseye emretmiştir... Hz, Aişe
hadisi buna delildir. Zira o: "Mina'dan döndükten sonra hacları için bir
başka tavaf daha yaptılar." demektedir. İşte bu, ziyaret tavafıdır. Hz.
Aişe, bir başka tavaf söylememiştir. Şayet onun söylediği bu tavaf, kudüm
tavafı olsaydı o zaman Hz. Aişe, kendisi yapılmadığı takdirde hac tamam olmayan
bir rükün durumunda olan ziyaret tavafını söylemeyi bırakmış da, lüzumsuz bir
şeyi söylemiş olur. Her ne olursa olsun, Hz. Aişe bir tek tavaftan sözetmiştir.
O halde iki tavafa bu nasıl delil gösterilebilir?
Hem Hz. Aişe hayız
olunca, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) emriyle haccı umreye
birleştirdi. Kudüm tavafı yapmamıştı, yapmadı da. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) de ona kudüm tavafı yapmasını emretmedi. Şayet kudüm tavafı,
vacip olan tavafla düşmeseydi umreci için, umre tavafıyla birlikte kudüm tavafı
da meşru kılınırdı. Çünkü Kabe'ye ilk gelişidir. Görüp tavaf ettikten sonra
Kabe'ye geri dönen temettü' haccı yapan kimseye göre buna daha layıktır...
(Üstad Ebu Muhammed'in sözleri bitti.)
Ben derim ki: Her ne
kadar inkar ettiği husus inkar ettiği gibi hak ve doğru olan onun inkarında ise
de Ebu Muhammed'in sözleri problemi ortadan kaldırmadı. Hiç kimse, "Ne
sahabiler Arafat'tan dönünce kudüm tavafı ve sa'y yaptılar, sonra da ifaza
tavafı yaptılar, ne de Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle
yaptı" demedi. Böyle bir şey kesinlikle olmadı. Ancak problemin kaynağı
şudur: Mü'minlerin annesi (Hz. Aişe), temettü' haccı yapanla kıran haccı yapanı
ayırdı; kıran yapanların Mina'dan döndükten sonra bir tek tavaf yaptıklarını ve
umreye niyetlenenlerin Mina'dan döndükten sonra hacları için bir başka tavaf
daha yaptıklarını haber vermiştir ki, bu kesinlikle ziyaret tavafından ayrıdır.
Çünkü bu hususta kıran ve temettü' yapanlar müşterektir, aralarında bir fark
yoktur. Ancak Üstad Ebu Muhammed, Hz. Aişe'nin temettü' haccı yapanlar
hakkında: "Mina'dan döndükten sonra hacları için bir başka tavaf daha
yaptılar." sözünü görünce "Bunda onların iki tavaf yaptıklarını
gösteren bir delil yoktur." dedi. Dediği doğrudur. Ama problemi ortadan
kaldırmamıştır.
Bu yüzden bir grup, bu
ilave Urve yahut oğlu Hişam'ın sözü olup hadise sokuşturulmuştur, demektedir.
Bu açık değildir. Açık olsa bile neticede mürseldir. Mürsellikle buradaki
problem ortadan kalkmaz. Doğrusu Hz. Aişe'nin haber verdiği ve kendisiyle
temettü' yapanla kıran yapanı ayırdığı tavaf, Kabe'yi tavaf değil Safa-Merve
arasında yapılan tavaf (sa'y)dır. Böylece problem toptan ortadan kalkmıştır. O
halde Hz. Aişe kıran yapanların Safa-Merve arasında bir tavaf (sa'y) yapmakla
yetindiklerini ve buna bayramın birinci günü başka bir tavaf eklemediklerini
haber vermiştir ki, işte bu doğrudur. Yine Hz. Aişe temettü* yapanların
Mina'dan döndükten sonra hac için Safa-Merve arasında bir başka tavaf
yaptıklarını haber vermiştir. O birincisi, umre içindi. Bu cumhurun görüşüdür.
Hadisin bu şekilde anlaşılması, Hz. Aişe'nin bir diğer hadisine uygun düş*
mektedir: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ona buyurdu ki:
"Beytullah etrafında ve Safa-Merve arasında yaptığın tavaf haccın ve umren
için yeterlidir." Hz. Aişe kıran yapmaktaydı. Hem hadisin bu şekil
anlaşılması cumhurun görüşüne de uygun düşer.
Ancak bu durumda
Müslim'in Sahih'inde Cabir'den rivayet ettiği şu hadis problem olur: "Gerek
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ve gerekse ashabı Safa-Merve
arasında bir tek tavaftan başka tavaf yapmadılar. O da ilk tavaftı." Bu
hadis, temettü' yapanın bir tek sa'y yapması yeter, diyenlerin görüşüne uygun
düşmektedir. Nitekim İmam Ahmed (r.h.) kendisinden gelen iki rivayetten birine
göre bu şekilde düşünmektedir. Oğlu Abdullah ve başkalarının rivayetinde bunu
açık bir şekilde ifade etmiştir. Buna göre ya "Hz. Aişe olduğunu, Cabir
ise olmadığını söylemektedir. Olduğunu söyleyen, olmadığını söyleyene tercih
edilir." denir, yahut "Cabir'in kasdettiği kimseler, Hz. Ebu Bekir,
Hz. Ömer, Talha, Hz. Ali -Allah onlardan razı olsun- ve zenginler gibi Hz.
Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte kırana niyetlenen ve
kurbanlık sevkedenlerdir. Çünkü onlar yalnız bir tek sa'y yapmışlardır. Yoksa
kastı sahabilerin umumu değildir." denir veyahut da Hz. Aişe hadisi, onda
geçen bu ilavenin Hişam'ın sözlerinden sokuşturulmuş olduğu söylenerek illetli
sayılır. Hz. Aişe hadisinde işte alimler bu üç yolu tutmuşlardır. En iyi bilen
Allah'tır.
Temettü' yapan kimse,
hac ihramına girdikten sonra Mina'ya çıkmadan önce kudüm tavafı ve sa'y yapar
görüşü İmam Şafii'nin takipçilerinin görüşüdür. İmam Şafii'nin kendisinden
böyle bir ifade aktarılmış mıdır, aktarılmamış mıdır bilmiyorum. Ebu Muhammed
diyor ki: Bunu ne Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ne de ashabından
herhangi biri yapmış; ne Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara
bunu emretmiş ve ne de hiç kimse böyle bir şey nakletmiştir. İbn Abbas:
"Mekkelilerin, hac ihramına girdikten sonra Mina'dan dönünceye kadar ne
tavaf etmelerini, ne de Safa-Merve arasında sa'y yapmalarını caiz
görürüm." demiştir. Cumhur, Malik, Ahmed b. Hanbel, Ebu Hanife, İshak ve
başkaları İbn Abbas'ın görüşünü paylaşmaktadırlar.
Müstehap sayanlar
diyorlar ki: (Temettü' yapan kişi) hac ihramına girince Mekke'ye yeni gelen
gibi olur; kudüm tavafı ve sa'y yapar. Çünkü birinci tavaf, umre tavafı yerine
geçer. Geriye kudüm tavafı kalır. Onu yapmadığı için hac ihramına girmeyi
müteakip yapması müstehap olur... Gösterdikleri bu iki delil çürüktür. Çünkü
umre için tavaf yapınca kıran yapan durumunda olur. O zaman yaptığı tavaf,
kudüm tavafına gerek bırakmaz. Örneğin, camiye giren kimse namazın kılındığını
görse, derhal namaza girer; bu namaz tahiyyetü'l-mescid yerine geçer ve o
kişinin bunu kılmasına gerek bırakmaz.
Hem sahabiler, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte hac ihramına girdiklerinde
ihramı müteakip tavaf yapmadılar. Oysa onların çoğunluğu temettü' haccı
yapmaktaydı. Muhammed b. Hasan, Ebu Hanife'den şöyle bir görüş rivayet eder:
"Şayet (temettü' yapan) terviye günü öğle vakti güneş tam tepeye gelmeden
önce ihrama girerse kudüm tavafı ve sa'y yapar. Eğer güneş tepeden kaydıktan
sonra ihrama girerse tavaf yapmaz." İki vakit arasını şundan dolayı
ayırmıştır: Güneş tepeden kaydıktan sonra derhal Mina'ya doğru yola çıkar. Yola
çıkmaktan kendisini meşgul edecek başka bir şeyle uğraşmaz. Güneş tepeye
dikilmeden önce ise yola çıkmadığından tavaf edebilir... Ancak doğru ve sahabe
tatbikatına uygun olan ibn Abbas ile cumhurun görüşüdür. Başarı yalnız
Allah'tandır.
İkinci grup diyor ki:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu tavafla birlikte sa'y da
yaptı. Bu durum, kıran yapanın tıpkı iki tavafa ihtiyaç duyduğu gibi iki sa'ya
da ihtiyaç duyacağı konusunda bir hüccettir." Yukarıda geçtiği üzere bu,
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) üzerinde yapılan bir hatadır.
Doğrusu Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Hz. Aişe ve Cabir'in
dediği gibi yalnız ilk sa'yı yapmıştır. İki sa'y yaptığı konusunda O'ndan sahih
bir tek harf bile aktarılmamıştır. Hatta yukarıda geçtiği üzere onların tamamı
asılsızdır. Oraya müracaat ediniz.
Üçüncü grup, yani Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ziyaret tavafını geceye tehir etti
diyenler Tavus, Mücahid ve Urve'dir. Ebu Davud, Nesai ve İbn Mace'nin
Soner'lerinde Ebu'z-Zübeyr el-Mekki yoluyla Hz. Aişe ve İbn Abbas'tan rivayet
edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban bayramının
birinci günü, tavafını geceye tehir etti. Bir metinde ise "ziyaret
tavafını" şeklinde geçmektedir. Tirmizi: "Bu hadis hasendir"
diyor.
Bu hadis açık bir
hatadır ve Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yapmış olduğu haccı
bilen ilim adamlarının şüphe duymadığı, O'nun bilinen uygulamasına ters
düşmektedir. Şimdi biz bu hadis hakkında alimlerin sözlerini kaydediyoruz.
Tirmizi, el-İlel adlı eserinde diyor ki: Muhammed b. İsmail el-Buhari'ye bu
hadisi sordum ve ona: "Ebu'z-Zübeyr, Hz. Aişe ve ibn Abbas'tan hadis
işitti mi?" diye sordum. "İbn Abbas'tan evet. Ama Hz. ai-şe'den hadis
işittiği su götürür." cevabım verdi. Ebu'l-Hasan el-Kattan diyor ki: Bence
bu hadis sahih değildir. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gün,
gündüz vakti tavaf yaptı. Ancak sahabiler, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) öğle namazım Mekke'de mi yoksa tavafını bitirdikten sonra Mina'ya
dönüp öğle namazını orada mı kıldırdığında ihtilaf etmişler; İbn Ömer:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mina'ya döndü, öğleyi orada
kıldırdı" derken, Cabir: "Öğleyi Mekke'de kıldırdı" diyor. Bu
(ikinci görüş), Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavafı geceye
tehir ettiğini ifade eden bu Ebu'z-Zübeyr rivayetinden başka bir yoldan Hz.
Aişe'den rivayet edilen hadisin de açık (zahir) ifadesidir. Tavafı geceye tehir
ettiğini ifade eden bu hadis yalnızca bu yoldan rivayet edilmiştir.
Ebu'z-Zübeyr tedlis yapan bir ravidir. Burada Hz. Aişe'den işittiğini
söylememiştir. Oysa bilinen ve alışılan o ki, Ebu'z-Zübeyr gerek Hz. Aişe'den
ve gerekse her ne kadar kendisinden hadis işitmiş olsa da İbn Abbas'tan bir
aracı yoluyla rivayet etmektedir. Tedlisle tanındığı için Ebu'z-Zübeyr'in Hz.
Aişe ve İbn Abbas'tan yaptığı ve kendilerinden işitmiş olduğunu söylemediği
rivayetlerde çekimser davranmak vaciptir. Şayet bundan başka bir hadisi Hz.
Aişe'den işittiği bilinse bile böyle davranmalıdır. Oysa Hz. Aişe'den
işitmediği bizim için doğru olduğuna göre durum açıktır, çekimser davranmak
vaciptir. Alimler yalnızca tedlis yapan ravinin hadisini kabul konusunda
kendisinden rivayette bulunduğu ravi ile buluştuğu ve ondan hadis işittiği
bilindiği vakit ihtilafa düşmüşler, kimileri "rivayeti kabul edilir"
derken başkaları "tek tek her hadiste ittisal ortaya çıkıncaya kadar tedlisçinin
mu an'an rivayetleri reddedilir." demektedirler. Ama tedlisçinin
buluşmadığı ve kendisinden hadis işitmediği bir kimseden mu an'an yolla rivayet
ettiği hadisin kabul edilmeyeceği konusunda bir aykırı düşünce bilmiyorum.
Müslim'in dediği gibi, "Buluştukları bilinmese bile iki çağdaş ravinin
birbirlerinden mu an'an yolda yaptıkları rivayet ittisale yorumlanır"
desek bile bu, tedlisçi olmayanlar hakkındadır. Hem yukarıda Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gün tavafı gündüz vakti yaptığının sahih
olduğunu kaydettik. Tedlisçilerin hadisini, ittisali bilininceye kadar red
yahut inkıta'ı bilininceye kadar kabul konusundaki görüş ayrılığı yalnızca
sahihliğinde şüphe bulunmayan bir rivayetle çelişmediği zamanda geçerlidir.
Oysa bu hadis, sahihliğinde şüphe bulunmayan bir hadisle çatışmaktadır. (Sözü
bitti)
Ebu'z-Zübeyr'in Hz. Aişe
üzerinde yanlışlık yaptığının bir delili de şu hadistir: Ebu Seleme b.
Abdurrahman'ın rivayetine göre Hz. Aişe diyor ki: "Biz, Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ile birlikte hac yaptık. Kurban günü ifaza tavafında
bulunduk." Muhammed b. İshak, Abdurrahman b. Kasım'dan, onun da babası
yoluyla Hz. Aişe'den rivayetine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), ashabına kurban günü Kabe'yi ziyaret etmeleri için izin verdi. Onlar
da ziyaret ettiler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ise geceleyin
hanımlanyla birlikte ziyaret etti. Bu rivayet de bir hatadır.
Beyhaki diyor ki: Bu
rivayetlerin en sahihi Nafi'in İbn Ömer'den aktardığı hadis, Cabir hadisi ve
Ebu Seleme'nin Hz. Aişe'den aktardığı hadis, yani Hz, Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) gündüz tavaf ettiğini ifade eden hadislerdir.
Ben derim ki: Hata,
tavafın adlandırılışından ortaya çıkmıştır. Zira Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) veda tavafını geceye tehir etmiştir. Nitekim Sahihayn'daki
bir rivayete göre Hz. Aişe, "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ile birlikte yola çıktık." diye başladığı hadisin devamında diyor ki:
Muhassab'da konakladık. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kardeşim
Abdurrahman b. Ebu Bekir'i çağırdı ve ona: "Kız kardeşini Harem'den çıkar.
Sonra tavafınızı yapıp buraya Muhassab'a gelin." buyurdu. Allah umreyi
sona erdirdi, gecenin ortasında tavafımızı bitirdik, Muhassab'a O'nun yanına
geldik. "Bitirdiniz mi?" diye sordu. "Evet" dedik. İnsanlar
arasında yola çıkılacağını ilan ettirdi. Beytullah'a uğradı ve onu tavaf etti.
Sonra Medine'ye doğru yola çıktı.
İşte kuşkusuz Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) geceye tehir ettiği tavaf budur.
Ebu'z-Zübeyr yahut ona"aktaran kimse yanlışlıkla "ziyaret
tavafı" demiştir. Başarıya ulaştıran yalnız Allah'tır.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gerek bu tavafta gerekse veda tavafında remel
yapmamıştır. Yalnızca kudüm tavafında remel yapmıştır.
Tavafını bitirdikten
sonra (sahabiler) hacılara zemzem dağıtırken zemzem kuyusunun başına geldi ve:
"Şayet insanların size (ileride) galebe çalmayacaklarını bilsem elbet iner
sizinle birlikte hacılara zemzem dağıtırım." buyurdu. Sonra kovayı O'na
uzattılar, ayakta içti. Kimileri "Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) bu davranışı ayakta içme yasağını kaldırma anlamı taşımaktadır.",
kimileri "Aksine bu, yasağın tercih meselesi ve evla olanı terk şeklinde
olduğunun bir açıklamasıdır." ve kimileri de "Hayır, ihtiyaçtan
dolayı böyle yapmıştır." demektedir ki, bu daha uygun gözükmektedir.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bu tavafı sırasında binitli miydi, yaya mıydı?
Müslim'in Sahihinde rivayetine göre Cabir "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Veda haccında, yüksek olup da kendisini insanlar görsünler ve O'na
sorularını sorsunlar diye devesi üzerinde Hacer-i Esved'i ucu eğri değneği ile
selamlayarak Kabe'yi tavaf etti. Çünkü insanlar etrafını sarmıştı."
demektedir.
Sahihayn'aa İbn Abbas'm:
"Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccında deve üzerinde
Hacer-i Esved'i ucu eğri değneği ile selamlayarak tavaf yaptı." dediği
rivayet edilmektedir.
Bu tavaf, veda tavafı
değildir. Her ne kadar geceleyin yapılmışsa da şu iki sebepten ötürü kudüm
tavafı da değildir:
1- Kudüm tavafında remel
yaptığı sahihtir. Hiç kimse katiyen "Deve üzerinde remel yaptı"
dememiş, "Kendisi bizzat remel yaptı." demişlerdir."
2- Şerid b. Süveyd'in şu
sözü: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte ifaza
yaptım. Müzdelife'ye gelinceye kadar ayakları yere basmadı."
Görünüşte bu hadisten
anlaşılan o ki, Şerid'in Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
birlikte ifaza etmesinden itibaren dönünceye kadar Hz. Peygamber'in (sa.)
ayakları yere basmamıştır. Bu durum iki rekat tavaf namazı ile bozulmaz. Çünkü
bu iki rekatın durumu malumdur.
Ben derim ki: Görünen o
ki, Şerid b. Süveyd, "ifaza" kelimesiyle O'nunla birlikte Arafat'tan
hareketini kasdetmiştir. Bundan dolayı "Müzdelife'ye gelinceye kadar"
demiştir. Yoksa kurban günü Kabe'ye yapılan ifaza tavafını kasdetmemiştir. Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayağım yere basmaması durumu küçük
abdest bozmak için iki dağ arasında yol kenarında inmiş olmasıyla da bozulmaz.
Çünkü bu, orada kalmak için yapılan bir iniş değildir. Sadece geçici olarak
ayakları yere basmıştır. En iyi bilen Allah'tır.
29- Öğle Namazını
Mekke'de mi, Mina'da mı Kıldı?
Sonra Mina'ya döndü. O gün
öğle namazını nerede kıldığında ihtilaf t edilmiştir. Sahihayn'da İbn Ömer'den
rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü
ifaza tavafı yaptı. Sonra döndü. Öğleyi Mina'da kıldı.
Sahih-i Müslim'de
Cabir'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
öğleyi Mekke'de kıldı. Hz. Aişe de böyle söylemektedir.
Bu iki görüşün birini
diğerine tercih konusunda ihtilaf edilmiştir: Ebu Muhammed İbn Hazm "Hz.
Aişe ile Cabir'in sözü daha uygundur." demiş ve bu konuda kendisine bir
cemaat tabi olmuştur. Bu görüşü şu sebeplerden ötürü tercih etmişlerdir:
1- İki kişinin
rivayetidir; bir kişinin rivayetinden daha makbuldür.
2- Hz. Aişe, Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) en fazla hususiyeti bulunan insandır.
O'nun Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yakınlığı ve hususiyeti,
başkalarında bulunmayan bir ayrıcakğı vardır.
3- Cabir'in, Hz.
Peygamberin (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccını başından sonuna kadar
anlatımı en tam bir anlatımdır. Olayı iyi bellemiş ve hafızasında iyi
tutmuştur. Öyle ki ayrıntılarına varıncaya kadar hafızasında tutmuştur. Hatta
hac ibadetiyle ilgisi bulunmayan, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Müzdelife gecesi yolda devesinden inip yol kenarında abdest bozduğuna,
sonra hafif bir abdest aldığına varıncaya kadar hafızasında tutmuştur. Bu
kadarını hafızasında tutan kimsenin kurban günü namazı nerede kıldığını
hafızasında tutması kabule daha da elverişlidir.
4- Veda haccı mart
ayında yapılmıştı. Bu ayda gece ile gündüz birbirine eşit olur. Oysa Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Müzdelife'den Mina'ya güneş doğmadan
hareket etti. Orada insanlara konuşma yaptı. Pek çok deve kesti, onları
paylaştırdı. Yemesi için develerin etlerinden pişirildi. Bunlardan yedi. Şeytan
taşladı. Başını tıraş ettirdi. Güzel koku süründü. Sonra Mekke'ye gidip ifaza
tavafı yaptı. Zemzem suyundan ve sikaye şırasından içti. Sikaye görevi
yapanların başlarında durdu. İşte bütün bu yapılan işler apaçık bir şekilde
ortaya koymaktadır ki bunlar, mart ayında öğle vaktine yetişecek şekilde
Mina'ya dönülmesi mümkün olacak bir zaman zarfında bitmez.
5- Bu iki hadis, olayı
bizzat görüp nakledenin üslubu üzere rivayet edilmiştir. Hac sırasında Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adeti, namazı müslümanlarla birlikte
konakladığı yerde kılmaktı. İbn Ömer adet üzere yürümüş, Cabir ile Hz. Aişe
-r.a.- Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) adeti olmayan bir işi
görerek hafızalarında tutmuşlardır ki, bunun mahfuz olması daha uygundur.
Başka bir grup çeşitli
sebeplerden ötürü İbn Ömer'in görüşünü tercih etmiştir:
1- Şayet öğleyi Mekke'de
kılmış olsaydı; sahabiler Mina'da tek tek ve grup grup namaz kılmazlar, Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) naib olan bir imamın arkasında namaz
kılmaları gerekirdi. Ne herhangi kimse böyle bir şey nakletmiştir, ne de Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) onlara namaz kıldıracak bir naib
seçmiştir. Şayet dönüp de onlara namaz kıldıracağını bilmemiş olsaydı
"Namaz vakti girer de ben yanınızda olmazsam falan size kıldırsın."
derdi. Ne öyle, ne böyle olmuş; ne kesinlikle sahabiler orada tek tek namaz
kılmışlardır. Zaten bir arada bulunduklarında namazı grup grup kılmak onların
adeti değildi. Bütün bunlardan anlaşılmıştır ki, sahabiler, adetleri üzere Hz.
Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem) birlikte namaz kılmışlardır.
2- Mekke'de kılsaydı
arkasında ikamet halinde olan şehir halkından bazı kimseler bulunur, onlara
namazlarım tamamlamalarını emrederdi. Onların selamdan sonra kalkıp namazlarını
tamamladıkları nakledilmemiştir. Ne o, ne bu nakledilmediğine hatta kesinlikle
böyle bir şeyin olmadığı bilindiğine göre o vakit Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) namazı Mekke'de kılmadığı anlaşılmış demektir. Bilgisiz bazı
kimselerin naklettiği, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey
Mekkeliler! Namazınızı tamamlayın; biz yolcuyuz!" diye buyurması, hac
sırasında değil Fetih senesidir.
3- Bilinmektedir ki, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavaf yapınca iki rekat tavaf namazı
kıldı. Yine bilinmektedir ki, pek çok müslüman O'nun arkasında idi, yaptığı
şeylerde ve hac ibadetini yapış şekillerinde O'na uyuyorlardı. Herhalde iki
rekat tavaf namazı kıldığında, arkasında O'na uyan insanlar vardı. Kimisi bu namazın,
öğle namazı olduğunu sandı. Bilhassa bu namaz öğle vaktinde idiyse bu yanılgı
ihtimalinin ortadan kaldırılması imkanı yoktur. Ama Mina'da kıldığı namazda
böyle bir durum sözkonusu değildir. Çünkü orada kılınan namaz farzdan başkasına
ihtimal taşımaz.
4- Haccı sırasında
Mekke'nin içinde farz kıldığı bilinmemektedir. Ebtah'da kaldığı sürece, orada
müslümanlarla birlikte konakladığı yerde namazı kıldırırdı. Nerede
konaklarlarsa orada kıldırirdı. Umumi] konaklama yeri dışında başka bir yerde
kıldırmazdı.
5- ibn Ömer hadisi
Buhari ve Müslim tarafından rivayet edilmiştir. Cabir hadisi ise Müslim'in
(Buhari'den ayrı olarak) tek başına rivayet ettiği hadislerdendir. Şu halde İbn
Ömer hadisi ondan daha sahihtir. Senedinde de durum böyledir. Ravileri daha hafız,
daha şöhretli ve daha sağlamdır. Hatim b. İsmail nerde, Ubeydullah b. Ömer
el-Umeri nerde? Cafer'in hıfzı nerde, Nafi'in hıfzı nerde?
6- Hz. Aişe hadisi, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ne zaman tavaf yaptığı konusunda muztaribtir.
Ondan üç şekilde rivayet edilmiştir: 1) Gündüz tavaf etmiştir, 2) Tavafı geceye
tehir etmiştir, 3) Günün sonunda ifaza tavafı yapmıştır. Bu hadiste, İbn Ömer
hadisinin aksine ifaza tavafının vakti ve namaz kılman yer iyi
Zabtedilmemiştir.
7- İbn Ömer hadisinin
ondan daha sahih olduğu tartışılmaz. Çünkü Hz. Aişe hadisi, Muhammed b. İshak -
Abdurrahman b. Kasım - babası Kasım - Hz. Aişe senediyle rivayet edilmiştir.
ibn İshak'ın rivayetini delil olarak alıp almama konusu tartışmalıdır ve bu hadiste
işittiğini açıkça belirten bir ifade kullanmamış, mu an'an olarak rivayet
etmiştir. Ubeydullah'ın: "Bana Nafi\ İbn Ömer'den rivayetle dedi ki"
sözüne nasıl tercih edilebilir?
8- Hz. Aişe hadisi, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğleyi Mekke'de kıldığını açık bir
şekilde ortaya koymamaktadır. Zira metni şöyledir: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gününün sonunda öğleyi kıldığı vakit ifaza
(tavafı) yaptı, sonra Mina'ya döndü. Teşrik günlerinin geceleri boyunca orada
kaldı, güneş tepeden (batıya) kayınca her cemreye yedi çakıl taşı atarak cemre
taşlardı." Bu hadisin, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o
gün öğle namazım Mekke'de kıldırdığını açık bir şekilde ifade etmesi nerde, İbn
Ömer'in "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü ifaza
tavafı yaptı, sonra dönüp Mina'da Öğleyi kıldırdı." sözündeki açık ifade
nerde? Sahih sahiplerinin rivayetinde ittifak ettikleri hadis nerde, delil olup
olmaması tartışmalı bir hadis nerde? En iyi bilen Allah'tır.
İbn Hazm "Ümmü
Seleme o gün rahatsız iken insanların gerisinde devesi üzerinde hac yaptı. O
gün Hz. Peygamberden (Sallallahu aleyhi ve Sellem) izin istedi, o da ona izin
verdi." diyor ve Müslim'in Sahih'inde Ümmü Seleme'nin kızı Zeynep'ten
rivayet ettiği şu hadisi delil gösteriyor: Ümmü Seleme diyor ki: Hz.
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) rahatsız olduğumu söyledim.
"Binitli olarak insanların gerisinden tavaf et.'* buyurdu. Ben de o
şekilde tavaf ettim.
Allah Rasulü (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) o vakit Kabe'nin yan tarafına doğru namaz kılıyor ve namazda
Tur suresini okuyordu. ''Bu tavafın ifaza tavafı olduğu anlaşılmaz. Çünkü Hz,
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o tavafın iki rekat namazında Tur
suresini okumadı ve Ümmü Seleme'nin insanların gerisinden duyabileceği bir ses
tonuyla gündüz açıktan da okumadı. Ebu Muhammed, "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavafı geceye tehir etti" diyenlerin hataya
düştüklerini açıklamış ve bunda isabet etmiştir.
Hz. Aişe'den sahih
olarak rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) kurban bayramının birinci günü gecesi Ümmü Seleme'yi gönderdi; Ümmü
Seleme sabah namazından önce cemre taşladı, sonra gidip ifaza tavafı yaptı. Bu,
Ümmü Seleme'nin kurban bayramının birinci günü Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) Kabe'nin yan tarafına doğru namaz kılarken ve namazda Tur suresini
okurken, insanların gerisinden tavaf etmesiyle nasıl uzlaşır? Bu imkansızdır.
Çünkü bu namaz ve kıraat sabah yahut akşam yahut da yatsı namazında idi. Bu
namazın bayramın birinci günü olması, merhumun yanılgısıdır. Çünkü Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) o vakit kesinlikle Mekke'de değildi.
Hz. Aişe o gün bir tek
tavaf ve bir tek sa'y yaptı. Bu da onun haccı ve umresi için yeterli oldu. O gün
Safiyye tavaf yaptı, sonra hayız oldu. Yaptığı bu tavaf veda tavafı yerine de
geçti, ayrıca veda tavafı yapmadı. Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) hayızdan temizlenmiş kadın hakkında sünneti şudur: Böyle bir kadın
tavaftan -yahut vakfe'den- önce hayız olursa kıran haccına niyetlenir ve onun
bir tavaf, bir sa'y yapması yeterli olur. Şayet ifaza tavafından sonra hayız
olursa yaptığı bu tavaf veda tavafı yerine de geçer.
30- Mina'ya Dönüp
Cemreleri Taşlaması:
Sonra Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gün Mina'ya döndü ve geceyi orada geçirdi.
Sabah olunca güneşin tepe noktadan kaymasını bekledi. Güneş tepe noktadan
kayınca konak yerinden ayrılıp cemrelere doğru yürüdü, hayvana binmedi. Hayf
Mescidini takip eden birinci cemreden başladı. Oraya teker teker yedi çakıl
taşı attı. Her çakıl taşını atışında "Allahu Ekber" dedi. Sonra onun
önündeki cemreye geçip vadinin ortasındaki düzlüğe geldi. Kıbleyi karşısına
alıp dikildi. Sonra ellerini kaldırıp Bakara suresi kadar uzunca bir dua yaptı.
Sonra orta cemreye geldi. Aynı şekilde onu da taşladı. Sonra vadinin sol
tarafına indi. Kıbleyi karşısına alıp ellerini kaldırmış bir vaziyette dua
etti, birinci bekleyişine yakın bir süre bekledi. Sonra üçüncü cemreye yani
Akabe cemresine geldi. Vadinin içine girdi. Cemrenin karşısına dikildi; Kabe'yi
soluna, Mina'yı sağına aldı ve o vaziyette yedi çakıl taşını aynı şekilde
cemreye attı.
Ne cahillerin yaptığı
gibi cemreyi tepesinden taşladı ve ne de birçok fakihin söylediği gibi taşlama
anında cemreyi sağına, Kabe'yi karşısına aldı.
Taşlama işini bitirince
derhal döndü, cemrenin yanında durmadı. Kimileri yerin dağdan ötürü dar olması
sebebiyle böyle yaptı demişlerdir. Kimileri de demiştir ki -en doğrusu da
budur-: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bitirmeden önce bizzat
ibadetin içinde dua ederdi. Akabe cemresini taşlayınca taşlama işi bitti.
İbadet esnasında yapılan dua, ayrıldıktan sonra yapılan duadan daha
faziletlidir. Nitekim Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazda
yaptığı dua konusundaki sünneti de böyledir. Zira namazın içinde dua ederdi.
Namazı bitirdikten sonra dua etmeyi adet edindiği sabit değildir. O'nun böyle
yaptığım rivayet eden kişi, Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
üzerinde bir yanlışlık yapmış demektir. Her ne kadar o an ortaya çıkan bir
sebepten ötürü zaman zaman selamdan sonra dua ettiği Sahih dışında rivayet
edilmişse de bu rivayetin şahinliği su götürür.
Özetle, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yaptığı ve Sıddik'a öğrettiği duaların umumu
namaz içindedir. Muaz b. Cebel'in rivayet ettiği, Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): Her namazın arkasında: "Allah'ım! Seni zikredebilmem,
Sana şükredebilmem ve Sana iyi ibadet edebilmem için bana yardım et." diye
dua etmeyi unutma! buyurdu. hadisine gelince: "Namazın arkası"
sözüyle selamdan önceki sonu da kastedilmiş olabilir, "hayvanın
arkası" sözünde olduğu gibi. Selamdan sonrası da kastedilmiş olabilir,
"Her namazın arkasında sübhanailah, Allahu ekber ve elhamdülillah
dersiniz" hadisinde olduğu gibi. En iyi bilen Allah'tır.
Hep kendi kendime Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle namazından önce mi, sonra mı cemre
taşlardı diye sorar dururdum. Ağır basan zannıma göre Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) namazdan önce cemre taşlar, sonra döner, namazı kıldırırdı.
Çünkü Cabir ve başkaları "Güneş tepeden kayınca cemre taşlardı."
diyerek taşlama işinin güneşin tepeden kaymasını müteakip olduğunu
belirtmişlerdir. Hem güneşin doğması, kurban bayramının ilk günü cemre taşlanması
için neyse, tepeden kayması da Mina günleri boyunca cemre taşlanması için odur.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü, cemre taşlama vakti
girince o gün yapılacak ibadetlerden hiçbirini ondan Önce yapmadı. Ayrıca
Tirmizi ve İbn Mace, Sünen'lerinde İbn Abbas'ın (r.a.): "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) güneş tepeden kayınca cemreleri taşlardı."
dediğini rivayet etmektedirler. İbn Mace "Cemre taşlamayı bitirdiği zaman
öğleyi kıldırırdı." ilavesini de kaydetmektedir. Tirmizi "Bu hadis
hasendir" diyorsa da, Tirmizi'nin hadisinin senedinde (zayıf ravi olan)
Haccac b. Ertat vardır. İbn Mace hadisinin senedinde ise Ebu Şeybe ibrahim b.
Osman vardır, onun rivayet ettiği hadis delil olmaz. Ancak bu konuda başka
hadisler de vardır.
İmam Ahmed, Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) giderken ve dönerken kurban günü
binitli olarak, Mina günlerinde yaya olarak cemre taşladığını kaydetmektedir,
31- Dua Ettiği Yerler:
Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) hac sırasında altı yerde dua etmek için durmuştuk
1- Safa tepesinde,
2- Merve tepesinde,
3- Arafat'ta,
4- Müzdelife'de,
5- Birinci cemre
yanında,
6- İkinci cemre yanında.
32- Hutbeleri:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) biri kurban bayramının birinci günü -bu yukarıda
geçti-, diğeri teşrik günlerinin ortasında olmak üzere Mina'da halka iki
konuşma yaptı. Bu ikinci konuşmanın kurban bayramının ikinci günü, teşrik
günlerinin ortası yani en hayırlısı olan günde yapıldığı söylenmiş ve bu görüşü
savunanlar şu hadisi delil göstermişlerdir: Serra bt. Nebhan anlatıyor: Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Biliyor musunuz, bugün hangi
gün?" diye sorduğunu işittim. O gün, sizin "kelleler günü (kurban
kellelerinin yendiği gün)" dediğiniz gündü. Sahabiler: "Allah ve
Rasulü en iyi bilendir." dediler. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem): "Bugün, teşrik günlerinin ortasıdır. Biliyor musunuz, bu belle
neresidir?" dedi. "Allah ve Rasulü en iyi bilendir." dediler.
"Burası Meş'ar-i Haram'dır" deyip sonra şu konuşmayı yaptı:
"Bilmiyorum, belki bu seneden sonra aranızda bulunmayacağım. Dikkat edin,
içinde bulunduğunuz şu ayda, şu beldede bugününüzün haramlığı ve saygınlığı
gibi kanlarınız, mallarınız ve ırzlarınız, Rabbınıza kavuşuncaya kadar
birbirinize haramdır. Rabbınıza kavuşacaksınız ve Rabbınız size yaptıklarınızı
soracaktır. Dikkat edin! Yakın olanınız uzakta olanınıza bu söylediklerimi
eriştirsin. Dikkat edin! Bunları size tebliğ ettim mi?" Medine'ye döndüğümüzde
çok geçmedi Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) vefat etti. Bu hadisi
Ebu Davud rivayet etmiştir. "Kelleler günü" ittifakla kurban
bayramının ikinci günüdür.
Beyhaki'nin, Musa b.
Ubeyde er-Rabezi - Sadaka b. Yesar - İbn Ömer senediyle rivayetine göre:
"İza cae = Nasr" suresi teşrik günlerinin ortasında Allah Rasulü'ne
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) indirildi ve bunun veda anlamına geldiği
anlaşıldı. Devesi Kasva'nın getirilmesini emretti. Deve eğedendi. İnsanlar Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) etrafında toplandı ve Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Ey insanlar!" diye başlayarak şöyle
bir konuşma yaptı... Sonra ravi konuşmasını aktarmıştır.
33- Mina'da Gecelemek:
Abbas b. Abdülmuttalib,
sikaye (hacılara su dağıtma) görevinden dolayı Mina gecelerinde, Mekke'de
geceleme izni istedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de izin
verdi.
Deve çobanları
kendisinden, Mina dışında develerin yanında geceleme izni istediler. Onlara,
kurban günü cemre taşlayıp kurban gününden sonra da iki günün cemre taşlama
ibadetini birleştirerek iki günden birinde taşlamaları konusunda ruhsat verdi.
Malik diyor ki: Sanırım
ravi: "O iki günün ilkinde taşlayıp sonra Nefir gününde (hacıların
Mina'dan Mekke'ye akın ettikleri gün) cemre taşlamaları konusunda ruhsat
verdi." demiştir.
İbn Uyeyne diyor ki: Bu
hadise göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) çobanlara bir gün
taşlama, bir gün ara verme ruhsatı vermiştir. Her iki grup için sünnetteki
uygulamadan dolayı Mina'da gecelemeyi terketme caizdir. Cemre taşlamayı ise
terketmiyorlardı. Yalnızca onların, tehir edip geceleyin taşlama ve iki günün
cemre taşlamasını bir günde yapma ruhsatlan vardı. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) sikaye görevlilerine ve çobanlara geceleme konusunda ruhsat
verdiğine göre bir kimse malının zayi olmasından korksa, yahut hasta olup ondan
geri kalmaktan korksa yahut da hasta olduğu için (Mina'da) gecelemesi mümkün
olmasa nassm bunlara tenbihinden dolayı o kimseden Mina'da geceleme görevi
düşer. En iyi bilen Allah'dır.
34- Cemreleri Taşlaması:
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) acele edip cemre taşlamayı iki günde yapmadı. Üç
teşrik gününde cemre taşlamayı tamamlayıncaya kadar kaldı. Salı günü öğleden
sonra Muhassab'a hareket etti. Muhassab'a Ebtah ve Kinane oğulları yokuşu
(Hayfu Beni Kinane) da denir. Ebu Rafi'i, kendisi için bir çadır kurmuş buldu.
Ebu Rafi, Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine emretmeksizin
Allah'ın (c.c.) tevfikiyle Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
yüküne koruyuculuk etmekteydi.
Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını kıldırdı
ve bir süre uyudu. Sonra Mekke'ye doğru yola koyuldu. Geceleyin tan yeri
ağarmaya yakın veda tavafı yaptı, bu tavaf esnasında remel yapmadı. Safiyye,
O'na hayız olduğunu haber verince, "O, bizi yolumuzdan engelleyecek
mi?" diye sordu. "İfaza tavafını yaptı" dediler. "Öyleyse
yola koyulsun." dedi.
O gece Hz. Aişe, Hz.
Peygamber'den (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisine ayrı bir umre
yaptırmasını istedi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), onun Kabe'yi
tavafının ve Safa-Merve arasında yapmış olduğu sa'yın haccı ve umresi için
yeterli olduğunu kendisine söylediyse de Hz. Aişe ayrı bir umre yapmakta
diretti. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kardeşi
Abdurrahman'a ona Ten'im'den umre yaptırmasını emretti. Hz. Aişe umresini
geceleyin bitirdi ve kardeşiyle birlikte Muhassab'a gitti. Oraya gecenin
ortasında geldiler. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Bitirdiniz mi?" diye sordu. Hz. Aişe "Evet" cevabını
verince, ashabı arasında yolculuğa çıkılacağını ilan ettirdi. İnsanlar
hazırlanıp yola koyuldular. Sonra Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sabah namazından önce Kabe'yi tavaf etti. İşte Buhari'nin metni böyledir.
Soru: Bu hadisle yine
Sahih'dG Esved yoluyla Hz. Aişe'den rivayet edilen şu hadisi nasıl
uzlaştınyorsun? "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte
yola çıktık. Bu yolculuğun yalnız hac yolculuğu olduğunu düşünüyorduk."
diye başladığı hadisin devamında Hz. Aişe diyor ki: Muhassab'da konaklama
gecesi olunca: "Ey Allah'ın Rasulü! İnsanlar hac ve umre yaparak
dönüyorlar, ben ise bir hac yaparak dönüyorum." dedim. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Mekke'ye geldiğimiz gecelerde tavaf etmemiş
miydin?" diye sordu. "Hayır" dedim. "Öyleyse kardeşinle
birlikte Ten'im'e git, umreye niyetlenip ihrama gir. Sonra falan yerde
buluşalım." buyurdu. Daha sonra Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Mekke'den çıkarken, ben de oraya girerken -yahut ben çıkarken, o girerken- bana
rastladı.
Bu hadiste Hz.
Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Hz. Aişe'nin yolda karşılaştıkları;
birincisinde ise konakladığı yerde Hz. Aişe'yi beklediği ve o gelince ashabı
arasında yola çıkılacağını ilan ettirdiği ifade edilmektedir. Hem burada bir
başka problem daha var: Hz. Aişe'nin: "O Mekke'den çıkarken, ben de oraya
girerken -yahut tam aksi- bana rastladı." sözü? Şayet birinci ihtimalse, o
zaman Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), kendisi Mekke'den çıkıp
Medine'ye dönerken ve Hz. Aişe de umre yapmak için oraya inerken ona rastlamış
olur ki, bu da Muhassab'da Hz. Aişe'yi beklemesiyle' çelişir.
Ebu Muhammed İbn Hazm
diyor ki: "Kuşkusuz doğru olan, Hz. Aişe Mekke'den çıkmaktaydı, Hz.
Peygamber de (Sallallahu aleyhi ve Sellem) oraya girmekteydi. Çünkü Hz. Aişe
umre için oraya daha önceden gelmişti. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) de gelene kadar onu bekledi. Sonra veda tavafı yapmak üzere yola çıktı.
Hz. Aişe, Mekke'den Muhassab'a dönerken Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ona rastladı." Bu doğru değildir. Çünkü Hz. Aişe, "O, oradan
inerken" demiştir. Bu ise (karşılaşmanın) Muhassab'dan sonra olmasını ve
Mekke'den çıkıyor olmayı gerektirir. Şu halde Ebu Muhammed nasıl "Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'den inerken veda tavafım yapmak
üzere yola çıktı." diyebiliyor? Bu imkansızdır. Ebu Muhammed'in kendisi
hac yapmamıştır. Kasım'ın Hz. Aişe'den rivayet ettiği yukarıda geçen hadis
açıkça ifade etmektedir ki Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), yola
çıkışından sonra gelinceye kadar Hz. Aişe'yi konak yerinde bekledi, gelince
yolculuk hazırlığı yaptı, insanlar arasında yola çıkılacağım ilan ettirdi. Şayet
bu Esved hadisi iyi bellenip hafızada tutulmuşsa doğrusu "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), ben Mekke'den çıkarken ve kendisi oraya girerken
bana rastladı." şeklinde olacaktır. Çünkü Hz. Aişe tavafını yapıp umresini
bitirmiş, sonra sözleşilen yere gitmek için yola çıkmış ve veda tavafını yapmak
üzere Mekke'ye inmeye başlamış olan Hz. Peygamber'le (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) karşılaşmıştır. Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yol hazırlığı yapmış ve insanlar arasında yola çıkılacağını ilan
ettirmiştir. Esved hadisi bundan başka türlü yorumlanamaz. Bu iki hadis daha
başka şekilde şu iki biçimde uzlaştırılmaya çalışılmışsa da bunlar birer
yanılgıdır:
1- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kere Hz. Aişe'yi gönderdikten sonra ve Aişe
umresini bitirmeden önce ve bir kere de umresini bitirdikten sonra olmak üzere
iki kere veda tavafı yapmıştır. Bu açık bir yanılgı olmakla birlikte, problemi
ortadan kaldırmaz, aksine artırır. İyi düşün.
2- Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muhassab'da konaklamak müslümanlara meşakkat
verir endişesiyle Muhassab'dan Akabe sırtına geçti. Hz. Aişe, kendisi Mekke'ye
inerken ve Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de Akabe'ye çıkarken
O'nunla karşılaşmıştır. Bu, birincisinden daha çirkin. Çünkü Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem), asla Akabe'den çıkmamıştır. İttifakla, Mekke'nin
aşağı tarafındaki alçak yokuştan çıkmıştır. Hem bu şekilde düşünüldüğünde iki
hadisin arası uzlaştırılmış da olmaz.
Ebu Muhammed İbn Hazm,
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'nin alt tarafından
çıktıktan sonra Muhassab'a çıktığını söylemiştir ki bu da bir yanılgıdır. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ayrıldıktan sonra bir daha Muhassab'a
dönmemiş, derhal Medine'ye doğru geçip gitmiştir.
Eserlerinden birinde
şöyle diyor: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) giriş ve çıkışlarıyla
daire çizerek, Mekke'yi çembere alan kimse gibi olmak için böyle yapmıştır.
Çünkü geceyi Zituva'da geçirdi. Sonra Mekke'nin üst tarafından girdi, alt
tarafından çıktı. Sonra Muhassab'a döndü. Bu dönüş Mekke'nin Yemen tarafından
olmuş ve böylece daire oluşmuştur. Zira Hz. Peyr gamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) geldiğinde Zituva'da konakladı. Sonra Keda'dan Mekke'ye geldi. Tavafı
bitirdikten sonra orada konakladı. Sonra bütün hac vazifelerini bitirince orada
konakladı. Sonra Mekke'nin alt tarafından çıktı, sağ tarafı tuttu ve Muhassab'a
geldi. İkinci kere yolculuğa çıkılmasını emretmesi şu şekilde yorumlanır: Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muhassab'a o dönüşünde yola çıkmamış
bir grup insan gördü ve onlara yola çıkmalarını emretti. İşte o zaman derhal
Medine'ye doğru yola çıktı.
Ebu Muhammed hem
kendisini, hem de kitabını bu çirkin, soğuk ve gülünç saçmalıkla lekelemiştir.
Şayet Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hakkında yanlışlık yapanların
yanlışlarına karşı uyarma olmasaydı böyle bir sözü kaydetmek bile istemezdik.
Sanki sen kendi gözünle görüyormuşçasına Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) yaptığı şey şudur: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Muhassab'da konakladı; öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını orada kıldı.
Bir süre uyudu. Sonra Mekke'ye doğru yola çıktı ve geceleyin orada veda
tavafını yaptı. Sonra alt tarafından Medine'ye doğru yola çıktı. Muhassab'a
dönmedi ve bir daire çizmedi. Sahih-i Buhari'de Enes'ten rivayet edildiğine
göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Muhassab'da öğle, ikindi, akşam
ve ya|tsi namazlarını kıldırdı, bir süre uyudu. Sonra devesine binip Kabe'ye gitti,
tavaf yaptı.
Sahihayn'da rivayet
edildiğine göre Hz. Aişe, "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile
hac yolculuğuna çıktık..." diye anlatmaya başladığı hadisin devamında
diyor ki: Allah, haccımızı sona erdirip Mina'dan yola koyulduğumuzda Muhassab'da
konakladık. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Abdurrahman b. Ebu
Bekir'i çağırdı ve ona "Kızkardeşini Harem'den çıkar. Sonra tavafınızı
bitirince buraya, Muhassab'a yanıma gelin." buyurdu. Allah umremizi sona
erdirip gecenin ortasında tavafımızı bitirince Muhassab'a O'nun yanına geldik.
"Bitirdiniz mi?" diye sordu. "Evet" dedik. Bunun üzerine
insanlar arasında yolculuğa çıkılacağım ilan ettirdi. Kabe'ye uğradı ve onu
tavaf etti. Sonra Medine'ye doğru yola çıktı.
İşte bu hadis
yeryüzündeki en sahih, Ibn Hazm ve başkalarının söyledikleri, hiçbirisi meydana
gelmemiş olan bu tahminlerin çürüklüğünü en iyi gösteren hadislerdendir ve
Esved hadisinin iyi aktarılmış olmadığına bir delildir. Sağlam ve iyi bir
şekilde aktanlmışsa söylediğimizden başka bir yorumu yoktur. Başarı yalnız
Allah'tandır.
35- Muhassab'da
Konaklaması:
Selef, Muhassab'da
konaklamanın bir sünnet mi yoksa bir rastlantı mı olduğu konusunda ihtilaf
etmiş ve iki farklı görüş ileri sürmüşlerdir. Bir grup; haccın sünnetlerindendir,
diyor. "Çünkü Sahihayn'da Ebu Hureyre'den rivayet edildiğine göre Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem), Mina'dan yola koyulmak isteyince:
"Biz, inşallah yarın Kinaneoğullarmm küfür üzerine yeminleştikleri Hayfa
(yahut engebeli yere) konaklayacağız." buyurdu. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) bununla Muhassab'ı kasdetmektedir. Şöyle ki: Kureyş ve
Kinaneoğulları, Haşimoğulları ve Muttaliboğullarına karşı Allah Rasulü'nü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendilerine teslim edinceye kadar onlarla kız
alışverişinde bulunmamak ve aralarında hiçbir bağlantı kurmamak kaydıyla
yeminleşmişlerdi. İşte bu yüzden Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
onların küfür simgelerini, Allah ve Rasülullah düşmanlığını ortaya koydukları
yerde İslam alametlerini göstermeyi amaçlamıştır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) adeti, küfür ve şirk simgelerinin bulunduğu yerlerde tevhid
alametini ikame etmekti. Nitekim Lat ve Uzza putlarının yerine Taif Mescidi'nin
yapılmasını emretmiştir.
Diyorlar ki: Sahih-ı
Müslim'de Ibn Ömer'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem), Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer orada konaklarlardı. Müslim'in bir
rivayetinde yine İbn Ömer'in Muhassab'da konaklamayı sünnet saydığı
kaydedilmektedir.
Buhari'nin kaydettiğine
göre İbn Ömer öğle, ikindi, akşam ve yatsı namazlarını Muhassab'da kılar, gece
uyur ve Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem) de böyle yaptığını
söylerdi.
Aralarında İbn Abbas ve
Hz. Aişe'nin de bulunduğu diğerleri ise sünnet olmadığını, Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) orada bir raslantı sonucu konakladığını
savunmaktadırlar. Sahihayn'da İbn Abbas'ın: "Muhassab bir şey değildir. O
yalnızca Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıkmak daha kolay olsun
diye konakladığı bir yerdir." dediği rivayet edilmektedir.
Sahih-ı Müslim'de
rivayet edildiğine göre Ebu Rafi', şöyle demiştir: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) yanımda bulunan kimselerle birlikte Ebtah'da
konaklamamı bana emretmedi. Ancak ben, O'nun çadırım (oraya) kurdum. Sonra
kendisi geldi, orada konakladı." Allah, Peygamberinin "Biz yarın
Kinaneoğulları Hayf'ında konaklayacağız." sözünü doğru çıkarmak, O'nun
azmettiği şeyi yerine getirmek ve Peygamberine (Sallallahu aleyhi ve Sellem) muvafakat
göstermek için kendi tevfikiyle Ebu Rafi'i oraya konaklatmıştır.
36- Kabe'nin İçine Girip
Girmediği:
Burada üç mesele vardır:
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) haccı sırasında Kabe'nin içine girdi
mi, girmedi mi? Vedalaştıktan sonra Mültezem'de durdu mu, durmadı mı? Vedalaşma
gecesi sabah namazını Mekke'nin içinde mi, dışında mı kıldı?
Birinci mesele: Pek çok
fakih ve başka ilim adamları Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
haccı sırasında Kabe'nin içine girdiğini sanmakta ve pek çok insan da Hz,
Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem) uyarak Kabe'ye girmeyi haccın
sünnetlerinden saymaktadır. Oysa Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
sünneti, O'nun hem hacda, hem de umrede Kabe'ye girmediğini, yalnızca Fetih senesi
girmiş olduğunu göstermektedir. Sahihayn'daki bir rivayete göre İbn Ömer
anlatıyor: Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Fetih günü Üsame'ye ait
bir deve üzerinde Mekke'ye girdi. Deveyi Kabe'nin avlusuna çökertti. Osman b.
Talha'nın anahtarı alıp gelmesini emretti. O da alıp geldi, kapıyı açtı. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Üsame, Bilal ve Osman b. Talha ile
birlikte içeri girdi. Uzun süre kapıyı üzerlerine kapadılar. Sonra açtılar.
Hemen diğer insanlardan önce ileri atıldım. Bilal'le kapıda karşılaştım.
"Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namazı nerede kıldı?"
diye sordum. "Öndeki iki direk arasında!" diye cevap verdi. Kaç rekat
kıldı diye sormayı unuttum.
Sahih-i Buhari'de İbn
Abbas'tan rivayet edildiğine göre Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Mekke'ye gelince Kabe'ye girmekten kaçındı. Çünkü içinde putlar vardı. Onların
çıkarılmalarını emretti. Putlar çıkarıldı. Sahabiler, Hz. İbrahim ve Hz.
İsmail'in ellerinde fal oklarıyla yapılmış resimlerini de dışarı çıkardılar.
Bunun üzerine Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Allah
kahretsinı bu resimleri yapanları! Vallahi, yeminle söylüyorum, bu
putperestler, bu iki Peygamberin katiyen fal oklarıyla nzık peşinde
koşmadıklarını bilmekteydiler" dedi. Kabe'ye girdi. Kabe'nin her tarafında
tekbir getirdi, fakat orada namaz kılmadı.
Buradan hareketle
"Bunlar iki ayrı giriştir. Birinde namaz kıldı, diğerinde kılmadı.'*
denmiştir. İşte bu zayıf tenkitçilerin yoludur. Her ne zaman bir metin
farklılığı görseler derhal onu farklı bir olay sayarlar. Nitekim metin
farklıhklarından dolayı İsra (ve Miraç) hadisesinin defalarca meydana
geldiğini, yine metin farklılıklarından dolayı devesini Cabir'den defalarca
satın aldığını ve anlatımdaki farklılıklardan dolayı veda tavafını iki kere
yapmış olduğunu vb. söylemişlerdir.
Ama üstad tenkitçiler bu
yoldan yüz çeviriyor, hata yapmaktan korunmamış olanların (yani Peygamberler
dışındaki diğer insanların) hata yaptıklarını ve yanıldıklarını söylemekten
korkmuyorlar. Buhari ve başka imamlar diyorlar ki: Söz Bilal'in sözüdür. Çünkü
İbn Abbas'ın aksine o, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) namaz
kıldığını görmüştür ve bunun meydana geldiğini söylemektedir (ispat
etmektedir). Sözün özü: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Kabe'ye
girişi hac ve umre sırasında değil, Fetih gazası sırasında idi. Sahih-i
BuharT&e rivayet edildiğine göre İsmail b. Ebu Halid diyor ki: Abdullah b.
Ebu Evfa'ya: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) umresi sırasında
Kabe'ye girdi mi?" diye sordum. "Hayır" cevabını verdi.
Hz. Aişe anlatıyor:
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözlerinden sevinç okunduğu ve gönlü
hoş bir halde yanımdan çıktı. Sonra kalbi hüzünlü yanıma döndü. Bunun üzerine
"Ey Allah'ın Rasulü! Sen şöyle şöyle bir halde yanımdan çıkmıştın, ne
oldu?" dedim. "Ben Kabe'ye girdim. Keşke girmez olaydım! Doğrusu
benden sonra ümmetimi yormuş olmaktan korkuyorum." diye karşılık verdi. Bu
rivayetteki girişin hac sırasında olduğunu gösteren bir husus yoktur. Hatta iyice
düşünürsen bu düşünüş seni, bu girişin Fetih gazası sırasında olduğuna götürür.
En iyi bilen Allah'tır. Hz. Aişe, Hz. Peygamber'e (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
Kabe'ye girmek istediğini söyledi. Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem),
ona Hıcr'da iki rekat namaz kılmasını emretti.
37- Mültezim'de Durması:
İkinci mesele,
Mültezim'de durması: Rivayete göre bunu Fetih günü yapmıştır. Ebu Davud'un
Sünen'inde rivayet edildiğine göre Abdurrahman b. Ebu Safvan anlatıyor: Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'yi fethedince ben de geldim. Allah
Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem), ashabıyla birlikte Kabe'den
çıktığını, kapıdan Hatim'e kadar Rükn'ü (Hacer-i Esved'i) selamladıklarını ve
yüzlerini Beytullah'a sürdüklerini gördüm. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) ortalarında idi.
Yine Ebu Davud'un, Amr
b. Şuayb'dan, onun da babasından rivayetine göre dedesi ona şunları anlatmış:
Abdullah ile birlikte tavaf ettim.
Kabe'nin arkası hizasına
gelince: "Allah'a sığınmıyor musun?" dedim. "Cehennem'den
Allah'a sığınırız." dedi. Sonra yürüdü. Hacer-i Esved'i selamladı.
Rükün'le kapı arasında dikildi. Göğsünü, yüzünü ve kollarını şu şekilde
değdirdi: Kollarını iyice yaydı ve: "Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) böyle yaptığını gördüm." dedi.
Bunun veda zamanında
olması da, başka zaman olması da muhtemeldir. Ancak Mücahid, sonraki dönemde
Şafii ve başkaları demişlerdir ki: Veda tavafından sonra Mültezim'de durup dua
etmek müstehaptır. ibn Abbas (r.a.) Rükün'le kapı arasında ısrarla bekler ve:
"Bir kimse bu ikisi arasında ısrarla bekler, Allah Teala'dan bir şey
isterse, Allah mutlaka onun isteğini yerine getirir." derdi. En iyi bilen
Allah'tır.
38- Veda Gecesi Sabah
Namazını Nerede Kıldığı:
Üçüncü mesele; Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) veda gecesi sabahı, sabah namazını nerede
kıldığı: Sahihayn'da. rivayet edildiğine göre Ümmü Seleme anlatıyor: Allah
Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac sırasında rahatsız olduğumu
söyledim. "Binitli olarak insanların gerisinden tavaf et!" buyurdu.
Ben de o şekilde tavaf ettim. O vakit Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Kabe'nin yan tarafına doğru namaz kıldırıyor ve namazda Tür suresini
okuyordu. Bunun sabah namazında veya başka bir namazda olması da muhtemel, veda
tavafında veya başka zaman olması da muhtemeldir. Bu hususu araştırdık, baktık
Buhari bu olayı Sahih'inde şu şekilde rivayet ediyor: Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ve Ümmü Seleme yola çıkmak istediklerinde Ümmü Seleme daha Beytullah'ı
tavaf etmemişti. Allah Rasulü (s.a:) ona: "Sabah namazına kamet
getirildiği zaman insanlar namaz kılarlarken sen devenin üzerinde tavaf
et." buyurdu. O da öyle yaptı ve namaz kılmadan dışarı çıktı. Bunun,
kurban bayramının birinci günü olması kesinlikle imkansızdır. Kuşkusuz bu veda
tavafıdır. Şu halde Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) o gün sabah
namazını Kabe'nin yanında kıldığı ve Ümmü Seleme'nin, O'nun, namazda Tur
suresini okuduğunu işittiği ortaya çıktı.
39- Medine'ye Dönüşü:
Sonra Medine'ye dönüş
yolculuğu başladı. Ravha'ya vardığında bir kafile ile karşılaştı, onlara selam
verip: "Siz kimsiniz?" diye sordu. "Müslümanız" dediler ve
onlar da: "Ya siz kimsiniz?" diye sordular. Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Allah'ın Rasulü" cevabını verdi. Bunun üzerine
kafile arasında deve üzerinde mahfesi içinde bulunan bir kadın küçük bir oğlunu
kaldırıp: "Ey Allah'ın Rasulü! Buna hac var mı?" diye sordu. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem): "Evet. Sana da ecir vardır."
buyurdu.
Zülhuleyfe'ye gelince
geceyi orada geçirdi. Medine'yi görünce Üç kere tekbir aldı ve şu duayı okudu:
"Tek Allah'tan
başka tanrı yoktur. O'nun ortağı yoktur. Mülk O'nun, hamd O'nundur. O'nun
herşeye gücü yeter. Biz dönenleriz, tevbe edenleriz, ibadet edenleriz, secde
edenleriz. Rabbımıza hamd edenleriz. Allah sözünü tuttu, kuluna yardım etti,
kabileleri tek başına bozguna uğrattı."
Sonra gündüz Muarras
yolundan Medine'ye girdi. Çıkarken Şecere yolundan çıkmıştı. En iyi bilen
Allah'tır.
40- Hz. Peygamber'in
(s.a.) Haccı Konusunda Yanılgılar:
1- Ebu Muhammed İbn
Hazm, Haccetü'l-Veda adlı eserinde: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), insanlara hac yolculuğuna çıktığı vakit Ramazan'da yapılan bir umrenin,
bir hacca bedel olduğunu bildirdi." demekle yanılmıştır. Bu, açık bir
yanılgıdır. Çünkü bunu haccı bitirip Medine'ye döndükten sonra söylemiştir.
Şöyle ki: Ensar'dan Ümmü Sinan adında bir kadına Hz.
Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem): "Seni bizimle birlikte haccetmekten alıkoyan
nedir?" diye sordu. Kadın: "Bizim su taşıyan sadece iki devemiz
vardı. Çocuğumun babası (yani kocam) ile oğlum birisi üzerinde hacca gittiler.
Bize, üzerinde su taşıyacağımız bir deve bıraktı." diye cevap verince Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem): "O halde Ramazan gelince sen bir umre yap.
Çünkü Ramazan'da yapılan bir umre, bir hac yerine geçer." buyurdu. Bu
hadisi Müslim Sahih'inde bu şekilde rivayet etmiştir.
Yine Medine'ye döndükten
sonra Ümmü Ma'kıl'a da aynen bu sözü söylemiştir. Nitekim Ebu Davud, Yusuf b.
Abdullah b. Selam yoluyla onun ninesi Ümmü Ma'kıl'ın şöyle dediğini kaydeder:
Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Veda haccına çıktığında, bizim bir
devemiz vardı. (Kocam) Ebu Ma'kıl onu Allah yoluna verdi. Bize bir hastalık
bulaştı. Ebu Ma'kıl öldü. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) hac
yolculuğuna çıktı. Haccını bitirip dönünce yanına gittim. Bana: "Seni,
bizimle çıkmaktan alıkoyan nedir?" diye sordu. Ben de şöyle cevap verdim:
"Gerçekten biz de hazırlanmıştık. Ama Ebu Ma'kıl öldü. Bizim bir devemiz
vardı. Hacca onunla gidecektik. Ebu Ma'kıl, onu Allah yoluna vasiyet
etti." Bunun üzerine Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem):
"Onunla hacca gitseydin ya? Zira hac, Allah yolunda yapılan bir ibadettir.
Bu haccı bizimle yapmayı kaçırdığına göre Ramazan'da umre yap. Çünkü o, hac
gibidir." buyurdu.
2- Yine İbn Hazm'ın bir
başka yanılgısı: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Zilkade ayının
bitimine altı gün kala perşembe günü yola çıkmıştır, diyor. Yukarıda Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) beş gün kala, cumartesi günü yola
çıktığı izah edilmiştir.
3- Taberi'nin
Haccetü'l-Veda adlı eserinde kaydettiğine göre bazıları Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) cuma günü namazdan sonra yola çıktığını
söyleyerek yanılmışlardır. Onları bu çirkin yanılgıya sevkeden husus hadiste
geçen "altı gün kala" sözü olmuştur. Buradan hareketle sanmışlardır
ki, bu ancak cuma günü yola çıkılmış olduğunda mümkün olur; çünkü kalan altı
gün çarşamba günü tamam olmuştur ve Zilhicce'nin başlangıcının perşembe
olduğunda şüphe yoktur. Bu, fahiş bir hatadır. Çünkü kuşkusuz bilinen o ki, Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola çıktığı gün Medine'de öğleyi dört
rekat, Zülhuleyfe'de ikindiyi iki rekat kıldırmiştır. Nitekim Sahihayn'da bu
şekilde sabittir.
Taberi,
Haccetü'l-Veda'da bir üçüncü görüş olarak Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) cumartesi günü çıkmış olduğunu kaydetmiştir. Bu, Vakıdi'nin
tercihidir. Bizim de evvela tercih ettiğimiz görüş budur. Ancak Vakıdi bu
konuda şu üç yerde yanıldı: 1) Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) yola
çıktığı gün öğleyi Zülhuleyfe'de iki rekat kıldırdı. 2) O gün öğle namazını
müteakip ihrama girdi. Oysa Zülhuleyfe'de bir gece geçirdikten sonra ertesi gün
ihrama girmişti. 3) Vakfe, cumartesi günü idi. Bunu ondan başkası
söylememiştir. Bu açıkça bir yanılgıdır.
4- Kadı Iyaz (r.h.) ve
başkaları Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) orada gusletmeden önce
güzel koku süründüğünü ve sonra gusledince kokuyu yıkadığını söylemekle
yanılmışlardır. Bu yanılgının kaynağı Sahih-i Müslim'de kaydedilen Hz. Aişe'nin
(r.a.) şu sözlerinin gelişidir: "Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) güzel kokular sürdüm. Daha sonra hanımlarını dolaştı. Sonra sabah
ihrama girdi."
Bu yanılgıyı, Hz.
Aişe'nin "Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama gireceği
için güzel kokular sürdüm." sözü ile "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) ihramlı iken O'nun saç ayrımlanndaki güzel kokunun parlaklığı hala
gözlerimin önünde" sözü reddeder. Hadisin bir metnine göre Hz. Aişe:
"İhrama girdikten üç gün sonra telbiye getirirken" demiş ve bir
metnine göre de "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama
gireceği vakit bulabildiği en güzel kokuyu sürünürdü. Daha sonra başında ve
sakalında kokunun parlaklığını görürdüm." demiştir. Bütün bu metinler,
Sahihsin metinleridir.
Kadı Iyaz'ın delil
gösterdiği İbrahim b. Muhammed b. Münteşir yoluyla onun da babasından Hz.
Aişe'nin: "Ben Allah Rasulü'ne (Sallallahu aleyhi ve Sellem) güzel kokular
sürerdim. Sonra hanımlarım dolaşır. Sonra sabah ihrama girerdi." sözünde
ise ihrama girerken ikinci kez koku sürünmeyi meneden bir durum yok.
5- Ebu Muhammed İbn Hazm
Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğleden önce ihrama girdiğini
söylemekle yanılmıştır. Bu açık bir yanılgıdır. Hiçbir hadiste rivayet
edilmemiştir. Oysa Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle namazını
müteakip namaz kıldığı yerde niyetlenip ihrama girmiş ve telbiye getirmiş,
sonra devesine binmiş, devesi üzerinde telbiye getirerek Beyda tepesinin
doruğuna çıkmıştır. Bu, kesinlikle öğle namazından sonraydı. En iyi Allah
bilir.
6- Yine İbn Hazm'ın bir
başka yanılgısı: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kendisiyle
birlikte kurbanlık şevketti, ama bu, nafile kurbanlıktı, diyor. Bu görüş, onun
imamlardan ayrıldığı "kıran yapanın kurban kesmesi gerekmez. Yanhzca
temettü' yapana gerekir" görüşüne dayanmaktadır. Bu görüşün tutarsızlığı
yukarıda anlatıldı.
7- Şu görüşleri ileri
sürenler de yanılmışlardır:
a) Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) ihrama girerken belli bir hac şekli tayin etmedi,
mutlak bıraktı.
b) Tek umre yapmaya
niyetlendi, onunla temettü' yaptı. Kadı Ebu Ya'la, Muğrti sahibi (İbn Kudame)
ve başkaları bu görüşü savunmuşlardır.
c) Sırf bir hac yapmaya
niyetlendi, beraberinde umre yapmadı.
d) Umreye niyetlendi,
sonra ona haccı da ilave etti.
e) İfrad haccına
niyetlendi. Sonra daha ilerde ona umreyi de ili etti. Bu, O'na özgü
şeylerdendir.
Bunların dayanakları ve
bu konuda hangi görüşün ne sebeple doğru olduğu yukarıda anlatıldı.
8- Ahmed b. Abdullah
et-Taberi, Haccetü'l-Veda adlı eserinde: "Hac kafilesi yolun bir yerine
vardıklarında Ebu Katade bir yaban eşeği avladı. Kendisi ihramlı değildi. Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem), o hayvanın etinden yedi." derken
yanılmıştır. Çünkü bu olay, Buhari'nin de rivayet ettiği üzere Hudeybiye
umresinde olmuştu.
9- Bazılarınca ileri
sürülen ve Taberi tarafından hikaye edilen: "Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) Mekke'ye salı günü girdi." sözü bir hatadır. Çünkü Hz.
Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'ye Zilhicce'nin dördüncü günü
sabahı pazar günü girmiştir.
10- Kadı Ebu Ya'la ve
öğrencileri gibi, "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavaf ve
sa'y yaptıktan sonra ihramdan çıktı." diyenler yanılmışlardır. Bu
yanılgının dayanağı yukarıda açıkladığımız üzere Muaviye'nin yahut ondan
rivayette bulunan ravinin yanılarak: "Muaviye, (Veda) haccında Merve
tepesinde enli bir bıçakla Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
saçlarını kısalttı." demiş olmasıdır.
11- "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) tavaf sırasında Rükn-i Yemani'yi
öperdi."diye iddia edenler de yanılmışlardır. Hz. Peygamber'in (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) öptüğü Hacer-i Esved'dir. Ona Yemani adı vermiştir. Çünkü ona
Yemani, onunla diğerine Yemaniyyan denirdi. Bu yüzden ravilerden biri doğrudan
doğruya ondan Yemani diye sözetmiştir.
12- Ebu Muhammed İbn
Hazm'ın fahiş bir hatası: Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sa'y
sırasında (ilk) üç turda remel yaptığını, dört turda ise normal yürüdüğünü
söylüyor. Bu yanılgıdan daha tuhafı da kendisinden başka bir kimsenin
söylemediği bu görüş üzerinde ittifak sağlandığını söyleyerek düştüğü yanılgıdır.
13- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gidiş gelişini bir kere sayarak Safa-Merve
arasında on dört tur yaptığını iddia edenlerin yanılgıları. Bunun tutarsızlığı
yukarıda açıklandı.
14- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban bayramının birinci günü sabah namazım
vaktinden önce kıldırdığını iddia edenlerin düştükleri yanılgı. Bu yanılgının
dayanağı ibn Mes'ud'un: "Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
kurban bayramının birinci günü sabah namazını zamanından önce kıldırdı."
sözüdür. Oysa İbn Mes'ud bu sözle, Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem), her zaman sabah namazını kıldırmak adeti olduğu vakitten önce, o gün
acele ederek daha erken vakitte kıldırmış olduğunu kasdetmektedir. Bu şekilde
yorumlama şarttır. İbn Mes'ud hadisi ancak bunu gösterir. Sahih-i Buhari'de
onun şöyle dediği kaydedilir: "Şu iki namaz (mutad) vakitlerinden
çevrilmiştir: Akşam namazı insanlar Müzdelife'ye geldikten sonra, sabah namazı
İse tan yeri ağarırken kılınır." Veda haccmı anlatan Cabir hadisinde:
"Sabah iyice ortaya çıkınca sabah namazım bir ezan ve bir kametle
kıldırdı." cümlesi yer almaktadır.
15- Gerek Hz.
Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) arefe günü öğle ile ikindiyi ve o
gece akşamla yatsıyı iki ezan, iki kametle kıldırdığını söyleyenler, gerek hiç
ezan okutmaksizm iki kamet getirterek iki namazı kıldırdığını söyleyenler ve
gerekse iki namazı birleştirerek bir tek kametle kıldırdığını söyleyenler hep
yanılmışlardır. Doğrusu, iki namazı bir tek ezan okutarak ve her namaz için
kamet getirterek kıldırmıştır.
16- "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Arafat'ta iki konuşma yaptı. Bu konuşmalar
arasında oturdu. Birinci konuşmayı yapıp oturduktan sonra müezzin ezan okudu.
Ezan bitince Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ikinci konuşmasına
başladı. Konuşmayı tamamlayınca müezzin namaz için kamet getirdi."
iddiasında bulunanlar da yanılgıya düşmüşlerdir. Hiçbir hadiste asla böyle bir
şey gelmemiştir. Cabir hadisi açıktır: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) konuşmasını tamamlayınca Bilal ezan okudu ve namaz için kamet getirdi.
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) öğle namazını konuşma yaptıktan
sonra kıldırdı.
17- "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) konuşma yapmak üzere yüksek bir yere çıkınca
müezzin ezan okudu. Ezan bitince ayağa kalktı ve konuşma yaptı." diyen Ebu
Sevr de yanılmıştır. Bu açık bir yanılgıdır. Çünkü ezan, konuşmadan sonra
okunmuştur.
18- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban bayramı gecesi Ümmü Seleme'yİ önden
gönderdiğini ve ona sabah namazında Mekke'de kendisine gelmesini buyurduğunu
rivayet edenler de yanılmıştır. Bunun açıklaması yukarıda geçti.
19- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü ziyaret tavafını geceye ertelediğini iddia
edenler yanılmışlardır. Yukarıda bunun açıklaması ve geceye ertelediği tavafın
veda tavafı olduğu anlatıldı. Bu yanılgının dayanağı -Allah daha iyi bilir ya-
Hz. Aişe'nin: "Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifaza (ziyaret)
tavafını günün sonunda yaptı" sözü olsa gerektir. Abdurrahman b. Kasım,
babası yoluyla Hz. Aişe'den böyle rivayet etmiş ve onun sözünü manayı esas
alarak aktarmıştır. Ziyaret tavafım geceye ertelediği söylenmiştir.
20- "Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir kere gündüz ve bir kere de hanımlarıyla
birlikte geceleyin olmak üzere iki ifaza tavafı yaptı." diyenler de
yanılmışlardır. Bu yanılgının dayanağı Ömer b. Kays'm, Abdurahman b. Kasım -
babası Kasım - Hz. Aişe senediyle rivayet ettiği şu hadistir: Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem) ashabına kurban günü Kabe'yi öğle vakti ziyaret etmeleri için
izin verdi, onlar da böyle yaptılar. Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
ise hanımlarıyla birlikte geceleyin ziyaret etti.
Bu hatadır. Hz. Aişe'den
gelen sahih rivayette bunun aksi, yani Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) gündüz vakti bir tek ifaza tavafı yaptığı belirtilmiştir. Bu gerçekten
tehlikeli bir yoldur, taklidin kuyruklarına yapışan zayıf ilim idamları bu yolu
tutmuşlardır. En iyi bilen Allah'tır.
21- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü kudüm tavafı yaptığını, daha sonra da
ziyaret tavafı yaptığını söyleyenler yanılmışlardır. Bu görüşün dayanağı ve
tutarsızlığı yukarıda anlatıldı.
22- Bu tavafla birlikte
o gün Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) sa'y yaptığını iddia edip
delil olarak da kıran haccı yapan kimsenin iki sa'y yapması gerektiğini ileri
sürenler yanılmışlardır. Bunun tutarsızlığı ve Aişe ile Cabir'in -r.a.-
söyledikleri üzere Hz. Peygamber'in (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bir tek
sa'ydan başka sa'y yapmadığı yukarıda anlatıldı.
23- Ağır basan görüşe
göre Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) kurban günü öğle namazını
Mekke'de kıldırdı diyenler de yanılmışlardır. Doğrusu yukarıda da geçtiği üzere
bu namazı Mina'da kıldirmıştır.
24- Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Müzdelife'den Mina'ya giderken Muhassir vadisinde
hızlanmadığını ve bunun çöl Araplarının işi olduğunu söyleyenler
yanılmışlardır. Bı* yanılgının dayanağı İbn Abbas'ın şu sözleridir: Hayvanı
koşturmak çölde yaşayan köylüler tarafından başlatıldı. İnsan kalabalığının iki
kenarında duruyorlardı. Geniş karınlı ağaç çanakları, sopaları ve ok
kuburlarını hayvanlarına asmışlardı. Akın ettikleri vakit bunlar sallanıp birbirine
vurarak ses çıkarıyorlardı. Böylece insanları ürkütüyorlardı. Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) gözüktü. Kulak kökü omuz oynağına temas edecek
kadar devesinin başını, yavaşlatmak amacıyla kendisine doğru çekmiş bir
vaziyette: "Ey insanlar! Ağır olunuz!" buyurdu. Bir rivayete göre
ise: "İyilik atlan, develeri koşturmakta değildir. Ağır olunuz!"
buyurdu... (ibn Abbas devamla diyor ki:) Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve
Sellem) Mina'ya gelinceye kadar devesinin ön ayaklarının yukarı kalktığını görmedim.
Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir. Bundan dolayı hadisi Tavus ile Şa'bi
münker saymışlardır. Şa'bi diyor ki: "Bana Üsame b. Zeyd'in haber
verdiğine göre kendisi Allah Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ile birlikte
Arafat'tan yola çıkmış, Müzdelife'ye varıncaya kadar Hz. Peygamber'in
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) devesi koşmak için ayağını yukarı kaldırmamıştır.
Fadl b. Abbas'ın bana aktardığına göre de kendisi Müzdelife'de Allah Rasulü'nün
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) terkisinde imiş; Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi
ve Sellem) şeytan taşlayıncaya kadar, devesi koşmak için ayağını yukarı
kaldırmamış." Ata: "Hız yapmayı bunlar icad ettiler. Güya tozdan
sakınmak istiyorlar." demektedir. Bu yanılgının kaynağı, Arafat'tan ayrılırken
çöl Araplarının ve kaba adamların yaptıkları hız ile Muhassir vadisinde yapılan
hızın birbirine karıştırılmasıdır. Çünkü orada yapılan hız bid'attir. Allah
Rasulü (Sallallahu aleyhi ve Sellem) bunu yapmamış, aksine yasaklamıştır.
Muhassir vadisinde yapılan hız ise sünnettir. Cabir, Hz. Ali b. Ebu Talib ve
Abbas b. Abdülmuttalib -r.a.- Allah Rasulü'nün (Sallallahu aleyhi ve Sellem)
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) böyle yaptığını aktarmışlardır. Hz. Ömer
İbnü'l-Hattab (r.a.) da böyle yapmıştır. İbn Zübeyr hayvanım alabildiğine
dörtnala koştururdu. Hz. Aişe ve başka sahabiler de böyle yapmışlardır. Bu
konuda olumsuz bakanların değil, olumlu bakanların sözü geçerlidir. En iyi
Allah bilir.
25- Tavus ve başkaları
yanılgıya düşerek demişler ki: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mina
gecelerinde, her gece Kabe'yi ziyarete giderdi. Buhari, Sahih'inde "Ebu
Hassan yoluyla ibn Abbas'tan aktarıldığına göre; Hz. Peygamber (Sallallahu
aleyhi ve Sellem), Mina günlerinde Kabe'yi ziyarete giderdi." demektedir.
Bu hadisi rivayet eden İbn Ar'ara anlatıyor: Muaz b. Hişam "Bunu babamdan
işittim" diyerek bir kitap verdi, ama okumadı. Bu kitapta Ebu Hassan
yoluyla ibn Abbas'tan şöyle bir rivayet yer almaktaydı: "Allah Rasulü
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mina'da kaldığı süre içinde her gece Kabe'yi
ziyaret ederdi." Hiç kimsenin bu konuda ona muvafakat ettiğini görmedim.
İbn Ar'ara'nın sözleri bitti... Sevri bu hadisi Cami' adlı eserinde Tavus'un
oğlu aracılıyla Tavus'tan mürsel olarak rivayet etmiştir.
Bu bir yanılgıdır. Çünkü
Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) ifaza tavafını yaptıktan sonra
Mekke'ye dönmemiş, veda zamanına kadar Mina'da kalmıştır. En iyi bilen
Allah'tır.
26- Gerek Hz. Peygamber
(Sallallahu aleyhi ve Sellem) iki defa veda etti diyenler, gerekse şöyle
diyenler yanılmışlardır: Hz. Peygamber (Sallallahu aleyhi ve Sellem) Mekke'yi,
giriş ve çıkışlarında daire içine aldı. Zituva'da geceyi geçirdi. Sonra
Mekke'nin üst kısmından şehre girdi. Sonra aşağı tarafından çıktı. Sonra
Mekke'nin sağ tarafından Muhassab'a döndü. Böylece daire tamam oldu.
27- Muhassab'tan Akabe
sırtına geçtiğini iddia edenler yanılmışlardır.
İşte bütün bunlar
yanılgılardır. Gerek tafsilatlı, gerekse toplu olarak bunlara karşı uyardık.
Başarı yalnız Allah'tandır.
Sonraki sayfa için
aşağıdaki link’i kullan: